Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


  TEFSİR, HADİS, VE FIKIH USULU KONULARI, SAYFA 1'DE ''BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ ÇERÇEVESİNDE TEFSİR, HADİS, VE FIKIH USULU '' BAŞLIĞI ALTINDA HAZIRLANMIŞTIR.


0 Yorum - Yorum Yaz

MUKAYESELİ İLİMLER    24.12.2013

2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

ŞABAN KESECİ

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO: 13912720

 

MUKAYESELİ TARİHLER VE USULLER

TEFSİR TARİHİ VE USULU

HZ. PEYGAMBERİN  TEFSİRİ

  Hz. Peygamber’in görevleri tebliğ, tebyin ve irşad olduğundan ashabın ihtiyacı kadar kur’anı tefsir etmiştir. Mesela,namaz ayeti nazil olduktan sonra namazın nasıl kılınacağını uygulamalı bir şekilde göstermiştir. Bazen de hutbede vaazda ayetleri tefsir etmiştir. Ashabın soru sorması üzerine tefsir ettiği ayetler de az değildir.

 

HZ. PEYGAMBERİN  TEFSİR YÖNTEMİ

1.Mücmeli Teybin

Kastedilen mananın kapalı oluşu ve  anlaşılması için başka bir beyana ihtiyaç duyması münasebetiyle mücmeli tebyin etmiştir. Mesela; gayb, yaratılış, kader, kıyamet, diyet meselelerini tebyin edişi…

2.Mübhemi Tafsil

Kur’an bazen bir varlığı i.işaret, i.mevsul, zamir, belirsiz zaman ve mekan, cins isim ile zikretmektedir. İşte bu noktada anlaşılmazlığı Hz. Peygamber gidermiştir. Mesela; Kur’andaki orta namaz ifadesiyle ikindi namazı kasdedildiğini söyleyerek mübhemi tafsil etmiştir.

3.Mutlakı Takyid

Allah hırsızlığın cezası olarak hırsızın elini kesin buyurmuştur ama elin nereden kesileceği hangi şartlarda kesileceği sünnette beyan edilmiştir.

4.Müşkili Tavzih

Birbirine tezad gibi gözüken Kur’an ayetlerinin tavzihinde yine sünnet devreye girerek kur’anı doğru anlamamızı sağlıyor.

 

SAHABENİN TEFSİRİ

   Sahabe arap dilini, örf ve adetlerini çok iyi bildiğinden, vahyin iniş ortamına şahit olduklarından onların kur’an yorumları herkesden daha isabetli olma ihtimali yüksektir. Akılla bilinmeyen mesellerde sahabenin yorumları bizim için hüccettir çünkü; hz. Peygamberden duyma ihtimalleri çok yüksektir.

   Sahabe ihtiyaç esaslı tefsir yapmıştır. Metotları: Kur’anı kur’anla tefsir, kur’anı Sünnetle tefsir  ve İçtihadla tefsir şeklinde özetleyebiliriz.Bu dönemde tefsir henüz tedvin edilmemiş şifahi nakillerle tefsir faaliyetleri sürdürülmüştür.

 

MEŞHUR MÜFESSİR SAHABELER

   İ.ABBAS(h.68): ‘Allahım ona kitabı öğret onu dinde fakih kıl’ şeklinde Hz.Peygamberin duasına mazhar olmuştur. Arap dili ve şiirinde uzmanil uzman, ‘Hıbru’l Umme’ ve ‘Tercümanu’l-Ku’ran’  lakablı müfessir sahabidir. Hz.Ömer ve Hz.Ali ilim meclislerinde yanından ayırmazdı. Mekke ekolünün temsilcisidir.

   İ.MESUD(h.32): Hz.Ömer’rin Kufe valisi, Kufe’de ‘Rey Ekolü’nün temelini atmıştır. Vahyi günlük takip etmiş, kendine has özel nüshası vardır.

   UBEY B. KAB (h.30): Medine’deki ilk vahiy katibidir.

   HZ. ALİ(40) ‘ Ayetlerin gece mi gündüz mü nazil olduğunu bilirim’ demiştir. Hz.Ömer halifeliği döneminde  görüşlerine başvurulmuştur.

 

TABİİUN DÖNEMİ(65-132)

Yeni kültürlerle karşılaşılmış, iç karışıklıklarla beraber yeni meselelr ortaya çıkmıştır.

   MEKKE EKOLÜ:  Rivayet ağırlıklıdır.Tabiiunun büyüklerinden Mücahid  akli metodu ilk uygulayan kişidir. Mücahid,  ‘Mushafı baştan sona 3 defa İbn-i Abbas’a arzettim’demiştir.

İbn-i Abbas’ın talebeleri Said bin Cübeyr, İkrime, Ata bin Ebi Rebah, Tavus bin Keysan’dır.

   MEDİNE EKOLÜ: Medine bu dönemde ilim merkezidir. Dört bir yandan insanlar buraya akın etmektedirler. Ubey bin Kab bu okulun başındaki sahabedir.Rivayet ve dirayet bir aradadır.

   IRAK (KUFE)EKOLÜ: Re’y Ekolü’nün temsilcisidir. İ.Mes’ud bu ekolün başındaki sahabedir. Talebeleri Katade, Esved bin Yezid, Mesruk bin Ecda, Alkame bin Kays, Hasan Basri, Şa’bi gibi tabiinlerdir.

   Sahabeler gittikleri yerde medrese kurmuşlar. Sonraki nesil de bilgileri sahabeden almışlardır  Tabiun bazı bilgileri ehli kitaptan alıntı yapmıştır. Bu dönem israiliyytaın tefsire girdiği dönemdir. Tedvin henüz yoktur, şifahi nakiller devam etmektedir. Tefsir faaliyetleri hadisin altında başlamıştır. Hadis kitaplarında Kitabu’t-Tefasir başlığı altında nuzul sebebleri şeklinde  toplanmıştır.

 

TEFSİRİN TEDVİNİ

 

TEDVİNİN GECİKME SEBEBLERİ

1.Hadis yazılmasına sonradan izin verilmesi

2.Ümmi bir toplum olmaları

3.Hafızalarına güveniyor olmaları

4.Kağıdın kısıtlı olması

 

MÜSTAKİL TEDVİN

1.İlk tefsir çalışması Ali binTalha(ö.143) İbn-i Abbas’tan yaptığı bazı nakilleri içeren sahifesi

2.Elimize ulaşan ilk tefsir Mukatil bin Süleyman’ın (h.150) Tefsir-i Kebiri’dir. Mukatil bin Süleyman(h.150)’ın Tefsirul Kebir’i tam bir tefsirdir.

3.Süfyan-ı Sevri(h.161) 

5.Ferra(h.207) Maani’l-Kur’an

 

   Daha sonraki dönemlerde rivayet ve dirayet tefsirlerinin yazılmasıyla tefsir ilmi ve eserleri genişlemiş  ve müstakil bir ilim olmuştur.

 

HADİS TARİHİ VE USULU

 

HIFZ DÖNEMİ

SAHABELERİN HADİSLERİ ÖĞRENME YOLU

a. Müşâfehe (ağızdan)

b. Müşahede (Hz. Peygamber'in fiil ve tasviblerini görerek),

c. Sema' (Hz. Peygamber'den duymuş ya da O'nun fiilerini gör­müş bir başka sahâbîden işiterek) öğenebiliyorlardı.

 

EZBERLEME SEBEBLERİ

1.Başlangıçta, Hz. Peygamber, hadislerinin yazılmasına mü­saade buyurmamıştı.

2.Sade bir yaşayış ve zihin berraklığına sahip olduklarından hafızasına güveniyor ve  uzun hitabe ve şiirleri bir kez dinlemekle ezberleye­biliyorlardı.

3.Dîni koruma ve yayma («tebliğ, davet») görev ve şu­urunun olması

Hz. Peygamber de, «sözümü dinleyip belleyen ve belle­diklerini aynı şekilde başkalarına tebliğ edenlerin Allah yüzlerini ağartsın! » (Ebu Davud, ilim 10) Unutmama­nın da en geçerli yolu onu yaşamaktı.

 

2. KİTABET (Yazıya Geçirilmesi)

 Kitabet, herhangi bir sahâbînin, bizzat Hz. Peygaber'den duyduğu hadis­leri kendisi için yazıp bir araya getirmesi olayıdır. Bunlar, hatırlamak maksa­dıyla tutulmuş özel notlar («müzekkirât») dır.

YAZININ YASAKLANMASI

   Ebu Said el-Hudrî (r.a.) Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmektedir: ’Benim ağzımdan Kur'ân'dan başka hiçbir şey yazmayınız. Kurandan başka bir şey yazmış olan kimse varsa, derhal o yazdığını imha etsin. Ancak yazmaksızın benden dilediğiniz gibi rivayet ediniz. Bundan bir beis yoktur. Bir de bile bile her kim bana isnad ederek yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.’

YAZMANIN SERBEST OLMASI

  Abdullah ibn Amr'ın şu rivayeti yer almaktadır: «Rasûlullah 'dan duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyş beni bundan nehyetti ve «Rasûlullah (s.a.) kızgınlık ve sükûnet halle­rinde konuşan bir insan iken sen O'ndan duyduğun herşeyi nasıl yazarsın? de­diler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Rasulullah'a arzettim. Eliyle ağzına işaret ederek;«Yaz, canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz!» buyurdu »

Hz. Ebû Hureyre (r.a.) de şöyle demektedir: «Nebî (s.a.) nin ashabı içinde Abdullah b. Amr hariç, benden daha fazla hadis bilen rivayet eden kimse yoktur, Abdullah yazar, ben yazmazdım.»  Hz. Peygam­ber'in: «ilmi (hadisi) yazı ile tesbit ediniz!  Buyurması hadislerin baştan itibaren yazıldığını gösterir.

 

DEĞERLENDİRME

    Mesele, sünnetin sünnetle nesh edilmiş olmasıdır. Önce yasaklamış; sonra müsaade etmiştir. Mekke'nin fethi günü Ebû Şah için Fetih Hutbesinin yazılmasını emreden Hz. Peygamberin bu emri zaman bakımından son yıllara rastladığı için yazma izninin son­ra olduğunu göstermektedir. Abdullah tbn Amr, vefat ettiği zaman es-Sâdıka diye meşhur olan sahifesi yanında bulunmaktaydı

    Yazma izninin sadece Abdullah b. Amr'a mahsus olmasıdır. Çün­kü Abdullah b. Amr, eski kitapları okumakta, Süryânice ve Arapça yazı yaz­maktaydı. Onun dışındaki ashâb ümmî idi. Onlardan sadece bir-iki kişi yazı ya­zabilirdi. Onların da yazıları kusurlu idi. Nebî, onların yazmakta hattâ edebile­cekleri endişesi ile onları hadisleri yazmaktan menetti. Fakat Abdullah b. Amr'ın yazısından emin olduğu için ona müsaade etti. Böyle bir endişe­nin bulunduğu yer ve zamanda yasağın; böyle bir endişenin bulunmadığı yer ve zamanda da iznin geçerli olduğunu düşünmek en doğru çözüm olmaktadır.

    Ah-med Naim'in ifadesiyle «yerine göre nehiy hadisi ile de, izin hadis ile de amel olunur. Nehiy hadisi, hıfzına güvenilir ve bazı yazarken sû-i hattı veya dikkat­sizliği yüzünden iltibasa, tahrife meydan verir kimselere; ibâhe hadisleri de hafıza gevşek ve yazısı okunaklı ve dürüst olanlara göredir.»

   Hadislerin Kur'ân âyetleriyle aynı sahifeye yazılmasını yasakladı da denilmiştir. Yoksa bizatihi yazı yazmanın sakıncalı olması ve yazı ile hadisi kaydetmenin  yasaklanması gibi bir şey söz konusu değildir.

 

YAZMAYA GENEL  İZNİN  VERİLMEMESİNİN SEBEBİ

   Kur’andan başka bir şeye düşkünlük gösterimesi ve bu yüzden kur’anın terk edilmesi endişesi… Hz. Ömer, sünnete ait bilgileri yazdırmayı ve bir araya toplamayı düşünmüş, bu fikrini sahâbîlere açıklamış, tasviblerini almıştır. Ancak bir ay süren istihare sonunda kararını: «BEN HA­DÎSLERİ YAZDIRMAYI İSTEMİŞTİM. HATIRLADIM Kİ SÎZDEN ÖNCE BÎR MÎLLET, KÎTAPLAR YAZMIŞLAR VE ONLARA ÖNEM VERMİŞLER VE ALLAH'IN (kendilerine göndermiş olduğu) KİTABINI TERKETMİŞLER-Dî. ALLAH'A YEMİN EDERİM Kî BEN, ALLAH'IN KÎTABINI BÎR BAŞKA ' ŞEYLE ÖRTEMEM, ONA GÖLGE DÜŞÜREMEM» sözleriyle bildirmişti.

   İlk asırda hadislerin yazıl­masının hoş karşılanmaması, Allah'ın kitabına bir başka şeyi eş tutmamak ve­ya bir başka şey sebebiyle Kur'ân'la meşguliyetten uzak kalmamak içindi.

 

 

HADİS EDEBİYATININ İLK ÜRÜNLERİ

SAHİFELER

   1000 ka­dar hadisi ihtiva ettiği Abdullah b. Amr b. e.î-Âs'ın es-Sahifetu's-sâdikası ve günümüze kadar ulaşmış bulunan «en eski hadis eseri», Hemmâm b. Münebbih (101/718)'in, hocası Ebû Hureyre'den aldığı 138 hadislik sahifesi, Sahife' nin bütün hadisleri, Ahmed b. Hanbel’in Müsned'inde Ebû Hu­reyre' ye ayrılmış olan sayfalarında aynen yer almaktadır.

 

HADİSLERİN TEDVİNİ

Tedvin henüz yazıya geçmemiş rivayetleri yazıya geçirmek, eskiden yazılmış olan dağınık malzemenin sınıflan­dırmaya tâbi tutulmaksızın bir araya toplanması anlamına gelmektedir.

 

İLK RESMİ GİRİŞİM

Ömer bin abdulaziz(101) döneminde olmuştur. Medine Valisi, Ebu Bekr b. Hazm'a (120/738) ve  ülkenin her tarafına gönderdiği resmi yazı şudur :«Hz. Peygamber'in hadislerini, sünnetlerini (Amra bnt. Abdirrahman'ın rivayetlerini) araştır ve yaz; zira ben, ilmin kaybolmasından ve âlimlerin yok olup gitmelerinden endişe ediyorum.» îbn Şihâb(124) için «hadisi ilk tedvin eden kişi» denilmektedir

   Daha sonra tasnif dönemiyle hadis eserleri ale’l- ebvab ve aler’rical sitemiyle derlenmiştir. Kütüb-ü sitte eserleri ve diğer sahih kitaplar bu dönemde ortaya çıkmış, isnad sistemi sayesinde mevzu hadislerin önüne geçilmeye çalışılmıştır.

 

İSLAM HUKUKUNUN EVRELERİ

1. (FIKHIN DOĞUŞU)HZ.PEYGAMBER DEVRİ

2. (GELİŞME ÇAĞI)HULEFA-İ RAŞİDİN DEVRİ

3. (OLGUNLUK ÇAĞI) TABİİUN DEVRİ H.50-H.101

4.ABBASİLER DÖNEMİ H.101-350

5.(DURAKLAMA ÇAĞI) TAKLİD-TAHRİÇ VE TERCİH DÖNEMİ H.350-650

6.(GERİLEME ÇAĞI) MECELLENİN YAZILIŞINA KADARKİ DÖNEM H.650-1292

7.(UYANIŞ ÇAĞI)MECELLEDEN SONRAKİ DÖNEM H.1293-1893

 

 

1. (FIKHIN DOĞUŞU)HZ.PEYGAMBER DEVRİ

    Kaynak Vahiy  ve sünnet idi. Problemler Hz. Peygamber’e intikal edince problemleri O(sas) çözerdi, sorun ortadan kalkardı. Mekke’de  akideye dair ayetler nazil olduğundan akide ön planda idi.  Medine ise  muamelat ayetleri ağırlık basmaktadır.

HÜKÜM KOYMA USULU KAİDELERİN ORTAYA ÇIKIŞI

   Bazen hadise vuku buluyor bazen sual soruluyor bazen de vahiy şeklinde geliyor direk hüküm izah ediliyordu. Bazen de Hz. Peygamber kendisi  içtihad ederek hükmü vuzuha kavuşturuyordu. Mesela Bedir’de esirlerden fidye alınması sahabe ve Hz. Peygamberin ortak içtihad neticesi verilmiş bir hüküm idi.

 

2. (GELİŞME ÇAĞI)HULEFA-İ RAŞİDİN DEVRİ(10-40)

 Yeni milletlerle karşılaşılmış dolayısıyla  yeni meseleler ortaya çıkmıştı. Bu dönemde kaynak Vahiy, sünnet, rey ile içtihad, örf kıyas ve istihsanı içine alan icmadır.

 

İHTİLAFLARIN SEBEBLERİ

   Sünnetin anlaşılmasındaki farklılıklar; Hz.ömer boşanan bir kadının Resulullah bana  nafaka ve sukna takdir etmedi demesine itibar etmemiş boşanan kadına nafaka ve sükna hakkı takdir etmiştir.

   Kuranın anlaşılmasındaki farklılık; İ.Mesud boşanan kadının kur beklemesi ayetindeki üç kur’u temizlik süresi olarak almış, Zeyd bin Sabit ise hayız süresi olarak Kabul etmiştir.

   Celbu’l-Menfeat için   bazı hükümler uygulanmamıştır. Hz. Ömer Müellefe-i Kulub’a zekat vermemiş. Kıtlık yıllarında hırsızlık cezasını uygulammış, fethedilen arazileri askerlere dağıtmamıştır

   Defu’l-Madarrrat için yeni hükümler getirmişlerdir. İddet süresi içindeki kadınla evlenen erkeğe nikahı ebedi  yasaklamışlar ve Kur’an cem edilmiştir.

 

3. (OLGUNLUK ÇAĞI) TABİİUN DEVRİ H.40-H.132

Emevi devletinin yıkılışına kadar devam eder.

GENEL ÖZELLİKLERİ

1.Meselelerin artması ihtilafların çıkması

2.Hadis rivayetlerinin yaygınlaşması

3.Ehli hadis(Medine)  ve Rey Ekolleri’nin(kufe) ortaya çıkması

Kaide ve kurallar henüz teşekkül etmemiştir

 

4. (OLGUNLUK ÇAĞI) ABBASİLER DÖNEMİ H.132-350

   Fıkhın  Altın Çağı diyebileceğimiz dönemdir. Müçtehid İmamlar bu dönemde ortaya çıkmış

Hadis ve rey ekolleri iyice belirginleşmiş, Fıkıh ilmi şekillenmiştir. Usulu fıkıh ortaya çıkmıştır.

GENEL ÖZELLİKLERİ

-Abbasi halifeleri hür bir ortam oluşturmuş

-Farklı kültürlerle karşılaşınca fıkıh zenginleşmiş

-Hadisin tedvin edilmesi fukahanın işini kolaylaştırmış

- Usulu ilk kaleme alan İ.Şafi er-Risale Fıkhi ıstılahlar ortaya çıkmış

-İ.azam Rey Ekolunü, İ.Hanbel Hadis Ekolunü, Şafi ve Maliki Karma Ekolu benimsemiştir.

-Buhari, Müslim,Maturidi, Eş’ari Evzai, Mezhep imamları bu dönemde ortaya çıkmıştır.

-Farklı örfler ortaya çıkınca içtihadlar başlamıştır. Fıkıh ortaya çıkmaya başlamış.

-Malikiler Seddi Zerai prensibini uygulamışlar. Ehli medineye göre amel etmişlerdir.

-Şafiler istishap prensibini uygulamışlar. Şafi’nin Kavli- kadim kavli cedid fikirleri  mekana göre hükümler değişebildiğine açık delildir.

-İ.azam Sa’anda hristiyanlar çok olduğunda Hristiyanlara içki için dükkanını kiyraya vermeyi caiz görmüştür.

 

5.(DURAKLAMA ÇAĞI) TAKLİD-TAHRİÇ VE TERCİH DÖNEMİ M.750-1258

  Bağdatın düşmesine kadar devam eder.  Mekke- Medine yolu üzerinde olduğu için  temel Kültür Merkezi Bağdatttır. Mezhep taassubu oluşmuş. Mezhepler şekillenmiş, kaideler oturmuştur. Ne varki içtihadlar kapısı kapanmış, rüçhaniyet tartışmaları başlamıştır..

 

 

6.(GERİLEME ÇAĞI MECELLENİN YAZILIŞINA KADARKİ DÖNEM (H.650-1292)m.1869

Şerh, ihtisar ve haşiye dönemidir. Alet ilimlerine daha çok önem verilmiş, fetva kitaplarının en çok yazıldığı dönemdir. Devr-i inhitat-düşüş devri olarak adlandırılmıştır.

 

7.(UYANIŞ ÇAĞI)MECELLEDEN SONRAKİ DÖNEM H.1293-m.1893

  İnfial,İntihal,Taknin(kanunlaşma) Dönemi’dir.

Taknin dönemiyle içtihad ruhu yeniden uyanmış, fıkıh ansiklopodileri çıkmış, mukayeseli çalışmalar yapılmıştır. Taknin(kanunlaşma) Döneminde  mecelle 57 sene tatbik edilmiş. Bu zamana kadar İ.Hukuku kanunlaştırılamamıştı Mecelle’den sonra diğer İslam ülkeleri de bu tür faaliyetlere başlamıştır.

 

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


 

ALİ BAHADIR ÖZDEMİR

BİRLEŞİK DOKTORA 

ÖĞRENCİ NO :13952701

2013/2014 GÜZ YARIYILI

TEFSİR TARHİ/TEFSİR USULU, HADİS TARİHİ/HADİS USULU, FIKIH     TARİHİ/FIKIH USULÜ

   Kur’an; Allah tarafından  Cebrail vasıtasıyla elçisi son peygamber Hz. Muhammed’e mütavatir olarak peyderpey Arapça vahyolunan tüm insanlığa gönderilmiş okunmasıyla ibadet olunan  ilahi bir kitaptır. Bu ilah vahiy , insanlık  tarihi boyunca fıtri olarak gelen ,insanın kainat ve hayat hakkındaki merakına , geçmişteki vahiyler gibi bu insani   arayışa   cevap    vermek          üzere indirilmiştir. Yüce Mevla’nın inayetiyle  efendimizin insanlığa tebliğ etmesi için on dört asır evvel son vahiy olan Kur’an  vahyolunmuştur. Kıyamete kadarda baki kalacaktır. Bu nedenle kişi ,problem ve meselelerde çözümü son vahiy  kur ’anda aramalıdır.    Bu bağlamda kur ’anın nüzulüne ,indiği zamana peygamber dönemini incelediğimizde aynı şekilde dönemin insanları (ashab-ı  kiram) kainat ,evren ,hayat ve bütün meraklarını Resulullah’a arz etmişlerdir. Efendimiz de   öncelikle vahiyle bu meraklarına çözüm getirmeye çalışmıştır. Örneklerini kur ’anda bulmak söz konusudur:

  Vahiyde birebir cevap bulamadığında vahye paralel olarak çözüm bulmuştur. Zaten efendimizin hayatına bakmaya çalıştığımızda membaı Kur’an yani vahiy olan bir hayatı görürüz. Kur’an da buna ayeti celile ile delalet etmektedir: ‘O heva ve hevesinden bir şey söylemez.’ Buna paralel Hz. Aişe validemize efendimizin ahlakı sorulduğunda o şu cevabı vermiştir: O yürüyen bir Kur’an’dı.

Efendimiz zamanında hal böyleyken daha sonraki dönemlerde durum nasıldı?

  Sonraki dönemlerde Resulullah’ın yokluğu hissedilince Efendimizin fiilleri, söylemleri ve de takrirleri mercek altına alınmaya başlandı. Fakat Kur’an haricinde  yazılı bir metin yoktu. Şifahi olarak öğrenilen bilgiler, bu yolla da aktarılıyordu. İslam fetihleriyle beraber, değişik millet ve kültürlerle kaynaşma olunca beraberinde de sorunları ve farklı anlayışları doğurmuştur. Bunun neticesinde de İslami ilimler tedvin ve tasnif edilmiştir. Bu disiplinler hicri 2. Asırdan itibaren müstakil olarak ele alınmaya başlanmıştır: Tefsir Tarihi ve Usulü, Hadis Tarihi ve Usulü, Fıkıh Tarihi ve usulü bu ilimler içinde önemli bir yer almıştır. Her biri farklı  sahada ve farklı isimlerle çıksa da ,membaı bir olan bu ilimler gaye ve amaç bakımından ortak bir hedef içindedirler. O da Kur’an’ın ve sünnetin  anlaşılıp, yaşanıp ve sonraki nesillere aktarılmasıdır.

 TEFSİR TARİHİ      

 Tefsir efendimiz(sav)’le beraber doğmuştur. Yani vahiyle beraber doğmuştur. Kur’an nazil olmaya başlayınca sahabe-i güzin’in bir takım soru ve merakını gidermek üzere açıklamalarda bulunan Efendimiz (sav), tefsir tarihinin müessisidir.

 Bunun haricinde kendisi soru sormak kaydıyla zuhur ederken ,bazen de herhangi bir konuda söylediği bir sözü veya yaptığı bir fiili delillendirmek için tefsirde bulunmuştur.

 Peygamberimiz (sav) tefsirde bulunurken ;

 Mücmeli tebyin, Müphemi tafsil, Mutlakı takyid ve Müşkil’i tavzih yöntemlerine başvurmuştur.    

Sahabe-i Kiram’a gelince ;

Açıklamaları resulullah’a  bağlı olarak sınırlı idi. Tefsiri yaparken öncelikle ,ayeti ayetle ,sonra da ayeti sünnetle veya indiği sebeb-i zikrederek (sebeb-i nüzul)yapıyorlardı. Bunun haricinde ictihada da rastlanmaktadır. Tefsiri olarak yapıyorlardı.

Sahabiler içinde Tefsirde öne çıkmış olanlar : Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Selam, Ubey b. Ka’b, Hz. Ali ,Hz. Aişe validemiz gibi.

Tabiun Dönemi ise ; sahabenin metodunu uygulamakla beraber, bazı farklılıklar arz etmektedir. Tabiun Kur’an ve sünnette yardımcı bir malzeme bulamadıklarında ,özellikle esbab-ı nüzul, mübhemat ve gaybi konularda sahabilerin görüş ve tercihlerine başvuruyorlardı. Bazen de Ehl-i kitabın görüşlerine başvuruyorlardı. Bunun yanında mecburiyet durumunda tefsirde kişisel yorumlarını da katmışlardır. Kur’an’ın tamamını tefsir etmişlerdir.  Tabiun ’un en önemli atılımları medreseler kurmalarıdır. Bunlar ; Mekke Medresesi, muallimi ;ibn-i Abbas’tır. Öne çıkan talebeleri ;Mücahid, İkrime, Said b. Cübeyr, Tavus b. Keysan, Ata b. Ebi Rebah’tır.

Medine Medresesi ; En meşhur talebeleri ; Ebu’l Aliye, Zeyd b.Eslem.

Küfe medresesi ; En meşhur Talebeleri, Alkame b. Kays, Mesruk, Hasan el-Basri, Katade.

 

HADİS TARİHİ VE USULÜ

Hadis lügat manası yeni, haber, tebliğ gibi manalara gelir. Kur’an’da, Kur’an anlamında da kullanılmıştır. Istılah olarak, söz, fiil, ve takrirlerine ıtlak olunmuştur.

Hadis Kur’an’dan sonra gelen asli delillerdendir. Yani Kur’an’dan sonra en önemli kaynaktır. Hadisleri en sağlıklı  bir şekilde sonraki nesiller aktaran sahabelerdir. Bu aktarmayı şifahen gerçekleştirmişlerdir. Hz. Resulullah(sav) yazıya geçirilmesini yasaklamasının sebepleri arasında, yazı bilenlerin azlığı, Kur’an’a karışma tehlikesi sebepler önem arz eder.

Ancak Resulullah’ın döneminde Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Abdullah b. Amr, Ali b.Ebi Talib, Ebu Hureyre gibi sahabilerin sahifelerine rastlanmaktadır.

 Fütuhatın artmasıyla İslam toprakları genişlemiş, bunun sonucu olarak da ; Medine, Mekke, Küfe, Basra, Şam, Mısır’da ilim merkezleri kuruldu.

 Hicri 2. Asır Hadis ilminin teşekkülünün başlangıcıdır. Bu asırda siyasi çalkantılar, ilhadi hareketleri ve de İtikadi mezhepleri doğurdu. Cerh ve Ta’ dil hareketi yine bu dönemde baş göstermiştir.

 Hicri 3. Asır tedvin ve tasnif hareketinin altın çağını yaşadığı çağdır. Bu asırda Siyer   ve  Meğazi eserleri, Sünenler, Cami’ler ,Musannefler, Müsnedler yine bu asırda yazılmıştır. Bu devir bir bakıma Kütüb-i Sitte devridir.

 Hadis usulü ;hadis tenkidinin temel kurallarını belirler ve hadis usulüne ait temel kavramlarını belirler. Ve tanımını yapar. Hadis Usulü Mustalahu’l Hadis olarak da tanımlanır.

Hadis Usul’ünde Rical İmi önemli bir yer alır. Racul (adam) kelimesinin çoğulu olan Rical ilmi ;hadis ravileri’nin hadis rivayetine ehil olup olmadıklarını incelemeye yönelik gereken bilgiyi derlemek, korumak ve değerlendirmek üzere zuhur etmiştir. Ayrıca Cerh ve Ta’dil olarak da adlandırılır.

İlelü’l- Hadis, Garibu’l- Hadis, İhtilafu’l- Hadis ilimleri Hadis Usulünün kategorisindeki disiplinlerdir.   

FIKIH TARİHİ/ FIKIH USULÜ

     Fıkıh Usulünün tarihçesi ; İslami ilimlerin kaynağı asr-ı Saadettir. Fıkıh usulü her ne kadar isim olarak ilk dönemde ortaya çıkmammış olsa da uygulama olarak Resulullah (sav) döneminde vardı. Sahabe efendilerimiz bu uygulamayı aynen devam ettirmişlerdir. Peygamberimize vahiy,  ya sorulan bir soru üzerine ya da Allah Teâlâ’nın bizzat vahyin  kendisinin bir olayla ilgili olarak indirmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Vahyin gelmediği meselelerde  de içtihad devreye girmiştir. Peygamber efendimizin bu dönemi en önemli dönemdir. Zira vahye dayanan ve vahyin denetimi altında gerçekleşen yasama ve uygulama bu dönemde gerçekleşmiştir. Sonraki dönemlere kaynaklık etmiştir. Bu dönemim en önemli üç özelliği ; Tedric , kolaylık ve nesih.

Fıkhın 2. Dönemi bir kırılma noktasıyla Hulefay-ı Raşidin ve Emeviler’dir. Bu dönemlerde sahabiler belirleyici olmakla beraber Emeviler dönemi siyaset-fıkıh ilişkisi açısından önemlidir. Hulefay-ı Raşidin döneminin en belirgin özellikleri; içtihad kapısı açılmış, yaptıkları içtihadları kesin görmemiş, Resulullah’ın kavlinden ayırmışlardır. Ayrıca bu dönemde nazari fıkıh henüz başlamamıştır. İllet ve hikmeti değişen bazı hükümler değiştirilmiş, bazı hükümler askıya alınmıştır.

  Resulullah’ın vefatından sonra Sahabe-i Güzin yeni fetihlerle beraber  bu beldelere hicret etmiş , Şam, Küfe, Basra, Mısır gibi yerlerde yeni merkezler oluşmuştur.

Abbasiler döneminde fıkıh olgunluk çağını yaşamıştır .ilk fıkıh usulü eseri bu dönemde yazılmıştır. (İlk usul kitabı İmam Yusuf’a ait olduğu söylense de bize ulaşan eser İmam Şafii’nin Risalesi’dir.

Bu dönemin belirgin özellikleri ; Tabiin içtihadları eklenmiştir. Nazari ve farazi fıkıh çalışmaları hızlanmıştır. Yeni fetihlerle beraber yeni milletlerin bazı örf-adetleri kültürleri fıkıha girmiştir. Fıkıh adına rihleler yapılmıştır. 

Moğol istilasından Mecelle ’ye kadar fıkhın gerileme çağıdır. Mecelle ’den günümüze kadar devam eden dönem uyanma, canlanma, kanunlaşma çağıdır.           

    

Fıkıh usulü alanındaki eserler ;Mütekellimin (kelamcılar) ve Hanefiyye metotlarıdır. 

-Mütekellimin metodu: Usul kaideleri delillerin ve bunların gösterdiği biçimde tespit edilmiştir. Daha çok mantıkî ve nazarî bir metottur. Mümessilleri, kuralları koyarken, bu kuralın mezhep imamdan nakledilen ferî meseleye uygun olup olmadığına itibar etmemişlerdir. Buna göre bu metot, tümevarım biçimindedir.  Şafiî ve Mâlikî usulcülerinin ekserisi bu metodu izleyerek eser vücuda getirmişlerdir.

- Hanefî metodu: Bu metodun müntesipleri,  araştırma neticesi genel kaideler koyma yerine, mezhep imamlarının ortaya koyduğu Fer’i meselelerden genel kurallar çıkarma yoluna gitmişlerdir. Bunlar, mezhep imamının ortaya koyduğu bir meselenin üzerinde bina edildiği kaideyi bulup onu sistemleştirmişlerdir. Bu yüzden, kitaplarında fürua ait meselelere sık sık rastlanır. İmam Şafiî ise böyle değildir. O bizatihi kendisi Usul kaideleri koyup, onları tespit etmiştir.

 Usulün iki önemli işlevi vardır:

-Usulü bilen zevatın var olan usulden hüküm istimbat etmeleri.

-Usul bilmeyenlerin de var olan usul üzerinden kendinden önceki alimlerin uygulamalarından istifade etmeleri.  

Usulcü, Kitap Sünnet, ve diğer delilleri inceleyip bu delillerin durumlarına bakarak ve bunlardan her birinin hükmünü açıklayan kurallar koyarak şablon oluşturan kişidir. Usulcünün görevi külli delilleri inceleyip, müçtehidin tafsili delillerden cüzi hükümler çıkarmasına yardımcı olacak nitelikte kuralları tespit etmek, bu kuralları  şer’i delillerle ispatlayıp sağlam temellere oturtmaktır. Bu da fıkıh usulünün konusudur.

Fakih ise bir olayın hükmünü tespit etmek istediğinde sözü edilen usul kurallarını alıp, bunları olaylara uygulayarak hükümler çıkaran kişidir.     

Fıkıh usulü ilminin gayesi, kural ve nazariyelerini tafsili delillere tatbik etmek suretiyle şer’i hükümlere ulaşmaktır. Fıkıh usulü  ile  şer’i naslar anlaşılır. Kapalı olan lafızların manaları bilinir. Aralarında ta’riz olan  lafızların arasını bulma ve bunlardan birisini tercih imkanı elde edilir. Şayet kişi içtihad salahiyetine haizse, oluşan problemlerin hükmünü ortaya çıkarmak için kıyas, istihsan, istıshab, örf vb. kaideleri kullanarak ictihdda bulunur. Eğer bu salahiyete haiz değilse, eski müçtehitlerin ortaya koydukları hükümlerden, hüküm çıkararak, yeni meselelere cevap arar.. Bu da  usulü fıkhı ve onun kaidelerini bilmekten geçer.

Sonuç olarak , Tefsir Tarihi-Usulü, Hadis Tarihi-Usulü, Fıkıh Tarihi- Usulü hakkında verdiğimiz özet bilgiye binaen ,birbirinden müstakil olan bu ilimler ,birbiriyle memzuc olduklarını görürüz. Birbirleriyle içiçe  ve membaı bir olduğunu görmekteyiz. Herhangi bir ilimin diğerine bağlı olarak daha iyi anlaşılacağını müşahede etmekteyiz. Ayrı ayrı ele alındıklarında İslami ilimler sahasında ciddi gedikler oluşabileceğini görmekteyiz. Günümüzde de ister Tefsir alanında ,ister Hadis alanında, İsterse Fıkıh alanında  yapılan çalışmalarda bu bütünlük korunması gerektiği kanaatindeyiz.

  Selam ve saygılar.

 

Kaynakça

1- -Muhsin DEMİRCİ. Tefsir tarihi M.Ü.İ.F.V.Y. İstanbul 2010

2-- Muhsin DEMİRCİ. Tefsir Usulü M.Ü.İ.F.V.Y. İstanbul 2010

3-Talat KOÇYĞİT, Hadis Tarihi, T.D.V.Y. Ankara 2012

4-Talat KOÇYİĞİT, Hadis Usulü, T.D.V.Y. Ankara 2012

5-İslam Ansiklopedisi,c.13.Fıkıh Md. T.D.V.Y. İstanbul 1996


0 Yorum - Yorum Yaz


 

2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

MUSTAFA DİŞLİ

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO: 13912725

MUKAYESELİ TARİHLER VE USULLER

TEFSİR TARİHİ VE USULU

     Tefsir: İstılahi olarak  “Kur’ân’ın lafızlarını, Arap dili ve edebiyatı açısından tahlil edip kendisiyle kastedilen manayı tespit etmektir. Dolayesiyle müfessir, Arap dili ve belagati ile ilgili bütün araçları kullanıp, ayetleri çevreleyen her şartı dikkate alarak Allah’ın muradını ortaya koymak durumundadır. Bu da esasen doğruluğu kesin delillere dayanılarak yapılmalıdır. Aksi halde sihhatli bir tefsirden bahsetmek mümkün değildir. İşte bu noktada tefsir usulu bir ilim olarak Kur’ân’ın anlaşılması ve yorumlanması bağlamında bir takım temel ilke ve yöntemler ortaya koymakta ve bumların nasıl kullanılması gerektiği noktasında bilgiler vermektedir.  

   Tefsir usulü: Kur’ân ayetlerini çeşitli yönleriyle ele alıp inceleyerek Kur’ân’ın anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Nasıl plansız olarak herhangi bir üretim olmadığı gibi, Kur’ân’ın sağlıklı bir tefsirinin yapılabilmesi için de tefsir usulü ilmine ihtiyaç vardır.

   Tefsir usulü veya Kur’ân ilimleriyle, şanlı ve ebedi olan bu kitapla alakalı konular kastedilmektedir. Şöyle ki: İnmesinden, toplanmasından, terdibinden, yazılmasından, inmesinin sebeplerinin bilinmesinden, Mekke devrinde, Medine devrinde inmesinden, nasihin, mensuhun, muhkem ve müteşabihin bilinmesinden veya direk veya dolaylı olarak Kur’ân’ı- Azim’le alakalı diğer ilimler kastedilir. Kur’ân’ın sağlıklı bir şekilde tefsirinin yapılması için tefsir ilmine ihtiyaç vardır.

   Kur’ân ilimlerini incelemekten maksat, Resulüllah (s.a.v.) den gelen açıklamanın, sahabe ve tabiinden nakledilen Kur’ân ayetleri tefsirlerinin ışığı altında Allah’ın (c.c.) kelamını anlamak, müfessirlerin tefsirde takip ettikleri yolu ve üslubu bilmek, müfessirlerin meşhurlarını açıklamak, müfessirlerden her birinin özelliklerini ve tefsir şartlarını ve bu ilmin diğer inceliklerini bilmektir.

 Kur’ân’ı açıklamayı hedefleyen Tefsir ilmi, konusu itibariyle diğer İslami bilimlerle doğrudan veya dolaylı olarak ilişki içerisinde ve diğer İslami ilimlere hazır bilgi sağlayan bir merkez konumundadır.

Fıkıh Usulü  ( İslam hukuk metodolojisi)

Usul: metot, yöntem, kaide, asıllar ve kökler anlamlarına gelmektedir.

Usul-i Fıkıh ise, özel bir ilmin adı olup, müçtehidin dini ameli hükümleri tafsili delillerden çıkarabilmesine yarayan kuralların tümünü ifade eder.

Fıkıh usulu ilmi, Hicri ikinci asrın sonlarında ortay çıkmış olup, delillerden hüküm çıkarma metodunu, delillerin hüccet olma bakımından derece ve durumlarını inceler. Delilleri tertip edip, kimlerin şer’i hükümlere muhatap olduğunu, kimlerin hüküm çıkarma ehliyetine sahip olduğunu açıklar. Kısaca fakihin doğru yoldan sapmaması için hüküm çıkarırken bağlı kalması gereken metotla ilgili bütün hususlar fıkıh usulunun konusuna dahildir. Fıkıh usulü eserlerinin kaleme alınışı konusunda, mütekellimin metodu ve Hanefiyye metodu olmak üzere iki ayrı metot ortaya çıkmıştır. Mütekellimin metoduna göre yapılan çalışmalar tamamen nazaridir. Bu metodu benimseyen usulculer, bir mezhebi dikkate almaksızın kaideleri ortaya komaya çalışırlar. Bu kaideleri belirlerken, çıkacak neticenin kendi mezheplerinin görüşüne uyup uymadığına bakmazlar. Bu metoda Şafiiyye metodu adı da verilmektedir. Hanefiyye metodu ise, usulcüler, mezhep imamlarından nakledilen fıkhı çözümlere dayanarak, mezhep imamlarının içtihat ederken ve fıkıh meselelerinin hükmünü verirken takip ettikleri usul kurallarını tespit etmeye çalışmışlardır. Hanefi mezhebi imamları fıkıh usulunu tedvin etmedikleri için, daha sora gelenler bu metotla imamlarının usulünü belirlemeye çalışmışlardır.

   Fıkıh usûlü ilminin asıl gayesi, müctehidin şer’î amelî hükümleri tafsîlî delillerinden istihraç edebilmesi için ona bu ilmin kaidelerini tatbik etme imkâ­nım hazırlamaktır.                                   Baska bir ifade ile, şer'î amelî hükümleri tafsîlî delillerinden çıkarabilmeyi temindir.

   Bu ilmin kaideleri sayesinde şer'î nasslar anlaşılır. Kapalı olan lafızların manaları bilinir. Aralarında çelişki olan lafızlar arasını bulma ve bunlardan birisini tercih imkânı elde edilir.

   Kim ictihad ehliyetine tam sahip olursa usûl kaideleri yar­dımıyla şer’i nasları -açık olsun kapalı olsun- anlayabilir ve delâlet ettiği hü­kümleri ortaya koyabilir; kıyas, istihsan, ıstıslah, istishab ve diğer delilleri, ortaya çıkan yeni meselelerin hükümlerini bulmakta kullanabilir.

   İçtihat ehliyetine tam sahip olmayan kişi de hükümlerin istinbât yollarını öğrenmek, müçtehitlerin kaidelerine ve fetvalarına dayanarak benzeri yeni me­selelerin hükümlerini bulmak, çeşitli içtihadı meselelerde fukahanın görüş ve delilleri arasında mukayese yaparak delilin en kuvvetli olanını alabilmektir Böylece onların kendi kafalarından değil, belirli delillerden istifade ederek hüküm çıkardıklarını anlar ve o hükümleri daha bir gönül hoşluğu ile kabullenir.  Kendi mensubu olduğu mezhep imamının görüşü ile diğer imamların görüşleri arasında mukayese imkânı bulur. Hatta bunların delillerini de öğrenmiş olacağı için bunlar arasında tercih imkânına sahip olur. Çünkü farklı görüşleri mukayese ve bunlardan daha kuvvetli olanını tespit ancak bu görüşlerin dayandıkları delilleri ve bu delillerden nasıl hüküm çıkarıldığını bilmekle mümkün olur. Bunları bilmenin yolu da usulü-fıkıh kaidelerini bilmektir.

Hadis Usulü (Mustalahu’l- hadis)

Hadis Usulü Bilimi: Sened ve metin durumlarını anlamaya imkan veren birtakım kaideler ilmi ve hadis ilminin dayandığı prensiplerdir.

 Kur’ân’ı Kerim ‘i dünya ve ahiret mutluluğunu kazanma yollarını gösteren hidayet rehberi olarak gönderen Allah (c.c.), onu duyurma ve açıklama “tebliğ ve beyan”görev ve yetkisini de elçisi Hz. Muhammed’e (s.a.v.)  vermiştir. Tebliğ görevinin sonucu kitap, beyan yetkisinin neticesi de Sünnettir.

Kitap ve sünnet arasındaki bu açıklanan-açıklayan ilişkisinin farkında olan sahabe-i kiram, ta başlangıçtan beri Hz. Peygamber’in hadislerine ve yaşayışına çok büyük bir özen göstermiş, onları aslına uygun olarak öğrenmek, uygulamak ve başkalarına ulaştırmak için büyük gayret sarf etmişlerdir. Hadis kitaplarımız, bu üstün ve hasbi gayretlerin bilimsel delilleriyle doludur. Her ilmi faaliyetin belli esaslara göre yapılması ne kadar tabii ise, hadis usulü ilminin de bir takım kural ve esasları vardır. Gerek sünnet malzemesinin doğru olarak nakli, gerekse bu metinlerin sağlam bir şekilde korunup, eğitim- öğretiminin ve değerlendirilmesinin yapılması ve değerlendirmeye yardımcı olacak her türlü tetkik ve faaliyetin başlatılması, itiraf edelim ki ashab-ı kirama ait bir nasip ve şeref olmuştur. Ashab-ı kiram, hadis metinlerini nakline öncülük ettikleri gibi rivayet olayının vazgeçilmez kaidelerini koymuş, yani rivayetül- hadis bilimini kurmuşlardır. Öte yandan hadislerin anlaşılmasına ve uygulamasına yönelik gayretleriyle de dirayetül- hadis biliminin ilk temellerini atmışlardır. Hadisçiler, hadis ilmini, rivayet ve dirayet yönünden iki kısma ayırmışlardır. Rivayet yönünden hadis ilminin konusu, Hz. Peygambere isnad edilen söz, fiil ve takrirlerin bilinmesi, zabtı ve rivayetidir. Dirayet yönünden hadis ilmi ise, rivayetin hakikatini, şartlarını, çeşitlerini, hükümlerini, ravilerin hal ve şartlarını ve merviyyatın sınıflarını inceleme konusu yapmıştır. Bu taksimden de anlaşılmaktadır ki, birincisi, Hz. Peygamberin hadislerinin zabt ve rivayetinden ibaret olduğu halde, ikincisi, zabt ve rivayet edilen hadislerin sıhhatini inceleyen, sahih olanlarla zayıf olanları birbirinden ayırmayı gaye edinen bir ilimdir. O halde, bu ikincisi olmaksızın yani, hadislerin tenkit ve tahlillerini yapıp sahih olanlarını zayıf olanlarından ayırmaksızın onların zabt ve rivayetinde hiçbir faide sağlanamaz. Bu sebepledir ki, dirayet yönünden hadis ilmi, bu ilmin temelini teşkil eder ve hadis ilmi denildiği zaman da, umumiyetle dirayete dayanan ilim anlaşılır.

 

 

 

 

 

 

SONUÇ

 Tefsir, Kur’ân ayetlerine açıklama getirirken birçok ilimden faydalanır. Tefsirin yararlandığı disiplinlerin belki de en başında hadis ilmi gelmektedir. Çünkü Kur’ân-ı açıklamaya çalışırken ilk başvurulacak şey Peygamberimizin söz konusu ayetle ilgili ne söylediğidir. Bu anlamda Hadis ve Tefsir Usûlü’nü birbirinden bağımsız ele almak mümkün değildir.  Dolayısıyla bir müfessirin tefsir yapabilmesi için Tefsir Usûlü ve Ulûmu’l-Kur’ân’a muttali olması gerektiği gibi Hadis İlimleri ve Hadis Usûlü’ne de muttali olması gerekmektedir. Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam gibi  islami her bir bilimdalı, her ne kadar kendi bilgi edinme usulleri ve süreçleri geliştirsede, temel yöntem ve ilkelerde uzlaşarak bütünlük sağlamıştır. Çünkü hepsinin ana kaynağı Kur’ân’ı Kerim’dir.

 

 

 

KAYNAKLAR

Tefsir Usulü – Prof. Dr. Muhsin DEMİRCİ

Dini Kavramlar Sözlüğü – DİA

FIKIH USULU- prof. Dr. Fahrettin ATAR

İslam Hukuk İlminin Esasları- Prof. Dr. Zekiyuddin ŞABAN

Hadis Usulü- Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT

Hadis Usulü- Prof. Dr. İ. Lütfi ÇAKAN

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz

usuller    01.01.2014

Adı: Fikret

Soyadı: AKMAN

Öğrenci No: 12912768

USUL-U FIKIH

Fıkhın Tarifi:
Lügatte bilmek, anlamak ve bir şeyin esasına vakıf olmak ve mahiyetini idrak etmek anlamında gelir. Dinde Bir insanın lehinde ve aleyhinde olan her şeyi bilmesidir.” Fıkıh bu geniş anlamı ile Hukuk’tan ayrılır. Hukuk sadece “Şeriat denen kişinin sosyal hayata ve muamelâta ait hususları ihtiva eder. Fıkıh ise itikad, muamelat, ahlak, ukubat ve ibadetin bütününü içine alan geniş bir kavramdır. 
İslam bilginleri fıkhı geniş anlamı ile “Mesâil-i şer’iyye-i ameliyeyi tafsilî delillerden çıkararak bilmek” (Ahkâm-ı Mecelle-i Sultaniye Madde:1) şeklinde tarif etmişlerdir. Fıkıh, fert ile yaratıcı, fert ile fert, fert ile cemiyet ve devlet arasındaki münasebetleri ve hukuku tanzim eder. Bu bakımdan “İslam Hukuku” dediğimiz “Fıkıh” dinî, siyâsî ve medenî hayatın bütün safhalarını dini ve şer’î delillerle tanzim eder.
B. Fıkhın Kapsamı:
Fıkıh genel olarak “İtikat, İbadet, Muâmelat ve Ukubat” olmak üzere dört ana gruba ayrılır. İtikad, inançla ilgili hükümleri ihtiva eder. İbadet, ferdin Allah ile olan münasebetlerini düzenler ki bunlar namaz, oruç, hac ve zekâttır. Muâmelât, insanın insanlarla ve devletle olan münasebetlerini düzenler. Ukubat ise, insanların sosyal hayatta huzur ve güven içinde yaşamaları için emniyet ve asayişi koruyacak olan ve suç işleyenlere verilecek cezaları tanzim eder. İslam Hukuku bütün bu düzenlemeleri “şer’î delillerden” yani “Kitap ve Sünnetten” istihraç eder. 

C. Usul-u Fıkıh:
Fıkıh “mesâil-i şer’iye-i ameliye”dir. Ancak mesâil-i şer’iye hüküm olması için şer’î delillerden çıkarılmış olması gerekir. Şer’î deliller ise “Kitap ve Sünnet” esas olmakla beraber “Kitap ve Sünnette olmayan hususlar yine bu iki temel kaynağa aykırı olmamak üzere akıl yoluyla, kıyas, icma, örf, maslahat ve diğer delillerden çıkarılması gerekir. Bunlara “Tafsilî Deliller” denir. Delillerden sahih ve doğru hüküm çıkarmak için disiplinli, metotlu ve sistemli hareket etmek gerekmektedir. “Usul-u Fıkıh” işte bu disiplini sağlayan ve doğru hükmün çıkarılmasını sağlayan bir ilimdir. 
Usul-u Fıkıh, şer’î hükümleri edile-i tafsiliyesinden, müşahhas delillerinden istinbata vesile olan bir ilimdir. Meselâ, “Alışveriş helaldir.” Bu hüküm şer’î delillerden yani ayet ve hadislerden istinbat olunmuştur. Bu hükmü delillerden çıkaracak olan “Usul-u Fıkh” denen yüksek bir ilimdir.
Fıkıh, ibadete, muamelâta, ukubata ait bütün şerî delilleri ihtiva eden, İslam hukukunu vucûda getiren malumatın tamamıdır. İslam hukuku “edile-i erbaa” denen “Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas” gibi delillerden ibarettir. Bununla beraber ilm-i usulün tefsir, hadis, fıkıh, belagat,  mantık, felsefe gibi pek çok ilimlerle alakası vardır.  
Şer’î hükümler kulların fiillerine bakar. Şariin ilâhî emirlere muhatap olmasına göre işlediği ameller farz, vacip, mendup, sünnet, haram, mekruh, helal, fesat ve butlan gibi hükümlerden birisine muhatap olur. Mükellefin fiilinin farz veya haram, alışverişinin sahih veya fasit olması ancak şari-i hakîmin o husustaki beyanı iledir.
Kitapla, yani Kur’ân ile Sünnetin ihtiva ettiği delillere “Edille-i Sem’iye” denir. Bunlar da sübut bakımından ve hükm-ü şer’iye delâletleri itibarıyle dörde ayrılır:
1. Sübutu da delaleti de kat’î olan deliller: Namaz ve zekat ile ilgili hükümler. Hem sübutu hem de delâleti katî olan mütevatir delillerle gelmiştir. Bu delillerden kesin Farz ve Haram hükümler çıkar.
2. Sübuta kat’î delâleti zanni olan deliller: Bu nevi deliller tevatüren sabit olup şari-i hakikiden geldiği kesin olmakla beraber manaya delâleti zannidir. Bu gibi delillerden sabit olan hükümler farz değil, vâcip hükmünü alır. Bayram namazı ve kurban kesmek bunun için İmam-ı Azam’a göre vaciptir. Aynı şekilde mütevatir hadis ile sabit olan hükümlere “Sünnet-i müekked” denir. 
3. Sübutu zanni, delâleti kat’î olan delillerdir. Bunlar haber-i ahad ile gelen ehadis-i şeriflerle gelen hükümlerdir.
4. Sübutu da delâleti de zanni olan delillerdir. Bunlar haber-i ahaddan olup elfazı farklı manalar arasında müşterektir.

Usul-u Fıkhın Mevzuu ve Gayesi:
Usul-u fıkh mevzuu itibarıyla şer’î hükümleri ispata vasıta olan delillerdir. Şer’î delillerden hüküm çıkarmak amacı ile usul ve esasları belirler. Delillerden şâriin makasıdını ve rızasına muvafık olan amelleri ortaya çıkarır. Amacı Allah rızasını kazandıracak amelleri belirlemek ve bu amellerin hükümlerini ortaya koymaktır. 
Kur’ân-ı Mübînin ayetleri ve hadis-i şeriflerin lafızları hass, âmm, müşterek, müevvel, hakikat, mecaz gibi çeşitli kısımlara ayrılır. Hadis-i şerifler de mütevatir, meşhur, haber-i ahad gibi çeşitleri vardır. Bunlar emirleri ve nehiyleri ihtiva eder. Bu emirlerin kesin emir olmaları veya tavsiye olmaları muhtemeldir. Hangisinin kesin emir, hangisinin ne gibi delillere dayanarak tavsiye olduğunu belirlemek “Usul-u Fıkhın” mevzuu ve gayesidir.
Meselâ gasp, başkasının malını haksız yere almak ve yemektir. Bu ayet-i kerime ile yasaklandığı için kesinlikle caiz değildir. Ayet-i kerime lafzen sübutu da delâleti de katî olan bir nassdır. Bu neyh hurmeti ve memnuiyeti icap eder. İşte Usu-i Fıkh bunları mevzu edinir. 
Usul-u Fıkhın gayesi ise, ahkâm-ı şer’iyenin hikmeti teşriiyesini bildirmek, dünyevî ve uhrevî saadete vesile olmaktır. Bunu da şerî delillerden istinbata çalışır ve hikmetini beyan eder. Usul-u fıkh sayesinde hukuk bilgisi ilmî bir mahiyet arz eder. Kanunların ve nizamnamelerin tanzim usulleri öğrenilir. Son zamanlarda batıda gelişen “Metodoloji” ilmini İslam bilginleri bundan 1300 sene önce geliştirerek tedvin etmişlerdir.
İnsan fıtraten medenidir. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam eder. Toplumda yaşayan karşılıklı haklara riayet etmek, sorumluluğun idrakinde davranmak gerekir. Bununla beraber bencil insanlar birçok problem çıkarır ve haksızlık yaparlar. İyi ve kötü duyguların tesiri ile pek çok haksızlıklara sebep olurlar ve kendilerini haklı bularak yaparlar. Bu durumda haksızlığa uğrayan hakkını almak için mahkemeye vererek hakkını arar. Mahkeme de elbette hukuk çerçevesinde hakkı hak sahibine vererek ihkak-ı hak eder. Bunu da Usul-u fıkhın kaideleri ile yapar. Medenî hukuktan farklı olarak İslam Hukuku dünya ve ahret mutluluğunu beraber sağlar. Allah âdildir. Adaleti emreder. Bunun için Adalet ancak Allah'ın istediği şekilde sağlanır. Bu sebeple İslam hukuku adaletin tam tecellisine hizmet eden bir ilim dalıdır.
Fıkıh Usulü adaleti sağlayacak olan usul ve kurallar çerçevesinde kuralların oluşmasına ve yeni hükümlerin ortaya çıkmasına hizmet eder. 

Usul(Metot) Nedir ve NedenGereklidir?
Usul, aslın cemi olup “kök ve temel, dayanak ve kaynak” anlamına gelir.  Fıkıh Usulü, Fıkhın dayanakları ve dayandığı ana temellerdir. Fukaha, Fıkıh Usulünü, “Fıkıh hükümlerini çıkarmaya ulaştıran kâideleri bilmektir” şeklinde tarif etmişlerdir. Tafsilatlı olarak “fakihin delillere dayanarak hüküm çıkarırken izleyeceği yolu ve delilleri kuvvetine göre tertip ederek Kur’an Sünnetten, Sünneti kıyas ve doğrudan nassa dayanmayan diğer delillerden ayıran metotlardır. Fıkıh ise bu metotlara dayanarak hükmün çıkarılmasıdır. Fıkha nispetle “Usul” Felsefî ilimlere nispetle “Mantık” gibidir. Nahiv, Arapça için ne kadar lazımsa usul de fıkıh için o derece gereklidir. Biz doğru cümleyi Nahivle, doğru hükmü mantıkla anladığımız gibi bir hükmün Farz ve Sünnet olmasını “Usul” ile anlayabiliriz. Farzlarına, vaciplerine, sünnetlerine ve adabına uygun kılabilmek için nelerin farz ve vacip, hangi fiillerin sünnet olduğunu bilmek için fakihler “Fıkıh Usulü” kaideleri ile ilgili ayet ve hadislerden farz, vacip ve sünnet olanlarını çıkarmışlar ve sistemli hale getirmişlerdir. Farzların delillerini, vaciplerin delillerini ve sebeplerini, sünnet olanların da delillerini ve kaynaklarını ortaya koyarak nedenlerini izah ve ispat etmişlerdir.
Bütün bunlardan anlıyoruz ki “Fıkıh usulü “Nasslardan” hüküm istinbat etmek için kendisine başvurulan metotlardır. Böylece delillerin hüccet olma bakımından dereceleri ve durumları incelenir. Sonuçta hükme varılır. Bu hüküm nassa, nassın gücüne, mantık silsilesine ve akla uygun bir şekilde ispat edilir. Bütün bu hususlar Fıkıh Usulü konularına dâhildir.
                                               

 

USUL-U HADİS

Usul, asl’ın çoğuludur. Asıllar, kökler, kaynaklar manasına gelmektedir. Terim olarak yol, yöntem, nizam, kaide, düzen ve metod anlamlarında kullanılmaktadır. Bu manada bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi gerekli esaslar, prensipler ve başlangıç bilgileri ve tekniklerini ifade etmektedir. Hadis Usulcüleri denilince, hadi ilminin dirayete dayanan prensipler bölümü (usuliyyat) ile meşgul olan âlimler (usuliyyun) anlaşılır. 
Hadis usulü ilmi de hadis ilminin dayandığı prensipler, hadis teknolojisi demektir. Bu bilim dalına başlangıçta Mustalahu’l-hadis de denilmiştir. Usul konularını anlatmak için Ulumu’l-hadis ifadesinin kullanıldığı da olmuştur.

Hadis Usulü, kabul ve red yönünden hadisin sened ve metnini inceleyen ilim dalıdır.
Hadis ilmi temelde rivayetu'l-hadis ve dirayetu'l-hadis diye iki ana bilim dalına ayrılmaktadır. Rivayetü'l-hadis ilmi, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in söz, fiil, takrir ve hallerini; bunların zabt edilip usulüne uygun olarak sonraki nesillere nakledilmelerini (rivayetlerini) konu edinen hadis ilim dalıdır. Mustalahu'l-hadis ve usûlü'l-hadis diye de isimlendirilen dirayetü'l-hadis ilmi, "Sened ve metnin durumlarını anlamaya imkân veren kaideler ilmi" olarak tarif edilmektedir.
Terim olarak da yol, yöntem, kaide, düzen ve metod anlamlarına gelen usül, bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi gereken esaslar, prensipler, başlangıç bilgileri ve teknikleri demektir. Böyle olunca, hadis usûlü, hadis ilminin dayandığı prensipler, hadis metodolojisi anlamına gelmektedir. Dirayetü'l-hadis ilmi ve dolayısıyla hadis usûlü edebiyatı da temellerini, rivayetü'l-hadis ilmi ve edebiyatı gibi ashab-ı kiramın hadis nakli ve rivayetinde gösterdikleri titizlik, araştırma ve denetim faaliyetlerinde bulmaktadır.
Ashab ile başlayan bu araştırma ve tetkik gayretleri, dirayetü'l-hadise ait kaidelerin şekillenmesine zemin hazırlamıştır. Tebliğ görevi ve Hz. Peygamber'e yalan isnad etmeme dikkati, hadis ilmine dair tüm faaliyetlerin temelinde yatan gerçek olmanın yanında, hadis usûlünün, en erken bir dönemden itibaren uygulama alanına intikalini de gerçekleştirmiş olan asıl sebeptir. Hadîs İlminin bu şûbesine rivâyetü'l-hadîs ilmi denir.

Usûl-i hadîs deyince öncelikle hatıra gelen muhteva ve müfredat da budur. Şunu hemen kaydedelim ki, Usûl-i Hadîs ilmine ulûmu'l-hadîs de denmiştir ki, hadîs ilimleri mânâsına gelir. Böylece hadîsle ilgili ilimlerin birçok şubelere ayrıldığı ifâde edilir. Usûl-i Hadîs daha ziyâde ıstılahlar üzerinde durduğu için ona mustalahu'l-hadîs de denmiştir. İslam âlimleri her ilmin olduğu gibi hadis ilminin de esaslarını ve metodlarını tesbit etmişlerdir. Bu ilmin konusu Hz. Peygambar’in hadisleri olunca metodolojisi de diyebileceğimiz usulü, bunları bilmeye, sahihini zayıfından ve mevzu olanlardan ayırdetmeye yarayacak esaslar, kaideler ile hadisleri nakleden ravilerin hallerini açığa çıkarmaya yarayacak kurallardan ibarettir. Buna göre Hadis Usulü, hadisler ve ravilerinin hallerini bilmeye yarayacak kaide ve esaslardan ibaret bir ilimdir. Tarifi açıklamak gerekirse bir hadis isnad ve metinden ibarettir. İsnad metni rivayet edenlerin isimlerinin sıralanması, metni ise bildiğimiz gibi isnadla rivayet edilen Hz. Peygamber’in bir sözü, bir fiili, davranışı, takriri veya onunla ilgili bir özelliği bizlere aktaran ifadelerdir. Hadise güven ancak ravilerin güvenilir kimseler olduklarının açığa çıkmasından sonradır. Şayet raviler adalet ve zabt bakımından güvenilir kimseler değilseler hadis ilk planda sahih kabul edilemez. Böylece hadisin sahih kabul edilebilmesi ilk olarak ravilerinin sika olmalarıyla mümkün olmakta daha sonra başka özellikler aranmaktadır. Öyleyse Hadis Usulü hadis ilmi hadislerin kabul veya rededilebilmesi için bir taraftan onlarda bulunması gerekli esasları tesbit etmekte öte yandan ravilerinin adalet adalet ve zabt yönünden güvenilir olup olmadıklarını araştırma esasları tesbit etmektedir. O halde tarifimizi biraz daha genişleterek tekrar edecek olursak Hadis Usulü hadis ilmi kabul ve red itibariyle hadisler ve ravilerinin hallerini bilmeye yarayacak esaslar ve kaidelerden ibaret bir ilimdir. 


0 Yorum - Yorum Yaz


2013-2014 Yüksek Lisans Öğrencisi Hacı Turan DEMİRCİOĞLU 12912775

MUKAYESELİ TARİHLER VE USULLER KIRAATI HÜLASASI

TARİHTE TEFSİR HAREKETLERİ

            Hz. Peygamber Zamanında Tefsir

           Kur'ân-ı Kerîm’in en sağlam tefsir kaynağının yine Kur'ân olduğunu biliyoruz.Kur'ân-ı Kerîm’in gaye ve maksadını, Kur'ân'ın Kur'ân ile tefsirinden sonra, bize en iyi öğretecek olan zat, kendisine kitap gelen Hz. Muhammeddir. O, Kur'ân tefsirinin aslı ve esasıdır. O, mutlak olarak, Kur'ân'ı insanlar arasında en iyi bilendir. Kur'ân onu, tebliğ ve tebyin ile vazifelendirmiştir. Tebliğ ve tebyin, peygamberliğin en mühim esaslarından biridir. Bunlarsız peygamber olunamaz. 

            Hz. Peygamber, Enam Sûresi’nin 82. ayetinde geçen “Zulüm” kelimesinin anlamını vermektedir. Buharinin Sahihinde İbn Mes'ud tarafından nakledilen bu haberde, En'âm Suresi’nin bu ayeti nazil olduğu zaman, âyetin muhtevası sahabeye ağır gelmiş ve Hz. Peygamber'e şöyle demişlerdi: “Ey Al­lah'ın Resulü, kim nefsine zulmetmez? Hz. Peygamber de onlara cevap olarak, o, kastedilen şey değildir. Siz Hz. Lokman'ın oğlu için “Doğrusu Allah'a eş koşmak büyük bir zulümdür” dediğini işitmediniz mi? demek suretiyle, âyette zikri geçen zulmün “şirk” anlamında olduğunu beyan etmiştir 

 

Hz. Peygamber'in (s.a.s) Tefsirinin Önemli Kısımlar:

1. Kur'ân'ı, Kur'ân'la Tefsiri,

2. Mücmeli Beyan Etmesi,

3. Kur'ân'ın Mânâsını Tekit Suretiyle Beyanı,

4. Umûmu Tahsis Etmesi,

5. Mutlakı Takyit Etmesi,

6. Müşkili Tavzih Etmesi,

7. Mübhemi Beyan Etmesi,

8. Neshi Beyan Etmesi,

9. Amelî Olarak Tefsir Etmesi,

10. Lügavî izahlarda Bulunması,

11. Tavsîf Ederek Açıklaması,

12.Temsillerle Açıklaması,

 

           Sahabe Zamanında Tefsir

          Hz. Peygamber'den sonra tefsir sahasında en mühim rolü sahabe almıştı. Hz. Peygamber’in muhatabı olan bu muhterem zevatı tefsir sahasında iki husus yüceltiyordu. Birincisi, sarsılmaz mutlak imanları; ikincisi ise, hâdise ve sebeb­leri müşahede edip, hâdiselerle hükümler arasında münasebet kurabilmeleri idi. Kısacası, nüzûL sebeblerine vâkıf olmaları idi sahabe efendilerimiz tefsirde şu metodu izle­mişlerdir:

1.Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsiri,

2.Kur'ân'ın sünnetle tefsiri,

3.Kendi re'y ve içtihatları ile yaptıklan tefsir.

          Tefsir İlminde Şöhret Kazanan Sahabiler

 

    a. Ali b. Ebi Talib (ö. 40/661),

    b. Abdullah b. Mes'ud (ö. 32/652),

    c  Ubeyy b. Ka'b (ö. 19/ 640),

    d. Abdullah b. Abbas (ö. 68/687-688),

    e. Ebû Musa el-Eş'ari (ö. 44/ 664),

    f. Zeyd b. Sabit (ö. 45/665)

    g.Abdullah b. ez-Zübeyr (ö. 73/692). . Bunlar arasında en fazla tefsir rivayet edenler şunlardır: Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Aii b. Ebi Talib ve Ubeyy b. Ka'b.

 

           Tabiun Zamanında Tefsir

           Tabiiler tıpkı ashab gibi tefsirde öncelikle Kur’an ve sünnete dönüyorlardı.Bütün bunları İslam beldelerinde kurulan  medreselerde yapıyorlardı.Bu medreseler şunlardır:

            A. Mekke Medresesi:

            Bu medrese/ekol, Mekke'de te­sis edilmiş bir ekoldür. "Tercümânu'l- Kur'ân" unvanının sahibi olan Abdullah b. Abbas tarafından kurulmuştur. Kur'ân tefsirinin ustası olan bu sahabinin kurmuş olduğu tefsir ekolü hakkında İbn Teymiye: "Tabiîler içerisinde tefsir yönünden en önde gelenler Mekke ekolünün yetiştirdiği müfessirlerdir. Çünkü onlar İbn Abbâs'ın talebeleridir." diyerek söz konusu ekolün, diğer ekoller arasındaki yerini ortaya koy­muştur.Bu ekolün yetiştirdiği en seçkin öğrenciler şunlardır: Saîd b. Cübeyr (v. 95/714), Mücâhid b. Cebr (v. 103/721), İkrime (v. 105/723), Atâ b. Ebî Rabah (v. 114/732), Tavus b. Keysan (v. 106/724).Allah onlardan razı olsun.Amin

             B.  Medine Medresesi:

            Medine'nin en büyük âlimlerinden olan Ubeyy b. Ka'b (v. 30/650) tarafından kurul­muştur. O'nun tedris halkasında yetişen en meşhur öğrenciler de şunlardır: Ebu'l- Âliye (v. 90/708), Muhammed b. Ka'b el-Kurâzî (v. 118/736), Zeyd b. Eslem (v. 136/753), doğrudan veya dolaylı biçimde Ubeyy b. Ka'b'dan ders almışlardır.

             C.   Kufe Medresesi:

            Tefsir ve kıraat konusunda sahabe müfessirlerinin en önde gelenlerinden biri de Abdullah b. Mes'ûd'dur. (v. 34/654) İbn Mes'ûd, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) vahiy kâtiplerinden olması hasebiyle O'nun yanından pek ayrılmazdı. Bu münasebetle Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Kur'ân'a yönelik açıklamalarına daha çok muttali olmuştur. O'nun bu niteliğini ve ilimdeki derinliğini bilen Hz. Ömer (r.a.) halifeliği sıra­sında İbn Mes'ûd'u Kûfe'ye muallim olarak tayin etmiştir. İbn Mes'ûd'un Kûfe'de oluşturduğu medrese, daha çok rasyonel bir temel üzerine bina edilmiştir. Bu sebepten dolayıdır ki İslâm âlimleri, İbn Mes'ûd'un teşekkül ettirdiği bu medreseyi içtihâdî hareketlerin ilk nüvesi olarak kabul ederek O'na "Irak Re'y Ekolü" ismini vermişlerdir.

           a. Mesruk b. el-Ecda (v. 63/683),

         b. Esved b. Yezîd (v. 75/694),

         c.  Mürre b. el-Hemedânî (v. 90/708),

        d. Âmir eş-Şa'bî (v. 103/721),

        e. Hasan Basrî (v. 110/728),

        f. Katâde b. Diâme (v. 117/735),

        g. İbra­him en-Nehaî, gibi alimler, İbn Mes'ud'tan ilim alarak yetişmişler ve tefsir alanında ün kazanmışlardır.

 

 

            Tabiiler Devrinden Sonraki Tefsir Hareketleri

 

            Kur'ân-ı Kerîm tefsiri ilmi, İslâm'ın zuhuru ile başlamış, bizzat Kur'ân, kendisinin tefsir edilmesini istemiştir. Rivayetle başlamış olan tefsir ilmi, tedvin edilinceye kadar böylece devam etmiştir. Bu bakımdan ilk asırlarda bu ilmi, hadis ilminin bir kolu olarak görmekteyiz. , hicri ikinci asırdan itibaren, hadis ilminden müstakil olarak tefsirlerin meydana geldiğini görmekteyiz. Meselâ, Ali b. Ebî Talha,   Mukâtil b. Süleyman, Süfyân es-Sevri Sevrî, Yahya b. Sallam ve Abdurazzak b. Hemmâm gibi alimlerin tefsirleri buna örnek verilebilir.

             TEFSİRİN TEDVİNİ 

             Ashab bir taraftan Hz Peygamberden işittiklerini ve çeşitli şekillerdeki mişahedelerini, diğer taraftan da kendi ictihad ve kavillerini yine aynı yolla tabiilere nakletmişlerdir. Ama ne yazıkki tefsir bu dönemdede sözlü nakilden kurtulamamıştır.İkinci asrın  ikinci yarısında yavaş yavaş  yazıya geçirilmiştir.Bu gecikmeyi alimler şöyle sıralamıştır.

1. Kaynakların bildirdiğine göre Kur’an indirilmeye başladığı andan itibaren yazdırılıyordu. Kur’an la   karışma endişesiyle  başlangıçta buna izin verilmeyip,  Hz Peygamber:  (قيدواالعلم بالكتاب) ‘‘İlmi yaziyla tespit ediniz’’ diyerek   hadis     yazılmasına sonradan izin verilmesi ,[1]

2. Diğer sebep de Kur’an’ın  ilk muhataplarının Ümmi bir toplum olmalarıdır nitekim Kur’an, (هوالذي بعث في الاميين رسولا منهم يتلو عليهم ءاياته ويزكيهم ويعامهم الكتاب والحكمة وان كانوامن قبل لفي ضلال مبين) ‘’ Ümmilere içlerinden kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.’’ Cuma 62/2 diyerek  bu hakikatı ortaya koymaktadır.

3. Tefsirin tedvinindeki gecikmenin önemli bir sebebide, ilk muhatap kitlenin hafızalarına güveniyor olmaları,

4. Yazı malzemelerindeki zorluk ve sıkıntılar da sözü edilen tedvinin gecikme sebeplerinden biri sayılabilir.

 



[1] Cerrahoğlu İsmail Tefsir tarihi 2 132


0 Yorum - Yorum Yaz


2013-2014-Yüksek Lisans- Abdullah ARSLAN-12912771

MUKAYESELİ TARİHLER VE USULLER (TEFSİR, HADİS VE FIKIH)

            TEFSİR TARİHİ: Kur’an’ın dil bakımından tahlil edilmesiyle ve metnin anlaşılması için gerekli olan verilen bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilen faaliyete tefsir denir. Hicri ikinci asrın yarısında başlayıp bugüne kadar devam edegelmiştir.

            Kur’an’ı Kerim’i ilk tefsir eden Hz. Peygamberdir. Hz. Muhammed, Kur’an tefsirinin aslı ve esasıdır. O mutlak olarak, İnsanlar içinde, Kur’an’ı en iyi bilen ve en iyi anlayandır. Bu yüzden, Hz. Peygamber, Yüce Allah tarafından Kur’an diliyle kendisine gelen vahiyleri diğer insanlara duyurmak (tebliğ) ve onlara açıklamakla (teybin)ile vazifelendirilmiştir.

            Hz. Peygamberin söz, fiil ve takrirlerine ait olan hadis ilmi Kur’an tefsirinde en önemli kaynak kabul edilmiştir. Kur’an’daki hükümlerin ekserisi genel olduğundan, bu hükümleri açıklamak için daima sünnete ihtiyaç duyulmuştur. Bu bakımdan başlangıçtan beri, Hz. Peygamberin hadisleri, İslam teşriinin ve Kur’an tefsirinin ikinci kaynağı olmuştur. Hz. Peygamberin hadisleri dikkatle takip edilerek, onları hafızalarda tutmaya ve toplamaya önem verilmiştir.

            Sahabe tefsirde öne çıkanları; Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mesud, Ubey b. Ka’b, Hz. Ali’dir.

            Tabiin döneminde ise tefsirde medreseler oluşmuştur.

            a) Mekke Medresesi; kurucusu Abdullah b. Abbas’tır. Arap şiirini tefsirde kullanmıştır. Talebeleri; Mücahid b. Cebr, İkrime, Said b. Cübeyr, Tavus b. Keysan, Ata b. Ebi Rabah. Mücahid akli tefsir uygulayanların ilki olarak kabul edilmektedir.

            b) Medine Medresesi; Medine’nin en büyük âlimlerinden olan Ubey b. Ka’b’ın öğrencileri; Ebu’l Aliye, Muhammed b. Ka’b el-Kurazi, Zeyd b. Eslem’dir. Rey ile tefsirde öne çıkan Zeyd b. Eslem’dir.

            c) Kufe Medresesi; kurucusu Abdullah b. Mesud’dur. Onun medresesi rey medresesi olarak nitelendirilmiştir. Öğrencileri Alkame b. Kays, Mesruk b. Ecda, Esved b. Yezid, Mürretü’l-Hemedani, Amiru’ş-Şabi, el-Hasan el-Basri, Katade b. Diame. Tabiin döneminin müfessirlerinin çoğu mevalidendir, yani Arap olmayanlardandı.

            Bu dönemde içtihadın boyutları genişlemiş, itikadi ve ameli mezheplerin temelleri atılmıştı. Bu dönemde Kur’an baştan sona tefsir edilmiş, kelimelerin izahına geniş geniş fıkhi açıklamalara, şiirle istişhad metoduna ve israiliyat haberlerine yer verilmiştir. Tefsirde tedvin bu dönemde gerçekleşmemiş ama medreselerle ekolleşme başlamış oldu. Tefsir ilk olarak hadis ilminin bir kolu olarak tedvin edilmiştir. Kur’an’ı bir bütün olarak baştan sona tefsir eden ilk şahıs Mukatil b. Süleyman’dır. Tedvin döneminin ilk tefsirlerinin ortak özellikleri dilbilimsel tefsirler olmalarıdır.

Tefsir çeşitleri: iki ana başlıkta zikredebiliriz; mevzii ve mevzui tefsirler.

  1. Mevzii tefsir; müfessirin Kur’an’daki sure sıralamasını esas alarak her ayeti birer birer açıklamasıdır. İcmali tefsirde müfessir, ayetleri kelimeden hareket ederek literal bir okumayı esas alır, ilahi mesajın ne olduğunu tespit cihetine gitmez. Lafızlardan yola çıkarak ilahi iradenin maksadını ortaya koymaya çalışan yorum eksenli tefsirdir.

    Bunlar rivayet ve dirayet tefsirleridir.

    -Meşhur rivayet tefsirleri ve müfessirleri; et-Taberi / Camiu’l Beyan,  el-Begavi / Mealimu’t-Tenzil, İbn Atiyye el-Endülüsi / el-Muharraru’l Veciz, İbnü’l Cevzi / Zadu’l-Mesir, İbn Kesir / Tefsiru’l Kur’ani’l-Azim, es-Suyuti / ed-Dürrü’l-mensur.

    -Dirayet Tefsiri; yalnızca rivayetlere bağlı kalmayıp, dil, edebiyat ve çeşitli ilimlere dayanılarak yapılan tefsirdir. Buna rey ve akli tefsir de denilir. Önce rivayet kaynaklarına başvurulur, buradan elde edilen bilgi akıl süzgecinden geçirilir. Buna ek olarak ilm-i mevhibeye de ihtiyaç duyulur.

    Dirayet tefsirinde, öncelikle lugat, sarf, nahiv, iştikak, beyan, bedii, meani, kıraat, usulu-d-din, usûl-i fıkıh, esbâb-ı nüzul, nesih-mensuh gibi ilimlerinin bilinmesi, ön yargılı olunmaması, Kur’an’da kullanılan Arapça’nın bugünkü Arapça olmadığının farkında olunması, kendi şahsı arzu ve isteklerine göre hareket edilmemesi, hususlarına riayet edilmelidir.

    Dirayet tefsirlerinin öne çıkan isimleri; er-Razi / Mefatihu’l gayb, el-Beyzavi / Envaru’t-Tenzil, en-Nesefi / Medariku’t-Tenzil, eş-Şirbini / es-Siracu’l-Münir, Ebussuud Efendi / İrşadu’l akli-s-selim, Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili.

  2. Mevzui Tefsir; konulu tefsir de denilebilir. Kur’an’daki herhangi bir meseleyi -inanç, toplum, hayat, evren vb.- araştırma konusu yaparak değişik surelerde zikredilen nassları nüzul sırasına göre ele alıp usulüne uygun bir şekilde incelemek suretiyle onun pratik hayata uygunluğunu ortaya çıkarmaktır. Hz. Peygamberin uygulamış olduğu, Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri metodunu çağrıştırır.

     

            FIKIH USULÜ VE TARİHİ: Mutlak manada şari’ Allah’tır. Hz. Peygamber efendimiz ise mecazen şaridir. Hz. Peygamber devrinde teşrii‘nin kaynağı Kuran ve Peygamberdir.

            Fıkıh ilminin disiplin haline gelmesi tarihi gelişimi yedi devrede incelenebilir.

1-Risalet devri. 2-Raşid halifeler devri (bu iki devre İslam hukukunun doğuş ve hazırlanış evresidir).   3- Hicri I.asrın ortalarından itibaren fıkıh mekteplerinin ortaya çıktığı devir. 4-Hicri II.asrın başlarından IV.asrın ortalarına kadar devam eden fıkıh usulü ilminin vazedildiği devir.  5-Mezhebler arası tercihin mezheple ilgili kaidelerin çıkarıldığı (tahric) hicri yedinci asrın ortalarına kadar devam eden duraklama devresi.  6-Yedinci asrın ortalarından mecellenin hazırlandığı hicri 13.asıra kadar devam eden gerileme devresi. 7-Meceleden zamanımıza kadar süren “yeni devre.”

            İslam hukuk tarihinde mezheplerin teşekkül devrinde ırakta rey ekolü hicazda da eser (hadis) ekolü ortaya çıkmıştır. Medine’de şartlar ve durumlar çok fazla değişmediği için fukaha ellerinde bulunan mevcut hadislerle meselelere çözüm bulmakta zorlanmıyorlardı. Irak bölgesinde ise coğrafya değiştiği yeni kültürlerle yeni şartlarla karşılaşıldığından kıyas istihsan gibi ictihada kapı aralayan yeni yollarla meselelere çözüm bulmaya çalışmışlardır.

            Mezheplerin teşekkül devrinde literatürde Sünni mezhepler olarak nitelendirilen meşhur dört imamın öğrencileri ve görüşleri, fetvaları, kitaplaşmış ve zamanla kurumlaşmıştır. Öte yandan mutlak müçtehit olduğu halde Leys bin Sa’d, Taberi gibi bazı âlimlerin müntesipleri olmamıştır. Bununla birlikte Sünni tanımlamanın dışında yer alan Zeydiyye, Caferiyye gibi ameli mezhepler de tarihsel süreç içerisinde gelişmiş ve günümüzde de hala varlığını devam ettirmektedir.

            Fıkıh Usulü, dinî metinlerin (Kur’an ve Sünnet) anlaşılması ve yorumlanması konusunda İslâm geleneği içinde Müslümanlar tarafından oluşturulmuş yönteme ilişkin disiplindir. Fıkıh usulü, genel bir anlama ve yorumlama teorisi oluşturma gibi bir iddia taşımamakla birlikte böyle bir genel teori ve tefsir, hadis, kelâm gibi diğer disiplinler için dil, anlama ve yorumlama konusunda zengin bir bilgi birikimini ve çeşitli tartışmaları içermektedir.

Usul tarihi açısından bakıldığında bu alanda iki yöntemin oluştuğu görülmektedir. Birincisi, mezhepler tarafından oluşturulan fıkhî birikime uygun bir yöntem tesis etme çabasında olan fakihlerin oluşturduğu “fakihler yöntemi” (tarîkatü’l-fukahâ); diğeri ise kendilerini herhangi bir mezheple kayıtlı görmeyen kelâmcıların oluşturduğu “kelâmcılar yöntemi”dir (tarîkatü’l-mütekellimîn). Ve bir de her iki metodu cem edenlerin yöntemidir. 

Fukahanın fıkıh anlayışı gibi fıkhi görüşlerin içtihatların oluşmasına sebep olan usul anlayışları da birbirinden farklı olabilmektedir. Asli delillerin yanında fukaha ve usuliyyunun zaman zaman kullandığı feri deliller de ilerleyen zaman içerisinde ortaya çıkmıştır. Örneğin Hanefiler daha çok istihsan delilini kullanırken, Şafiiler daha çok istıshab delilini, Malikiler ise mesalihi mürsele delilini kullanmışlardır.

            HADİS TARİHİ: Sünnet İslam’ın teşriinde Kitaptan sonraki ilk kaynaktır. Allah Teala Hz. Peygamberi Kur’an’ı tebliğ etmekle görevlendirmiştir. Mesela namaz kılınmasını emreden ayetler mücmel olarak gelmiş fakat rekâtların adedi, şekli ve vakitleri Kur’an’da beyan edilmemiştir. Hz. Peygamber en geniş manasıyla teşrii kuvveti elinde bulunduran otorite olarak kabul edilmiştir. Herhangi bir ihtilaf veya hâdise zuhur etse Allah Teala elçisine hükmü bilinmek istenen mesele hakkında bir veya birkaç ayet indirmiştir. Eğer ayet inmemişse Hz. Peygambere içtihatta bulunmuştur. Beşer olarak hataya düştüğü noktalar vahiy yoluyla tashih edilmiştir.

            İlk Müslümanlar Hz. Peygamberi örnek alarak hayatlarını onun talimatına uygun olarak düzenlediklerinden erkek olsun kadın olsun ondan ilim almaya önem vermişler, ondan topladıklarını büyük bir titizlikle muhafaza etmeye çalışmışlardır. Böylelikle denebilir ki hadis tedvini daha Hz. Peygamber döneminde başlamıştır. Bu toplama işi hafızaya tevdi edilmiş yazıdan istifade etmek mümkün olmamıştır. Hz. Peygamber hadis rivayetini teşvik etmiştir. Hz. Peygamberin sağlığında hadislerin tahrifi söz konusu olamamıştır. Sahabe arasında çok hadis rivayet etmek pek hoş görülmemiştir. Yanılmaktan korkmak onları bu işten alıkoymuştur.

            Hadislerin ilk kaynağı sahabedir. Medine’de hicretten hemen sonra yapılan sayımda erkek-kadın, ihtiyar herkesi şamil olan 1500 sahabe sayısı açıklamaktadır. Hz. Peygamberin vefatı esnasında bu sayının 60.000 civarında olduğu rivayetler arasındadır. Ama bütün bu zikredilen sahabenin hadis rivayet ettiği söylenemez. Bazı rivayetlere göre hadis rivayet eden sahabe sayısı 1300 veya 1060 civarındadır. En çok hadis rivayet eden sahabi Ebu Hurayre’dır (5374 hadis), ikinci sırada Abdullah İbn Ömer İbn Hattab (2630 hadis), üçüncü ise Enes İbn Malik (2286 hadis), sonra sırasıyla Hz. Aişe, Abdullah İbn Abbas, Cabir İbn Abdillah, Ebu Said el-Hudri’dir.

            Hadislerin sıhhatinin garantisi ise sahabelerin adalet vasfına sahip olmalarıdır. Sahabe Kur’an’da ve hadislerde övülmüştür.

            Sahabe devrinde hadislerin yayılması fetihlerin yayılmasıyla gelişmiştir. Sahabeler de fetihlere katılıp fethedilen topraklarda yaşamaya başlamışlar ve ilk iş olarak yapılan iş ise Hz. Peygamberin yaptığı gibi mescit inşası olmuştur. İşte bu mescitler âlim sahabilerin önderliğinde ilim merkezleri olmuştur. Bunlar; Medine, Mekke, Kufe, Basra, Şam ve Mısır’dır. Medine’de Abdullah İbn Ömer, Mekke’de Abdullah İbn Abbas, Kufe’de Abdullah İbn Mesud, Mısır’da Abdullah İbn Amr İbni’l As, Basra’da Ebu Musa el-Eşarî ve Enes İbn Malik, Şam’da Muaz İbn Cebel medreselerin teşekkülüne rol oynamıştır. Bu sahabelerin rivayet ettikleri hadislerin sayısı ve onların ilimleri birbirine eş değildi, bu yüzden gittikleri bölgelerde kendi bildiklerini öğrettiklerinden bilmediklerini öğretememişlerdir ve böylelikle medreseler arasında farklılıklar olmuştur.

            Başta İslam dinine kastedenler olmak üzere, mensup oldukları siyasi fırka, fıkhî mezhepleri vs. methetmek, teveccühlere nail olmak gibi çeşitli sebeplerle hadis uydurma (mevzu) işine girişenler olmuştur. Irak’ta hadis uydurma o dereceye ulaşmıştır ki oranın hadislerine kuşkuyla bakılır hale gelmiştir. Bundan sonra hadiste seçicilik olabilmesi için faaliyetlere girişilmiş hadisin tahammül ve rivayet kaidelerini, ravilerin şartlarını, cerh ve ta’dil hükümlerini tespit eden bir ilim teşekkül etmeye başlamıştır. Tedvin döneminde hadis ravileri diyanetine taalluk eden adaleti, hadisi tahammül ve rivayetindeki dirayeti açısından incelemeye tatbik tutulmuşlardır.

            Böylelikle sahih olan hadisin tarifi yapılırsa denir ki; râvileri âdil ve zâbıt, senedi muttasıl olandır. Ve hatta râvilerin birbirlerine adalet ve zabt derecelerinin üstünlüklerine göre sahih li zatihi ve sahih li gayrihi diye bile isimlendirilmişlerdir. Râvisi ne kadar güvenilir olursa olsun diğer rivayetlerden muhalif bir şekilde tek kalırsa buna da şâz adını vermişlerdir. Şâzlar da kabul görmemiştir. İsnadında sahabe atlanmışsa mürsel, sahabeden sonraki tabakalarda bir veya birkaç ravi atlanmışsa munkatı’ veya mu’zal isimlerini almıştır. Bir yalan üzerine ittifak edemeyecek bir çoğunluk tarafından rivayet edilen hadisler mütevatir diye adlandırılmıştır. Ve bunların doğrulukları kesindir. Bunların dışında doğru olup olmadıklarını tespit için birtakım karineler gereken hadiselere de âhâd denmiştir. Tek bir kişiyle gelen haber garib veya ferd, iki kişiyle gelen aziz, üç veya fazlasıyla gelen meşhurdur.

            Ömer İbn Abdilaziz’in emriyle hadis tedvinini ilk yapan isim olarak İbn Şihâb ez-Zuhri (Hicri 124) zikredilir, yani hicri birinci asrın sonu ikinci asrın başında.

            Bir de tasnif var ki -üçüncü asırda ortaya çıkmıştır- o da, bu toplama işini yaparken hadisleri sınıflandırmaktır. Bu kitaplara musannaf denilmiştir. Beş grupta toplarız: a) siyer ve meğazi; Hz. Peygamberin sireti ve gazveleri ile ilgili haberler – hicretin birinci asrının sonuna doğru tasnif edilmeye başlanmıştır. b) sünen; fıkıh bablarına göre tasnif edilmiş ahkam hadisleri – ikinci asrın başlarında tasnif edilmeye başlanmıştır. c) câmiler; sünenlerdeki gibi ahkam hadisleriyle, siyer ve megazi konularını ve diğerlerini de kapsar – hicri ikinci asırda tasnif edilmeye başlanmıştır. d) musannaflar; câmi gibi bütün konuları kapsamayıp sünenlerden daha geniş bir muhteviyata sahiptir – ikinci asırda tasnif edilmişlerdir. Tasnif işinin ravi isimlerine göre bir araya getirilenine de müsned denilmiştir.

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


 

Murat CAN: 12912777

Yüksek Lisans

MUKAYESELİ TARİHLER USULLER KIRAÂTİ

Yüce Allah’ın halife olarak yarattığı insanoğlu yaratılış gayesini unutup şeytan’a, nefsine ve hevasına uyup ahlaki, imani ve insani değerlerini yitirip cehaletin, haksızlığın, zulmün, zulmetmenin bataklığında yüzmeye başlayınca, Rahmeti bol yüce mevla mağfiretinin tecellisi olarak insanlara yol gösterici Peygamberler, kitaplar gönderip onlara hidayete, kurtuluşa giden yolları gösterip açıklamıştır.

Hz. Peygamber (S.A.V.) de bunlardan birisi ve sonuncusu idi. Ashab her konuda ona başvuruyor, sıkıntılarını, sorunlarını Onun ve vahyin ışığı altında halledip çözüme kavuşturuyorlardı. Allah Rasülü’nün Rafiki âlâya irtihalinden sonra Ashab bu yöntemi kendi arasında uygulamaya devam etmiştir. İslam topraklarının genişleyip deyişik millet ve kültürlerle karışıp kaynaşınca sorunlar ve çözümler de farklılaşmış, bunun sonucu olarak da genelde şifahi olarak tevarüs edip yayılan islâmi ilimler tedvin ve tasnif edilmeye başlanmıştır. Tefsir tarihi ve usulü, Hadis tarihi ve usulü, Fıkıh tarihi ve usulü bu ilimlerdendir. Her biri kendi sahasında özel bir konuma sahip olmakla beraber gaye ve amaca bakınca her üçününde hedefinin aynı olduğu anlaşılmaktadır.

TEFSİR TARİHİ VE USÛLÜ

Tefsir İlminin ortaya çıkışı Hz. Peygamber (S.A.V.) ile başlamaktadır. Onun ashabına yapmış olduğu Kur’ani hakikatler, tamamen onları irşada yöneliktir. Bunu da bazı vesileler ile gerçekleştiriyordu.

1-      Ayet okuyarak tefsir etmesi

2-      Ashaba soru sorarak tefsir etmesi

3-      Sözünü delillendirmek maksadıyla tefsir etmesi

4-      Sahabilerin soru sorması üzerine tefsir etmesi

Allah Rasülü’nün Tefsir Yönemi

1- Mücmelin tebyini

2- Mübhem’in tafsili

3- Mutlak’ın takyidi

4- Müşkil’in tavzihi

Hz. Peygamber (S.A.V.)in Kur’an’ın tamamını veya bir kısmını tefsir etti diye İslâm âlimleri arasında ihtilaf olmuştur.

Sahabe Tefsirinin Özellikleri

1- Yaptıkları açıklamalar mübhem, garip, müşkil ve mücmel lafızlar ile sınırlı idi.

2- Yöntemleri âyeti âyetle, sünnetle ve nüzul sebebini açıklamaktan ibaret.

3- Aralarında tefsir ihtilafı olsa da bu bir çeşitliliktir çelişki değildir.

4- Ahkâm ayetleri ile ilgili ayetlerde ictihada fazla rastlanmaz.

5- Açıklamaları ve tefsirleri Şifahi nakil yolu ile yapılıyordu.

Tefsirde en meşhur sahabiler Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud, Ubey b. Kab ve Hz.Ali

Tâbiûn dönemi

Bu dönem yefsir yöntemi sahabe dçnemi ile aynı olmakla beraber bazı özellikleri ile onlardan ayrılırlar. Bunlar

1- Ku’anın tamamı tefsir edilmiştir.

2- Görüşlerin delillendirilmesi için bazı kelime ve tabirler açıklanmıştır.

3- Şiirle istidlal edilmiştir.

4- Bazı konularda Ehli kitaba başvurulmuştur.

5- Ekolleşmeler ve tefsir okulları ortaya çıkmıştır.

Bu dönemden sonra Tefsir müstakil bir ilim olarak tedvin ve tasnif edilmeye başlanmıştır.

HADİS TARİHİ VE USÛLÜ

Hadis ilminin konusu; hadisleri nakleden raviler ve bu raviler tarafından nakledilen Peygamberimiz’e dair rivayetlerdir.

Hadis ilminin amacı; hadislerin makbul olanlarını makbul olmayanlardan ayırmaktır.

Hadis ilmi ve hadisle ilgili faaliyetler, rivayet ve dirayet olmak üzere 2 ye ayrılır.

Hadis İlminin Önemli Alt Dalları

Hadis Tarihi

Hadisi tarih biliminin ölçütleriyle ele alır. Türkçe yazılan ilk hadis tarihi kitabı İstanbul üniversitesi İlahiyat şubesi hocalarından İsmail Hakkı tarafından 1924’de yazılmıştır.

İlk müstakil Türkçe eser Ankara üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Talat Koçyiğit’in yazmış olduğu ve ilk baskısı 1977 ‘de neşredilen Hadis Tarihi isimli eserdir.

Hadis Usulü

Hadis ilmi hadisle ilgili bütün problemleri ele alırken, Hadis Usulü sadece hadis tenkidinin temel kurallarını özetler ve temel kavramlarını tanımlar. Hadis usulüne Hadis Terimleri İlmi anlamına gelen Mustalahu’l Hadis ‘de denir.

Rivayet: Daha çok hadis öğrenme, nakletme, derleme, hadisleri içeren kitaplar telif etme gibi faaliyetlerini kapsar.

Dirayet: Hadislerin senet ve metinleri ile ilgili her türlü birikimi, yeteneği ve faaliyeti kapsar.

Hadis Usulü Kitapları: Hadis usulü alanında günümüze ulaşmış en eski eser İmam Şafi’nin er-Risale’sidir. Bu eser aynı zamanda ilk fıkıh usulü kitapları arasında zikredilir. Günümüze ulaşan ilk hadis usulü kitabı Râmâhürmüzi’nin el-Muhaddisü’l-Fasl’ıdır.

Hadis usulü kitapları Mütekaddimun ve Müteahhirun dönemleri denilen iki dönemde ele alınır. Hadis tarihinde klasik kitapların yazıldığı mütekaddimun dönemi h.4. asrın başına, hatta bazılarına göre sonlarına kadar devam eder. Bundan sonrasına müteahhirun dönemi denir.

Rical İlmi; Rical Arapçada adam kişi anlamına gelen racül kelimesinin çoğuludur. Bu ilme rical ilmi denmesinin sebebi hadis nakleden kişileri, yani ravileri kendisine konu edinmesi sebebiyledir.Rical ilmi hadis ravileri hakkında hadis rivayetine ehil olup olmadıklarını incelemeye yönelik gerekli her türlü bilgiyi derlemek, korumak ve değerlendirmek amacıyla ortaya çıkmıştır.

Rical ilminin bir diğer adı da Cerh ve Ta’dil dir. Cerh; Raviler hakkında olumsuz kanaat bildirme Ta’dil ise; olumlu kanaat bildirme anlamında kullanılır.

Cerh edene Carih, cerh edilmiş yani kusurlu bulunmuş olana ise mecruh denir. Ta’dil edene muaddil veya müzekki, ta’dil edilmiş olana ise adil, adl, sika, cerh-ta’dil faaliyetine tenkid, bu faaliyeti yapana münekkid denir.

*Rical İlmi; hadis alimlerinin insani hatalara ve hadis uydurmacılığına karşı bir tedbir olarak geliştirdikleri ve başka medeniyetlerde görülmeyen İsnad Sisteminin bir uzantısıdır. Ali b. El-Medini Hadislerin manalarının anlaşılması ilmin yarısıdır.Diğer yarısı da rical bilgisidir.”demiştir.

İlelü’l-Hadis ilmi; İlal Arapça, sebep hastalık ve kusur anlamlarına gelen illet kelimesinin çoğuludur. Hadis ilmin de illet ilk bakışta sahih görünen hadislerde ancak derin bilgi ve tecrübe sahibi hadis uzmanlarının görebileceği gizli kusur anlamına gelir. Bu tür gizli kusur taşıyan hadislere muallel veya ma’lul hadis denir. İlelü’l-Hadis ilmi hadislerdeki bu tür gizli ve fark edilmesi zor kusurlar ile ilgilenen bunları bulmayı, düzeltmeyi amaçlayan bir ilim dalıdır.

İllet, ağırlıklı olarak hadisin senedinde olmakla beraber metninde de bulunabilir. İlletli hadisler konusu muhaddisler tarafından çok önemli görüldüğünden bu konuda müstakil kitaplar yazma gereği duymuşlar.Bu yüzden de illet konusu hadis ilminin ayrı ve müstakil bir alt dalı olarak kabul edilmiştir.

Günümüze ulaşan ilel kitapları şunlardır

Ali b. El-Medini’nin İlel’ül-Hadis’i

Yahya b. Main’in et-Tarih ve’l-ilel’i

Ahmed b. Hambel’in el-ilel ve merifetü’r-rical’i

Ğaribü’l-Hadis İlmi; Hadis ilminde Ğaribü’l-Hadis dendiğinde az kullanıldığı, yaygın olmadığı veya manası kapalı olduğu için anlaşılması zor olan kelimeler ve bunları konu edinen ilim dalı anlaşılır.

Hadisteki ğarip kelimelere dair yazılmış olup günümüze ulaşan ilk kitap Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam’ın Ğaribü’l-Hadis isimli kırk senede hazırladığı kitaptır. Günümüze ulaşan en mühim eser ise; Hattabi’nin Ğaribü’l-Hadis’idir.

İhtilafül-Hadis İlmi; İhtilaf Arapçada iki veya daha fazla şeyin birbirleriyle uyuşmaması, ters düşmesi, farklı olması insanların görüş ayrılığına düşmesi gibi anlamlara gelir. İhtilafül-Hadis sağlam bir hadisin yine sağlam bir hadis ile zıt düşmesi veya öyle görünmesi yada algılanmasıdır. İhtilafül-Hadis İlmi bu tür zıt görünen hadisleri konu edinip bunları değerlendiren ve zıtlığı çözmeye çalışan ilim dalıdır.

 

USÛL-Ü FIKHIN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ

Allah Rasülü (S.A.V.) Sahabe ve Tabiînden sonra, İslâm’a yeni giren yabancılar kendi dillerinden bazı söz ve tabirleri Arapçaya soktular. Bunlarla birlikte eski din ve düşüncelerinden bazı görüşler de geldi. Yeni bir takım problemler çıktı. Bu problemlerin hallinde değişik kesimlerden değişik fetvalar çıkmaya başladı. Bunun sonucunda fıkıh usûlü ilmi  hicrî ikinci asırda doğmaya başladı. Fıkıh usûlü, fıkhın konuları arasında serpili bir vaziyette idi. Çünkü müctehidler verdikleri hükmün deliline ve bu delilden istifade şekline işaret ediyorlardı. Hatta bununla da kalmıyorlar aksi görüşün deliline de işaret edip onun münâkaşasını yapıyorlardı.

Usûlü’l-fıkıh sahasındaki ilk eser İbn Nedîm’in nakline göre İmam Ebû Yusuf’a aittir. Ancak, Ebû Yusuf un eseri günümüze kadar gelmiş değildir. Zamanımıza kadar bu ilim konusunda gelen en eski eser, İmam Şâfiî’nindir. Bu yüzden o, fıkıh usülü ilminin kurucusu olarak bilinmektedir. Şafiî’nin er-Risâle adındaki bu eseri matbû olarak elimizde mevcuttur. Daha sonra İslâm alimleri bu ilme büyük itina göstermişler ve sayılamayacak kadar eser vücuda getirmişlerdir. Mesela Ahmed b. Hanbel, Kitabu Taati’r Rasûl, Kitabu’n-Nâsih ve’l-Mensûh ve Kitabu’l-İlel adındaki eserlerini yazdı

Usûlü’l-fıkıh sahasında eser yazan alimler te’liflerinde iki ayrı metot uygulamışlardır. Bunlar; Mütekellimîn (kelamcılar) ve Hanefîyye metotlarıdır.

a- Mütekellimîn metodu: Usûl kaideleri delillerin ve bunların gösterdiği biçimde tesbit edilmiştir. Daha çok mantıkî ve nazarî bir metottur. Mümessilleri, kuralları koyarken, bu kuralın mezhep imamdan nakledilen ferî meseleye uygun olup olmadığına itibar etmemişlerdir. Buna göre bu metod, tümevarım biçimindedir. usûlcülerin eserlerinde, örneklerin dışında pek fürûa ait hükümlere rastlanmaz. Şafiî ve Mâlikî usulcülerinin ekserisi bu metodu izleyerek eser vücuda getirmişlerdir. Bunların tanınmışları ve eserleri şunlardır:

1- Kadı Abdülcebbar el-Mu’tezilî, eseri: el-Umde,

2- Ebu’l-Hasen el-Basrî, eseri: el-Mü’temed,

3- İmamu’l-Harameyn Abdülmelik el-Cüveynî, eseri: el-Bürhan,

4- Ebû Hamid el-Gazâlî, eseri: el-Müstasfâ,

5- Ebû’l-Hasen el-Âmidî, eseri: el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm

6- Abdullah b. Ömer el-Beydâvî, eseri: el-Minhâc.

b- Hanefî metodu: Bu metod mensupları, kendileri araştırma neticesi genel kaideler koyma yerine, mezhep imamlarının ortaya koyduğu fer’î meselelerden genel kurallar çıkarma yoluna gitmişlerdir. Bunlar, mezhep imamının ortaya koyduğu bir meselenin üzerinde bina edildiği kaideyi bulup onu sistemleştirmişlerdir. Bu metotta nazarî kurallar yoktur. İmamlarının hükümlerinin çıktığı amelî kaideler vardır. Bu yüzden, bu gruba mensup bilginlerin kitaplarında fürûa ait meselelere sık sık raslanır. Bu gruptakilerin, böyle bir metod benimsemelerinin sebebi, imamlarının kendilerine derli toplu kaideler bırakmamış olmasıdır. İmam Şafiî ise böyle değildir. Bizatihi kendisi usûl kaideleri koyup, onları tesbit etmiştir. Bu metoda mensup alimler tarafından da telif edilmiş birçok eser vardır. Bu eserlerin en eskileri tanınanları da şunlardır:

1- Ebû Bekir Ahmed b. Ali el-Cassas’ın “el-Usûl”ü,

2- Ebû Zeyd Ubeydullah b. Ömer ed-Debbûsî’nin “Takvîmu’l-Edille”si,

3- Şemsu’l-Eimme es-Serahsî’nin”el-Usûl”ü,

4- Fahru’l-İslâm Pezdevî’nin “el-Ûsûl”ü,

5- Hafîzuddin en-Nesefî’nin “el-Menâr”ı.

Bir de bu iki metodu meczederek yeni bir metod geliştiren ve bu metodâ göre eserler vücuda getiren âlimler vardır. Bu metoda da Memzüc Metod denir. Bu gruptakiler bir taraftan, usûl kaidelerinin sağlam temellere dayandığını isbat ederken, diğer taraftan fıkıh kurallarını usûlî kaidelere bağlayarak fıkha hizmet etmişlerdir. Bu metotla te’lif edilen belli başlı eserler de şunlardır:

1- Muzafferuddin Ahmed b. Ali el-Bağdâdî’nin “Bedîu’n-Nizam el-Câmî Beyne Kitâbey el-Pezdevî ve’l İhkâm”ı,

2- Sadru’ş-Şerîa Ubeydullah b. Mes’ûd’un “et-Tenkîh”ı. Bu eseri bizzat kendisi et-Tavzih adıyla şerhetmiştir. Bu eserde, Pezdevî’nin Usûl’ü, Râzî’nin Mahsûl’ü ve İbn Hâcib’in Muhtasar’ı cem edilmiştir.

3- Tâcuddîn Abdülvehhab es-Sübkî’nin “Cem’ul-Cevâmî” adlı eseri.

4- İbnu’l-Hümâm’ın “et-Tahrîr”i (Seyyid Bey, Medhal, I, 50 vd.; Şâkir el-Hanbelî, a.g.e., 34 vd.; Abdülvehhab Hallâf a.g.e., 15 vd.; Dönmez, a.g.e., 30 vd.)

Bu eserlerin dışında, ayrı özellikleri olan, eş-Şatıbî’nin el-Muvafâkat ve el-İ’tisam, Şevkânî’nin İrşadü’l Fühûl adındaki eserlerini anmak gerekir.

Usûl alanında yazılan klasik kaynaklar genelde hayli zor, ibaresi çetin eserlerdir. daha kolay anlaşılması için usulcüler yeni eserler vücuda getirmişlerdir. Seyyid Bey, Muhammed Ebu’z-Zehra, Abdulkerim Zeydan ve Zekiyuddin Şâban’ın usûlleri burada zikredilebilir.

Bu eserlerden, Seyyid beyinki Osmanlıca, diğerleri arapçadır. Arapça olanların bir kısmı Türkçeye çevrilmiştir. Hayreddin Karaman’ın İmam Hatib okulları için hazırladığı usûlü ile, Fahreddin Atar’ın hazırladığı usûl de zamanımızda Türkçe olarak hazırlanan eserlerdir.

Usûlü’l-Fıkhın Konusu

Usûlü’l-fıkıhın mevzuu kendisi ile küllî hükümlerin sübûtu açısından şer’î küllî delildir. Yani usûlcü, meselâ kıyası ve onun hüccet oluşunu, âmmı ve onun kayıtlanışını, emri ve delâletini kendisine konu edinir. Usûlcü bu nevîlerin her birini tek tek araştırır. Sonuçta; mesela emrin îcaba, nehyin de tahrîme delâlet ettiği sonucuna varır ve kaidesini koyar. Usûlcünün yaptığı bir plan şablondur. Fakih de bu planın uygulayıcısıdır.

Usülü I-Fıkıhın Gayesi

Fıkıh usûlü ilminin güttüğü gaye, kural ve nazariyelerini tafsîlî delillere tatbik etmek suretiyle şer’î hükümlere ulaşmaktır. Başka bir ifade ile, şer’î amelî hükümleri tafsîlî delillerinden çıkarabilmeyi temindir. Bu ilmin kaideleri sayesinde şer’î nasslar anlaşılır. Kapalı olan lafızların manaları bilinir. Aralarında çelişki olan lafızlar arasını bulma ve bunlardan birisini tercih imkanı elde edilir. Şayet kişi ictihad ehliyetine sahipse, yeni problemlerin dînî hükmünü ortaya çıkarmak için kıyas, istihsan, istıshab, örf vb. kaideleri kullanarak ictihatta bulunur. İctihâd ehliyetini haiz değilse eski müctehidlerin çıkardıkları hükümlerden tahricler yaparak yeni meselelere cevap bulmaya çalışır. Bununda yolu usulü fıkhı ve onun kaidelerini bilmekten geçer.

Kaynak: Muhsin DEMİRCİ – Tefsir Usûlü ve Tefsir Tarihi;

Talat KOÇYİĞİT – Hadis Tarihi

Hayrettin KARAMAN – İslâm Hukuku Tarihi     

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Mürtaza Trabzon / Yüksek Lisans Öğrencisi 2013-2014/ Öğrenci No:13912724

 

TEFSİR TARİHİ VE USULU

Tefsir hareketinin ilk merhalesi olarak Hz. Peygamber ve ashabının tefsir anlayışını kabul edersek, tefsirde çeşitli âlimlerin rol oynadığı tabiiler devrini de ikinci merhale olarak görebiliriz. Bu devrenin hemen akabinde başlayan tedvin hareketi ise tefsirde çeşitli yönler belirmeye başlamıştır ki bu devre de tefsirin üçüncü merhalesini teşkil eder.

A- HZ. PEYGAMBER ZAMANINDA TEFSİR

Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber'e Arap dili ve üslûbu ile nazil olmuştur. O da nazil olan bu vahyin hedef ve maksadını tabii olarak anlı­yordu. Çünkü Kıyamet Suresi’nin 17-19 uncu âyetleri “Doğrusu vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutturmak bize düşer. Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman, ona uy (onun okumasını dinle). Sonra onu sana açıklamak bize düşer” Kur’an’ın, Hz. Peygamber'e Allah tarafından açıklanacağını ifade et­mektedir. Kur’an’ı, ilk muhatapları kendi kültür seviyeleri nispetinde anlayabilmiş, anlayamadıkları kısımları, bu hususta en salahiyetli zât olan Hz. Peygamber'e sormuşlardı.

Hz. Peygamberi, Kur’an tefsirine sevk eden en mühim âmil, şüphesiz İslâmiyetin kendi emridir. Kısacası, Kur’an kendinin anlaşılmasını, açıklanmasını, tefsir edilmesini, uygulanmasını istemiştir. Bu bakımdan İslâm'da tefsir hareketi, bizzat İslâm'ın kendi bünyesinden doğmuştur. Onun için Hz. Peygamber devrinde tefsirin iki mühim kaynağı, Kur’an-ı Kerîm ile Hz. Muhammed’in kendisi olmuştur.

Hz. Peygamber, Kur’an’ın umumunu ve husu­sunu, mutlak ve mukayyedini, nâsih ve mensûhunu beyân eder. Kısacası, sün­net, Kur’an’da gelen bir hususu, ona uygun olarak tekit, mücmeli beyân, ammı tahsis, mutlakı takyid, müşkili tavzih eder. Yine sünnet, Kur’an’da hakkında hüküm bulunmayan veya Kur’an’ın sükût ettiği bir meselede hükme delâlet eder.

B- SAHABE DEVRİNDE TEFSİR

 

Her sahabenin Kur'ân'ı, icmâlen ve tafsilen aynı derecede anlamaları mümkün olmamakla beraber; Kur'ân'ı an­lamakta insanların en muktediri onlardır. Kur'an'dan yaptıkları tefsirlerde, kendilerinden sonra gelenlere büyük hizmetler yapmış ve kendilerinden sonra gelenlere örnek olmuşlardır.

            Dört Halife, Abdullah b. Abbas (68/687), İbn Mes’ud (32/652), Zeyd b. Sabit (45/665), Ubeyy b. Ka’b (30/650), Ebu Musa el-Eş’ari (44/664), Abdullah b. Zübeyr (73/692). Bunlar başta olmak üzere diğer sahabilerden gelen rivayetlerle tüm Kur’an’ın tefsiri yapılmamakla birlikte bazı ayetlerin kapalı yönleri açıklanmıştır. 

            Hz. Peygamber’in vefatından sonra, sahabe için tefsirin dört kaynağı bulun­duğunu görüyoruz:

a- Kur’an-ı Kerîm.

b- Hz. Peygamber.

c- İçtihat ve re'y.

d- Diğer İlâhî kitaplar ve Ehl-İ Kitab'a müracaat.

Netice olarak, sahabenin tefsirini şu birkaç maddede özetleyebiliriz:

a- Sahabe asrında yapılan tefsir tedvin edilmemiştir.

b- Sahabe, Kur'an'ı tamamen sıra ile tefsir etmemiştir.

c- Aralarındaki ihtilaf tezat ihtilafı değil, nev'i ihtilafıdır.

d- İcmâiî mânâ ile iktifa edilmiştir.

e- Ahkâm ayetlerinden istinbatlar fazla yapılmamıştır.

 

C. TABİÎLER DEVRİNDE TEFSİR

Bu dönemde İslam Devletinin sınırları Arap yarımadasını aşmış, bünyesine yeni ülkelerle beraber, ayrı kültür ve dine mensup cemiyetleri de katmaya başlamıştır. Tabiiler devrinde ise, ayetleri kendi re'yleri ile tefsir etme hareketi daha açık olarak görülmektedir. Onlar re'y ile yapmış oldukları tefsirlerde, sadece kendi fikirlerini beyan etmemiş, bununla beraber, aynı zamanda yaşadıkları cemiyetin fikri tasavvurlarını, yaşayışlarını, harika ve hurafeleriyle birlikte aksettirmişlerdir.  İslâm'a ilk defa sahabe devrinde girmeye başlayan İsrâiliyât, tabiîler ve daha sonraki nesiller döneminde, Ehl-i Kitaptan çok sayıda kimsenin Müslüman olmasıyla, geniş boyutlara ulaşmıştır. Mücahid b. Cebr (104/722), Ata b. Ebi Rebah (115/733), İkrime (107/725), Katade (118/736), Hasanu’l-Basri (110/728), Said b. Cübeyr (95/713), Zeyd b. Eslem (136/753). Bunlar Mekke’de İbn Abbas, Medine’de Ubeyy b. Ka’b, Irak’ta Abdullah b. Mesud’a bağlanarak yaptıkları rivayetlerle Mekke, Medine ve Irak ehlini oluşturmuşlardır.

 

D. TABİÎLER DEVRİNDEN SONRAKİ TEFSİR HAREKETLERİ

Sahabe ve tâbiûn rivâyetleriyle başlayan tefsir ilmi, tedvîn edilinceye kadar böyle devam etmiştir. Yani ilk asırlarda tefsir ilmini, hadis ilminin bir kolu olarak görmekteyiz. Fakat mütea­kip asırlarda rivayet tefsirinin yanı sıra dirayet tefsiri de geliş­meye başlamış, böylece hicrî ikinci asırdan itibaren hadis ilmin­den bağımsız olarak tefsirler meydana getirilmiştir. Şu anda en eski matbu tefsir Süfyân es-Sevrî'nin(161/777) tefsiridir. Bu tefsir âyetlerin bazısını ele alan me'sur bir tefsirdir.

Kur'ân'ı bir bütün olarak baştan sona kadar tefsir eden, şu anda elimizde bulunan delillere göre Mukâtil b. Süleyman (ö. 150/767) ın tefsiridir.

H- GÜNÜMÜZDEKİ TEFSİR HAREKETLERİ

Birkaç asırdan beri Avrupa'da meydana gelen fikrî ve ilmî hareketler, İslâm âleminde de bir uyanma hareketi meydana getirmişti. Birçok İslâm ülkesinde bilhassa Mısır ve Hindistan'da ilim adamları harekete geçerek, yeni görüş ve anlayışla, ilmin de ışığı altında diğer ilimlerde olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim tefsi­rinde de yeni ufuklar açmışlardı. Hiç şüphesiz miladi XIX. asır, Müslümanlar arasında dinî hareketlerin canlandığı bir asır oldu. İlim adamları tefsir ilmindeki durgunluğa ve taklitçiliğe bir son vermeye çalıştılar. İslâm dininin, ilme karşı bir tutumu olmadığı noktasından hareket ederek yeni metot ve usullere tevessül ettiler. Tefsir ilmi açısından bu asra, tecdit asrı da denilebilir.

Asrımızdaki tefsir hareketleri, genel olarak dirayet veya aklî tefsir ekolü içerisinde mütalaa edilebilir. Fakat aralarında gösterdikleri farklılıklar sebebiyle onları dört grupta inceleyebiliriz.

1- İlhâdi Tefsirler

2- Mezhebî Tefsirler.

3- İlmî Tefsirler.

4- İçtîmâi-Edebi Tefsirler.

HADİS TARİHİ VE USULU

Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerinin rivayetini, rivayetindeki gelişmeleri, tedvin ve tasnif devrelerini tarihî seyri içinde ele alan ilim dalına denir. Konusunu kısaca hadislerin Hz. Peygamber'den işitildiği veya görüldüğü şekilde rivayet edilmesinden başlayıp çeşitli devreler geçirerek nasıl ve hangi şartlar dâhilinde nesilden nesile ulaştığı ve ne gibi eserler verildiği teşkil eder. Hadis tari­hi ise, hadislerin ortaya çıkış zamanlarını, hangi olay­lar yüzünden söylendiklerini, kimler tarafından ve nasıl, ne yolla nakledildiklerini araştırır... Her hadis gerçek bir olay yüzünden söylendiği için; hadisin an­lamıyla olay arasındaki bağlantıyı göz önünde tut­mak, hadisi olayla açıklamak gerekir. Hazreti Peygamber devrinde toplanan geniş hadis külliyatının, daha son­raki nesillere naklinde ilk mühim rolü oynayan neslin sahabe olduğu elbette bilinen bir husustur.

Hz. Peygamber hadis usulünün temelini atmıştır. Söylemediği bir sözün kendisine isnat edilmesini haram olarak niteleleyerek yalan ve yalancılığın kötülüğüne dikkat çekmiştir. bu harama karşı uyarılmış olan sahabe gününde, yalan hadis uydurma faaliyeti başlama imkânı bulamamıştır. «Bu sözleri işitenler, işitmeyenlere bildirsinler,» «şahit olan gaip olana tebliğ etsin» sözleri de böyle te­mel kanunlardır.

            Hadis ehlinin ıstılahlarıyla ilgili ilk musannif, el-Kâzî Ebû Muhammed er-Râmahurmuzî (Ö.360 H.) olup telîf ettiği kitabına el-Muhaddisu'l-fâsıl beyne'r-râvî ve'l-vâ'î adını ver­miştir. Ancak bu kitap, hadîs usûlü ile ilgili bütün konuları içine almamıştı. Er-Râmahurmuzî'den sonra gelen ikinci musannif, el-Hâkim Ebû Abdillah en-Neysâbürî (Ö. 405 H.)'dir ve Ma'rifet ulûmi'l-hadîs adlı kitabını telîf etmiştir.

HADÎS RÂVİLERİ

A. SAHABÎLER

B. TABİİLER

 

RÂVİLERDE ARANAN ŞARTLAR

1.  Râvînin Adaleti  2. Râvinin Zabtı      3.  Râvinin Akıl ve Bâliğ Olması

HADİS ALMA YOLLARI (TAHAMMÜ'L-HADİS)

a) Semâ         b)  Arz - Kıra'a          c)  İcâze         d) Münâvele   e) Mukâtebe    f) İ'lâm

h) Vİcâde

 

HADÎSLERİN TOPLANMASI VE YAZILMASI

Günümüze kadar ulaşmış bulunan «en eski hadis eseri», Hemmâm b. Münebbih (101/718)'in, hocası Ebû Hureyre'den aldığı 138 hadislik sahifesidir. Bu kıymetli eseri Prof.Dr. Bünyamin Erul hocamız dilimize kazandırmıştır.

Medine’nin ilerleyen yıllarında Hz. Peygamber’in en azından bazı sahabîlerin hadis yazmalarına izin verdiği görülmektedir. Nitekim genç ve gayretli sahâbîlerden Abdullah b.Amr (ö. 65), Rasûlullah (sas)’tan işittiği her sözü ezberlemek kastıyla yazıyordu. Onun bu durumunu gören Kureyşliler, Rasûlullah’ın da bir beşer olduğunu, onun rıza halinde konuştuğu gibi, öfkeliyken de konuştuğunu hatırlatarak onu uyardılar. Bu uyarı üzerine yazma işini durduran Abdullah, durumu Hz. Peygamber’e iletince Rasûlullah (sas) ona “Yaz, nefsim elinde olan (Allah’)a yemin ederim ki, benden haktan başka bir şey sadır olmaz!” buyurdu (Ebû Dâvûd, Sunne 10, no: 4659, V. 46).Hadislerin az da olsa yazıldığı bu erken dönemden sonra, onları “derleme, toparlama, belli bir defterde bir araya getirme, divan oluşturma” anlamına gelen ‘Tedvin’ dönemi başladı. Herhangi bir konuya yahut râvîye göre gruplandırmaksızın yapılan bu tedvin faaliyeti, İbn Şihâb, Salih b. Keysân, Abdullah b. Zekvân gib özel gayretlerle yapıldığı gibi, halife Ömer b. Abdulaziz’in (99-101/717-720) emri ve Medine Valisi Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b.Hazm’a ve Medine halkına talimatında olduğu üzere resmi görevlendirmeler şeklinde de gerçekleşmiştir.

Hadislerin tedvin edilmesinden sonra hicri ikinci asrın ilk çeyreğinden itibaren ‘tasnif

faaliyeti’ başladı. Kısaca hadislerin sınıflandırılması, belli bir yöntem çerçevesinde planlı bir şekilde derlenmesi anlamına gelen tasnif, farklı şekillerde gerçekleştirildi. Her dönemin alimleri kendi şartları ve ihtiyaçları doğrultusunda tasnifler ortaya koydular

Sahabeden sonra ilmî mirası devralan Tâbiûn nesli de hadis ve sünneti hocaları olan sahabenin yaklaşımlarıyla anlamaya ve anlatmaya devam etmişlerdir. İbn Mes’ud, Hz. Ali gibi sahabe mektebinden gelen Tâbiûndan Alkame, İbrahim en-Nehaî ve Hammâd’ın medresesinde yetişen Ebû Hanîfe, hadisleri anlamada fakih ve müctehid sahabîler geleneğini başarıyla sürdürmüştür.

Hadislerin Korunmasına Dönük Alınan Tedbirler

1. Güvenilen kimselerden, bilinen hadislerin alınması,

2. Önce tesebbüt, ardından da isnad tatbikinin başlatılması,

3. Resmi ve özel gayretlerle hadislerin yazılmaya, tedvine başlanması,

4. Râvîlerin güvenilirliğiyle ilgili cerh ve ta‘dîl ilminin başlaması,

5. Hadislerin kabul edilmesi için musanniflerce bazı şartların belirlenmesi,

6. Belli yöntemler ve şartlar dahilinde hadislerin seçilerek tasnif edilmesi,

7. Hadis eğitiminin ve kitapların rivayetinin belli yöntemlerle verilmesi,

8. Hocanın talebelerine icâzet ve rivayet hakkı vermesi,

9. Hadislerin nasıl rivayet edileceğine dair usul kitaplarının telif edilmesi,

10. Hadis ilimleri denilen çeşitli dallara dair eserlerin telif edilmesi,

11. Asırlarca hadislerin ezberlenmesi, hadis hafızlarının yetiştirilmesi,

12. Metin ve muhtevaya yönelik tahlil ve tenkit yapılması…

FIKIH USULÜ ve TARİHİ

İslâm hukuku metoduna verilen bu isim, "fıkıh" ve "usûl" kelimeleri bir­leştirilerek ortaya çıkarılmıştır. Fıkıh kelimesinin lügat manası: Bir şeyi bilmek ve kavramaktır. Fıkıh kelimesinin ıstılahi manası: Müctehitlerin şer'i delillerden hüküm çıkarmaları ve çıkarılan bu hüküm­leri bilme demektir. Mesela faizin haram olduğu hükmünü tesbit etmek fıkıh olduğu gibi, onun haram olduğunu öğrenmek de fıkıhtır. Fıkıh usûlü ilminin asıl gayesi, müctehidin şer'î amelî hükümleri tafsîlî delillerinden istihraç edebilmesi için ona bu ilmin kaidelerini tatbik etme imkâ­nını hazırlamaktır.

Fıkıh usûlü ilmi Hulafa-i Râşidîn ve kendilerine yeni meselelerin fetvası sorulan diğer sahabilerin zamanında ortaya çıkan ictihad hareketi ile beraber doğmuştur. Sahabeden müctehid olanlar meselenin şer'î hükmünü önce Kur-'an-ı Kerim de sonra Sünnet-i Nebevî'da arıyor, bulamazsa "Ey basiret sahip­leri ibret alın" (Haşr: 59/2) ayet-i kerimesinin emri gereğince kıyasa yani şeri­atın ruhuna ve mefhumuna uygun görüş ortaya koyarak içtihada gidiyorlardı. H. 204'de vefat eden İmam-ı Şafii "Ümm" adlı kitabının girişi ma­hiyetinde olan ''Usûl Risalesi"ni yazmıştır. Böylece Fıkıh Usûlü İlmini sistemleştiren ilk kişi olmuştur. İslâm hukukunun gerçekleştirmeyi hedeflediği asıl amaç, insanların yararıdır.

İslâm hukukunun beş temel ilkesi şunlardır:

a. Sıkıntıları ortadan kaldırma, zorlukları kolaylaştırma ilkesi

b. Sorumlulukların azlığı ilkesi

c. Hükümlerde tedrîcîlik ilkesi

d. İnsanların yararının gözetilmesi ilkesi

e. Adaleti gerçekleştirme ilkesi

Fıkıh Usûlü ile ilgili eser yazanları izledikleri yöntem bakımından 5 (beş)

sınıfa ayırmak mümkündür:

1. Fukahâ Yöntemi

2. Mütekellimîn Yöntemi

3. Karma Yöntem

4. Asllara dayanarak fer‟i meseleler üretmek yöntemi

5. Fıkıh Usûlünü, şerîa„tın maksatlarını esas alarak ortaya koyan yöntem

            Sonuç olarak: Fıkhın, Kitap ve Sünnetin uygulamalı bir açıklaması olduğunu görüyoruz. Fakihlerin Müslümanların günlük hayatlarını düzenleyen içtihatlarından oluşmaktadır. İctihat bağlamında düşündüğümüz zaman fıkıhta yer alan hükümler tartışılabilir mahiyettedir. İslâm hukukunu sadece bir mezheple sınırlamak, o mezheple özdeşleştirmek yanlıştır. İslâm hukuku, bütün mezhepleri oluşturan nazariyelerin/teorilerin tamamının oluşturduğu bir nazariyeler/kuramlar bütünüdür.

            İlimlerin kaynağı Kur’an’dır. Dolayısıyla ilimler birbiriyle bağlantılıdır ve yekdiğerinden zorunlu olarak yararlanmışlardır. Dini ilimler ilk başta birken daha sonra çeşitli dallara ayrılmıştır. Bazı âlimlerimiz büyük bir kabiliyeti haiz olduklarından çok çeşitli alanlarda eserler vermişlerdir. Çok ciddi çabalar ve emekler verilmiş ve meydana büyük bir kütüphane çıkmıştır. Pek tabiidir ki her âlim konumuz olan tefsir, hadis ve fıkıh alanlarında kendi zamanlarına, şartlarına ve istidatlarına vb. imkânlarına göre iyi niyetle eserler bırakmışlardır. Ama –tefsir usulü, hadis usulü, fıkıh usulü dediğimiz- belli bir usul/sistem oluşturmuşlar ve onu muhafaza etmişlerdir. Bütün bunlar gıpta ile takdir ettiğimiz gerçeklerdir. Bu gün de bu ilmi gayretlerin her alanda ciddi şekilde devam ettirilmesi zaruridir bizlere bir borçtur. Kur‟ân ve Sünnet‟in temel ilkeleri ışığında Müslümanların problemlerine ictihâd yaparak çare bulmak bir zorunluluktur.

Yararlandığım kaynaklar:

1.    Tefsir tarihi-İsmail Cerrahoğlu-Fecr yayınevi

2.    Hadis tarihi-Talat Koçyiğit-Diyanet Vakfı yayınları

3.    Hadis tarihi-Ali Osman Koçkuzu-Dergâh yayınları

4.    Fıkıh usulü-Hasan Karakaya-Darul-kitap

5.    Fıkıh usulü-Prof.Dr.İbrahim Çalışkan-Ankara Üniversitesi yayınlarından

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Amacımız, aşağıda zikredilen usullerdeki bilgileri buraya aktarmaktan ziyade kendimizce sonra hatırlanmak üzere alınmış olan notları sizlerle paylaşmaktır.

TEFSİR USÛLÜ – İSMAİL CERRAHOĞLU

Tefsir usulü ilmiyle ilgili bilgilerden önce Arapların durumunu gözden geçirirsek; İslamiyetten önce Arapların ensâb, vesen ve sanem (putperestlik) inançları sonradan oluşmuş olmalı. Ensâb ve vesen tabiattaki varlıklara kudret izafe edilip yüceltme, sanem ise daha kuzeydeki insanların (Akdeniz kıyısı) altın, gümüş ve ağaçları işleyerek yaptıkları şekillerdir. Arapları putperestliğe sürükleyenin Abdullah b. Lühey olduğu söylenir.

Müsteşrikler Kur’an’ın vahiy olduğunu kabul etmedikleri için bu yolda bayağı bir çaba harcamışlardır.

İlk vahiy katibi Abdullah ibn Sa’d ibn Ebi Sarh idi, irtidat edip tekrar Müslüman oldu. Medine’de ise ilk katip Ubeyy ibn Ka’b, daha sonra ve devamlı olarak Zeyd b. Sâbit’tir.

Medine’de ilk nâzil olan ayet Bakara suresidir. (ez-Zerkeşi, “el-Burhân”)

Sureler uzunluklarına göre; Fâtiha’dan sonra 7 uzun sureye “es-Seb’ut-Tıval”, ayetleri 100’den fazla olanlara “el-Miun”, ayetleri 100’den az olanlara “el-Mesani”daha sonraki besmeleli fasılalar ve kısa surelere “el-Mufassal” (ki bu da kendi içinde et-Tıval, el-Avsat, el-Kısar diye adlandırılır) denir.

Mekki ve Medeni sureler;

1) كلا lafzının geçtiği sureler Mekkidir.

2) Secde bulunan sureler Mekkidir.

3) Bakara ve Âli İmrân sureleri hariç içinde hecâ harfleri bulunan sureler Mekkidir.

4) Bakara hariç peygamberlerin ve geçmiş milletlerin kıssalarını anlatan sureler Mekkidir.

5) Bakara hariç Adem-İblis kıssası ihtiva eden sureler Mekkidir.

6) “Yâ eyyühennâsü” ibaresi bulunan “yâ eyyühellezine âmenü” ibaresi bulunmayan sureler Mekkidir (istisnaları vardır).

1) Hudud ve miras payları ihtiva eden sureler Medenidir.

2)Cihada izin veren ve cihad hükümleri ihtiva eden sureler Medenidir.

3) Ankebut suresi hariç münkafıklardan bahseden sureler Medenidir (Ankebut suresi Mekki ancak 11 ayeti Medenidir).

Nazil olan ayetleri ilk günden itibaren ezberleyenlere el-Kâri deniyordu. Kâri Peygamber zamanında duyduğunu ezberleyen anlamına kullanılırken sonra anlamı Kur’an’ın tamamını ezberleyip kıraatlerine göre bihakkın vakıf olan anlamına kullanılmıştır.

Kur’an’ın teksiri konusunda Hz. Osman’ı ikna eden Huzeyfe ibnu’l Yeman’dır. Kur’an’ın istinsahında çalışanlar Zeyd b. Sâbit, Abdullah ibnu’l Zübeyr, Said ibnu’l Âs, Abdullah ibnu’l Hâris b. Hişam’dır.

Çoğaltılan nüshaların gönderildiği şehirler; Basra, Kufe, Şam, Medine + Mekke + Bahreyn + Yemen olarak 4+5+7 olarak ihtilaflıdır.

Ebu’l Esved ed-Düeli (ö. 688) tarafından harekeleme çalışmaları yapıldı. Harekeleme nokta şeklinde yapıldı, bugünkü manada harekeleme el-Halil b. Ahmed (ö. 791) tarafından yapılmıştır denmektedir.

Zaman karıştırılan “Yedi Harf”le “Yedi Kıraat” aynı şeyler değildir. “Harf” meselesinde madde ve lafızlar farklı okunmaktadır. “Kıraat” meselesinde ise hareke, med, kasır, noktalama, irab gibi hususlarda farklılık yani değişiklik olmasıdır.

Harf sözlükte “vech” manasına geldiği gibi “lugat” ve “lehçe” manalarına da gelmektedir. Yedi harf meselesi lafızdaki değişikliktir, anlamda bir değişiklik yoktur. Kur’an’ın tamamında da böyle bir değişiklik söz konusu olmuş değildir zaten. Bu belli bir zaman aralığıyla kısıtlıdır ve Kureyş lehçesinin yaygınlaşmasıyla mesele sona ermiştir, der Kurtubi ve Abdi’l-Berr.

Yedi kıraat konusunda ise Ebu Bekir b. Mücahid (ö. 936) kıraatları yedi tane olarak toplamıştır. Kıraatta esas olan “tevatür”dür. Tevatüre değil de Arapça’nın gramerine dayanan kıraatlara “Kıraatü’ş-Şâzze” denir. Mütevatir kıraat imamlarının aralarındaki ihtilafa قرءة ,kendilerine mensub ravilerin ihtilaflarına رواية , diğer ihtilaflara ise وجه denir.

Kıraat imamları ve Ravileri;

1) Ebu Abdirrahman Nafi’ b. Ebi Nuaym (Isbahan - ö. 785), Ravileri; Kâlûn ve Verş

2) Abdullah b. Kesir el-Mekki (ö. 738) (İmam Şafii onun kıraatini nakletmiş ve methetmiştir), Ravileri; el-Bezzi Ahmed b. Muhammed, Kunbul

3) Ebu Amr b. el-Alâ el-Basri (ö. 772) (Ahmed b. Hanbel kıratını övmüştür) Ravileri; Ebu Amr Hafs b. Ömer el-Ezdi ed-Dûri ed-Darir, Ebu Şuayb b. Salih b. Ziyad es-Sûsi

4) Abdullah b. Âmir ed-Dımaşki (ö. 736) Ravileri; Hişam b. Ammar b. Nasir es-Sülemi, Abdullah b. Ahmed b. Bişr b. Zekvan el-Kureşi el-Fihri

5) Ebu Bekr Asım b. Ebi’n-Necud el-Kufi (ö. 745) (Ahmed b. Hanbel’in babası onun kıraatını övmüştür) Ravileri; Hafs b. Süleyman el-Esedi el-Kufi (üvey oğlu), Ebu Bekr Şu’be b. Ayyaş el-Kufi

6) Ebu Ammare Hamza b. Habib ez-Zeyyat el-Kufi (ö. 773) Ravileri; Halef b. Hişam el-Bezzar, Hallad b. Halid el-Kufi

7) Ali b. Hamza Ebu’l-Hasen el-Kısai (ö. 805) (Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafi onu medhetmişlerdir) Ravileri; Ebu’l-Haris el-Leys b. Halid el-Bağdadi, Ebu Amr Hafs b. Ömer ed-Dûri

Halef b. Hişam el-Bezzar (Hamza’nın ravisi), Ebu Cafer Yezid b. el-Ka’ka el-Mahzumi el-Medeni, Ebu Muhammed Ya’kub b. İshak el-Hadremi el-Basri ilavesiyle bu sayı 7’den 10’a yükseltilir.

Günümüzde kullanılan kıraatlar; Ebu Amr (Sudan’ın bir kısmında), Nâfi (Mısır hariç Kuzey Afrika’da, Mısır Nâfi kıraatına rağmen Hafs rivayetini kullanmaktadır), Âsım kıraatı Hafs rivayetiyle çoğunluğu oluşturmaktadır.

Kur’an ayetlerinin ekserisi bir sebebe bağlayamadığımız, doğrudan doğruya indirilmiş olanlardır. Esbab-ı nüzul eserlerinden başlıcaları Ali b. el-Medini (ö. 848), el-Vahidi (ö. 1075), es-Suyuti’nin (ö. 1505) eserleridir.

Kur’an’da nesh mümkün ve caizdir. Nesh hükümlerle ilgilidir ve ancak nesh hükümlerde söz konusu olabilir, akide esaslarına tesir edemez. Kur’an’ı ancak Kur’an nesheder (İmam Şafi). Kur’an’da nesh yoktur (İsfahani [ö. 934 – mutezili], Dr. Muhammed Tevfik Sıddık ve Ömer Rıza Doğrul)

Mütekellimler, hurufu mukattanın açıklanmadan bırakılamayacağını kabul ederler ve Kur’an’da müteşabihler üzerinde durmak vaciptir derler.

Hurufu mukatta için; dikkat çekmek, bu sesten sonra ne gelecek diye dinleyiciyi tenbih etmektir en makul olanı (Hurufu mukatta ile başlayan 29 surenin 27’si Mekki, 2’si Medenidir). Kur’an’ın icazını beyan eden delillerdendir bu harfler.

Rivayet tefsirlerinden öne çıkanlar;

1) Taberi (ö. 923) – Camiu’l Beyan an Te’vili’l Kur’an

2) Semerkandi (ö. 983) – Tefsiru’l Kur’ani’l Azim

3) Ebu İshak es-Sa’lebi (ö. 1036) – el-Keşf ve’l Beyan an Te’vili’l Kur’an

4) el-Begavi (ö. 1122) – Mealimü’t-Tenzil

5) İbn Atiyye (ö. 1148)

6) İbn Kesir (ö. 1373)

7) es-Saalibi

8) es-Suyuti (ö. 1505)

Dirayet tefsirlerinden öne çıkanlar;

1) Fahruddin er-Razi

2) el-Beydavi

3) en-Nesefi

4) el-Hazin

5) Ebu Hayyan

6) eş-Şirbini

7) Ebu’s-Suud (ö. 1574) – İrşadu Akli’s-Selim

8) el-Alusi (ö. 1854)

Tefsir Allah’ın muradını beyandır. Tefsir, müfesserden farklıdır.Tefsir asla Kur’an yerine kaim olmaz. Kur’an-ı Kerim’in tercemesi yapılamayacağına göre Kur’an’ın başka dillerdeki ifadesine meal diyoruz. Irak tefsir medresesinin temelini Abdullah ibn Mesud (ö. 652) atmıştır. Abdullah ibn Mesud rey ve kıyasın öncüsüdür.

Tefsirde israiliyyatla ilgili olarak şu isimler öne çıkmaktadır; Abdullah b. Selam (ö. 664), Kabu’l Ahbar (ö. 653), Vehb b. Münebbih (ö. 734), Abdülmelik b. Cüreyc (ö. 767 – Nasrani kökenlidir). Abdullah ibn Abbas (ö. 688) Kabu’l Ahbar ve Abdullah b. Selam’dan rivayetleri vardır.

Tefsir başlangıçta hadis ilminin bir koluydu. Hicri ikinci asırdan itibaren hadis ilminden müstakil olarak tefsir rivayetlerini görmekteyiz. Tefsirin en faal dönemi tebeuttabiin dönemidir. İlk tefsir sayfaları İbn Abbas’ınkiler olmakla beraber bize ulaşmamıştır. Onlardan ancak Ali b. Ebi Talha vasıtasıyla haberdar oluyoruz. Ki onun tefsiri de bize ulaşmamıştır, onu da Taberi rivayetlerinde buluyoruz. Tefsirde ikinci isim olarak karşımıza çıkan Mukatil b. Süleyman’dır. Yalancılıkla, hadis uydurmakla, tedlis (kelime anlamı malın kusurunu gizlemek) ile itham edilmiştir. Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafi tefsirini övmüştür, beğenilmeyen tarafı ise israiliyyat ve isnatları vermeyişidir. Üçüncü isim, Yahya b. Sellam (ö. 815 – Kufe). Taberi’nin tefsirinden öncelenebilecek bir tefsir, farkı şiirle istişhad yok, yabancı kültürlere istinad eden ilimler yok, Nakl ve Nakd var. Dördüncü isim, Abdürrezzak b. Hemmam (ö. 827 – Yemen).

Tefsir; fıkhi, itikadi, siyasi fırkaların teşekkülüyle çeşitlenmiştir. Öne çıkanlar; Zemahşeri (ö. 1144 – mutezili) tefsirin ilmi kısmıyla ilgilenir ve Kur’an’ın icazını inceler, Beydavi (ö. 1286 – Tebriz) tefsirinde Zemahşeri, Razi ve İsfahani’nin tesirleri görülür. Ebu’s-Suud (ö. 1574)

Mezhebi, ilhadi, ilmi, içtimai tefsir faaliyetleri olmuştur.

 

HADİS USÛLÜ – TALÂT KOÇYİĞİT

Malik b. Enes, Şube, Abdullah ibn Mubarek, Sufyan ibn Uyeyne, Yahya ibn Said el-Kattan ve talebeleri, Yahya ibn Main, Ali ibn Medini, Ahmed ibn Hanbel ve daha sonra Buhari, Müslim, Ebu Zur’a, Ebu Hatim gibi hadisçiler cerh ve tadil ilmini geliştirmekle ün kazanmışlardır.

Hadis ilminde dirayet; hadislerin sıhhatini inceleyen ilimdir. Bu ilim İlmu Dirayeti’l Hadis, İlmu Mustalahi’l Hadis, İlmu Usuli’l Hadis’tir yani.

Sünnet, gidişat demektir.

“Onun kendi heva ve hevesinden konuşmadığı”, Kur’an’a sünnet müstenid olsa da lafız itibariyle muciz değildir.

Hadis sözlükte, haber vermek, nakletmek veya yeni anlamına gelir. Istılahta ise, nübüvvetten önce ve sonra Hz. Peygamberin söz, fiil ve takrirleridir.

Hadis usulünde haber denince Hz. Peygamberin hadisleri anlaşılmakla beraber, hadisten ayıranlar hadis için Hz. Peygamberin sözleriyle beraber sahabe ve tabiundan nakledilen sözleri de dahil etmişlerdir.

Mütevatir; her nesilde sayısı belirsiz bir kalabalık tarafından nakledilen, mütevatirdeki kalabalık yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan bir kalabalıktır, mütevatir haber ilmi zaruri yani ilmi yakin olur, [ilmi nazari; istidlali yani araştırma gerektiren ilimdir].

Âhad; mütevatir derecesine ulaşmayanlar tarafından nakledilen, ahad haberin her nesilde en az üç ravisi varsa meşhur, her nesilde en az iki ravisi varsa aziz, her nesilde bir ravisi olursa garib adını alır.

Garib; ferdi mutlak yani sahabe veya tabiinin tek kalması, ferdi nisbi; haberin meşhurken teferrüdün bir şahsa nisbetle vuku bulması

Sahih (li zatihi); adalet, zabt, senedin muttasıl olması, şâz ve muallel olmaması şartlarını taşır

Sahih (li gayrihi); bir rivayette ravinin zabt kusuru olan bir hadis başka bir senedle tekrar sahihleşir

Hasen (li zatihi); zabtı kusurludur

Hasen (li gayrihi); zayıf hadisin dışarıdan destekle hasen olduğu hadisler

Muallak; ravinin kendi şeyhini veya onunla beraber birkaç şeyhi veya isnadın tamamını hazfederek naklettiği hadisler, Buhari’nin Sahih’ine has özelliklerden biridir. Özellikle bab başlıklarında görülür.

Maklub; ravilerin isimlerinde, isnadlarda ve metinlerde bazı kelime ve ibarelerin yerleri değiştirilerek rivayet edilen hadisler.

Musahhaf; metin veya isnadında bir kelime veya ravinin birinin ismi hatalı söylenmişse (yazı şekli baki kalarak sadece bir nokta veya bir yahut birkaç harf değişmesiyle olur) şekil ve hat değişmesine uğrayanlar

Murcie; imanla ameli ayırıp masiyetin imana zarar vermeyeceğini savunur.

Mutezile; Kur’an’ın mahluk olması tartışmaları ve mihne olayları (Ahmed b. Hanbel’e yapılan baskılar)

Zındık; umumiyetle zahiren Müslüman olan fakat içinde küfrü gizleyen kimse

Cerh ve ta’dil; cerh kusurlarını ortaya çıkarmak, ta’dil ise adaletini ortaya koymaktır. Hadis isnad ilmidir. Hadislerde isnad kullanılması Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra fitnenin zuhuruyla başlamıştır. Çünkü mevzu hadisler bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır.

Hadisleri ilk defa tedvin etmekle şöhret bulan İbn Şihab ez-Zuhri’dir (ö. 741). Tasnif işine ilk başlayanlar da er-Rabi ibn Subeyh, Said ibn Ebi Arube’dir.

Ebu Hureyre’nin hadis sahifesi “es-Sahife es-Sahiha” adıyla Hemmam b. Münebbih tarafından yazılmıştır. “Hemmam b. Münebbih’in Sahifesi” olara k A.Ü.İ.F. yayınları arasından basılmıştır.

İmam Malik (ö. 795) “Muvatta” musannaftır.

Ahmed ibn Hanbel (ö. 855) “Müsned” ravilerine göre düzenlenmiştir

İmam Şafi (ö. 820) “er-Risale” hadis usulü özelliğindeki ilk kitaptır

 

İSLAM HUKUK FELSEFESİ – ABDULVAHHÂB HALLAF / HÜSEYİN ATAY

İlimler bir bütünlük arzeder. Bakara 62., Maide 69. ayetlerine bakarak konuşmak aslında kelam ilminin konusu gibi görünse de ondan Fıkıhla ilgili genel ilkeler çıkarabilirsiniz. “İslam dini kendisine ulaşmayan kimselerin de uyması gereken genel ilkeler nelerdir”, gibi.

Şeriat sözlükte açık, doğru, düz yol demektir, ıstılahta Allah’ın hükümleri demektir. Fıkıh ise bilme, anlama, kavrama demektir. Şeriatle fıkıh aynı şeyler demek değildir, sahabe ve müçtehitlerin içtihatlarına fıkıh deriz. Dinde dinden olduğu zorunlu olarak bilinen “Kur’an-Sünnet” şeraiti; istidlal, istinbat ve ictihad ile elde edilen hükümler fıkhı oluşturur. Fıkıhta akli kabiliyetler ve değişik anlayışlar işin içindedir.

Mezheplerin ortaya çıkışıyla fıkıh ve şeriat terimleri aynileştirilmiş aralarındaki fark örtülmüştür. Sonrakiler mezhebi uygulamalarını Kur’an, sünnet ve sahabenin önüne geçirdikleri için kazuist (olmuş ve olacak her hadiseye ayrı ayrı hüküm koymak) olmuşlardır.

Kur’an usûlü fıkhın menşeidir. Fıkıh usulünün doğuşu fıkıh ilminden sonradır. Sarahsi (ö. 1096) el-Mebsut’u (Hanefi fıkhı), İmam Malik (ö. 795) el-Muvatta’ı, İmam Şafi (ö. 820) el-Umm’u fıkıh kitaplarıdır.

İmam Şafi “er-Risale” ile ilk hukuk usûlünü yazmıştır. Şafi imamlardan Gazali’nin “el-Mustasfa”, Ebu’l Hasan Amidî’nin “el-İhkam”, Beydavi’nin “el-Minhac” adlı fıkıh usulü kitapları vardır. Hanefi usulcüler; Debbusi “Usûl”, Pezdevi “Usûl”, Hafız Nesefi “el-Menar” ve bunun şerhi olan “Mişkat el-Envar”

Hükümlerde maslahat aranmakla birlikte, şer’i hükümlerin var oluş ve yok oluş bakımından hikmetler (Şari’nin maslahat kastı) ile değil nedenlerine göre cereyan eder. Ramazanda hasta veya yolcu olanın oruç tutmama ruhsatı (zorluk çekmemek için) taş ocağı ve madende çalışana da oruç tutmama ruhsatı getirmez. Sebep önemlidir, sebep de hastalık ve yolculuktur.Maslahat olan diğer bir ifadeyle hikmetli olan zorluk çekmemek bu hüküm için sebep değildir.

Ulul Emr; müçtehitlerin birleştikleri hükme uymaya denir.

İstihsan; bir delile dayanarak açık kıyasa gizli kıyası tercih etme, bir delile dayanarak genel hükümden tek bir olayı istisna etmek (Vakfedilen arazinin su yolu, geçme yolu ile birlikte sayılması, bağ-bahçe yarıcılığına müsaade edilmesi)

Maslahat-ı Mürsele; Şari’nin gerçekleşmesi için bir hüküm koymamış, şer’i bir delilin de onun muteber sayılıp sayılmamasını göstermiş olduğu, lağvedilmesine de bir delil bulunmadığı durum (hapishaneler açma, Kur’an’ı toplama işi)

Örf; insanların anlaştıkları ve ona göre davrandıkları söz, iş veya terk etme olup buna âdet-(alışkanlık) denir. (“et” sözünün balık için söylenmemesi, “veled” erkek çocuk için söylenmesi)

İstishab; bir hükmün değiştiğine delil bulunmadıkça onu bâki kılmak (evliliğin bittiğine bir delil yoksa varlığı geçerlidir, öldüğü ispatlanmayanın yaşadığına kanaat getirilmesi)

Usulcülere göre hükümler teklifi ve vaz’i hükümler olarak iki çeşittir. Teklifi; bir işin mükelleften yapılmasını veya yapılmamasını ister veya muhayyer bırakır. Bunlar vacip, mendup, haram, mekruh, mübahtır. Vaz’i (bağıntılı); bir nesnenin bir nesneye sebep veya şart ya da engel konulmasını gerektiren hükümdür.

Neden - Sebep farkı; Neden’in içinde akılla kavrama da vardır. Yolculukta namazın kısaltılmasının nedeni Ramazan ayı ramazan orucunun farz olmasının bir sebebidir.

Delaleti açık olanın mertebeleri;

Zâhir; yorum ihtimali varsa, anlaşılan mana söylenişinden doğrudan doğruya gaye edilmiş değilse “Allah alışverişi helal ve ribayı haram kıldı” bu ayet haram ve helal kılmak gayesi ile değil “Alışveriş riba gibidir” diyenlere cevap olarak gelmiştir.

Nass; yorum ihtimali olup ancak anlatılan mana doğrudan doğruya kastedilmiş ise “Allah alışverişi helal ve ribayı haram kıldı” alışveriş ile riba arasındaki benzerliği kaldırmada nasstır.

Müfesser; yorum ihtimali olmaz ve hükmü neshi kabul edebilir “Namazı kılın, zekatı verin” ayetinin mücmeli Hz. Peygamber tarafından namazı kılış ve zeketın veriş uygulamalarıyla müfesser olmuştur.

Muhkem; yorum ihtimali olmaz, hükmü de neshi kabul etmez. Yalnız Allah’a tapmak gibi.

Delaletin açıklığı yönünden en açık olanından başlarsak; muhkem, müfesser, nass, zâhir diye sıralarız.

Hâfi, müşkil, mücmel ve müteşabih delaleti açık olmayan nasslardır.

Hâfi; hırsızın el kesme cezasının yankesiciye uygulanıp uygulanmaması meselesi

Müşkil; “Boşanmış kadınlar üç kar’ beklerler” kar’ kelimesinin anlamının hem temizlik hem hayız bildirmesidir.

Mücmel; namaz, oruç, zekat kelimeleri gibi sözlük manalarından şer’i özel manalara nakletmesi

Müteşabih; hurufu mukatta, Allah’ın eli, gözü gibi

(Tefsir; Şari’nin kendisi tarafından kesin bir delil ile kastedilen mananın açıklanması, Te’vil; başka mananın kastedilmesine imkan vermesi)


0 Yorum - Yorum Yaz


TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ

I.TEFSİRİN TANIMI
A.Tefsir Kavramı
*Tefsir kelimesi (
فسر ) veya taklibi olan (سفر ) dan türemiş , tef’il vezninde bir masdardır .
*ilki sözlükte bir şeyi açıklamak,ortaya çıkarmak anlamları içerir ikincisiyse aydınlatmak ,ortaya çıkarmak ve üzerindeki örtüyü kaldırmak manalarındadır.
*Tufî(716) ‘ye göre tefsir masdarı “parçalara ayırmak ,çözmek “ manasına da gelir
*Emin el Huli bu masdarların her ikisinde de keşfetmek ortaya çıkarmak anlamı vardır fakat tefsirde manevi diğerinde ise maddi bir keşif söz konusudur demiştir.
* Kavram olarak ise İbn Manzur tefsiri : müşkil olan lafızdan kastedilen manayı keşfetmektir demiştir . Zerkanî’nin tanımı ise şöyledir : Allah Teala’nın muradına delaleti bakımından beşer gücünün yettiği ölçüde Kuran’ın manasını araştıran bir ilimdir .
*Genel anlamda tefsir ”Arap dili ve belagatı ile ilgili bütün araçların kullanılıp ,ayetleri çevreleyen tarihsel şartlar da dikkate alınarak Allah’ın muradının kitap ve sünnet çerçevesinde ortaya çıkarılmasıdır “
*Tefsir birbiriyle çelişen veya birbirine alternatif olan anlamların bulunduğu lafız ve cümleler için değil ,daha ziyade bir lafzın tek olan anlamını açıklamak için kullanılan bir kavramdır.
*Sahih rivayetlere(tarih) ve Arapça dil bilgisine dayandığı oranda nesnel bilgiler içerir.
*Ashab döneminde tefisr Allah ve Hz.Peygamber’in beyanları için söz konusu iken daha sonra muhtevası genişletilerek sahabe açıklamalarını da içine almaya başlamıştır.

B.Tefsirle Anlam Yakınlığı Olan Kavramlar
1.Te’vil

a.Tanımı
*Sözlük manasında aslına dönmek anlamında olan (
اول) kökünden tef’il vezninde masdar olup döndürmek ve herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak demektir.
*Kur’anda te’vil kelimesi farklı anlamlarda kullanılmıştır.
1)Kesin bilgi (Aliİmran7)
2)Sebep(Kehf78)
3)Sonuç(Nisa59)
4)Rüya Tabiri(Yusuf100)
*Terim olarak ta “meşrû bir sebep veya delilden ötürü herhangi bir ayeti ya da kelimeyi zahiri manasından alıp,bağlamından koparmadan kitab ve sünnete uygun bir şekilde yorumlamaktır”

b.Şartları
1)Tevile esas olan mananın,mecaz yoluyla da olsa lafzın kendisine delalet ettiği manalardan olması gerekmektedir.
2)Tevil manası açık olan bir nassa ters düşmemelidir.

3)Tevil bir lafzın ilk anda akla gelen zahiri anlamından başka manada yorumlanmasına imkan tanıyan şeri bir delile dayanmalıdır.
c.Çeşitleri
ca.Beyani Tevil
*Kelamcıların,fakihlerin,müfessir ve dilcilerin kullandığı yorum yöntemi
*”Arap dilinin kuralları dahilinde hareket ederek Kuran’dan anlamlar üretmek” olarak tanımlamnır.
*Kurani nasların anlamalarını subjektif bir tercihle ortaya çıkarmak olarak ifade edilebilir.

*Subjektif tercihe (ictihad) konu olan bilgiler zan ifade etmektedir.Bu da sonuç itibariyle beyani tevilin zanni olmasını gerektirir.Zan da kesinlik ifade etmediği için sorgulanabilirlik özelliği taşır.
cb.İrfani Tevil
*Tasavvuf erbabının kalbine sezgi ,keşf ve ilham yoluyla doğan bir bilgi türüdür.

*Bu onların tedebbür,teemmül,tefekkür ve tezekkür gibi kavramlarla ifade edilen bir manevi tecrübeyi içselleştirmelerinin bir sonucudur.
Tedebbür : Kuran okuyarak onun derin anlamları üzerine düşünceye dalmak
Teemmül:Dış dünyanın bağlantılarından sıyrılıp ilahi hakikatlere kafa yormak
Tefekkür:Allah’ın nimetleri üzerine düşünmek
*Sezgi,keşf ve ilham tamamen özneldir.Başkalarına iletilemez ve aktarılamaz.Böyle olduğu için bu tür bilgilerde objektif doğrulama söz konusu olmaz.
cc.Burhani Tevil
*En meşhur kuramcısı İbn Rüşd(595)’dür.
*”faslul makal” adlı eserinde burhani tevili,nasları bütünsellik içinde ele alarak,zahiri manalarına uygun düşecek şekilde yorumlamaktadır.
*Naslarda herhangi bir konuda bilgi yoksa burhan yani akli bilgi esas alınır.Eğer aynı konu naslarda varsa akli bilgi ile uyumuna bakılır uyum içinde ise problem yok demektir.Uyum yoksa yani nakli bilgi ile akli bilgi ters ise bi problem var demektir.Bu problemin çözümü naslardaki bilginin tevil edilmesidir.


d.Tevil ile Tefsir Arasındaki Farklar
1)Tevil kesinlik ifade etmez tefsir kesindir.
2)Tevil içsel manalara tefsir lafızlara yöneliktir

3)Tefsir ekseriye rivayete tevil akla dayanmaktadır.Tevil tabiî ki de aklı naklin önüne geçirmek degildir.Bu tarz teviller “mezmum/sakıncalı” sayılır.

2.Tercüme
a.Tanımı
*Kök itibariyle rubai “terceme” veya sülasi “receme” fiilinden türedi
gi iddia edilen “tercüme” kelimesi,sözlükte bir kelamı bi dilden başka bir dile çevirmek bir sözü diğer bir dilde tefsir ve beyan etmek,bir lafzı kendisinin yerini tutacak bir lafızla değiştirmek gibi manalara gelir.
1)Tercüme bir kimsenin yaşantısını ya da çalışma hayatında başından geçen olayları anlatması manasını ifade eder.(terceme-i hal)
2)Bir sözü birisine ulaştırmak veya haberi olmayan bir insanı herhangi bir konuda haberdar etmektir.
3)Bir sözü söylendiği dilde tefsir etmek ,Abdullah b.Abbas (68) için “tercümanul kuran” tabirinin kullanılması bu sebebe dayanmaktadır.
4)Maksadın açık şekilde anlaşılması için bir sözü kendi dilinden başka bir dile çevirip o dilde tefsir etmektir.
*Terim olarak “bir kelamın manasını diğer bir lisanda dengi bir tabirle ifade etmek”

b.Çeşitleri
ba.Harfi Tercüme
*nazmında ve tertibinde aslına benzemesi gözetilen”tercümedir.
bb.Tefsiri Tercüme
*asıl dildeki kelimelerin tertibine ve nazmına bağlı kalmaksızın herhangi bir sözün anlamını bazı şerh ve izahlarla başka bir dile nakletmektir.

II.TEFSİRİN NİTELİĞİ
A.Tefsirin Konusu ve Amacı
*Kuran’ın gerçeklerini ortaya çıkararak insanlığa hidayet yolunu açık ve net bir şekilde gösterip,dünya ve ahrette onların mutluluğunu sağlamaktır.

B.Tefsirin Gerekliliği
1)Hz.Peygamber’in ahirete irtihal etmesiyle sahabenin Kuran’ın anlamaya yönelik imkanlarının ortadan kalkmış olması
2)Kuran’ın bazı ıstılahlarıyla kelimelere yeni anlamlar kazandırması

3)Müteşabih ayetlerin olması
4)İsmi işaretler,ismi mevsuller ve zamirlerle işaret edilen şahısların müphem oluşu,zahiren birbiriyle çelişen müşkil nasların varlığı,kısa ifadelerin delaletlerinin açık olmaması yani mücmel ifadelerin yer alması
5)Kuran ‘ın şahsi ve toplumsal alanda hükümler koyması
6)Kuran’da yer alan mecaz,kinaye,istiare,teşbih gibi  sanatlar
7)Kevni (kozmolojik) ayetler
8)Kuran’da konuların dağınık bir şekilde her yerinde olması
9)Kuran’ın Arapça olarak gönderilmesi

C.Tefsirin Diğer İslami İlimlerle İlişkisi
*Tefsir,hadis,fıkıh,kelam,siyer,tarih,ahlak,ilimlerinin hepsinin ortaya çıkış amacı Kuran’ı anlamak üzere geliştirilmiş ilimlerdir . Bu bağlamda en önemli ve kapsamlı görev tefsir ilminindir.


III.TEFSİRDEKİ FARKLILIKLARIN SEBEPLERİ
*Peygamberimiz’in vefatıyla beraber tefsirde  sıkıntıya düşülen konularda başta yine Kuran’a daha sonra Rasulullah’ın sünnetine başvuruyorlardı.Ancak bu ikisinde tefsirle ilgili malzemeye ulaşılmadığında sahabe rey ve ictihadla kastedilen manaya ulaşmaya çalışıyordu.Bunun sonucu olarak ashab devrinden itibaren tefsirde ihtilaflar başladı.
A.Kıraat İhtilafları
B.Çok Anlamlılık
C.Itlak-Takyid Anlayışı
D.Umum-Husus İhtilafı
E.Mensuh-Muhkem İhtimali
F.Seleften Farklı Rivayetlerin Gelmesi
G.Mezhep taraftarlığı
H.Tefsirde Dirayet ve Rivayet Olgusu

TEFSİRİN DOĞUŞU VE TEDVİNİ

 

I.TEFSİRİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ
*Tebliğ ve teşride olduğu gibi tefsirde de ilk muhatab Allah Rasulüdür.

A.Hz.Peygamber’in Tefsiri
*Bir yandan vahyedilen bölümleri okuyor diğer yandan manası açık olmayan hususları açıklayarak teybin ediyordu

1.Hz.peygamber’in Kuran’ı Tefsir Vesileleri

 

a.Ayet Okuyarak Tefsir Etmesi

*Bir ayeti ya nüzulüne müteakip tebliğ maksadıyla okuyarak açıklar ya da kıraat esnasında veya hutbe irad ederken tefsir ederdi.

b.Ashaba Soru Sorarak Tefsir Etmesi
*Soru sormak şeklinde muhataplarının dikkatini çekerek ayeti açıklardı.
*Burada amaç ashabın bilgisini ölçmek değil onların zihinlerini yeni bir şey öğrenmeye hazırlamaktır.

c.Sözünü Delillendirmek Maksadıyla Tefsir Etmesi
*Bir hüküm veya nasihatin ardından mana bakımından alakalı gördüğü ayetleri okurdu ve onu açıklardı.

*Buna Rasulullah’ın “ayeti temessül etmesi” yani delil getirmesi denilmektedir.

 

d.Sahabilerin Soruları Üzerine Tefsir Etmesi
*Hükümlerin pratiğiyle alakalı durumlarda iki veya daha çok ihtimal bulunduğu zaman öğrenme amacıyla Rasulullah’a sorular yönelttikleri oluyordu.

2.Hz.Peygamber’in Kuran’ı Tefsir Yöntemi
a.Mücmelin Tebyini
*Mücmel kendisinden ne kastedildiği kapalı olup anlaşılması için ilave bir beyana ihtiyaç duyan lafız demektir.
*Bu nasların bi kısmını Allah bi kısmını hz.Peygamber (s.a.v) açıklamıştır.Bu nasların konuları ahkam,gayb,yaratılış,kader,kıyamet konuları içeren haberlerdir.


 

 

b.Mübhemin Tafsili

*Mübhem “insan,melek ve cin gibi varlıkların yahutta bir topluluk veya kabilenin veya bir kelime ve nitelemenin Kuran’da açık olarak değil de ismi işaretler ,ismi mevsuller ,zamirler,cins isimleri,belirsiz zaman zarfları ve mekan isimleriyle zikredilmesi”demektir.

*Bu mübhemlerin açıklanmasındaki yaklaşım akli değil naklidir.

c. Mutlakın Takyidi
*Mutlak,herhangi bir lafzın anlam yönüyle kayıt altına alınmaması,bir başka kelime ya da niteleme ile belirginleştirilmemesi demektir.
*Bu ifadeler sünnet ile takyid edilmiştir.

d.Müşkilin Tavzihi
*Müşkil sözlükte “karışık olan” demektir.Kavram olarak ta Kuran’ın bazı ayetleri arasında ihtilaf ve tezat gibi görünen hususlar diye tanımlanabilir.
*Çelişki zannını ortadan kaldırmak suretiyle muhtemel sorunu çözmüş olmaktır.

3.Hz.Peygamber’in Tefsir Ettiği Nasların Miktarı
a.Kuran’ın Bir Kısmını Tefsir Ettiği İddiası
*Bu görüşü ilk olarak Gazzali(505) ortaya atmıştır.Daha sonra da Suyutî(911) onu savunmuştur.
-Hz.Aişe’nin naklettiği hadis
-Peygamberimiz’in yalnız manaları anlaşılmayan ayetleri tefsir etmesi ve diğerlerini tefsir etseydi “malumu i’lam” olurdu düşüncesi

-Sahih hadis kitaplarında Kuran’ın ancak bi kısmına dair müsned ve merfu haberler olması
-Eğer her şey açıklansaydı İbn Abbas’a “onu dinde fakih kıl ve tevil öğret” demezdi düşüncesi
-Ahmed b.Hanbel’in “Megazi,Melahim,Tefsir bu üç şeyin aslı yoktur” demesi

b.Kuran’ın Tamamını Tefsir Ettiği İddiası
*İlk olarak İbn Teymiyye(728) ortaya atmıştır.

-Nahl 44
-Ashabın 10ayet öğrenip onalrla amel etmedikçe başka ayetlere geçmediklerini ifade eden rivayetler

-Her hangi bir ilim dalındaki kitabın bile izahı vardır düşüncesi

4.Sünnetin Kuran Karşısındaki Fonksiyonu ve Değeri
a.Sünnetin Fonksiyonu
*Kurtubî(671) tefsirinin mukaddimesinde sünnetin Kuran karşısında iki fonksiyonu olduğunu belirtir.Birincisi açıklanması gereken Kuranî nasları tefsir ki bu beyandır.İkincisi de bazen helal haram noktasında bazen değişik konularda Kuran’da yer almayan hükümler koymasıdır ki buna da teşri’ denir.
*Ancak Allah’ın verdiği yetkiye dayanarak Hz.Peygamber Kuran’ın boş bıraktığı alanlarda hüküm koyabilir.Buna göre Allah mutlak manada şari Hz.Peygamber de mecazi anlamda şari denebilir.


b.Sünnetin Kaynağı ve Değeri
ba.Kaynağı
*Bazı alimler sünnet de Kuran gibi vahiy kaynaklıdır demiştir.Bazı alimler de Hz.Peygamber’in kendi çevresinden elde ettiği bilgi birikimi ve tecrübesiyle Kuran’la ilgili yaptığı yorumların bir ürünüdür demişlerdir.
*İbn Hibban(354) ve İbn Hazm(456) gibi alimler sünnetin tamamını vahiy kaynaklı kabul etmişlerdir.Bu görüşün günümüzdeki temsilcileri Afzalur Rahman ,Muhammed Taqi Usmanî,Muhammed Hamidullah’tır.
*Kuran dışı vahyi sünnetin tamamına teşmil etmek pek isabetli bir görüş değildir.O halde bu konuda söylenecek en doğru söz Kuran dışındaki vahyin belli konularla sınırlı olduğunu belirtmek ve vahiy dışında kalan kısmın Hz.Peygamber’in içtihadı olduğunu kabul etmektir.
*Bu anlayış neticesinde Kuran vahyi
 1-vahyi metluvv veya vahyi celi

 2-vahyi gayri metluvv veya vahyi hafi
olarak ikiye ayrılır.

bb.Değeri
*Kaynak itibariyle Kuran’la arasında bir fark gözetilmemiştir.
*Kuran’ın boş bıraktığı hükümleri Hz.Peygamber tamamlamıştır.Eğer bir hata yapacak olsa yine Allah tarafından uyarılmıştır.

 

B.Sahabe Tefsiri
*Arap dilinin üslup ve inceliklerini,Arap örf ve adetlerini çok iyi biliyorlardı.
*Eski medeniyetlerin ve felsefi akımları etkisinden uzak oldukları için zihinleri berrak ve dilleri fasihti.

1.Yaklaşım Yöntemi
a.Rivayet Taraftarları
*Müteşabih ayetler konusnda çekingen davranarak rey ile tefsire karşı çıkmışlardır.
*Mübhem,mutlak,mücmel,müteşabih ayetleri açıklama hususunda çekingen davranmışlardır.
*Bu sahabelerin müracaat ettiği kaynaklar
-Kuran

-Sünnet

-Esbab-ı nüzul

-Nasih Mensuh
-Arap şiiri
-Ehl-i kitap nakilleri

b.Rey Taraftarları
*Bu sahabeler bir ayeti tefsir ederken öncelikle rivayet tefsir kaynaklarına müracaat ediyorlar eğer aradıklarını bulamazlarsa kendi re’yleriyle tefsir ediyorlardı.

2.Bağlayıcılığı
*Sahabe sözleri merfu hadis hükmündedir veya mevkuf haberdir.
*İslam alimlerinin çoğunluğu merfu hadisleri delil kabul eder.Çünkü bunlar sahabenin müşahede ve semâına (görme ve işitme) dayanır.
*Mevkuf haberlerde ise ihtilaf vardır.Çünkü bunlar sahabenin bilgi birikimine dayanan ve ictihadın mümkün olduğu alanlara ait haberlerdir.

3.Genel Özellikleri
*Kuranı baştan sona tefsir etmemişlerdir.Yaptıkları açıklamalar yalnız garip,mübhem,müşkil ve mücmel lafızlarla sınırlıydı.
*Yöntemleri ayeti ayetle,sünnetle ve esbab-ı nüzul ile açıklamaktı.
*Sahabeler arasında zaman zaman bir kısım ihtilaflar çıkmıştı ama bunlar tezat ihtilafı değil tenevvü ihtilafı idi.
*Ahkam ayetlerini geniş bi tahlile tabi tutarak hüküm istinbatında bulunmamışlardır.
*Henüz bu dönemde tefsir tedvin edilmemişti,beyanlar şifahi nakil yoluyla devam ediyordu.

4.Meşhur Sahabe Müfessirler
*Abdullah B.Abbas  *hz.Ebubekir
*Abdullah b.Mesud *hz.Ömer
*Ubeyy b.Kab             *hz.Osman
*hz.Ali

C.Tabiun Tefsiri
*Bazen son şık da olsa ehli kitap görüşlerine yer vermişlerdir.
*tefsir medreseleri açılmıştır. Nedeni :
-ihtilafların artması
-mensubu olduğu görüşü savunmak için Kuran’dan referans alma çabaları
-bir takım yanlış ve bozuk te’villerin ortaya çıkması

a.Mekke Medresesi
Abdullah b. Abbas (ilim denizi/tercümanul Kur’an)
*Mücahid b.Cebr (akla en çok önem veren,rey)
*İkrime
*Said b.Cübeyr
*Tavus b.Keysan

*Ata b.Ebi Rebah

 

b.Medine Medresesi
Ubeyy b.Kab
*Ebul Aliye
*Muhammed b.Kab el Kurazi
*Zeyd b.Eslem

 

c.Kufe Medresesi
Abdullah b. Mesud
*Alkame b.Kays
*Mesruk b.el Ecda
*Mürretül Hemedani
*Hasan el Basri
*Katade b. Daime

d.Mevali Müfessirler

*Hata yapma konusunda tabiuna güven tam olmadığında kaynak kabul etmeyenlerle ; tefsirleri sahabeden aldıkları görüşü ile kaynak kabul edenler ve icma ile ittifak edilenlerin kabulunun ; ittifak edilmeyenlerin lugat ilmine havale etmeyi kabul edenler olarak  ayrı görüşlere sahiptir (alimler)
*İctihad edilmiş bilgileri almak vaciptir.Fakat ictihad mümkün olmadığında da (mugayyebat) alınmalıdır.

Tabiun Dönemi Özellikleri:
*Sahabe döneminde belli ayetler tefsir edilirken tabiun döneminde tüm Kuran tefsir edilmiştir.
*Bir yandan ayetler ayetle tefsir edilirken bir yandan da ortaya konan görüş ve iddiaların temellendirilmesi için kelime tahlili yapılmış.

*Geniş fıkhî izahlar,ayetlerden istinbad istidlal yoluyla çıkartılan hükümler ve tarihi bilgiler de yer almıştır.
*Şiirlerle bazı garip kelimelerin istişhad metoduyla şerhi ve izahı gerçekleşmiştir.
*Kuranda geçen bazı kıssaları açıklayabilmek için Ehli Kitaba başvurmuşlardır.
*Tefsir henüz tedvin edilmemiştir.

II.TEFSİRİN TEDVİNİ (Yazılı Nakil Dönemi)

*Tebei tabiin döneminde yavaş yavaş tedvin asrına girilmiştir.

Tedvinin daha önce başlamama nedenleri :

*Sahabelerin Kuran’dan başka bir şeyin yazımıyla meşgul olmamaları
*Kuranın ilk muhataplarının ümmi bir toplum olması

*İlk muhatap toplumun yazıdan ziyade hafızalarına güvenmeleri
*Yazı malzemelerindeki zorluk ve sıkıntılar
*ilk zamanlar tefsir müstakil kitap olabilecek kadar hacimli değildi.muhaddisler hadisleri tedvin amaçlı beldeleri dolaşırken tefsirle ilgili merfu ve maktu haberleri toplamışlardır.Yani ilk olarak hadisin bir şubesi olarak ele alınmıştır.
*Yezid b. Harun esSülemi

*Şube b.elHaccac
*Süfyan esSevri

*Kısa bir zaman sonra mevcut olmayan hadiselerin yaşanması insan tefekkürünün gelişmesi sonucu akli (ictihadi) tefsir de ortaya çıkmıştı.Akli efsirir de muhafaza etmek için müstakil tevile başlandı.Kuran2ı sure tertibine göre ilk tefsir eden şahıs Mukatil b. Süleyman’dır.

Tedvin Döneminin ilk Müfessirleri ve Eserleri

*Mukatil b. Süleyman – Et Tefsirul Kebir
*Süfyanus Sevri – Tefsirus Sevri
*Yahya b. Sellam – Tefsiru Yahya
*Ferra –Meanil Kuran
*Ebu Ubeyde – Mecazul Kuran
* Abdürrezzak b. Hamam – Tefsir

Tedvin Dönemi Tefsir Özellikleri :

*Dil bilimsel tefsirlerdir.
*Garib,müşkil,mübhem kelimelerin arap şiirindeki ve etimolojik alandaki anlamlarına ve formlarına yer verilmiştir.Arap şiiriyle istişhadda bulunulmuştur.

*Kuran’ın her ayetine yer verilmemiştir.

*Hicri 4.Asırdan sonra geniş hacimli rivayet ve dirayet tefsirleri oluşmuştur.

TEFSİR ÇEŞİTLERİ

 

I.MEVZİİ TEFSİR (Parçacı)

*Herhangi bir müfessirin Kurandaki sure sıralamasını esas alarak her ayeti,mevcut tertibe göre birer birer açıklamasıdır.Tebei Tabiin döneminde önceki dönem tefsirinin üzerine eklemelerle başlamıştır.


*Olumsuzlukları:
-Global bir dünya görüşünü ortaya koymaması
-Ayrıntılı ve bazen de gereksiz bilgilerle (israiliyyat) okuyucunun kafasını karıştırması

-Günümüz insanının ihtiyaçlarıyla çok ta fazla ilgi kuramaması

*Olumlu Yanları:
-O dönemin tarihini, edebiyatını ,klasik müfessirlerin görüşlerini edinmemizde yardımcı olması

A.İcmali Tefsir
*İlk olarak sözcüklerin lugat anlamları ikinci olarak terim anlamları ele alınmıştır.
*Daha sonra nassın ifade ettiği anlamı ve nassın bulunduğu konunun siyak-sibak ilişkisinden bahseder.

-Süfyanus Sevri
-Yahya b . Selam
-Yahya b. Ziyad el Ferra
-Ebu Ubeyde Ma’mer b. El Müsenna
-Celaluddin el mahalli

-Celaluddin es Suyuti

B.Tafsili Tefsir
*Kuran’ın asıl maksadını ortaya koyarak ruhları cezbetmek suretiyle Kuran’ın kılavuzluğunu ,prensiplerini ve Allah’ın Kuran da insanlar için koymuş olduğu kanunların hikmetini ortaya çıkarmayı hedefleyen tefsirdir . (Bkz :Gai Anlam)
 
1.Rivayet Tefsiri (et Tefsir bi’l Me’sur)
*Nesai-Tefsirun Nesai

*Suyuti-Ed Durrul Mensur

Özellikleri :
-Aslolan rivayet tefsiridir.Dirayet tefsiri hep bir altyapı ister.
-Bu tefsiri uygulayan müfessirler bazen kendi tercihlerini kullanmışlardır.
-Müfessirlerin bazı uydurma haberleri zikretmeleri ve haberlerdeki isnad zincirini hazfetmeleri tefsirde israiliyyata yer vermeleri gibi nedenlerden dolayı güvensizlik oluşmuştur. Bunlar rivayet tefsirinin zaaflarıdır.

*Taberi-Camiul Beyan an Tevil ul Kuran
*Begavi Mealimut Tenzil
*İbn Atiyye El Endülüsi
*İbnül Cevzi-Zadul Mesir
*İbn Kesir – Tefsirul Kuranil Azim
*Suyuti – Ed Durul Mensur

2.Dirayet Tefsiri
*Müfessirin yalnızca rivayete bağlı kalmayıp dil,edebiyat,çeşitli ilimler yanında kendi bilgi birikimi ve re’yine dayanarak yaptığı tefsirdir.

*Aklî tefsir de denir.
*Müfessirin dış dünyada yer alan ve yaşanan gerçekliğe uygun hareket etmesi , aklileştirme ise bu olaya aykırı davranması demektir.Bu yüzden Kurani nasları aklileştirme kabul edilemez.
* Yaşanan gerçeklik ; tabii olgular,bilimsel veriler,kültürel verilerden ibarettir.

Dirayet Tefsirini Caiz Görmeyenlerin Delilleri :
*Zan ifade eder,kesinlik anlatmaz.Kesin bilgi olmadan Allah hakkında konuşmak haramdır.
*Bir çok sahabe ve tabiun dirayetten kaçınmıştır.
*”Kuranı kendi görüşüne göre tefsir eden kimse cehennemdeki yerini hazırlasın “(Tirmizi )
*Kim Kuran hakkında bir şey söylerse isabet etse bile hata etmiş olur (Tirmizi)
Caiz Görenlerin Delilleri :
*Bazı sahabeler dirayetle tefsire kalkışmamıştır. Peygamberimiz Muaz b Cebel ‘i Yemen’e vali olarak gönderirken neye göre hüküm vereceğini sorduğunda Kuran ve sünnet demiş tekrar sorulması üzerine “reyimle ictihad ederim” cevabını vermiştir
*”Allah kimseye gücünden fazla sorumluluk yüklemez” ayetinde kendi bilgi ve tecrübesi kadar sorumluluk taşımak kastedilmiştir.

*Zemahşeri- elKeşşaf
*Razi – Mefatihul Gayb
*Beyzavi- EnvarutTenzil
*Nesefi-Medarikut Tenzil
*Şirbini – Es Siracul Münir
*EbusSuud – İrşadul Aklis Selim
*Elmalılı Hamdi Yazır-Hak Dini Kuran Dili

 

II.MEVZUİ TEFSİR (Konulu)

*Kuranın bütününü veya ondaki herhangi bir meseleyi araştırma konusu yaparak ayetleri nüzul tarihine göre sıralayıp incelemek suretiyle Kuran’ın bakış açısını tespit etmektir.
-konuyla ilgili naslar tespit edilerek o konuyla ilgili Kuran ın bakış açısının tespiti
-ayetlerin nüzul sırasına göre incelenmesi

Yöntemi:
*konunun sınırlarının ve hedefinin belirlenmesi
*ayetlerin tespit edilmesi
*nasların tarihi bağlantısını oluşturmak

*esbab-ı nüzul

*siyak-sibak ilişkisi

*sünnetten ve geçmiş kültürlerden istifade (beyan-teşri)

*sahabe,tabiun,tebei tabiun düşünce ve sözleri

 

Önemi ve Faydaları :
-Derinlik ve kapsamlılık daha pratik sağlanır

-Problemlere Kuranî perspektiften bakarak çözmek kolaylaşır
-Yenilenen ihtiyaçları karşılamada çağımız insanına Kuran’dan istifadesi açısından güvenilirdir

-Kuran’ın çok daha sağlıklı şekilde anlaşılmasını sağlar.

 

TARİHTEN GÜNÜMÜZE TEFSİR EKOLLERİ

I.MEZHEBİ TEFSİR EKOLÜ
*Belli bir usül ve yöntemle naslardan hükümler çıkarıp oluşturulan inanç sistemlerine mezhep adı verilir.
Sözü edilen tefsir bu inanç sistemlerinin üzerine bina edilmiştir.

A.Ehli Sünnet Tefsiri
*Ebu Hanifenin ardından İmam Malik ve İmam Şafii gibi alimler muhafazakar bir akide sistemini oluşturarak Sünni kelamın oluşmasına yardımcı olmuşlardır.
*Ehli Sünnet kelamı Eşariyye ve Maturidiyye ekolleri tarafından sistemleştirilerek hicri 4.YY’dan itibaren İslam dünyasının bir çok yerinde mezhep haline gelmiştir.

*İmam Maturidi –Tevilatul Kuran

*Ebul Hasen El Eşari

B.Mutezile Tefsiri

*Vasıl b. Ata

*Emeviler döneminde ortaya çıkmakla birlikte,onun kendi yöntem ve fikirleriyle İslam düşüncesine ivme kazandırması Abbasiler dönemine rastlamaktadır.
*İnanç sistemlerinde usul-i hamse ‘dir : tevhid,adalet,
va’d vaid,el Menzile beynel Menzileteyn,emri bil maruf nehyi anil münker
*Tefsir ederken metni ilk olarak belagat açısından tevile tabi tutmuşlar sonra mecaza yönelerek tevil etmişlerdir.

*Ebu Müslim Muhammed b. Bahr el Isfahani – Camiut Tevil li muhkemit tenzil
*Ali b. Et Tahir eş Şerif el Murtada – Gurerul Fevaid ve Durerul kavaif

*Zemahşeri – el Keşşaf

 

C.Şia Tefsiri
*Batini tevillere gereğinden fazla önem vermişlerdir.

D.Harici Tefsiri
*Kuran lafzına tavizsiz sarılan bir gruptur.
*Amel imandan bir cüzdür demişlerdir.
*Allahın sıfatları ve kuranın mahlukiyeti konusunda mutezile gibi düşünür.
*Büyük günah işleyenler ebediyen cehennemde kalacak demişlerdir.

III.İŞARİ TEFSİR EKOLÜ
*Yalnız tasavvuf erbabına açılan bir takım gizli anlamlar ve işaretler yoluyla Kuran’ı açılamaktır.Sufinin kendi düşünceleriyle değil bulunduğu makamda kalbine ilka edilen ilhamlarla elde edilir.

Makbul Olmasının Şartları :
*Batini mana lafzın zahirine ters düşmemelidir.
*Batini anlamı destekleyen başka nas veya açık delilin olması gerekir.
*Batini manaya muhalif bir şeri veya akli bir karine bulunmamalıdır.

*Hasan el Basri * Caferi Sadık *Abdullah b. Mübarek

*ebi Abdurrahman es Sülemi-Hakikatut Tefsir ile tamamen sistemleşmiştir.

*Gazali – İhyau Ulumid Din

*Muhyiddin Arabi –Cevahirul Kuran

 

III.FIKHİ TEFSİR EKOLÜ

 

*Ahkam ayetlerini açıklığa kavuşturarak insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu sunma amacıyla yapılan tefsirlerdir.

*Ahkamın açıkça ifade edildiği ayetler ( Bakara ,Nisa,Maide,Enam)

*Doğrudan doğruya hüküm ifade etmeyen , istinbad yoluyla hüküm çıkarılabilen ayetler

-kendi arasında başka bir nassa ihtiyaç olmalı

-başka bir ya da daha fazla nass yardımıyla

(kitap,sünnet,icma,kıyas,şerru men kablena,sahabe kavilleri,örf,istihsan,istihab,maslahat,Seddi zerai..)kaynaklarıdır.

Şer’u men kablena: Geçmiş şeraitlerle ilgili bir hükmün zikredilip onun devamı hakkında bir şey söylenmemesi

İstihsan : Müctehidin herhangi bir meselede önceden verilmiş hükmü delile dayandırarak yeni bi hüküm ortaya katması
İstishab: Geçmişte sabit olan hüküm hakkında yeni bir değiştirici delil olmadan devamlılığı sürdürmektir

Maslahat: Menfaati celb mefsedeti def etmek demektir

Seddi Zerai : İnsanı kötülüğe götüren yolların kapatılması

 

*Şafii ,Tahavi , Cassas, El Kıya El Herrasi , Ebu Bekr İbnul Arabi – Ahkamul Kuran

 

IV. İLMİ TEFSİR EKOLÜ

*İnsanların dikkatini çekerek ibret alamlarını sağlamak ,insanların imanını arttırmak amacıyla yazılan tefsirfir.
*Dirayet tefsirinin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. (Gazali,Razi,Ebul Fadıl El Mursi,Suyuti)

 

V.İCTİMAİ TEFSİR EKOLÜ
*Kurani nasları yeni bir anlayışla ele alarak çoğu toplumsal sorunları nasların ışığı altında çözümlemeyi hedefleyen tefsir çeşididir.Taklidi terk ederek ve tefsiri donukluk,kuruluktan kurtararak ortaya çıkan problemlere yeni çözümler üretir.
*19. Asrın son çeyreğinde Muhammed Abduh’un Ezher’deki hocalığı sırasında uyguladığı yöntemdir.
*”modern mutezile ekolü” olarak da adlandırılmıştır.

*Reşid Rıza

*Ahmed Mustafa Meraği
*Seyyid Kutub

 

Olumlu Eleştiriler :

-Taklidi şiddetle eleştirmesi

-Ekol mensuplarının israiliyyata karşı savaş açması

-Kuran’ı mezhepler için bi vasıta olmaktan çıkarmaları

-Bilimsel nazariyelerin Kuranla bağlantısı üzerinde durmaları

-lüzumsuz bilgilere dalmamaları

-bidat ve hurafelere yer vermeden toplumsal meseleleri açıklamaları


Olumsuz Eleştiriler :

-Akla gereğinden fazla önem vermeleri

-Sahihayndaki bazı hadisleri kabul etmemeleri

-Ahad haberleri delil kabul etmemeleri

-Aşırı tevile giderek Kuran bütünlüğüne zarar vermeleri

 

VI.MODERNİST TEFSİR EKOLÜ
*Kuran2ın bütün zamanlarda geçerli olduğunu iddia ederek onu yaşanılan döneme uygun yöntemlerle açıklamak demektir.
-klasik modernist

-neo İslam modernizmi

 

1.Klasik Modernist Tefsir
*Seyyid Ahmed Han

*Seyyid Emir Ali

*Muhammed Ebu Zeyd

2.Çağdaş Modernist Tefsir

*FazlurRahman

*Roger Garaudy

*Muhammed Arkaoun

*Hasan Hanefi

 

Kuran’ı Tarihselci Okumanın İmkanı
*tarihselci okuma (hermenötikçi) yorum bilim demektir.
* dine ve onun kurallarına olan güvensizliği beraberinde getirir.
*mucize olan Kuran’ı Kerimi metin bağlamının dışına çıkarmak gibi bir probleme zemin hazırlar.
*Hükümlerde  cezayı keyfiyen yorumlamaya gitmek sonucunu çıkarabilir.

*Kuranı tarihsel bi kitap olarak değerlendirmek onun evrenselliğini görmezden gelmeye çalışmaktır. Çoğunluk teşkil eden nasları mahalli-yerel naslara feda etmek demektir.
*Ahkamın değiştirilmesinde nasların mantık ve mefhumu arasında irtibat kurulmalıdır.Eğer irtibat olmazsa nasların zahiri ve batını arasında uyum olmaz.Bu uyum yoksa bir keyfiyet var demektir.Keyfiliğe dayanan bir yorum neticesinde de dinden eser kalmaz.


0 Yorum - Yorum Yaz


 I.            HUKUK

A – KELİME MÂNÂSI:

Hukuk Türkçeye Arapçadan geçmiş ve “hak” kelimesinin çoğuludur ve üç çeşit manaları vardır:

1.       Bir söz, iş veya hareketi doğru, uygun yerinde ve yaraşır demektir. Ve bunları zihnimizde bir terazi varmış gibi tartıp değerlendirdiğimiz manada “kaide-hukuk”tan bahsedilir.

Böylece hak fikrinde onun manevi temelini teşkil eden bir duygu vardır, bir ideal vardır. Bu manada “ideal-hukuk” ve ”tabii hukuk”tan bahsedilir.

Kaide ve ideal hukuk ise “objektif hukuk”tur.

2.       Bir diğer manası salahiyet ve iktidardır – Mülk hakkı, alacak hakkı, velayet ve vesayet. Bu manadaki haklara da “sübjektif hak” ve “selahiyet hak” denir.

3.       Bir manasıyla da ictimai illimler zümresine giren bir ilmi ifade eder.

1.       Hukuk’un Tarifi

“Cemiyette nizam tesis eden ve müeyyidesini amme vicdanının reaksiyonunda ve bu reaksiyona tercüman olan devletin maddi icbar kuvvetinde bulan kaideler manzumesidir.”

 II.            FIKIH 

A – MÂNASI:

Bir şeyi en derininde anlamak ve kavramak ayrıca; söyleyenin maksadını da içine almasıdır.

MÜSLÜMANLARIN HAYATINDA FIKHIN YERİ VE ÖNEMİ:

§  İslam ümmetinin bir araya gelmesini teşkil eden müessesedir.

§  Allah ile kul arasındaki şahsi ilişkiyi düzenler.

§  İslamın ibadatıyla ilgili hükümleri açıklar.

§  Toplumun ahlak ve düzenine el atmış, onu iyileştirmek için gerekli tedbirleri almış, düzenlemeleri yapmış.

§  Savaş ve Barış’ta tutulacak yolu, düzeni bozanlara karşı tedbirleri ve cezaları açıklamıştır.

 

III – İSLÂM’IN DOĞUŞU SIRALARINDA YAŞAYAN

HUKUK SİSTEMLERİ 

 İRAN HUKUKU

 

§  Medeni ve Ceza hukukuna bağlıdır.

§  Fiili tecavüzde kırbaç cezası vardır. Kırbaç, tazminat ödenerek satın alınabilir.

§  Aile içerisinde Mutlak hâkimiyet vardır.

§  Evlat edinme cari idi. Savaşçılar arasında kardeşlik akdi de yapılırdı.

§  Vergiye tabi idiler.

§  Alış veriş ve akitlerde kefil istenirdi.

§  Ceza intikam esasına dayanır, ağırdır ve şahsi değildir.

ROMA HUKUKU

§  Eski hukuk devrinde cezai hükümler çoktu.

§  Prenslik devrinde Roma cemiyetini korumak için evlenmeyi teşvik, köle azat etmeyi meneden kanunlar çıkmıştır. Hukuk Alimleri yetişmiş ve eserler vücuda getirilmiştir.

Roma Hukuku iki sisteme ayrılır:

§  Medeni Hukuk: Romanın asıl hukuk sistemidir ve sadece Romalı vatandaşları bünyesine alır.

§  Kavimler Hukuku: Diğer milletler için ve bunlar hukuk dışı kabul edilirler.

 

Roma Hukukunun dünya hukukuna tesiri tedrisat ile olmuştur. Talebeler yetiştirildi Roma hukukuyla ve bu talebeler kendi memleketlerinde hâkim olup tatbik ederlerdi.

 İSRAİL HUKUKU

Kaynakları iki devreye ayrılır:

1. Devre:              Mukaddes kitabın birkaç bölümü.

2. Devre:              Yahudi alimleri ve hahamlarının tefsir ve ictihadları ikinci bir kaynak olarak bilinmiştir ve buna ise Talmud adı verilmiştir.

CAHİLİYE DEVRİ ARAP HUKUKU

§  İctimai durumlarında bedeviliğin, kabileciliğin ve gezginciliğin hâkimiyeti vardır. Böylece Araplar büyük milletler olmuşlar.

§  İctimai, iktisadi ve siyasi durum İslam öncesi Arapların hukuki hayatlarına tesir etmiştir.

§  Arapların umumi bir hükümetleri yoktu ve teşri ile kaza mercii de yoktur. Anlaşmazlık söz konusu olduğunda kabile başkanına başvururlardı.

YABANCI HUKUKLARIN İSLÂM HUKUKUNA TESİRİ

§  Yabancı araştırmacılara göre İslam hukukunun orijinal vahiy kaynaklı kendi dinamizmi içinde gelişmiş bir hukuk sistemi olduğunu belirtmişlerdir.

§  İslam hukuku, hüküm sürdüğü ülkelerin bazı amme hukuku kaidelerini ve müesseselerini almıştır, çünkü adalet, amme menfaati ve zaruret çerçevesinde İslam hukukuna uygun bulunmaktadır.

§  Hz. Peygamber Arapların örflerini İslam’a uygunsa kabul etmiştir, uygunluğu olmadıysa onu tadil etmiştir, bunu da yapamadıysa hepten terk etmiştir.

§  İslam hukukunun diğer hukuklardan etkilenme iddiasına geldiğimizde bunu kemmiyet olarak değil de te’sir ve şümulü bakımından ele alınması gereklidir.

Hz. Peygamber Devri

Bu devre icinde vahye dayanan teşri faaliyeti tamamlanmis ve sonraki devirlere temel teskil etmistir.

Mekke devri

Mekke`de fikih hükümleri hem azdir, hem de umumi ve külli bir karakter arzetmektedir.

Medine devri

Medine islam devletinin yeni merkezi olmustur. Böylece bu genc devletin toplumsal hayatini ve siyasetini düzenleyen kaidelere ihtiyac vardi. Bu baglamda Teşri bu alanlara yönelerek bir düzenleme ortaya koymustur.  Bu devrin fikhi özellikleri sunlardir:

a)       Tedricilik:  Kur`an bir anda indirilmemistir. Islam`in binasi basamak basamak tamamlanirken daha kolayca anlasilmasi saglanmistir.

b)       Kolaylik: Kur`an da Allah`in güclük cikarmak istemedigi, kolaylik ve hafiflik istedigi acikca ifade edilmistir. Rasulullah ( S.A.V) „Kolaylastirin, zorlastirmayin, sevdirin, nefret ettirmeyin“ buyurmustur.

c)       Nesih: Nesih daha sonra gelen bir hükmün önceki hükmü kaldirmasi manasina gelmektedir. Nesih sünni cogunluk tarafindan kabul edilmistir.Suyuti gibi alimler nesih ayetlerin sayisini 20 ye cikarmistir. Fakat nesih ancak Rasulullah hayatta iken söz konusu olabilecek bir olaydir.

Hz. Peygamber ve Ashabin ictihadi

Rasulullah`in ictihad edip etmemesi tartisilmistir. Bazilarina göre onun dedigi hersey vahye dayanir ve böylece ictihada ihtiyac yoktur. Diger bir kisim alimlere göre ise Sünnetin bir kismi hem manasi hem de sözleri ile Rasulullaha aittir, yani onun ictihadidir.

Mesela: Bedir savasinda alinan esirlere yapilacak muamele hakkinda bir vahiy gelmemisti. Hz. Peygamber meseleyi ashabiyle istisare etti. Hz. Ebu Bekirin fidye karsiliginda serbest birakilmalari fikrini kabul etmistir. Fakat bu ictihadin hatali olduguna dair ayet inmistir.

Ashabin ictihadina dair misal: Yolculukta su bulamayan iki sahabi teyemmüm ederek namazlarini kildilar. Biraz gidip su bulunca, birisi abdest alip namazi yeniden kildi. digeri ise yeniden kilmadi. Rasulullah ise ikisinin tavrini tasvip etmistir.

SAHABE DEVRI

``Ashabim Yildizlar Gibidir, Hangisini Izlerseniz Dogru Yolu Bulursunuz`` Hadis-i Serif

HULEFA-I RASIDIN DEVRI:

1.       Devre Umumi bakis:

·         Bu devir Hz.Ebu Bekir in Halife olmasi (11/632) ile baslar ve Hz.Hasan in Hilafeti Hz. Muaviye ye devr etmesi ile sona erer

·         Hz. Ebu Bekir fetihlere baslamis, Hz.Ömer devam etmis ve Hz.Osman genisletmistir.

·         Hz. Osmanin Sehid edilmesi Hz.Ali halife olmus, lakin Hz.Muaviye ona biat etmemistir, bu olaylar neticesinde olumsuz olaylar zuhur etmistir.

·         HAKEM olayindan sonra Hz. Aliyi tutanlar 1.Hariciler, 2. Siá 3.CUMHUR olmak üzere üc gruba ayrilmistir.

·         CUMHUR: gercek Islam anlayisini temsil eden Müslümanlar

2.       Hüküm Kaynaklari:

·         Önce KURAN sonra SÜNNET ve bu ikisinde bulamazlar ise REY ICTIHADINA basvuruyorlardi,

·         Istisareye, Sura Ictihadina basvuruyorlar, ICMA

·         Bu devirde REY: Kitap ve Sünnetin aciklamadigi hükümleri, naslarin ve Islami prensiplerin isigi altinda hükme baglamaktir.

·         `` Istihsan, istislah, kiyas vs.`` gibi metodlar bu devirde REY ismi altinda uygulaniyordu.

3.       Ictihad ve Ifta Bakimindan Sahabe:

·         Sahabeleri iki gruba ayirmak gerekir:

o     1.) Nasllar hakkinda yeterli bilgiye sahip, hadiselere uygulamada anlayis ve yorum kabiliyeti olan Sahabelerdir ki bunlar süphesiz Muctehid Sahbelerdir.

o    2.) bunlarda kendi icinde 2 gruba ayrilir:

§  1. Nasslara dair bilgisi var, ama anlayis ve yorumlama kaabiliyetleri bakimindan eksiktir.

§  2. her iki bakimdan da eksik kaabiliyetlere sahip olanlardir.

o    Verdikleri fetva sayisi bakimindan Sahabe fukahasi 3 gruba ayrilir:

1.        YEDI FAKIH:Ömer,Ali,Ibn Mesud,Ibn Ömer, Ibn Abbas (en cok),Zeyd b.Sabit, Aise, r.a., bu zatlarin her birinin verdigi fetva birer büyük cilt kitaba konu olacak niteliktedir.

2.       20 SAHABE: bunlarin her birinin verdigi fetva bir kücük cilt olacak niteliktedir

3.       120 kadar SAHABE: verdikleri fetvalarin tamami bir cilda sigacak kadardir.

4.Sahabe devrinde Hüküm ve Ictihad PRENSIPLERI

o    A.)Sahabe istihadin kapisini acmis ve bunu tesvik etmistir.

o    B.)Sahabe vardiklari hükümleri kesin telakki etmemis, Kuran ve Sunnete nisbet eylememis, Kuran ve Sünnete dayanan hükümlerden Ayirm konusunda son derece titizlik göstermislerdir..

o    C.)  bu devirde Nazari Ictihad ve Tesri faaliyetleri baslamamistir.vukkuundan önce hadisenin hükmü ile mesgul olunmaz.

o    D.) Zamani ve Hüküm illetlerinin degismesi ile Hükümleri de degistirmislerdir

o    E.)Kuran ve Sünnetin mesru kildigi hükümleri kötü neticelerin önlenmesi icin yasaklamislardir

o    F.) Mesru nizami korumak ve Hukuku muhafaza etmek icin bazi nasslarin zahirini terketmis veya tahsis ve genellestirme yoluna gitmislerdir.

o    G.) bazi hadiseler Hz.Peygamber zamaninda vukuu bulanlara benzetilmis, daha önce benzeri gecmemis bazi hükümleri ise ``hayirli, iyi ve maslahattir`` diyerek benimsemislerdir.

5.Sahabe Devrinde Ihtilaf

1.       Fetihler ve cesitli vazifeler sebebiyle Medine´den uzakta bulunan sahabinin kendileri yok iken vahyedilen nasslari bilmemeleri.

2.       Hadisi saglam bir kaynaktan elde etmemis olmamalri.

3.       Farkli anlamarli.

4.       Yanilma veya unutmalari

5.       Birbirlerine aykiri görünen Nas ve Hükümleri cesitli sekillerde telif etmeleri

6.       Sahabe Fukahasi

Hz.Ebu Bekir SIDDIK(h.önce 51-h.sonra 13/ 573-634) –ILK MUSLUMAN ERKEK-

Hz.Ömer (h.ö. 40-h.s. 23/ 584 644)-Emir ül Muminin

Hz. Osman b. Affan. (h.ö 47/577 Mekke h.s. 35/656 Medinede sehid edildi 

 Hz. Ali b. Ebi-talib (h.ö 23/600 Mekke – h.s.40/ 661 kufe) 

Abdurrahman b. Avf (h.ö. 44/580- h.s. 32/652) 

Abdullah b. Mesud (v.32/ 653)        Zeyd b. Sabit (v.45/655)   Muaz b. Cebel (18/639)

Ubeyy b. Ka'b (v. 21/642  Ebu- Musa el Es'ari (v. 44/665)       Ebu'd-Derda uveymir b. Amir (v.32/652)

Ubade b. Es-Samit (v. 34/654)        Ammar b. Yasir (v.37/657                Huzeyfe b. el-Yeman (v. 36/ 656)  Ebu Zerr el- Gifari (v. 32 / 652                Selman el-Farisi (v.36/ 656)             Ebu-Ubeyde b. el-Cerrah (v.18/639)

Ebu Said el- Hudri (v. 74/ 693         Ummu-Seleme ( v. 62/681               Aise bt. Ebu Bekir ( v.58/678)

Abdullah b. Abbas (v.68/687)

EMEVILER DEVRI

Hz. Hasen’in Islam birligini yeniden saglamak ve ic savasi onlemek icin Muaviye namina –bazi sartlarla- hilafetten feragat etmesiyle hulefa-I râsidîn devri sonra erer ve yeni devir 132/750 yilina kadar devam eder.

Emevilerin zamani icerde isyan ve karisiklarla mucadele, disarda ise yeni ulkeler fethetmekle gecmistir.

ABBÂSÎlER DEVRINDE FIKIH:

-Fikhin Genislemesi ve Gelismesi:

            Bu devirde fıkhın sâhası genislemis, fikih inkisaf etmistir. Süphesiz bu tekâmülün bazi âmilleri vardir:

     a)   Abbâsîlerin, davranis ve hükümlerini dine dayandirma arzulari.

     b)   Fukahânin hükümlere kaynak ararken tuttuklari yol, böylece melzeme cogaliyordu.

     c)   Rey fakihlerinin sâdece meydana gelmis hâdiselerle iktifa etmeyip farazî mesial üzerinde ictihad etmeleri. Bu yolu ilk acan Irak fukahâsidir.

    d)   Islâm ülkesinin genislemesi, cesitli milletlerin Islâm’a girmesi. Her millet ve        cografyanin kendine göre âdet, teâmül ve sartlari oldugundan fukahâ bunlar üzerinde düsünmüs, bazilarini Kabul, bir kisminii red, bir kismini da ta’dîl ederek Islâm’a dahil etmislerdir.

Ictihad Hürriyet ve Mezheblerin Dogusu:

Bu devre de, bundan önceki gibi ictihad hürriyetinin hakim oldugu devredir. Ilmî kudreti olan her müslümanin önünde ictihadin kapilari ardina kadar aciktir. Ilmî kudreti ictihad icin kâfi gelmeyenler icin de istedigi müctehidden faydalanma, sorma ve ona tâbi olma hürriyet vardir.

Icinde bulundugumuz devirde, asagidaki sebepler, muayyen mezheblerin dogmasi sonucunu yolacmistir.

a)       Bu asir muctehidlerinin fikhin butun konularini ictihad alanlarina dahil etmeleri.

b)       Bir muctehidin konulardaki ictihadlarinin kolayca ogrenilmesi imkaninin dogmasi.

c)       Fikih mekteperinin dogmasi.

d)       Munakasa ve munazaralarin, muctehidlere mahsus usul ve kaidelerin; yani usul-i fikhin dogmasina ve telif edilmesine sebep olmasi.

E- SON DEVİR FUKAHÂSI:
Bu devirde, İslâm dünyasında pek çok fıkıh bilgini yaşamış ve yaşamaktadır. Burada şahsiyet ve eserleriyle en önemli olanları ele alacağız.
1- El-Leknevî:

2- El-Mercânî:

3- Kadri Paşa

4- Sıddık Hasan Han:

5- Ömer Hilmi:

6- Cevdet Paşa:

7 ve 8- el-Azîmâbâdî:

9- Muhammed Abduh:

10- el-Kaasimî:

11- el-Hudarî:

12- Ali Haydar Efendi:

13- Reşîd Rızâ:

14- Elmalılı Hamdi Efendi:

 


0 Yorum - Yorum Yaz


 Hadisin Tarihi Gelişimi:

îslamiyeti tebliğ etmeye başladığından itibaren Hz. Peygamberin özellikle dinle ilgili söz ve fiilleri müminler tarafından dikkatli bir şekilde izlenmiş, öğrenilmiş, uygulanmış ve başkalarına da aktarılmaya çalışılmıştır.

•  Kuran'da, Hz. Peygambere itaat ve onu örnek alma konusunda yapılan vurgu doğrultusunda Hz. Peygamberin arkadaşlarının ona samimi bir inançla bağlanmaları ve her konuda onu kendilerine örnek almaları amaca ulaşılmrası için yeterli olmuştur.

Hz. Peygamberin hadis yazımım yasakladığına dair yaygın bir rivayet kitaplarımızda yer almakla beraber, yapılan bazı araştırmalarda, bu rivayetin zayıf olduğu veya rivayet eden sahabinin görüşü olduğu halde yanlışlıkla Hz. Peygambere atfedildiği ifade edilmiştir.

• Hz. Peygamber devrinde bazı sahabiler, Hz. Peygamberden duyduklarını yazmışlar ve böylece ilk hadis belgeleri olarak bilinen hadis sahifeleri oluşmuştur. Ancak sistematik ve düzenli bir hadis yazımı bu dönemde görülmediği için hadislerin büyük çoğunluğu ezber yoluyla ve sözlü olarak bir sonraki nesle aktarılmıştır.

Hz. Peygamber hayattayken, sahabe karşılaştığı problemleri ona soruyor ve çözümlerini

öğreniyordu. Onların yeni dini hükümleri öğrenme yolundaki bu arzuları, hadis ve sünnetin çoğalıp gelişmesini sağladı.

Peygamberin vefaatıyla birlikte başlayan ikinci dönemde de sahabe hadis ve sünnet

çoğalıp gelişmesini sağladı.

•  Hz. Peygamberin vefaatıyla birlikte başlayan ikinci dönemde de sahabe hadis ve sünnet konusunda titiz davranmaya devam ettiler. Örneğin, Hz. Ömer. Hz. Peygamberinin söz ve uygulamalarının ehil olmayan kimselerce istismar edilmesini önlemek için gelişigüzel hadis rivayet edilmemesini istiyordu.

•  Hz. Peygamberinin vefaatından sonra onun eşi Hz. Aişe de birçok hadis rivayet etmiş, bazı sahabiler onun rivayetlerini yazmışlardır.

Tabiin döneminde Öncelikle hadis tedvininden bahsetmek gerekir. Tedvin, sözlü ve yazılı olarak nakledilen hadisleri bir araya toplama çabasıdır.

•  Hadislerin tedvininden sonra tasnif aşamasına geçilmiştir. Tasnif (sınıflandırma) daha önce karışık olarak bir araya getirilen (tedvin) hadislerin konularına veya ravilerine göre ayrılarak kilaplarda toplanmasıdır.

•  Hadislerin tasnifinde başka bir yöntem daha görülmektedir. Bu da hadisleri konularına göre değil, genellikle ilk ravilerine, yani sahabilere göre bir araya toplamaktır.

Sahabi ravılerce nakledilen rivayetlerin, konuları dikkate alınmaksızın, onların adlan altında toplanmasıyla oluşturulan hadis eserlerine 'müsned' adı verilir.

•  Hadis kitaplarının son şeklini aldığı hicri 3. miladi 9. asır hadis tasnifinin altın çağı olarak kabul etmektedir. Gerçektende daha sonra gelen alimlerce en güvenilir hadis kitapları olarak kabul edilen ve bu dönemde derlenen altı eser (el kutubu's-Sitte) günümüze kadar islami ilimlerin Kur'an'dan sonraki temel kaynaklan olmuştur.

Hadislerin şerhi önceleri, içlerinde yer alan. güncel dilde çok kullanılmayan bazı kelimelerin

açıklanması şeklinde başlamış ve bu konuda özel sözlükler hazırlanmıştır.


0 Yorum - Yorum Yaz


MÜCELLA TEKİN / 12912776 / YÜKSEK LİSANS

Amacımız, aşağıda zikredilen usullerdeki bilgileri buraya aktarmaktan ziyade kendimizce sonra hatırlanmak üzere alınmış olan notları sizlerle paylaşmaktır.

TEFSİR USÛLÜ – İSMAİL CERRAHOĞLU

Tefsir usulü ilmiyle ilgili bilgilerden önce Arapların durumunu gözden geçirirsek; İslamiyetten önce Arapların ensâb, vesen ve sanem (putperestlik) inançları sonradan oluşmuş olmalı. Ensâb ve vesen tabiattaki varlıklara kudret izafe edilip yüceltme, sanem ise daha kuzeydeki insanların (Akdeniz kıyısı) altın, gümüş ve ağaçları işleyerek yaptıkları şekillerdir. Arapları putperestliğe sürükleyenin Abdullah b. Lühey olduğu söylenir.

Müsteşrikler Kur’an’ın vahiy olduğunu kabul etmedikleri için bu yolda bayağı bir çaba harcamışlardır.

İlk vahiy katibi Abdullah ibn Sa’d ibn Ebi Sarh idi, irtidat edip tekrar Müslüman oldu. Medine’de ise ilk katip Ubeyy ibn Ka’b, daha sonra ve devamlı olarak Zeyd b. Sâbit’tir.

Medine’de ilk nâzil olan ayet Bakara suresidir. (ez-Zerkeşi, “el-Burhân”)

Sureler uzunluklarına göre; Fâtiha’dan sonra 7 uzun sureye “es-Seb’ut-Tıval”, ayetleri 100’den fazla olanlara “el-Miun”, ayetleri 100’den az olanlara “el-Mesani”daha sonraki besmeleli fasılalar ve kısa surelere “el-Mufassal” (ki bu da kendi içinde et-Tıval, el-Avsat, el-Kısar diye adlandırılır) denir.

Mekki ve Medeni sureler;

1) كلا lafzının geçtiği sureler Mekkidir.

2) Secde bulunan sureler Mekkidir.

3) Bakara ve Âli İmrân sureleri hariç içinde hecâ harfleri bulunan sureler Mekkidir.

4) Bakara hariç peygamberlerin ve geçmiş milletlerin kıssalarını anlatan sureler Mekkidir.

5) Bakara hariç Adem-İblis kıssası ihtiva eden sureler Mekkidir.

6) “Yâ eyyühennâsü” ibaresi bulunan “yâ eyyühellezine âmenü” ibaresi bulunmayan sureler Mekkidir (istisnaları vardır).

1) Hudud ve miras payları ihtiva eden sureler Medenidir.

2)Cihada izin veren ve cihad hükümleri ihtiva eden sureler Medenidir.

3) Ankebut suresi hariç münkafıklardan bahseden sureler Medenidir (Ankebut suresi Mekki ancak 11 ayeti Medenidir).

Nazil olan ayetleri ilk günden itibaren ezberleyenlere el-Kâri deniyordu. Kâri Peygamber zamanında duyduğunu ezberleyen anlamına kullanılırken sonra anlamı Kur’an’ın tamamını ezberleyip kıraatlerine göre bihakkın vakıf olan anlamına kullanılmıştır.

Kur’an’ın teksiri konusunda Hz. Osman’ı ikna eden Huzeyfe ibnu’l Yeman’dır. Kur’an’ın istinsahında çalışanlar Zeyd b. Sâbit, Abdullah ibnu’l Zübeyr, Said ibnu’l Âs, Abdullah ibnu’l Hâris b. Hişam’dır.

Çoğaltılan nüshaların gönderildiği şehirler; Basra, Kufe, Şam, Medine + Mekke + Bahreyn + Yemen olarak 4+5+7 olarak ihtilaflıdır.

Ebu’l Esved ed-Düeli (ö. 688) tarafından harekeleme çalışmaları yapıldı. Harekeleme nokta şeklinde yapıldı, bugünkü manada harekeleme el-Halil b. Ahmed (ö. 791) tarafından yapılmıştır denmektedir.

Zaman karıştırılan “Yedi Harf”le “Yedi Kıraat” aynı şeyler değildir. “Harf” meselesinde madde ve lafızlar farklı okunmaktadır. “Kıraat” meselesinde ise hareke, med, kasır, noktalama, irab gibi hususlarda farklılık yani değişiklik olmasıdır.

Harf sözlükte “vech” manasına geldiği gibi “lugat” ve “lehçe” manalarına da gelmektedir. Yedi harf meselesi lafızdaki değişikliktir, anlamda bir değişiklik yoktur. Kur’an’ın tamamında da böyle bir değişiklik söz konusu olmuş değildir zaten. Bu belli bir zaman aralığıyla kısıtlıdır ve Kureyş lehçesinin yaygınlaşmasıyla mesele sona ermiştir, der Kurtubi ve Abdi’l-Berr.

Yedi kıraat konusunda ise Ebu Bekir b. Mücahid (ö. 936) kıraatları yedi tane olarak toplamıştır. Kıraatta esas olan “tevatür”dür. Tevatüre değil de Arapça’nın gramerine dayanan kıraatlara “Kıraatü’ş-Şâzze” denir. Mütevatir kıraat imamlarının aralarındaki ihtilafa قرءة ,kendilerine mensub ravilerin ihtilaflarına رواية , diğer ihtilaflara ise وجه denir.

Kıraat imamları ve Ravileri;

1) Ebu Abdirrahman Nafi’ b. Ebi Nuaym (Isbahan - ö. 785), Ravileri; Kâlûn ve Verş

2) Abdullah b. Kesir el-Mekki (ö. 738) (İmam Şafii onun kıraatini nakletmiş ve methetmiştir), Ravileri; el-Bezzi Ahmed b. Muhammed, Kunbul

3) Ebu Amr b. el-Alâ el-Basri (ö. 772) (Ahmed b. Hanbel kıratını övmüştür) Ravileri; Ebu Amr Hafs b. Ömer el-Ezdi ed-Dûri ed-Darir, Ebu Şuayb b. Salih b. Ziyad es-Sûsi

4) Abdullah b. Âmir ed-Dımaşki (ö. 736) Ravileri; Hişam b. Ammar b. Nasir es-Sülemi, Abdullah b. Ahmed b. Bişr b. Zekvan el-Kureşi el-Fihri

5) Ebu Bekr Asım b. Ebi’n-Necud el-Kufi (ö. 745) (Ahmed b. Hanbel’in babası onun kıraatını övmüştür) Ravileri; Hafs b. Süleyman el-Esedi el-Kufi (üvey oğlu), Ebu Bekr Şu’be b. Ayyaş el-Kufi

6) Ebu Ammare Hamza b. Habib ez-Zeyyat el-Kufi (ö. 773) Ravileri; Halef b. Hişam el-Bezzar, Hallad b. Halid el-Kufi

7) Ali b. Hamza Ebu’l-Hasen el-Kısai (ö. 805) (Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafi onu medhetmişlerdir) Ravileri; Ebu’l-Haris el-Leys b. Halid el-Bağdadi, Ebu Amr Hafs b. Ömer ed-Dûri

Halef b. Hişam el-Bezzar (Hamza’nın ravisi), Ebu Cafer Yezid b. el-Ka’ka el-Mahzumi el-Medeni, Ebu Muhammed Ya’kub b. İshak el-Hadremi el-Basri ilavesiyle bu sayı 7’den 10’a yükseltilir.

Günümüzde kullanılan kıraatlar; Ebu Amr (Sudan’ın bir kısmında), Nâfi (Mısır hariç Kuzey Afrika’da, Mısır Nâfi kıraatına rağmen Hafs rivayetini kullanmaktadır), Âsım kıraatı Hafs rivayetiyle çoğunluğu oluşturmaktadır.

Kur’an ayetlerinin ekserisi bir sebebe bağlayamadığımız, doğrudan doğruya indirilmiş olanlardır. Esbab-ı nüzul eserlerinden başlıcaları Ali b. el-Medini (ö. 848), el-Vahidi (ö. 1075), es-Suyuti’nin (ö. 1505) eserleridir.

Kur’an’da nesh mümkün ve caizdir. Nesh hükümlerle ilgilidir ve ancak nesh hükümlerde söz konusu olabilir, akide esaslarına tesir edemez. Kur’an’ı ancak Kur’an nesheder (İmam Şafi). Kur’an’da nesh yoktur (İsfahani [ö. 934 – mutezili], Dr. Muhammed Tevfik Sıddık ve Ömer Rıza Doğrul)

Mütekellimler, hurufu mukattanın açıklanmadan bırakılamayacağını kabul ederler ve Kur’an’da müteşabihler üzerinde durmak vaciptir derler.

Hurufu mukatta için; dikkat çekmek, bu sesten sonra ne gelecek diye dinleyiciyi tenbih etmektir en makul olanı (Hurufu mukatta ile başlayan 29 surenin 27’si Mekki, 2’si Medenidir). Kur’an’ın icazını beyan eden delillerdendir bu harfler.

Rivayet tefsirlerinden öne çıkanlar;

1) Taberi (ö. 923) – Camiu’l Beyan an Te’vili’l Kur’an

2) Semerkandi (ö. 983) – Tefsiru’l Kur’ani’l Azim

3) Ebu İshak es-Sa’lebi (ö. 1036) – el-Keşf ve’l Beyan an Te’vili’l Kur’an

4) el-Begavi (ö. 1122) – Mealimü’t-Tenzil

5) İbn Atiyye (ö. 1148)

6) İbn Kesir (ö. 1373)

7) es-Saalibi

8) es-Suyuti (ö. 1505)

Dirayet tefsirlerinden öne çıkanlar;

1) Fahruddin er-Razi

2) el-Beydavi

0 Yorum - Yorum Yaz




MÜCELLA TEKİN / 12912776 / YÜKSEK LİSANS

Amacımız, aşağıda zikredilen usullerdeki bilgileri buraya aktarmaktan ziyade kendimizce sonra hatırlanmak üzere alınmış olan notları sizlerle paylaşmaktır.

TEFSİR USÛLÜ – İSMAİL CERRAHOĞLU

Tefsir usulü ilmiyle ilgili bilgilerden önce Arapların durumunu gözden geçirirsek; İslamiyetten önce Arapların ensâb, vesen ve sanem (putperestlik) inançları sonradan oluşmuş olmalı. Ensâb ve vesen tabiattaki varlıklara kudret izafe edilip yüceltme, sanem ise daha kuzeydeki insanların (Akdeniz kıyısı) altın, gümüş ve ağaçları işleyerek yaptıkları şekillerdir. Arapları putperestliğe sürükleyenin Abdullah b. Lühey olduğu söylenir.

Müsteşrikler Kur’an’ın vahiy olduğunu kabul etmedikleri için bu yolda bayağı bir çaba harcamışlardır.

İlk vahiy katibi Abdullah ibn Sa’d ibn Ebi Sarh idi, irtidat edip tekrar Müslüman oldu. Medine’de ise ilk katip Ubeyy ibn Ka’b, daha sonra ve devamlı olarak Zeyd b. Sâbit’tir.

Medine’de ilk nâzil olan ayet Bakara suresidir. (ez-Zerkeşi, “el-Burhân”)

Sureler uzunluklarına göre; Fâtiha’dan sonra 7 uzun sureye “es-Seb’ut-Tıval”, ayetleri 100’den fazla olanlara “el-Miun”, ayetleri 100’den az olanlara “el-Mesani”daha sonraki besmeleli fasılalar ve kısa surelere “el-Mufassal” (ki bu da kendi içinde et-Tıval, el-Avsat, el-Kısar diye adlandırılır) denir.

Mekki ve Medeni sureler;

1) كلا lafzının geçtiği sureler Mekkidir.

2) Secde bulunan sureler Mekkidir.

3) Bakara ve Âli İmrân sureleri hariç içinde hecâ harfleri bulunan sureler Mekkidir.

4) Bakara hariç peygamberlerin ve geçmiş milletlerin kıssalarını anlatan sureler Mekkidir.

5) Bakara hariç Adem-İblis kıssası ihtiva eden sureler Mekkidir.

6) “Yâ eyyühennâsü” ibaresi bulunan “yâ eyyühellezine âmenü” ibaresi bulunmayan sureler Mekkidir (istisnaları vardır).

1) Hudud ve miras payları ihtiva eden sureler Medenidir.

2)Cihada izin veren ve cihad hükümleri ihtiva eden sureler Medenidir.

3) Ankebut suresi hariç münkafıklardan bahseden sureler Medenidir (Ankebut suresi Mekki ancak 11 ayeti Medenidir).

Nazil olan ayetleri ilk günden itibaren ezberleyenlere el-Kâri deniyordu. Kâri Peygamber zamanında duyduğunu ezberleyen anlamına kullanılırken sonra anlamı Kur’an’ın tamamını ezberleyip kıraatlerine göre bihakkın vakıf olan anlamına kullanılmıştır.

Kur’an’ın teksiri konusunda Hz. Osman’ı ikna eden Huzeyfe ibnu’l Yeman’dır. Kur’an’ın istinsahında çalışanlar Zeyd b. Sâbit, Abdullah ibnu’l Zübeyr, Said ibnu’l Âs, Abdullah ibnu’l Hâris b. Hişam’dır.

Çoğaltılan nüshaların gönderildiği şehirler; Basra, Kufe, Şam, Medine + Mekke + Bahreyn + Yemen olarak 4+5+7 olarak ihtilaflıdır.

Ebu’l Esved ed-Düeli (ö. 688) tarafından harekeleme çalışmaları yapıldı. Harekeleme nokta şeklinde yapıldı, bugünkü manada harekeleme el-Halil b. Ahmed (ö. 791) tarafından yapılmıştır denmektedir.

Zaman karıştırılan “Yedi Harf”le “Yedi Kıraat” aynı şeyler değildir. “Harf” meselesinde madde ve lafızlar farklı okunmaktadır. “Kıraat” meselesinde ise hareke, med, kasır, noktalama, irab gibi hususlarda farklılık yani değişiklik olmasıdır.

Harf sözlükte “vech” manasına geldiği gibi “lugat” ve “lehçe” manalarına da gelmektedir. Yedi harf meselesi lafızdaki değişikliktir, anlamda bir değişiklik yoktur. Kur’an’ın tamamında da böyle bir değişiklik söz konusu olmuş değildir zaten. Bu belli bir zaman aralığıyla kısıtlıdır ve Kureyş lehçesinin yaygınlaşmasıyla mesele sona ermiştir, der Kurtubi ve Abdi’l-Berr.

Yedi kıraat konusunda ise Ebu Bekir b. Mücahid (ö. 936) kıraatları yedi tane olarak toplamıştır. Kıraatta esas olan “tevatür”dür. Tevatüre değil de Arapça’nın gramerine dayanan kıraatlara “Kıraatü’ş-Şâzze” denir. Mütevatir kıraat imamlarının aralarındaki ihtilafa قرءة ,kendilerine mensub ravilerin ihtilaflarına رواية , diğer ihtilaflara ise وجه denir.

Kıraat imamları ve Ravileri;

1) Ebu Abdirrahman Nafi’ b. Ebi Nuaym (Isbahan - ö. 785), Ravileri; Kâlûn ve Verş

2) Abdullah b. Kesir el-Mekki (ö. 738) (İmam Şafii onun kıraatini nakletmiş ve methetmiştir), Ravileri; el-Bezzi Ahmed b. Muhammed, Kunbul

3) Ebu Amr b. el-Alâ el-Basri (ö. 772) (Ahmed b. Hanbel kıratını övmüştür) Ravileri; Ebu Amr Hafs b. Ömer el-Ezdi ed-Dûri ed-Darir, Ebu Şuayb b. Salih b. Ziyad es-Sûsi

4) Abdullah b. Âmir ed-Dımaşki (ö. 736) Ravileri; Hişam b. Ammar b. Nasir es-Sülemi, Abdullah b. Ahmed b. Bişr b. Zekvan el-Kureşi el-Fihri

5) Ebu Bekr Asım b. Ebi’n-Necud el-Kufi (ö. 745) (Ahmed b. Hanbel’in babası onun kıraatını övmüştür) Ravileri; Hafs b. Süleyman el-Esedi el-Kufi (üvey oğlu), Ebu Bekr Şu’be b. Ayyaş el-Kufi

6) Ebu Ammare Hamza b. Habib ez-Zeyyat el-Kufi (ö. 773) Ravileri; Halef b. Hişam el-Bezzar, Hallad b. Halid el-Kufi

7) Ali b. Hamza Ebu’l-Hasen el-Kısai (ö. 805) (Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafi onu medhetmişlerdir) Ravileri; Ebu’l-Haris el-Leys b. Halid el-Bağdadi, Ebu Amr Hafs b. Ömer ed-Dûri

Halef b. Hişam el-Bezzar (Hamza’nın ravisi), Ebu Cafer Yezid b. el-Ka’ka el-Mahzumi el-Medeni, Ebu Muhammed Ya’kub b. İshak el-Hadremi el-Basri ilavesiyle bu sayı 7’den 10’a yükseltilir.

Günümüzde kullanılan kıraatlar; Ebu Amr (Sudan’ın bir kısmında), Nâfi (Mısır hariç Kuzey Afrika’da, Mısır Nâfi kıraatına rağmen Hafs rivayetini kullanmaktadır), Âsım kıraatı Hafs rivayetiyle çoğunluğu oluşturmaktadır.

Kur’an ayetlerinin ekserisi bir sebebe bağlayamadığımız, doğrudan doğruya indirilmiş olanlardır. Esbab-ı nüzul eserlerinden başlıcaları Ali b. el-Medini (ö. 848), el-Vahidi (ö. 1075), es-Suyuti’nin (ö. 1505) eserleridir.

Kur’an’da nesh mümkün ve caizdir. Nesh hükümlerle ilgilidir ve ancak nesh hükümlerde söz konusu olabilir, akide esaslarına tesir edemez. Kur’an’ı ancak Kur’an nesheder (İmam Şafi). Kur’an’da nesh yoktur (İsfahani [ö. 934 – mutezili], Dr. Muhammed Tevfik Sıddık ve Ömer Rıza Doğrul)

Mütekellimler, hurufu mukattanın açıklanmadan bırakılamayacağını kabul ederler ve Kur’an’da müteşabihler üzerinde durmak vaciptir derler.

Hurufu mukatta için; dikkat çekmek, bu sesten sonra ne gelecek diye dinleyiciyi tenbih etmektir en makul olanı (Hurufu mukatta ile başlayan 29 surenin 27’si Mekki, 2’si Medenidir). Kur’an’ın icazını beyan eden delillerdendir bu harfler.

Rivayet tefsirlerinden öne çıkanlar;

1) Taberi (ö. 923) – Camiu’l Beyan an Te’vili’l Kur’an

2) Semerkandi (ö. 983) – Tefsiru’l Kur’ani’l Azim

3) Ebu İshak es-Sa’lebi (ö. 1036) – el-Keşf ve’l Beyan an Te’vili’l Kur’an

4) el-Begavi (ö. 1122) – Mealimü’t-Tenzil

5) İbn Atiyye (ö. 1148)

6) İbn Kesir (ö. 1373)

7) es-Saalibi

8) es-Suyuti (ö. 1505)

Dirayet tefsirlerinden öne çıkanlar;

1) Fahruddin er-Razi

2) el-Beydavi

3) en-Nesefi

4) el-Hazin

5) Ebu Hayyan

6) eş-Şirbini

7) Ebu’s-Suud (ö. 1574) – İrşadu Akli’s-Selim

8) el-Alusi (ö. 1854)

Tefsir Allah’ın muradını beyandır. Tefsir, müfesserden farklıdır.Tefsir asla Kur’an yerine kaim olmaz. Kur’an-ı Kerim’in tercemesi yapılamayacağına göre Kur’an’ın başka dillerdeki ifadesine meal diyoruz. Irak tefsir medresesinin temelini Abdullah ibn Mesud (ö. 652) atmıştır. Abdullah ibn Mesud rey ve kıyasın öncüsüdür.

Tefsirde israiliyyatla ilgili olarak şu isimler öne çıkmaktadır; Abdullah b. Selam (ö. 664), Kabu’l Ahbar (ö. 653), Vehb b. Münebbih (ö. 734), Abdülmelik b. Cüreyc (ö. 767 – Nasrani kökenlidir). Abdullah ibn Abbas (ö. 688) Kabu’l Ahbar ve Abdullah b. Selam’dan rivayetleri vardır.

Tefsir başlangıçta hadis ilminin bir koluydu. Hicri ikinci asırdan itibaren hadis ilminden müstakil olarak tefsir rivayetlerini görmekteyiz. Tefsirin en faal dönemi tebeuttabiin dönemidir. İlk tefsir sayfaları İbn Abbas’ınkiler olmakla beraber bize ulaşmamıştır. Onlardan ancak Ali b. Ebi Talha vasıtasıyla haberdar oluyoruz. Ki onun tefsiri de bize ulaşmamıştır, onu da Taberi rivayetlerinde buluyoruz. Tefsirde ikinci isim olarak karşımıza çıkan Mukatil b. Süleyman’dır. Yalancılıkla, hadis uydurmakla, tedlis (kelime anlamı malın kusurunu gizlemek) ile itham edilmiştir. Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafi tefsirini övmüştür, beğenilmeyen tarafı ise israiliyyat ve isnatları vermeyişidir. Üçüncü isim, Yahya b. Sellam (ö. 815 – Kufe). Taberi’nin tefsirinden öncelenebilecek bir tefsir, farkı şiirle istişhad yok, yabancı kültürlere istinad eden ilimler yok, Nakl ve Nakd var. Dördüncü isim, Abdürrezzak b. Hemmam (ö. 827 – Yemen).

Tefsir; fıkhi, itikadi, siyasi fırkaların teşekkülüyle çeşitlenmiştir. Öne çıkanlar; Zemahşeri (ö. 1144 – mutezili) tefsirin ilmi kısmıyla ilgilenir ve Kur’an’ın icazını inceler, Beydavi (ö. 1286 – Tebriz) tefsirinde Zemahşeri, Razi ve İsfahani’nin tesirleri görülür. Ebu’s-Suud (ö. 1574)

Mezhebi, ilhadi, ilmi, içtimai tefsir faaliyetleri olmuştur.

 

HADİS USÛLÜ – TALÂT KOÇYİĞİT

Malik b. Enes, Şube, Abdullah ibn Mubarek, Sufyan ibn Uyeyne, Yahya ibn Said el-Kattan ve talebeleri, Yahya ibn Main, Ali ibn Medini, Ahmed ibn Hanbel ve daha sonra Buhari, Müslim, Ebu Zur’a, Ebu Hatim gibi hadisçiler cerh ve tadil ilmini geliştirmekle ün kazanmışlardır.

Hadis ilminde dirayet; hadislerin sıhhatini inceleyen ilimdir. Bu ilim İlmu Dirayeti’l Hadis, İlmu Mustalahi’l Hadis, İlmu Usuli’l Hadis’tir yani.

Sünnet, gidişat demektir.

“Onun kendi heva ve hevesinden konuşmadığı”, Kur’an’a sünnet müstenid olsa da lafız itibariyle muciz değildir.

Hadis sözlükte, haber vermek, nakletmek veya yeni anlamına gelir. Istılahta ise, nübüvvetten önce ve sonra Hz. Peygamberin söz, fiil ve takrirleridir.

Hadis usulünde haber denince Hz. Peygamberin hadisleri anlaşılmakla beraber, hadisten ayıranlar hadis için Hz. Peygamberin sözleriyle beraber sahabe ve tabiundan nakledilen sözleri de dahil etmişlerdir.

Mütevatir; her nesilde sayısı belirsiz bir kalabalık tarafından nakledilen, mütevatirdeki kalabalık yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan bir kalabalıktır, mütevatir haber ilmi zaruri yani ilmi yakin olur, [ilmi nazari; istidlali yani araştırma gerektiren ilimdir].

Âhad; mütevatir derecesine ulaşmayanlar tarafından nakledilen, ahad haberin her nesilde en az üç ravisi varsa meşhur, her nesilde en az iki ravisi varsa aziz, her nesilde bir ravisi olursa garib adını alır.

Garib; ferdi mutlak yani sahabe veya tabiinin tek kalması, ferdi nisbi; haberin meşhurken teferrüdün bir şahsa nisbetle vuku bulması

Sahih (li zatihi); adalet, zabt, senedin muttasıl olması, şâz ve muallel olmaması şartlarını taşır

Sahih (li gayrihi); bir rivayette ravinin zabt kusuru olan bir hadis başka bir senedle tekrar sahihleşir

Hasen (li zatihi); zabtı kusurludur

Hasen (li gayrihi); zayıf hadisin dışarıdan destekle hasen olduğu hadisler

Muallak; ravinin kendi şeyhini veya onunla beraber birkaç şeyhi veya isnadın tamamını hazfederek naklettiği hadisler, Buhari’nin Sahih’ine has özelliklerden biridir. Özellikle bab başlıklarında görülür.

Maklub; ravilerin isimlerinde, isnadlarda ve metinlerde bazı kelime ve ibarelerin yerleri değiştirilerek rivayet edilen hadisler.

Musahhaf; metin veya isnadında bir kelime veya ravinin birinin ismi hatalı söylenmişse (yazı şekli baki kalarak sadece bir nokta veya bir yahut birkaç harf değişmesiyle olur) şekil ve hat değişmesine uğrayanlar

Murcie; imanla ameli ayırıp masiyetin imana zarar vermeyeceğini savunur.

Mutezile; Kur’an’ın mahluk olması tartışmaları ve mihne olayları (Ahmed b. Hanbel’e yapılan baskılar)

Zındık; umumiyetle zahiren Müslüman olan fakat içinde küfrü gizleyen kimse

Cerh ve ta’dil; cerh kusurlarını ortaya çıkarmak, ta’dil ise adaletini ortaya koymaktır. Hadis isnad ilmidir. Hadislerde isnad kullanılması Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra fitnenin zuhuruyla başlamıştır. Çünkü mevzu hadisler bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır.

Hadisleri ilk defa tedvin etmekle şöhret bulan İbn Şihab ez-Zuhri’dir (ö. 741). Tasnif işine ilk başlayanlar da er-Rabi ibn Subeyh, Said ibn Ebi Arube’dir.

Ebu Hureyre’nin hadis sahifesi “es-Sahife es-Sahiha” adıyla Hemmam b. Münebbih tarafından yazılmıştır. “Hemmam b. Münebbih’in Sahifesi” olara k A.Ü.İ.F. yayınları arasından basılmıştır.

İmam Malik (ö. 795) “Muvatta” musannaftır.

Ahmed ibn Hanbel (ö. 855) “Müsned” ravilerine göre düzenlenmiştir

İmam Şafi (ö. 820) “er-Risale” hadis usulü özelliğindeki ilk kitaptır

 

İSLAM HUKUK FELSEFESİ – ABDULVAHHÂB HALLAF / HÜSEYİN ATAY

İlimler bir bütünlük arzeder. Bakara 62., Maide 69. ayetlerine bakarak konuşmak aslında kelam ilminin konusu gibi görünse de ondan Fıkıhla ilgili genel ilkeler çıkarabilirsiniz. “İslam dini kendisine ulaşmayan kimselerin de uyması gereken genel ilkeler nelerdir”, gibi.

Şeriat sözlükte açık, doğru, düz yol demektir, ıstılahta Allah’ın hükümleri demektir. Fıkıh ise bilme, anlama, kavrama demektir. Şeriatle fıkıh aynı şeyler demek değildir, sahabe ve müçtehitlerin içtihatlarına fıkıh deriz. Dinde dinden olduğu zorunlu olarak bilinen “Kur’an-Sünnet” şeraiti; istidlal, istinbat ve ictihad ile elde edilen hükümler fıkhı oluşturur. Fıkıhta akli kabiliyetler ve değişik anlayışlar işin içindedir.

Mezheplerin ortaya çıkışıyla fıkıh ve şeriat terimleri aynileştirilmiş aralarındaki fark örtülmüştür. Sonrakiler mezhebi uygulamalarını Kur’an, sünnet ve sahabenin önüne geçirdikleri için kazuist (olmuş ve olacak her hadiseye ayrı ayrı hüküm koymak) olmuşlardır.

Kur’an usûlü fıkhın menşeidir. Fıkıh usulünün doğuşu fıkıh ilminden sonradır. Sarahsi (ö. 1096) el-Mebsut’u (Hanefi fıkhı), İmam Malik (ö. 795) el-Muvatta’ı, İmam Şafi (ö. 820) el-Umm’u fıkıh kitaplarıdır.

İmam Şafi “er-Risale” ile ilk hukuk usûlünü yazmıştır. Şafi imamlardan Gazali’nin “el-Mustasfa”, Ebu’l Hasan Amidî’nin “el-İhkam”, Beydavi’nin “el-Minhac” adlı fıkıh usulü kitapları vardır. Hanefi usulcüler; Debbusi “Usûl”, Pezdevi “Usûl”, Hafız Nesefi “el-Menar” ve bunun şerhi olan “Mişkat el-Envar”

Hükümlerde maslahat aranmakla birlikte, şer’i hükümlerin var oluş ve yok oluş bakımından hikmetler (Şari’nin maslahat kastı) ile değil nedenlerine göre cereyan eder. Ramazanda hasta veya yolcu olanın oruç tutmama ruhsatı (zorluk çekmemek için) taş ocağı ve madende çalışana da oruç tutmama ruhsatı getirmez. Sebep önemlidir, sebep de hastalık ve yolculuktur.Maslahat olan diğer bir ifadeyle hikmetli olan zorluk çekmemek bu hüküm için sebep değildir.

Ulul Emr; müçtehitlerin birleştikleri hükme uymaya denir.

İstihsan; bir delile dayanarak açık kıyasa gizli kıyası tercih etme, bir delile dayanarak genel hükümden tek bir olayı istisna etmek (Vakfedilen arazinin su yolu, geçme yolu ile birlikte sayılması, bağ-bahçe yarıcılığına müsaade edilmesi)

Maslahat-ı Mürsele; Şari’nin gerçekleşmesi için bir hüküm koymamış, şer’i bir delilin de onun muteber sayılıp sayılmamasını göstermiş olduğu, lağvedilmesine de bir delil bulunmadığı durum (hapishaneler açma, Kur’an’ı toplama işi)

Örf; insanların anlaştıkları ve ona göre davrandıkları söz, iş veya terk etme olup buna âdet-(alışkanlık) denir. (“et” sözünün balık için söylenmemesi, “veled” erkek çocuk için söylenmesi)

İstishab; bir hükmün değiştiğine delil bulunmadıkça onu bâki kılmak (evliliğin bittiğine bir delil yoksa varlığı geçerlidir, öldüğü ispatlanmayanın yaşadığına kanaat getirilmesi)

Usulcülere göre hükümler teklifi ve vaz’i hükümler olarak iki çeşittir. Teklifi; bir işin mükelleften yapılmasını veya yapılmamasını ister veya muhayyer bırakır. Bunlar vacip, mendup, haram, mekruh, mübahtır. Vaz’i (bağıntılı); bir nesnenin bir nesneye sebep veya şart ya da engel konulmasını gerektiren hükümdür.

Neden - Sebep farkı; Neden’in içinde akılla kavrama da vardır. Yolculukta namazın kısaltılmasının nedeni Ramazan ayı ramazan orucunun farz olmasının bir sebebidir.

Delaleti açık olanın mertebeleri;

Zâhir; yorum ihtimali varsa, anlaşılan mana söylenişinden doğrudan doğruya gaye edilmiş değilse “Allah alışverişi helal ve ribayı haram kıldı” bu ayet haram ve helal kılmak gayesi ile değil “Alışveriş riba gibidir” diyenlere cevap olarak gelmiştir.

Nass; yorum ihtimali olup ancak anlatılan mana doğrudan doğruya kastedilmiş ise “Allah alışverişi helal ve ribayı haram kıldı” alışveriş ile riba arasındaki benzerliği kaldırmada nasstır.

Müfesser; yorum ihtimali olmaz ve hükmü neshi kabul edebilir “Namazı kılın, zekatı verin” ayetinin mücmeli Hz. Peygamber tarafından namazı kılış ve zeketın veriş uygulamalarıyla müfesser olmuştur.

Muhkem; yorum ihtimali olmaz, hükmü de neshi kabul etmez. Yalnız Allah’a tapmak gibi.

Delaletin açıklığı yönünden en açık olanından başlarsak; muhkem, müfesser, nass, zâhir diye sıralarız.

Hâfi, müşkil, mücmel ve müteşabih delaleti açık olmayan nasslardır.

Hâfi; hırsızın el kesme cezasının yankesiciye uygulanıp uygulanmaması meselesi

Müşkil; “Boşanmış kadınlar üç kar’ beklerler” kar’ kelimesinin anlamının hem temizlik hem hayız bildirmesidir.

Mücmel; namaz, oruç, zekat kelimeleri gibi sözlük manalarından şer’i özel manalara nakletmesi

Müteşabih; hurufu mukatta, Allah’ın eli, gözü gibi

(Tefsir; Şari’nin kendisi tarafından kesin bir delil ile kastedilen mananın açıklanması, Te’vil; başka mananın kastedilmesine imkan vermesi)


1 Yorum - Yorum Yaz


MÜCELLA TEKİN / 12912776 / YÜKSEK LİSANS

Amacımız, aşağıda zikredilen usullerdeki bilgileri buraya aktarmaktan ziyade kendimizce sonra hatırlanmak üzere alınmış olan notları sizlerle paylaşmaktır.

TEFSİR USÛLÜ – İSMAİL CERRAHOĞLU

Tefsir usulü ilmiyle ilgili bilgilerden önce Arapların durumunu gözden geçirirsek; İslamiyetten önce Arapların ensâb, vesen ve sanem (putperestlik) inançları sonradan oluşmuş olmalı. Ensâb ve vesen tabiattaki varlıklara kudret izafe edilip yüceltme, sanem ise daha kuzeydeki insanların (Akdeniz kıyısı) altın, gümüş ve ağaçları işleyerek yaptıkları şekillerdir. Arapları putperestliğe sürükleyenin Abdullah b. Lühey olduğu söylenir.

Müsteşrikler Kur’an’ın vahiy olduğunu kabul etmedikleri için bu yolda bayağı bir çaba harcamışlardır.

İlk vahiy katibi Abdullah ibn Sa’d ibn Ebi Sarh idi, irtidat edip tekrar Müslüman oldu. Medine’de ise ilk katip Ubeyy ibn Ka’b, daha sonra ve devamlı olarak Zeyd b. Sâbit’tir.

Medine’de ilk nâzil olan ayet Bakara suresidir. (ez-Zerkeşi, “el-Burhân”)

Sureler uzunluklarına göre; Fâtiha’dan sonra 7 uzun sureye “es-Seb’ut-Tıval”, ayetleri 100’den fazla olanlara “el-Miun”, ayetleri 100’den az olanlara “el-Mesani”daha sonraki besmeleli fasılalar ve kısa surelere “el-Mufassal” (ki bu da kendi içinde et-Tıval, el-Avsat, el-Kısar diye adlandırılır) denir.

Mekki ve Medeni sureler;

1) كلا lafzının geçtiği sureler Mekkidir.

2) Secde bulunan sureler Mekkidir.

3) Bakara ve Âli İmrân sureleri hariç içinde hecâ harfleri bulunan sureler Mekkidir.

4) Bakara hariç peygamberlerin ve geçmiş milletlerin kıssalarını anlatan sureler Mekkidir.

5) Bakara hariç Adem-İblis kıssası ihtiva eden sureler Mekkidir.

6) “Yâ eyyühennâsü” ibaresi bulunan “yâ eyyühellezine âmenü” ibaresi bulunmayan sureler Mekkidir (istisnaları vardır).

1) Hudud ve miras payları ihtiva eden sureler Medenidir.

2)Cihada izin veren ve cihad hükümleri ihtiva eden sureler Medenidir.

3) Ankebut suresi hariç münkafıklardan bahseden sureler Medenidir (Ankebut suresi Mekki ancak 11 ayeti Medenidir).

Nazil olan ayetleri ilk günden itibaren ezberleyenlere el-Kâri deniyordu. Kâri Peygamber zamanında duyduğunu ezberleyen anlamına kullanılırken sonra anlamı Kur’an’ın tamamını ezberleyip kıraatlerine göre bihakkın vakıf olan anlamına kullanılmıştır.

Kur’an’ın teksiri konusunda Hz. Osman’ı ikna eden Huzeyfe ibnu’l Yeman’dır. Kur’an’ın istinsahında çalışanlar Zeyd b. Sâbit, Abdullah ibnu’l Zübeyr, Said ibnu’l Âs, Abdullah ibnu’l Hâris b. Hişam’dır.

Çoğaltılan nüshaların gönderildiği şehirler; Basra, Kufe, Şam, Medine + Mekke + Bahreyn + Yemen olarak 4+5+7 olarak ihtilaflıdır.

Ebu’l Esved ed-Düeli (ö. 688) tarafından harekeleme çalışmaları yapıldı. Harekeleme nokta şeklinde yapıldı, bugünkü manada harekeleme el-Halil b. Ahmed (ö. 791) tarafından yapılmıştır denmektedir.

Zaman karıştırılan “Yedi Harf”le “Yedi Kıraat” aynı şeyler değildir. “Harf” meselesinde madde ve lafızlar farklı okunmaktadır. “Kıraat” meselesinde ise hareke, med, kasır, noktalama, irab gibi hususlarda farklılık yani değişiklik olmasıdır.

Harf sözlükte “vech” manasına geldiği gibi “lugat” ve “lehçe” manalarına da gelmektedir. Yedi harf meselesi lafızdaki değişikliktir, anlamda bir değişiklik yoktur. Kur’an’ın tamamında da böyle bir değişiklik söz konusu olmuş değildir zaten. Bu belli bir zaman aralığıyla kısıtlıdır ve Kureyş lehçesinin yaygınlaşmasıyla mesele sona ermiştir, der Kurtubi ve Abdi’l-Berr.

Yedi kıraat konusunda ise Ebu Bekir b. Mücahid (ö. 936) kıraatları yedi tane olarak toplamıştır. Kıraatta esas olan “tevatür”dür. Tevatüre değil de Arapça’nın gramerine dayanan kıraatlara “Kıraatü’ş-Şâzze” denir. Mütevatir kıraat imamlarının aralarındaki ihtilafa قرءة ,kendilerine mensub ravilerin ihtilaflarına رواية , diğer ihtilaflara ise وجه denir.

Kıraat imamları ve Ravileri;

1) Ebu Abdirrahman Nafi’ b. Ebi Nuaym (Isbahan - ö. 785), Ravileri; Kâlûn ve Verş

2) Abdullah b. Kesir el-Mekki (ö. 738) (İmam Şafii onun kıraatini nakletmiş ve methetmiştir), Ravileri; el-Bezzi Ahmed b. Muhammed, Kunbul

3) Ebu Amr b. el-Alâ el-Basri (ö. 772) (Ahmed b. Hanbel kıratını övmüştür) Ravileri; Ebu Amr Hafs b. Ömer el-Ezdi ed-Dûri ed-Darir, Ebu Şuayb b. Salih b. Ziyad es-Sûsi

4) Abdullah b. Âmir ed-Dımaşki (ö. 736) Ravileri; Hişam b. Ammar b. Nasir es-Sülemi, Abdullah b. Ahmed b. Bişr b. Zekvan el-Kureşi el-Fihri

5) Ebu Bekr Asım b. Ebi’n-Necud el-Kufi (ö. 745) (Ahmed b. Hanbel’in babası onun kıraatını övmüştür) Ravileri; Hafs b. Süleyman el-Esedi el-Kufi (üvey oğlu), Ebu Bekr Şu’be b. Ayyaş el-Kufi

6) Ebu Ammare Hamza b. Habib ez-Zeyyat el-Kufi (ö. 773) Ravileri; Halef b. Hişam el-Bezzar, Hallad b. Halid el-Kufi

7) Ali b. Hamza Ebu’l-Hasen el-Kısai (ö. 805) (Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafi onu medhetmişlerdir) Ravileri; Ebu’l-Haris el-Leys b. Halid el-Bağdadi, Ebu Amr Hafs b. Ömer ed-Dûri

Halef b. Hişam el-Bezzar (Hamza’nın ravisi), Ebu Cafer Yezid b. el-Ka’ka el-Mahzumi el-Medeni, Ebu Muhammed Ya’kub b. İshak el-Hadremi el-Basri ilavesiyle bu sayı 7’den 10’a yükseltilir.

Günümüzde kullanılan kıraatlar; Ebu Amr (Sudan’ın bir kısmında), Nâfi (Mısır hariç Kuzey Afrika’da, Mısır Nâfi kıraatına rağmen Hafs rivayetini kullanmaktadır), Âsım kıraatı Hafs rivayetiyle çoğunluğu oluşturmaktadır.

Kur’an ayetlerinin ekserisi bir sebebe bağlayamadığımız, doğrudan doğruya indirilmiş olanlardır. Esbab-ı nüzul eserlerinden başlıcaları Ali b. el-Medini (ö. 848), el-Vahidi (ö. 1075), es-Suyuti’nin (ö. 1505) eserleridir.

Kur’an’da nesh mümkün ve caizdir. Nesh hükümlerle ilgilidir ve ancak nesh hükümlerde söz konusu olabilir, akide esaslarına tesir edemez. Kur’an’ı ancak Kur’an nesheder (İmam Şafi). Kur’an’da nesh yoktur (İsfahani [ö. 934 – mutezili], Dr. Muhammed Tevfik Sıddık ve Ömer Rıza Doğrul)

Mütekellimler, hurufu mukattanın açıklanmadan bırakılamayacağını kabul ederler ve Kur’an’da müteşabihler üzerinde durmak vaciptir derler.

Hurufu mukatta için; dikkat çekmek, bu sesten sonra ne gelecek diye dinleyiciyi tenbih etmektir en makul olanı (Hurufu mukatta ile başlayan 29 surenin 27’si Mekki, 2’si Medenidir). Kur’an’ın icazını beyan eden delillerdendir bu harfler.

Rivayet tefsirlerinden öne çıkanlar;

1) Taberi (ö. 923) – Camiu’l Beyan an Te’vili’l Kur’an

2) Semerkandi (ö. 983) – Tefsiru’l Kur’ani’l Azim

3) Ebu İshak es-Sa’lebi (ö. 1036) – el-Keşf ve’l Beyan an Te’vili’l Kur’an

4) el-Begavi (ö. 1122) – Mealimü’t-Tenzil

5) İbn Atiyye (ö. 1148)

6) İbn Kesir (ö. 1373)

7) es-Saalibi

8) es-Suyuti (ö. 1505)

Dirayet tefsirlerinden öne çıkanlar;

1) Fahruddin er-Razi

2) el-Beydavi

3) en-Nesefi

4) el-Hazin

5) Ebu Hayyan

6) eş-Şirbini

7) Ebu’s-Suud (ö. 1574) – İrşadu Akli’s-Selim

8) el-Alusi (ö. 1854)

Tefsir Allah’ın muradını beyandır. Tefsir, müfesserden farklıdır.Tefsir asla Kur’an yerine kaim olmaz. Kur’an-ı Kerim’in tercemesi yapılamayacağına göre Kur’an’ın başka dillerdeki ifadesine meal diyoruz. Irak tefsir medresesinin temelini Abdullah ibn Mesud (ö. 652) atmıştır. Abdullah ibn Mesud rey ve kıyasın öncüsüdür.

Tefsirde israiliyyatla ilgili olarak şu isimler öne çıkmaktadır; Abdullah b. Selam (ö. 664), Kabu’l Ahbar (ö. 653), Vehb b. Münebbih (ö. 734), Abdülmelik b. Cüreyc (ö. 767 – Nasrani kökenlidir). Abdullah ibn Abbas (ö. 688) Kabu’l Ahbar ve Abdullah b. Selam’dan rivayetleri vardır.

Tefsir başlangıçta hadis ilminin bir koluydu. Hicri ikinci asırdan itibaren hadis ilminden müstakil olarak tefsir rivayetlerini görmekteyiz. Tefsirin en faal dönemi tebeuttabiin dönemidir. İlk tefsir sayfaları İbn Abbas’ınkiler olmakla beraber bize ulaşmamıştır. Onlardan ancak Ali b. Ebi Talha vasıtasıyla haberdar oluyoruz. Ki onun tefsiri de bize ulaşmamıştır, onu da Taberi rivayetlerinde buluyoruz. Tefsirde ikinci isim olarak karşımıza çıkan Mukatil b. Süleyman’dır. Yalancılıkla, hadis uydurmakla, tedlis (kelime anlamı malın kusurunu gizlemek) ile itham edilmiştir. Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafi tefsirini övmüştür, beğenilmeyen tarafı ise israiliyyat ve isnatları vermeyişidir. Üçüncü isim, Yahya b. Sellam (ö. 815 – Kufe). Taberi’nin tefsirinden öncelenebilecek bir tefsir, farkı şiirle istişhad yok, yabancı kültürlere istinad eden ilimler yok, Nakl ve Nakd var. Dördüncü isim, Abdürrezzak b. Hemmam (ö. 827 – Yemen).

Tefsir; fıkhi, itikadi, siyasi fırkaların teşekkülüyle çeşitlenmiştir. Öne çıkanlar; Zemahşeri (ö. 1144 –


0 Yorum - Yorum Yaz


Fikih Tarihi

1-Hz. Peygamber Dönemi (Fıkhın Doğuşu)

Peygamber Efendimize (s.a.v) dini ve hukuki konularda sorulan sorular ya vahiy yolu ile ya da bizzat Hz. Peygamber’in ictihadı ile cevaplandırılıyordu. Bu soru ve cevapları Kur’an ve hadis-i şeriflerde bulmak mümkündür.

Kur’an-ı Kerim’de “senden soruyorlar”, “senden fetva istiyorlar” gibi ifadelerin geçtiği yerlerde Hz. Peygambere sorulup da Kur’an tarafından cevaplandırılan hususlar bulunmaktadır. “Ey Muhammed! Sana hürmet edilen ayı ve ondaki savaşı sorarlar, de ki: O ayda savaşmak büyük suçtur” (Bakara, 217), “Ey Muhammed! Sana kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar, deki: Size temiz olanlar helal kılındı.” (Maide, 4) ayetleri bu özelliktedir. 

Hadisler incelendiğinde Hz.Peygamber’in kendi ictihadı ile de fetva verdiği görülmektedir. Mesela deniz suyu ile abdest alınıp alınamayacağı sorulduğunda Hz. Peygamber “Onun suyu temizdir ve ölüsü de helaldir” diye cevap vermiştir. (Darimi, Sünen, I, 86)

Hz. Peygamber(s.a.v) sahabilerine de icitihad etme yetkisi vermiş ve sahabiler gerekli olduğu zaman bu yetkiyi kullanmışlardır. Hz. Ayşe, Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Ali, Muaz b. Cebel, Zeyd b. Sabit ve Huzeyfe Hz. Peygamber zamanında fetva veren sahabilerdendir.

Bu devir teşrîinin en önemli vasfı kolaylığın ve tedriciliğin olmasıdır. “Allah size kolaylık diler, güçlük istemez” ayeti kolaylığı; vahyin 23 yıl sürmesi ve şarabın yasaklanmasında olduğu gibi bazı hükümlerin bir anda değil de zamanla tekevvün etmesi tedriciliği göstermektedir.

Asr-ı saadette bilenler bilmeyenlerden fazla idi. O devirde bir kişi soru sorduğu zaman “Bu konuda senin görüşün nedir?” diye sormuyor, “Bu konuda ayet veya hadis var mı?” diye soruyordu. Din konusunda fazla bilgi sahibi olmayan kişiler karşılaştıkları meselelerin çözümü için hep aynı müctehide sorma zorunluluğu taşımıyorlar, bir konuyu bir müctehide sorarken diğer konuyu farklı bir müctehide sorabiliyorlardı.

 Bu devirde meseleyi çözerken kullanılacak olan kaynağa ulaşma ve ulaşılan kaynaktaki bilgiyi anlama konusunda problem çıkmıyordu. Kaynağa ulaşım hususunda problemin olmamasının sebepleri Kur’an ayetlerinin iner inmez yazıya geçirilip sahabenin çoğu tarafından ezberlenmiş olması, Hz.Peygamber (s.a.v) hayatta olduğu için her an O’na ulaşma imkanının olması ve yaşanılan coğrafyanın sınırlarının fazla geniş olmamasıdır. 

Bahsi geçen sebeplerden dolayı asr-ı saadette iftâ usulü belirlenmemiş ve bu konu bir  problem  olarak ortaya çıkmamıştır.

2- Sahabe Dönemi

Bu devreye Hulefa-i Raşidin devri de denir. Hz. Peygamberin vefatı ile başlar hicri 40 senesine kadar devam eder. Bu dönemde fetihlerle İslam ülkesinin toprakları genişlemiş, farklı kültürden insanlar müslüman olmuş bunun neticesi olarak daha önce karşılaşılmayan sorulara cevap verilmesi gerekliliği doğmuştur.

Ashab içersinde yüzotuz küsür şahıs fetva verecek salahiyete sahipti. Meselelerin çözümünde önce Kur’an-ı Kerim’e sonra da hadislere başvuruluyordu. Bu iki kaynak ile sonuca varılamayınca rey ictihadına başvuruluyordu. Rey ictihadı ile kastedilen, nasların açıklamadığı hükümleri nasların ve İslami prensiplerin ışığı altında hükme bağlamaktı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer en doğru hükme ulaşabilmek için şura ictihadına başvurmuşlardır.

Ashap arasında fetva verme hususunda ihtisaslaşma söz konusu olmuştur. Hz. Ömer bir konuşmasında “Kim Kur’an hakkında soru sormak istiyorsa Ubey b. Ka’b’a sorsun, feraiz hakkında soru sormak isteyenler Zeyd b. Sabit’e sorsun. Fıkıh meselelerini sormak isteyenler Muaz b. Cebel’e gitsinler. Mali konularda sorusu olanlar bana sorsunlar. Çünkü Allah beni hazineci ve kâsım kıldı.” demiştir.

Bu devirde, farklı bölgelerde yaşama, farklı bilgi, kabiliyet ve düşünceye sahip olma gibi etkenler sebebiyle Medine ekolü, Mekke ekolü ve Kufe ekolü gibi değişik fıkıh ekolleri ortaya çıkmıştır. Nazari fıkıh ile meşgul olunmamış, sadece meydana gelmiş olayların hükümleri araştırılmıştır.

Kur’an, Hz. Ebu Bekir zamanında mushaf haline getirildi ve Hz.Osman zamanında çoğaltılarak büyük şehir merkezlerine birer nüsha gönderildi. Bu devirde hadislerin bir kısmı yazılı bir kısmı ise şifahi halde bulunuyordu. Hadislerin ezberlenmesine de önem veriliyor, hadis uydurma faaliyetine rastlanmıyordu. Fetva verenler, Hz. Peygamber’in eğitiminden geçmiş, Arap kültür ve edebiyatını çok iyi bilen ve ayetlerin nüzul, hadislerin de vürud sebeplerine vakıf kişiler idi. Bu sebeplerden dolayı hem iftâ kaynağına ulaşma, hem de ulaşılan iftâ kaynaklarını anlama hususunda bu dönemde de fazla problem yaşanmamıştır. Bu sebeple sahabe döneminde iftâ usulünü belirlemek için bir çaba sarfedilmemiştir.

Çeşitli vazifeler sebebi ile Medine’den uzakta bulunan  sahabelerin kendileri yok iken vahyedilen nasları bilmemeleri ve hadisin sağlam bir kaynaktan elde edilememesi gibi sebepler kaynağa ulaşma bakımından birtakım problemler doğursa da, iftâ kaynağına ulaşma konusunda sonraki dönemlerde ortaya çıkan engellerle karşılaştırıldığında fazla önem taşımamaktadır.

Sahabe döneminde farklı fıkıh ekolleri ortaya çıkmış olmakla birlikte henüz mezhepler kurulmamıştı. Bilgisi az olan sahabi, kendisinden daha bilgili kabul ettiği kişiden karşılaştığı meselenin çözümünü delili ile birlikte öğreniyor ve ona göre dini hayatını yaşıyordu. Delil ön planda tutulduğu için yapılan bu faaliyet taklid değil ittiba niteliği taşımaktadır.

3- Tabiun Dönemi

Bu devir, hicri 40 yılında başlar (Emevi Devletinin kuruluşu), hicri 132 yılına kadar devam eder.

Bu devirde İslam ülkesinin sınırları batıda Atlas Okyanusu, doğuda Çin kıyıları ve Afganistan, kuzeyde kısmen Küçük Asya ve İspanya’ya kadar genişlemişti.

Hz. Osman’ın şehid edilmesi ile başlayan ihtilaflar Ehl-i sünnet, şia ve havaric fırkalarının doğmasına sebep olmuştur. Bu dönemde çıkan bölünmeler, siyasi olaylar ve isyanlar teşri faaliyetini etkilemiştir.

Tabiun döneminin önemli özellikleri şunlardır.

a- İslam alimleri çeşitli şehirlere dağılmıştır.

b- Hadis uydurma hareketi başlamıştır. Bu durum Iraklı alimleri, hadisleri kabul konusunda daha titiz olmaya sevketmiştir.

c- Hadisleri toplama faaliyeti başlamış, Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz hadislerin tedvini için Zühri ile Ebu Bekir Muhammed b. Amr b. Hazm’ı görevlendirmiştir.

d- Fıkıh sahasında tedvin hareketi başlamıştır.

e- Fıkıh sahasında ihtilaflar artarak devam etmiştir. Hadisleri sahih kabul etme şartları ile örf-adet farklılığı ihtilafların temel sebebini oluşturmuştur.

f- Üstad, muhit ve malumat farkına dayalı olarak Hicaz ve ırak medresesi ortaya çıkmıştır.

g- Nazari fıkıh çalışmaları başlamıştır.

h- Arap olmayan bir çok İslam alimi yetişmiştir.

Hulefa-i Raşidin’den sonra saltanat dönemi geldi. Bu saltanatın, bir siyaseti ve bu siyaset istikametinde dine müdahalesi vardı. Alimlerin ya onların istediği gibi konuşmaları ya da susmaları gerekiyordu. Yanlış, gayr-i meşru işlerle karşılaşınca tepki gösterme imkanları yoktu. Ashabın merkezden çevrelere yayılma sebeplerinden birisi de budur.

Bu devirde hem yeni müslüman olan bazı Arapların dillerinin Mekke ve Medine’de konuşulan Arapça’dan farklı olması, hem de başka dilleri konuşan insanların İslam’a girmesi sebebiyle iftâ için ulaşılan kaynaktaki bilgiyi anlama problemi çıkmıştır.

Hadis uydurma faaliyetinin başlaması ve alimlerin merkezden uzaklaşmaları da iftâ için kullanılacak malzemeyi elde etme hususunda problemlerin yaşanmasına sebep olmuştur.

Bu iki problemin ortaya çıkması bilen ile bilmeyen arasındaki seviye farkını artırmıştır. Seviye farkının artması, müsteftilerin fetva isterken hükmün delilini göz ardı edip sadece ulaşılan sonuçla ilgilenmelerine sebep olmuştur.

Fıkıh bu devirde tam manasıyla tedvin ve tertip edilmediği için henüz müctehidler için ışık tutacak kaideler ve kurallar oluşmamış, buna bağlı olarak iftâ usulü konusu da yeteri kadar işlenmemiştir.

4- Tebeü’t-Tâbiîn (Müctehid İmamlar Devri)

Bu devir hicri 132 yılında başlar, hicri dördüncü asrın ortalarına kadar devam eder. Bu devir “Fıkhın yükseliş devri”, “Tedvin devri” diye de isimlendirilir. Ebu Hanife, İdris eş-Şafii Malik b. Enes, Evzai, Süfyanü’s-Sevri, Davud ez-Zahiri, Ahmed b. Hanbel gibi mezhep imamları bu dönemde yetişmiştir.

Bu dönemin fıkhın altın çağı olmasını sağlayan başlıca etkenler şunlardır:

a- Ülkeyi Yöneten Abbasi Halifelerinin Din İlimlerine ve Alimlere Yakın İlgi Göstermesi

b- İslam Ülkesinin Genişlemesi: İslam ülkesinin toprakları İspanya’dan Çin’e kadar uzanıyordu. Bu da çok farklı kültürlere sahip insanların İslam ile tanışmasına sebep olmuştur. Değişik örfler, değişik ictihadlara sebep olmuş böylelikle de fıkıh kültürü zenginleşmiştir

c- Kabiliyetli Kişilerin Fıkıh İlmiyle Meşgul Olması

d- Fikir ve İctihad Hürriyetinin Olması: Bu devirde hem müftüler, hem de hakimler belli bir kanuna veya mezhebe bağlı değillerdi. Müctehid olmayanlar, istedikleri alimden fetva istiyorlar, herhangi bir müctehide bağlanma mecburiyeti taşımıyorlardı.

e-Tefsir, Hadis, Kıraat, Fıkıh, Fıkıh Usulü Gibi İslami İlimlerin Tedvin Edilmesi

f- İlmi Seyahatlerin Yapılması

g- Fıkıh Mezheplerinin Ortaya Çıkışı

h- Fıkhi Istılahların Doğuşu: Farz, vacip, mendup, haram, illet, sebep, batıl ,fasit vb. ıstılahlar alimler tarafından kullanılmaya başlamıştır.

h- İlmi Münazaraların Yapılması

Istılah birliğinin sağlanamaması, hadisleri kabul etme hususunda farklı ölçülerin esas alınması, yaşanılan bölgenin ve o bölgenin kültürünün fıkha tesiri, sünnetin teşri değeri konusunda farklı değerlendirilmelerin yapılması... gibi sebepler önceki devirlere nispetle bu dönemde fıkhi ihtilafların artmasına neden olmuştur. Ancak yukarda da belirtildiği gibi müctehid imamlar devrinde fikir ve ictihad hürriyeti olduğu için farklı ictihadlar müslümanlar arasında bölünmeye yol açmamış, ictihad farklılıkları ümmete rahmet olarak telakki edilmiştir. İctihada gücü olmayan bir kimse karşılaştığı meseleyi istediği bir müctehide sormuş ve dini hayatını ona göre düzenlemiştir.

İctihadın ehil kimseler tarafından yapılması, ictihad hürriyetinin olması, mezhep taassubunun olmaması ve ictihadlar arası tercih yapmanın tabiî karşılanması iftâ usulünün bir problem olarak kabul edilmesine engel olmuştur. Bu sebeple iftâ usulü konusu bu dönemde de fazla inceleme ve araştırma konusu olmamış sadece fıkıh usulü kitaplarında genel hatları ile ele alınmıştır.

5- Taklid ve Duraklama Dönemi

Bu devir hicri dördüncü asrın yarısında başlar, Mecellenin tedvin edilmeye başlandığı hicri 1286 yılına kadar devam eder.

Daha önceki dönemlerde ictihada ehliyeti olanlar ictihad ederek, ictihada gücü yetmeyenler de istedikleri alime sorup öğrenerek dini hayatlarını yaşıyorlardı. Bu dönemde ise taklid ruhu hakim oldu. Hem alimler, hem de halk imam kabul ettikleri bir müctehide ve onun mezhebine bağlandı. Hiçbir fıkıhçı imamının verdiği fetvaya muhalif bir şey söylemeyi kendisi için caiz görmüyordu.

Kerhi’nin (v.340) şu sözü o devirde hakim olan zihniyeti çok iyi göstermektedir. “Bizim fakihlerimizin vermiş oldukları fetvalara aykırı düşen ayetler ya mensuhtur ya da tevile muhtaçtır. Aynı şekilde bu durumda olan hadisler de ya mensuhtur ya da tevil edilmelidir.” 

Hocalara aşırı saygı, mezheplere bağlı kişilerin kadı tayin edilmesi, mezhep hükümlerinin tedvin edilmesi, devlet adamlarının bir mezhebi desteklemeleri ve bazı mezheplere vakıfların tahsis edilmesi toplumda taklidin yaygınlaşmasına ve mezhep taassubunun ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Taklit ve taassup ictihad faaliyetinin durmasına, ictihad kapısının kapatıldığı iddiasının İslam dünyasında yerleşmesine etki etmiştir.

Taklid devrinde mezhep taassubu ortaya çıktığı için, alimler kendi mezheplerinin daha tutarlı ve teşrîin ruhuna daha uygun olduğunu ispatlamak üzere fıkıh usulü kitapları kaleme almışlardır. Fıkıh usulü yazılırken iftâ usulüne dair olan konular önceki dönemlere göre daha teferruatlı işlenmeye başlamıştır.

Bu devri önceki devirlerden ayıran en büyük özellik bilen ile bilmeyen arasındaki ilmi seviye farkının artması, müctehid imamların yanılmaz otorite kabul edilmesi, hükümlerin delilleri ile değil sadece sonuçları ile ilgilenilmesi buna bağlı olarak fetva kitaplarının derlenmeye başlanması ve ictihadın artık ulaşılması mümkün olmayan bir değer olarak görülmesidir.

Yukarıda sayılanlara ilave olarak, ehliyeti olmayan insanların fetva vermeye başlaması, herkesin dilediği ictihadı almasının doğru olmadığı anlayışının hakim olması, mezhep taassubunun başlaması, toplumda Allah’ın hükmünü en doğru anlayan ve en doğru aktaran kimseyi tespit edip içi rahat bir şekilde ona uyma arzusunun ortaya çıkması iftâ usulü kitapları yazılmasına sebep olmuştur.

İftâ usulü kitapları, ehl-i mukallidin fıkhi hükmü naklederken başvurması gereken usulleri bildirir. Bu kitaplar ehl-i tahric ve ehl-i ictihad için yazılmamıştır. Bu kitaplar müctehidler tarafından değil, mukallitler tarafından yazılmıştır.

6- Kanunlaştırma Dönemi

Mecellenin tedvini ile başlayıp günümüze kadar devam eden bu dönemde, fıkhi özellik olarak  şu hususlar önem arz etmektedir.

a- İslam ülkelerinde kanunlaştırma hareketleri başlamıştır.

b-İctihadın önemi günden güne artmış, ictihad melekesini güçlendiren eserler yayınlanmaya başlamıştır.

c- Bazı İslam ülkelerinde fıkıh ansiklopedileri hazırlanmıştır.

d- İslam hukuku ile ilgili mukayeseli çalışmalar yapılmıştır.

e- Hem usul, hem furu konularında ictihada dayalı tezler ortaya konulmuştur.
0 Yorum - Yorum Yaz


Hadis Tarihi

Sünnet:  yol, güzergah, adet, gidisat

Hz.Peygamberin sözleri, fiilleri ve takrirleridir. O bizlere Allah tarafindan bir örnek olarak gösterilmistir o yüzden Sahabiler onun hakkinda herseyi kayit etmislerdir. Islam bilimlerinde „Sünnet“ farkli anlasilmis ve yorumlanmistir (Hadisciler, Kelamcilar, Fikihcihlar)

Sünnetin amaci Peygamberi insanlara örnek olarak göstermektir. Sünnet sayesinde insanlar kuranin buyruklarini ve tavsiyelerini hayatlarina aktarirlar.

Sünnet-ul Allah:  Allahin ilahi kanunlari

Hadis:  yeni, haber

Hadis, Hz. Peygamber'i dinleyen sahabîden başlayarak onu rivayet edenlerin adlarının yazılı olduğu sened ile Hz. Peygamber'in söz, fiil veya takrîrinin yazıldığı metin'den meydana gelir. Yani hadis deyince, sened ve metinden oluşan bir yazılı yapı anlaşılır.

Hadisler yani haberler degeri bakimindan ikiye ayrilir - mütevatir ve ahad’dan kismindan olusur.

Mütevatir: yalan söylenemeyecek kadar kalabalik bir toplumun verdigi haber

Ahad: Tevatür derecesine ulasmayan haberdir.

Bir haberin degeri isnadi yani senedi ile ölcülür. S-N-D : dayandirmak

Altin cag:  3 hicri asir. Erken devir eserleri bu asirda yazilmis.

Hemman, Ebi Seybe ve Ahmed b. Hanbel eserleridir. ß ayni zamanda Kütübü-Sittenin kaynaklaridir

Bu cagin önemli eserlerinden biri camius-sahih Muslim ve Buhariden+Ebu Davud, Tirmizi, Mace, Nesai kütübü-sitteyi olusturmuslardir(6 hadis imamlari)

Peygamber ve Sahabe döneminde hadis:

Medinedeki egitim ve ögretim faaliyetleri daha özel ve düzenli hale gelmesi Suffe ashabi ile olmustur. Suffe ehli hadislerin sünnetin ve dini uygulamalarin tespit edilip uygulanmasinda ve yayilmasinda büyük pay sahibidir. Bu sonraki dönemlere örnek teskil etmistir. Peygamber döneminde Kuran disinda hicbirsey kayit edilmemistir. (kuran ile karismasin diye)              ancak özel sahabilere Peygamber izin vermistir.En cok hadis rivayet eden sahabi Ebu Hureyre ve Enes b. Malikdir. Peygamber döneminde özel sahabiler tarafindan sahifeler yazildigi söylenir. Bu sahifelerden biri ebu hureyreye ait günümeze ulasmistir. Yani ilk islam asrinda azda olsa kayit faliyeti gerceklesmistir. Peygamberin vefaatindan sonra islami cografyanin yayilmasi görevini üstlenen sahabiler olmstur. Gün gectikce islam düsmanligi artmistir ve bu yüzden uydurma hadisler ortaya cikmistir. Bunun farkina varan alimler buna karsit „isnad tatbiki ve tenkidi“ yöntemini bulmuslardir.

Birinci asrin sonlari ve ikinci asrin baslarinda Tabiin bilgi mirasini bulunduklari bölgerde nakil etmislerdir. Tebe-i Tabin ise Tedvin ve Tasnif görevini baslatmistir. Ilk eser Imam Malik-el-Muvatta.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Tefsir Tarihi

Kur’ân tefsîri ilk Hz. Peygamber ile başlamıştır. Kur’ân’ın ilk hâfızı,ilk tebliğcisi,ilk müfessiridir.Yüce Allah namazı,orucu,haccı,zekatı farz kılmış;ancak bunların nasıl yapılacağını, şartlarını,miktarlarını, mânilerini açıklama işini sünnete bırakmıştır.

 Sünnet, Kur’ân’ı açıklamaya yönelik bu görevi belli bir şekil ve usullerle gerçekleştirmiştir.Bunları şöyle sıralayabiliriz: Mücmelin tebyîni:Peygamberin ,kendisinden ne kastedildiği anlaşılamayacak kadar kapalı olan ayetleri açıklaması. Bunların bir kısmı Yüce Allah, bir kısmı da Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır. Allah Resulü’nün açıkladığı nasların başında ahkâm,gayb,yaratılış,kader,kıyamet vb.konuları içeren ayetler gelir. Mübhemin tafsili:Peygamberin anlam bakımından belirsiz ve anlaşılmaz ayetleri açıklaması. Bu ayetlerde kelimeler;ismi işaretler,ismi mevsuller,zamirler,cins isimleri,belirsiz zaman zarfları ve belirsiz mekan isimleriyle zikredilmiştir. Mutlakın takyidi:mutlak:herhangi bir lafzın anlam yönüyle kayıt altına alınmaması,bir başka kelime ya da niteleme ile belirginleştirilmemesi demektir.Böylesi ayetler bazen sünnetle takyid(belirginleştirme) edilmiştir. Müşkilin tavzihi:Peygamberin ayetler arasındaki çelişki zannını ortadan kaldırmak için yaptığı açıklamadır. Ancak Nîsa Sûresi 82. ayet,Kur’ân’da birbiriyle çelişen ayetlerin bulunmasını imkansız kılmıştır. Peygamberimizin Kur’ân’a yönelik tefsiri,onon bir kısmını içermektedir tezini ortaya atan ilk İslâm bilgini GAZÂLi’ dir. Gazâli’den sonra bu görüşü savunan Süyûti’dir.Bu âlimlerin dayandığı deliller şunlardır: 

1- Hz. Peygamber Kur’ân’ın tamamını tefsir etseydi,’’onlar Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?’’(Muhammed S. 4. Âyet)gibi,onu anlamaya çalışan ayetlerin bir anlamı kalmazdı.

2- Hz. Âişe naklettiği bir hadiste şöyle demiştir:”Hz. Peygamber,Cebrâil’in kendisine öğrettiği belirli ayetlerden başka ,Kur’ân’dan bir şey tefsir etmezdi.”

3- Hz. Peygamber’in Kur’ân’a dair beyanları onun ,sadece manası anlaşılmayan ayetleriyle ilgilidir.

 4- Bugünkü hadis kitapları incelendiğinde ,Hz. Peygamber’in Kur’ân tefsirine yönelik merfû rivâyetlerin sayıca az olduğu görülür.

 5- Resûlullah,Kur’ân’daki her ayetin manasını açıklasaydı, İbn Abbas için şu duayı etmesinin bir anlamı olmazdı:” Allah’ım,onu dinde fakih kıl ve ona te’vîli öğret.”

6- Hz. Peygamber Kur’ân’ın tamamını tefsir etmiş olsaydı,Ahmed b. Hanbel tefsiri asılsız olarak nitelendirdiği megâzi(kahramanlık kıssaları) ve melâhimle(harp tarihi) birlikte zikretmezdi. Peygamberimiz’in Kur’ân’ın tamamını tefsir ettiği görüşünü ilk savunan İbn Teymiyye’dir.Daha sonra bazı âlimler bu kanaati paylaşmışlar. Bu âlimlerin dayandığı deliller:

1-Nahl Suresi 49. âyeti:”İnsanlara kendilerine indirileni beyan etmen için sana da Kur’ân’ı indirdik.” Hz. Peygamber’e Kur’ân’ı tefsir etme sorumluluğu yüklemektedir.Beyan lafzı Kur’ân’ın bütününü içine alır.

2-Ashâbın,Resûlullah’tan on ayet öğrendiklerinde manalarını kavrayıp onlarla amel etmedikçe ,başka ayetlere  geçmediklerini ifade eden rivayetler vardır.Bu da Peygamber’in sahabilerine her ayetin manasını açıkladığını gösterir.

3-Herhangi bir ilim dalında yazılmış bir kitabın bile izaha muhtaç olduğu düşünülürse,insana dünya ve âhiret  mutluluğunun yollarını gösteren Kur’ân’ın bir bütün olarak tefsire ihtiyacının olmadığını ileri sürmek aklen de mümkün olmaz. Sonuç olarak;Hz.Peygamberin bize bıraktığı Kur’ân tefsiri kısmen sözlü ,kısmen de fiili bir tefsirdir.Ancak onun sözlü tefsiri de esasen fiile döküldüğü için ,baştan sona bütün Kur’ân,Allah Resûlü tarafından yaşanarak tefsir edilmiş demektir.

İslam bilginlerine göre Hz. Peygamber’in tefsiri iki fonksiyon icra eder:

1- Beyân:Allah Resulü’nün Kur’ân’i nasları gerektiği şekilde açıklaması,Kur’ân’daki genel manalı ayetleri

2- Teşrî:Allah Resulü’nün durum ve şartlara göre hüküm koymasıdır.Mutlak hüküm koyucu Allah’tır.

Sahabenin tefsir metodu:

 

Bir grup, özellikle müteşabih nasları tefsir etme konusunda çekingen davranarak re’y(görüş)ile tefsire karşı çıkmıştır.Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi. Bir grup da naklin bulunmadığı yerde kendi içtihatlarıyla tefsir ediyorlardı.Bunlar herhangi bir ayeti tefsir ederken önce Kur’ân’a sonra da sünnete başvuruyorlar.Eğer aradıklarını bulamazlarsa kendi içtihatları ile tefsir ediyorlardı. Sahabiler bir taraftan dil tahlilleriyle diğer taraftan da Arap şiiriyle istişhâdda(şahid gösterme)bulunarak Kur’ân’ı tefsir etmişlerdi.İbn Abbas tefsirde Arap şiirini çok kullanmıştır. sahabiler ayetleri tefsir ederken nâsih ve mensûha işaret etmiş, nüzul sebeplerini zikrederek tefsir yapmışlardır. Nâsih:mensûh ayetin hükmünü yürürlükten kaldıran ayettir. Mensûh:İndirildikten bir müddet sonra,gelen ikinci bir ayetle(nâsih)hükmü kaldırılan ayettir. Sahabiler ayetleri bazen tahsis yoluyla açıklıyorlardı.”Allah’ın nimetini nankörlüğe çevireni görmedin mi?”(İbrahim S. 28. ) ayetini İbn Abbas “onlar Mekke kâfirleridir” diyerek tahsis etmiştir.

Sahabe tefsirinin genel özellikler:

1-Sahâbîler Kur’ân’ı ayet ayet baştan sona tefsir etmemişlerdi.Bu yüzden yaptıkları açıklamalar garip, muğlak(kapalı),mübhem(belirsiz),müşkil(karışık),mü cmel(kapalı) lafızlarla sınırlı idi.

2- Sahâbîler arasında zaman zaman bir kısım ihtilaflar ortaya çıkmıştı.Ancak bu ihtilaflar tezat değil tenevvü(çeşitlilik) ihtilafı idi.

3-Ahkâm ayetlerinden hüküm istinbâtında(açığa çıkarma) bulunmamışlardı.

4-Tefsir bu dönemde henüz tedvin (yazıya geçirme)edilmemişti.

5-Âyetlerin nüzul sebeplerini açıklamışlardı.En önemli özellikleri ,ayetlerin inmesine sebep olan olaylara vâkıf olmalarıydı.

Tâbiûn dönemi tefsiri:

Tâbiîler,sahâbeden sonra tefsirde önemli rol üstlenen bir nesildir.Peygambere ulaşmamışlar,sahâbîlerdenfaydalanmışlardır.

Tefsirde öncelikle Kur’ân ve Sünnete başvurmuşlar,daha sonra esbâb-ı nüzul,mübhemât(belirsizlik),gaybla ilgili konularda sahâbîlerin görüş ve tercihlerine müracaat etmişlerdir. Çünkü bu alanlar aklî muhakeme ve içtihadın dışında kalıyor,fikir yürütmek mümkün olmuyordu. Tefsirde bazen Ehli kitabın görüşlerine de müracaat ediyorlardı.Bazen de aklî tercihte bulunarak Kur’ân’ı tefsir ediyorlardı. Mekke Tefsir Mektebi:İlk tefsir mektebi Mekke’de kurulmuştur. Kurucusu tefsirde en büyük otorite olan Abdullah b.Abbas’tır. İbn Teymiyye; “Tabiîler içerisinde tefsirde en önde gelenler İbn Abbas’ın öğrencileridir “ diyerek Mekke ekolünde yetişen öğrencilerin tefsirdeki üstünlüğünü ortaya koymuştur. 

 

Medine Tefsir Mektebi: Tabiîler devrinde kurulan ikinci bir ekoldür.Ubey b. Ka’b’ın faaliyetiyle ortaya çıkmıştır.

Kûfe Re’y Mektebi: Abdullah b. Mes’ûd tarafından kurulmuştur.

Tâbiûn tefsirinin kaynak değeri: 3 görüş vardır:

1- Tâbiîlerin Kur’ân’a dair yorumları daha çok kendi bilgi birikimlerine dayanmaktadır.

2- Tâbiîler tefsirle ilgili bilgileri genellikle sahabeden almışlardır.Yani kendi tercihlerinden çok sahih sahabe 

3-Tâbiûn tefsirinden ancak üzerinde ittifak edilen hususlar referans olarak kullanılabilir.Diğerlerini kabul etmek zorunluluğu yoktur.

Tâbiûn tefsirinin genel nitelikleri:

1-Sahabe tefsiri manası kapalı olan ayetlerle sınırlı iken tâbiîler döneminde Kur’ân’ın bütünü tefsire konu olmuştur.

2-Tâbiûn tefsirinde kelime açıklamaları yanında geniş fıkhi izahlar,ayetlerden istinbât (hüküm çıkarma)ve istidlâl(kıyas) yoluyla çıkarılan hükümler ve tarihi bilgiler de yer almıştır.

3-Şiirle istişhad (şahit gösterme) metoduyla bazı lafızları açıklamak ve bazı garip lügatları şerh (açıklama) ve izah etmek de bu dönemin bir başka özelliğidir.

4- Tâbiîler Kur’ân’da geçen kıssalarla manası mübhem (belirsiz) olan ayetlerin tafsilatını öğrenebilmek için Ehli kitap âlimlerine sahabe döneminden daha fazla müracaatta bulunmuşlardır.

5-Bu dönemde de tefsir henüz tedvin (yazıya geçirme) edilmemişti. Tefsire dayalı haberler yine şifâhi(sözlü) aktarılmıştı.

6-Tefsirde bazen kıyas yolunu kullanmışlar.Bu tâbiîler döneminde boşlukların doldurularak tefsire birçok yeni görüşün ilavesi anlamına gelir.


0 Yorum - Yorum Yaz

MUKAYESELİ TARİHLER    07.01.2014

-TEFSİR  USULÜ

İnsanı halife ve mukaddes emanetin yükleyicisi olmakla mükellef kılan allah, bezm-i elestü de aldığı ahdi zamanla unutan insanoğluna elçiler aracılığıyla suhuf ve kitaplar göndererek insanoğlunun dünyaya amaçsız gelmediğini ve başıboş olmadığını sürekli hatırlatmıştır.

Kur’anın ifadesiyle alemlere rahmet olarak gönderilen hz muhammed bu elçiler silsilesinin son halkasıdır. Kuranı kerim ise kendisine vahyolunan kitaptır. Allahü teala kuran ile şeriatı ortaya koyarken, hz muhammed; kuranın bir anlamda pratikteki hali konumundadır. Yaşantısı, hal ve hareketleri ile kendisine vahyolunan dini insanlara öğretmiştir. İlk dönem müslümanları allahın emir ve nehiylerini izzat peygamberden öğrenmişlerdir. Karşılaşılan müşkülatlarda ikinci şari’ konumunda olan hz muhammede sorarak ilk elden öğrenme imkanına sahiptiler. Öğrendiklerini de kendilerinden sonraki nesillere aktararak günümüze kadar gelmesine vesile olmuşlardır. Hz muhammedin ümmetine miras bıraktığı kuran ve sünnet bu yolla günümüze kadar gelmiştir. Tefsir önceleri rivayetlere dayalı yapılırken daha sonra dirayet tefsirleri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Sahabe ve tabiin döneminde dönemsel yakınlık vesilesiyle rivayetlerle yetinebiliyorken; sonraları arab dilinin incelikleri, nahiv, belagat tarih gibi alet ilimleri de tefsire yardımcı ilimler haline gelmiştir. Kur’anın hz muhammed döneminde yaşayan insanlara allahın doğrudan hitabı olduğunu düşündüğümüzde pek çok ilim dalının kur’anı tefsir etmek için gerekli olduğunu kabul etmek durumunda oluruz. Nitekim o dönemin şartlarını bilmeden yapacağımız tefsir konuyu sibak ve siyakından koparmış olacaktır. Bu ihtiyaçtan tefsir usulü doğmuştur. Tefsir ilminin usulleri de tabiinden sonraki dönemde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. İslam geniş coğrafyaya yayıldıkça yeni durumlar ortaya çıkıyor ve birçok yeni içtihad zorunlu hale gelmekteydi. Örneğin ırakta iken imam şafii yaptığı birçok ictihadı mısıra gittikten sonra yeni ictihadlarla değiştirmiştir. Şöyle ki eski görüşlerimi mezhebden sayana hakkım helal değildir deme noktasına geliyordu. Bir kaç hüküm dışında kadim diye adlandırılan ırak görüşleri mezhebde kabul edilmemeye başlıyor. Daha sonraki alimler bunu ırak ve mısır arasındaki farklı yaşam anlayışlarından kaynaklandığını ortaya koyuyorlar.

 

 

-HADİS  USULÜ

İslami ilimerin en eski olanı hadis ilmidir. Hz.Peygamber kur’an ayetleriyle karışmasını önlemek için önceleri hadis yazımını yasaklasa da daha sonra duyan duymaya ulaştırsın diyerek buna müsade etmiştir. Kur’an hz muhammede nazil olduğuna göre mantıken bile şu kanaate varabiliriz. Kur’anı anlamak için peygambere muhtacız. Nitekim buna yönelik birçok ayette mevcuttur. Hz muhammed kur’anı tebliğ etmiş sahabelerde rivayetlerle hz muhammedin ve kendilerinin kur’anı nasıl anladıklarını kendilerinden sonrakilere aktarmışlardır. Zaman zaman tedvin edilsede hadisler 3. Asırda imam buhari diğer hadis alimleri birçok hadis eseri ortaya koyarak hadis ilminin gelişmesine büyük katkı sağlamışlardır. Hadis usullerinin ortaya konmasıyla önemli bir disiplin haline gelen hadis ilmi;

Cerh ve Ta'dil: Raviyi redd (cerh) veya duzeltmeyi (tadil) ele alır.

2- Rical: Ravilerin hayatını ele alır.

3- Hadis ihtilafı: Birbiriyle çelişen hadisleri karşılaştırır.

4- İlelilhadis: Hadisin doğruluğunu zedeleyen gizli noktaları aydınlatır.

5- Garibulhadis: Hadislerde geçen terimleri araştırır.

6- Nasih ve Mensuh: Hükmü kalkmış hadisleri araştırır.

7- Kutsi hadis: 

Gibi birçok kavramı içinde barındıran önemli bir alan haline gelmiştir. Hadislerin güvenirliliğini ortaya koymak için adeta kılı kırk yaran çalışmalar ortaya konmuştur.

 

- Fıkıh usulü

Fıkıh kelimesi sözlükte birşeyi bilmek, anlamak manasına gelir. Kur´ân´da fıkıh kelimesi ince anlayış, keskin idrak anlamında kullanılmıştır. Şu halde fıkıh bir şeyin hakikatini deliliyle birlikte bilmek anlamına gelmektedir.

Hanefîler Fıkıh´ı ıstilâh´ta "kişinin amel yönünden lehine ve aleyhine olan şer´î hükümleri bir meleke halinde bitmesidir" şeklinde, Şâfiîler ise "şer´î-amelî hükümleri yani ibâdet, muamelât ve ukûbât´a ait hükümleri, tafsili delillerinden çıkararak bilmektir" şeklinde tarif etmişlerdir. Bu iki tarifin lafızları farklı olmakla birlikte, aynı manayı ifade etmektedirler. Çünkü Hanefîler bilmek (ma´-rifet) tabirinden "delilinden çıkararak bilme, meleke ve iktidarı" manasını kastetmişlerdir. İlk dönemlerde fıkıh kur’an, sünnet ve peygamberin ictihadlarıyla şekillenirken, daha sonraki dönemlerde kur’an, sünnet icma ve kıyas üzerinden teşekkül etmiştir. 2. Asırdan itibaren mezheblerin ortaya çıkmaya başlaması ve fıkıh usullerinin şekillenmeye başlamasıyla artık gittikçe kurumsal hale gelmeye başlamıştır. Fıkıh amele taalluk etmesi nedeniyle devlet sistemini de yakından ilgilendirdiğinden hadis ve tefsirden daha hızlı bir şekilde gelişmiş ve kurumsal hale gelmiştir.


0 Yorum - Yorum Yaz

MUKAYESELİ TARİHLER    07.01.2014

2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

TAHİR EROL

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO: 13912726

 

MUKAYESELİ TARİHLER

-TEFSİR  USULÜ

İnsanı halife ve mukaddes emanetin yükleyicisi olmakla mükellef kılan allah, bezm-i elestü de aldığı ahdi zamanla unutan insanoğluna elçiler aracılığıyla suhuf ve kitaplar göndererek insanoğlunun dünyaya amaçsız gelmediğini ve başıboş olmadığını sürekli hatırlatmıştır.

Kur’anın ifadesiyle alemlere rahmet olarak gönderilen hz muhammed bu elçiler silsilesinin son halkasıdır. Kuranı kerim ise kendisine vahyolunan kitaptır. Allahü teala kuran ile şeriatı ortaya koyarken, hz muhammed; kuranın bir anlamda pratikteki hali konumundadır. Yaşantısı, hal ve hareketleri ile kendisine vahyolunan dini insanlara öğretmiştir. İlk dönem müslümanları allahın emir ve nehiylerini izzat peygamberden öğrenmişlerdir. Karşılaşılan müşkülatlarda ikinci şari’ konumunda olan hz muhammede sorarak ilk elden öğrenme imkanına sahiptiler. Öğrendiklerini de kendilerinden sonraki nesillere aktararak günümüze kadar gelmesine vesile olmuşlardır. Hz muhammedin ümmetine miras bıraktığı kuran ve sünnet bu yolla günümüze kadar gelmiştir. Tefsir önceleri rivayetlere dayalı yapılırken daha sonra dirayet tefsirleri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Sahabe ve tabiin döneminde dönemsel yakınlık vesilesiyle rivayetlerle yetinebiliyorken; sonraları arab dilinin incelikleri, nahiv, belagat tarih gibi alet ilimleri de tefsire yardımcı ilimler haline gelmiştir. Kur’anın hz muhammed döneminde yaşayan insanlara allahın doğrudan hitabı olduğunu düşündüğümüzde pek çok ilim dalının kur’anı tefsir etmek için gerekli olduğunu kabul etmek durumunda oluruz. Nitekim o dönemin şartlarını bilmeden yapacağımız tefsir konuyu sibak ve siyakından koparmış olacaktır. Bu ihtiyaçtan tefsir usulü doğmuştur. Tefsir ilminin usulleri de tabiinden sonraki dönemde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. İslam geniş coğrafyaya yayıldıkça yeni durumlar ortaya çıkıyor ve birçok yeni içtihad zorunlu hale gelmekteydi. Örneğin ırakta iken imam şafii yaptığı birçok ictihadı mısıra gittikten sonra yeni ictihadlarla değiştirmiştir. Şöyle ki eski görüşlerimi mezhebden sayana hakkım helal değildir deme noktasına geliyordu. Bir kaç hüküm dışında kadim diye adlandırılan ırak görüşleri mezhebde kabul edilmemeye başlıyor. Daha sonraki alimler bunu ırak ve mısır arasındaki farklı yaşam anlayışlarından kaynaklandığını ortaya koyuyorlar.

 

 

-HADİS  USULÜ

İslami ilimerin en eski olanı hadis ilmidir. Hz.Peygamber kur’an ayetleriyle karışmasını önlemek için önceleri hadis yazımını yasaklasa da daha sonra duyan duymaya ulaştırsın diyerek buna müsade etmiştir. Kur’an hz muhammede nazil olduğuna göre mantıken bile şu kanaate varabiliriz. Kur’anı anlamak için peygambere muhtacız. Nitekim buna yönelik birçok ayette mevcuttur. Hz muhammed kur’anı tebliğ etmiş sahabelerde rivayetlerle hz muhammedin ve kendilerinin kur’anı nasıl anladıklarını kendilerinden sonrakilere aktarmışlardır. Zaman zaman tedvin edilsede hadisler 3. Asırda imam buhari diğer hadis alimleri birçok hadis eseri ortaya koyarak hadis ilminin gelişmesine büyük katkı sağlamışlardır. Hadis usullerinin ortaya konmasıyla önemli bir disiplin haline gelen hadis ilmi;

Cerh ve Ta'dil: Raviyi redd (cerh) veya duzeltmeyi (tadil) ele alır.

2- Rical: Ravilerin hayatını ele alır.

3- Hadis ihtilafı: Birbiriyle çelişen hadisleri karşılaştırır.

4- İlelilhadis: Hadisin doğruluğunu zedeleyen gizli noktaları aydınlatır.

5- Garibulhadis: Hadislerde geçen terimleri araştırır.

6- Nasih ve Mensuh: Hükmü kalkmış hadisleri araştırır.

7- Kutsi hadis: 

Gibi birçok kavramı içinde barındıran önemli bir alan haline gelmiştir. Hadislerin güvenirliliğini ortaya koymak için adeta kılı kırk yaran çalışmalar ortaya konmuştur.

 

- Fıkıh usulü

Fıkıh kelimesi sözlükte birşeyi bilmek, anlamak manasına gelir. Kur´ân´da fıkıh kelimesi ince anlayış, keskin idrak anlamında kullanılmıştır. Şu halde fıkıh bir şeyin hakikatini deliliyle birlikte bilmek anlamına gelmektedir.

Hanefîler Fıkıh´ı ıstilâh´ta "kişinin amel yönünden lehine ve aleyhine olan şer´î hükümleri bir meleke halinde bitmesidir" şeklinde, Şâfiîler ise "şer´î-amelî hükümleri yani ibâdet, muamelât ve ukûbât´a ait hükümleri, tafsili delillerinden çıkararak bilmektir" şeklinde tarif etmişlerdir. Bu iki tarifin lafızları farklı olmakla birlikte, aynı manayı ifade etmektedirler. Çünkü Hanefîler bilmek (ma´-rifet) tabirinden "delilinden çıkararak bilme, meleke ve iktidarı" manasını kastetmişlerdir. İlk dönemlerde fıkıh kur’an, sünnet ve peygamberin ictihadlarıyla şekillenirken, daha sonraki dönemlerde kur’an, sünnet icma ve kıyas üzerinden teşekkül etmiştir. 2. Asırdan itibaren mezheblerin ortaya çıkmaya başlaması ve fıkıh usullerinin şekillenmeye başlamasıyla artık gittikçe kurumsal hale gelmeye başlamıştır. Fıkıh amele taalluk etmesi nedeniyle devlet sistemini de yakından ilgilendirdiğinden hadis ve tefsirden daha hızlı bir şekilde gelişmiş ve kurumsal hale gelmiştir.


0 Yorum - Yorum Yaz


EMRE YILDIZ / Yüksek Lisans / Özel Öğrenci

 

Yazımızda Hadis, Tefsir ve Fıkıh ilim dallarının tarihi süreç içerisindeki göstermiş oldukları oluşum, gelişim ve genişleme süreçlerini işlemeye çalışacağız. Önceki konumuz olan “bilginin bütünlüğü” konusundan hareketle bu ilimlerin birbirlerinden bağımsız gelişen ve değişen münferit ilimler olduklarını düşünmek eksik bir düşünce olur. İslâmî ilimler, Müslümanların Kur’ân’ı anlamak üzere geliştirmiş oldukları dînî ilimlerdir. Bunlar tefsîr, hadis, fıkıh, kelâm, siyer, tarih ve ahlâk ilminden ibarettir. Bütün bu ilimlerin kaynağı da Kur’ân’dır. Müslümanların bu ilimleri ortaya çıkarma ve geliştirmedeki en temel amaçları, Kur’ân’ın doğru anlamına ulaşmaktır.

İlk dönemlerde İlim denince Hadis (İlmi) anlaşılırdı. Çünkü Tefsir, Fıkıh, Tasavvuf gibi Şer’î/İslâmî İlimler ayrı ve müstakil bilim dalları haline gelmeden önce hadis içindeydi. Bütün bu ilimlerin kaynağı Kur’ân ve onun uygulaması olan sünnettir. Kur’an tefsiri ve sünneti öğrenme, öğretme, koruma, yazma, nakil yöntemlerini belirleme, yorumlama işleri hadisçiler tarafından yürütülüyordu. Dolayısıyla İslâm Tarihi’nin ilk dönemlerinde hadise ilim denmesinin sebebi budur. İslâmî İlimlerin müstakilleşmesi ve Hadis İlmi’nden ayrılması, rivayet yanında aklın da devreye girmesi sonucu olmuştur.

 

Hz. Peygamber Dönemi

Bilindiği gibi sözün olduğu yerde açıklama, anlama ve yorumlama faaliyeti kendiliğinden bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. Bu türden bir faaliyet Tevrat ve İncil gibi önceki kutsal metinler için de söz konusudur. Bu ilâhî kitapların sonuncusu olan Kur’ân da tabiatıyla bu anlamda bir faaliyete ihtiyaç duymaktadır. Onun metnine yönelik tefsîr faaliyeti de hiç kuşkusuz Hz. Peygamber’le başlamıştır. Çünkü Kur’ân ona vahyedilmiş ve Yüce Allah, “Ey Peygamber! Sana Rabbinden gönderileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun yüklediği elçilik görevini (insanlara) ulaştırmamış olursun” (Mâide (5), 67); “Sana Kur’ân’ı gönderdik ki insanlara indirileni onlara açıklayasın” (Nahl (16), 44) âyetlerinde de belirtildiği gibi, Hz. Peygamber’e Kur’ân’ı tefsîr etme görevini vermiştir. Bu sebeple nübüvvet tarihi boyunca Hz. Peygamber, bir taraftan kendisine vahyedilen Kur’ân bölümlerini muhataplarına okumuş, tebliğ etmiş diğer taraftan da manası anlaşılmayan hususları açıklamıştır.

Resûlullah’a gelen vahiyler çoğu zaman ashab tarafından anlaşıldığı için hiçbir açıklamayı gerektirmezdi. Böylesi durumlarda o, inen âyetleri tebliğ etmekle yetinirdi. Ancak bazen de bunun tersi olur, açıklama zarureti doğardı. O zaman da genellikle Hz. Peygamber ihtiyaç duyulduğu kadar tefsîr ederdi. Meselâ Yüce Allah namazı, orucu, haccı, zekâtı farz kılmış; ancak bunların nasıl yapılacağını, şartlarını, miktarlarını, mânilerini açıklama işini sünnete bırakmıştır. Ayrıca avlanma, hayvanları boğazlama, nikâh, talak vb. birtakım hususlar aynı şekilde sünnetle açıklanmıştır. Bu açıklama da gelişigüzel değil belli bir usule göre şekillenmiştir. Bunlar; Mücmelin Tebyini, Mübhemin Tafsili, Mutlakın Takyidi, Müşkilin Tavzihi şeklindedir.

Hadis ilmi açısından bakıldığında, sünnet kavramı Kur’an ile sıkı sıkıya bağlantılı bir kavramdır. Çünkü Hz.Peygamber kendi hayatında Kur’an’ın bütün emirlerini ve hükümlerini yerine getirmekle ve uygulamakla yükümlüdür. Hayatı da Kur’an hükümlerini birebir uyguladığının tanığıdır. Peygamberimizin eşi Hz. Âişe’ye, “Hz. Peygamber’in ahlâkı nasıldı?” diye sorduklarında, onu en yakından tanıyan kişi olarak “Onun ahlâkı Kur’an’dı” diye cevap vermiştir. Peygamberimiz için yapılan “Yaşayan Kur’an ve Yürüyen Kur’an” gibi nitelemeler bu anlama gelmektedir. Sünnet, Hz. Peygamber’den gelmesi bakımından üçe ayrılır; a) Kavlî Sünnet b) Fiilî Sünnet c) Takrîrî Sünnet

Sünnet kavramının, Hz. Peygamber’e Allah tarafından verilen görevler doğrultusunda değerlendirilmesi gerekir. Kur’an’ın bildirdiğine göre Hz. Peygamber’in temel görevleri şunlardır: a) Tebliğ, b) Beyân/Tebyîn, c) Tezkiye

Fıkh'ın usûl ve fürû'unun ayrı birer ilim dalı olarak incelenmesi, okunup okutulması, sonra kitaplara geçirilmesi daha sonraki dönemlerde gerçekleşmiş olmakla beraber, gerek usûlün ve gerekse fürû'un temelleri, Hz. Peygamber devrinde atılmış, hattâ esas itibariyle tamamlanmıştır. Bilindiği üzere inananlara yol gösteren, bağlayıcı hükümler koyan, şeriat (kanun) vazeden Allah'tır (el-En'âm: 6/57; Yûsuf: 12/40, 67). Allah'ın hükmü bize, ya Kitâb'ı (Kur'ân-ı Kerîm), ya Peygamberi (Sünnet), ya bunlar üzerinde düşünülerek ictihad etmek (kıyâs, istidlâl), yahut da bunlardan birine dayalı ittifak (icmâ) yoluyla intikal etmektedir. Fıkh'ın birinci devrinde bu kaynaklardan ilk ikisi tamamlanmış, Kur'ân-ı Kerîm baştan sona birçok hâfız tarafından ezberlenmiş ve ayrıca yazılmış, Sünnet kısmen yazılmış ve hâfızalarda muhâfaza edilmiş, diğer kaynaklar ise ya kullanılmış, yahut da ileride kullanılabileceği açıklanmıştır. Fıkh'ın fürû kısmı ile ilgili bu devre ait hüküm ve örnekler ise sayılamıyacak kadar çoktur. Hz. Peygamber dönemi Mekke ve Medine Dönemi olarak ikiye ayırabiliriz.

Mekke Dönemi, bu devrede Allah Resûlü'nün (s.a.) tebliği daha çok inanç ve ahlâk sahasına yönelmiştir. Zaten ibadet ve hukukî münasebetler bu iki temel üzerine oturmaktadır. Mekke'de fıkıh hükümleri hem azdır, hem de umûmî, küllî bir karakter arzetmektedir. Medine Dönemi, Mekkeli müslümanları bağrına basan; "Medînetü'n-Nebî" adıyla İslâm dâvet ve devletinin yeni merkezi bu genç devletin siyâsetini ve bu çekirdek İslâm cemiyetinin ictimâî hayatını tanzim edecek kaidelere ihtiyaç vardı. Teşrîi de bu sâhalara yönelerek ferdî ve ictimâî hayatı tanzime koyuldu. Bir taraftan ibâdetler, cihâd, âile, miras ile alâkalı, diğer taraftan da anayasa, cezâ, muhâkeme usûlü, muâmelât ve devletler arası münasebetlerle ilgili kâideler, esaslar vazedildi. Bu devir fıkhı'nın özelliklerini genel olarak şu şekilde sıralayabiliriz; a) Tedric, b) Kolaylık c) Nesih

Furu’ bakımından aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.

Mekke Dönemi :
1- Namaz, 2- Beş vakit namaz, 3- Temizlik, 4- Cuma namazı,

Medine Dönemi :
Birinci Yıl ; 1- Hutbe, 2- Ezân, 3- Nikâh, 4- Cihad, 5. Belediye nizamı,
İkinci Yıl ; 1- Oruç, 2- Bayram Namazları, 3- Fıtır sadakası, 4- Kurban, 5- Zekât, 6- Kıblenin Değiştirilmesi, 7- Ganîmetler ve taksîmi
Üçüncü yıl : 1- Miras Hükümleri, 2- Boşanma,
Dördüncü yıl
: 1- Yolculuk ve Savaş Halinde Namaz, 2- Recm Cezası, 3- Arâzî ıktâ'ı,
4- Teyemmüm, 5- İffete İftira Cezası, 6- Örtünme ve İstizân, 7- Hac ve umre
Beşinci yıl : 1- Yağmur Duâsı ve Namazı, 2- Îlâ
Altıncı Yıl : 1- Anlaşma Kaideleri, 2- Hac ve Umre Yolunda Engelleme, 3- Alkollü İçkiler ve Şans Oyunlarının Yasaklanması, 4- Zıhâr, 5- Vakıf, 6- Isyân ve haydutluğun cezâsı
Yedinci Yıl : 1- Bazı Yiyeceklerin Yasaklanması, 2- Zırâî Ortaklık
Sekizinci yıl : 1- Mekke'nin Kutsîliği ve Dokunulmazlığı, 2- Kısâs, 3- Alkollü içki satışının yasaklanması, 4- Müddetli Evlenmenin Yasaklanması, 5- Hukuk karşısında eşitliğin ilânı,
6- Kabir Ziyaretine İzin Verilmesi
Dokuzuncu yıl
: 1- Çıplak Tavâfın Yasaklanması, 2- Mulâ'ane
Onuncu Yıl : 1- İnsan Haklarının İlânı, 2- Vasıyet, neseb, nafaka ve borçla ilgili hükümler
3- Cezanın Şahsîliği, 4- Vasıyetin üçte birle sınırlandırılması, 5- Faizin Yasaklanması ve Akit Hürriyeti

 

Sahabe Dönemi;

Sözlü nakil dönemi içinde yer alan bir tefsîr çeşidi de ashâbın şifâhî rivâyetleridir. Bu rivâyetler tefsîr tarihi açısından -Hz. Peygamber’in Kur’ân’a dair beyanlarından sonra- ikinci sırayı almaktadır. Çünkü sahâbîler Arap oldukları için Arap dilinin üslup ve inceliklerini, Arap örf ve âdetlerini iyi biliyorlardı. Yaklaşık yirmi üç sene boyunca Kur’ân’ın inişine bizzat şâhit olup, bu esnada meydana gelen olayları müşâhede etmişlerdi. Ayrıca Resûlullah’ın çeşitli vesilelerle yapmış olduğu açıklamaları dinleyerek nassların içsel anlamlarına ulaşabiliyorlardı. Bütün bunlar sahâbîlerin bir taraftan ilim ve imân yönünden belli bir olgunluğa erişmesini sağlıyor, diğer taraftan da Kur’ân nasslarını tefsîr etme konusunda kendilerine, Resûlullah’tan sonra en güvenilir nesil olma statüsü kazandırıyordu.

Hz. Peygamber’in vefatının ardından Kur’ân’ı tefsîr etme göreviyle karşı karşıya kalan sahâbileri, bu husustaki yaklaşımları itibariyle iki gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan bir grup sahâbî Kur’ân âyetlerini yorumlama noktasında çok duyarlı hareket ederek, nassları kenditercihleri doğrultusunda anlamlandırmayı ilâhî irâdeye müdâhele olarak telakki ediyor; bunun için de böyle bir müdâheleden uzak durmayı daha isabetli bir yol olarak görüyorlardı. Buna mukabil bir kısım sahâbî de naklin bulunmadığı yerde kendi içtihâdlarıyla Kur’ân’ı tefsîr etme cihetine gidiyordu.

Sahâbîlerin yapmış olduğu tefsîrin genel özelliklerini şöylece sıralamak mümkündür:

1. Sahâbîler Kur’ân’ı âyet âyet baştan sona tefsîr etmemişlerdi. Zira onlar, Kur’ân’ın tümünü tefsîr etmeye ihtiyaç duymuyorlardı. Bu yüzden yaptıkları açıklamalar, garip, muğlak, müphem, müşkil ve mücmel lafızlarla sınırlı idi.

2. Zaman zaman sahâbîler arasında bir kısım ihtilâflar ortaya çıkmıştı. Ancak bu ihtilâflar tezat ihtilâfı olmayıp tenevvü (çeşitlilik) ihtilâfı idi.

3. Ahkâm âyetlerinden hüküm istinbatında bulunmuş değillerdi.

4. Tefsîr bu dönemde henüz tedvin edilmemişti.

5. Âyetlerin nuzûl sebeplerini açıklamışlardı. Onların en önemli özelliği âyetlerin inmesine sebep olan olaylara şâhit olmalarıydı.

Tefsîrde temayüz etmiş sahâbiler arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Mes’ûd, Ubey b. Ka’b ve Ebû Musâ el-Eş’arî’nin isimleri zikredilmektedir.

Hz. Peygamber’in, sünnetin öğrenilmesi ve yayılması için bu fiilî çabaları yanında sözlü teşvikleri de olmuştur. Genel olarak ilim öğrenme ve öğretmenin önemine dikkat çekmiş ve bunlara teşvikte bulunmuştur. Hz. Peygamber özellikle kendi hadislerinin öğrenilip öğretilmesini de emir ve tavsiye etmiştir. Şu sözü meşhurdur: “Allah, benden bir söz işitip de onu başkasına ulaştırıncaya kadar muhafaza eden kimsenin yüzünü ağartsın! Zira (sözümün) ulaştırıldığı birçok kimse belki onu işitenden daha iyi koruyup yararlanabilir” (Tirmizî, “İlim”, 7). Sahâbîler Hz. Peygamber’i büyük bir arzu ile takip etmiş, sözlerini duyup bellemiş, fiil ve davranışlarını gözlemlemişlerdi. Bu maksatla uzakta olanlar yer ve yurtlarını bırakıp Hz. Peygamber’in yanına gelmiş, Kur’ân ve sünnet öğrenip geri dönmüşlerdi. Sahâbîler Hz. Peygamber’den doğrudan duyamadıkları, göremedikleri şeyleri ise, duyan, gören arkadaşlarından sorup öğreniyorlardı. Sahâbîler Hz. Peygamber’in vefatından sonra her yerde ve her fırsatta doğal olarak ondan bahsetmiş, onun söz ve işlerini nakletmeye çalışmışlardı. Onların içinde, Abdullah b. Abbas ve Ebû Hüreyre gibi, kendisini sadece bu işe verenler vardı. Hadis öğreniminin güvenilirliği sağlamada bazı metodları gözetmişlerdir. Bunlar; a) Hadis Rivayetini Azaltma, b) Hadis Rivâyet Edenden Şâhid İsteme, c) Hadis Rivayet Edene Yemin Ettirme, d) Hadisi Kur’ân ve Önceden Bildikleri Hadislerle Karşılaştırma, e) Hadisi İlk Duyan Kimseden Almaya Çalışma

Sahâbe hadisleri bizzat Hz. Peygamber’den işiterek (müşâfehe), onun davranışlarını görerek (müşahede) veya diğer sahâbîler vasıtasıyla öğrenmekteydi. Onlar öğrendiklerini genellikle ezberleme (hıfz) yoluyla muhafaza ediyor ve bunu pekiştirmek amacıyla da bazen aralarında müzakere ediyorlardı.

Hadislerin yazılmasıyla ilgili Hz. Peygamber’den hem yasaklayan hem de buna izin veren ve görünüşte birbiriyle çelişen hadisler nakledildiğini ve bunların nasıl uzlaştırıldığını ve yorumlandığını ikinci ünitede “Hadislerin Yazılması” başlığı altında görmüştük. Burada kısaca hatırlatmak gerekirse hadis yazmaya izin veren hadisler yasaklayanlardan sonradır. Dolayısıyla Hz. Peygamber döneminin ilk yıllarında bazı gerekçelerle konulan hadis yazım yasağı daha sonra Hz. Peygamber’in sağlığında bizzat kendisinin izniyle kaldırılmıştır. Arap toplumunun sözlü kültüre önem vermesi sebebiyle sahâbe döneminde hadis yazımı yaygın değildi. Yukarıda işaret edildiği üzere bu dönemde bazı sahâbîler tarafından yazılsa da hadisler genellikle hıfz yoluyla muhafaza edilmekteydi. Genel olarak yazmaya ihtiyaç duyulmamaktaydı. Bu dönemde hadis eğitiminde sema’ ve kıraat metodunun yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca “rıhle” denilen hadis öğrenmek için yapılan yolculuklar bu dönemde başlamıştır.

Hukukî hayatı karakterize eden nesli göz önüne alanlara göre bu devre Rasûlullah'ın (s.a.) intikaliyle başlar ve hulefâ-i Raşidinin sonuna (41/661) yahut da sahâbe neslinin sonu olan ikinci asrın başlarına kadar uzanır.

Ferdî, ictimâî, siyasî herhangi bir hâdise, mesele ve problemin halli için önce Kur'ân-ı Kerîm, sonra da sünnete başvurulacağı Rasûlullah devrinden beri biliniyor ve bu tatbik ediliyordu. Bu iki kaynakta hüküm açık olarak bulunmazsa re'y ictihadına başvuruluyor, fakat varılan hüküm ilk fırsatta Hz. Peygamber'e arzedildiği için sünnet mâhiyetini alıyordu. Halbuki sahâbe devrinde artık vahyin muhâtabı ve ikinci derecede Şâri' (din ve kanun vâzı'ı) Rasûlullah yoktu. İctihad ile varılan hükümlerde ittifak edilebildiği kadar -hatta daha çok- ihtilâf da ediliyordu. Hz. Ebû-Bekir ve Hz. Ömer, ihtilâfı azalatmak, birliği sağlamak ve Şâri'in maksadına isabet ihtimalini artırmak için -bilhassa âmme hukuku sâhasında- istişâreye baş vuruyor, böylece şûra ictihadı yaptırıyorlardı. Bu ictihadlar sonunda varılan ihtilâfsız hükümler (icmâ) ferdî hükümlerden daha kuvvetli telâkki ediliyor ve buna muhâlefet edilmiyordu. Ferdî ictihadlar (re'y) ise başkalarını bağlamıyordu. Bu devirde re'y'in mânası: Kitâb ve sünnetin açıklamadığı hükümleri, nasların ve İslâmî prensiplerin ışığı altında hükme bağlamaktır. Istılâh olarak zikredilmemekle beraber, temelleri Rasûlullah zamanında konan, sonraki devirlerde "istihsan, istıslâh, örfü-âdet, kıyâs..." adı verilen esas ve metodlar bu devirde "rey" ismi altında tatbik edilmiştir.

Verdikleri fetvâ sayısı bakımından sahâbe fukahâsı üç guruba ayrılmıştır. Bunlardan birinci gurupta Ömer, Alî, İbn Mes'ûd, İbn Ömer, İbn Abbâs, Zeyd b. Sâbit, Âişe vardır; İbn Hacer'in, İbn Hazm'den naklettiğine göre bu zevatın her birinin verdiği fetvâ birer büyük cilt kitaba konu olacak miktardadır. Bu yedi fakih arasında fetvâsı en çok olan da İbn Abbâs'tır. İkinci gurupta yirmi sahâbî vardır: Ebû-Bekr, Osmân, Ebû-Mûsâ, Muâz b. Sa'd, Ebu Hureyre, Enes, Abdullah b. Amr, Selmân el-Fârisî, Câbir b. Abdullah, Ebû-Sa'îd el-Hudrî, Talha b. Ubeydullah, ez-Zübeyr b. el-Avvâm, Abdurrahmân b. Avf, İmrân b. Husayn, Ebû-Bekra, Ubâde b. Sâmit, Mu'âviye b. Ebî-Süfyân, Abdullah b. ez-Zubeyr, Ummu-Seleme. Bunların her birinin verdiği fetvâ bir küçük cilt tutacak kadardır. Üçüncü gurupta yer alan yüz yirmi kadar sahâbînin verdikleri fetvânın tamamı bir cilde sığacak miktardadır.

Kur'ân-ı Kerîm ile sahih sünnetin açık olarak ifade ettiği bir hüküm üzerinde müslümanların ihtilâfı, farklı görüş ve inanışlara sahip bulunmaları câiz ve mümkün değildir. Ancak bir taraftan nasların anlaşılması, diğer taraftan da farklı zaman ve mekânlarda bunların tatbiki, kezâ nasların temas etmediği noktalarda -çeşitli metodlarla- hükme varma işi beşerîdir, içtihada dayanır; bu sebeble bütün müslümanların her meselede tek ictihadda birleşmeleri düşünülemez... Zâten Şâri' de bunu şart koşmamış, ictihada teşvik etmiş, hatâ ve isabet olabileceğini ifade ederek hatalı ictihada dahi ecir ve sevap vâdetmiştir.Bu esaslar dâiresinde karşılaştıkları problemlerin üzerine eğilen sahâbe müctehidleri bazı hükümlerde ihtilâf etmiş, farklı görüş ve neticelere varmışlardır. Sonraki devirler için de geçerli olan ihtilaf sebeblerini şöylece sıralamak mümkündür: a) Fetihler ve çeşitli vazifeler sebebiyle Medîne'den uzakta bulunan sahâbenin kendileri yok iken vahyedilen nasları bilmemeleri, b) Hadisi sağlam bir kaynaktan elde etmemiş olmak, c) Farklı anlamaları, d) Yanılma veya unutmaları, e) Birbirlerine aykırı görünen nas ve hükümleri çeşitli şekillerde telif etmeleri. Sahâbe müctehidleri yukarda sıraladığımız sebeblerle, fıkhî meselelerin bir kısmında ihtilâf etmiş olmakla beraber halk grup grup bunlardan birine bağlanıp diğerini terketmediği için bu devirde -dinî/sosyal kurumlar olarak- mezhepler doğmamıştır.

Bu devrin, fıkıh açısından özelliklerini şu maddelerde özetlemek mümkündür:

a) İslâm ülkesinin sınırları genişlemeye ve nüfusu çeşitlenip artmaya, teşkilât ve medeniyeti gelişmeye başladığı için, Rasûlullah zamanında bulunmayan mesele ve hâdiseler ortaya çıkmış, sahâbe bunların hüküm ve çözümleri için ictihad yoluna başvurmuşlardır.

b) Daha sonraki devre nisbetle yeni meseleler ve bunlara bağlı hükümler çok değildir; çünkü sahâbe fukahâsı, yalnızca olan, gerçekleşen hâdise ve meselelerin üzerine eğilmişler, henüz olmamış bir hâdiseyi varsayarak onun hükmünü arama yoluna girmemişler, bunu boşuna vakit kaybı saymışlardır.

c) Bilhassa ilk dört halîfe zamanlarında fıkıh yönetime değil, yönetim fıkha uyuyor, fıkha göre yürütülüyordu. Halîfeler, sahâbenin âlimlerini yanlarından uzaklaştırmıyor, yeni hadiseleri danışma meclisine (şûrâya) getiriyor, gerektiği kadar tartışıp inceledikten sonra hükme bağlıyorlardı.

d) Kitâb ve Sünnet'in gösterdiği ve ictihad ile şekillenen yol mânasındaki fıkıh bu devirde devletin anayasası mesabesinde idi, halk, yöneticileri serbestçe denetliyor, fıkha uymayan tasarrufları olursa buna karşı çıkıyorlardı. Bu devirde hukukçuların otoritesi, sonraki devirler ile mukayese edilemez ölçüde geniş ve hâkim bulunuyordu.

e) Bilhassa Hz. Osmân zamanına kadar şûrâ üyelerinin Medîne'den devamlı ayrılmalarına izin verilmediği için büyük sahâbe halîfenin yanında bulunuyorlar, danışmaya katılıyorlardı, bu sebeple yeni meselelerin çoğunda ittifak hasıl oluyordu (icmâ hükmü oluyordu). Az sayıda görüş farkı meydana geliyorsa bu da taasup, siyâsî ve zümrevî menfaat gibi faktörlere değil, samîmî düşünceye ve ictihada dayanıyor, birliği bozmuyordu. Sonraki devirlerde hem müctehidler İslâm dünyasına dağıldıkları, hem de ihtilâfın sebepleri arasında, hasbî ictihad ve ilim dışında faktörler karıştığı için ihtilâf çoğaldı, derinleşti ve bazı müctehidlere göre imkânsız hale geldi.

 

Tâbiûn Dönemi;

Tâbiîler, sahâbeden sonra tefsîrde önemli rol üstlenen bir nesildir. Hz. Peygamber’e ulaşamamış olmaları, onların bu ilme karşı olan şevklerini azaltmamıştır. Çünkü tâbiîler tefsîr konusunda Hz. Peygamber’den feyz alan sahâbîlerden faydalanmışlardır. Bu da söz konusu nesli, daha sonrakilerle ashâb arasında bir köprü konumuna getirmiştir. Tâbiîler, tıpkı sahâbîler gibi tefsîrde öncelikle Kur’ân ve sünnete başvuruyorlar; şayet bu iki kaynakta, nassları tefsîr edebilmelerine yardımcı olacak bir malzeme bulamazlarsa, o takdirde özellikle esbâb-ı nüzûl, mübhemât ve gaybla ilgili konularda sahâbîlerin görüş ve tercihlerine müracaat etmek zorunda kalıyorlardı. Çünkü bu konular daha önce de belirttiğimiz gibi aklî muhâkeme ve ictihâdın dışında kaldığı için fikir yürütmenin mümkün olmadığı alanlardır.

Dönemin bir özelliği ise tefsir mektepleri kurulmaya başlanmıştır. Bunların meşhurları şunlardır:

Mekke Tefsîr Mektebi; İlk tefsîr mektebi Mekke’de kurulmuştu. Kurucusu, Müslümanların tefsirde en büyük otorite kabul ettiği Abdullah b. Abbas’tı. Bu ekolün yetiştirdiği en seçkin öğrenciler, Mücâhid b. Cebr, İkrime, Sa’îd b. Cübeyr, Tâvus b. Keysân ve Atâ b. Ebî Rabâh’tır.

Medine Tefsîr Mektebi; Tâbiiler devrinde kurulan ikinci bir ekol/mektep Medine’de Ubey b. Ka’b’ın faaliyetiyle ortaya çıkmıştı. Mektebde, Ebu’l-Âliye, Muhammed b. Ka’b el-Kurazî ve Zeyd b. Eslem gibi ilim otoriteleri yetişmişti.

Kûfe Re’y Mektebi; Sözünü ettiğimiz mekteplerin üçüncüsü ise Abdullah b. Mes’ûd tarafından Kûfe’de kurulmuştu. Bu ekolün yetiştirdiği en seçkin öğrenciler, Alkame b. Kays, Mesrûk b. el-Ecdâ, Esved b. Yezîd, el-Hasan el-Basrî ve Katâde b. Diâme’nin isimleri zikredilmektedir.

Tâbiûn tefsîrinin de kendine has bir takım özellikleri bulunmaktadır. Bunlar maddeler halinde şöyle sıralanabilir:

1. Sahâbe tefsîri manası kapalı olan âyetlerle sınırlı iken tâbiiler döneminde Kur’ân’ın bütünü tefsîre konu olmuştur.

2. Tâbiûn tefsîrinde kelime açıklamaları yanında, geniş fıkhî izahlar, âyetlerden istinbât ve istidlâl yoluyla çıkarılan hükümler ve tarihi bilgiler de yer almıştır.

3. Şiirle istişhâd metoduyla bazı lafızları açıklamak ve bazı garip lügatları şerh ve izah etmek de bu dönemin bir başka özelliğidir.

4. Tâbiîler Kur’ân’da geçen kıssalarla manası müphem olan âyetlerin tafsilatını öğrenebilmek için Ehl-i kitap âlimlerine fazla müracaatta bulunmuşlardır. Dolayısıyla isrâiliyat denilen gayr-i İslâmî bilgiler, sahâbe dönemine kıyasla daha çok bu devirde Kur’ân tefsîrine girmişti.

5. Bu dönemde de tefsîr, henüz tedvin edilmiş değildi. Tefsîre dair haberler yine şifâhî olarak aktarılmıştı. Ancak bu haberler, Mekke, Medine ve Kûfe gibi belli başlı ilim muhitlerinde yerleşmiş olan ashâbın ileri gelenleri tarafından rivâyet edilmiş; böylece tâbiûn dönemindeki rivâyetlerde bir ekolleşme meydana gelmiştir.

6. Tâbiiler herhangi bir Kur’ân âyetini tefsîr ederken bazen de kıyas yolunu kullanırlardı. Yani bildikleri bir âyetin tefsîrinden hareketle çıkarsama yöntemiyle tefsîr etmeye çalışıyorlardı. Bu da tâbiiler döneminde boşlukların doldurularak tefsîre yeni birçok görüşün ilave edilmesi anlamına gelmektedir.

Bu dönemin hadis ilmi açısından en belirgin özelliklerinden biri tedvin ve tasnif dönemi olarak isimlendirilmesidir. Değişik yazı malzemelerine kaydedilerek veya ezberlenerek koruma altına alınmış olan hadislerin kitaplar (dîvânlar) içinde toplandığı dönemdir. Bu dönemde yazılan eserlerden hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Muhammed Hamîdullah, ilk dönemlerin yazma eserlerinin hemen hemen hepsinin Bağdad’ın Moğollar tarafından istilası esnasında tahrip edildiğini kaydeder. Gerçi İmam Zeyd b. Ali’nin (ö. 122) Müsned’i günümüze ulaşmış ve basılmıştır. Ancak bu eserin mevcut şeklinin İmam Zeyd’e mi, yoksa eserin râvîsi Ebû Hâlid’e mi ait olduğu tartışmalıdır. Bununla beraber, gerek ilk çalışmalar olmaları, gerekse müteakip dönemin tasnîf dönemi olması göz önüne alındığında bu dönemde hadislerin kitaplarda, konu, râvî ve sıhhat bakımlarından karışık olarak toplandıkları söylenebilir. Belki belli bir zamandan sonra, namaz, oruç, hac gibi ana konulardaki hadisler müstakil kitaplarda ama yine de kendi içlerinde bir sıraya konulmadan toplanılmış olabilirler. İbn Hacer’in; “(Tâbiûnun son dönemi âlimleri) her konuyu ayrı olarak tasnif ediyorlardı” sözü bunu düşündürmektedir.

Tâbiûn hadis öğrenimi bakımından sahâbenin öğrencileri, hadis öğretimi bakımından etbâu’t-tâbiûnun hocaları konumundadır. Böyle olunca hadisin önemi, bağlayıcılığı, aslına uygun olarak korunup nakledilmesi konusundaki dikkat ve titizlik açısından sahâbeyi örnek almışlardır.

Bu dönemde hadislerin rivayetinde sened kullanımı tamamen yerleşmiş ve sened hadisin ayrılmaz bir parçası olmuştu. Artık senedsiz hadis rivayeti, binaya merdiven kullanmadan çıkma olarak değerlendirilecek, sened, hadisçinin sahtekârlara karşı silâhı kabul edilecektir.

Bu dönemin başlarında sahâbeden devralınan hadis öğrenme ve öğretme anlayışı büyük bir titizlikle korunup sürdürülmeye çalışılmışsa da, yıllar geçtikçe İslâm toplumunda ortaya çıkan bir takım itikâdî, siyasî, sosyal ve kültürel değişme ve gelişmeler, hadis rivâyeti için yeni kurallar konulmasını gerekli kılmıştır. Bu amaçla muhaddisler, râvîlerin cerh-ta’dîline ağırlık vermiş, rivâyetlerin illetlerini tesbite yönelik çalışmaları yoğunlaştırmış, bu illetlere göre hadisleri kısımlara ayırmış ve her kısmın hükmünü açıklayan kurallar ortaya koymuşlardır. Tedvîn işinde olduğu gibi bu kuralları koyup uygulama öncülüğü yine İbn Şihâb ez-Zührî’ye nasip olmuştur. Hicrî 150’li yıllardan itibaren daha önce tedvin edilen hadisler konularına göre tasnîf edilmeye başlamıştır. Ma’mer b. Râşid’in el-Câmi’ adlı eseri bunun ilk örneği sayılır. Bu dönemin başlarında sahâbeden devralınan hadis öğrenme ve öğretme anlayışı büyük bir titizlikle korunup sürdürülmeye çalışılmışsa da, yıllar geçtikçe İslâm toplumunda ortaya çıkan bir takım itikâdî, siyasî, sosyal ve kültürel değişme ve gelişmeler, hadis rivâyeti için yeni kurallar konulmasını gerekli kılmıştır. Bu amaçla muhaddisler, râvîlerin cerh-ta’dîline ağırlık vermiş, rivâyetlerin illetlerini tesbite yönelik çalışmaları yoğunlaştırmış, bu illetlere göre hadisleri kısımlara ayırmış ve her kısmın hükmünü açıklayan kurallar ortaya koymuşlardır. Tedvîn işinde olduğu gibi bu kuralları koyup uygulama öncülüğü yine İbn Şihâb ez-Zührî’ye nasip olmuştur. Hicrî 150’li yıllardan itibaren daha önce tedvin edilen hadisler konularına göre tasnîf edilmeye başlamıştır. Ma’mer b. Râşid’in el-Câmi’ adlı eseri bunun ilk örneği sayılır.

Genişleyen İslam coğrafyasındaki, Hadis ilminin başlıca merkezleri şunlardır; a) Medine, b) Mekke, c) Şam, d) Kufe, e) Basra, f) Bağdad, g) Cezire, h) Yemen, i) Mısır, j) Mağrib ve Endülüs, k) Horasan ve Maveraünnehir.

Tabiûn dönemi sahabeden sonraki neslin, diğer bir ifade ile Hz. Peygamber’den sonraki ikinci kuşağın dönemini ifade etmektedir. Bu dönemin önemli bir bölümü Emeviler’in iktidarda olduğu zaman dilimine tekabül ettiği için, kimi yazarlarca “Emeviler Dönemi” olarak da adlandırılmıştır. İslam ülkesinin sınırlarının genişlemesi, farklı sosyal çevreye ve etnik kimliğe mensup birçok insanın İslam’la tanışması tabiûn döneminde fıkhi faaliyetin canlı bir şekilde icra edilmesinin sebepleri arasında yer almaktadır. Zira yeni Müslüman olanlara İslam dininin uygulamaya yönelik boyutlarını öğretmek fıkıh disiplini çerçevesinde gerçekleşmektedir. Muhtemelen, İslam dininin emirlerini öğrenmek, bu arada Müslüman toplum arasında statü edinebilmek gibi saiklerle çok sayıda Arap asıllı olmayan mühtedinin fıkıh ilminde uzmanlaştığı dikkat çekmektedir. Nitekim tabiûn dönemi fıkıh hareketleri içerisinde “mevâlî” adı verilen, Arap kökenli olmayan alimler önemli bir rol oynamıştır. Bu dönemde sahabe neslinin öğrencisi olan hukukçular, hocalarından aldıkları birikim ve nosyonla İslam hukuku çalışmalarını sürdürmüştür. Dolayısıyla çeşitli bölgelerde hukuki faaliyeti yönlendiren sahabe dönemi hukukçularından sonra aynı rolü tabiûn nesline mensup öğrencileri üstlenmiştir. Bu bağlamda Medine’de Said b. Müseyyib (ö. 94/712), Mekke’de Atâ (ö. 114/732) ve İkrime (ö. 150/767), Kûfe’de Alkame b. Kays (ö. 62/682), İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714) ve Said b. Cübeyr (ö. 95/714) ilk akla gelen isimler içerisinde yer almaktadır.

Tabiûn döneminde İslam hukukunun tarihi gelişimi açısından dikkat çeken en önemli özellik, hukuk alanında ekolleşmlerin ortaya çıkması, “Hicaz ve Irak Ekolleri” ya da “Hadis ve Re’y Ekolleri” adıyla anılan akımların tarih sahnesinde yerini almasıdır.

 

Hicri 2. Asır ve Sonrası

Bu dönemin en belirgin özellikleri olarak, bütün temel islam bilimlerin daha sistematik bir hale geldiklerini, ilimlerin usullerinin ortaya çıktığı ve tedvin hareketinin daha da yayıldığını, ekolleşmenin neticelerinin artık daha belirgin olduğunu söyleyebilir.

Tefsîr daha önce belirttiğimiz gibi tedvîn edilmeden yani yazıya geçirilmeden önce ashâb ve tâbiûn döneminde sözlü nakil yoluyla aktarılıyordu. Etbâu’t-tâbiîn dönemine gelindiğinde ise tefsîr rivâyetleri artık yavaş yavaş bir araya toplanarak yazılmaya başlanmıştı. Bu, tefsîr açısından çok önemli bir adımdı. Çünkü sözlü olarak yapılan nakiller zamanla unutulabilir veya değiştirilebilir, eksiltme ve çoğaltma gibi durumlarla karşılaşılabilirdi. Oysa nakledilecek bilgiler yazıyla tespit edilip korunduğu zaman artık bu tür olumsuzluklar söz konusu değildir. Tefsîre dair birikim tedvin edilmesine edilmişti belki ama bu, 150 yıllık bir gecikmeyi de beraberinde getirmişti. Zira ilk iki nesil boyunca şifâhen nakledilen tefsîr rivâyetleri, ancak etbâu’t-tâbiîn döneminde yani hicrî ikinci asrın ikinci yarısında tedvin edilebilmişti.

Kaynakların verdiği bilgiye göre tefsîr, ilk defa hadis ilminin bir kolu olarak yazılmaya başlandı. Yezîd b. Hârûn b. es-Sülemî, Şu’be b. el-Haccâc ve Süfyân es-Sevrî gibi bazı muhaddisler, hadisleri toplayıp yazmak maksadıyla çeşitli İslâm beldelerini dolaşarak, Hz. Peygamber’e isnâd edilen sahih rivâyetleri bir araya getirmeye çalışırken, bu arada Resûlullah ve sahâbeden nakledilen tefsîrle ilgili nakilleri de topladılar. Tabii ki bu zatların maksatları, öncelikle hadisleri yazmaktı. Ancak topladıkları hadisleri yazıya geçirirken, özellikle Allah Resûlü’nün Kur’ân’a dair açıklamaları ve esbâb-ı nüzûl gibi tefsîre dair rivâyetleri de söz konusu kitaplara kaydettiler. Böylece hadis ilminin yazımı aşamasında, tefsîrle alakalı rivâyetler de derlenmiş oldu.

ilk defa hadis ilminin bir kolu olarak yazıya geçirilen tefsîr rivâyetleri, kısa bir süre sonra müstakil bir ilim haline geldi. Esasen bu, bir zaruretin sonucuydu. Çünkü tâbiûn döneminin sonlarına kadar sözlü nakil yoluyla gelen tefsîr rivâyetleri yanında, insan tefekkürünün gelişmesi ve birtakım hâdiselerin meydana gelmesi neticesi dirâyet (re’y) tefsiri de ortaya çıkmaya başlamıştı. Rivâyet tefsîri, Hz. Peygamber ve ashâbtan nakledilen rivâyetlerin hadis kitaplarına girmesiyle bir anlamda muhafaza altına alınmıştı. Şayet dirâyet tefsîri için de aynı şey yapılırsa, bu malzeme de korunmuş olacaktı. İşte muhtemelen sözünü ettiğimiz anlayıştan hareket eden ilk dönem müfessirleri, bir taraftan hadis ilmiyle birlikte tedvin edilen malzemeyi vakit geçirmeden kendi alanına taşımak; diğer taraftan da daha sonra bir açılım göstererek devam edecek olan tefsîrin temellerini atmak maksadıyla müstakil eser yazma hareketini başlattılar. Elimizdeki belgeler Kur’ân’a dair nakilleri bir araya toplayarak onu baştan sona tefsîr eden ilk şahsın, Mukâtil b. Süleyman olduğunu göstermektedir. Mukâtil’den başka Süfyân es-Sevrî, Yahyâ b. Sellâm, Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, Ebû Ubeyde Ma’mer b. el-Müsennâ ve Abdürrezzak b. Hemmâm gibi şahsiyetler de müstakil tefsîrler kaleme alan müfessirler arasında sayılmaktadır.

Tefsir ekolleri ortaya çıkmıştır. Tefsîr ilminin genel yorumlama yöntemlerinin (dirâyet ve rivâyet), bunların  dışında Kur’ân âyetlerinin belli bir kısmıyla alakalı olarak özel açıklama biçimlerine sahip ekoller ortaya çıkmıştır. Bu açıklama biçimlerinin birçoğu, tefsir tarihinin başlangıcına kadar uzanır. Çağdaş döneme kadar gelişen bu akımlar, klasik tefsîr ekolleri olarak adlandırılır. Bu ekoller, mezhebî (kelâmî) tefsir ekolleri, işârî tefsîr ekolü ve fıkhî tefsîr ekolüdür. Rivâyet tefsîri alanına mensup en önemli tefsîr, Taberî’nin Câmiu’l-Beyân adlı eseridir. Buna karşın Taberî tefsîrinde aklî muhakeme, tercihte bulunma, değerlendirme yapma gibi bazı dirâyet nitelikleri de bulunmaktadır. Bu yüzden Taberî tefsîri için “rivâyet alanında bir dirâyet” şeklindeki tespit mümkün görünmektedir. Dirâyet tefsîri alanının en önemli tefsîrleri arasında ise Fahreddîn Râzî’nin Mefâtihu’l-Gayb ile Zemahşerî’nin Keşşâf adlı tefsirlerini saymak mümkündür. Bu tefsirler de rivâyet tefsîrinin temel esaslarından yararlanmış, bu esaslara karşı kayıtsız kalmamışlardır. Bu özelliklerinden dolayı da çok değerli ve önemli görülmüşlerdir.

Hz. Osman zamanında çoğaltılan Kur’an-ı Kerim’in harekelendiği görüyoruz (Ebû’l-Esved ed-Dü’elî noktalama, Halil b. Ahmed ise bugünkü harekeleme). Kıraat ilmi gelişmeye başladı. Kırâatların, çok erken dönemde araştırılarak bu konuda çeşitli eserlerin  kaleme alındığı görülmektedir. Ancak bu eserlerde kırâatlar, yedi, on veya on dört gibi imam adedine göre değildi. Hicrî ikinci asrın başında, muayyen beldelerdeki Müslümanların, kendi kırâatlarını diğer beldelerdeki kırâatlara tercih etmeleriyle “yedi kırâat” tabiri şöhret bulmaya başladı. Böylece Mekke’de İbn Kesîr, Medîne’de Nafi, Şam’da İbn Âmir, Basra’da Ebû Amr ve Yakub, Kûfe’de Asım ve Hamza’nın kırâatları meşhur oldu. Üçüncü asırda kırâatları yediye tahsis eden, gerek kırâat imamları ve gerekse temsil ettikleri kırâatları belirli usuller koyarak tespit eden Ebu Bekir b. Mücâhid’dir. Ancak İbn Mücâhid’in tasnifinde yedinci kırâat imamı Yakup değil, Kisâî’dir. Daha sonra bu yedi kırâat imamına, kırâatlarının sahih olduğu tespit edilen Ebû Ca’fer, Yakup ve Halef b. Hişâm ilave edilerek sayı ona ulaşmıştır. On kırâat imamı ve meşhur olan râvîleri topluca şunlardır: 1. Nâfi. Râvîleri Kâlûn ve Verş’tir. 2. İbn Kesîr. Râvîleri Bezzî ve Kunbul’dur. 3. Ebû Amr. Râvîleri Dûrî ve Sûsî’dir. 4. İbn Âmir. Râvîleri Hişâm ve İbn Zekvân’dır. 5. Âsım. Râvîleri Ebû Bekir Şu’be ve Hafs’tır. 6. Hamza. Râvîleri Halef ve Hallâd’tır. 7. Kisâî. Râvîleri Leys ve Dûrî’dir. 8. Ebû Ca’fer. Râvîleri İsâ b. Verdân ve Süleyman b. Cemmâz’dır. 9. Ya’kûb. Râvîleri Ruveys ve Ravh’tur. 10. Halef. Râvîleri İshak b. İbrâhîm ve İdris b. Abdilkerîm’dir.

Tefsîr ilminin genel yorumlama yöntemlerinin (dirâyet ve rivâyet) ve klasik tefsîr ekollerinin dışında 19. yüzyıl sonrasında Kur’ân âyetlerinin belli bir kısmıyla alakalı özel açıklama biçimlerine sahip yeni ekoller ortaya çıkmıştır. Bunların birçoğunun temelleri klasik dönemde mevcut olmakla birlikte sistemleşmesi ve müstakilleşmesi modern zamanlarda olmuştur. 19. Yüzyıl sonrası gelişen bu akımlara, çağdaş tefsîr ekolleri denmektedir ki bunlar, konulu tefsîr ekolü, ictimâî tefsîr ekolü ve bilimsel tefsîr ekolüdür.

Hadis ilmi tedvin hareketi 2. yüzyılın 2. çeyreğine kadar devam etmiştir. Bundan sonraki dönem ise Tasnif dönemi olarak isimlendirildi. Çünkü tedvîn faaliyetiyle bir araya toplanan hadisler belli bir sistematiğe göre gruplandırılmadığından bunlardan yararlanmak zordu. Bunların daha kullanışlı hale getirilmesi için râvîlerine ve konularına göre gruplandırılması gereği hissedildi. Bu dönemde yazılan kitapların en önemli özelliği hadislerin râvilerinin senet zincirleriyle birlikte kaydedilmiş olmasıdır. Tasnif döneminde yani hicrî II-IV. asırlarda İslam coğrafyası Abbasî Devleti (H.132-655/M.750-1258) hükümranlığı altındadır. İkinci yüzyılın ilk yarısından üçüncü yüzyıl sonlarına kadarki bir buçuk asırdan biraz fazla sürede klasik hadis kitaplarının büyük çoğunluğu yazılmıştır. Hadis tarihinde hicrî ilk dört asır öncekiler, öncüler dönemi anlamına gelen Mütekaddimûn Dönemi olarak da isimlendirilir.

Ayrıca bu süreçte Hadis ilminin alt kolları olan ilimleri ortaya çıkmıştır. Bunlar; Ricâl İlmi, İlelü’l-Hadîs İlmi, Ğarîbü’l-Hadîs İlmi, İhtilâfü’l-Hadîs İlmi, Esbabü Vürûdi’l-Hadîs İlmi,

Hadis usûlü kitapları Mütekaddimûn ve Müteahhirûn dönemleri denilen iki dönemde ele alınırlar. Mütekaddimûn kelimesi, öncekiler, öncüler gibi anlamlara gelir. Hadis tarihinde klasik kitapların yazıldığı Mütekaddimûn dönemi, hicrî dördüncü asrın başına, hatta bazılarına göre sonlarına kadar devam eder. Bundan sonrasına Müteahhirûn dönemi denir. Bunun anlamı da sonrakiler demektir. Hadis Usûlü söz konusu olunca Mütekaddimûn dönemi biraz daha geç, yani hicrî beşinci asrın ortalarına kadar devam eder. Mütekaddimûn dönemi eserlerinde verilen her bir bilgi o bilgiyi ilk kaynağından müellife ulaştıran râvîlerin isimlerini kapsayan isnâd zincirleriyle verilir. Müteahhirûn dönemi eserlerinde ise râvî zincirleri kaldırılmıştır. Bu ikinci eserlerde bazı kişilerden nakillerde bulunulmuşsa aradaki senet zincirleri verilmeksizin sadece sözün ve görüşün sahibinin ismi verilmekle yetinilmiştir.

Temel hadis kaynaklarının önemli ölçüde telif edilmesi, hadis rivâyetinin de sona ermesi sonucunu doğurmuştu. Bu dönemden sonra hadis ilmiyle ilgili yazılan kitapların büyük çoğunluğu temel hadis kaynaklarını esas alan çalışmalar olmuştur. Dolayısıyla bundan sonra telif edilen eserlerin en belirgin özelliği temel hadis kaynaklarını esas almaları, onlara dayanarak yapılmış olmalarıdır. Sadece sahih hadisleri bir eserde toplama faaliyeti ilk defa üçüncü asırda Buhârî ve Müslim tarafından başlatılmıştı. Tüm hadisleri birlikte görmek ve değerlendirmek böylece onlardan daha çok istifade etmek arzusu temel hadis kaynaklarını bir araya getiren eserlerin yazılmasına yol açtı. Yaklaşık beşinci yüzyıldan itibaren Kütüb-i sitte denilen altı kitap, hadis çalışmalarının merkezini oluşturmaya başladı. Kütübi sitte dışındaki eserlerden daha kolaylıkla istifade etme ve bu eserlerde olup, kütüb-i sitte’de olmayan hadislerin bir araya toplanması ihtiyacı Zevâid türü çalışmaların ortaya çıkmasına yol açtı.

Yazılmalarının üzerinden yaklaşık bir asır geçmeden temel hadis kitaplarını esas alan farklı çalışmalar başlamıştı. Aşağıda görüleceği üzere genellikle bu çalışmalar başta Sahîhayn olmak üzere kütüb-i sitte üzerine yapılmıştır. Bu sebeple bu devre “Kütüb-i sitte Üzerine Yapılan Çalışmalar Dönemi” olarak da isimlendirilebilir.

Tarih boyunca hadis ve sünneti koruma, anlama ve sonraki nesillere aktarma konusunda yapılan çalışmalar hep devam etmiştir. Yakın dönem olarak isimlendirilen yaklaşık son iki asırda da söz konusu çalışmalar sürmüştür. Genellikle hadis alanındaki bu hizmette her dönemde belli merkezler öne çıkmıştır. Faal olan bir bölgede duraklayan çalışmalar, başka bir bölgede yeniden hızlanmış ve deyim yerindeyse hadis ve sünnete hizmet görevi aksamadan nöbetleşe devam etmiştir. İslâm dünyasında 18. yüzyılın bir kısmı ile 19. yüzyılda hadis alanındaki çalışmalarıyla öne çıkan bölge, Hint Alt Kıtası diye isimlendirilen bölgedir. Yani günümüzde Müslümanların yaşadığı Hindistan’ın bazı bölgeleri ile Pakistan’ın oluşturduğu coğrafyadır. Aynı zamanda bu dönem oryantalist denilen Batılı İslâm araştırmacılarının İslâm dini üzerine yoğun çalışmalar yaptıkları ve pek çok eser yazdıkları dönemdir. Büyük oranda söz konusu çalışmaların etkisiyle İslâm dünyasında hadis ve sünnet karşıtı görüşler tarihte ikinci defa dillendirilmeye başlamıştır. Hadis ve sünneti kabul etmek istemeyen düşünce ve şahıslara ilk defa hicrî ilk iki asırda rastlanmıştı. On dokuzuncu yüzyılın başlarına kadar İslâm dünyasında hadis muhalifi görüşlere pek fazla rastlanmaz. Bu dönemde yeniden ortaya çıkan sünnete muhalefet ve karşı çıkış, hadisle ilgilenen Müslümanlarda ve özellikle âlimlerde belli bir hareketliliğin meydana gelmesine yol açmıştır. Yöneltilen eleştiriler açısından hadis ilmi yeniden ele alınmış, modern sosyal bilimlerin verilerinden ve yöntemlerinden istifade edilerek yeni ve farklı çalışmalar ortaya çıkmıştır. Bilhassa yazma eserlerin tenkitli neşirleri yapılmış, böylece dîne dayalı kültür mirasımız çağın insanının dikkatine yeni bir çehre ile tekrar sunulmuştur.

Bu devirde fıkhın sâhası genişlemiş, fıkıh inkişaf etmiştir. Şüphesiz bu tekâmülün bazı âmilleri vardır. Emevîlerin seküler meyillerinin aksine Abbasîlerin, davranış ve hükümlerini dine dayandırma arzuları. Fukahânın hükümlere kaynak ararken tuttukları yol: Sahâbe devrindeki Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnete, tâbiûn devrinde sahâbe söz ve davranışları, etbâ'üt-tâbiîn devrinde ise tâbiûn fukahâsının sözleri ekleniyor böylece malzeme çoğalıyordu. Rey fakihlerinin sâdece meydana gelmiş hâdiselerle iktifa etmeyip farazî mesâil üzerinde ictihad etmeleri. Böylece boşama, yeminler, adaklar, azad gibi konularda vukuu çok nâdir hadiseler üzerinde dahi durulmuş, ictihad edilmiştir. Bu yolu ilk açan Irak fukahâsıdır. Şâfiî ve mâlikîler de onlara uymuşlardır. İslâm ülkesinin genişlemesi, çeşitli milletlerin İslâm'a girmesi. Abbâsîlerin ilk devrinde ülkenin sınırları genişlemiş, çeşitli milletler müslüman olmuş veya müslümanlarla temasa gelmiştir. Her millet ve coğrafyanın kendine göre âdet, teâmül ve şartları olduğundan fukahâ bunlar üzerinde düşünmüş, bazılarını kabul, bir kısmını red, bir kısmını da ta'dîl ederek İslâm'a dahil etmişlerdir. Bu cümleden olarak Nebtîler ve İranlıların örfü-âdetlerinin hâkim bulunduğu Irak'taki mesâil imam Ebû-Hanîfe'ye, daha çok Bizans örf ve hukukunun hâkim olduğu Suriye mesâili imam Evzâî ve benzerlerine; Mısır ve Bizans tesiri altındaki Mısır mesâili imam el-Leys b. Sa'd ve İmam Şâfiî'ye, Hicaz örfü âdetinin rengini taşıyan problemler İmam Mâlik'e arzedilmiştir. İlmi ilerletmek, eksikleri tamamlamak için o devirde âdet olan seyahatler bu mahallî farkların yekdiğerine intikal ve tesirini temin etmiştir.

İctihad hürriyetinin hâkim olduğu bu devrede, ilmî kudreti olan her müslümanın önünde ictihadın kapıları ardına kadar açıktır. İlmî kudreti ictihad için kâfi gelmeyenler için de istediği müctehidden faydalanma, sorma ve ona tâbi olma hürriyeti vardır. Bunun sonucu olarak mezhepler ortaya çıkmaya başlamıştır. Hadis ve Rey mektepleri kurulmuştur.

Tedvin devam etmiştir. Fukahâ arasındaki görüş ayrılıkları ve bunlarla alâkalı münâkaşalar, mübâhaseler tedvinden çok önce meydana gelmiştir. Bu ihtilâfın tedvine akseden neticelerinden birisi, daha başlangıçta reddiye ve münakaşa tarzında kitapların yazılması ikincisi de fıkıh usûlü ilminin doğmasını hazırlamasıdır. Müctehid İmamlar, münakaşa ve mübâhaselerini dağınıklıktan kurtarmak, bir temele oturtmak, ictihad metodlarını tesbit etmek için bazı kaideler ve prensipler vazetmişler, bunların mecmûu fıkıh usûlünü meydana getirmiştir.

Bu devrin özelliklerinden birisi de çok sayıda büyük fıkıh bilgini ve mezheb imamlarının yetişmiş olmasıdır.

Bundan sonraki dönem ise Selçuklar dönemi yani Fıkhın duraklama dönemi olarak isimlendirebilir. Bu dönemin özellikleri arasında; Taklid Ruhu, Münazara ve Münakaşalar, Mezhep Taassubu, İctihad Kapısının Kapanması

Fıkhın Gerileme Çağı (Moğol istilasından Mecelle’ye kadar olan dönem); Bu devirde İslâm ülkesinde yetişen fıkıh bilginlerinin yekdiğeriyle irtibatı kesilmiş, müctehid yetiştiren kitaplar okunmamış ve yazılmamıştır. Son cümleyi biraz daha genişletmek, devrin hususiyetlerini aydınlatması bakımından faydalı olacaktır:

a) Fıkıhçılar Arasındaki İrtibatsızlık; Önceki devirlerde Horasan'dan Mısır'a, Bağdad'dan Nisâbur'a ve daha uzak yerlere kadar yorulmadan, usanmadan seyahat eden bilginler ve talebeler ilim alış-verişinde bulunuyor, hem kendilerini yetiştiriyor hem de ilmin inkişâfını sağlıyorlardı. Halbuki içinde bulunduğumuz devrin bilhassa sonlarına doğru bu irtibat kesilmiş, ne hac ve ne de başka münasebetlerle temas kurulmamış, böyle bir ihtiyaç hissedilmemiştir.

b) Selef'in Kitaplarına Karşı İlgisizlik: Gerçek mânasıyla fıkıh bilgini ve müctehid yetiştiren, okuyana ictihad rûhu aşılayan kitaplar; Müctehid imamların (Şâfiî, Mâlik...) ve onların talebelerinin (Muhammed, Ebû-Yûsuf...) ve onları tâkip edenlerin eserleri okunmamış, bunlarla ilgilenen olmamıştır. Himmetler zayıflamış, hedefler küçülmüş, kısa yoldan hazır bilgilerin ezberlenmesi tercih edilmiştir.

c) Müctehid Yetiştirecek Eserlerin Yazılmaması: Daha önceki devrelerde de geniş eserlerin kısaltıldığı, özetlendiği (ihtisâr) görülmüştür. Fakat bu devirde ihtisar bir mârifet kabul edilmiş, bir kelime ile anlatılacak hükmün iki kelime ile anlatılması kusur sayılmıştır. Bu telakkî, bilmece şeklini almış metinlerin doğmasına sebep olmuş, anlaşılmayan metinlere şerh yazılmış, bunları da hâşiye ve ta'lîkler tâkip etmiştir. Bu metod talebenin ruh ve mânadan lâfza, şekle yönelmesine sebep olmuştur.

d) Hîle ve Te'vîl: Yürüyen hayata donmuş hükümlerin intibakını sağlamak için ictihad yerine te'vîl ve hîle kapısı kullanılmıştır. Mezheblerin zuhûru devrinde tetkik ettiğimiz "el-hiyel, el-mehâric" yoluyla mezheblerin katı hükümleri yumuşatılmak istenmiş, fakat, çok defâ İslâm'ın rûhundan uzaklaşılmıştır. Ribâ ve tâlâq konusundaki hileleri burada örnek olarak hatırlatabiliriz.

Fıkhın Uyanış Çağı (Mecelle’den günümüze kadar); Ondokuzuncu asırda İslâm milletlerini uyarmak, onlara kaybettikleri değerleri hatırlatmak, hürriyet ve istiklâl mücadelelerini teşvik etmek için harekete geçen liderlerin başında Cemâleddîn Efgânî zikredilir. Afganistan, İran, Hindistan, Türkiye, Mısır gibi en önemli İslâm ülkelerini dolaşan Efgânî buralardaki İslâm münevverlerine ve siyaset adamlarına tesir etmiş, kurtuluş ve kalkınma hareketlerinin başlaması veya hızlanmasında âmil olmuştur. Abduh, Sa'd Zağlûl, İkbâl, M. Reşîd Rizâ, Şiblî Nu'mân, Âkif, İzmirli, Aksekili gibi zevât onun ya doğrudan veya dolaylı talebesi arasında yer alır. Daha sonra, aynı çığırda A. Hallâf, Merâğî, Alî el-Hafîf, M. Ebû-Zehra, Şeltût, Sâyis, Sibâî... nesli gelir. Bunların programları içinde ictihadın da önemli bir yeri vardır. Yeni bir İslâm dünyası kurulurken ihtiyaç duyulan mevzûat, bir yandan çeşitli fıkıh mezhebleri arasında tercihler yapılarak, diğer yandan da -gerektiğinde- ictihad edilerek ortaya konacaktır. devrin fıkıh çalışmalarını şu maddelerde hulâsa etmek mümkündür:

1- Kanunlaştırma hareketleri başlamıştır. Devre ismini veren Mecelle bu hareketin ilk adımını teşkil etmiş, arkasından bütün İslâm dünyasında hızlı bir kanunlaştırma faaliyetine girişilmiştir. Önemine binâen bu konu ayrı bir başlık altında ele alınacaktır.

2- İctihad ruhunu besleyen, okuyanlarda bu melekeyi geliştiren bazı eski kitaplar tahkîk ve neşredilmiştir. Şah Veliyyullah, Şevkânî, İbn Teymiyye, İbn Kayyim, İbn Hazm, Şâtıbî gibi ulemâ ile mezheb imamları ve talebelerinin kitapları bu nevi neşriyatın belli başlı örnekleridir.

3- Çeşitli mezheblerin hükümlerini delilleri ile veya delilsiz olarak bir kitapta toplama, istenilen mevzûu kolayca bulmak için gerekli metodları kullanma şeklinde tezahür eden çalışmalar yapılmıştır. Dört mezheb üzerine yazılmış fıkıh kitapları ile Kamus ve Ansiklopediler bu nevi çalışma mahsulleridir.

4- Usûl ve fıkhın önemli mevzûları üzerinde ictihad ve tahkika dayanan tez mahiyetinde çalışmalar yapılmıştır.

5- Asrımıza hakim olan Batı menşeli hukuklara karşı İslâm hukukunun arzı, müdâfaa ve mukayesesi maksadına yönelmiş eserler verilmiştir.

6- Batılıların bazı fıkıh kitaplarını terceme ile başlayan iştirâk ve alâkaları zamanla telîfe doğru inkişâf etmiş, önemli eserler neşredilmiştir.

7- Doğuda ve Batıda, İslâm hukuku mevzularını da içine alan ilmî kongre ve konferanslar tertip edilmiştir.

8- Bazı Batı üniversitelerinde İslâm hukuku kürsüleri kurulmuş, bu hukukun ölü olmadığına karar verilmiş ve mukayeselerde bu hukuk bir taraf ve tez olarak kabul edilmiştir.

 

KAYNAKLAR:

Hadis Tarihi ve Usulü, Prof. Dr. Abdullah Aydınlı, Prof. Dr. Ahmet Yücel, Prof. Dr. Emin Aşıkkutlu, Prof. Dr. Salahattin Polat, Eskişehir 2013

Hadis Tarihi ve Usulü, Prof.dr. Bahattin Dartma, Prof.Dr. Muhsin demirci, Prof.Dr. Mustafa Ünver, Prof.dr. Fethi Ahmet Polat, Doç.Dr. Ömer Kara, Eskişehir 2013

İslâm Hukuk Tarihi, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, İstanbul 1999

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Nazım Çetin, Yüksek Lisans.                                                           07.01.2014

Öğrenci No: 12912769     

Mukayeseli Usûller Hülasası                                          

            HADİS TARİHİ VE USULÜ

          Sünnet Hz. Peygamber'in söz, fiil ve onaylarıdır. Hadis, sünnetin söz veya yazılı  metin şeklinde dile getirilmiş, ifade edilmiş halidir. Sünnet Hz. Peygamber'in söz, fiil ve onaylarıdır. Hadis, sünnetin söz veya yazılı metin şeklinde dile getirilmiş, ifade edilmiş halidir. Hadis öğrenim ve öğretim tarihi Hz. Peygamber'in peygamber oluşuyla başlar. Bu amaçla Mekke  döneminde  Dâru'l-Erkâm denilen evi, Medine döneminde ise başta Mescid-i Nebevî  olmak üzere Suffe'yi bir eğitim-öğretim merkezi olarak kullanmışlardır.

              Hadis tarihi, hadis çalışmalarının ayırıcı temel özelliğinden hareketle; Tesbît dönemi,Tedvîn dönemi ve Tasnîf dönemi şeklinde dönemlere ayrılmıştır. Hadis tarihinde rivayet dönemi diye adlandırılan döneme mütekaddimûn dönemi de denir.  

              Hadis ilmi Şer'î ilimler denen İslâmî ilimlerin bir koludur. Hz. Peygamber'in Sünnet'i bütün İslâmî ilimlerin temel konuları arasındadır. Hadis İlmi de Hz. Peygamber'in Sünnet'ini konu edinir. Diğer İslâmî ilimler Sünnet'i kendi açılarından ele alırlarken, Hadis İlmi, Sünnet'in sözlü ve yazılı ifadeleri olan hadislerin sahih olup olmadıklarını, başka bir ifade ile gerçekten Pey-gamber'e ait olup olmadıklarını  belirlemeyi amaçlar.

             Hadis İlminin önemli alt dalları: HadisTarihi, Hadis Usûlü, Ricâl, Ğarîbü'l-Hadîs, İlelü'l-Hadîs, İhtilâfü'l-Hadîs, Esbâbü Vürûdi'l-Hadîs'tir.

             Hadisler önce yazılı ve sözlü olarak koruma ve kayıt altına alınmaya çalışılmış(tesbît), sonra bunlar belli kitaplar içinde bir ayaya toplanmış (tedvîn), ardından da bu kitaplardaki hadislerin sınıflandırılması (tasnîf) yoluna gidilmiştir. Tesbît  Döneminde hadislerin sözlü ve yazılı olarak öğretilmesi, öğrenilmesi, halk arasında  yayılması, böylece hafızalarda ve değişik yazı malzemeleri üzerinde tespit edilip  koruma altına alınması söz konusudur. Bu dönem aşağı yukarı hicri 1. yüzyılın sonlarına kadar devam eder. Yani sahâbe ile büyük tâbiûnun yaşadığı dönemdir.

             Tedvîn Dönemi, daha önce değişik yazı malzemelerine kaydedilerek veya  ezberlenerek koruma altına alınmış olan hadislerin kitaplar (dîvânlar) içinde  toplandığı dönemdir ve hicrî 1. asrın sonlarından 2. asrın 1. veya 2. çeyreğine kadar  süren bir zaman dilimini içine alır. Bu dönemde yazılan eserlerden hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.

            Tasnîf ise hadislerin râvî-lerine veya konularına göre değişik şekillerde gruplandırılarak kitaplar meydana getirilmesi anlamına gelir.

            Tasnifin çok sayıda amacı içinde öne çıkanlar üç tanedir: 1-Hadislerin korunması. 2- Kulanım kolaylığı. 3- Sünnetin toplumda yaşayan bir gelenek olarak devamının sağlanması.

              Hadisleri konularına göre gruplandıran kitap türleri:   1- Tek bir konudaki hadisleri toplayan kitaplar  2-Dinin ana konularından birinde yazılmış kitaplar  3-Tartışma ve reddiye kitapları                         4-Muvatta'lar   5- Sünenler    6- Câmî'ler    7-Musannefler'dir.   Hadisleri râvîlerine göre gruplandıran kitap türleri ise:   1-Müsnedler     2-Mu'cemler   3- Etrâf Kitapları'dır.

           Hicrî ilk üç asırda telif edilen hadis kitapları temel hadis kaynakları olarak kabul  edilmektedir.

           Hadisler Hz. Peygamber'e ait oluşu kesin olanla ihtimalli olanlar şeklinde iki ana kümeye ayrılır. Bunların birinci kısmına mütevâtir ikinci kısmına haber-i vâhid denir. Hz. Peygamber'e ait oluşları ihtimalli olan haber-i vâhidler de makbûl ve merdûd kısımlarından oluşur. Birinci kısma sahîh ve hasen hadisler girer.

           Mütevâtir hadis, başından sonuna kadar her tabakada, yalan söylemek üzere anlaşmaları aklen ve âdeten mümkün olmayacak kadar çok râvînin rivayet ettiği hadistir.

          Zayıf hadis, sahih hadisin tarifinde zikredilen niteliklerden birini veya birkaçını taşımayan hadistir ve taşımadığı niteliğe göre değişik isimler alır.  Zayıf hadisteki kusurlar râvîsinin adalet eksikliğinden veya hafızasının zayıflığından kaynaklanabilir.

          Mevzû hadis ise, Hz. Peygamber'e söylemediği veya yapmadığı bir sözün veya fiilin nispet edilmesidir. Bu, bilerek, kasten Allah Resûlü adına yalan uydurmaktır.

          Mütevâtir haberin hem inanç (akâid) hem de amelde kesin delil olduğu hususunda Ehl-i sünnet mezhepleri görüş birliğindedirler. Haber-i vâhid'in ise, amelde delil olması hakkında ittifak olmakla birlikte, akâid esaslarının tespitinde delil olması tartışmalıdır.

       Fıkıh Usulü:

 

         Müctehidin şer’i ameli hükümleri tafsili delillerinden çıkarabilmesine yarayan kurallar bütününe fıkıh usulü denir.[1]  Usulu’l-fıkh “fıkhın delilleri” “fıkha mahsus deliller” “fıkhın kökleri” “hukukun kökleri” demektir.[2]

           Fıkıh usulü iki şekilde tarif edilebilir: Fıkıh usulü:

1) “Şer’i hükümlerin, tafsili delillerden çıkarılmasını (istinbatını) mümkün kılan kaideleri ve icmali delilleri öğreten bir ilimdir. Veya,

2) “İstinbat kaideleri ve icmali delillerdir.”       

       Müctehid:

 

         İctihad melekesine sahip olan ve hükümleri anlayıp delillerden istinbat etmek için bu kaideleri esas kabul eden kişidir. [3] 

       Fıkıh Usulünün Konusu:

           Usûlü'l-fıkıhın mevzuu kendisi ile küllî hükümlerin sübûtu açısından şer'î küllî delildir. Yani usûlcü, meselâ kıyası ve onun hüccet oluşunu, âmmı ve onun kayıtlanışını, emri ve delâletini kendisine konu edinir.

          Fıkıh usulü iki şeyden bahseder: Birincisi: Birer istinbat vasıtası olarak şer’i deliller. İkincisi: Bu istinbatın bir neticesi olarak şer’i hükümler ve bunların delillerle sabit olması. Bu, usulcülerin cumhurunun tezidir –ki racih olan da budur- zira onlar: “Usulü fıkıhın konusu delillerle sabit olması açısından şer’i hükümlerdir” demektedirler. [4]

          Fıkıh usulünün konusu şer’i deliller (Kitap, sünnet, icma, kıyas, istihsan, istishab, maslahat, örf, sedd-i zerai, sahabe sözleri, önceki şeriatların hükümleri), şer’i hükümler (farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, haram, mekruh, azimet, ruhsat, sebep, rükun, şart, mani, sıhhat, fesat, butlan), istinbat (hüküm çıkarma) metodları (Hass, amm, müşterek, mutlak, mukayyed, emir, nehiy, hakikat, mecaz, sarih, kinaye, zahir, nass, müfesser, muhkem, te’vil, hafi, müşkil, mücmel, müteşabih, ibarenin, işaretin, nassın, iktizanın delaleti), hükümlerin gayeleri, delillerin tearuzunu gidermede takip edilecek yollar, nesh, ictihad, taklid vb.dir.

        Fıkıhın Konusu

            “Fıkıh”: “Tafsili delillerden istinbat edilen şer’i-ameli hükümleri bilmek” veya “Tafsili delillerden istinbat edilen şer’i hükümlerin toplamıdır.” diye tarif edilir. Bu manasıyla “fıkıh”, vacib,  mendub, haram, mekruh, mübah olarak bilinen hükmün bütün çeşitlerini, ferde veya aileye taalluk eden hükümleri ve vasiyet, vakıf ve mirasa ait hükümleri içine alır.

            Fakih, fer’i bir olayın hükmünü tesbit etmek istediğinde, sözünü ettiğimiz usul kurallarını alır, o fer’i olayla ilgili delile (cüz’i veya tafsili delile) uygular. Böylece o delilin hangi şer’i hükme delalet ettiğini ortaya koyar.  Tefsili delilleri incelemek ve usul kurallarını uygulayarak bu delillerden cüz’i hükümler çıkarmaktır. [5]

             Usulcü ise İcmali delilleri (topluca kaynakları) incelemek ve tafsili (herbir olayla ilgili) delillerden cüz’i hükümler çıkaracak olan müctehid için külli nitelikte kurallar tesbit etmek ve bu kuralları şer’i delillerle isbatlayıp sağlam temellere oturtmaya çalışır. [6]

            Fıkıhın Gayesi:

             Mükelleflerin fiillerinin helal ve haram olanını açıklamak için şer’i hükümleri o fiillere tatbik etmektir. Bu sebeple fıkıh ilmi, insanlardan sadır olan söz ve fiillerin, niza’ ve ihtilafların şer’i hükmünü öğrenmek için alimin, hakimin ve müftinin müracaat kaynağıdır. [7]

        Fıkıh Usulünün Gayesi:

 

          Fıkıh usûlü ilminin güttüğü gaye, kural ve nazariyelerini tafsîlî delillere tatbik etmek suretiyle şer'î hükümlere ulaşmaktır. Başka bir ifade ile, şer'î amelî hükümleri tafsîlî delillerinden çıkarabilmeyi temindir. Fıkıh Usulü ilminin asıl gayesi, müctehidin şer’i ameli hükümleri tafsili delillerinden çıkarabilmesi için ona bu ilmin kaidelerini tatbik etme imkanını hazırlamaktır.

         Fıkıh Usulünün Faydaları:

 

          Fıkıh usulü ilmi, Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarmayı amaçlayan bir ilimdir. Bu ilmin tahsilinden elde edilecek faydaları şöyle sıralayabiliriz:

1- Kişi bu ilimde mütehassıs olunca, Kur’an ve sünnetin aşağı yukarı bütün lafızlarını, Arap dili kaidelerini öğrenir.

2- Müctehidlerin hüküm çıkarma (istinbat ve ictihad) yöntemlerini, kendi görş ve arzularına göre hüküm vermediklerini, bilakis bu konuda asla bir yana bırakmadıkları bir takım şer’i kaynaklara dayandıklarını, ictihad ve hüküm istinbatı sırasında belirli kural ve prensiplere uyduklarını, dine hizmet ettiklerini anlar ve bunlar arasında tercih yapma kabiliyetini öğrenir.

3- Fıkhi hükümlerin delillerini, kaynaklarını ve çıkış şekillerini öğrenir. Hangi hükümlerin Kitap ve Sünnete, hangilerinin müctehidlerin ictihadına dayalı olarak çıktığını tesbit eder.

4- Allah’ın, dini hükümleri koyarken gözettiği maksat ve gayenin (hikmet-i teşri) ne olduğunu öğrenir.

5- Hukuki, kanuni bilgiler öğrenir, muhakeme yeteneğini geliştirir, hukuk melekesi teşekkül eder, hata yapmadan şer’i delillerden şer’i ameli hükümler çıkartabilir.

        Usûlü'l-Fıkıhın Doğuşu ve Gelişmesi:

          İslâm'ın ilk dönemlerinde müslümanlar herhangi bir meselenin dinî hükmünü öğrenmek istediği zaman Rasulullah hayatta iken ona, vefatından sonra da sahabelerinden birisine baş vururdu. Bu sorulan Hz. Peygamber, vahy yardımıyla ve teşrî kaynağı olması hasebiyle cevaplandırırdı. Sahabe de gerek Hz. Peygambere olan yakınlığı gerekse Arap diline olan hakimiyetleri sayesinde cevap verirlerdi. Karşılarına çıkan problemin halli için Kur'ân'a ve Hadise müracaat ediyorlar ve onlardan hüküm çıkardıkları hükümlerle problemin hükmünü ortaya koyuyorlardı. Gerek Arapçaya olan hakimiyetleri gerekse Hz. Peygambere yakınlıkları sebebiyle âyetlerin nüzul, hadislerin vürud sebeplerini bilmeleri onların hüküm çıkarmakta pek zorlanmamalarına sebep oluyordu.

             Fıkıh usûlü  ilminin doğuşu hicrî  ikinci asra rastlamaktadır. Bu ilim zamanla fıkıhtan ayrıldı; müstakil bir ilim halini aldı. Usûlü'l-fıkıh sahasındaki ilk eser İbn Nedîm'in nakline göre İmam Ebû Yusuf'a aittir. Ancak, Ebû Yusuf un eseri günümüze kadar gelmiş değildir. Zamanımıza kadar bu ilim konusunda gelen en eski eser, İmam Şâfiî'nindir. Bu yüzden o, fıkıh usülü ilminin kurucusu olarak bilinmektedir. Şafiî'nin er-Risâle adındaki bu eseri matbû olarak elimizde mevcuttur. Daha sonra İslâm alimleri bu ilme büyük itina göstermişler ve sayılamayacak kadar eser vücuda getirmişlerdir. Mesela Ahmed b. Hanbel, Kitabu Taati'r Rasûl, Kitabu'n-Nâsih ve'l-Mensûh ve Kitabu'l-İlel adındaki eserlerini yazdı.[8]

             TEFSİR TARİHİ

           "Sana Kur'ân'ı gönderdik ki, insanlara indirileni onlara açtklaya-sın"[9] âyetlerinde de ifade edildiği gibi Kur'ân'in ilk tefsiri Hz. Peygamberce başlatılmıştır. O da bu fonksiyonunu yerine getirmek için Kur'ân'da kapalı olan ve tefsirine ihtiyaç hissedilen nassları açıkla­mıştır. Bu sebeple Hz. Peygamber, aralarında bulunduğu sürece ashabın Kur'ân yorumuna fazla ihtiyaç duyulmamıştır. Ancak bir taraftan, Hz. Peygamberin âhirete irtihâl etmesi sebebiyle onların vahye dayanan bu masum kaynağa müracaat etme imkânlarının ortadan kalkmış olması diğer taraftan da îslâmın geniş bir coğrafyaya yayılması nedeniyle daha önce görülmeyen birtakım meselelerin ortaya çıkması ve bu coğ­rafyalarda yaşayan insanların, mensup oldukları kültürlerin tesirinde kalarak bazı fikirlerini Kur'ân'a dayandırma gayretleri ashabı, Kur'ân-ı Kerîm'i  tefsir etmeye yöneltmiştir.[10] Böylece ashâb döneminde başlayan tefsir hareketi daha sonraki devirlerde de genişleyerek devam etmiştir. Tabii ki bütün bunların birtakım nedenleri vardır. Şöyle ki:

1. Kur'ân'm bizzat kendisi yukarıda işaret ettiğimiz âyetlerde de görüldüğü gibi kendisinin tefsir edilmesini istemektedir.

2. Kur'ân, ilk muhatapların ıstılah olarak anlamını bilmedikleri "salât", "zekât", "hac" ve benzeri birtakım kavramlara yeni mana ve mefhumlar  kazandırmıştır. Hicrî  II. asırda "el-vücûh ve'n-nezâir" adıyla müstakil bir ilmin ortaya çıkmasına sebep olan bu nevi lafız ve kavramlar, Kur'ân tefsirine olan ihtiyacı da beraberinde getirmiştir.[11]

3. Kur'ân'da   manaları  kolayca   anlaşılabilecek  nitelikte  âyetler olduğu gibi, manalarının anlaşılmasında hârici bir delile ihtiyaç göste­ren müphem, müşkil, mücmel ve mutlak âyetler de bulunmuktadır.[12]Dolayısıyla  bu   tarz  nasslarm anlaşılması  için   de   ihtisas   ehlinin tefsirine ihtiyaç vardır.

4. Kur'ân, müminlerin şahsî ve toplumsal hayatlarını düzenlemek gayesiyle hukukî hükümler koymuştur. Bu hükümleri ortaya çıkarmak, yalnızca Arapçayı bilmekle mümkün değildir.[13] O halde bu yönüyle de Kur'ân'm tefsiri gereklidir.

5. Kur'ân'da mecaz, kinaye, istiare ve teşbih gibi edebî sanatlar da mevcuttur. Tabii ki bu tarz âyetler de, onları iyi bilenler tarafından izah edilmelidir.[14] Aksi halde söz konusu sanatların delâletlerini anla­mak zorlaşacaktır.

6. Kur'ân'da ayrıca bilimsel hakikatler ve genel prensipler içeren âyetler de bulunmaktadır. Elbette ki bunların da tefsiri gereklidir.[15]

           

          TEFSİRİN DOĞUŞU VE TEDVİNİ

            Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Hz. Peygamber, bir taraftan kendisine vahyedilen Kur'ân bölümlerini lafız olarak tebliğ ediyor, diğer taraftan da manası anlaşılmayan hususları tebliğ ediyordu.[16]

         Bütün  hususlarda ashabın tek müracaat kaynağı Hz Peygamberdi. Bu yüzden Allah Resulü (sav) aralarında bulunduğu müddetçe onlara yol gösteriyor ve meydana gelen sorunlarını çözüyordu Hz. Peygamber'in vefatından sonra ise ashâb, Kur'ân'ı anlama konusun­da herhangi bir problemle karşılaştıkları zaman daha çok tefsirde şöhret bulmuş kimselere soruyordu. Hatta bir kısım sahâbî de yine bu donemde Hz. Peygamberden öğrendikleri bilgileri, kendi görüşleriyle birleştirerek daha sonrakilere aktarıyorlardı. Ancak bu dönemde tefsirin nakli henüz şifahi bir yolla gerçekleştiriliyor ve tefsir çalışmaları da Kur'ân'm bazı garip kelime­lerinin açıklamalarından ibaret görünüyordu. Tedvin dönemine gelindi­ğinde ise, daha önceleri şifahi olarak nakledilen rivayetler derlenip toparlanmış, garip lafızlarla ilgili bilgiler yanında, esbâbu'n-nüzûl, nâsih-mensûh ve Kur'ân'ın ikâz yönüyle alakalı nakillere de yer veril­miştir. Rivayet tefsiriyle birlikte zaman zaman insanların kendi görüş ve düşüncelerini yansıtmaları sonucu dirayet tefsiri de yavaş yavaş kendisini göstermekle beraber, özellikle fıkhî ve kelâmı mezheplerin ortaya çıkmalarının ardından daha da hızlanmaya başlamıştır.[17]

         Sonuç olarak ;

         Yukarıda açıklamaya çalıştığımız ilimlerin  tamamının çıkış noktası  Kur’ân-ı anlamak  ve açıklamak  amacıyla ortaya çıkmıştır. Bütün bu ilimler Hz. Peygamber’in açıklamalarıyla başlamıştır. Tefsi­re yönelik bütün bu gayretler hicrî II. asırda yazıya geçirilerek tefsirin tedvini gerçekleştirilmiştir. Böylece Kur'ân'ın nüzulü ile başlayan tefsir hareketi, tedvin ile yeni bir mecraya girmiş, şifahî dönemde üzerinde durulmayan bir takım ayrıntılara tedvin sebebiyle yer verilerek hem rivayet hem de dirayet tefsirinde bir zenginlik meydana getirilmiştir. Elbetteki tefsire ait bütün bu gelişmelerin kaynağında Hz. Peygamber'in açıklamaları söz konusudur. Sahabe vasıtasıyla nakil yoluyla bize kadar gelmiştir. Günümüze gelinceye kadar her devirde alimlerimiz kendi çağlarının sorunlarına çözüm bulmaya çalışmışlardır. Bizden sonra da bu şekilde devam edecektir.

 

[1] Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 24.

[2] Büyük Haydar Efendi: 9; Hamidullah, “İslam Hukukunun Kaynaklarına Dair Yeni Bir Tetkik” ter: B. Davran, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1953, c.1, sayı: 1-4, s.64.

[3] Vehbe Zuhayli, Fıkıh Usulü, Risale Yayınları: 11.

[4] Vehbe Zuhayli, Fıkıh Usulü, Risale Yayınları: 12.

[5] Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 27.

[6] Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 27.

[7] Vehbe Zuhayli, Fıkıh Usulü, Risale Yayınları: 13.

[8]   Bibliyoğrafya için bkz. Kâtip Çelebi, Keşfu'z-Zunûn, I,110 vd.; Taşköprülüzade Ahmet Efendi, Mevzûatu'l-Ulüm, I, 503 vd.

[9]   en-Nahl 16/44.

[10] Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s. 22-23.

[11] Gümüş, Sadreddin, Kur'ân Tefsirinin Kaynaklan, İstanbul 1990, s. 24.

[12]  Bkz. Al-i İmrân 3/7.

[13]  Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s. 18.

[14]  Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 210.

[15]  Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 270-272.

[16]  el-Mâide 5/67; en-Nahl 16/44.

[17]  Geniş bilgi için bkz. Şimşek, M. Sait, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 25-32.


0 Yorum - Yorum Yaz


İBRAHİM KARA

13912722

TEFSİR TARİHİ

İslamın ilk asırlarında kuran tefsiri denilince, Allah’ın, Peygamber’in ve sahabenin Kur’an’ı açıklaması ve beyanı akla gelmektedir. Bundan dolayı ilk devirlerdeki müfessirler eserlerinde tefsir lafzından ziyade te’vil kelimesini kullanmışlardır. Bunun sebebi, sözlerinin kat’iyet ifade etmemesiydi. Mesela, İbn Kuteybe eserine “Te’vilu Muşkili’l-Kur’an”, Taberi “Câmiu’l-Beyan an Te’vili’l-Kur’an”, Maturidî ise “Te’vilâtu’l-Kur’an” ismini vermiştir.

Tefsir kelimesinde daima doğruya isabet bahis konusu olduğundan, o makbüldür. Te’vil ise makbul olma veya olmama bakımından iki kısma ayrılır. Makbul olmayan te’vil, kendisine bakıldığı vakit hoş olmayan, ayetin siyak ve sibakıyla ile mutabakat etmeyen ve delilleri çirkin olandır. Bu vasıfların bulunmadığı te’vil ise makbul addolunur.

Allah kelamının en sağlam tefsiri şüphesiz yine Allah’ın kelamı ile olanıdır. Kur’an’ın Kur’an ile tefsirinden sonra, onun tefsirinde salahiyet sahibi olan kimse kendisine vahiy gelen Hz. Peygamber ve onun sünnetidir. Bir ayetin açıklanışı kuranda ve sünnette bulunmazsa, o zaman sahabilerin bu husustaki sözlerine müracaat edilir. Bundan sonraki mertebe tabiiler ve tebeu tabilerin tefsirleridir.

İlk devirlerde daima Hz. Peygamber’in Kur’an’ı tatbik şekli göz önünde tutuluyordu. Hz. Aişe’nin “Onun ahlakı kurandı.” Sözü, onun tefsirine olan ihtiyacı gösterir. Sahabe de kuranın manalarını yaşıyor ve ayetlerin yerlerini ezberlemeden önce, bu ayetlerle amel etme hususunda müsabakalar yapıyorlardı. Kuranın mücmel olan hususlarını ve müşkillerini tavzih, geneli için tahsisi, mutlak için takyidi öğrenmek hususunda, Allah elçisinin beyanını öğrenmek için ona koşuyorlardı. Hz. Peygamberin namaz vakitlerini, rekatların adedini, zekatın miktarını, vaktini ve nevilerini ve hac menasikini açıklaması gibi.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra, kuranın tefsirinin yapılıp yapılamayacağı meselesi ortaya çıkmıştı. Tefsir lafzının ifade ettiği manada “Allah adına söz söylemek” gibi bir mana mündemiç olunca bu konudaki hadisleri de göz önüne alarak  bir kısım sahabe bu işten içtinab etmişlerdi. Sahabeden bazılarının bu şekildeki davranışları, Kur’an’ı tefsir etme işinden uzak durmalarından değil bilakis âyeti, Allah’ın muradına uygun bir tarzda tefsir yapamadıkları, doğruyu bulamadıkları zaman, yüklenecekleri mesuliyetlerden çekinmelerindendir.

Tabiiler de tefsiri, sahabeden semaen nakletmiş, sema olmayan hususta da, içtihatlarına müracaat etmişlerdi. Artık tefsir tabakadan tabakaya intikal etmiş, her tabakanın fertlerinin kültür durumları değişik olduğundan, gerek tabakalar ve gerekse fertler ona yeni bir şeyler katmışladır. Re’y ile tefsir faaliyeti, sahabe devrinde de mevcuttu. Onların bir ayeti, iniş sebebine dayanarak tefsir etmeleri, bir esasa dayanarak tefsir gibi görünüyorsa da onların hükümlerle vakıalar arasında bir münasebet kurmak gibi bir durum karşısında kalmaları, yine onların görüşlerine bırakılmıştır. Bu bakımdan sahabe arasında sebebi nüzullerde bile bir ittifak husule gelmemiştir. Tabiiler devrinde ise, ayetleri kendi re’yleri ile tefsir etme hareketi daha açık olarak görülmektedir. Onlar re’y ile yapmış oldukları tefsirlerde, sadece kendi fikirlerini beyan etmemiş, bununla beraber, aynı zamanda yaşadıkları cemiyetin fikri tasavvurlarını, yaşayışlarını, harika ve hurafeleriyle birlikte aksettirmişlerdir.

İBRAHİM KARA

                                                                              13912722

HADİS TARİHİ

“Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun.”

“sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye zikri indirdik, belki düşünürler.”

 Hz. Peygamber  Müslümanların farz namaz vakitleri dışında da boş vakitlerinde imkan nispetinde mescide uğramalarını, orada kaynaşmalarını istemektedir. Halkla peygamber arasında bir engel yoktu. Hz. Peygamber yabancı, kadın, erkek demeden insanları eğitiyordu.

Hz. Peygamber kendisinden nakil bulunulmasına izin vermiştir. “cenab-ı hakk benim sözümü dinleyip başkasına tebliğ edenin yüzünü ak etsin. Belki kendisine nakledilen nakledenden daha alimdir ve (bu sebeple) daha iyi anlar.”

“sizler, (benden) dinliyorsunuz sonra da sizden dinleyecekler daha sonra da sizden dinlemiş olanlardn dinleyecekler.”

Ashap Hz. Peygambere her türlü sorabiliyordu. Hz. Enes’in rivayetine göre Ümmü Süleym Hz.  Peygambere gelerek :

“Ey Allah’ın Rasul’ü, kadın rüyasında erkeğin rüyada gördüğünü görünce gusul icap eder mi? Diye sorar. Ayşe :

“Ey Ümmü Süleym, kadınları rezil ettin. Allah canını almasın. Peygamber :

Hayır, kadınları rezil eden sensin, Allah senin canını almasın. Evet ey Ümmü Süleym, gusletmesi gerekir, eğer onu görürse” der.

Hz. Aişe: “Ensar kadınları ne iyi kadınlardır, onların dinlerini öğrenmelerine haya mani olmamıştır.”

Sünnetin tespitinde nebevi tedbirlerden biri, mescidin içinde bir nevi yatılı mektep olan Suffe’nin tesisidir. Müslümanlar Hz. Peygamber’i dinlerlerdi.

Hz. Ömer der ki: “Ben ve Medine’nin yakın köylerinden olan Benu Umeyye ibnu Zeyd’den  ensari bir komşum aramızda anlaştık. Rasulullah’ın yanına gitmekte nöbetleşiyorduk. Bir gün o, bir gün ben gidiyorduk. Ben gidince o günün haberi ile dönüyor vahiy vesaire ne olmuşsa anlatıyordum. O gitmişse aynı şeyi yapıyor, ( akşam olunca duyduklarını ve gördüklerini bana anlatıyordu.)”.

Ebu Hureyre, Enes bin Malik başta olmak üzere bütün Ashab-ı Suffe Rasulullah’tan hiç ayrılmamaya çalışıyor, her söylediğini öğrenmeye gayret ediyordu.

Hz. Peygamber’in eşleri aile hayatıyla ilgili kadınlara yardımcı oluyor, onları bilgilendiriyordu. Nitekim bir kadın Hz. Peygamber’e gelip soru sormuş ve anlamayınca Hz. Aişe ona anlatmıştır.

Ensardan bir kadın Rasulullah’a gelerek:

“Hayız kanından nasıl temizleneyim” diye sordu. Rasulullah “miskle kokulanmış bir bez parçası al, onunla üç sefer temizle” dedi. Ve Rasululah utanarak yüzünü çevirdi. Kadın anlamadı ve:

“onunla temizle” dedi. Kadın tekrar:

“nasıl” deyince Rasulullah : “ sübhanallah! Temizlen!” dedi. Ben kadını kendime çekerek :

“Bezi kan bulaşan yerlere tatbik ederek sil” dedim.

Hz. Peygamber’in sünnetinin tespitinde yazılı vesikalar da önemli yer tutmaktadır. Sulh, anlaşmalar, ittifak  anlaşmaları emanlar, krallara mektuplar, vasiyetname, emirname gibi işlerinde yazıyı kullanmıştır.

Gazveler de sünnetin tespitinde önemli rol oynamaktaydı. Gazveye katılanlar Hz.peygamber’den bir şeyler öğreniyor ve ensar ve muhacirlerle kaynaşıyordu. Onlardan sünneti öğreniyorlardı. Zira tebük seferine 30 bin kişi katılmış burada Hz. Peygamberin öğretileriyle tanışmıştı. Birçok mühim ahkam da bu seferler esnasında alınmıştır. Esirlere yapılacak muamele, ganimetin taksimiyle ilgili ayetler Bedir seferinde muta nikahının kaldırılması bazı hayvan etlerinin haram edilmesi gibi meseleler gazvelerde vuzuha kavuşmuştur.

Veda haccı da yine Müslümanların bir arada olduğu ve Hz. Peygamberin öğretilerine tanık olduğu yerdir.

Hz. Peygamber pek çok hukuki ve içtimai inkılapları teybin etmiştir. Varis için vasiyette bulunmanın haramlığı, karı-koca hakları, faizin, kan davasının yasaklanması gibi hükümlerde söylenebilir.

Mekke’nin fethinden sonra da çeşitli kabileler Hz.peygambere gelip ihtida ettiklerini söylüyorlardı. Hz. Peygamber de onları Medine’de özel mekanlarda ağırlıyor ve onlara sünnet öğretiliyordu.

Sünnetin neşr ve tespitinde Hz. Peygamberin gönderdiği elçi ve memurları da önemli yer tutar. Bunlar belli vasıfları haizdi. Yemen’e gönderilen Muaz bin Cebel fıkhıyla, Ebu Musa el-Eşari kıraatiyle, Hz. Ali ilmiyle meşhurdu.

Ashap Hz. Peygamber’den hadis naklederken doğruluk ve zabt ilkesine dikkat etmiştir. Çünkü Hz. Peygamber “Kim bana bile bile yalan isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.

Hz. Peygamber: “ Benden (kuran dışında) bir şey yazmayın. Kim senden, kurandan başka bir şey yazdı ise onu imha etsin. Benden rivayette bulunun, bunda bir mahzur yoktur. Ancak, kim bilerek bana yalan nispet ederse ateşteki yerine hazırlansın.

Abdullah bin Amr’ın sahife-i sadıkası vardır. Bu sahifenin bazı rivayetlerde bin kadar hadis ihtiva ettiği belirtilmiştir. Bu rivayetler Ahmed ibnu’l Hanbel’in müsnedinde yer alır.

Ebu Hureyre’nin de sahife-i sahihası vardır. Bu sahifenin sadece bir kısmı talebesi Hemmam bin Münebbih kanalıyla bize intikal etmiştir.

Cabir bin Abdillah’ın da sahifesi vardır. Zehebi bu sahifenin menasık-i hacc üzerine olduğunu nakleder.

Bağdadi’nin takyidu’l ilminde geçen rivayete göre Enes Rasulullah’tan bütün işittiklerini yazmış ve sonra da ona arz etmiştir.

Hadis yazma yasağının mahiyetine baktığımızda yasağın ilk yıllarına ait olduğunu görürüz. Dini kültür ve geleneğin yerleşmemiş olması ve kurana gösterilen ilgiyi azaltmama amacı güdülmüştür.

 

 

İBRAHİMKARA 13912722

 

FIKIH TARİHİ

Peygamber Efendimize (s.a.v) dini ve hukuki konularda sorulan sorular ya vahiy yolu ile ya da bizzat Hz. Peygamber’in ictihadı ile cevaplandırılıyordu. Bu soru ve cevapları Kur’an ve hadis-i şeriflerde bulmak mümkündür.

Kur’an-ı Kerim’de “senden soruyorlar”, “senden fetva istiyorlar” gibi ifadelerin geçtiği yerlerde Hz. Peygambere sorulup da Kur’an tarafından cevaplandırılan hususlar bulunmaktadır. “Ey Muhammed! Sana hürmet edilen ayı ve ondaki savaşı sorarlar, de ki: O ayda savaşmak büyük suçtur” (Bakara, 217), “Ey Muhammed! Sana kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar, deki: Size temiz olanlar helal kılındı.” (Maide, 4) ayetleri bu özelliktedir. 

Hadisler incelendiğinde Hz.Peygamber’in kendi ictihadı ile de fetva verdiği görülmektedir. Mesela deniz suyu ile abdest alınıp alınamayacağı sorulduğunda Hz. Peygamber “Onun suyu temizdir ve ölüsü de helaldir” diye cevap vermiştir. (Darimi, Sünen, I, 86)

Hz. Peygamber(s.a.v) sahabilerine de icitihad etme yetkisi vermiş ve sahabiler gerekli olduğu zaman bu yetkiyi kullanmışlardır. Hz. Ayşe, Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Ali, Muaz b. Cebel, Zeyd b. Sabit ve Huzeyfe Hz. Peygamber zamanında fetva veren sahabilerdendir.

Bu devir teşrîinin en önemli vasfı kolaylığın ve tedriciliğin olmasıdır. “Allah size kolaylık diler, güçlük istemez” ayeti kolaylığı; vahyin 23 yıl sürmesi ve şarabın yasaklanmasında olduğu gibi bazı hükümlerin bir anda değil de zamanla tekevvün etmesi tedriciliği göstermektedir.

Sahabe Dönemi

Bu devreye Hulefa-i Raşidin devri de denir. Hz. Peygamberin vefatı ile başlar hicri 40 senesine kadar devam eder. Bu dönemde fetihlerle İslam ülkesinin toprakları genişlemiş, farklı kültürden insanlar müslüman olmuş bunun neticesi olarak daha önce karşılaşılmayan sorulara cevap verilmesi gerekliliği doğmuştur.

Ashab içersinde yüzotuz küsür şahıs fetva verecek salahiyete sahipti. Meselelerin çözümünde önce Kur’an-ı Kerim’e sonra da hadislere başvuruluyordu. Bu iki kaynak ile sonuca varılamayınca rey ictihadına başvuruluyordu. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer en doğru hükme ulaşabilmek için şura ictihadına başvurmuşlardır.

Ashap arasında fetva verme hususunda ihtisaslaşma söz konusu olmuştur. Hz. Ömer bir konuşmasında “Kim Kur’an hakkında soru sormak istiyorsa Ubey b. Ka’b’a sorsun, feraiz hakkında soru sormak isteyenler Zeyd b. Sabit’e sorsun. Fıkıh meselelerini sormak isteyenler Muaz b. Cebel’e gitsinler. Mali konularda sorusu olanlar bana sorsunlar. Çünkü Allah beni hazineci ve kâsım kıldı.” demiştir.

Bu devirde, farklı bölgelerde yaşama, farklı bilgi, kabiliyet ve düşünceye sahip olma gibi etkenler sebebiyle Medine ekolü, Mekke ekolü ve Kufe ekolü gibi değişik fıkıh ekolleri ortaya çıkmıştır. Nazari fıkıh ile meşgul olunmamış, sadece meydana gelmiş olayların hükümleri araştırılmıştır.

Sahabe döneminde farklı fıkıh ekolleri ortaya çıkmış olmakla birlikte henüz mezhepler kurulmamıştı. Bilgisi az olan sahabi, kendisinden daha bilgili kabul ettiği kişiden karşılaştığı meselenin çözümünü delili ile birlikte öğreniyor ve ona göre dini hayatını yaşıyordu. Delil ön planda tutulduğu için yapılan bu faaliyet taklid değil ittiba niteliği taşımaktadır.

Tabiun Dönemi

Bu devir, hicri 40 yılında başlar (Emevi Devletinin kuruluşu), hicri 132 yılına kadar devam eder.

Tabiun döneminin önemli özellikleri şunlardır.

a- İslam alimleri çeşitli şehirlere dağılmıştır.

b- Hadis uydurma hareketi başlamıştır. Bu durum Iraklı alimleri, hadisleri kabul konusunda daha titiz olmaya sevketmiştir.

c- Hadisleri toplama faaliyeti başlamış, Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz hadislerin tedvini için Zühri ile Ebu Bekir Muhammed b. Amr b. Hazm’ı görevlendirmiştir.

d- Fıkıh sahasında tedvin hareketi başlamıştır.

e- Fıkıh sahasında ihtilaflar artarak devam etmiştir. Hadisleri sahih kabul etme şartları ile örf-adet farklılığı ihtilafların temel sebebini oluşturmuştur.

f- Üstad, muhit ve malumat farkına dayalı olarak Hicaz ve ırak medresesi ortaya çıkmıştır.

g- Nazari fıkıh çalışmaları başlamıştır.

h- Arap olmayan bir çok İslam alimi yetişmiştir.

Tebeü’t-Tâbiîn (Müctehid İmamlar Devri)

Bu devir hicri 132 yılında başlar, hicri dördüncü asrın ortalarına kadar devam eder. Bu devir “Fıkhın yükseliş devri”, “Tedvin devri” diye de isimlendirilir. Ebu Hanife, İdris eş-Şafii Malik b. Enes, Evzai, Süfyanü’s-Sevri, Davud ez-Zahiri, Ahmed b. Hanbel gibi mezhep imamları bu dönemde yetişmiştir.

Bu dönemin fıkhın altın çağı olmasını sağlayan başlıca etkenler şunlardır:

a- Ülkeyi Yöneten Abbasi Halifelerinin Din İlimlerine ve Alimlere Yakın İlgi Göstermesi

b- İslam Ülkesinin Genişlemesi: İslam ülkesinin toprakları İspanya’dan Çin’e kadar uzanıyordu. Bu da çok farklı kültürlere sahip insanların İslam ile tanışmasına sebep olmuştur. Değişik örfler, değişik ictihadlara sebep olmuş böylelikle de fıkıh kültürü zenginleşmiştir

c- Kabiliyetli Kişilerin Fıkıh İlmiyle Meşgul Olması

d- Fikir ve İctihad Hürriyetinin Olması: Bu devirde hem müftüler, hem de hakimler belli bir kanuna veya mezhebe bağlı değillerdi. Müctehid olmayanlar, istedikleri alimden fetva istiyorlar, herhangi bir müctehide bağlanma mecburiyeti taşımıyorlardı.

e-Tefsir, Hadis, Kıraat, Fıkıh, Fıkıh Usulü Gibi İslami İlimlerin Tedvin Edilmesi

f- İlmi Seyahatlerin Yapılması

g- Fıkıh Mezheplerinin Ortaya Çıkışı

h- Fıkhi Istılahların Doğuşu: Farz, vacip, mendup, haram, illet, sebep, batıl ,fasit vb. ıstılahlar alimler tarafından kullanılmaya başlamıştır.

h- İlmi Münazaraların Yapılması

Taklid ve Duraklama Dönemi

Bu devir hicri dördüncü asrın yarısında başlar, Mecellenin tedvin edilmeye başlandığı hicri 1286 yılına kadar devam eder.

Daha önceki dönemlerde ictihada ehliyeti olanlar ictihad ederek, ictihada gücü yetmeyenler de istedikleri alime sorup öğrenerek dini hayatlarını yaşıyorlardı. Bu dönemde ise taklid ruhu hakim oldu. Hem alimler, hem de halk imam kabul ettikleri bir müctehide ve onun mezhebine bağlandı. Hiçbir fıkıhçı imamının verdiği fetvaya muhalif bir şey söylemeyi kendisi için caiz görmüyordu.

Kerhi’nin (v.340) şu sözü o devirde hakim olan zihniyeti çok iyi göstermektedir. “Bizim fakihlerimizin vermiş oldukları fetvalara aykırı düşen ayetler ya mensuhtur ya da tevile muhtaçtır. Aynı şekilde bu durumda olan hadisler de ya mensuhtur ya da tevil edilmelidir.” Kanunlaştırma Dönemi

Mecellenin tedvini ile başlayıp günümüze kadar devam eden bu dönemde, fıkhi özellik olarak  şu hususlar önem arz etmektedir.

a- İslam ülkelerinde kanunlaştırma hareketleri başlamıştır.

b-İctihadın önemi günden güne artmış, ictihad melekesini güçlendiren eserler yayınlanmaya başlamıştır.

c- Bazı İslam ülkelerinde fıkıh ansiklopedileri hazırlanmıştır.

d- İslam hukuku ile ilgili mukayeseli çalışmalar yapılmıştır.

e- Hem usul, hem furu konularında ictihada dayalı tezler ortaya konulmuştur.

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


TEFSİR TARİHİ 

Hz P'in Teftin ya Kavli (Sözlü) yada Fiilidir (Davranış)

Sahabeler anlamıyor ve Hz. P'de (sav) açıklıyor

Bazı ayetleri Hz. Peygamber kendiliğinden açıklıyor

Böylece ilk tefisin Hz. P yapıyor ve Tefsir ilmi disiplin olarak doğuyor.

Hz. Peygamber Kuran'ın tamamını tefsir etti diyenler var (ibn Teymiyye) etmedi diyenler var (Suyuti, Gazali)

Hz. Aişe'nin(r.anha) rivayet ettiği bir Hadiste, Hz. P'in Kuranın çok az bir bölümünü tefsir ettiği açıkça söyleniyor (Taberi), fakat Taberi bu görüşe katılmıyor.

Örnek Tefsir: Hz. P Bakara/238 daki "salatu vusta" kelimesini ikindi namazı olarak tefsir etti.


Sahabe dönemi Tefsirler:

Sahabeler ilk başta Hz. Peygamber (sav) 'in tefsiri ile yetiniyorlardı, çünki onlar Kuran'ın nüzul ortamından ve sebeplerinden haberdaridiler.

Kuran'ın ilk Muhatapları onlardı

Hz. Peygamber'den bizzat eğitim gördüler

Sebep-Sonuç ilişkisini kurabiliyorlardı

-> Bundan dolayı Sahabe tefsirinin ana karekteristliği Hz. P'in tefsirinin nakliydi ve Rivayetlerin sayısı azdı.

...Ancak:

Fetihler başladı, İslam coğrafyası genişledi ve İslama akın başladı. Bilhassa Gayrı-Arapların sayısı arttı.

-> Kuran'ı tefsir etmek zaruri oldu

Zamanla rivayetlerin sayısı arttı ve sağlam olmayan rivayetler çoğaldı

Rivayetlerin yanına Sahabelerin şahsi anlayışlarıda girdi

Garip Kelimeler şiirler yoluyla istişhad edildi (açıklandı)

Ehli Kitaptan da yararlandılar (İsraili Haber) Özellikle Peygamber kıssaları hakkında. Özellikle ibn.

Abbas (r.a) Hristiyan ve Yahudi Alimleri i!e yakın temas kurmuş.

Sahabeler arasında meşhur Müfessirler:

Ali b. Ebi Talib

İbn. Mesud

Ibn. Abbas

Ubey b. Kab

Ebu Musa el-Eşari

Zeyt b. Sabit

Abdullah b. Zubeyr

Tabiun dönemi Tefsir:

• Fetihler çoğalıyor, sınırlar genişliyor ve Sahabeler farklı beldelere dağlıyorlar                

Rivayet Tefsirlerin en büyük bölümünü Tabiunun görüş ve açıklamaları oluşturuyor, Misal: İbn ebi Hatim'in Tefsiri (toplam 16283 rivayet)

İsrailiyat haberleri yoğun olarak bu dönemde tefsirlere girmektedir

-> Mesela: Said b. Cubeyr Furkan/5 deki "ifk' kelimesini "Kuran'ın tamamında ifk yalan demektir" diye açıklamaktadır                                                                                            

refsirin Tedvini: (-foplûjirttûiı)

• Bunu başiatan ibn. Abbastır

• Daha sonra Tabıun tefsirler yazmıştır:

o Said b. Cubeyr

o Mucahid b. Cebr

o Hasen el-Basri

o Mukatil b. Süleyman -> Tefsiri Kuran'ın tamamı mahiyetindedir  

Camilerde ve Sünenlerde "Kitapu't Tefsir" başlıkları oluştu. Ancak Hadis kaynaklarında, Tefsirlerdeki rivayetlere nazaran, az sayıda Tefsir rivayetleri var. Nedeni: Muhdaddislerin daha farklı kriterleri vardı.  

Kaynak ve Yöntem tercihleri çerçevesinde Kur'an Tefsirleri:

• Müfessirler hangi konuda uzman ise. Tefsirinde konuyla ilgili ayetleri daha teferruatlı bir şekilde açıklarlar.

• Hemen bütün Müfessirler bağlı olduğu mezhebin usulüne göre tefsir yapmışlardır


Rivayet Tefsiri:


• Haberler şifahi (sözlü) ve yazılı olarak sonraki dönemlere isnadlarıyla birlikte nakledilmiştir

• En büyük rivayet külliyatı Muhammed ibn. Cerir et-Taberi'uin (Ö.310) 30 ciltlik Kitabın özelliği rivayetin yanında şahsi görüşlerimde içine almasıdır. Dolayısıyla aynı zamanda dirayet tefsiri niteliğine sahiptir

İbn Tbi Hatim'in Tefsir'ulKuran'ilAzim: Kendi görüşleri yer alrraz Bir muhaddis titizliği ile rivayetleri derlemiştir. Tefsiri bir Hadis Kitabı görüntüsündedir.

Dirayet Tefsin:

• Mûfessrierin kendi bilgi birikimine, tecrübe ve anlayışına dayalı olarak üretilmiş tespitler

• Aslında Tefsir faaliyeti bütünüyle bir dirayet işidir. Bazı tefsir yazıları, önceki nesillerin ürettikleri "dirayet tefsirini" kitaplarını derlemişler (Rivayet Tefsiri). Bazılarıda kendi açıklamalarını ve yorumlarını eserlerinde yansıtmışlardır.

• Başlangıçta ilk nesiller tefsir yapmakla çekingen davranmışlardır

• Müfessirler Arap dili, felsefe, tıp. tarih vs. gibi pek çok disiplinlerden yararlanmıştır

İki çeşit dirayet tefsiri var:

1. Çok yönlü tefisin

2. Tek yönlü tefsir:

o Kelami T: Kelamı problemlerin çokça tartışıldığı tefsirler

o Fıkhi T: Kendi mezheplerin usulü ile yorumlamaya çalışmışlar (İmam Şafi/Ahkamul Kuram

o Felsefi T: Lafzı değilde, batini bir anlayış içinde açıklamışlardır (ibn. Sina)

o İlmi T: Bıoloji, Astronomi, tıp, kimya gibi ilimlerle alakalı izahlara yer vermişlerdir (Gazzali/Cevahir'ul Kuran)....Çok tenkit edilmiştir, çünkü Allah'ın maksadı ilmi konuları

ıklamak değildir

o Tasavvufl T: Allah tarafından bilgilendirildiğini düşünür ve iham ile ayetleri açıklar. Bursevi/Ruhul Beyan)

 


0 Yorum - Yorum Yaz


TEFSİR TARİHİ 

Hz P'in Teftin ya Kavli (Sözlü) yada Fiilidir (Davranış)

Sahabeler anlamıyor ve Hz. P'de (sav) açıklıyor

Bazı ayetleri Hz. Peygamber kendiliğinden açıklıyor

Böylece ilk tefisin Hz. P yapıyor ve Tefsir ilmi disiplin olarak doğuyor.

Hz. Peygamber Kuran'ın tamamını tefsir etti diyenler var (ibn Teymiyye) etmedi diyenler var (Suyuti, Gazali)

Hz. Aişe'nin(r.anha) rivayet ettiği bir Hadiste, Hz. P'in Kuranın çok az bir bölümünü tefsir ettiği açıkça söyleniyor (Taberi), fakat Taberi bu görüşe katılmıyor.

Örnek Tefsir: Hz. P Bakara/238 daki "salatu vusta" kelimesini ikindi namazı olarak tefsir etti.


Sahabe dönemi Tefsirler:

Sahabeler ilk başta Hz. Peygamber (sav) 'in tefsiri ile yetiniyorlardı, çünki onlar Kuran'ın nüzul ortamından ve sebeplerinden haberdaridiler.

Kuran'ın ilk Muhatapları onlardı

Hz. Peygamber'den bizzat eğitim gördüler

Sebep-Sonuç ilişkisini kurabiliyorlardı

-> Bundan dolayı Sahabe tefsirinin ana karekteristliği Hz. P'in tefsirinin nakliydi ve Rivayetlerin sayısı azdı.

...Ancak:

Fetihler başladı, İslam coğrafyası genişledi ve İslama akın başladı. Bilhassa Gayrı-Arapların sayısı arttı.

-> Kuran'ı tefsir etmek zaruri oldu

Zamanla rivayetlerin sayısı arttı ve sağlam olmayan rivayetler çoğaldı

Rivayetlerin yanına Sahabelerin şahsi anlayışlarıda girdi

Garip Kelimeler şiirler yoluyla istişhad edildi (açıklandı)

Ehli Kitaptan da yararlandılar (İsraili Haber) Özellikle Peygamber kıssaları hakkında. Özellikle ibn.

Abbas (r.a) Hristiyan ve Yahudi Alimleri i!e yakın temas kurmuş.

Sahabeler arasında meşhur Müfessirler:

Ali b. Ebi Talib

İbn. Mesud

Ibn. Abbas

Ubey b. Kab

Ebu Musa el-Eşari

Zeyt b. Sabit

Abdullah b. Zubeyr

Tabiun dönemi Tefsir:

• Fetihler çoğalıyor, sınırlar genişliyor ve Sahabeler farklı beldelere dağlıyorlar                

Rivayet Tefsirlerin en büyük bölümünü Tabiunun görüş ve açıklamaları oluşturuyor, Misal: İbn ebi Hatim'in Tefsiri (toplam 16283 rivayet)

İsrailiyat haberleri yoğun olarak bu dönemde tefsirlere girmektedir

-> Mesela: Said b. Cubeyr Furkan/5 deki "ifk' kelimesini "Kuran'ın tamamında ifk yalan demektir" diye açıklamaktadır                                                                                            

refsirin Tedvini: (-foplûjirttûiı)

• Bunu başiatan ibn. Abbastır

• Daha sonra Tabıun tefsirler yazmıştır:

o Said b. Cubeyr

o Mucahid b. Cebr

o Hasen el-Basri

o Mukatil b. Süleyman -> Tefsiri Kuran'ın tamamı mahiyetindedir  

Camilerde ve Sünenlerde "Kitapu't Tefsir" başlıkları oluştu. Ancak Hadis kaynaklarında, Tefsirlerdeki rivayetlere nazaran, az sayıda Tefsir rivayetleri var. Nedeni: Muhdaddislerin daha farklı kriterleri vardı.  

Kaynak ve Yöntem tercihleri çerçevesinde Kur'an Tefsirleri:

• Müfessirler hangi konuda uzman ise. Tefsirinde konuyla ilgili ayetleri daha teferruatlı bir şekilde açıklarlar.

• Hemen bütün Müfessirler bağlı olduğu mezhebin usulüne göre tefsir yapmışlardır


Rivayet Tefsiri:


• Haberler şifahi (sözlü) ve yazılı olarak sonraki dönemlere isnadlarıyla birlikte nakledilmiştir

• En büyük rivayet külliyatı Muhammed ibn. Cerir et-Taberi'uin (Ö.310) 30 ciltlik Kitabın özelliği rivayetin yanında şahsi görüşlerimde içine almasıdır. Dolayısıyla aynı zamanda dirayet tefsiri niteliğine sahiptir

İbn Tbi Hatim'in Tefsir'ulKuran'ilAzim: Kendi görüşleri yer alrraz Bir muhaddis titizliği ile rivayetleri derlemiştir. Tefsiri bir Hadis Kitabı görüntüsündedir.

Dirayet Tefsin:

• Mûfessrierin kendi bilgi birikimine, tecrübe ve anlayışına dayalı olarak üretilmiş tespitler

• Aslında Tefsir faaliyeti bütünüyle bir dirayet işidir. Bazı tefsir yazıları, önceki nesillerin ürettikleri "dirayet tefsirini" kitaplarını derlemişler (Rivayet Tefsiri). Bazılarıda kendi açıklamalarını ve yorumlarını eserlerinde yansıtmışlardır.

• Başlangıçta ilk nesiller tefsir yapmakla çekingen davranmışlardır

• Müfessirler Arap dili, felsefe, tıp. tarih vs. gibi pek çok disiplinlerden yararlanmıştır

İki çeşit dirayet tefsiri var:

1. Çok yönlü tefisin

2. Tek yönlü tefsir:

o Kelami T: Kelamı problemlerin çokça tartışıldığı tefsirler

o Fıkhi T: Kendi mezheplerin usulü ile yorumlamaya çalışmışlar (İmam Şafi/Ahkamul Kuram

o Felsefi T: Lafzı değilde, batini bir anlayış içinde açıklamışlardır (ibn. Sina)

o İlmi T: Bıoloji, Astronomi, tıp, kimya gibi ilimlerle alakalı izahlara yer vermişlerdir (Gazzali/Cevahir'ul Kuran)....Çok tenkit edilmiştir, çünkü Allah'ın maksadı ilmi konuları

ıklamak değildir

o Tasavvufl T: Allah tarafından bilgilendirildiğini düşünür ve iham ile ayetleri açıklar. Bursevi/Ruhul Beyan)

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Sünnet:  yol, güzergah, adet, gidisat

Hz.Peygamberin sözleri, fiilleri ve takrirleridir. O bizlere Allah tarafindan bir örnek olarak gösterilmistir o yüzden Sahabiler onun hakkinda herseyi kayit etmislerdir. Islam bilimlerinde „Sünnet“ farkli anlasilmis ve yorumlanmistir (Hadisciler, Kelamcilar, Fikihcihlar)

Sünnetin amaci Peygamberi insanlara örnek olarak göstermektir. Sünnet sayesinde insanlar kuranin buyruklarini ve tavsiyelerini hayatlarina aktarirlar.

Sünnet-ul Allah:  Allahin ilahi kanunlari

Hadis:  yeni, haber

Hadis, Hz. Peygamber'i dinleyen sahabîden başlayarak onu rivayet edenlerin adlarının yazılı olduğu sened ile Hz. Peygamber'in söz, fiil veya takrîrinin yazıldığı metin'den meydana gelir. Yani hadis deyince, sened ve metinden oluşan bir yazılı yapı anlaşılır.

Hadisler yani haberler degeri bakimindan ikiye ayrilir - mütevatir ve ahad’dan kismindan olusur.

Mütevatir: yalan söylenemeyecek kadar kalabalik bir toplumun verdigi haber

Ahad: Tevatür derecesine ulasmayan haberdir.

Bir haberin degeri isnadi yani senedi ile ölcülür. S-N-D : dayandirmak

Altin cag:  3 hicri asir. Erken devir eserleri bu asirda yazilmis.

Hemman, Ebi Seybe ve Ahmed b. Hanbel eserleridir. ß ayni zamanda Kütübü-Sittenin kaynaklaridir

Bu cagin önemli eserlerinden biri camius-sahih Muslim ve Buhariden+Ebu Davud, Tirmizi, Mace, Nesai kütübü-sitteyi olusturmuslardir(6 hadis imamlari)

Peygamber ve Sahabe döneminde hadis:

Medinedeki egitim ve ögretim faaliyetleri daha özel ve düzenli hale gelmesi Suffe ashabi ile olmustur. Suffe ehli hadislerin sünnetin ve dini uygulamalarin tespit edilip uygulanmasinda ve yayilmasinda büyük pay sahibidir. Bu sonraki dönemlere örnek teskil etmistir. Peygamber döneminde Kuran disinda hicbirsey kayit edilmemistir. (kuran ile karismasin diye)              ancak özel sahabilere Peygamber izin vermistir.En cok hadis rivayet eden sahabi Ebu Hureyre ve Enes b. Malikdir. Peygamber döneminde özel sahabiler tarafindan sahifeler yazildigi söylenir. Bu sahifelerden biri ebu hureyreye ait günümeze ulasmistir. Yani ilk islam asrinda azda olsa kayit faliyeti gerceklesmistir. Peygamberin vefaatindan sonra islami cografyanin yayilmasi görevini üstlenen sahabiler olmstur. Gün gectikce islam düsmanligi artmistir ve bu yüzden uydurma hadisler ortaya cikmistir. Bunun farkina varan alimler buna karsit „isnad tatbiki ve tenkidi“ yöntemini bulmuslardir.

Birinci asrin sonlari ve ikinci asrin baslarinda Tabiin bilgi mirasini bulunduklari bölgerde nakil etmislerdir. Tebe-i Tabin ise Tedvin ve Tasnif görevini baslatmistir. Ilk eser Imam Malik-el-Muvatta.


0 Yorum - Yorum Yaz


FIKIH TARİHİ 

1-Hz. Peygamber Dönemi (Fıkhın Doğuşu)

Peygamber Efendimize (s.a.v) dini ve hukuki konularda sorulan sorular ya vahiy yolu ile ya da bizzat Hz. Peygamber’in ictihadı ile cevaplandırılıyordu. Bu soru ve cevapları Kur’an ve hadis-i şeriflerde bulmak mümkündür.

Kur’an-ı Kerim’de “senden soruyorlar”, “senden fetva istiyorlar” gibi ifadelerin geçtiği yerlerde Hz. Peygambere sorulup da Kur’an tarafından cevaplandırılan hususlar bulunmaktadır. “Ey Muhammed! Sana hürmet edilen ayı ve ondaki savaşı sorarlar, de ki: O ayda savaşmak büyük suçtur” (Bakara, 217), “Ey Muhammed! Sana kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar, deki: Size temiz olanlar helal kılındı.” (Maide, 4) ayetleri bu özelliktedir. 

Hadisler incelendiğinde Hz.Peygamber’in kendi ictihadı ile de fetva verdiği görülmektedir. Mesela deniz suyu ile abdest alınıp alınamayacağı sorulduğunda Hz. Peygamber “Onun suyu temizdir ve ölüsü de helaldir” diye cevap vermiştir. (Darimi, Sünen, I, 86)

Hz. Peygamber(s.a.v) sahabilerine de icitihad etme yetkisi vermiş ve sahabiler gerekli olduğu zaman bu yetkiyi kullanmışlardır. Hz. Ayşe, Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Ali, Muaz b. Cebel, Zeyd b. Sabit ve Huzeyfe Hz. Peygamber zamanında fetva veren sahabilerdendir.

Bu devir teşrîinin en önemli vasfı kolaylığın ve tedriciliğin olmasıdır. “Allah size kolaylık diler, güçlük istemez” ayeti kolaylığı; vahyin 23 yıl sürmesi ve şarabın yasaklanmasında olduğu gibi bazı hükümlerin bir anda değil de zamanla tekevvün etmesi tedriciliği göstermektedir.

Asr-ı saadette bilenler bilmeyenlerden fazla idi. O devirde bir kişi soru sorduğu zaman “Bu konuda senin görüşün nedir?” diye sormuyor, “Bu konuda ayet veya hadis var mı?” diye soruyordu. Din konusunda fazla bilgi sahibi olmayan kişiler karşılaştıkları meselelerin çözümü için hep aynı müctehide sorma zorunluluğu taşımıyorlar, bir konuyu bir müctehide sorarken diğer konuyu farklı bir müctehide sorabiliyorlardı.

 Bu devirde meseleyi çözerken kullanılacak olan kaynağa ulaşma ve ulaşılan kaynaktaki bilgiyi anlama konusunda problem çıkmıyordu. Kaynağa ulaşım hususunda problemin olmamasının sebepleri Kur’an ayetlerinin iner inmez yazıya geçirilip sahabenin çoğu tarafından ezberlenmiş olması, Hz.Peygamber (s.a.v) hayatta olduğu için her an O’na ulaşma imkanının olması ve yaşanılan coğrafyanın sınırlarının fazla geniş olmamasıdır. 

Bahsi geçen sebeplerden dolayı asr-ı saadette iftâ usulü belirlenmemiş ve bu konu bir  problem  olarak ortaya çıkmamıştır.

 

2- Sahabe Dönemi

Bu devreye Hulefa-i Raşidin devri de denir. Hz. Peygamberin vefatı ile başlar hicri 40 senesine kadar devam eder. Bu dönemde fetihlerle İslam ülkesinin toprakları genişlemiş, farklı kültürden insanlar müslüman olmuş bunun neticesi olarak daha önce karşılaşılmayan sorulara cevap verilmesi gerekliliği doğmuştur.

Ashab içersinde yüzotuz küsür şahıs fetva verecek salahiyete sahipti. Meselelerin çözümünde önce Kur’an-ı Kerim’e sonra da hadislere başvuruluyordu. Bu iki kaynak ile sonuca varılamayınca rey ictihadına başvuruluyordu. Rey ictihadı ile kastedilen, nasların açıklamadığı hükümleri nasların ve İslami prensiplerin ışığı altında hükme bağlamaktı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer en doğru hükme ulaşabilmek için şura ictihadına başvurmuşlardır.

Ashap arasında fetva verme hususunda ihtisaslaşma söz konusu olmuştur. Hz. Ömer bir konuşmasında “Kim Kur’an hakkında soru sormak istiyorsa Ubey b. Ka’b’a sorsun, feraiz hakkında soru sormak isteyenler Zeyd b. Sabit’e sorsun. Fıkıh meselelerini sormak isteyenler Muaz b. Cebel’e gitsinler. Mali konularda sorusu olanlar bana sorsunlar. Çünkü Allah beni hazineci ve kâsım kıldı.” demiştir.

Bu devirde, farklı bölgelerde yaşama, farklı bilgi, kabiliyet ve düşünceye sahip olma gibi etkenler sebebiyle Medine ekolü, Mekke ekolü ve Kufe ekolü gibi değişik fıkıh ekolleri ortaya çıkmıştır. Nazari fıkıh ile meşgul olunmamış, sadece meydana gelmiş olayların hükümleri araştırılmıştır.

Kur’an, Hz. Ebu Bekir zamanında mushaf haline getirildi ve Hz.Osman zamanında çoğaltılarak büyük şehir merkezlerine birer nüsha gönderildi. Bu devirde hadislerin bir kısmı yazılı bir kısmı ise şifahi halde bulunuyordu. Hadislerin ezberlenmesine de önem veriliyor, hadis uydurma faaliyetine rastlanmıyordu. Fetva verenler, Hz. Peygamber’in eğitiminden geçmiş, Arap kültür ve edebiyatını çok iyi bilen ve ayetlerin nüzul, hadislerin de vürud sebeplerine vakıf kişiler idi. Bu sebeplerden dolayı hem iftâ kaynağına ulaşma, hem de ulaşılan iftâ kaynaklarını anlama hususunda bu dönemde de fazla problem yaşanmamıştır. Bu sebeple sahabe döneminde iftâ usulünü belirlemek için bir çaba sarfedilmemiştir.

Çeşitli vazifeler sebebi ile Medine’den uzakta bulunan  sahabelerin kendileri yok iken vahyedilen nasları bilmemeleri ve hadisin sağlam bir kaynaktan elde edilememesi gibi sebepler kaynağa ulaşma bakımından birtakım problemler doğursa da, iftâ kaynağına ulaşma konusunda sonraki dönemlerde ortaya çıkan engellerle karşılaştırıldığında fazla önem taşımamaktadır.

Sahabe döneminde farklı fıkıh ekolleri ortaya çıkmış olmakla birlikte henüz mezhepler kurulmamıştı. Bilgisi az olan sahabi, kendisinden daha bilgili kabul ettiği kişiden karşılaştığı meselenin çözümünü delili ile birlikte öğreniyor ve ona göre dini hayatını yaşıyordu. Delil ön planda tutulduğu için yapılan bu faaliyet taklid değil ittiba niteliği taşımaktadır.

 

3- Tabiun Dönemi

Bu devir, hicri 40 yılında başlar (Emevi Devletinin kuruluşu), hicri 132 yılına kadar devam eder.

Bu devirde İslam ülkesinin sınırları batıda Atlas Okyanusu, doğuda Çin kıyıları ve Afganistan, kuzeyde kısmen Küçük Asya ve İspanya’ya kadar genişlemişti.

Hz. Osman’ın şehid edilmesi ile başlayan ihtilaflar Ehl-i sünnet, şia ve havaric fırkalarının doğmasına sebep olmuştur. Bu dönemde çıkan bölünmeler, siyasi olaylar ve isyanlar teşri faaliyetini etkilemiştir.

Tabiun döneminin önemli özellikleri şunlardır.

a- İslam alimleri çeşitli şehirlere dağılmıştır.

b- Hadis uydurma hareketi başlamıştır. Bu durum Iraklı alimleri, hadisleri kabul konusunda daha titiz olmaya sevketmiştir.

c- Hadisleri toplama faaliyeti başlamış, Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz hadislerin tedvini için Zühri ile Ebu Bekir Muhammed b. Amr b. Hazm’ı görevlendirmiştir.

d- Fıkıh sahasında tedvin hareketi başlamıştır.

e- Fıkıh sahasında ihtilaflar artarak devam etmiştir. Hadisleri sahih kabul etme şartları ile örf-adet farklılığı ihtilafların temel sebebini oluşturmuştur.

f- Üstad, muhit ve malumat farkına dayalı olarak Hicaz ve ırak medresesi ortaya çıkmıştır.

g- Nazari fıkıh çalışmaları başlamıştır.

h- Arap olmayan bir çok İslam alimi yetişmiştir.

Hulefa-i Raşidin’den sonra saltanat dönemi geldi. Bu saltanatın, bir siyaseti ve bu siyaset istikametinde dine müdahalesi vardı. Alimlerin ya onların istediği gibi konuşmaları ya da susmaları gerekiyordu. Yanlış, gayr-i meşru işlerle karşılaşınca tepki gösterme imkanları yoktu. Ashabın merkezden çevrelere yayılma sebeplerinden birisi de budur.

Bu devirde hem yeni müslüman olan bazı Arapların dillerinin Mekke ve Medine’de konuşulan Arapça’dan farklı olması, hem de başka dilleri konuşan insanların İslam’a girmesi sebebiyle iftâ için ulaşılan kaynaktaki bilgiyi anlama problemi çıkmıştır.

Hadis uydurma faaliyetinin başlaması ve alimlerin merkezden uzaklaşmaları da iftâ için kullanılacak malzemeyi elde etme hususunda problemlerin yaşanmasına sebep olmuştur.

Bu iki problemin ortaya çıkması bilen ile bilmeyen arasındaki seviye farkını artırmıştır.1Seviye farkının artması, müsteftilerin fetva isterken hükmün delilini göz ardı edip sadece ulaşılan sonuçla ilgilenmelerine sebep olmuştur.

Fıkıh bu devirde tam manasıyla tedvin ve tertip edilmediği için henüz müctehidler için ışık tutacak kaideler ve kurallar oluşmamış, buna bağlı olarak iftâ usulü konusu da yeteri kadar işlenmemiştir.

 

4- Tebeü’t-Tâbiîn (Müctehid İmamlar Devri)

Bu devir hicri 132 yılında başlar, hicri dördüncü asrın ortalarına kadar devam eder. Bu devir “Fıkhın yükseliş devri”, “Tedvin devri” diye de isimlendirilir. Ebu Hanife, İdris eş-Şafii Malik b. Enes, Evzai, Süfyanü’s-Sevri, Davud ez-Zahiri, Ahmed b. Hanbel gibi mezhep imamları bu dönemde yetişmiştir.

Bu dönemin fıkhın altın çağı olmasını sağlayan başlıca etkenler şunlardır:

a- Ülkeyi Yöneten Abbasi Halifelerinin Din İlimlerine ve Alimlere Yakın İlgi Göstermesi

b- İslam Ülkesinin Genişlemesi: İslam ülkesinin toprakları İspanya’dan Çin’e kadar uzanıyordu. Bu da çok farklı kültürlere sahip insanların İslam ile tanışmasına sebep olmuştur. Değişik örfler, değişik ictihadlara sebep olmuş böylelikle de fıkıh kültürü zenginleşmiştir

c- Kabiliyetli Kişilerin Fıkıh İlmiyle Meşgul Olması

d- Fikir ve İctihad Hürriyetinin Olması: Bu devirde hem müftüler, hem de hakimler belli bir kanuna veya mezhebe bağlı değillerdi. Müctehid olmayanlar, istedikleri alimden fetva istiyorlar, herhangi bir müctehide bağlanma mecburiyeti taşımıyorlardı.

e-Tefsir, Hadis, Kıraat, Fıkıh, Fıkıh Usulü Gibi İslami İlimlerin Tedvin Edilmesi

f- İlmi Seyahatlerin Yapılması

g- Fıkıh Mezheplerinin Ortaya Çıkışı

h- Fıkhi Istılahların Doğuşu: Farz, vacip, mendup, haram, illet, sebep, batıl ,fasit vb. ıstılahlar alimler tarafından kullanılmaya başlamıştır.

h- İlmi Münazaraların Yapılması

Istılah birliğinin sağlanamaması, hadisleri kabul etme hususunda farklı ölçülerin esas alınması, yaşanılan bölgenin ve o bölgenin kültürünün fıkha tesiri, sünnetin teşri değeri konusunda farklı değerlendirilmelerin yapılması... gibi sebepler önceki devirlere nispetle bu dönemde fıkhi ihtilafların artmasına neden olmuştur. Ancak yukarda da belirtildiği gibi müctehid imamlar devrinde fikir ve ictihad hürriyeti olduğu için farklı ictihadlar müslümanlar arasında bölünmeye yol açmamış, ictihad farklılıkları ümmete rahmet olarak telakki edilmiştir. İctihada gücü olmayan bir kimse karşılaştığı meseleyi istediği bir müctehide sormuş ve dini hayatını ona göre düzenlemiştir.

İctihadın ehil kimseler tarafından yapılması, ictihad hürriyetinin olması, mezhep taassubunun olmaması ve ictihadlar arası tercih yapmanın tabiî karşılanması iftâ usulünün bir problem olarak kabul edilmesine engel olmuştur. Bu sebeple iftâ usulü konusu bu dönemde de fazla inceleme ve araştırma konusu olmamış sadece fıkıh usulü kitaplarında genel hatları ile ele alınmıştır.

 

5- Taklid ve Duraklama Dönemi

Bu devir hicri dördüncü asrın yarısında başlar, Mecellenin tedvin edilmeye başlandığı hicri 1286 yılına kadar devam eder.

Daha önceki dönemlerde ictihada ehliyeti olanlar ictihad ederek, ictihada gücü yetmeyenler de istedikleri alime sorup öğrenerek dini hayatlarını yaşıyorlardı. Bu dönemde ise taklid ruhu hakim oldu. Hem alimler, hem de halk imam kabul ettikleri bir müctehide ve onun mezhebine bağlandı. Hiçbir fıkıhçı imamının verdiği fetvaya muhalif bir şey söylemeyi kendisi için caiz görmüyordu.

Kerhi’nin (v.340) şu sözü o devirde hakim olan zihniyeti çok iyi göstermektedir. “Bizim fakihlerimizin vermiş oldukları fetvalara aykırı düşen ayetler ya mensuhtur ya da tevile muhtaçtır. Aynı şekilde bu durumda olan hadisler de ya mensuhtur ya da tevil edilmelidir.”

Hocalara aşırı saygı, mezheplere bağlı kişilerin kadı tayin edilmesi, mezhep hükümlerinin tedvin edilmesi, devlet adamlarının bir mezhebi desteklemeleri ve bazı mezheplere vakıfların tahsis edilmesi toplumda taklidin yaygınlaşmasına ve mezhep taassubunun ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Taklit ve taassup ictihad faaliyetinin durmasına, ictihad kapısının kapatıldığı iddiasının İslam dünyasında yerleşmesine etki etmiştir.

Taklid devrinde mezhep taassubu ortaya çıktığı için, alimler kendi mezheplerinin daha tutarlı ve teşrîin ruhuna daha uygun olduğunu ispatlamak üzere fıkıh usulü kitapları kaleme almışlardır. Fıkıh usulü yazılırken iftâ usulüne dair olan konular önceki dönemlere göre daha teferruatlı işlenmeye başlamıştır.

Bu devri önceki devirlerden ayıran en büyük özellik bilen ile bilmeyen arasındaki ilmi seviye farkının artması, müctehid imamların yanılmaz otorite kabul edilmesi, hükümlerin delilleri ile değil sadece sonuçları ile ilgilenilmesi buna bağlı olarak fetva kitaplarının derlenmeye başlanması ve ictihadın artık ulaşılması mümkün olmayan bir değer olarak görülmesidir.

Yukarıda sayılanlara ilave olarak, ehliyeti olmayan insanların fetva vermeye başlaması, herkesin dilediği ictihadı almasının doğru olmadığı anlayışının hakim olması, mezhep taassubunun başlaması, toplumda Allah’ın hükmünü en doğru anlayan ve en doğru aktaran kimseyi tespit edip içi rahat bir şekilde ona uyma arzusunun ortaya çıkması iftâ usulü kitapları yazılmasına sebep olmuştur.

İftâ usulü kitapları, ehl-i mukallidin fıkhi hükmü naklederken başvurması gereken usulleri bildirir. Bu kitaplar ehl-i tahric ve ehl-i ictihad için yazılmamıştır. Bu kitaplar müctehidler tarafından değil, mukallitler tarafından yazılmıştır.


0 Yorum - Yorum Yaz

Usuller    12.01.2014

Rukiye Öztürk / Yüksek Lisans / 12912778

Usûller

 

Tefsir Usûlü

 

Yeryüzünde insani hayat tevhit inancı ve hak dinle başlamıştır.( Bakara 213,    Yunus 19 )Allah Teâlâ kendisine kulluk etsinler, tanrı olarak kabul gören öteki şeylerin tümünden uzak dursunlar diye her bir topluluğa bir peygamber göndermiştir. Bu husus hiçbir bahaneye ve kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla ifade buyrulmuştur. ( Nahl 36 ) Peygamberlere, insanlar arasında kendisiyle hüküm verecekleri kitaplar da verilmiştir. Hz. Peygamber de diğer tüm peygamberle gibi vahye mezar kılınmış ve kendisine, insanlık için bir yol gösterici ve bir rahmet olmak üzere Kur’an-ı Kerim indirilmiştir. ( Enam 157 ) Diğer semavi kitaplar gibi Kur’an da emri ve nehyi ile darbı meseleleriyle; hatırlatma ve haberleriyle, vaazlarıyla... insana yöneltilen ilahi hitaptır, kelâmdır. Yaratıcı’nın uyarılsınlar O’nun tek bir ilah olduğunu bilsinler ve selim akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar, gereğince amel etsinler diye tüm insanlara bir tebliğdir. ( İbrahim 52 )

            Kur’an’da insana öğretiliği bildirilen ‘ beyan ’ sadece tek taraflı anlatma değil aynı zamanda başkasının anlattıklarını da anlamaktır. İnsan önce anlamak ve öğrenmek sonra da anlatmak ve öğretmek durumundadır. Kur’an da ilahî kelam olarak önce anlaşılmak akabinde de anlatılmak – özel tabiriyle -  tefsir edilmek durumundadır.

            Hz. Peygamber ( sav ) kendisine verilen beyan görevini Ashab’ına bildirmiş ve onları uyarmıştır: el- Mikdam b. Ma’dikerib’in rivayet ettiği hadisi şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “ Dikkatinizi çekerim, kesinlikle bana Kitab ve onunla birlikte benzeri verilmiştir. Dikkatli olun, karnı tok, koltuğunda oturarak: ‘ size şu Kur’an gereklisir; onda helal olarak neyi gördünüzse onu helal olarak kabul ediniz, haram olarak gördünüzse haram biliniz.’ diyecek birilerinin gelmesi yakındır. Haberiniz olsun, ehli eşek size helal değildir;      ( parçalayan ) azı dişi olan hiçbir yırtıcı ve sahibinin ihtiyaç duymaması ( ve almak isteyene terk etmesi ) dışında hiçbirinin buluntusu helal değildir. ” el- Hattâbî ( ö 388 / 998 )

 

            Kur’an tefsirinde gerekli olan ilimler;

 

            1. Lügat İlmi

 

            Bir dilin bilinmesi ilk planda onun kelimelerini müstakil olarak, müfredat olarak bilmeyi, ayrıca onlarla ilgili çok geniş konuların bilinmesini gerekli kılar. Kur’an’da Arapça olarak indirildiğinden onu anlamak için öncelikle Arap dilinin kelimelerini, delaletlerini vb. incelik ve özellikleriyle bilmek şarttır. Bunun içindir ki, Kur’an ilimleri konusunda eser veren müelliflerin - doğrudan veya lafızlarla ilgili tasnifler içersinde – bu ilme ilk sırayı verdiklerini görürüz.

            Zerkeşî, müfessirin ilk başta ilk başta bilmesi gereken şeyin lafızla ilgili ilimler; bunlardan ilkinin de müfret lafızların hakikatin öğrenilmesi olduğunu söyler.

            Suyutî bu ilmî şu cümleler ile izah ediyor: “ Lafızların müfredatın açıklanmasını ve vaz’ı itibariyle delalet ettiği manaların bilinmesini lügat ilmi sağlar.

            Bu nakil ve izahlarda gösteriyor ki, Kur’an-ı Kerim’i anlamanın yolu evvela onun nazil olduğu dilin müfredatının vaz’ını, hakiki manalarını ve delaletlerini bilmekten geçer. Ayrıca konuyu bütünlük içerisinde bilmek gerekmektedir; bir ölçüde bilmek tefsir için yeterli değildir.

            2. İştikak İlmi

 

            Müfret, yalın lafızların, kullanılmakta oldukları anlamı ifade ederken hangi asıla köke dayanıldığını; nereden hareketle o kökten bu anlamı yüklendiği, başlangıçta hangi kavramı yansıttığı; asli mi yoksa yabancı mı olduğu; ne gibi gelişmeler gösterdiği ve benzeri hususları tespit etmek iştikak ilminin görevidir.

            Kelimelerin manalarının zaman içinde değişebileceği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda Kur’an- ı Kerim’deki lafızların Hz. Peygamber dönemindeki medlullerini, manalarını tespitin ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır. Bunu temin de yine bu ilmin metotlarıyla olacaktır.

           

            3. Sarf İlmi

 

            Kafiyeci müfret lafızların girdiği yapıları, çatıları, bunların siygalarının, kalıplarının hükümlerini, ne ifade ettiklerini bilmek bu ilmin konusudur diyerek bu ilmin sınırlarını belirlemiştir.

 

            4. Nahiv İlmi

           

            Zerkeşî’ye göre terkip halindeki lafızların dikkate alınarak dört vecihten birincisi; terkiplerin, cümlelerin İ’rabın anlamı, terkiplerin mananın özünü, bizzat söylenmek isteneni ifade edici olması demektir.

 

            5. Me’ânî İlmi

 

            Ahmed el- Haşimî, beyan âlimlerinin, Arapça bir sözün ortamın gereğine uygunluk hallerini bilmeyi sağlayan ilme ittifakla “ Me’âni İlmi ” ismini vermiş olduklarını aydeder.

 

            6. Beyan İlmi

 

            Haşimî  “ Beyan ilmi, bir maksadı bu maksada aklen delalet etmede birbirinden farklı yollarla ifade etmeyi bilmemizi sağlayan esaslar ve kaidelerdir ” diye tarif eder.

 

            7. Bedî İlmi

 

            Kafiyeci “ Manevi ve lâfzî güzellik unsurlarıyla sözü güzelleştirme yolarını bilmek de tefsirde ihtiyaç duyulan bilgilerdendir ki, bunu da Bedî İlmi sağlar ” diyerek tarifini ve tefsir açısından lüzumunu dile getirmiştir.

 

Hadis Usûlü

 

            Dilimizdeki kullanımı ile hadis usulü, asli ifadesi ile Usulu’l Hadis, temel kelimesinin temel kelimesi hadistir. Hadis’in sözlük anlamı “ yeni ” dir. “ Eski ” demek olan kadimin zıddıdır.

            Hadis usulleri denilince, hadis ilminin dirayet’e dayanan prensipler bölümü ile meşgul olan âlimler ( usuliyyun ) anlaşılır.

            Kur’an-ı Kerim’i dünya ve ahiret mutluluğunu kazanma yollarını gösteren hidayet rehberi olarak gönderen Allah, onu açıklama görev ve yetkisini de elçisi Hz. Muhammed’e verilmiştir.

            Kitap ve sünnet arasındaki bu açıklanan- açıklayan alakasının farkında olan sahabe-i kiram, ta başlangıçtan beri Hz. Peygamberin hadislerine ve yaşayışına fevkalade itina göstermiş, onarı ezberlemiş, yaşamış, onları aslına uygun olarak öğrenmek, uygulamak ve başkalarına ulaştırmak için gerçekten büyük gayret göstermişlerdir.

 

Hadis Usulü Kaynakları

 

 

Mütekaddimuna ait eserler                                                             

                  ▼                                                                                                      

El- Muhaddisu’l Fâsıl                                                                      

Râmehurmuzî ( 360 / 917 )                                                  

                  ▼                                                                                   

Ma’rifetu Ulumi’l Hadis                                                      

El- Hâkim ( 405 / 1014 )                                                                  

                  ▼                                                                                               

El- Kifaye                                                                                        

El- Hatip El- Bağdadî ( 463 / 1071 )

 

Müteahhiruna ait eserler

                ▼

İl- İlma

Kadı İyaz ( 554 / 1149 )

                ▼

Ulûmu’l Hadis

İbnu’s- Salah ( 643 / 1245 )

                ▼

Kavadiu’t Tahdis

Kasimî ( 1914 )

                 ▼

Tevcihu’n Nazar

Cezairî ( 1920 )

                ▼

El- Takrip

En- Nevevî ( 576 / 1277 )

            ▼

İhtisaru Ulumi’l Hadis

İbn Kesir ( 774 / 1372 )

             ▼

Nuhbetu’l Fiker

İbnHacerel- Askalân (1448)

            ▼

Tedribur- Râvi

Es- Suyûti ( 911 / 1505 )

 

Sünnet ve hadis hakkında;

            “ Sünnet, Allah’ın kitabının, Allah’ın elçisi tarafından evrensel planda yapılmış yorumudur. Hadis bu yorumun yazılı belgesidir. ”

 

Rivayet adabı hakkında;

            “ Kazanan kazandığını âdâba riayetle kazandı; kaybeden kaybettiğini edebi terk etmekle kaybetti. ”  ( Ali b. Ebî Tâlib )

 

Râviler hakkında;

            “ Hadis ilminin bir yarısı hadisin manasını kavramak, diğer yarısı râvileri tanımaktır.” ( Ali b. El Medenî )

 

Fıkıh Usûlü

 

            Fıkh’ın lügat manası; bir şeyi bütün incelik ve derinliği ile anlamaktır. Hanefiler, fıkıh kişinim leh ve aleyhindeki ameli, şer’i ( dini ) hükümleri bilmesidir diyorlar. Şafiiler ise, fıkıh Şer’i hükümleri tafsili delillerden alarak bilmektir diye tarif ediyorlar.

             Müctehidler ictihad ederken, fakihler hüküm çıkarırken daima bu ilmin kaidelerinden faydalanırlar. Şu faydalar da bu ilmin sayesinde meydana gelir:

1-      Kur’an ve hadisten hüküm çıkarırken fahiş hatalara düşmemek

2-      Müctehidlerin nasıl hüküm çıkardıklarını ve hangisinin rey ve ictihadının diğerlerinden üstün olduğunu öğrenmek

3-      Fıkıh kitaplarındaki hükümleri ve fıkıh bilginlerinin bu hükümler üzerindeki münakaşa ve açıklamalarını hakkıyla anlamak.

4-      Allah Rasulünün vaz’ ettiği hükümlerle, fukahanın ictihad ve kıyas yollarıyla çıkardıkları hükümleri birbirinden ayırmak.

5-      Allah’ın dini hükümleri vaz’ etmakten maksadını ve hikmet-i teşrî’i öğrenmek.

 

Asli olan şer’i deliller dörttür:

1-      Kitap

2-      Sünnet

3-      İcma

4-      Kıyas

   

      Nakli deliller kabul eden dinimiz, bazı muharref dinlerde olduğu gibi akla cephe almamış, bilakis onu da bir delil olarak kabul etmiş, bütün hitap, irşad ve tekliflerini ona yöneltmiştir.

 

Peygamberimiz müctehidler için şöyle buyurmuştur:

“ Kimin hakkında Allah hayır dilerse onu dinde fakih kılar. Ben ancak taksim ediciyim, veren Allah’tır. ” ( Hadis-i Şerif- Buharî – Müslim)

 

Kaynaklar:

 

Kayhan, Veli: Kur’an’ı Tefsirde Usûl ve Gerekli İlimler, Kurav Yayınları, Bursa, 2007

Çakan, İsmail Lütfi: Hadis Usûlü, Marmara Üniversitesi, İstanbul, 1990

Kahraman, Hayreddin: Fıkıh Usûlü, Ahmed Said Matbaası, İstanbul, 1964

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi