Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


Müslüman Kültüründe Bilginin Bütünlüğü 

         “Müslüman kültüründe bilginin bütünlüğü” meselesi mevzu-u bahis olduğunda, özellikle beslenmekte olduğumuz ya da beslenmek durumunda olduğumuz dini mihverli zengin mirasımız soz konusu olduğunda, bu bütünlüğün öncüllerde mi olacak yoksa neticelerde mi olacak diye iki nokta çıkar karşımıza.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usülleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi iş’ar eder sanki.  Buna göre iş, eylem,davranış v.s. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı?

        Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usül ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarken, neticelere göre ortaya çıkan değerin daha sahici ve kalıcı gibi gelmektedir bana. Ancak burada dini alandaki ilmi çalışmalarda özellikle temel ilke usülleri olan alanlarda farklı birden fazla  neticelerin doğması sorunu öncelikle haletmek gerek.

      Misal vermek gerekirse İslmi ilimlerden herhangi birinde yapılan çalışmada elde edilmek istenen amaçlar farklı farklı olabilir. Maddi, manevi sosyal pisikolojik v.s. gibi. Bana göre amaçlar faklılaştığı oranda o ilmi çalışmada bütünlük de o derce dağılır.

     “Bilgi bütünlüğü” bilinciyle girişilen iş aynı amaca matuf olur. Bazen amaç ile gaye birbirinden ayrılırlarsa yada ayrı ayrı gibi görünseler de hakikatte birleşirler. 

       Peki  başta “Allah rızasına nail olmak” idealini bir tarafa biraktıktan sonra, ilmi çalışmalarda özellikle de dini ilimlerin gaye ve yardımcı dallarında bütünlüğü sağlayacak slogan  terkip ne olabilir? İşte burada az önce anılan ilim dallarının hemen hemen hepsinde şu ille-i gaiyye gözümüze çarpmaktadır. “Hata yapmamak”.

      Bana göre Müslüman kültüründe bilginin bütünlüğünün omurgası bu terkiptir. Bu terkip üzere bina edilen/ edilmeye çalışılan iş bütüncül olur. Nitekim Müslüman kültürünün beslendiği değer kaynaklarımıza baktığımızda hep bu sihirli terkibe vurgu yaptıklarını görmekteyiz. Tecvit ilmi telaffüz ve tilavette hata yapmamayı, Kıraat ilmi herhangi bir imama göre Ku’an-ı Kerimi okurken onun temel ölçütlerine göre hata ve telfik’e döşmemeyi, sarf ve nahiv ilimleri kelimeleri üretirken /türetirken ve cümle içerisinde dizimi yaparken hata yapmamayı, mantık ve felsefe fikir ve tefekkürde hata yapmamayı, Usülü’l-fıkıh ve fıkhın temel kaideleri mühakeme yaparken yada dışardaki hayatı yaşarken ve yorumlarken hata yapmamayı amaçlar.

      Din ilimlerinden hangisini ele alırsak alalım bu noktada bir  bütünlüğün göze çarptığı görülmektedir. Bütünlüğün olduğu her yerde de bu gaye şuur ve bilincin hep malhuz olduğu görülmektedir.

     İslami ilimlerde bilgi bütünlüğünü sağlayan bu mülahazadır. Elbette bu mülahaza var ve diri durdukça o ilim alanıyla ilgili çalışma yapılırken alanın temelini teşkil eden usul ve temel ilkeler daima göz önünde tutulacaktır.

     Aslında Müslüman kültüründe “hata yapmama” düşüncesi ona işe giriş yapmadan önce de bir bütüncül bakışı kazandırır. Bu bütünlük vasfı özellikle din ilimleri adına daha önemi haiz olduğu görülmektedir.

 Aydın KUDAT (Dok.)




1 Yorum - Yorum Yaz


Aydın KUDAT

Müslüman kişilik, önce İman, sonra amel için yeteri derecede bilgi donanıma sahip olmayı gerektirdiği malumdur. İlm-i Hal olarak  tabir edilen bilgi manzumesinin dini açıdan yeri, önemi ve hükmü fıkıh kayıtlarımızda yer almaktadır. Bilimsel çalışmalarda kişi her hangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması ve iyi meyve vermesi, “Bilgi Bütünlüğü”ne bağlıdır. Çalışmasına bütüncül bir bakışla giriş yapabilmesi de buna bağlı olduğu gibi. Bu bütüncül açı, kişiyi ilim ederken ve işlerken hataya düşmekten korur. İslam dinine müteallik gerek Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler olsun gerek gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun, bütün ilimlerin girizgahlarında o ilmin tanımı yapılırken “hata Yapmama” veya “Kişiyi Hata Yapmaktan Koruma” şeklindeki gaye-ı illiye’ye vurgu yapıldığını görmekteyiz. Onun için özellikle İslam kültür tarihinde, kadim bir gelenek olan medrese ilimleri öğrenme hiyerarşisine henüz maddi ve suri ilel’ler aşamasında bile fail ile’sinde bu gaye-ı illiye’ye hassasiyetle uyulduğunu görmekteyiz. Bu şuur ve ideal  “Alim” kavramıyla benzeşmektedir. Zira Alim olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Tabi ki, bu vasfın fikri, ahlaki, içtimai gibi mütemmim yanları da vardır. Kişiyi, ilmi sahasında bilgiyi işlerken, pratiğe yansıtırken hataya düşmekten korur.  Bilgi bütünlüğüne misal, bir kişi tefsir alanında ihtisaslaşmaya dönük bir çalışma yaparken mesela gramer, tarih, belağat, hadis ve senet gibi ilimleri bilmelidir.

                     Biz bu makalemizde başlığı teşkil eden terkip üzerinde duracak, daha sonra Tefsir gibi Kur’an mihverli olan hatta tefsir ilminin ayrılmaz bir parçası mesabesinde olan Kıraat ilminde bilgi bütünlüğü konusunu İbn-i Cezeri örneğine yer vererek konuyu toparlamaya çalışacağız.

              Makalemizin başlığı teşkil eden   “Müslüman kültüründe bilginin bütünlüğü” terkibinde yer alan kavramları vuzuha kavuşturmak amacıyla biraz irdelemekte fayda mülahaza etmekteyiz. Şimdi bu terkibi biraz açalım. Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat.

                Kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü. İnsana ilişkin bir kavram olarak kültür, tarih içerisinde yaratılan bir anlam ve önem sistemidir. Bir grup insanın bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenlemede ve yapılandırmada kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir[1].

             Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

            Müslüman Kültürü: Tarihi seyir içerisinde İslam dininin Müslümanlara bıraktığı maddi ve manevi miras zenginliğidir. Bu zengin miras Müslüman olan bütün kavimlerin ortak eseridir. Müslüman kültürü ilmiyle, imanıyla ameliyle bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde formülize edenler de vardır.

          Prof. Dr. Ahmed Nedim SERİNSU Hocamız; ilim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde oturttuğu ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliğine dikkat çekmekte ve bu eksikliği gidermek için hem ülke içinde hem de yurtdışında öncülük ettiği bir çok projeyle giderme çabası içende olduğunu ifade etmektedir.

                “Müslüman Kültüründe Bilginin Bütünlüğü” meselesi mevzu-u bahis olduğunda, özellikle beslenmekte olduğumuz ya da beslenmek durumunda olduğumuz dini mihverli zengin mirasımız söz konusu olduğunda, bu bütünlüğün öncüllerde mi olacak yoksa neticelerde mi olacak diye iki nokta çıkar karşımıza.

            Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış v.s. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve “Fe’lem ennehu la ilahe illa’llah (Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur)[2] anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir[3]. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”[4]  Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından  kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin manbaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi küll’i terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır. 

            Bilgi bütünlüğünün, neticelere göre ortaya çıkan bir değer olması daha sahici ve kalıcı gibi gelmektedir. Ancak burada dini alandaki ilmi çalışmalarda özellikle temel ilke usulleri olan alanlarda farklı birden fazla  neticelerin doğması sorunu öncelikle haletmek gerek. Misal vermek gerekirse İslami ilimlerden herhangi birinde yapılan çalışmada elde edilmek istenen amaçlar farklı farklı olabilir. Maddi, manevi sosyal psikolojik v.s. gibi. Bana göre amaçlar faklılaştığı oranda o ilmi çalışmada bütünlük de o derce dağılır. “Bilgi bütünlüğü” bilinciyle girişilen iş, aynı amaca matuf olur. Bazen amaç ile gaye birbirinden ayrılırlarsa yada ayrı ayrı gibi görünseler de hakikatte birleşirler. Peki  başta “Allah rızasına nail olmak” idealini bir tarafa bıraktıktan sonra, ilmi çalışmalarda özellikle de dini ilimlerin gaye ve yardımcı dallarında bütünlüğü sağlayacak slogan  terkip ne olabilir? İşte burada az önce anılan ilim dallarının hemen hemen hepsinde ille-i gaiyye  kavramı gözümüze çarpmaktadır. “Hata yapmamak”. Bana göre Müslüman kültüründe bilginin bütünlüğünün omurgasını teşkil eden  bu terkiptir. Bu terkip üzere bina edilen/ edilmeye çalışılan iş bütüncül olur. Nitekim Müslüman kültürünün beslendiği değer kaynaklarımıza baktığımızda hep bu sihirli terkibe vurgu yaptıklarını görmekteyiz. Tecvit ilmi telaffuz ve tilavette hata yapmamayı, Kıraat ilmi herhangi bir imama göre Ku’an-ı Kerimi okurken onun temel ölçütlerine göre hata ve telfik’e düşmemeyi, sarf ve nahiv ilimleri kelimeleri üretirken / türetirken ve cümle içerisinde dizimi yaparken hata yapmamayı, mantık ve felsefe fikir ve tefekkürde hata yapmamayı, Usulü’l-fıkıh ve fıkhın temel kaideleri, muhakeme yaparken yada dışarıdaki hayatı yaşarken ve yorumlarken hata yapmamayı amaçlar. Fıkıh ilminde, branşlaşmaya dönük çalışma yapmak isteyen kişi, fıkıh ilmiyle direk ve dolaylı olarak irtibatı olan alanlarda da yeteri oranda bilgi birikimine sahip olmayı gerektirir. Diğer bir ifadeyle anlatacak olursak, fıkıh ilminin beslendiği Ku’an, Sünnet, Kıyas, İcam’ v.d. gibi ilimlerde yeteri derecede malumat sahibi olmayı gerektirir.        

                  Müslüman kültüründen ve pratik hayatından müşahhas bir misal vermek gerekirse; Müslüman’a yapılması farz olan bir şeyi, onu yerine getirebilmek için bilgi donanıma sahip olması üzerine farzdır.    Farz olan namazı hakkıyla eda etmek için bu ibadetinin bütünlüğünü sağlayan erkan ve şartlarını bilmek ve yerine getirme de farzdır. Burada farz olan bilgi ile kast edilen şey iman ve amel için gerekli olandır. Ayrıca bilginin değeri de fikir, tefekkür ve amele yansımasıyla orantılıdır. İmam-ı A”zam (150/792) hazretleri buyuruyor ki: “İyi bil ki, uzuvların göze tabi olması gibi amel de ilme tabidir. Az amelle ilim, çok amelle birlikte olan cehaletten hayırlıdır. Bunun içindir ki, Allahü c.c. şöyle buyurur: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[5] Büyük fıkıh alimlerinden Süfyan es-Sevri hazretleri şöyle buyuruyor: “İlim ameli davet eder. Eğer amel geldiyse ne güzel, gelmezse ilim de göçer gider.” der.  İşte Müslüman kültüründeki bütünlük budur. İlim ile amel / amel ile ilim bütünlüğü. Nitekim Hz. Muhammed Efendimiz s.a.v. kişiye gerekli olan ölçüyü meşhur hadisinde ne güzel gösteriyor. Talha ibn Ubeydullah r.a. anlatıyor: “Allah Rasulü s.a.v.’e Necid ahalisinden bir adam geldi. Saçları karışıktı. Kulağımıza sesinin mırıltısı geliyordu, ancak ne dediğini anlayamıyorduk. Allah Rasulü s.a.v.’e iyice yaklaşınca gördük ki, İslâm’dan soruyormuş. Allah Rasulü s.a.v.;  Gece ve gündüzde beş vakit namaz, demişti ki adam tekrar sordu:  Bu beş dışında bir borcum var mı? Allah Rasulü s.a.v.;  Hayır, ama istersen nafile kılarsın, dedi. Sonra ‘Ramazan orucu da var’ deyince adam: Bunun dışında oruç var mı, diye sordu. Allah Resulü s.a.v.; Hayır! Ancak dilersen nafile tutarsın, dedi. Sonra Allah Rasulü s.a.v. ona zekâtı hatırlattı. Adam: ‘Zekât dışında borcum var mı?’ dedi. Allah Rasulü s.a.v. ‘Hayır, ama nafile verirsen o başka!’ dedi. Adam geri döndü ve giderayak: – Bunlara ilave yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım, dedi. Allah Rasulü s.a.v. de;  Sözünde durursa kurtuluşa erdi, buyurdu” [6].

            İslamî ilimlerinden hangisini ele alırsak alalım bu noktada bir  bütünlüğün göze çarptığı görülmektedir. Bütünlüğün olduğu her yerde de bu gaye, şuur ve bilincin hep melhuz olduğu görülmektedir. İslamî ilimlerde bilgi bütünlüğünü sağlayan işte bu mülahazadır. Elbette bu mülahaza var ve diri durdukça o ilim alanıyla ilgili çalışma yapılırken alanın temelini teşkil eden usul ve temel ilkeler daima göz önünde tutulacaktır. Aslında Müslüman kültüründe “hata yapmama” düşüncesi ki, gaye-i illiye yani amaç ve hedef-sonuç konumunda olmasına rağmen kişiye, işe giriş yapmadan önce de bir bütüncül bakışı kazandırır. Bu bütünlük vasfı özellikle din ilimleri adına daha önemi haiz olduğu görülmektedir.

            Bilimler birliği mi Bilimsel tasnifimi? Bir alanda bilgi bütünlüğü iki şekilde sağlanabilir. Biri birden fazla kişinin teşrik-i mesayi etmek suretiyle kolektif çalışma yapmaları. Diğeri ise kişinin çalıştığı alan ile ilgili olan diğer ilimler konusunda da yeteri oranda donanıma sahip olmasıdır. Bir ilim dalının bir çok ilim alanlarıyla girift halde bağlı hale geldiği, bir ilmi sahada yapılan ihtisaslaşmanın bir çok alanda bilgi birikimini zaruri hale getirdiği, ayrıca meşgalelerin alabildiğine sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamanın ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. Bilgi bütünlüğü, özellikle Kuran ilimlerinde, bilimlerin bölünmesini uygun görülmemektedir. Zira Kur’an’ın anlaşılmasında, özellikle Kuranın kendini bağlı addettiği bilimler bütünlüğünü gerektirir. Bunlarında başında Kıraat ve Gramer ilimleri ile Senet ve Nakli ilimler gelmektedir.

              Kıraat ilmi üstatlarına baktığımız zaman hepsi hadis, tefsir, tarih ve fıkıh gibi konularda ilmi birikime sahip olduklarını görmekteyiz. Mekke’de Abdullah b. Kesir (öl. 120/737), Medine’de Nâfi b. Abdurrahman (öl. 169/785), Sam’da Ibn Âmir (öl. 118/736), Basra’da Ebû Amr b. Alâ (öl. 154/770) ve Yakub (öl. 205/820), Kûfe’de Hamza b. Habib (öl. 188/803) ile Âsim b. Behdele (öl. 127/744) ve daha sayamadığımız nice Kıraat alimi her biri hadis, tefsir, tarih, fıkıh /fıkıh usulu ve sarf-nahiv / gramer alanlarında ilmi donanıma sahip idiler. Müşahhas olması babından bir şahsiyeti örnek vermek gerekirse, bu konuda İbn-i Cezeri’nin ilmi birikim ve bütünlüğüne güzel bir örnektir[7]. Yüzden fazla eser yazmış olan İmam İbni Cezerî Tecvit ve kıraat ilmi sahasında geniş bir ilmi birikime sahip olup   bu sahada yapmış olduğu hizmetlerle   tebarüz etmiştir. Tecvit ve kıraat ilminin temel kaidelerini ihtiva eden eserler  kaleme almış dolaştığı bir çok islam diyarında “Dar’ül-Kur’n”lar inşa’ edip bir sayısız  Kur’an talebesi yetiştirmek suretiyle Kur’an’a ve Kur’an ilimlerine büyük hizmetler gerçekleştirmiştir. İslam diyarlarından Arabistan, Kuzey Afrika, Anadolu, ve Asya ülkelerinde bulunduğu esnalarda  özellikle Kur’an-ı kerimin tilavetinde ortaya çıkan yanlışlar ve bid’atlar dikkatlerini çekmiştir. Mahharic-ı hüruf ve sıfat-ı hüruf hususunda  hataların telafisi için büyük gayretler sarf etmiştir.

         İbnü’l-Cezerî’nin ilmî kişiliğinin zirveye ulaştığı alan hiç şüphesiz kıraat ilmidir. Sadece kıraat okuduğu hocalarının sayısının kırkın üzerinde olması onun bu ilme tutku ölçüsünde kendini verdiğini göstermektedir bk[8].

           Kıraat ve hadis ilmindeki önemini dikkate alarak isnâd konusunu ele alan İbnü’l-Cezerî, onu dinin bir rüknü olarak anlamış, “En-Neşr Fi’l-Kıraati’l-Aşr” adlı eserini yazarken istifade ettiği kıraat kitaplarıyla ilgili tüm senedlerini bu eserin girişinde verdiği gibi Câmi‘u’l-esânîd adlı kitabını da bu maksatla kaleme almıştır.

               İbnü’l-Cezerî’nin ilmî mesaisi içinde hadisin önemli bir yeri vardır. Gençlik yıllarında hadis tahsiline ciddi şekilde eğildiği gibi yetişkinlik döneminde gittiği her yerde hadis dersleri vermiş, Sahîh-i Buhârî’yi ve kendi eseri Şerhu’l-Mesâbîh’i çeşitli talebe gruplarına defalarca takrir etmiş, Kahire’de Ahmed b. Hanbel ve Şâfi‘î’nin Müsned’lerini okutmuştur[9]. Ebü’l-Fütûh Ahmed b. Abdullah et-Tâvûsî kendi döneminde onun gerek âlî isnâd ve hadislerin hıfzı, gerekse cerh ve ta‘dîl konularında yegâne âlim olduğunu belirtmiş, Buhârî ve Müslim’in es-Sahîh’leri, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce’nin Sünen’leri, Dârimî, Şâfi‘î ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’leri, Mâlik’in Muvatta’ı, Beğavî ve Nevevî’nin bazı eserleriyle ilgili senedlerini ortaya koyduğunu söylemiştir. Süyûtî de onun için kıraatte eşşiz bir imamdı, derken hadiste hâfız olduğuna işaret etmiştir.

                İbnü’l-Cezerî zamanın fıkıh otoritelerinden de fıkıh tahsil etmiştir[10]. Başta Kıraat olmak üzer, Hadis, Siyer, Tarih, Tabakat,  ve daha bir çok ilmi alanlarda eserler telif etmiştir. İşte böyle bilgi donanım ve yanında ihlas ve ciddiyet vasfına haiz  İbnü’l-Cezerî gibi şahsiyetler bir ilim alanında çalışma yaparken bilgiyi işlerken ortaya koydukları eserler tabileri tarafından ma’haz edinmekte,  bu gibi şahsiyetler birer ekol olabilmektedirler.

SONUÇ

                 Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç  önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere yada taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının bir çok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

 

 


[1] Parekh,B.,Çok kültürlülüğü Yeniden Düşünmek, Phoenix Yay., Ankara, 2002.

[2] Muhammed süresi, Ayet: 19

[3] Buharî, İlim, 10

[4] Talak süresi, Ayet: 12

[5] Zümer süresi, Ayet:9

[6] Buharî, İman : 34

[7] Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ali b. Yusuf) (Dımaşk 751/1350-833/1429 )

[8] İbn-i Cezeri, Gâyetü’n-Nihâye, II, 250

[9]İbn Hacer, VIII, 246; İbnü’l-İmâd, VII, 205kendi

[10]İbn Hacer, VIII, 247; İbnü’l-İmâd, VII, 205-206). 




1 Yorum - Yorum Yaz


   2013-2014 GÜZ(Sonbahar) Yarıyılı  Tefsir Bölümü Ebab-ı Nüzul 1. Ödevi

   Hazırlayan  :MEHMET ZEKİ SERDAROĞLU

   Öğrenci No : 12952706 (Doktora Öğrencisi)

İSLÂM’DA BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

İslâm Bilimleri, İslâm’ın tabiatından çıkan, Kur’ân ve Sünnet’ten kaynaklanan ilimlerdir. İslâm Bilimleri tabiriyle Müslümanların varoluşlarının gereği olarak, konusu, amacı ve yöntemi doğrudan İslâm’ı anlamaya ve yaşamaya yönelik bizzat Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ilmi faaliyetlerin veya oluşturulan ilmi disiplinlerin tamamını İslam Bilimleri olarak tanımlayabiliriz. Bu bilimlerin konusunun doğrudan İslâm  olması nedeniyle niteleyici anlamında ’’İslâmi İlimler’’ kavramıda kullanılabilir. Müslüman öznenin  ortaya koyduğu dini bilgiler, mutlak olmayıp özneldir ve dinin kendisiyle özdeşleştirilemez. Dolayısıyla ‘’İslamî, dinî veya şer’î’’ nitelemesi, İslâm’la veya dinle olduğu anlamında bir nitelemedir. Şer’i ilimlerin kapsamı ise, Hz. Peygamber (s.a.v)’den öğrenilenlerle sınırlandırılmayıp, Hz. Peygamber (s.av)’den öğrenilen veya ondan öğrenilene dayalı olarak elde edilen ilimleri kapsayacak şekilde geniş tutulmuştur. Bu suretle kelâm, mantık ve fıkıh usülü de bu ilimler kategorisine dahil edilmiştir.

Bu çerçevede Temel İslâm Bilimleri olarak  görülebilecek disiplinler, kelâm,fıkıh ve fıkıh usulü, tefsir ve hadistir. Bu ilimler, din olarak doğrudan İslâm’a ait , inanç, ibadet, ahlâk ve haram-helal konularını incelemektedir. Bu arada yardımcı İslâm Bilimleri veya dolaylı dini bilimler adını verdiğimiz dini metinlerin anlaşılmasına yardımcı olan alanlarda gelişmiştir.(İslâm Tarihi, Mezhepler Tarihi, Arap Dili ve Belagati gibi…)

Hicri II. Asrın ortalarından önce (yaklaşık olarak hicri 143/760-761) yılına kadar devam eden zaman diliminde İslâm İlimleri tek bir çatı altında toplanıyordu. Bu tarihten sonra ilimler tasnif edilmeye başlandı. Her ilim için  kendi içinde literatürü ve tarihi oluştu diyebiliriz. Esasen ilk dönemde  ilmin kapsamına Kur’ân ve hadis hakkındaki bilgilerle fıkıhla ilgili dinî bilginin girdiği anlaşılmaktadır. Fakat sonraları, Ehl-i Hadis alimleri tarafından , ilim kavramıyla daha çok hadis kastedilmeye başlandı. Fıkıh, kelâm ve tefsir terimleri, daha sonraki dönemlerde, bağımsız bir bilim dalı anlamında teknik anlamlarını kazandılar.

İslâmî ilimlerin doğuşunu etkileyen iç ve dış etkenleri dikkate aldığımızda meydana gelen toplumsal değişme ve gelişme din alanındaki kurumlaşmanın farklılaşmasını ve siyasi-dini hareketlerin ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. Hem siyâsî ve itikâdî mezhepler, hem de fıkhî mezhepler bu sürecin doğal sonuçları olarak ortaya çıktı. İslâm Bilimleri bu düşünce ekollerinin etkili olduğu havzalarda ve kültür merkezlerinde gelişti. Bu durum her mezhebin kendine has fıkhı, kelâmı, tefsiri ve hadis edebiyatının oluşmasıyla sonuçlandı. Konu temelde İslâm düşünce mirasının toplanarak çeşitli dallara ayrılması ve birbirlerinden bağımsız ilmî ve felsefî düşünce ekollerinin oluşturulmasıyla ilgilidir.

Kur’ân-ı Kerim 610-632 tarihleri arasında Hz. Muhammed (s.a.v)’a tedricî olarak vahyedilmiş ilahî bir söz olarak tanımlanabilir. Değişik zamanlarda inen bu vahiyler, o süreçte neredeyse eş zamanlı olarak kayda geçirilmiştir. Bütün bir İslâm geleneğinin ve medeniyetinin oluşmasının ilk sebebi olan bu ilâhî kelâm, müminler tarafından geleneklerini sürdürürken ihtiyaç duyacakları bütün unsurları kendisinde barındıran bir metin olarak görüldü. Böylece Kur’ân Müslümanların kendisinde gördüğü sembolik, ideolojik, teolojik, siyâsî, ahlâkî, hukuki, sanatsal vb. değerleri ile karşımızdadır.[1]

Kur’ân ile Müslümanlar ilk defa Rasulullah’ın (s.a.v) ağzından çıkan bir ilâhî kelâm  karşılaştılar. Rasulullah’ın (s.a.v) ağzından döküldükten sonra bu sözler gerek hafızalarda (sudurlarda) ve gerekse sutûrlarda nakşedilerek kayıt altına alındı.. Söz ve konuşma başlı başına bir olaydır ve söylendikten sonraki süreçte varlıksal olarak farklı bir yapı kazanır. Bir konuşmadan sonra yazı ile sabitleştirdiğimiz şey konuşma olayının kendisi değildir. Kur’ân bağlamında da Allah’tan gelen hitap bir olaylar dizisindeki olaylardan biridir. Öncelikle vahiy Rasulullah’ın^(s.a.v) ağzından çıktığı sırada yaşanan bütün olayların veçheleriyle kendisi değil sadece onun ağzından çıkan sözün alfabetik ses kodları, kelime ve cümleleri yazıya geçirilmiş olmaktadır. Söz konusu hitap olayını hazırlayan olaylar dizisi, hitap sırasında Rasulullah’ın (s.a.v) kullandığı mimik, jest ve ses tonlaması unsurları ve bunların muhataplarda meydana getirdiği doğrudan ve dolaylı, zihinsel ve duygusal etkiler vb. kayıt sırasında yazıya geçirilmeden kalmaktadır. Râvilerin, Rasulullah’ın (s.a.v) hadislerini rivayet ederken O’nun bu sözü ilk söylediğinde yaptığı mimik ve hareketlerini tekrarlama gayretleri bu kayıpların bir kısmını karşılama ve ona ilk söylediğindeki etkiyi kazandırma çabası olarak anlaşılabilir. Öyleyse, Mushaf halinde elimize aldığımız ve okuduğumuz Kur’ân metni esasen Rasulullah’a (s.a.v) vahyedilmiş ilâhî sözün, onun ağzından çıktığı haldeki olay hali değil onun yazıya geçirilmiş ve sabitlenmiş hali olmaktadır. Bu noktada her bir âyetin inişi sırasındaki eylem ve yaşantıların ifade edilmesinin sonuç itibarı ile birer yorum olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Bunlar olay olarak vahyin sabitlenmesi ile Mushaf’a kaydedilemeyen, ancak olay anında onunla birlikte oluşmuş olan, olay-söz olarak vahyin bağlantılı olduğu, yaşantılar, tecrübeler ve eylemlere ilişkin anlatım-yorumlardır. Mushaf’taki kaydın söz olarak var olduğu ana ancak bu yorum mahiyetli anlatımlar rivayetler yoluyla ve onların sağladığı imkan ile ulaşabilmek mümkündür.[2]

Kur’ân, İslâm geleneğinin üzerine kurulduğu ilk kaynaktır, ancak o İslam’ın tek kaynağı değildir. İslâm geleneğinde sınırlı sayıda kaynak metin ile ortaya çıkan sonsuz sayıda duruma cevap verebilmek amacıyla Kur’ân ve diğer kaynakların adeta noktasına kadar işlenmesi gerekiyordu. Bunun için Kur’ân ile birlikte sünnet, sahabe sözleri ve icma metinsel kaynaklar olarak rivayet formunda sonraki nesillere aktarıldı. Bu metinsel kaynakları işlemek ve geleneği sürdürmek amacıyla çeşitli akademik disiplinler oluştu. Bu disiplinler bir görev bölümü anlayışıyla ve çalıştıkları alanlara uygun yöntemlerle İslâmî Bilimler geleneği içindeki yerlerini aldılar. Bu disiplinler kelâm, fıkıh, hadis ve tefsir olarak sıralanabilir. Bunlar ihtiyaçlar doğrultusunda  gelişim gösterdiler ve kendilerine bırakılan alanlarda çalışmalarını sürdürdüler.[3]

Tamda burada konumuzla alakalı olarak, İslâm’da bilgi bütünlüğünün önemini vurgulamak gerekir ki, risalet dönemi boyunca Hz. Peygamber’le s.a.v) beraber yaşanılan dini tecrübelerin, Kur’ân ve genel olarak İslâm hakkındaki rivayetlerin, sözlü bilgilerin, o dönemde kullanılan Arap Dili ve Edebiyatına dair bilgilerin bizlere intikali önem arz etmektedir. Dolayısıyla aslında bütün İslâmî disiplinlerin varlıklarını tahkim etmede ve bir ilim olarak ortaya koymada yapacakları en kapsamlı çalışmalar bir tarih çalışmasından ibarettir. Yani risalet dönemine dair rivayetlerin araştırılması, kitabeti, tedvini, bu bilgilerin doğruluk derecesi; yapılan iş, bir tarih çalışmasıdır. Bütün ilimlere dair rivayetler ya sahabeden ya tabiundan yada tebe-i tabiundan gelecektir.

      

İlk dönemlerde hadis, fıkıh, tefsir vb. İslamî ilimler ayrı birer ilim dalı olarak addedilmemekteydi. Bu ilimler usul, tarih, edebiyat gibi bölümleri ile başlı başına birer ilim dalı olarak hicrî II. asırdan itibaren görülmeye başlanmıştır. Bundan dolayı herhangi bir ilim dalında yazılan bir eserde diğer sahalarla ilgili bilgilere rastlamak da mümkün olmuştur. Buradan hareketle ilk döneme ait eserlerin farklı açılardan okunması İslâmî İlimler tarihinin doğuş ve gelişiminin tespiti, bu ilimlerin kaynaklarının aktarılması vb. daha birçok bakımdan önem arz etmektedir.[4]

          İslâm kaynakları arasında yazılı kaynakların tarihi, Kur’ân’ı Kerim’i oluşturan vahyin taşlara, derilere, liflere, kâğıtlara, ya da bezlere yazılmak sureti ile bir şekilde yazılı olarak kayıt altına alınması ile başlar. Kaynakların ikincisi olan Hadis-i Şeriflerin aktarılması ise yazılı olarak değil, rivayet ve anlatma yoluyla öğretilmiş ve gelecek nesillere aktarılmıştır. Zamanın ilerlemesi ve İslâm beldelerinin daha geniş bir alana yayılması ile bazı rivayetlerin birbiri ile çelişmesi, farklı hükümler getirmesi ve Kur’ân’a muhalif olması sebebiyle, sahih sünnetin tesbit edilmesi çalışması başlamıştır. Alimler, bu amaçla, İslâm ümmetinin ibadet, inanç ve hayatlarında kendilerine yön verecek olan temel kaynakların doğrudan Hz. Peygamber’den (s.a.v) rivayet edilip edilmediğinin tespit edilebilmesi için belirli kriterler oluşturmuş, ama Kur’ân’ı Kerim üzerinde itiraz edilemeyecek bir ittifak sağlandığı için tartışmalar sünnetin rivayeti ile ilgili alanda yoğunlaşmıştır. Böyle bir dönemde, Hz. Peygamber’in (s.a.v) hayatını yazmak, bir anlamda hadis rivayeti anlamına gelir. İbn-i Hişam eserinde, bu anlamda, pek çok hadis rivayet etmiş durumdadır. Eserin Hz. Peygamberimiz’in (s.a.v) kendi dönemi ile ilgili bilgileri içeren bölümü hadis rivayeti şeklindedir. Bu rivayetlerde konular, Hz Peygamberimiz’in (s.a.v) hayat kronolojisine göre düzenlenmiştir. Bunun içindir ki, İbn-i Hişam’ın es-Siretu’n Nebeviyye’si, bir tarih kitabı olmakla birlikte, çeşitli konularda fıkhî konu ve hükümlerin anlaşılması bakımından da bir kaynak kitap olarak kabul edilir ve pek çok ayetin nüzul sebepleri ile ilgili gelişmeleri aktarması bakımından da tefsir özelliği taşır.[5]

Mezkur eserde Kur’ân’ı Kerim’in 114 suresinin 62 suresinden 267 ayetin tefsiri ile ilgili rivayetler yer almaktadır.[6]

 

Abdullah b. Abbas’ın (r.a) çok hadis rivayet eden (muksirun) bir sahabi olarak hadis ilmine, fetvalarının çokluğu ile de fıkıh ilmine olan katkılarının yanında, hemen her ayet hakkında yapmış olduğu farklı rivayetlerle de tefsir ilminde bir otorite olduğu da aynı şekilde İslâm’da bilginin bütünlüğüne işaret etmektedir.[7]

Yine aynı şekilde Abdullah b. Mes’ûd’da (r.a) Abdullah b. Abbas (r.a) gibi hadis, tefsir ve fıkıh ilminde otorite kabul edilmiştir.[8]

 Tabiinler tefsirde öncelikle Kur’ân ve Sünnet’e başvuruyorlardı. Ancak söz konusu bu iki kaynakta malzeme bulamadıklarında, özellikle esbab-ı nüzul, mübhemat ve gaybî konularda sahabenin görüş ve tercihlerine gitmek zorunda kalıyorlardı. Her zaman olmasa da tabiinler bazen de Ehl-i Kitab’ın görüşlerine müracaat ediyorlardı.[9] Tabiinlerin bu metodu İslâm da bilgi bütünlüğünün orijinalliğini koruyan önceki vahiyleride (şer’u men kablena)  kapsadığını ortaya koymaktadır.

 

SONUÇ

 

‘İslâm’ dairesi içinde yapılan bütün ilmi faaliyetler Kur’ân ve onu bize tebliğ eden Rasulullah’ın (s.a.v) sünnetini anlama, anlatma, ve nakletme çabası içindir. Bu iki kaynaktan beslenen İslâm alimleri yaptıkları çalışmalarda hiç şüphesiz birbirlerinden istifade etmek zorundadırlar. Çünkü içtikleri pınarlar aynıdır. Eğer su içmek isterlerse muhakkak ağızlarını bu pınarlara dayamak zorundalar.

Bu kaynaklardan Kur’ân-ı Kerim kitabet ve hıfz yoluyla tevatüren bizlere ulaştığı için burada ittifak (görüş birliği) açısından hiç bir sıkıntı yoktur. Ancak Kur’ân’ın inişi ve yaşanması noktasında risalet döneminin bütün tecrübeleriyle hayat akışını bize nakleden tek kaynak olması hasebiyle sünnetin aktarılması ise yazılı olarak değil, rivayet ve anlatma yoluyla öğretilmiş ve gelecek nesillere aktarılmıştır. Zamanın ilerlemesi ve İslâm beldelerinin daha geniş bir alana yayılması ile bazı rivayetlerin birbiri ile çelişmesi, farklı hükümler getirmesi ve Kur’ân’a muhalif olması sebebiyle, sahih sünnetin tesbit edilmesi çalışması başlamıştır. Alimler, bu amaçla, İslâm ümmetinin ibadet, inanç ve hayatlarında kendilerine yön verecek olan temel öğretilerin (sünnet kavramını yaşanan  sirete atfettiğimiz için bu kısmın  Malikilerce 'amelu ehli medine'yle isimlendirilişini önemli buluyorum)doğrudan Hz. Peygamber’den (s.a.v) rivayet edilip edilmediğinin tesbit edilebilmesi için belirli kriterler oluşturmuş, tartışmalar  rivayetlerin sahih olup olmadığı konusunda yoğunlaşmıştır.Yaşanan sünnetin dışındaki hadis rivayetleri ise vahyin birinci muhatabının vefatından sonra o zaman diliminden uzaklaşıldıkça hadislerin Hz. Peygamber'e (s.a.v) nispeti konusunda ortaya çıkan  tereddüdlerin giderilmesi ve  berraklığını koruması için bu ümmete has olan bir ilmin inkişafına sebebiyet verdi.( Bu ilimden kasdım ise sened ilmidir.) Kur’ân-ı Kerim’i ve Rasulullah’ı (s.a.v) anlamak isteyen kişinin sahih bilgiye ulaşma konusunda taklidden ziyade tahkik ehli olması konusundaki sorumluluğunu unutmamalıdır.Bunun içindir ki; Şam ehlinin imamı  İmam-ı Evzai’ye nispet edilen bu söz ki-‘sünnet Kur’ân üzerinde belirleyicidir, Kur’ân sünnet üzerinde değil’[10] sözü, rivayetlerin önemini ortaya koyması bakımından önemlidir. Aksi halde hangi sözün haddi var ki Kur'ân'hakem olabilsin! vesselam... 

 

 



[1] Mehmet Paçacı, Çağdaş Dönemde Kur’ân’a ve Tefsire ne oldu?, s.111.

[2] Mehmet Paçacı, age , 112-113.

[3] Mehmet Paçacı, age, s.111.

[4] Mehmet Uzun, Es-Siretun-Nebeviyye’ye Göre İlk Dönem Tarih Eserlerinde Tefsir Rivayetleri, Yüksek Lisans Tezi, s.11.

[5] Mehmet Uzun, age, s.68.               

[6] Mehmet Uzun, age, s.15.

[7] Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, s. 85. ; Ayrıca fıkıh İlmindeki yerleri bakımından bkz. Hayrettin Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 107. ; Hadis ilmindeki yeri için bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, s. 76-77.

[8] Muhsin Demirci, age, s.87. Ayrıca fıkıh İlmindeki önemi bakımından bkz. Hayrettin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, s. 107, Hadis ilmindeki yeri için bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, s. 76-77.

[9] Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, s. 91.

[10] Mehmet Paçacı, Çağdaş Dönemde Kur’ân’a  ve Tefsire Ne Oldu?, s.116.




0 Yorum - Yorum Yaz


 

rabia yıldız 12070406 ydö2 1.ödevin bir kısmı..

Esbabı nüzul ile ilgili eserler:

1.Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Şehr et-Taberî(588/), Esbabu'n-Nüzûl ala mezhebi Ali'r-Resul

2. Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzî(597), Esbabu'n-Nüzûl

3. .İbn Hacer el-Askalanî(852), el-Ucab fi beyani'l-esbab

4. Abdulfettah Abdulğanî Kadî, Esbab-ı Nüzûl Trc. Salih Akdemir

5. Hasan Tahsin Emiroğlu, Esbab-ı Nüzûl

 

Esbabı nüzul ile ilgili makale listesi:

 1.Prof.Dr Mehmet Akif Koç “Sebeb-i Nüzûle Bağlı Anlamın Aşılmasını Kolaylaştıran Bir Unsur Olarak

„Kur‟ân Metni‟ : 7. Araf Suresinin 31-32. Ayetleri” İslâmiyât, VII:2

(2004),113-124

 2.Esbabı nüzul nedir? M.Ali KAYA

3. ESBÂB-I NÜZÛL RİVAYETLERİ ARASINDA GÖRÜLEN ÇELİŞKİLER VE GELİŞTİRİLEN ÇÖZÜM

YOLLARININ TAHLİLİ  Yrd.Doç.Dr.Halil ALDEMİR

4.Mulaane Ayetlerinin Sebebi nüzulu Enbiya YILDIRIM

5.Faiz Ayetlerinin Sebebi nüzulu PROF. DR. HAMDİ DÖNDÜREN

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    22.12.2013

 

 

 

 

Ali Rıza Çelik

2013/2014 güz dönemi

 

Öğr.No: 13922710

Doktora ödevi - 1

 

Bilginin Bütünlüğü hakkında yazınız.

 

Bilginin bütünlüğü; herhangi bir bilim alanıyla ilgili tüm disiplinlerin ele alınmadan sağlıklı bir değerlendirmenin yapılamayacağını ifade ettiği anlaşılmaktadır. Bunu tefsir bağlamında ele alacak olursak; dilbilim, hadis, fıkıh, yakın tarih, peygamberler tarihi, siyer v.s. ilimler ile bunlara ait alt disiplinler hakkında bilgi sahibi olarak tefsire yaklaşmak en sağlıklı sonuca ulaşmamızı sağlar. Peygamber ve sahabilerin vahyin iniş sürecinde içinde bulunduğu etkileşim ile sahabi ve tabi‘ilerin birbiriyle olan etkileşimi, bilginin nakli ve bize kadar nasıl ulaştığı konusunda önemli addedilir.  Vahyin indiği dönemde ihtiyaçlara vahyin tarafından cevap verilebiliyordu. Ancak peygamberin vefatıyla birlikte vahyin cevaplamalarından yoksun kalan sahabilerin ve haleflerinin Kur'ân'ın anlaşılmasında peygamberin sünnetine ve arap dilinin inceliklerine müracaat etmesi, ehli kitapla ilgili ayetleri anlamak, geçmiş ümmetlerle ilgili bilgilerin ayrıntılarına müttali olmak için ehli kitap bilgisinden yararlanmak gibi konularda bizlere tefsir alanında bilginin bütünlüğünün ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.

 

 

Saygılarımla.




1 Yorum - Yorum Yaz




 

2013-2014 GÜZ Yarıyılı  Tefsir Bölümü Ebab-ı Nüzul 1. Ödevi  ( Mehmet Tahir PEKİM / öğrenci no:12952702

 

        İSLAMDA BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ

Bilgi bütünlüğü meselesine günümüzden bakıldığında ilimlerin farklı disiplinlere ayrıldığı ve her disiplin sadece kendi içinde bir bütünlüğe sahip olduğu kanâati hâsıl olur.  Dolayısıyla İslam ilimleri her ne kadar birbirinden kalın çizgilerle ayrılamazsa da günümüzde birbirinden ayrılmış ve birbirinden kopuk disiplinler olarak varlığını devam etmektedir. Aynı zamanda bilgi parçalanmış bir halde olup bir bütünlük arz etmemektedir.

Ancak bilgi bütünlüğü meselesine Asr-ı saâdeten bu yana baktığımızda durum tamamen değişmektedir. Çünkü günümüzde var olan bütün İslami bilimler, Allah(c.c.)’ın kelamı olan Kur‘ân-ı kerimi açıklamak gayesiyle ortaya çıkmış ve bu çabanın bir meyvesi mesabesindedir. Şöyle ki:

İslam ilimlerden olan hadis ilmi Efendimizden (s.a.v.) yapılmış geniş bir Kur‘ân tefsiri ve beyânı konumunda olup sonradan gelişen hadis ilimleri ise bu bilgilerin daha sağlıklı değerlendirilmesi için zamanın ihtiyacına göre ortaya çıkmış ilimlerdir.

Tefsir, Kırâât, Arap dili ilimleri gibi disiplinler de Kur‘ânın daha iyi anlaşılması yolunda zaman içinde gelişmiş disiplinler olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.

Kelâm ve Akli ilimler de Kur‘ânın inanç yönünden bir değerlendirmesinin yanında yaratıcı, kâinat ve insanı derin bir anlama arayışından öteye gitmez. Nitekim sonra Tasavvuf da bu konularda söz söylemiştir.

Fıkıh ilmine gelince kelime manası derin kavrayış olduğuna göre bu disiplin bütün bu bilimleri bir arada değerlendirmeye tabi tutup. Onlardan erdemli ve hukuki bir insani kâmil toplumu oluşturmanın bilgi ve ilkelerini vermektedir.

 

SONUÇ

Sonuç olarak İslami ilimlerin hepsi tek bir kelâmı açıklamak için çaba sarf etmiştir desek abartmış olmayız. Dolayısıyla İslam da bilgi bütünlüğü esastır ve bu bilgi parçaladığında verimliliği de ortada kalmaz. Bunun doğruluğunu sağlamak için günümüz ile eski dönemi karşılaştırmak yeterli olur. Nitekim bir Gazali, Nesefi, Karafi ve ibn Kudame yukardaki sayılan disiplinlerin hepsinde söz sahibi idi ve bütün bilgileri bir arada harmanlayabiliyordu.




0 Yorum - Yorum Yaz



 

2013-2014 GÜZ Yarıyılı  Tefsir Bölümü Ebab-ı Nüzul 1. Ödevi 
( Mehmet Tahir PEKİM / öğrenci no:12952702


        İSLAMDA BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ

Bilgi bütünlüğü meselesine günümüzden bakıldığında ilimlerin farklı disiplinlere ayrıldığı ve her disiplin sadece kendi içinde bir bütünlüğe sahip olduğu kanâati hâsıl olur.  Dolayısıyla İslam ilimleri her ne kadar birbirinden kalın çizgilerle ayrılamazsa da günümüzde birbirinden ayrılmış ve birbirinden kopuk disiplinler olarak varlığını devam etmektedir. Aynı zamanda bilgi parçalanmış bir halde olup bir bütünlük arz etmemektedir.

Ancak bilgi bütünlüğü meselesine Asr-ı saâdeten bu yana baktığımızda durum tamamen değişmektedir. Çünkü günümüzde var olan bütün İslami bilimler, Allah(c.c.)’ın kelamı olan Kur‘ân-ı kerimi açıklamak gayesiyle ortaya çıkmış ve bu çabanın bir meyvesi mesabesindedir. Şöyle ki:
İslam ilimlerden olan hadis ilmi Efendimizden (s.a.v.) yapılmış geniş bir Kur‘ân tefsiri ve beyânı konumunda olup sonradan gelişen hadis ilimleri ise bu bilgilerin daha sağlıklı değerlendirilmesi için zamanın ihtiyacına göre ortaya çıkmış ilimlerdir.

Tefsir, Kırâât, Arap dili ilimleri gibi disiplinler de Kur‘ânın daha iyi anlaşılması yolunda zaman içinde gelişmiş disiplinler olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.

Kelâm ve Akli ilimler de Kur‘ânın inanç yönünden bir değerlendirmesinin yanında yaratıcı, kâinat ve insanı derin bir anlama arayışından öteye gitmez. Nitekim sonra Tasavvuf da bu konularda söz söylemiştir.

Fıkıh ilmine gelince kelime manası derin kavrayış olduğuna göre bu disiplin bütün bu bilimleri bir arada değerlendirmeye tabi tutup. Onlardan erdemli ve hukuki bir insani kâmil toplumu oluşturmanın bilgi ve ilkelerini vermektedir.

SONUÇ

Sonuç olarak İslami ilimlerin hepsi tek bir kelâmı açıklamak için çaba sarf etmiştir desek abartmış olmayız. Dolayısıyla İslam da bilgi bütünlüğü esastır ve bu bilgi parçaladığında verimliliği de ortada kalmaz. Bunun doğruluğunu sağlamak için günümüz ile eski dönemi karşılaştırmak yeterli olur. Nitekim bir Gazali, Nesefi, Karafi ve ibn Kudame yukardaki sayılan disiplinlerin hepsinde söz sahibi idi ve bütün bilgileri bir arada harmanlayabiliyordular.




0 Yorum - Yorum Yaz



 

2013-2014 GÜZ Yarıyılı  Tefsir Bölümü Ebab-ı Nüzul 1. Ödevi 
( Mehmet Tahir PEKİM / öğrenci no:12952702


        İSLAMDA BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ

Bilgi bütünlüğü meselesine günümüzden bakıldığında ilimlerin farklı disiplinlere ayrıldığı ve her disiplin sadece kendi içinde bir bütünlüğe sahip olduğu kanâati hâsıl olur.  Dolayısıyla İslam ilimleri her ne kadar birbirinden kalın çizgilerle ayrılamazsa da günümüzde birbirinden ayrılmış ve birbirinden kopuk disiplinler olarak varlığını devam etmektedir. Aynı zamanda bilgi parçalanmış bir halde olup bir bütünlük arz etmemektedir.

Ancak bilgi bütünlüğü meselesine Asr-ı saâdeten bu yana baktığımızda durum tamamen değişmektedir. Çünkü günümüzde var olan bütün İslami bilimler, Allah(c.c.)’ın kelamı olan Kur‘ân-ı kerimi açıklamak gayesiyle ortaya çıkmış ve bu çabanın bir meyvesi mesabesindedir. Şöyle ki:
İslam ilimlerden olan hadis ilmi Efendimizden (s.a.v.) yapılmış geniş bir Kur‘ân tefsiri ve beyânı konumunda olup sonradan gelişen hadis ilimleri ise bu bilgilerin daha sağlıklı değerlendirilmesi için zamanın ihtiyacına göre ortaya çıkmış ilimlerdir.

Tefsir, Kırâât, Arap dili ilimleri gibi disiplinler de Kur‘ânın daha iyi anlaşılması yolunda zaman içinde gelişmiş disiplinler olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.

Kelâm ve Akli ilimler de Kur‘ânın inanç yönünden bir değerlendirmesinin yanında yaratıcı, kâinat ve insanı derin bir anlama arayışından öteye gitmez. Nitekim sonra Tasavvuf da bu konularda söz söylemiştir.

Fıkıh ilmine gelince kelime manası derin kavrayış olduğuna göre bu disiplin bütün bu bilimleri bir arada değerlendirmeye tabi tutup. Onlardan erdemli ve hukuki bir insani kâmil toplumu oluşturmanın bilgi ve ilkelerini vermektedir.

SONUÇ

Sonuç olarak İslami ilimlerin hepsi tek bir kelâmı açıklamak için çaba sarf etmiştir desek abartmış olmayız. Dolayısıyla İslam da bilgi bütünlüğü esastır ve bu bilgi parçaladığında verimliliği de ortada kalmaz. Bunun doğruluğunu sağlamak için günümüz ile eski dönemi karşılaştırmak yeterli olur. Nitekim bir Gazali, Nesefi, Karafi ve ibn Kudame yukardaki sayılan disiplinlerin hepsinde söz sahibi idi ve bütün bilgileri bir arada harmanlayabiliyordular.




0 Yorum - Yorum Yaz



 

2013-2014 GÜZ Yarıyılı  Tefsir Bölümü Ebab-ı Nüzul 1. Ödevi 
( Mehmet Tahir PEKİM / öğrenci no:12952702


        İSLAMDA BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ

Bilgi bütünlüğü meselesine günümüzden bakıldığında ilimlerin farklı disiplinlere ayrıldığı ve her disiplin sadece kendi içinde bir bütünlüğe sahip olduğu kanâati hâsıl olur.  Dolayısıyla İslam ilimleri her ne kadar birbirinden kalın çizgilerle ayrılamazsa da günümüzde birbirinden ayrılmış ve birbirinden kopuk disiplinler olarak varlığını devam etmektedir. Aynı zamanda bilgi parçalanmış bir halde olup bir bütünlük arz etmemektedir.

Ancak bilgi bütünlüğü meselesine Asr-ı saâdeten bu yana baktığımızda durum tamamen değişmektedir. Çünkü günümüzde var olan bütün İslami bilimler, Allah(c.c.)’ın kelamı olan Kur‘ân-ı kerimi açıklamak gayesiyle ortaya çıkmış ve bu çabanın bir meyvesi mesabesindedir. Şöyle ki:
İslam ilimlerden olan hadis ilmi Efendimizden (s.a.v.) yapılmış geniş bir Kur‘ân tefsiri ve beyânı konumunda olup sonradan gelişen hadis ilimleri ise bu bilgilerin daha sağlıklı değerlendirilmesi için zamanın ihtiyacına göre ortaya çıkmış ilimlerdir.

Tefsir, Kırâât, Arap dili ilimleri gibi disiplinler de Kur‘ânın daha iyi anlaşılması yolunda zaman içinde gelişmiş disiplinler olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.

Kelâm ve Akli ilimler de Kur‘ânın inanç yönünden bir değerlendirmesinin yanında yaratıcı, kâinat ve insanı derin bir anlama arayışından öteye gitmez. Nitekim sonra Tasavvuf da bu konularda söz söylemiştir.

Fıkıh ilmine gelince kelime manası derin kavrayış olduğuna göre bu disiplin bütün bu bilimleri bir arada değerlendirmeye tabi tutup. Onlardan erdemli ve hukuki bir insani kâmil toplumu oluşturmanın bilgi ve ilkelerini vermektedir.

SONUÇ

Sonuç olarak İslami ilimlerin hepsi tek bir kelâmı açıklamak için çaba sarf etmiştir desek abartmış olmayız. Dolayısıyla İslam da bilgi bütünlüğü esastır ve bu bilgi parçaladığında verimliliği de ortada kalmaz. Bunun doğruluğunu sağlamak için günümüz ile eski dönemi karşılaştırmak yeterli olur. Nitekim bir Gazali, Nesefi, Karafi ve ibn Kudame yukardaki sayılan disiplinlerin hepsinde söz sahibi idi ve bütün bilgileri bir arada harmanlayabiliyordular.




0 Yorum - Yorum Yaz


BİRLEŞİK DOKTORA

ALİ BAHADIR ÖZDEMİR

ÖĞRENCİ NO :13952701

2013/2014 GÜZ DÖNEMİ

                              BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

 

  İlim için birçok tanımlar yapılır. Genel olarak insan zihnine (ve gönlüne) konu olan her şey demektir. Sözlük anlamıyla ilim, mutlak olarak bilmek, bir şeyin şuurda hâsıl olması, sağlam olarak bilmek, kesin olarak bilmek, deneyerek bilmek, bir şeyin gerçeğini bilmek manalarına gelmektedir. İslâm âlimlerinin çoğuna göre ilim: “Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve “mâlum olanın, olduğu hal üzere bilinmesidir.”

İlim, insanın vahiy, akıl ve duyu organları aracılığıyla elde ettiği kesin bilgilere denir. İlim, âhiret yolunu dosdoğru gösteren (kılavuzluk yapan) bilgiler topluluğudur. Şerif Cürcânî'ye göre ilim: Gerçeğe ve vâkıaya uygun düşen inanç, bilgi ve kanaattir. Bir şeyi olduğu gibi idrâk etmektir

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                             a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

Bizim burada önemi üzerinde duracağımız ilimler nakli ilimler yani kur’an ve Sünnete dayalı ilimlerdir.

Kur’an, bilgi kaynağı olarak, vahiy  başta olmak üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir. Hayatın gayesi, Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu tanımak ve bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi vasıtalarıyla Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu araçlarla tanır ve bilir.

Kur’an yaklaşık 23 senede 14 asır evvel Efendimiz(sav)e peyderpey olarak ilahi kelam olarak vahiy edilmiştir.Vahiy, Resulullah’a yöneltilen suallere veya sadır olan vakıa ve hadiselere binaen dönemin meselelerine çözüm ve de sorularına cevap vermek üzere Hak Teala tarafından elçisi Cebrail   vasıtasıyla habibi Muhammed(sav)’e nazil olmuştur. Bu da esbab-ı nüzul ilmini doğurmuştur. Tabi indiği döneme ve insanlarına ışık tutarken aslında Kur’an daha sonraki nesillere ta ki ile yevmi’d-dine bir sirac olacaktır. Elbette bu doğru anlam, doğru yorum ve doğru yaşam çerçevesi dahilinde olması gerekir.

  Bu arada Kur’an bu gelişmelerle nazil olurken, Resulullah (sav) Kur’an’ın daha iyi anlaşılması için tefsir  te’vil ‘de bulunmuştur. Daha sonraki dönemlerde Resulullah’ı anlama çabaları , bir takım toplumsal gelişmelere, dini alanda farklılaşmaları doğurdu. İtikadi Fıkhi mezhepleri beraberinde doğurdu. Bunun neticesi olarak ta tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi ilimler yanında esbab-ı nüzul,nasih-mensuh, siyak-sibak gibi disiplinleri de ortaya koydu. Bu ilim disiplinler ilk zamanlarda farklı farklı ilim ve disiplin değilken daha sonra (hicri 2. asırdan itibaren) ayrı ayrı ilimlere taksim edildi.

Burada anlattıklarımıza binaen, İslam bilgi bütünlüğünün ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Arap dilinin anlaşılması ,İslami ilimlerin anlaşılması, sonraki dönemlere nakli (sahabe-tabiin-tabeu-tabiin ve sonraki dönemler) ehemmiyet arz ediyor.  

 Netice itibarı ile ; bütün İslami ilimler

  Hz. Peygamber döneminde olsun daha sonraki dönemlerde olsun  İslam dininin  yani Kur’an’ın ve Kur’an’ı bize sözlü- fiili olarak Hz.Aişe validemizin tabiriyle ‘’yaşayan Kur’an olan’’   Hz. Resulullah’ın sünnetini kavrama ,yaşama ve aktarma çabasını amaçlamaktadır. Bu amaç güdülürken, vurguladığımız gibi, Arap dilini, vahiy sürecindeki olay ve vakıalar, önceki topluluklara ait bilgiler (özellikle ehl-i kitaba ait bilgiler ve onlarla ilgili inen  ayetleri anlamak)  bilgi bütünlüğü açısından elzemiyet arz eder.   

  Selam ve saygılarımla .




0 Yorum - Yorum Yaz


MUHAMMET KARAOSMAN

DOKTORA

H.z Adem ile başlayan insanlık tarihi aynı zamanda bilginin başladığı tarihtir. Bilgi, o günden bugüne devamedegelen bir süreçtir. Tarihin değişik dönemlerinde yüzlerce peygamberin yaşadığı devirleri olumsuz çağ olarak sunmaya çalıştılar bizlere. Günümüz imkanlarının çok çok altında imkanları olmasına rağmen o güzelim eserleri, medeniyetleri görmezden geldiler. Aslında görmezden gelinen bilgidir. Burada bilginin bütünlüğüne bir darbe vardır. İnsanlık geçmişiyle bağını kurmasın diye bir tarih, geçmiş karartması yapılmaktadır adeta. Bugün insanlık bu kopukluğun faturasını ödemektedir. Bunun bedelini ödemektedir. Yalnız bu bedel çok pahalıya mal olmaktadır. Bilginin bütünlüğünü yakaladığımız zaman insanlık referansını bulmuş olacaktır. Pusulasını, rotasını bulmuş olacaktır. 

Genel anlamda böyle bir karartma ve kopukluk sözkonusu olduğu gibi İslam alimlerinin de gerek Kur’an’ı yorumlamada gerekse İslamı anlamada bilgi bütünlüğünü kuramama problemi bulunmaktadır.

H.z. Peygamber (sav)’in mübelliğ olarak yaptığı tüm uygulamaları bugün çok değişik disiplinler adı altında toplandığını görmekteyiz. Bu durumun en büyük problemi bütünden mahrum olmaktır. Modern tabirle “alan körlüğü” dediğimiz bir vakıa ile karşı karşıyayız. Bu da bizi çözüme götürmede zorlaştırıyor. Bütünlüğü kuramamanın, bütünlüğü yakalayamamanın sıkıntısını yaşıyoruz. Bugün ayrı adlar altında hüküm süren branşların isimlendirme ve sahasının belirlenmesinin ne derece isabetli olduğu cevaplandırılması gereken sorulardan olduğunu düşünüyorum. Bu branşlaşmada modernizmin etkisinin ortaya konulması gerekir. Arada kaynayan bir şey oldumu? Ya da bağlantıyı engelleyen bir durum söz konusu mu? Modernizmin iç boşaltmaya, anlam buharlaştırmaya yönelik ve bizi bütünden -Allahtan- mahrum etmek için alabildiğine parçalamaya yönelik felsefesinden ne derece etkilendik? Bu sorulara en sağlıklı cevaplar branşlaşma öncesi ve sonraki halimizin kıyası ile mümkün olabilecektir. Görünen o ki daha bir profesyonel olsun diye oluşturulan branşlar teknolojinin imkanlarını ve bir çok eğitim kurumlarını yanına almasına rağmen her branşta hala bir sürü çözemediğimiz mesele var. Bilgi kirliliği dediğimiz bir durumla karşı karşıyayız. Bilgi malumatının artmasına bağlı olarak günümüzde en önemli mesele ayıklama ve seçme işidir. Günümüz insanın  kafası daha karışık. Mevcut disiplinler bulanıklığı gidermede yeterli olamıyor. Bu yüzden bilim dallarının yeni bir tasnife ve düzenlemeye ihtiyacı olduğu aşikardır.

 




0 Yorum - Yorum Yaz

ödev    28.12.2013

Muhammed Batchaev 2013/2014 güz dönemi
Öğr.No: 13922727 Doktora ödevi - 1
Bilginin Bütünlüğü hakkında yazınız.

Hangi bilim dalında olursa olsun, ilmi bir metni tahlil ve tefsir etmek, o alanda ihtisası gerektirir. İhtisas ise, uzun bir öğrenim neticesinde elde edilir. Rabbülalemin tarafından insanlığa akaid, ibadet, ahlaki prensipler, ameli hükümler ve daha bir çok talimatlar bildirmek üzere gönderilen Kur'an-ı Kerim'den hükümler çıkarmak da, elbette büyük bir ilmi birikim ister.

Bazıları, sığ bir anlayışla bu gerçeğin karşısına çıkıp derler ki: "Allah, Kur'an'ın 'mübin' olduğunu bildiriyor. Mübin: açık, aşikar, aydınlık, manası vazıh demektir. Öyle ise, Allah'ın böyle nitelendirdiği Kitabını, anlaşılması zor göstermenin savunulur tarafı olamaz". Oysa Kur'an'ın mübin olması: Allah tarafından gönderildiğinin apaçık olması, bir çok hakikatleri açıklaması, hakkı batıldan, doğruyu eğriden ayırması, mü'minlerin muhtaç oldukları hükümleri bildirmesi, demektir. Yoksa, ondaki her şeyin, biteviye ayan beyan ve hiç öğrenim görmemiş bir insanla bir üniversite profesörünün aynı şekilde anlayabileceği bir kitap olması demek değildir. Bu iddia sahiplerinin, vücudlarında bir operasyona muhtaç olmaları halinde, bir tıp kitabını okuyan herhangi bir kişiye kendilerini ameliyat etme iznini vereceklerini hiç kimse düşünemez. Oysa bir doktor nezdinde o kitabın manası açıktır. Aynen bunun gibi, insanlar Kur'an'ın mealini okuyarak, kapasiteleri nisbetinde ondan istifade etmeye çalışırlar. Fakat onun sayısız inceliklerini anlayabilmek, ondan isabetli hükümler çıkarabilmek, aşağıda yazacağımız bazı ilimleri bilmeyi gerektirir.




0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    30.12.2013

ESBÂB-I NÜZUL I

ADI SOYADI:

YILMAZ BARLAS

DÖNEM:

GÜZ DÖNEMİ 2013/2014

ÖĞRENCİ NO:

13922712

BÖLÜM:

DOKTORA

Ödev 1. Esbâb-ı Nüzul I 1. Ödev: Bilginin Bütünlüğü hakkında yazınız

 

  Bilginin Bütünlüğüne geçmeden önce bilginin ne olduğunu bilmemizde yarar vardır. Bilginin neliği hakkında birçok tanım yapılmıştır. Bunlardan birkaçını vermemizin konumuzun anlaşılması için yeterli olacaktır.

    Bilgi, kâğıt veya başka ortamlar üzerine kaydedilmiş, anlaşılabilen ve iletilebilen veriler topluluğudur.  Başka bir tanıma göre bilgi, “Zihnin herhangi bir biçimde resmi veya gayri resmi olarak iletilen, kaydedilen, yayımlanan fikirlerin gerçek ve hayali ürünleridir.

    İsmet Barutçugil bilgiyi, “insanın etrafında olup bitenleri tam ve doğru olarak kavramasını sağlayan kişiselleştirilmiş enformasyon” olarak tanımlayarak “bilgi kendini, düşünceler, öngörüler, sezgiler, fikirler, alınan dersler, uygulamalar ve yaşanan deneyimler şeklinde gösterir” açıklamasını getirmektedir.

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Biz bu konuyu “İslamî ilimler” perspektifinden değerlendireceğimizden dolayı konuyu daha da özele indirgemiş olacağız. Bu bağlamda, herhangi bir bilim alanıyla ilgili sağlıklı bir değerlendirmenin yapılabilmesi için tüm disiplinlerin ele alınması gerekmektedir. Aksi taktirde istenilen hedef ve amaçtan sapma ihtimali her daim var olacaktır. Mesalâ tefsir ilmi için lugât ilmi, hadis ilmi, tarih ilmi, siyer ilmi vs. ilimlere ihtiyaç vardır. Daha somut bir örnek vermek gerekirse; Esbâb-ı nüzul alanında çalışılmak istendiğinde, İslamî ilimlerin tamamından yararlanılması elzemdir. Bunun en bariz örneğini Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsu'nun “Kur’an ve Bağlam” isimli eserinde görebiliriz. Çünkü bu çalışmaya bakıldığında müellifimiz, dil bilimi, hadis ilmi, tarih ilmi, siyer ilmi vs. ilimlerden ihtiyaç duyulduğu kadarıyla faydalandığını görmekteyiz. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, İslamî ilimler bir bütündür birbirinden ayrı düşünülemezler. Bundan dolayıdır ki, herhangi bir konuda çalışma yapıldığında “bilgi bütünlüğü” çerçevesinde yani, bütüncül olarak bakılması gerekmektedir. Özellikle günümüzde branşlaşmanın zirve yaptığı bu son asırda bilginin bütünlüğüne gereğinden daha fazla ihtiyaç olduğu unutulmamalıdır. 

Saygılarımla      




0 Yorum - Yorum Yaz


2013-2014 Akademik Yılı

Güz Dönemi Doktora Ödevi

Mustafa FIRAT

ÖĞR. NO: 13922714

Esbab-ı Nüzul I

1. Ödev: Bilginin Bütünlüğü hakkında yazınız.

Tarih süreci içerisinde Kur’an’ın, murad-ı ilahîye uygun biçimde anlaşılması ve yaşanması Müslümanların ortak gündemi olmuş ve bu hedef geçmişten günümüze ve kıyamete değin gündem olmaya devam edecektir. Bu anlama çabası ve faaliyetinin bir sistematik içerisinde ve bazı ilimler marifetiyle yapılmasının gerekliliği izahtan vârestedir. İslam bilgi literatürü ortaya çıkıp gelişirken aslında biri diğerini doğuracak veya anlaşılmasına yardımcı olacak şekilde varlık sahasına çıkmış ve bu merkezde ihtiyaç hissedildiği için var olmuştur. Her ilim dalında olduğu gibi İslami ilimlerde de bir metodolojinin (usul) öncelikle takip edilmesi noktasında bir konsensüsün ilk asırlardan itibaren oluştuğu ve bunun İslami ilimlerin okutulduğu medreselerde de bir tertibe riayet şeklinde tezahür ettiğini görüyoruz.

Kur’ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında bazı kavramların açıklığa kavuşturulması adına incelenen kavramların ilki Kur’ân ilimleri kavramı olmuştur. “Ulûmu’l-Kur’ân” olarak adlandırılan bu bahislerin hepsi iki kaynağa dayanmaktadır.

1-                  Arap dili (Garibu’l-Kur’ân, İ’câzû’l-Kur’ân, Mecâzu’l-Kur’ân...).

2-                  Gözleri önünde cereyan eden hâdiseler. (Hz.Peygamber’in tefsiri, esbâb-ı nüzul, muktezây-i hal, vucûhu’l-Kur’ân...).

3-                  Sahabe döneminde ise bu bilgilerin rivayet yoluyla devamlı olarak kendilerinden sonraki nesillere öğretildiğini görmekleyiz.[1]

Ulûmu’l-Kur’ân İlk müfessirler tarafından, Kur'anın anlaşılması ve yorumlanması­na imkan hazırlamak maksadıyla bazı İlmî araçlar geliştirilmesine duyulan ihtiyaç olarak algılandı. Bu nedenle hicrî I. asrın sonlarından itibaren Kur’ân-ı Kerim'le ilgili ilimlerin tek tek ele alındığı görülmektedir. Zerkeşî ve Suyûtî Ulûmu’l-Kur’ân konularını yazdıkları eserlerle cem ederek incelemiş ve büyük bir bilgi dağınıklığının önüne geçmişlerdir. Fakat günümüzde hocamızın kuran ve bağlam isimli eserinde de belirttiği gibi bir bilgi tekrarına ve faydaları üzerinde konuşmaya dönüşmüş ve günümüzde beklenen foksiyonlarını icra edemez hale gelmiştir. Mesela hocamızın Esbâb-ı nüzul konusu bağlamında takip ettiği uslup İslamî ilimlerin tamamından yararlanılmasının kronikleşmiş islami birçok bilgi probleminin aşılabilmesi adına gerekli görünmektedir. Hocamız, dil bilimi, hadis ilmi, tarih ilmi, siyer ilmi vs. ilimlerden ihtiyaç duyulan yerde bilgileri süzgeçten geçirerek faydalanmamız gerektiğini eserinde rahatlıkla anlayabileceğimiz şekilde işlemiştir. Bu ilimlerden yararlanma usul ve yöntemini farketmemiz açısından bizlere bir projeksiyon sunmuştur. Serinsu hocanın ifade ettiği gibi “Ülkemiz aydını kavramları, mahiyetini (seçiklik) ve anlam içeriğini (açık­lık) tartışmadan, onları oluşturan kültürel ve tarihsel serüveni gözardı ederek kendi kültür alanımıza taşıdığı sürece kavram (ve bilgi) karmaşası, kimlik problemimizin bir te­mel boyutu olarak devam edecektir.

Kuran’ı anlama iddiasında olanların yukarıda işaret edilen ilimlerin ilgi sahası olan diğer İslami müdevvenattan da haberdar olması orjinal ve istenen manaya ulaşması için bilginin bütünlüğü anlamında bir gereklilik olarak görünmektedir. İslami ilimlerin Kuran’ın nüzulünü müteakip ihtiyaçlar doğrultusunda gelişim gösterdiklerini ve tamamen olmasa da birbirlerinden ayrılarak kendilerine ayrılan alanlarda çalışmalarını sürdürdüklerini biliyoruz.

 İlk dönem ilim ehlinin, ilimlerin tümüyle ilgilendiklerini hasseten hadis, tefsir ve fıkıh ilimlerinin tarihine baktığımız zaman, bu ilimlerin önde gelen âlimlerinin çoğu alanda ismine rastlıyoruz. Bir örnek vermek istersek mesela Suyuti gibi şahısların bu anlamda bir bilgi bütünlüğüne sahip olduklarını ve çok sayıda eser telif ederek hem bir usulcü, hem bir muhaddis hem bir müfessir olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Bu durum bize Temel İslam Bilimlerini birbirinden tamamen ayırmanın mümkün olmadığını göstermesi açısından manidardır. Neticede bu ilimler birbirini beslemekte ve konu bağlamında anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.

Bilgi bütünlüğünün önceliği, bütünün niteliklerinin parçalarının nitelikleriyle tanımlanamayacağından önemlidir. Bu konu parçanın ait olduğu bütüne göndermede bulunmaksızın açıklanmasının ve yorumlanmasının imkansız ya da en azından yetersiz kalacağından dolayı önemlidir. Bütüne ilişkin gerçek anlama ya da bilgi; islami ilimleri kavrama noktasında bütünün parçaları bilindiği, analiz edildiği ya da birleştirildiği zaman mümkün olacaktır. Bütünü parçalarına indirgemek yanlıştır, ama parçalarının bilgisi edinilmeden de bütünün niteliği anlaşılamaz.

Bütünlük, ilk başta Kur’ân için gerekli bir metot olarak algılanmış, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılabilmesi için onun bir bütün halinde ele alınması vurgulanmıştır. Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsiri başka bir ifadeyle Kur’ân’ın kendi bütünlüğü içinde anlaşılması gereği, aslında İslâm’ın başlangıcından beri bilinen ve yeri geldikçe alimlerce önemi vurgulanan bir husustur. Ancak, Kur’ân’ın kendi bütünlüğü içerisinde anlaşılmasının gereği, onun anlaşılması için başka hiçbir şeye ihtiyaç duyulmadığı anlamına da gelmemelidir. Zira Kur’ân Hz. Peygambere nazil olmuş, ve Hz. Peygamber’in ahlâkı olmuştur. Bu anlamda Rasûlullah’ı, yaşayan Kur’ân ola­rak tarif etmek yanlış görülmemiştir. Durum bu olunca, Kur’ân’ın bütünlük içerisinde anlaşılması, sadece kendi iç bütünlüğü ile de­ğil, onun sünnet ile oluşturduğu bütünlüğü de kapsamalıdır. Bu bakış açısından olsa gerek, bazı alimler sünnetin Kitâb’a hâkim (hükmedici/kâdıyetün) olduğunu söylemiş ve bununla sünnetin, Kitâb’ın getirmiş olduğu hükümlerin şerh ve tefsiri mertebesinde olduğunu ifade etmek istemişler[2] ve Kur’ân’ın ancak sünnet bütünlüğü içerisinde sağlıklı olarak anlaşılabileceğini, uzun uzadıya açıklamışlardırlar[3]. Hatta onlar, sahâbenin söz ve uygulamalarını da sünnet kavramı içerisinde görmüşler ve bütünlük açısından onun da göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekmiş­lerdir[4]. Buna göre, bilgi algılamamız diğer bilgi ve usul ilimleri ile değerlendirildiğinde daha bir anlamlı olacaktır.

 



[1]Ahmet Nedim Serinsu, Kuran ve Bağlam, Şule  Yay., s.34.

[2]         eş-Şâtıbî, Ebû İshâk İbrahim b. Mûsâ, el-Muuâfakât fi Usûli’l-Ahkâm, Mektebetü ve Matbaatu Muhammed Ali, Kahire Tsz., IV, 7

[3]         eş-Şâtıbî, el-Muuâfakât, IV, 5-48.

[4]         eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, IV, 47.




0 Yorum - Yorum Yaz


 

 

TEFSİRDE BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ

 

Tefsir dediğimizde aklımıza ilk etapta iki türlü tefsir gelmektedir; birincisi rivayet tefsiridir ki, Kur’ân ayet­lerine yeni yorumlar getirmekten ziyade bazı ayetleri, diğer bazı ayetlerle, hadislerle veya Seleften ve özellikle Sahabeden nakledilmiş rivayetlerle açıklamaktır. Bunun aynı zamanda bir dirayet tefsiri olduğunu söyleyenler de vardır. İkincisi ise, dirayet tefsiridir. Böyle bir tefsirde asıl gaye yeni bir yorum sunmaktır. Bu tür tefsirde rivayetlere yer verilirse de, bunlar sadece önerilen yeni yorumu desteklemek içindir. Görüldüğü gibi Kur’an’ı anlamada bu iki yaklaşımı bir­birinden kesin bir şekilde ayırmak oldukça zordur. Kanaatimize göre İslâm’da ilk tefsir çalışmalarının rivayet şeklinde başlaması böyle bir ayırıma yol açmıştır. Diğer taraftan İslâm toplumunun genişlemesi ile sosyal değişime uğraması sonucu, dirayet tefsir metodu ile Kur’an’ı an­lamaya çalışma ihtiyacı doğmuştur. Bu sebepten Kur’an’ın güncelliği ve bütün zamanlara dair sözünün olması ve meydana gelen hadiseler ışığında yorumlanması için bunun böyle olması gerekmektedir.

 

İlk dönem tefsirlere bakıldığında görülecektir ki, bunlar bizim bugünkü tefsir anlayışımızdan çok uzaktır. İbn Abbas, Abdullah İbn Mes’ud ve Ali İbn Ebî Talha gibi zatlar, tefsir kelimesinin Arapça’daki sözlük anlamı ile Kurân’ı tefsir etmişlerdir. Zira "tefsir", “açıklamak” veya “kapalı bir şeyi açmak” anlamındadır. Bu kelimenin “yorumlamak” gibi yeni anlamlar kazan­ması daha sonraki devirlerde yapılan tefsir çalışmalarının etkisi ile olmuştur.

 

Aslında her "tefsir" bir yeni yorumu gerektirir. Onun içindir ki, daha henüz bazı sahabeler hayatta iken dirayet tefsirleri yapılmaya başlanmış ve tefsir anlayışının bugünkü şeklini alması daha sonraki dönemlere denk gelir. Tefsir tarihinde bütün gelişmeler ve özellikle tefsir metodolojisi diyebileceğimiz tefsir usulündeki çalışmalar genel olarak rivayet-dirayet ikilemi içerisinde cereyan etmiştir. Bu yüzden diğer tüm tefsir çeşitlerini bu iki ana başlık altında değerlendirmek mümkün gözükmektedir.

 

Tefsir usulünde nazarî yaklaşım eksikliği pek az hissedildiği için müfessirler bu yöne pek gereği gibi eğilmemişlerdir. Ancak bugün bu eksiklik daha belirgin bir şekilde hissedil­mekte ve bu durumla ilgili sorular Müslümanları uğraştırmaktadır. Bu sorulardan birisi de Kuran’ın bütünlüğü meselesidir. Bütün müfessirlerin üzerinde mutabakata vardıkları bir noktaya henüz ulaşamamışlardır. Bundan dolayıdır ki bazı bilginler “bütünlük” denince bundan sadece “Kur’an’ın bir bütün olarak kabul edilmesi gerektiğini” anlamışlardır. Bu zaten zahir olan bir gerçektir. Kur’an’ın bir kısmını alıp veya belli bir kaç ayetini göz önünde tutup diğer kısımlarını dikkate almamak, Kur’an’ın kendi içinde çelişki doğurabilir. O halde böyle bir bütünlük anlayışı üzerinde durmak var olanı tekrardan ibaret olur.

 

Bizler Rivayet-dirayet tefsirlerinde Kur’an’ın bütünlüğü meselesini üç açıdan değerlendireceğiz. Birinci olarak “Mut­tasıl Bütünlük” diyebileceğimiz yaklaşımdır ki, bu bakış açısından bir ayeti başka ayetlerle açıklamaktır. Böylece iki veya daha fazla ayet arasında görünüşte bir çelişki veya uyumsuzluk varsa, diğer ayetlerin yardımı ile bunlar giderilme yoluna gidilir. Müşkilü’l-Kur’an diyebileceğimiz bu durum ayetlerin ilk bakışta bir sorun gibi algılanması neticesinde onu açıklayan diğer ayetlerle onun kapalılığını gidermektir. Muttasıl bütünlüğün en önemli yönü nâsih ve mensuh ayetlerin, bir tek konu gibi ele alınıp incelenmesidir. Konulara bir bütün olarak bakıp meseleyi toptan bir bakış açısıyla görebilme incelenen konunun daha etraflıca anlaşılmasına sonsuz katkı sağlayacaktır.

 

İkinci olarak ele alacağımız konu “Münfasıl Bütünlük” olarak tabir edilebilir. Bu şu demektir. Belli bir fikrin bir ayet etrafında; fakat diğer ayetlere de müracaat edilerek geliştiril­mesidir. Burada asıl üzerinde durmak istediğimiz konu nazarî bütünlüğün, bu yaklaşıma biraz benzemesidir. Munfasıl bütünlüğün önemi son yüzyıllarda daha çok ortaya çıkmaktadır. Bu tür bütünlüğü rivayet tefsirlerinde görmemiz mümkün değildir. Ancak her dirayet tefsiri de bunu başarılı bir ölçüde uygulayamamıştır. Bunun sebebi ise, yorumların tek bir ayet etrafında geliştiril­mesidir. Her ne kadar bu yaklaşımda bir çok ayetlere müracaat edilirse de asıl gaye tefsiri yapılmakta olan ayetin açıklanmasıdır. Yoksa ileri atılan yeni yorum veya fikri, Kur’an çerçevesinde açıklama endişesi yoktur.

 

Bilgide bütünlük meselesini ele alırken değinmemiz gereken diğer bir konu da “Nazarî Bütünlüktür.” Bu sistemde Kur’an’ın konuları esas alınır. Böylece alışılmış tefsir usulü olan Kur’an’ı ayet ayet surelerdeki sıralarına göre tefsir etme artık geçerliliğini yitirmiştir. Kur’an’ı tefsir ederken ayet ayet sure sure sıralarına göre tefsir etme belki Kur’an’ın İlmî olarak incelenmesi açısından faydalı bir yol olabilir. Ancak belli konularda Kur’an’ın bir bütün olarak görüşünün ne olduğu konusunda net bir fikir ortaya koyamaz. İşte bu durumda nazarî bütünlüğün önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü nazarî olarak ve bir bütün halinde yapılan böyle bir çalışma, Kur’an’ın  o konudaki görüşünü sistemli bir şekilde ve toplumun ih­tiyaçlarına cevap verecek tarzda hem de yeterli olarak açıklayabilir. İşte günümüzde bilginin daha işlerlik kazanması adına yapılması gereken bu işleme biz “Nazari Bütünlük” diyoruz. Artık sadece Tefsir sahasında değil bütün alanlarda uygulanmaktadır. Şimdi de tefsir ilminin kendisini ilgilendiren diğer sahalarla olan bağlantısını ele almaya başlayabiliriz.

 

Tefsir ilmi, konusu itibariyle diğer İslam bilimleri ile doğrudan veya dolaylı olarak ilişki halindedir. Çünkü Tefsir, Temel İslam Bilimleri’nin en temel kaynağı olan Kur’ân-ı açıklamaya çalışan bir ilimdir. Bu anlamda Tefsir, diğer İslamî ilimlere hazır bilgi sağlayan merkezi bir konuma sahiptir. Buna mukabil Tefsir ilmi de Kur’ân’ı açıklamaya çalışırken pek çok noktada diğer disiplinlerden istifade eder ki bunların başında Hadis ve Fıkıh ilimleri gelir. O halde tefsir yaparken diğer ilimlerden istifade etmeden bir sonuca varma şansımız gözükmemektedir. Öncelikle Tefsir Usûlü bilmek gerekmektedir. Ancak aynı kaynaktan beslenen ve tarihi süreçte ortaya çıkış dönemlerinden itibaren et ve tırnak gibi birbirinden ayrılmaz halde olan Hadis ve Fıkıh Usûlünü de bilmeye ihtiyaç vardır. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz üzere aynı kaynaktan beslenen bu ilimlerin birbirine sayısız katkıları vardır.

 

Sözünü ettiğimiz durumlarla ilgili  olarak Temel İslam Bilimleri alanında bilginin bütünlüğünden bahsetmek mümkündür. Yani Temel İslam Bilimlerini bilgi alanları bakımından birbirinden net çizgilerle ayırmak mümkün olmadığı gibi böyle bir şeye girişmek de doğru değildir. Ancak ilimler; muhtevaları, ortaya çıkış süreçleri ve tarihsel gelişimlerine bağlı olarak hiyerarşik bir tasnife tabi tutulurlar. Şimdi biz, Tefsir Usûlü’nün, Hadis ve Fıkıh Usûlü ile etkileşim içerisinde olduğu noktaları ele almaya çalışacağız.

 

   Şüphesiz her ilmin bir metodolojisi vardır. Yani herhangi bir ilmin kapsamında ortaya konan şeyler belirli bir disipline göre ele alınmaktadır. Yani bir söylemin ilmî değerinin olabilmesi için belirli bir metodolojiye göre ortaya konmuş olması gerekir. İşte bu şekilde, Fıkıh ve Tefsir ilimlerinin de metodolojik olarak belli hadleri ve kuralları vardır. Bu hadler ve kurallar Fıkıh Usûlü ve Tefsir Usûlü isimleri altında ortaya konmuşlardır.

 

Usûl-ü Fıkıhın mevzuu kendisi ile küllî hükümlerin sübûtu açısından şer'î küllî delildir. Yani usûlcü, meselâ kıyası ve onun hüccet oluşunu, âmmı ve onun kayıtlanışını, emri ve delâletini kendisine konu edinir. Bunu bir misalle açıklamaya çalışırsak şöyle söyleyebiliriz: Kur'ân-ı Kerîm ilk şer'î delildir. Fakat onun tüm şer'î nassları aynı tarzda gelmiş değildir. Kimileri emir, kimileri nehy, kimileri âmm, kimileri hâss sığasıyla varid olmuştur. Bu sîğalar, şer'î delil çeşitlerinin küllî nevîleridir. Usûlcü bu nevîlerin her birini tek tek araştırır. Sonuçta; mesela emrin îcaba, nehyin de tahrîme delâlet ettiği sonucuna varır ve kaidesini koyar: “Emir îcap içindir, nehiy tahrîm içindir.” Bilahare fakîh, bu kaideyi alır ve Kur'ân-ı Kerîm'deki âyetleri bu kaidelere uygular. Allah'ın yasak ettiği bir şeyi, "nehiy tahrim içindir" kaidesine uygular ve aksine delâlet eden bir delil yoksa onun haramlığına hükmeder. Tabir caizse usûlcünün yaptığı bir plan şablondur. Fakih de bu planın uygulayıcısıdır. İşte bu noktada Fakih’in kullandığı Kur’ân bilgisi tefsir ilminin kapsamına girmektedir. Yani Tefsir daha işin başında Fakih’in sahip olması gereken Kur’ân bilgisini temin etmede ortaya çıkmaktadır. Kur’ân, Kitap adıyla Fıkhın ilk kaynağıdır. Yani Fıkhî bir usûlü uygulamaya geçirirken ilk uğranan durak Kur’ân’dır. Öyleyse Fıkıh Usûlü’nün bir uygulama alanının olabilmesi için Tefsir’e ve Tefsir Usûlü’ne ihtiyaç vardır. Öyleyse diyebiliriz ki; Fıkıh ilminin ilk başvurduğu kaynağın Kur’ân olması, Kur’ân’dan hüküm çıkarmak için de Tefsir ilmine ve usulüne ihtiyaç olması daha baştan Tefsir ve Fıkıh Usûlünü birleştirmektedir.

 

Aynı şekilde Tefsir İlminin de Fıkıh Usûlüne ihtiyacı vardır. Çünkü Tefsir, Kur’ân’ı açıklamak amacına hizmet etmektedir. Dolayısıyla ondaki hükümleri, haramları helalleri, ortaya koyup Kur’ân muhataplarının kullanımına hazır hale getirmek, Fıkıh ilmine ve dolayısıyla Fıkıh Usûlü’ne kalmaktadır. Öyleyse diyebiliriz ki; Fıkıh Tefsirsiz olmaz, Tefsir de Fıkıhsız olmaz. 

 

   Fıkıh ve Tefsir Usûlü yukarıda da kısaca değinildiği üzere kaynakları bakımında Kur’ân noktasında birleşmektedir. Bu anlamda usûl noktasında da pek çok noktada benzeştikleri, birbirlerine etkileri ve katkıları olduğu pek tabiidir. Bu noktayı bu iki ilmin tarihi gelişim seyrine baktığımızda da müşahede etmek mümkündür.         

 

Sonuç olarak; bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere ve en başta da söylediğimiz gibi, Tefsir ve Fıkıh birbirine çok yakın olan ve birbirine katkıda bulunan iki ilim dalıdır.

 

Tefsir, Kur’ân ayetlerine açıklama getirirken yararlandığı disiplinlerin belki de en başında hadis gelmektedir. Çünkü Kur’ân-ı açıklamaya çalışırken ilk başvurulacak şey Peygamberimizin söz konusu ayetle ilgili sözleridir. Aslında bu işin sadece bir yönüdür. Çünkü Tefsir İlminin dayandığı birçok esas, başvurduğu ve ayetleri açıklarken kullandığı bir çok aslî ilim hadis mecmualarıyla rivayet yoluyla aktarılmış ve daha sonra da Kur’ân İlimleri adı altında sistemleştirilmiştir. Bu anlamda hadis ilmi; Peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaların yanı sıra, ayetlerin indiği koşulları, sebeb-i nüzul bilgilerini, ayetlerin iniş sırası ve buna bağlı olarak nasih-mensuh bilgilerini, kıraat bilgilerini, ayetlerin mekkî ya da medenî oluşuyla ilgili bilgileri bize sağlamaktadır. İşte Tefsir tüm bu saydığımız hususlarda Hadis İlmine başvurur. 

 

Bütün bu bilgilerden ortaya çıkmaktadır ki; İslamî ilimler, birlikte bir bütün oluşturmaktadır. Her ilim bu bütünün bir parçası konumundadır. Kur’ân İslamî ilimlerin en başta gelen kaynağıdır. Onun gösterdiği hedefe ulaşmak için Kur’ân’ı konu edinen Tefsir disiplini geliştirilmiştir. Tefsir de bu anlamları Hz. Peygamber ve onun Ashabından öğrenmek amacıyla hadise başvurmak zorundadır. Tefsir böylece, İslamiyet’in en başta gelen kaynağını açıklamış olmaktadır. Fıkıh da bu açıklamalarla Kur’ân’ı anlamakta ve diğer kaynaklarla birlikte bir kaynak olarak kullanmakta ve yeni durumlar için bu kaynaklardaki bilgilere uygun hükümler üretmektedir. Fıkıh Usûlü de bunun nasıl yapılacağını ortaya koymaktadır. Öyleyse Kur’ân’a dair söz söyleyecek kimsenin, bu disiplinlerin tümüne vakıf olması gerekir. Aksi takdirde hataya düşmek kaçınılmaz olacaktır.

 

                                                                                 Necdet KAHVECİ

                                                                                        Doktora Öğrencisi

                                                                                  Öğr. No: 13922706

 






0 Yorum - Yorum Yaz


 

 

TEFSİRDE BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ

 

Tefsir dediğimizde aklımıza ilk etapta iki türlü tefsir gelmektedir; birincisi rivayet tefsiridir ki, Kur’ân ayet­lerine yeni yorumlar getirmekten ziyade bazı ayetleri, diğer bazı ayetlerle, hadislerle veya Seleften ve özellikle Sahabeden nakledilmiş rivayetlerle açıklamaktır. Bunun aynı zamanda bir dirayet tefsiri olduğunu söyleyenler de vardır. İkincisi ise, dirayet tefsiridir. Böyle bir tefsirde asıl gaye yeni bir yorum sunmaktır. Bu tür tefsirde rivayetlere yer verilirse de, bunlar sadece önerilen yeni yorumu desteklemek içindir. Görüldüğü gibi Kur’an’ı anlamada bu iki yaklaşımı bir­birinden kesin bir şekilde ayırmak oldukça zordur. Kanaatimize göre İslâm’da ilk tefsir çalışmalarının rivayet şeklinde başlaması böyle bir ayırıma yol açmıştır. Diğer taraftan İslâm toplumunun genişlemesi ile sosyal değişime uğraması sonucu, dirayet tefsir metodu ile Kur’an’ı an­lamaya çalışma ihtiyacı doğmuştur. Bu sebepten Kur’an’ın güncelliği ve bütün zamanlara dair sözünün olması ve meydana gelen hadiseler ışığında yorumlanması için bunun böyle olması gerekmektedir.

 

İlk dönem tefsirlere bakıldığında görülecektir ki, bunlar bizim bugünkü tefsir anlayışımızdan çok uzaktır. İbn Abbas, Abdullah İbn Mes’ud ve Ali İbn Ebî Talha gibi zatlar, tefsir kelimesinin Arapça’daki sözlük anlamı ile Kurân’ı tefsir etmişlerdir. Zira "tefsir", “açıklamak” veya “kapalı bir şeyi açmak” anlamındadır. Bu kelimenin “yorumlamak” gibi yeni anlamlar kazan­ması daha sonraki devirlerde yapılan tefsir çalışmalarının etkisi ile olmuştur.

 

Aslında her "tefsir" bir yeni yorumu gerektirir. Onun içindir ki, daha henüz bazı sahabeler hayatta iken dirayet tefsirleri yapılmaya başlanmış ve tefsir anlayışının bugünkü şeklini alması daha sonraki dönemlere denk gelir. Tefsir tarihinde bütün gelişmeler ve özellikle tefsir metodolojisi diyebileceğimiz tefsir usulündeki çalışmalar genel olarak rivayet-dirayet ikilemi içerisinde cereyan etmiştir. Bu yüzden diğer tüm tefsir çeşitlerini bu iki ana başlık altında değerlendirmek mümkün gözükmektedir.

 

Tefsir usulünde nazarî yaklaşım eksikliği pek az hissedildiği için müfessirler bu yöne pek gereği gibi eğilmemişlerdir. Ancak bugün bu eksiklik daha belirgin bir şekilde hissedil­mekte ve bu durumla ilgili sorular Müslümanları uğraştırmaktadır. Bu sorulardan birisi de Kuran’ın bütünlüğü meselesidir. Bütün müfessirlerin üzerinde mutabakata vardıkları bir noktaya henüz ulaşamamışlardır. Bundan dolayıdır ki bazı bilginler “bütünlük” denince bundan sadece “Kur’an’ın bir bütün olarak kabul edilmesi gerektiğini” anlamışlardır. Bu zaten zahir olan bir gerçektir. Kur’an’ın bir kısmını alıp veya belli bir kaç ayetini göz önünde tutup diğer kısımlarını dikkate almamak, Kur’an’ın kendi içinde çelişki doğurabilir. O halde böyle bir bütünlük anlayışı üzerinde durmak var olanı tekrardan ibaret olur.

 

Bizler Rivayet-dirayet tefsirlerinde Kur’an’ın bütünlüğü meselesini üç açıdan değerlendireceğiz. Birinci olarak “Mut­tasıl Bütünlük” diyebileceğimiz yaklaşımdır ki, bu bakış açısından bir ayeti başka ayetlerle açıklamaktır. Böylece iki veya daha fazla ayet arasında görünüşte bir çelişki veya uyumsuzluk varsa, diğer ayetlerin yardımı ile bunlar giderilme yoluna gidilir. Müşkilü’l-Kur’an diyebileceğimiz bu durum ayetlerin ilk bakışta bir sorun gibi algılanması neticesinde onu açıklayan diğer ayetlerle onun kapalılığını gidermektir. Muttasıl bütünlüğün en önemli yönü nâsih ve mensuh ayetlerin, bir tek konu gibi ele alınıp incelenmesidir. Konulara bir bütün olarak bakıp meseleyi toptan bir bakış açısıyla görebilme incelenen konunun daha etraflıca anlaşılmasına sonsuz katkı sağlayacaktır.

 

İkinci olarak ele alacağımız konu “Münfasıl Bütünlük” olarak tabir edilebilir. Bu şu demektir. Belli bir fikrin bir ayet etrafında; fakat diğer ayetlere de müracaat edilerek geliştiril­mesidir. Burada asıl üzerinde durmak istediğimiz konu nazarî bütünlüğün, bu yaklaşıma biraz benzemesidir. Munfasıl bütünlüğün önemi son yüzyıllarda daha çok ortaya çıkmaktadır. Bu tür bütünlüğü rivayet tefsirlerinde görmemiz mümkün değildir. Ancak her dirayet tefsiri de bunu başarılı bir ölçüde uygulayamamıştır. Bunun sebebi ise, yorumların tek bir ayet etrafında geliştiril­mesidir. Her ne kadar bu yaklaşımda bir çok ayetlere müracaat edilirse de asıl gaye tefsiri yapılmakta olan ayetin açıklanmasıdır. Yoksa ileri atılan yeni yorum veya fikri, Kur’an çerçevesinde açıklama endişesi yoktur.

 

Bilgide bütünlük meselesini ele alırken değinmemiz gereken diğer bir konu da “Nazarî Bütünlüktür.” Bu sistemde Kur’an’ın konuları esas alınır. Böylece alışılmış tefsir usulü olan Kur’an’ı ayet ayet surelerdeki sıralarına göre tefsir etme artık geçerliliğini yitirmiştir. Kur’an’ı tefsir ederken ayet ayet sure sure sıralarına göre tefsir etme belki Kur’an’ın İlmî olarak incelenmesi açısından faydalı bir yol olabilir. Ancak belli konularda Kur’an’ın bir bütün olarak görüşünün ne olduğu konusunda net bir fikir ortaya koyamaz. İşte bu durumda nazarî bütünlüğün önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü nazarî olarak ve bir bütün halinde yapılan böyle bir çalışma, Kur’an’ın  o konudaki görüşünü sistemli bir şekilde ve toplumun ih­tiyaçlarına cevap verecek tarzda hem de yeterli olarak açıklayabilir. İşte günümüzde bilginin daha işlerlik kazanması adına yapılması gereken bu işleme biz “Nazari Bütünlük” diyoruz. Artık sadece Tefsir sahasında değil bütün alanlarda uygulanmaktadır. Şimdi de tefsir ilminin kendisini ilgilendiren diğer sahalarla olan bağlantısını ele almaya başlayabiliriz.

 

Tefsir ilmi, konusu itibariyle diğer İslam bilimleri ile doğrudan veya dolaylı olarak ilişki halindedir. Çünkü Tefsir, Temel İslam Bilimleri’nin en temel kaynağı olan Kur’ân-ı açıklamaya çalışan bir ilimdir. Bu anlamda Tefsir, diğer İslamî ilimlere hazır bilgi sağlayan merkezi bir konuma sahiptir. Buna mukabil Tefsir ilmi de Kur’ân’ı açıklamaya çalışırken pek çok noktada diğer disiplinlerden istifade eder ki bunların başında Hadis ve Fıkıh ilimleri gelir. O halde tefsir yaparken diğer ilimlerden istifade etmeden bir sonuca varma şansımız gözükmemektedir. Öncelikle Tefsir Usûlü bilmek gerekmektedir. Ancak aynı kaynaktan beslenen ve tarihi süreçte ortaya çıkış dönemlerinden itibaren et ve tırnak gibi birbirinden ayrılmaz halde olan Hadis ve Fıkıh Usûlünü de bilmeye ihtiyaç vardır. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz üzere aynı kaynaktan beslenen bu ilimlerin birbirine sayısız katkıları vardır.

 

Sözünü ettiğimiz durumlarla ilgili  olarak Temel İslam Bilimleri alanında bilginin bütünlüğünden bahsetmek mümkündür. Yani Temel İslam Bilimlerini bilgi alanları bakımından birbirinden net çizgilerle ayırmak mümkün olmadığı gibi böyle bir şeye girişmek de doğru değildir. Ancak ilimler; muhtevaları, ortaya çıkış süreçleri ve tarihsel gelişimlerine bağlı olarak hiyerarşik bir tasnife tabi tutulurlar. Şimdi biz, Tefsir Usûlü’nün, Hadis ve Fıkıh Usûlü ile etkileşim içerisinde olduğu noktaları ele almaya çalışacağız.

 

   Şüphesiz her ilmin bir metodolojisi vardır. Yani herhangi bir ilmin kapsamında ortaya konan şeyler belirli bir disipline göre ele alınmaktadır. Yani bir söylemin ilmî değerinin olabilmesi için belirli bir metodolojiye göre ortaya konmuş olması gerekir. İşte bu şekilde, Fıkıh ve Tefsir ilimlerinin de metodolojik olarak belli hadleri ve kuralları vardır. Bu hadler ve kurallar Fıkıh Usûlü ve Tefsir Usûlü isimleri altında ortaya konmuşlardır.

 

Usûl-ü Fıkıhın mevzuu kendisi ile küllî hükümlerin sübûtu açısından şer'î küllî delildir. Yani usûlcü, meselâ kıyası ve onun hüccet oluşunu, âmmı ve onun kayıtlanışını, emri ve delâletini kendisine konu edinir. Bunu bir misalle açıklamaya çalışırsak şöyle söyleyebiliriz: Kur'ân-ı Kerîm ilk şer'î delildir. Fakat onun tüm şer'î nassları aynı tarzda gelmiş değildir. Kimileri emir, kimileri nehy, kimileri âmm, kimileri hâss sığasıyla varid olmuştur. Bu sîğalar, şer'î delil çeşitlerinin küllî nevîleridir. Usûlcü bu nevîlerin her birini tek tek araştırır. Sonuçta; mesela emrin îcaba, nehyin de tahrîme delâlet ettiği sonucuna varır ve kaidesini koyar: “Emir îcap içindir, nehiy tahrîm içindir.” Bilahare fakîh, bu kaideyi alır ve Kur'ân-ı Kerîm'deki âyetleri bu kaidelere uygular. Allah'ın yasak ettiği bir şeyi, "nehiy tahrim içindir" kaidesine uygular ve aksine delâlet eden bir delil yoksa onun haramlığına hükmeder. Tabir caizse usûlcünün yaptığı bir plan şablondur. Fakih de bu planın uygulayıcısıdır. İşte bu noktada Fakih’in kullandığı Kur’ân bilgisi tefsir ilminin kapsamına girmektedir. Yani Tefsir daha işin başında Fakih’in sahip olması gereken Kur’ân bilgisini temin etmede ortaya çıkmaktadır. Kur’ân, Kitap adıyla Fıkhın ilk kaynağıdır. Yani Fıkhî bir usûlü uygulamaya geçirirken ilk uğranan durak Kur’ân’dır. Öyleyse Fıkıh Usûlü’nün bir uygulama alanının olabilmesi için Tefsir’e ve Tefsir Usûlü’ne ihtiyaç vardır. Öyleyse diyebiliriz ki; Fıkıh ilminin ilk başvurduğu kaynağın Kur’ân olması, Kur’ân’dan hüküm çıkarmak için de Tefsir ilmine ve usulüne ihtiyaç olması daha baştan Tefsir ve Fıkıh Usûlünü birleştirmektedir.

 

Aynı şekilde Tefsir İlminin de Fıkıh Usûlüne ihtiyacı vardır. Çünkü Tefsir, Kur’ân’ı açıklamak amacına hizmet etmektedir. Dolayısıyla ondaki hükümleri, haramları helalleri, ortaya koyup Kur’ân muhataplarının kullanımına hazır hale getirmek, Fıkıh ilmine ve dolayısıyla Fıkıh Usûlü’ne kalmaktadır. Öyleyse diyebiliriz ki; Fıkıh Tefsirsiz olmaz, Tefsir de Fıkıhsız olmaz. 

 

   Fıkıh ve Tefsir Usûlü yukarıda da kısaca değinildiği üzere kaynakları bakımında Kur’ân noktasında birleşmektedir. Bu anlamda usûl noktasında da pek çok noktada benzeştikleri, birbirlerine etkileri ve katkıları olduğu pek tabiidir. Bu noktayı bu iki ilmin tarihi gelişim seyrine baktığımızda da müşahede etmek mümkündür.         

 

Sonuç olarak; bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere ve en başta da söylediğimiz gibi, Tefsir ve Fıkıh birbirine çok yakın olan ve birbirine katkıda bulunan iki ilim dalıdır.

 

Tefsir, Kur’ân ayetlerine açıklama getirirken yararlandığı disiplinlerin belki de en başında hadis gelmektedir. Çünkü Kur’ân-ı açıklamaya çalışırken ilk başvurulacak şey Peygamberimizin söz konusu ayetle ilgili sözleridir. Aslında bu işin sadece bir yönüdür. Çünkü Tefsir İlminin dayandığı birçok esas, başvurduğu ve ayetleri açıklarken kullandığı bir çok aslî ilim hadis mecmualarıyla rivayet yoluyla aktarılmış ve daha sonra da Kur’ân İlimleri adı altında sistemleştirilmiştir. Bu anlamda hadis ilmi; Peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaların yanı sıra, ayetlerin indiği koşulları, sebeb-i nüzul bilgilerini, ayetlerin iniş sırası ve buna bağlı olarak nasih-mensuh bilgilerini, kıraat bilgilerini, ayetlerin mekkî ya da medenî oluşuyla ilgili bilgileri bize sağlamaktadır. İşte Tefsir tüm bu saydığımız hususlarda Hadis İlmine başvurur. 

 

Bütün bu bilgilerden ortaya çıkmaktadır ki; İslamî ilimler, birlikte bir bütün oluşturmaktadır. Her ilim bu bütünün bir parçası konumundadır. Kur’ân İslamî ilimlerin en başta gelen kaynağıdır. Onun gösterdiği hedefe ulaşmak için Kur’ân’ı konu edinen Tefsir disiplini geliştirilmiştir. Tefsir de bu anlamları Hz. Peygamber ve onun Ashabından öğrenmek amacıyla hadise başvurmak zorundadır. Tefsir böylece, İslamiyet’in en başta gelen kaynağını açıklamış olmaktadır. Fıkıh da bu açıklamalarla Kur’ân’ı anlamakta ve diğer kaynaklarla birlikte bir kaynak olarak kullanmakta ve yeni durumlar için bu kaynaklardaki bilgilere uygun hükümler üretmektedir. Fıkıh Usûlü de bunun nasıl yapılacağını ortaya koymaktadır. Öyleyse Kur’ân’a dair söz söyleyecek kimsenin, bu disiplinlerin tümüne vakıf olması gerekir. Aksi takdirde hataya düşmek kaçınılmaz olacaktır.

 

                                                                                 Necdet KAHVECİ

                                                                                        Doktora Öğrencisi

                                                                                  Öğr. No: 13922706

 






0 Yorum - Yorum Yaz


TEFSİRDE BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ

Tefsir dediğimizde aklımıza ilk etapta iki türlü tefsir gelmektedir; birincisi rivayet tefsiridir ki, Kur’ân ayet­lerine yeni yorumlar getirmekten ziyade bazı ayetleri, diğer bazı ayetlerle, hadislerle veya Seleften ve özellikle Sahabeden nakledilmiş rivayetlerle açıklamaktır. Bunun aynı zamanda bir dirayet tefsiri olduğunu söyleyenler de vardır. İkincisi ise, dirayet tefsiridir. Böyle bir tefsirde asıl gaye yeni bir yorum sunmaktır. Bu tür tefsirde rivayetlere yer verilirse de, bunlar sadece önerilen yeni yorumu desteklemek içindir. Görüldüğü gibi Kur’an’ı anlamada bu iki yaklaşımı bir­birinden kesin bir şekilde ayırmak oldukça zordur. Kanaatimize göre İslâm’da ilk tefsir çalışmalarının rivayet şeklinde başlaması böyle bir ayırıma yol açmıştır. Diğer taraftan İslâm toplumunun genişlemesi ile sosyal değişime uğraması sonucu, dirayet tefsir metodu ile Kur’an’ı an­lamaya çalışma ihtiyacı doğmuştur. Bu sebepten Kur’an’ın güncelliği ve bütün zamanlara dair sözünün olması ve meydana gelen hadiseler ışığında yorumlanması için bunun böyle olması gerekmektedir.

İlk dönem tefsirlere bakıldığında görülecektir ki, bunlar bizim bugünkü tefsir anlayışımızdan çok uzaktır. İbn Abbas, Abdullah İbn Mes’ud ve Ali İbn Ebî Talha gibi zatlar, tefsir kelimesinin Arapça’daki sözlük anlamı ile Kurân’ı tefsir etmişlerdir. Zira "tefsir", “açıklamak” veya “kapalı bir şeyi açmak” anlamındadır. Bu kelimenin “yorumlamak” gibi yeni anlamlar kazan­ması daha sonraki devirlerde yapılan tefsir çalışmalarının etkisi ile olmuştur.

Aslında her "tefsir" bir yeni yorumu gerektirir. Onun içindir ki, daha henüz bazı sahabeler hayatta iken dirayet tefsirleri yapılmaya başlanmış ve tefsir anlayışının bugünkü şeklini alması daha sonraki dönemlere denk gelir. Tefsir tarihinde bütün gelişmeler ve özellikle tefsir metodolojisi diyebileceğimiz tefsir usulündeki çalışmalar genel olarak rivayet-dirayet ikilemi içerisinde cereyan etmiştir. Bu yüzden diğer tüm tefsir çeşitlerini bu iki ana başlık altında değerlendirmek mümkün gözükmektedir.

Tefsir usulünde nazarî yaklaşım eksikliği pek az hissedildiği için müfessirler bu yöne pek gereği gibi eğilmemişlerdir. Ancak bugün bu eksiklik daha belirgin bir şekilde hissedil­mekte ve bu durumla ilgili sorular Müslümanları uğraştırmaktadır. Bu sorulardan birisi de Kuran’ın bütünlüğü meselesidir. Bütün müfessirlerin üzerinde mutabakata vardıkları bir noktaya henüz ulaşamamışlardır. Bundan dolayıdır ki bazı bilginler “bütünlük” denince bundan sadece “Kur’an’ın bir bütün olarak kabul edilmesi gerektiğini” anlamışlardır. Bu zaten zahir olan bir gerçektir. Kur’an’ın bir kısmını alıp veya belli bir kaç ayetini göz önünde tutup diğer kısımlarını dikkate almamak, Kur’an’ın kendi içinde çelişki doğurabilir. O halde böyle bir bütünlük anlayışı üzerinde durmak var olanı tekrardan ibaret olur.

Bizler Rivayet-dirayet tefsirlerinde Kur’an’ın bütünlüğü meselesini üç açıdan değerlendireceğiz. Birinci olarak “Mut­tasıl Bütünlük” diyebileceğimiz yaklaşımdır ki, bu bakış açısından bir ayeti başka ayetlerle açıklamaktır. Böylece iki veya daha fazla ayet arasında görünüşte bir çelişki veya uyumsuzluk varsa, diğer ayetlerin yardımı ile bunlar giderilme yoluna gidilir. Müşkilü’l-Kur’an diyebileceğimiz bu durum ayetlerin ilk bakışta bir sorun gibi algılanması neticesinde onu açıklayan diğer ayetlerle onun kapalılığını gidermektir. Muttasıl bütünlüğün en önemli yönü nâsih ve mensuh ayetlerin, bir tek konu gibi ele alınıp incelenmesidir. Konulara bir bütün olarak bakıp meseleyi toptan bir bakış açısıyla görebilme incelenen konunun daha etraflıca anlaşılmasına sonsuz katkı sağlayacaktır.

İkinci olarak ele alacağımız konu “Münfasıl Bütünlük” olarak tabir edilebilir. Bu şu demektir. Belli bir fikrin bir ayet etrafında; fakat diğer ayetlere de müracaat edilerek geliştiril­mesidir. Burada asıl üzerinde durmak istediğimiz konu nazarî bütünlüğün, bu yaklaşıma biraz benzemesidir. Munfasıl bütünlüğün önemi son yüzyıllarda daha çok ortaya çıkmaktadır. Bu tür bütünlüğü rivayet tefsirlerinde görmemiz mümkün değildir. Ancak her dirayet tefsiri de bunu başarılı bir ölçüde uygulayamamıştır. Bunun sebebi ise, yorumların tek bir ayet etrafında geliştiril­mesidir. Her ne kadar bu yaklaşımda bir çok ayetlere müracaat edilirse de asıl gaye tefsiri yapılmakta olan ayetin açıklanmasıdır. Yoksa ileri atılan yeni yorum veya fikri, Kur’an çerçevesinde açıklama endişesi yoktur.

Bilgide bütünlük meselesini ele alırken değinmemiz gereken diğer bir konu da “Nazarî Bütünlüktür.” Bu sistemde Kur’an’ın konuları esas alınır. Böylece alışılmış tefsir usulü olan Kur’an’ı ayet ayet surelerdeki sıralarına göre tefsir etme artık geçerliliğini yitirmiştir. Kur’an’ı tefsir ederken ayet ayet sure sure sıralarına göre tefsir etme belki Kur’an’ın İlmî olarak incelenmesi açısından faydalı bir yol olabilir. Ancak belli konularda Kur’an’ın bir bütün olarak görüşünün ne olduğu konusunda net bir fikir ortaya koyamaz. İşte bu durumda nazarî bütünlüğün önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü nazarî olarak ve bir bütün halinde yapılan böyle bir çalışma, Kur’an’ın  o konudaki görüşünü sistemli bir şekilde ve toplumun ih­tiyaçlarına cevap verecek tarzda hem de yeterli olarak açıklayabilir. İşte günümüzde bilginin daha işlerlik kazanması adına yapılması gereken bu işleme biz “Nazari Bütünlük” diyoruz. Artık sadece Tefsir sahasında değil bütün alanlarda uygulanmaktadır. Şimdi de tefsir ilminin kendisini ilgilendiren diğer sahalarla olan bağlantısını ele almaya başlayabiliriz.

Tefsir ilmi, konusu itibariyle diğer İslam bilimleri ile doğrudan veya dolaylı olarak ilişki halindedir. Çünkü Tefsir, Temel İslam Bilimleri’nin en temel kaynağı olan Kur’ân-ı açıklamaya çalışan bir ilimdir. Bu anlamda Tefsir, diğer İslamî ilimlere hazır bilgi sağlayan merkezi bir konuma sahiptir. Buna mukabil Tefsir ilmi de Kur’ân’ı açıklamaya çalışırken pek çok noktada diğer disiplinlerden istifade eder ki bunların başında Hadis ve Fıkıh ilimleri gelir. O halde tefsir yaparken diğer ilimlerden istifade etmeden bir sonuca varma şansımız gözükmemektedir. Öncelikle Tefsir Usûlü bilmek gerekmektedir. Ancak aynı kaynaktan beslenen ve tarihi süreçte ortaya çıkış dönemlerinden itibaren et ve tırnak gibi birbirinden ayrılmaz halde olan Hadis ve Fıkıh Usûlünü de bilmeye ihtiyaç vardır. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz üzere aynı kaynaktan beslenen bu ilimlerin birbirine sayısız katkıları vardır.

Sözünü ettiğimiz durumlarla ilgili  olarak Temel İslam Bilimleri alanında bilginin bütünlüğünden bahsetmek mümkündür. Yani Temel İslam Bilimlerini bilgi alanları bakımından birbirinden net çizgilerle ayırmak mümkün olmadığı gibi böyle bir şeye girişmek de doğru değildir. Ancak ilimler; muhtevaları, ortaya çıkış süreçleri ve tarihsel gelişimlerine bağlı olarak hiyerarşik bir tasnife tabi tutulurlar. Şimdi biz, Tefsir Usûlü’nün, Hadis ve Fıkıh Usûlü ile etkileşim içerisinde olduğu noktaları ele almaya çalışacağız.

   Şüphesiz her ilmin bir metodolojisi vardır. Yani herhangi bir ilmin kapsamında ortaya konan şeyler belirli bir disipline göre ele alınmaktadır. Yani bir söylemin ilmî değerinin olabilmesi için belirli bir metodolojiye göre ortaya konmuş olması gerekir. İşte bu şekilde, Fıkıh ve Tefsir ilimlerinin de metodolojik olarak belli hadleri ve kuralları vardır. Bu hadler ve kurallar Fıkıh Usûlü ve Tefsir Usûlü isimleri altında ortaya konmuşlardır.

Usûl-ü Fıkıhın mevzuu kendisi ile küllî hükümlerin sübûtu açısından şer'î küllî delildir. Yani usûlcü, meselâ kıyası ve onun hüccet oluşunu, âmmı ve onun kayıtlanışını, emri ve delâletini kendisine konu edinir. Bunu bir misalle açıklamaya çalışırsak şöyle söyleyebiliriz: Kur'ân-ı Kerîm ilk şer'î delildir. Fakat onun tüm şer'î nassları aynı tarzda gelmiş değildir. Kimileri emir, kimileri nehy, kimileri âmm, kimileri hâss sığasıyla varid olmuştur. Bu sîğalar, şer'î delil çeşitlerinin küllî nevîleridir. Usûlcü bu nevîlerin her birini tek tek araştırır. Sonuçta; mesela emrin îcaba, nehyin de tahrîme delâlet ettiği sonucuna varır ve kaidesini koyar: “Emir îcap içindir, nehiy tahrîm içindir.” Bilahare fakîh, bu kaideyi alır ve Kur'ân-ı Kerîm'deki âyetleri bu kaidelere uygular. Allah'ın yasak ettiği bir şeyi, "nehiy tahrim içindir" kaidesine uygular ve aksine delâlet eden bir delil yoksa onun haramlığına hükmeder. Tabir caizse usûlcünün yaptığı bir plan şablondur. Fakih de bu planın uygulayıcısıdır. İşte bu noktada Fakih’in kullandığı Kur’ân bilgisi tefsir ilminin kapsamına girmektedir. Yani Tefsir daha işin başında Fakih’in sahip olması gereken Kur’ân bilgisini temin etmede ortaya çıkmaktadır. Kur’ân, Kitap adıyla Fıkhın ilk kaynağıdır. Yani Fıkhî bir usûlü uygulamaya geçirirken ilk uğranan durak Kur’ân’dır. Öyleyse Fıkıh Usûlü’nün bir uygulama alanının olabilmesi için Tefsir’e ve Tefsir Usûlü’ne ihtiyaç vardır. Öyleyse diyebiliriz ki; Fıkıh ilminin ilk başvurduğu kaynağın Kur’ân olması, Kur’ân’dan hüküm çıkarmak için de Tefsir ilmine ve usulüne ihtiyaç olması daha baştan Tefsir ve Fıkıh Usûlünü birleştirmektedir.

Aynı şekilde Tefsir İlminin de Fıkıh Usûlüne ihtiyacı vardır. Çünkü Tefsir, Kur’ân’ı açıklamak amacına hizmet etmektedir. Dolayısıyla ondaki hükümleri, haramları helalleri, ortaya koyup Kur’ân muhataplarının kullanımına hazır hale getirmek, Fıkıh ilmine ve dolayısıyla Fıkıh Usûlü’ne kalmaktadır. Öyleyse diyebiliriz ki; Fıkıh Tefsirsiz olmaz, Tefsir de Fıkıhsız olmaz. 

   Fıkıh ve Tefsir Usûlü yukarıda da kısaca değinildiği üzere kaynakları bakımında Kur’ân noktasında birleşmektedir. Bu anlamda usûl noktasında da pek çok noktada benzeştikleri, birbirlerine etkileri ve katkıları olduğu pek tabiidir. Bu noktayı bu iki ilmin tarihi gelişim seyrine baktığımızda da müşahede etmek mümkündür.         

Sonuç olarak; bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere ve en başta da söylediğimiz gibi, Tefsir ve Fıkıh birbirine çok yakın olan ve birbirine katkıda bulunan iki ilim dalıdır.

Tefsir, Kur’ân ayetlerine açıklama getirirken yararlandığı disiplinlerin belki de en başında hadis gelmektedir. Çünkü Kur’ân-ı açıklamaya çalışırken ilk başvurulacak şey Peygamberimizin söz konusu ayetle ilgili sözleridir. Aslında bu işin sadece bir yönüdür. Çünkü Tefsir İlminin dayandığı birçok esas, başvurduğu ve ayetleri açıklarken kullandığı bir çok aslî ilim hadis mecmualarıyla rivayet yoluyla aktarılmış ve daha sonra da Kur’ân İlimleri adı altında sistemleştirilmiştir. Bu anlamda hadis ilmi; Peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaların yanı sıra, ayetlerin indiği koşulları, sebeb-i nüzul bilgilerini, ayetlerin iniş sırası ve buna bağlı olarak nasih-mensuh bilgilerini, kıraat bilgilerini, ayetlerin mekkî ya da medenî oluşuyla ilgili bilgileri bize sağlamaktadır. İşte Tefsir tüm bu saydığımız hususlarda Hadis İlmine başvurur. 

Bütün bu bilgilerden ortaya çıkmaktadır ki; İslamî ilimler, birlikte bir bütün oluşturmaktadır. Her ilim bu bütünün bir parçası konumundadır. Kur’ân İslamî ilimlerin en başta gelen kaynağıdır. Onun gösterdiği hedefe ulaşmak için Kur’ân’ı konu edinen Tefsir disiplini geliştirilmiştir. Tefsir de bu anlamları Hz. Peygamber ve onun Ashabından öğrenmek amacıyla hadise başvurmak zorundadır. Tefsir böylece, İslamiyet’in en başta gelen kaynağını açıklamış olmaktadır. Fıkıh da bu açıklamalarla Kur’ân’ı anlamakta ve diğer kaynaklarla birlikte bir kaynak olarak kullanmakta ve yeni durumlar için bu kaynaklardaki bilgilere uygun hükümler üretmektedir. Fıkıh Usûlü de bunun nasıl yapılacağını ortaya koymaktadır. Öyleyse Kur’ân’a dair söz söyleyecek kimsenin, bu disiplinlerin tümüne vakıf olması gerekir. Aksi takdirde hataya düşmek kaçınılmaz olacaktır.

 

 

 

                                                                                     Necdet KAHVECİ

                                                                                    Doktora Öğrencisi

                                                                                   Öğr. No: 13922706 

 




0 Yorum - Yorum Yaz


                     No:  13922722

                  AHMED ALDYAB

 


لايمكن فصل تدوين السنة والفقه والتفسير عن بعضها البعض، لأن ظهور هذه العلوم كان مرتبطاً ببعضه، فسؤال الصحابة عن مسائل التفسير تبعه ذكر الحديث، وكنتيجة طبيعية بدأت مسائل الفقه تخرج إلى السطح، لكن لابأس أن نفصل في تدوين كل علم على حده.

بالنسبة لتدوين السنة:

تلقى الصحابة السنة عن رسول الله صلى الله عليه وسلم، فقد كان الحديث مادتهم لفهم القرآن فهو كان السبيل الوحيد لذلك، ومادتهم التطبيقية التي تتعلق بجميع أمور حياتهم. في البداية احتاط الصحابة والتابعين من رواية الحديث وتثبتهم في قبوله بعد عهد الرسول صلى الله عليه وسلم، لقد كان الصحابة حريصين على تلقي الحديث فخافوا أن ينقلوا شيئاً عن الرسول الكريم لم يقله خشية الوقوع في الخطأ، ولذلك التزم الصحابة منهج التقليل في الرواية مع كثرة تحملهم عن الرسول الكريم، فمثلاً نرى أنس بن مالك يقول: لولا أنني أخشى أن أخطئ لحدثتك بأشياء سمعتها من رسول الله الكريم وكان إذا فرغ من الحديث قال: أو كما قال رسول الله، وروي عن عبدالله بن الزبير أنه قال: قلت للزبير بن العوام: مالي لاأسمعك تحدث عن رسول الله صلى الله عيه وسلم كما أسمع من ابن مسعود وفلانٍ وفلانٍ قال: أما إني لم أفارقه منذ أسلمت ولكني سمعت منه كلمة، يقول : من كذب علي متعمداً فليتبوأ مقعده من النار، لذلك في عهد الرسول الكريم لم يكتبوا الحديث خوفاً من الاشتباه بالقرآن على الرغم مما روي عن الرسول الكريم من الترخيص بالكتابة لبعض الصحابة بتدوين الحديث  فقد أخرج البخاري في كتاب العلم عن أبي هريرة –رضى الله عنه - : ( ما من الصحابة أكثر حديثاً مني ، إلَّا ما كان من عبدالله بن عمروٍ بن العاص ، فإنه كان يكتب ، ولا أكتبُ )، وأخرج البخاري أيضاً عن ابي هريرة –رضى الله عنه - أنه قال : خطب رسول الله –صلى الله عليه وسلم – في فتح مكة .........إلى أن قال : ( اكتبوا لأبي شاة، لكن في المقابل روي عن السيدة عائشة رضي الله عنها أنها قالت: جمع أبي الحديث عن رسول الله وكان خمسمائة حديث، فبات ليلة يتقلب كثيراً فلما أصبح قال: أي بنية هلمي الأحاديث التي عندك فجئته بها فدعا بنا فحرقها، وعلى هذا النهج سار التابعون الذين تلقوا عن الصحابة ،ولقد زادت كراهية التابعين للكتابة حينما اشتهر بينهم تدوين آرائهم الشخصية إلى جانب الحديث فخافوا الالتباس، ولكن على الرغم من ذلك لانستطيع أن نقول إن الصحابة والتابعين مااشتغلوا بالحديث ولابتدوينه ومن ذلك نرى أن جابر بن سمرة كتب بعض الأحاديث وأرسلها إلى عامر بن أبي وقاص بناء على طلبه (أخرجه مسلم في صحيحه)، وكتب زيد بن أرقم وأرسل بها إلى أنس بن مالك ( أخرجه أحمد في مسنده)، وكان بعض الصحابة يحث تلامذته  على كتابة العلم فكان يقول:قيدوا العلم بالكتابة، وكان يقول كنا لانعد من لايقيد علمه بالكتابة علماً، وأياً كان فقد بدأ تدوين السنة في القرن الثاني، لكن في القرن الثالث بدأ التدوين الحقيقي لها وبدأت المصنفات تظهر كمسند الإمام أحمد وابن راهويه وبعض كتب الحديث كمختلف الحديث لابن قتيبة، وبدأت تظهر درجة الاعتناء بالحديث من حيث الصحة والتثبت من كل ماينقلوه ( مراحل تدوين السنة النبوية نشأته وتطوره، مطر الزهراني ) (السنة قبل التدوين، محمد عجاج الخطيب )

بالنسبة لتدوين الفقه

نشأة الفقه مرتبطة ارتباطاً وثيقاً بالسنة والتفسير، فالمسائل الفقهية كانت تُستنتج عن طريق القرآن والحديث، فكل سؤال عن أمر ما كان يستوجب الرجوع إلى القرآن أولاً ثم إلى أقوال الرسول صلى الله عليه وسلم، ولكن على الرغم من ذلك نستطيع أن نلمح بعض المراحل التي مر بها الفقه، ففي عصر النبي الكريم لم يكن للاجتهاد دور في الأحكام فاعتمد الصحابة على مايوجد في القرآن والسنة وإن وجدت بعض الآراء فهي من باب الاسترشاد بأقوال الرسول الكريم، والفقه في هذه المرحلة كان يعتمد على ترسيخ العقيدة ومكارم الأخلاق في بدايته أما فيما بعد عندما أصبح للمسلمين دولة أصبحت الأحكام تميل إلى أمور المعاملات كالبيع والشراء وغيرها، وكانت الأحكام تعتمد على الكتاب والسنة. بعد انتقال الرسول إلى ربه كان الصحابة يتمتعون بشحنة من الرسول الكريم وكانت العقول من الطبيعي أن تجد بعض الاختلاف فيما بينها، لكن هذا الاختلاف كان دفعاً للمفسدة وجلباً للمصلحة، فالمسألة التي لم يجدوا جواباً لها في القرآن وفي أقوال الرسول الكريم كان يحاول بعض الصحابة أن يعطي فيها رأيه تحقيقاً لمصلحة الناس ومن هؤلاء الصحابة نجد سيدنا عمر وعلي وابن عباس، ومما زاد كثرة الآراء الفقهية عدم وصول الكتاب إلى بعض الناس، فكما نعلم أن القرآن جمع في عصر مابعد الرسول الكريم في عهد سيدنا عثمان رضي الله عنه، وبعد هذا العهد عصر الخلفاء الراشدين اتسعت رقعة الدولة الإسلامية وتنوعت أحوال الناس وكثرت المسائل فكثرت الآراء وانقسم الناس إلى مدرستين: مدرسة أهل الحجاز ومدرسة أهل الكوفة، أما مدرسة الحجاز فكانت تحاول أن تأخذ بالقرآن وأقوال الرسول الكريم قدر الإمكان بعكس مدرسة أهل الكوفة التي كانت تتوسع في الآراء وتفترض المسائل التي يمكن أن تقع في المستقبل، وقد اختلف العلماء في تقسيم أدوار الفقه، فبعضهم قسمها بحسب الزمن وبعضهم قسمها بحسب التطور والنضوج( انظر تاريخ التشريع ومراحله الفقهية، عبد الله الطريقي) ( تاريخ الفقه الإسلامي، محمد علي السايس) ( تاريخ التشريع الإسلامي، محمد خضري بك)

بالنسبة لتاريخ التفسير:

التفسير في عهد الرسول الكريم: طبعاً الصحابة كانوا يفهمون القرآن، لكن بسبب اختلاف المواهب والملكات والاطلاع على العلوم المختلفة واللغة العربية ومدى امتلاكهم لهذه اللغة فكانت تصدر بعض الأسئلة من الصحابة للرسول الكريم في حق كلمة أو مسألة في التفسير أو في سبب نزول آية من الآيات، لكن بشكل عام كان الصحابة يفهمون القرآن ويتذوقونه بسليقتهم النظيفة.

التفسير في عهد الصحابة:

التفسير في عهد الصحابة كان يعتمد على تفسير القرآن بالقرآن وأقوال النبي الكريم واستنباطهم وقوة إدراكهم وسماعهم من أهل الكتاب الذين دخلوا في الدين الإسلامي وكان من أشهر الصحابة في التفسير:عبداله بن مسعود و عبد الله بن عباس علي بن أبي طالب وأبي بن كعب وأبو بكر الصديق وعمر بن الخطاب وعثمان بن عفان وغيرهم، وقد تميز تفسير الصحابة باعتماده على الأحاديث المرفوعة إلى الرسول الكريم وهنا نلحظ العلاقة بين الحديث والتفسير.

التفسير في عهد التابعين:

جاء التابعون ونقلوا روايات التفسير عن الصحابة وزادوا فيها ما استنبطوه بأنفسهم وكان التفسير يختلط في الحديث فقد كان غير مرتب وكان التابعون من كل أهل بلد يهتمون برواية ماسمعوه من التفسير عن الصحابي الذي يقيم في بلدهم فاختص المكيون برواية ابن عباس واختص المدنيون برواية أبي بن كعب واختص الكوفيون بوراية ابن مسعود وهذه المدارس الثلاث أهم مدارس التفسير في عهد التابعين.

التفسير فيما بعد التابعين:

وهذا القسم يشمل مراحل متعددة: مرحلة التدوين التي بدأت في النصف الثاني من القرن الهجري والبدء بتدوين الحديث خصوصاً، بدأ التفسير يدون ضمن كتب الحديث خاصة إذ كان يفردله باباً ضمن الأبواب التي تشتمل عليها المدونات الحديثة، ومع انتشار العلوم واستقلال كل علم لوحده أخذ التفسير يدون كعلم مستقل بأسانيده، وبعد مرحلة التدوين بالأسانيد جاءت مرحلة التدوين لكن مع اختصار الأسانيد والاقتصار على ظهور ظاهرتي الوضع والنقل عن الروايات الإسرائيلية وبعد هذه المرحلة أحذ التفسير يأخذ منحى عقلياً وبدأ ترجيح بعض الأقوال على بعض اعتماداً على أشياء كثير منها اللغة العربية والفلسفة والسياقات القرآنية واتخذ هذا منحى  مابين القبول والرفض وتنوعت التفاسير فظهر التفسير الذي يعتمد على اللغة، وتفسير يطغى عليه الجانب الفقهي وآخر يحاول أن يعتمد على الجانب الفلسفي، وفي نفس الوقت أخذ التفسير بالمأثور يوازي هذه التفسير. ومن صفات هذه المرحلة بدأت تصانيف كثيرة مهتمة بعلوم القرآن كمجاز القرآن ومفردات القرآن والناسخ والمنسوخ وأسباب النزول وأحكام القرآن، وفي مرحلة عصر النهضة الحديثة بدأت تظهر موضوعات جديدة في مجال التفسير كالتفسير الموضوعي والعلمي للقرآن الكريم.

بعض العلماء حاول أن يقسم المرحلة التي دون فيها التفسير إلى ثلاث خطوات: الخطوة الأولى: كان التفسير يتناقل بالرواية من عهد الرسول صلى الله عليه وسلم إلى عهد التابعين.

الخطوة الثانية: بعد عهد الصحابة والتابعين كان التفسير باباً من الأبواب التي اشتمل عليها الحديث، فلم يفرد تأليف خاص يفسر القرآن سورة سورة وآية آية من مبدئه إلى منتهاه، بل وجد من العلماء من طوف في الأمصار المختلفة ليجمع الحديث، فجمع بجوار الحديث ماروي في الأمصار من تفسير منسوب إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم وإلى الصحابة والتابعين، من هؤلاء: يزيد بن هارون السلمي، وشعبة بن الحجاج، ووكيع بن الجراح وسفيان بن عيينه، فكان جمعهم للحديث جمعاً لباب من أبواب الحديث ولم يكن للتفسير للتفسير على استقلال وانفراد.

الخطوة الثالثة: انفصل فيها التفسير عن الحديث وصار علماً قائماً بنفسه ووضع تفسير لكل آية من القرآن وصدر هذه المرحلة بابن ماجه ثم ابن جرير وابن المنذر وابن أبي حاتم والحاكم.

في النهاية لابد لي أن أشير إلى العلاقة الوطيدة بين علم الحديث وعلم التفسير، فقد كان المفسرون من الرواة فهم يروون سنته عموماً، ولم يكن المتقدمون قد أفردوا للمفسرين تراجم خاصة لهذا السبب، وقد كان المتقدمون من علماء الحديث البصريين بنقد الرجال يفرقون بين الرواة في هذه المجالات وإن لم يخصوهم بكتب خاصة ولم يقع التخليط في هذا الأمر إلا متأخراً. ( انظر التفسير والمفسرون، محمد حسين الذهبي ) ( مقدمة في أصول التفسير، أحمد بن عبد الحليم) ( المدخل لتفسير كتاب الله تعالى، صفوان عدنان داوودي)




0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    07.01.2014

Doktora-Güz Dönemi-13922708-Mustafa Kumru

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Din-i mübin-i İslamın nazarında ilim marifetullaha haddini bilerek ermeye,hakkın rahmet kıldığı eşyaya ve alem-ı mahlukata mahkum olmadan merhamet etmeye, Hakkı hak bilib Hakka tabi olmaya batılı batıl bilib batıldan ictinab etmeye salık verir.Hasyetullah ülamayı abidinin klabinde ancak hakkettiği yeri bulur.Bulurda ümürüddünya da zikrullaha, zikrullah aşk-ı habibullahla üsvey-i hasene tedrisatından geçer hesab-ı mahşeri her daim fikreyler. Verdiği basiret ve şecaat ile beşer şaşsa da tevbe eder ecdadı Adem gibi.Şeytan aleyhillane de ilim sahibi idi.Tekasürde Hakkı bulmak ilmin şumulune şamil olamayan ezhana sakil gelir.Bu vesile ile daha önce hiç gitmediği yolda sefere çıkan misafire yol tarifi nasıl yapılacak sa ulumi islamiyedenın şumuline halel gelmiyecek şekliyle mundabit,mücmel,müteyakkız ve dakik olmalıdır.




0 Yorum - Yorum Yaz

Ödev 1    07.01.2014

Emine Nilüfer SEVİN

Birleşik Doktora 13952702

ESBAB-I NÜZÜL I – ÖDEV 1

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Bilginin bütünlüğünü genel olarak,  “bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumu” olarak tanımlamak uygun olmaktadır. Konumuz dahilinde Kur’an-ı Kerim tefsirinde bilginin bütünlüğüne değindiğimizde ilk önce gereken ilimleri belirlemek gereklidir.

Bunlar;

1. Lügat İlmi

2. Nahiv ve Sarf (Gramer, Dil Bilgisi)

3. Belagat İlmi

4. Kıraat İlmi

5. Kelam İlmi

6. Fıkıh İlmi

7. Tefsir İlmi

8. Hadis İlmi

9. Tarih ve Sosyoloji

Lügat İlmi; Kur'an-ı Kerim Arap dilinde indiğinden onun manalarını açıklayacak kişinin bu dili iyi bilmesi gerekir. Kelimeler, bazen ilk akla gelen anlamda değil de, daha farklı anlamlarından birinde kullanılmış olabilir. Müfessir bu dili iyi bilmelidir ki, kelimelerin hangi manalarda kullanıldığını daha doğru olarak anlayabilir. Aynı şekilde Nahiv ve Sarf da Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında önemli rol oynar. Belagat İlmi; Bir kimsenin, binlerce edebi sanat ve edebi üslup içeren metni, hiçbir yanlış anlayışa yer vermeyecek şekilde anlayabilmesi için, hakiki ve mecazi manalar, teşbih, temsil, istiare, kinaye, te'kid, takdim, te'hir, hazf, icaz, itnab, kasr, iltifat gibi terimlerle tarif edilen üslup özelliklerine sahip olması gerekir. Kıraat İlmi; bazı kelimelerin, bizzat Hz. Peygamber sav tarafından tebliğ edilen farklı okunuşlarını gösteren ilimdir. Kur'an da birçok kelimeler farklı kıraatlerde okunabilmekte ve bu da manalarda bazı farklılıkların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Akaid ve Kelam İlmi; Allah Teala hakkında caiz, vacib ve imkansız olan sıfatlar, nübüvvet, ahiret gibi konulardaki doğru inanç esasları, bütün ayet ve hadisleri birlikte değerlendirdikten sonra bu ilim dalı tarafından ortaya konulmuştur. Usul-i Fıkh İlmi; ayetlerden dini hükümlerin nasıl çıkarılacağına dair kuralları bildiren ilimdir. Kavramların mücmel (toplu halde, özet), mufassal (detaylı), umum, husus (genel veya sınırlandırılmış anlam), mutlak (herhangi bir sınırla sınırlandırılmamış ve dolayısıyla çok mana ve vecihlere ihtimali bulunan), mukayyed, mensuh, müevvel (tevil edilmiş) vb. olup olmaması konusunda yol gösterir. Usul-i Tefsir İlmi; ayetlerin hangi ortamlarda indirildiğini bildiren Esbab-ı Nüzul, bazı ayetler arasında yanlış yere var sanılan çelişkileri çözüm gideren Mekki-Medeni, Muhkem-Müteşabih, huruf-i mukatta'a, Nasih-Mensuh, Kur'an kıssaları, Kur'an meselleri gibi birçok konuyu içeren Kur'an ilminin adıdır. Usul-i Hadis ve Hadis İlmi; Hz. Peygamber'den nakledilen ve Kur'an'ı açıklayıcı mahiyette olan hadislerden bilgi edinmeyi sağlar. Tarih ve Sosyoloji İlmi; beşer toplumlarının maruz kaldıkları durumları konu edinen ilimlerdir.

Yukarıda açıklanan ilimler dahilin de bir bilginin öğrenilmesinde, açıklanmasında diğer ilim dallarının da etkisi olup daima bu ilimler çerçevesinde çalışmaların yapılması gerekmektedir.




0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin bütünlüğü    07.01.2014

Nazım Çetin, Yüksek Lisans.                                                                05.01.2014

Öğrenci No: 12912769                                         

Bilgi Bütünlüğü  

 

      

 

       Bilgi Bütünlüğü  bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur. Bilginin saklanması veya açık/kapalı iletişim ağlarından iletimi sırasında içerik açısından herhangi bir değişime uğratılmamış olması, özgün halinde korunmasıdır.

 

        Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

İslâmî terminolojide genel olarak el-ilm ve el-ma'rife terimleriyle ifade edi­len bilgi daha ziyade bilen (özne) ile bili­nen (nesne) arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürün­müş sonucu olarak anlaşılmıştır.

        İlim devam etmekte olan bir süreçtir. Geçmişi, anı ve geleceği vardır. Bu bakımdan onu bu bütünlük içinde ele almak lazım. Konusu Allah’ın kelamı olan Kur’an  ve onun lafızlarından murad edilen manayı bulup ortaya çıkarmak olduğu için “ Eşrefu’l ulum” diye  nitelenen tefsir de böyle bir bütünlüğe sahiptir.

        Kur’an, insanlık tarihinde en önemli medeniyetlerden biri olan İslam kültür be medeniyetinin temel kaynağıdır. Kur’an ilmin insan için bir şeref vesilesi olduğunu söylemektedir.[1] Öncelikle Kur’an’a göre ilmin  ne olduğuna bir bakalım. Kur’an vahye ilim demektedir.[2] Hz. Peygamber’e  şöyle dua etmesini söylemektedir ; “ Deki : Rabbim ilmimimi artır.”[3]Bütün bunlar İslam’ın ilme, bilgiye ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

        Sahabe-i Kiram Kur’an ve vahiy sevdalısı kimselerdi. Aynı şekilde onlar  Hz. Peygamber’e  de büyük bir muhabbetle bağlıydılar. Vahiy onların hayatının bir parçası idi. Vahye bu kadar bağlılıkları onların hayatını değiştirdi. Vahiy geldikçe hayatları anlam kazanıyordu. Hatta gelen vahyi kaçırmamak için hane-i saadette nöbet tutuyorlardı.

       Şu olay, Sahabe’nin Kur’an sevgisini bizlere güzel bir şekilde anlatmaktadır: Hz. Peygamber daha yeni ebedî âleme irtihal etmişti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’le birlikte Ümmü Eymen’in ziyaretine gitmişlerdi. Yanına vardıklarında bu yaşlı kadın ağlıyordu. Onu bu halde görünce  “Niçin ağlıyorsun, Allah’ın Rasûlü’nün Allah katında ereceği mükâfatın daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun? Diyerek onu teselli etmek istediler. Bunun üzerine vahiy sevdalısı bu kadıncağızın dilinden şu sözler döküldü: “ Bilmez olur muyum? Elbette ki Allah’ın elçisi, sonsuz güzelliklere ve yüceliklere ermiştir. Ben onun ölümüne değil, onun ölümüyle vahyin kesilmesine ağlıyorum.” Bu söz onları da hüzünlendirdi ve onlar da ağlamaya başladılar.[4]

       Şu ayet , ashabın vahiy karşısındaki durumunu  münafıklarla mukayeseli bir şekilde anlatmaktadır: “ Yeni bir sure indirildiğinde münafıklardan bazıları; ‘ Bu inen kısım hanginizin imanını artırdı acaba? diterekvahyi küçümserler. Fakat mü’minlere gelince, bu, onların imanını ve sebatını artırır, sevinip birbirlerini müjdelerler.’[5]

       Kur’an, ilk Müslümanların karşılaştığı engeller, muhaliflerle yaptıkları savaşlar ve İslam davetinin geçirdiği aşamalarla ilgili bizlere önemli tespit ve uyarılarda bulunur. Bütün bu anlatımlarda Kur’an’ın kalplere işleyen ve vicdanları harekete geçiren bir anlatım tarzı vardır. Dolayısıyla bunlarda esas olan tarihi bir hadisenin nakledilmesi değildir. Aksine bütün çağ ve dönemlerde yaşayan müminlere yönelik ikaz ve ibretler söz konusudur.Hadiselerin ötesinde gizlenmiş bulunan değerler ortaya konuluyor ve böylece insana çıkarması gereken dersler hatırlatılıyor. Müminlerin savaş atmosferinde  yaşadıkları iç çalkantılar , imani hayatlarındaki teslimiyet veya gevşeklikler, işte bütün bunlar ayetlerde  tasvir edilmektedir. Böylece nesiller boyunca insanın karşılaşacağı benzer zorluklar, psikolojik gelgitler karşısında izleyeceği yol ve yöntemler  ortaya konmaktadır.

       Bilgi Bütünlüğünü Kur’an açısından ele aldığımızda vahyin nazil olduğu sosyolojik ortam, toplumsal yapı, o dönemde yaşayan insanların psikolojik durumları, ayetlerin  sebebi nüzûlleri, ayetlerin bize ulaştırılması esnasındaki nakil durumu, ayetleri  Hz. Peygamber (s.a)değerlendirilmesi, ayetleri   sahabenin değerlendirilmesi, ayetlerin  hadislerle birlikte  değerlendirilmesi, bizden önce yaşamış olan alimlerimizin ayetleri değerlendirmeleri ve bu hususta göz önünde bulundurulması gereken her şeyin bir bütün halinde değerlendirilmesidir.

       Günümüzde tefsir ve müfessir için çok muazzam bir birikim, malzeme ve kaynak bolluğu mevcuttur. Bu hazine en güzel şekilde  tümü birlikte değerlendirilmelidir.Tefsirin salt bir rivayet, nakilcilik ve hikaye etme olmayıp, yorumlama; Kur’an’ın lafız ve manaları üzerinde, muteber yöntemlerle kafa yorma, görüşler ve öneriler üretme, “tedebbür”, “ta’akkul” ve  “tezekkür”de bulunma anlamlarını kapsadığından haraketle, kendi çağımızın ihtiyaç ve meselelerini, onların  ibare ve terkiplerini tekrarlamakla değil, ama, onların sorun çözücü , dinamik yöntemlerinden ilham alarak karşılama yoluna girmeliyiz.[6]



[1]  Bakara; 2/31.

[2]  Bakara; 2/120.

[3]  Taha; 20/114.

[4]  Müslim, Fedâilü’s-sahabe, 103.

[5]  Tevbe; 9/124.

[6]  Roger Garaudy, 20.yy Biyografisi,çev.A.Zeki Ünal, Fecr Yayınları,1989,s.292.




0 Yorum - Yorum Yaz

ödev    07.01.2014

                                                                                  HAZIRLAYAN BAYRAM AKTAŞ

                                                                      11952751

İslami Bilimlerde Bilgi bütünlüğü




0 Yorum - Yorum Yaz

ödev    07.01.2014

                                                                                  HAZIRLAYAN BAYRAM AKTAŞ

                                                                      11952751

İslami Bilimlerde Bilgi bütünlüğü

 

               İslam dini bilgiye çok önem veren bir dinidir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz .  Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır . Her on ayetten biri ilimden bahsetmektedir . Ümmi bir peygambere okuma yazmanın dahi genel olarak  bilinmediği bir dönemde bu ayetlerin nazil olduğu düşünülürse  gerçekten  manidardır . Günümüz Mü’minleri içinde sorgulanması gerekn bir durumdur .

Bilgi ve bütünlük kelimelerinin anlamları : Bilgi genelde bilen insan ile bilinen şey ( nesne ) arasındaki ilişki olarak tanımlanmaktadır . Dış dünyada milyarlarca şeyin varlığını beş duyumuzla anlarız . İşte dış dünyadaki varlıkların zihnimizde bıraktığı ize bilgi adını vermekteyiz . [1]   Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır [2]

                     İslam’da bilgi bütünlüğü ifadesi ile kastettiğimiz ise şudur : islam dininde bilimler her ne kadar Tefsir, Hadis, fıkıh kelam  vb..gibi  farklı alanlara ve branşlara  ayrılsa da , öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadır . Adeta aynı kaynaktan doğup ta zeminsel şartlardan dolayı farklı yataklarda akan akarsu ; aynı kökten yetişip te   farklı şekil ve konum alan ağaç dalları gibidirler . 

                     İslam ‘ ın kendi özünden doğan ve kendine özğü olan bilimleri vardır ki müslümanların anlamlı varoluşlarının gereği olarak, konusu amacı ve yöntemi dogrudan İslam’ ı yaşamaya ve anlamaya yönelik , bizzat müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ilmi faaliyetlerin ve ilmi disiplinlerin tamamına islami bilimler denir [3]

                     Biz bu yazımızı İslam’da bütün bilgi ve esasların kendinden doğduğu ve bilgi bütünlüğünün de esasını  oluşturan üç temel kaynağı ve onlardan bilim dallarının doğuşunu esas olarak sürdüreceğiz .

                    İslam’da bilginin kaynağı Kur’an , Sünnet ve akıl olmak üyere üç tanedir .

  1. İlahi kaynak ( Kur’an) :

  2. Beşeri kaynak ( akıl )

  3. Hem ilahi hemde beşeri yönü bulunan kaynak ( Sünnet )

 

  1. İlahi kaynak ( Kur’an) : Aynı zamanda vahye dayalı kaynak da diyebileceğimiz Kur’an İslam’ın en temel kaynağıdır .’’ İslamiyet içersinde gelişen bütün bilimler Kur’an’ı merkeze alarak , O’nun çevresinde O’na göre gelişmişlerdir ‘’[4]. Bu dogal bir durumdur çünkü Kur’an ilahi kökenli olması , vahye dayanması itibariyle mü’minler için kesin bilgi ifade eder ve üzerinde tartışılmaz .

     

  2. Beşeri kaynak ( akıl ) : İslam’da insan faliyetlerine dayanan bir bilgi kaynağı da vardır ki bu akıldır . Aklın İslam’da hem dini hem de hukuki konularda önemli bir yeri vardır . Kur’an’da akletmeyi tavsiye eden bir çok ayeti kerime de vardır . [5] ’’ Kur’an vahyi aklın üstünde bir bilgi kaynağı olarak görmektedir . Fakat aynı zamanda vahiy yoluyla konulan esasların doğruluğunun ancak akıl aracılığıyla muhakeme edilebileceğini söylemektedir . Bu sebeple tekrar tekrar akıldan bahsederek akli yeteneklerinden yararlanmayanları kötülemektedir.[6] İslam’ın koyduğu esaslar yine akıl ile anlaşılabileceğine göre vahiy ve akıl yanyana yürüyen ve birbirini tamamlayan bir bütünün  iki parçasıdır.’’[7]

Beşeri kaynaklar ise İcma( ictihad) ve kıyas olmak üzere ikiye ayrılır .

  1. İcma : İcma Istılahi (terimsel)  anlamda ‘’ Hz. Peygamberin vefatından sonra herhangi bir devirde alimlerin , dini bir meselenin hükmü hakkında ittifak etmeleri anlamına gelir ’’ [8] Kur’an’da ve sünnette hakkında hüküm bulunmayan konuların çözülebilmesi için Kur’an ve sünnet icma’ı İslam’ın üçüncü kaynağı olarak kabul eder [9]

İctihad : İcma’ın ferdi kişisel boyutunu oluşturan ictihad da bir kaynak olarak kabul edilmiştir.  Fıkhi bir terim olarak ise , fakihin tafsili delillerden şer’i ,ameli hükümleri çıkarmak için bütün imkanını harcaması mansına gelir . ictihadla sabit olan hükümler alimin kendi gayreti ile elde ettıği görüşler olduğu için kesinlik ifade etmez . Her ictihad kendi devri ve şartları içinde doğru sayılır. [10]

Kıyas : hakkında nass bulunmayan bir meseleye , aralarındaki ortak illet sebebiyle hakkında nass bulunan bir meselenin hükmünü vermektir .  Pezdevi şeriatın asıllarının kitap , sünnet ve icma olmak üzere üç tane olduğunu dördüncü aslın ise , bu ilk üçünden hüküm çıkarsayan kıyas olduğunu belirtmektedir . [11] İslam’da beşeri kaynak olan icma ve kıyasın yanında yardımcı kaynak diyebileceğimiz ; istihsan , istishab maslahatı mürsele , sahabe kavli, örf , seddi zerai Şer’ u men kablena kaynakları vardır ki konumuzu uzatmamak adına bunların tafsılatına girmeyecegiz .

           3)  Hem ilahi hem de beşeri yönü bulunan kaynak ( Sünnet ) : sünnet   ıstılahta

           Hz peygamberden sadır olan söz, fiil ve takrirlerle O’na ait sıfatlara denir. Bu manada sünnet hadisi nebevi ile eş anlamlıdır .  Klasik kaynaklarda sünnet ilahi kaynaklı  bilgi olarak , modern dönemde ise beşeri kaynaklı bilgi olarak ele alınırken [12]  biz her iki yaklaşımdan farklı olarak üçüncü bir başlık altında    hem ilahi hem de beşeri kaynaklı bilgi katagorisinde ele aldık . Kur’an’ı Kerim Peygamberimizi hem beşer hem de vahiy alan bir rasül olarak nitelemektedir [13]  Şah veliyullah dihlevi ( ö .1176/1763) nübüvvet ve risaletin mahiyeti açısından Hz peygamberden bilgileri iki kısma ayırır .

  1. Hz. Peygamberin risalet görevi ile ilgili insanlığa tebliğ etmekle sorumlu olduğu hususlar . Kur’an bunların başında gelir Hukuk , ibadet ve ahlakın ana ilkeleri de bu kısma girer . Yine Kur’an dışında ahiret alemi ile ilgili bilgiler ( Acaıbul melekut ) de bu türdendir .

  2. Risalet alanına girmeyen , tebliğ etmekle sorumlu olmadığı , tıb ve zıraatla ilgili sözlerini , özel fetva ve yargılarını , geçici bir maslahat ve menfaate sebep olan şeylere dayanarak söylediklerini ve yaptıklarını bu ikinci katagoride değerlendirir . [14]

            Peygamber efendimizden sadır olan her şeyin vahiy mahsülü olduğunu söylemek , Kur’an ‘da ifade edilen  beşeri yönüne ters düşerken ; O’ndan gelen Kur’an dışındaki her sözü beşeri olarak nitelemek , başta Cibril hadisi olmak üzere  Peygamberimizin Vahye dayandırdığı bilgilere ters düşmektedir . dolayısıyla bu şekilde ilahi ve beşeri boyutu bir arada barındıran tasnifin daha isabetli olacağına karar verdik . [15]

           Sünetin daha iyi anlaşılması için kısaca peygamberlik kurumunun önemine değinmek istiyorum . Peygamberlik , dinin temel esaslarının en güvenilir kaynağı olan vahyin bize ulaşmasına aracılık etmesi bakımından dinin en önemli kurumudur . peygamberlik yok sayıldığı takdirde din diye bir kurum ortada kalmaz . zira ilahi dinin tamamı haberden ibarettir ve bu haberi de  peygamber getirmektedir . dolayısıyla haberin varlığı ve güvenilirliği  peygamberin varlığına güvenilirliğine bağlıdır . bunlardan birinin eksik olması  doğrudan habere yansır … nitekim İslam’dan önceki semavi dinlerde ki bozulma , peygamberlik kurumunun tahribiyle başlamıştır. [16] konumuzla doğrudan alakası olamamakla beraber ilahiyat sahasında çalışan herkesin dikkat etmesi gerektiği kanaatiyle bu kısmı buraya eklemiş bulunmaktayız .   

              İslam ‘da bilgi bütünlüğünün temelini oluşturan kaynaklar zikredildikten sonra aynı köke sahip olan İslami bilimlerin bu kökten  farklı dallara ayrılış sürüvenine değineceğiz. Peygamber efendimiz hayatta iken sahabeyi kiram her türlü müşkilatını O’na danışarak hallediyor, sorunlar ve sorular Allah rasülünün müdahalesi ve izahıyla çözülüyor, hiçbir ihtilafa mahal kalmıyordu. Peygamber’imizin vefatıyla tek teşri ve otorite kaynağı ortadan kalktığı için ihtilaflar zuhur etti . Hatta  cemel ve sııfın gibi şavaşlara neden oldu. Diğer taraftan fetihler hızla devam etti. Hicretin birinci asrının sonunda , İslam coğrafyasının sınırları batıda avrupanın en uzak noktasına , doğuda ise Çin hududuna kadar uzanıyordu . Fetihlerle beraber farklı inanç ve kültüre sahip insanlar İslam dinine girdiler . ’’Futuhattan sonra muhtelif şehirlere dağılan sahabe , ilmi hareketlere başlamış ve onlarda ekseriye Arap olmayanlar ilim almıştı . İşte bunlar tabiilerdi ki çoğu mevali  idi. Eski din ve kültürlerinin tesirinde kalarak , İslamiyeti Araplardan farklı şekilde anlamışlardı. ‘’ [17]

               İslam coğrafyasının genişlemesiyle sorunlar ve çözüm bekleyen meseleler çoğalmıştı.Bu durum karşısında sahabe ve tabıun efendilerimiz , Kur’an’a ,sünnete  ve Peygamberimizden daha O hayatta iken öğrendikleri içtıhada  yani  bu ikisini temel alarak ortaya koyacakları şahsi görüşlerine müracat ediyorlardı . Bir yandan karşılaşılan sorunlara çözüm bulma arayışı , diğer yandan İslam’ın içinde barındırdığı ilmi potansiyel yani müntesiplerini ilme ,irfana ,düşünmeye ve akletmeye teşvik edişi ,müslümanları Kur’an ve sünnet üzerinde detaylı araştırmaya yöneltti. ‘’ Ortaya çıkan sonsuz sayıda duruma sınırlı sayıda kaynak metinle cevap verebilmek amacıyla , Kur’an ve diğer metinsel kaynakların adeta noktasına kadar incelenmesi gerekiyordu. ‘’[18]

                ’’ İlk devirde hadis ilmi bütün marife şamildi . Bazı hadisler , Kur’an ayetlerinin tefsirini , bazıları fıkhi bir hükmü, bazıları da Hz. Peygamber’in gazalarını ihtiva ediyordu .’’[19]  İlimler alanlara ayrılmış değildi. Bütün ilmi çalışmalar fıkıh adı altında yapılıyordu.

                 Hicri birinci asırdan itibaren yukarda saydığımız sebeplere ilaveten İslam düşmanlarına karşı dini savunmak , İslam bünyesinde ortaya çıkan çeşitli fırka ve mezheplerin muhalif gördüğü diğer fırka ve mezheplere karşı giriştikleri çabanın sonunda , bilgiler çeşitli yöntem ve metodlar altında belli bir düzen ve disiplin altında toplanmaya başladı.

                Buraya kadar saydığımız durumlar islami bilimlerin  dayandığı kaynak bütünlüğüne ve bu kaynaktan durum ve ihtiyaca göre genişleyip , genişlemesine işaret etmekteydi. Şimdi ise bilgiyi işleyen olarak  bu bütünlüğün diğer bir yönünü oluşturan ilim adamları kısmına , değinmek istiyorum

                 İlk dönemlerde  islam ilimleri alanlara ayrımamıştı ve o devirdeki ilim ehli de  ilimlerin tamamıyla ilgileniyordu . Yani sahıslarda bilgi bütünlüğüne sahiplerdi. Gerek hadis,gerek tefsir gerekse fıkıh tarihine baktığımız zaman bu ilimlerin duayenlerinin , aynı şahıslar olduğu hemn dikkatimizi çekmiştir. Örneğin Abdullah b.Mes’ud ‘un hayatına baktığımız zaman ‘’ Hz. Peygamberin daima yakınında bulunmuş olması sebebiyle Kur’an .tefsir ,kıraat,hadis ve fıkıh ilimlerinde şöhrete ulaşmış ‘’[20]  biri olark anıldığını görürüz . Abdullah b.Abbas başta olmak üzere bir çok sahabeyi kiram efendimiz içinde durum farklı değildir.

              Netice itibariyle islami ilimler birbiriyle bütünlük arz eder. Dolayısıyla bu bilimleri birbirinden kesin çizgilerle  ayırmak mümkün değildir . Hocamızında ısrarla üzerinde durduğu üzere ,ilahiyat   sahasında yapılan çalışmalarda bu bütünlük göz ardı edilirse yapılan çalışmanın bir yönünün eksik kalacağı unutulmamalıdır .

 

 

 

 

 

 



[1]  İslam Bilimlerinde Yöntem , Ünıte 1 , S . 5

[2] Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kur’an ve Bağlam , S. 205

[3] İslam Bilimlerinde Yöntem , Ünıte 2 , S . 35

 

[4] İslam Bilimlerinde Yöntem , Ünıte 3 , S . 86

 

[5] Bkn. Bakara, 44,73,75, 164, 242,   Al-i İmran 65,118,  En’am , 32 ……  

[6] Nisa , 83

[7] İslam Dininin Temel Kaynakları. , Ünite 16, S. 280

[8][8] Dini Kavramlar sözlüğü .DiB yayınları S. 291

[9] Nisa ,115

[10] Dini Kavramlar sözlüğü .DiB yayınları S. 292

[11] Dini Kavramlar sözlüğü .DiB yayınları S. 292

 

[12] Örenk olarak  Bkn  İslam Bilimlerinde Yöntem , Ünıte 3 , S . 86

[13] İsra , 93

[14] İslam Dininin Temel Kaynakları. , Ünite8 , S. 132

[15] Böyle bir tasnife gitmemize , şu an ki diyanet işleri başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hocamızın ‘’ İslam Dinin  Temel Kaynakları  , ünite 8. S 127-144 ‘’ yazısı etkili omuştur .

[16] Geniş bilgi için Bkn . cafer Çağdaş , vahyi anlama ve uygulamada peygamberimizin rolü,  Diyanet ilmi Dergi , Hz Muhammed özel sayı 2000 , 

[17] Prof.Dr. İsmail Cerrahoğlu , Tefsir Tarihi , S. 90-91 ,  Fecr yayınları , Ankara 2010

[18] Prof . Dr. Mehmet Paçacı , Çağdaş dönemde Kur’an’a ve tefsire ne oldu ?  Klasik yayınları , İstanbul 2008

[19] Prof.Dr. İsmail Cerrahoğlu , Tefsir Tarihi , Fecr yayınları , Ankara 2010

[20] Prof.Dr. İsmail Cerrahoğlu , Tefsir Tarihi , S. 73 ,  Fecr yayınları , Ankara 2010




0 Yorum - Yorum Yaz


Nüzul ortamında Hz. Peygamber ve Ashabı’nın Kur’an’ı anlama sorunlarının çok olmadığı açıktır. Nitekim vahiy, çoğu zaman, onların durumuna göre gelmiştir. Vahiy sonrası ashabın vahiy doğrultusunda davranış değişikliği göstermesi bunun doğruluğunun kanıtıdır. Tabiin ve özellikle tebe-i tabiin döneminden itibaren Kur’an üzerinde ve rivayetleri üzerinde çalışmalar yapılmaya, eserler tedvin edilmeye başlanınca artık Kur’an merkezli (veya böyle bir iddiayla) pek çok ilim belirmeye başlamış, gittikçe de bu ilimlerin sayısı artmıştır. Her bir ilim dalı da Kur’an’ı daha iyi anlama amacı ile ortaya çıkmıştır.

Kur’an merkezli ilim dallarının birbirlerinden bağımsız, habersiz bir şekilde çalışma yapmaları bu amaca erişmede kuşkusuz ki bir eksiklik olacaktır. Bu, aynı amacı, Kur’an’ı anlama çabasını, birbirlerinden habersizce gerçekleştirmeye çalışmak anlamına gelecektir. Bilakis böyle bir durumda aynı amacı güden tüm ilimlerin birlikte hareket etmeleri gerekmektedir.

Birlikte hareket etmek demek, herkesin aynı ilim dalı çatısı altında buluşması anlamına gelmez. Bilakis tüm araştırmacıların kendi ilim dallarında daha da derinlemesine bilgi sahibi olmaları bu yolda elzemdir. Burada beklenen şey, bu uğurda sahip olunan bilgilerin bir arada kullanılmasıdır.

Sonuç olarak Kur’an’ı daha iyi anlamak için yapılacak olan araştırmalarda bu bilgi bütünlüğünü yakalamak gereklidir. Nüzul ortamında gerçekleşen “doğru anlama” eylemini gerçekleştirmeye bu, daha yakın olacaktır.

Muhammed Hayri ŞAHİN

Öğrenci No: 12922755




0 Yorum - Yorum Yaz

KUR’AN VE BAĞLAM    09.01.2014

Adı Soyadı: Erdal ERTORUN

Öğrenci No: 13922709

Ders Grubu: Doktora

Dönem: 2013-2014/1.Dönem

 

KUR’AN VE BAĞLAM

 

1-Bilginin Bütünlüğü Hakkında:

 

Yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'de, insan hayatının anlam ve amacı hakkında şöyle buyurmaktadır:

"O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır." (Mülk, 67/2)

Ayet-i Kerime‘de de bildirildiği gibi, insanın hayatı ve ölümü imtihan için var edilmiştir ve bu imtihanda, insanın teorik alandaki tercihinin de kanıtlayıcısı olarak, pratikte yapıp-ettikleri belirleyici olmaktadır. Kur'an, baştan sona pratiğin (amelin) önemini vurgulayan beyanların yer aldığı bir kitaptır. Bu açıdan Kur'an'ın, teoriden ziyade pratiğin önemine vurgu yapan bir kitap olduğunu söyleyebiliriz.

Kur’an’ın daha güzel anlaşılması için onun ilimler bütünlüğü göz önüne alınmalıdır. Bu, en önemli ilkedir.  Bu ilke, Kur’an’ı anlamada olmazsa olmaz ilk şart sayılmaktadır. Zira Kur’an, (siyak-sibak) öncesi-sonrasıyla, tarihilik mefhumuyla,  Mekki ve Medeni olmasıyla, umum husus olmasıyla, muhkem müteşabih olmasıyla vs. bir bütünlük arzetmektdir. Bu sebeple, Kur’an’ı  her biri ayrı bir ilim dalı haline gelmiş olan bu konulardan ayrı tutarak anlamak, onun tarihi misyonuna aykırı düşer. O, Kur’an ilimlerinin ki –aynı zamanda tefsirin birer dalı olmuş-bir bütün olmasıyla yapısal gereçekliğini bulmuştur. Bu şekilde ona yaklaşılması durumunda, anlamada hataların daha az olacağı bilinmelidir. Ayrıca, Kur’an-ı salt bilgi yığını olarak da görmemek gerekmektedir. Zira O, hayatın içinde ve dinamik olarak varlığını pratik hayatta sürdürmektedir, sürdürmelidir.

Bu anlayış, Müslümanın zihin dünyasında canlı tutuldukça, Onun indiği nüzul ortamındaki sahabenin anladığı şekliye anlaşılmasının daha kolay olacağı gözardı  edilmemelidir.

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz


Abdussamet Varlı            (Öğrenci No:13922711)

Doktora Ödevi       (2013-2014 Güz Dönemi)

Bilginin Bütünlüğü

Varoluşun temelinden bu güne insanoğlu, varlığını ve var olduğu çevresini merak ede gelen bir varlık olmuştur. Bu merak, geleceğine ve bu bağlamda özellikle ölümden sonrasının nasıl olacağına dair de yoğun bir şekilde devam ede gelmiştir. Bu merak insanın ne olduğu, nereden gelip nereye gittiği ve bu yolculuğun kalitesinin nelere bağlı olduğu sorularına aranan cevaplar etrafında toplanmaktadır.

Bilgi Bütünlüğü; bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilginin tamamını ifade eden terimdir. İşte yukarıda bahsedilen, insan fıtratının merak ede geldiği sorulara verilebilecek cevaplar ilahi karakterli olmalıdır. Zira bu sorulara insanlığın kendi dünyası ve kendi çerçevesi içinden cevap vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla İslam geleneği ve Müslüman miras kültürü bu sorular çerçevesinde verilen cevaplarla dolu bir mirasa sahiptir. Bu mirasın zaman içerisinde ilmi kollara ve bölümlere ayrılmış olması, günümüz insanının cevaplara ulaşmasını zorlaştırmıştır. İslâm Bilimleri, İslâm’ın tabiatından çıkan, Kur’ân ve Sünnet’ten kaynaklanan ilimlerdir. İslâm Bilimleri, Müslümanların varoluşlarının gereği olarak, konusu, amacı ve yöntemi doğrudan İslâm’ı anlamaya ve yaşamaya yönelik bizzat Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ilmi faaliyetlerin veya oluşturulan ilmi disiplinlerin tamamını ifade eder. İşte bilginin bütünlüğü bu mirasın toplu olarak okunabilmesi ve faydalı hale dönüştürülmesini amaç edinmektedir. Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU Hocamız; ilim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde oturttuğu ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliğine dikkat çekmekte ve bu eksikliği gidermek için hem ülke içinde hem de yurtdışında öncülük ettiği birçok projeyle bu boşluğu giderme çabası içende olduğunu ifade etmektedir.

Müslüman kültüründen ve pratik hayatından müşahhas bir misal vermek gerekirse; Müslüman’a yapılması farz olan bir şeyi, onu yerine getirebilmek için bilgi donanıma sahip olması üzerine farzdır.    Farz olan namazı hakkıyla eda etmek için bu ibadetinin bütünlüğünü sağlayan erkân ve şartlarını bilmek ve yerine getirme de farzdır. Burada farz olan bilgi ile kast edilen şey iman ve amel için gerekli olandır. Ayrıca bilginin değeri de fikir, tefekkür ve amele yansımasıyla orantılıdır. İmam-ı A”zam (150/792) hazretleri buyuruyor ki: “İyi bil ki, uzuvların göze tabi olması gibi amel de ilme tabidir. Az amelle ilim, çok amelle birlikte olan cehaletten hayırlıdır. Bunun içindir ki, Allahü c.c. şöyle buyurur: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[5] Büyük fıkıh âlimlerinden Süfyan es-Sevri hazretleri şöyle buyuruyor: “İlim ameli davet eder. Eğer amel geldiyse ne güzel, gelmezse ilim de göçer gider.” der.  İşte Müslüman kültüründeki bütünlük budur.

Dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar. Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanlara, İslami ilimlere bütünsel bakışı kazandırmak hem akademik camianın hem de diyanet işlerinin önemle üzerinde durması gereken konuların başında gelmelidir.




0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin bütünlüğü    11.01.2014

Bilginin bütünlüğü:

İslam tarihinin başlangıcından günümze kadar, farklı disiplinler sudur etmiştir. Kelam, Fıkıh, hadis, tarih ve tefsir en temel disiplinlerdir. Hatta günümüzde pisikoloji, soyoloji ve felsefe ninde yaygın bir şekilde işlevselliğinden bahsedebiliriz. Erken dönem alimler yukarda bahsi gecen ilimlere topyekun vakıftı. Örnegin tefsir sahasında ün yapmış bir alim bir okadar Hadis ilminede vakıftı. Dolayısıyla bir bütünlük söz konusuydu. Bilginin artması veyahut çoğalmasıyla beraber bilgide fırklılaşma doğal olarak ortaya çıkmıştır. Bu husus sadece ıslami ilimler için geçerli olan birşey değildir. İhtisaslaşma bütün dunyayı kapsayan bir meselder. Tarihte bir marangoz aynı zamanda iyi bir ciftçi olabiliyorken günümüzde bu imkansız hale gelmiştir. İslami ilimlerde bu durumdan mütevellit fırkalaşmıştır. Tefsir ve hadis gibi alanlarda ihtisaslaşmanın yanında bu alanların içinde yön belirleyip o konuya ilişkin derin araştırma yapıp uzmanlaşma söz konusudur. Bu durum birtakım sıkıntıları beraberinde getirmektedir. Bir disipline ve konuya yoğunlaşıp, diğer bütün disiplinleri ve alanları ihmal etmek. Dolayısıyla yeterince vukufiyet elde edememek. Tefsir, hadis, kelam, fıkıh ve tefsir gibi alanlar birbirini tamamlayan bir bütünlük içinde değerlendirilmelidir. Birbirinden ayrılmaz bir bütünü teşkil eder. Yanı teşbih yapacak olursak bunlardan her birisi yapbozun birer parçası gibidirler. Herhangi birisini eksik bırakırsak istenilen resmi meydana getıremeyız. İslami disiplinlerin geneline vukufiyetimiz eksik olursa, uzmanlaşmaya çalıştığımız alanda bir çok hataya düşme potansiyeli yüksektir. Tarihten günümüze kadar böyle bir ihtisaslaşma şekli hiç olmamıştır. Yukarda da belirttiğimiz gibi Erken dönem alimlerimizin böyle bir özelliği vardır. Günümüzde medrese ve benzeri eğitim metodlarında bu gelenek devam ettirilmektedir. Lakın burda da eksik kalan günümüz dünyasının genel durumuna vukufiyetin elde edilememesidir. Örneğin alim diye nitelendirebileceğimiz kalitede bir medrese hocamız, dünya haritasına baktığımızda İngilterenin nerde olduğunu gösteremeyebiliyor. Bu ciddi bir problem olarak değerlendirilmelidir. Bu gösteriyor ki islami disiplinlere genel vukufiyetin yanında günğmğz dünyayı da tanıyacak bilgileri elde etmek icap eder. Aksı taktırde mevcut bilgileri işlevsel hale getirmemiz imkansız olacaktır. 

 Saygılarımla,

Kemal Gözütok

12922764

Doktora




0 Yorum - Yorum Yaz

AYDIN KUDAT    17.01.2014

I. Ödev: Esbab-ı Nüzul I

2013-2014 Akademik Yılı Güz Dönemi -Birleşik Doktora-

Mehmet Şerif YÜKSEL Öğ. No: 11912708

 

Islam Kültür Tarihinde Bilginin Bütünlüğü Meselesi

Kur’an, indirildiği günden beridir sürekli farklı yöntemlerle anlaşılmaya, yorumlan-maya, tefsir edilmeye ve böylece kendisinden istifade edilmeye çalışılmıştır. Öyle ki bu faaliyet değişik dilerde olmak üzere binlerce meal ve tefsir eseriyle günümüze kadar aralıksız devam etmiştir. Yapılan meal ve tefsir çalışmalarında birçok yöntemin takip edildiğini görmekteyiz. Takip edilen söz konusu yöntemlerden biri de bilgi bütünlüğü (konu, sure ve ayet bütünlüğü) ekseninde konulu tefsir yöntemidir. Zira Kur’an-ı Kerim, bir bütün olması sebebiyle, bilgi bütünlüğü açısından değerlendirilmeye alınması, nâzil olmaya başladığı andan itibaren önemini hep korumuştur. Binaenaleyh bu çalışmamız, Kur’an-ı Kerim menba’ından beslenip zamanla neşv-u nemâ bulan ve Islam düşünce tarihinin en temel yurum disiplinleri olarak yerlerini alan ilimlerin bilgi bütünlüğü bağlamında birbirleriyle olan ilişkilerini ortaya koyan bir çalışma olacaktır. İslamî ilimlerin hemen hemen tümünde bu anlamda bir bütünlük-ten sözedilebileceği aşikârdır.

Bilgi Bütünlüğü (message integrity); bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumu veya açık/ kapalı iletişim ağlarından iletimi sırasında içerik açısından herhangi bir değişime uğratılmamış olması, özgün halinde korunması olduğunu anlamış olacağız.

Bilgi: Öznenin amaçlı yönelimi ile kendisiyle nesne arasında kurulan ilişkinin ürünüolup öğrenme, araştırma ya da gözlem yoluyla elde edilen gerçektir. Ya da Genel olarak ve ilksezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler, malumat; insan usu’nun kapsaya-bileceği olgu ve ilkelerin tümüdür denilebilir.[1] Bilginin; Gündelik, Dinsel, Teknik, Sanatsal, Bilimsel ve Felsefî Bilgi olmak üzere birçok çeşidi vardır.[2] Bilginin ana kaynağı olarak akıl yürütme ve düşünceyi görenlere akılcılar (rasyonalistler), Duyu, gözlem veya deneyler üzerinde duranlara ise "deneyciler (ampiristler)" denmektedir.[3]

İlim için de birçok tanım yapılır: Genel olarak insan zihnine (ve gönlüne) konu olan her şey demektir. Sözlük anlamıyla ilim, mutlak olarak bilmek, bir şeyin şuurda hâsıl olması, sağlam olarak bilmek, kesin olarak bilmek, deneyerek bilmek, bir şeyin gerçeğini bilmek manalarına gelmektedir. İslâm âlimlerinin çoğuna göre ilim: “Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve mâlum olanın, olduğu hal üzere bilinmesidir. Keza ilim, insanın vahiy, akıl ve duyu organları aracılığıyla elde ettiği kesin bilgi ve âhiret yolunu dosdoğru gösteren (kılavuzluk yapan) bilgiler topluluğudur.

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır: Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan,  Aklî ilimler; Müspet ilimlerdir. Ancak bizim burada üzerinde duracağımız ilimler nakli ilimler yani kur’an ve Sünnete dayanan ilimlerdir. Zira çalışmamızın sınırlarını ve çerçevesini belirleyerek yola koyulmak daha uygun olacaktır. Kur’an, bilgi kaynağı olarak, vahiy başta olmak üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir. Hayatın gayesi, Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu tanımak ve bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi vasıtalarıyla Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu araçlarla tanır ve bilir. Dinî (İslamî) ilimlerin temel kaynağının Kur’an-ı Kerim olduğunu söylemek zaid olsa gerek. Çünkü İslâmî ilimler, İslâm’ın tabiatın-dan çıkan, Kur’ân ve Sünnet’ten kaynaklanan ilimlerdir. Menba’ ve kaynak bir olunca, buradan neş’et eden tüm islamî disiplinlerin de bütünlüğünden söz etmek veya bir bütünün parçaları olduğunu söylemek hakkı teslim etmektir.  

İslâmî İlimler, Müslümanların var oluşlarının gereği olarak, muhtevası, yöntemi, amaç ve gayesi doğrudan İslâm’ı anlamaya ve yaşamaya yönelik olan ve Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ilmi faaliyetlerin tamamı demektir. Dolayısıyla İslam’da bilginin bütünlük arz ettiğini ve İslami bilimlerin tümünün tek bir Kelâmı/ Kur’an-ı değişik yönleriyle açıklamak ve onun Rabbani maksuda uygun bir şekilde anlamak için çaba sarf eden ilim ve disiplinler olduğu anlaşılmaktadır. Zira İslam Dini’nde bilgi bütünlüğü çok önem arz etmekte ve tüm ilimler/ disiplinler adeta lokomotif olan Kur’an-ı Kerim’in vagonları mesabesindedirler.

 

İslâmî ilimlerin temel kaynağı Kur’an’la ilk tanışma: Kur’an’ın muhatapları, Kur’an ile ilk defa Rasulüllah’ın ağzından çıkan bir ilahi kelam/söz olarak karşılaştılar. Rasulullah’a vahyedilip onun ağzından döküldüğü andan sonra bu sözler, gerek hafızalarda gerekse yazılı kayıtlar olarak sabitlendi. Söz veya bir konuşma başlıbaşına bir olaydır. Dolayısıyla söz, söylendikten sonra varlıksal olarak farklı bir yapı kazanır. Çünkü bir konuşmadan sonra, yazı ile sabitleştirdiğimiz şey konuşma olayının kendisi değildir.[4] Kur’an bağlamında da, Allah’tan gelen hitab, bir olaylar dizisi içindeki olaylardan biridir. Onun öncesinde de gerçekleşmiş olaylar vardır. Örneğin Kur’an’ın önce bir bütün olarak dünya semasına inmesi sonra Cebrail kanalıyla Peygamber’e parça parça indirilmesi gibi... Yine Rasulullah tarafından tebliğ ediliş anı da bu olaylar zinciri içerisinde bir başka olaydır. Bundan sonra da söz konusu an ile bağlantılı ve onun da nedeni olacağı başka olaylar gerçekleşecektir. Dolayısıyla burada öncelikli olarak Vahiy, Rasulullah’ın ağzından çıktığı sırada, yaşanan olayı bütün yönleriyle bizzat kendisi değil sadece onun ağzından çıkan sözün alfabetik ses kodları, kelime ve cümleleri yazıya geçirilmiş olmaktadır. Söz konusu hitab olayını hazırlayan olaylar dizisi, hitab esnasında öznenin kullandığı mimik, jest ve ses tonlaması unsurları ve bunların muhataplarda bıraktığı doğrudan ve dolaylı, zihinsel ve duygusal etkiler kayıt sırasında yazıya geçirilmeden kalmaktadır.[5]

Bu nedenle söylenen bir sözü yazdığımızda, yazdığımız şey tam olarak o sözün kendisini karşılayamaz. Bu açıdan bakıldığında hadis ravilerinin Rasulüllah’tan rivayet ederlerken onun bir hadisi ilk söylediğinde yaptığı jest, mimik ve hareketlerini tekrarlayarak onun mesajını tam olmasa da etkili ve doğru bir şekilde yansıtma ve anlatma çabası içinde oldukları hadis kaynaklarında görülmektedir. Bu çaba hadisin ilk söylendiği andaki anlam kaybını azaltma ve ilk söylemdeki etkiyi kazandırma çabası olarak önümüze çıkmaktadır.

Örneğin Hz. Peygamber (sav) kıyametten bahs ederken “Ben ve kıyamet, ben ve yetimi gözeten (şahadet ve orta parmaklarını göstererek) şu iki paramağım gibiyiz”[6] demesi, hadisi bizlere aktaran sahabenin de aynı işareti yaparak ve kayda geçirerek aktarmaya çalışması ve Rasulüllah’ın abdest almayı, İbn Mes’ud’a Cebrail’den öğrendiği şekilde öğretmesi ve bu hadisin aynı şekilde söz ve hareketlerle sonraki tabaka ravilerince de aktarılması olayı rivayetin hem anlam kaybını azaltmak ve hem de ilk etkisini kazandırmaya yönelik çabalar olduğunu göstermektedir. Kur’an ile ilgili olarak da Rasulüllah’ın ağzından çıktığı şekli korumak kaygısıyla Saf Suresi’nin kıraati bu şekilde rivayet edilmiştir.[7] O halde Kur’an metni aslında Rasulüllah’a vahyedilmiş ilahi sözün, onun ağzından çıktığı andaki olay hali değil, onun yazıya geçirilmiş ve sabitlenmiş hali olmaktadır. Böylece Kur’an’la ilk tanışma safhası gerçekleşmiş oluyor.

 

Kur’an’la ikinci tanışma safhası; Söylenen sözün kaydedilme süreci sonunda sözün, zaman, mekan, özne ve muhatap gibi unsurlardan bağımsızlaşma sürecine girdiği andır. Hitab sırasında, konuşma ile konuşanın çok yakın bir bağı bulunmaktadır. Bu durumda konuşanın kastı ve konuşmasının anlamı aynı şeydir. Ama bu konuşmanın yazıya geçirilmesi ile, yazı hala öznesine atıfta bulunsa da, konuşanın kastı ve metnin anlamı artık örtüşmez hale gelir. Ve söz bağlamından koparak genelleşir. Bu yüzden Kur’an, Mushaftaki hali ile Allah’a işaret etse de, hitab olarak Rasulüllah’ın ağzından döküldüğü andaki kastından bağımsızlaşan ve genelleşen bi süreç geçirmiştir. Usul-i Fıkıh’taki “Sebebin hususiliği lafzın umumiliğine mani değidir.” Ilkesi, sözden lafız haline yönelen metnin tabiatından kaynaklanmaktadır. Ve bundan sonra her yorum kendi çalışmasını, başlangıçtaki bağlamlarından kopmuş ve genelleş- miş bir metin üzerinden gerçekleştirir. Ve bundan sonra bu yazılı metne sadece yorumla ula- şılabilecektir. Çünkü yazılı söylem, artık sözlü söylemin anlaşılması için destek aldığı bütün unsurlardan uzaklaşmış olmaktadır.[8] Işte Kur’an-ı Kerim vahyedildiği andan sonra, kendisine yorum ile ulaşılabilen bir metin olarak karşımızda durmakla birlikte bir metin olmanın bütün özellikleriyle de İslam disiplinleri tarafından çeşitli biçimlerde yoruma açılmıştır.[9]

Vahiy ise, Resulüllah’a yöneltilen suallere veya meydana gelen olaylara binaen done-min soru ve meselelerine çözümler sunmak üzere Allah (cc) tarafından Muhammed (sav)’e nazil olmuştur. Kur’an, indiği döneme ve insanlarına ışık tutarken aslında sonraki nesillere de kıyamete kadar bir kandil olacaktır. Bu da tabi ki Kur’an-ı doğru anlama, doğru yorumlama ve ona göre doğru yaşamağa bağlı olacaktır.

Hz. Pegamber sonrası dönemlerde bir takım toplumsal gelişmeler ve futuhat dini alan-da farklı anlayışlar doğurmuştur. Dolayısıyla Tefsir, hadis başta olmak üzere fıkıh, kelam gibi ilimlerle birlikte esbab-ı nüzul, nasih-mensuh, siyak-sibak, muhkem-müteşabih gibi Kur’an’î ilimler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu ilimler, ilk zamanlarda her ne kadar farklı ilim veya disiplinler değil idiseler de daha sonra farklı birer disiplin olarak ortaya çıkmaya başladılar. Bu farklılık maalesef zamanla kimi ilim adamlarını (hadisçi, fıkıhçı, tefsirci, dilci, kelamcı vb. branşlaşmalar nedeniyle) hem tembelliğe hem de bencilliğe sevk etmiştir. Bu nedenledir ki islam alemi uzun bir sureden beridir Taberî, Zemahşerî, Gazalî, Suyutî, İbn Teymiyye, Fahrettin er-Razî gibi büyükü alimlerin yetişmesine hasret kalmıştır. Sadece bu yönüyle olaya bakıldığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğünün ne kadar önemli olduğu ve bilginin parçalanmsının da ne kadar zararlı olduğu anlaşılmış olacaktır.

            İslâm Dini, yalnızca bir zaman dilimine ve Arap kavmine mahsus değil, bütün gelecek zamanlara, kavimlere şâmil, evrensel bir dindir Kur’ân'ın mânâsından her Müslüman kavmin bihakkın istifâde etmesi bir vecîbedir. Buda ancak bilginin bütünlüğü vâsıtasıyla gerçekleşe-bilir. Yine Kur’n-ı Kerim'in anlaşılması yolunda dinî ve dünyevi ilimlerde derinleşmiş, bilgiyi bir bütün olarak kullanan, salâhiyet sahibi âlimlerin çaba/ çalışmalarına daima ihtiyaç vardır [10]

Netice itibariyle Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelam adlı disiplinler, öncelikle Kur’an’ın söz ve metin olarak ele alınıp yorumlanmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış olup her ne kadar adları, geyeleri, alanaları tarihi süreçteki ortaya çıkış noktaları farklı olsada temelde birbirleri ile sıkı bir ilişki içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Çünkü İslami bilimlerin tümü de tek bir kelâmı açıklamak için çaba sarf etmiştir. Dolayısıyla İslam’da bilgi bütünlüğü esastır ve bilgi parçaladığında bencillik, alan körlüğü, perspektif darlığı gibi sorunlar meydana gelir. Bu sorunlar da özelde ümmet, genelde ise insanlık için çıkmaz sokak olmaya devam edecektir.

İslam kültür tarihinde “Bilginin Bütünlüğü”nün ve dolayısıyla İslamî ilimlerin birbirleriyle sıkı ilişki içerisinde olmaları bize göre şu açılardan zorunluluk arz etmektedir:

1- Bütün bu ilimler; Değişik zamanlarda inen tek tek yazılarak kayda geçirilen ve hafızalara nakşedilen değişmesi ve değiştirilmesi mümkün olmayan ortak kaynak Kur’ana/ Vahye dayanmaktadırlar. Kur’an, İslam geleneğinin üzerinde bina edildiği ana kaynaktır. İmam Gazali bu hususu; “İcma Sünnete, Sünnet Allah’u Tela’nın hükmüne delalet eder...”[11] şeklinde açıklar. İcma Sünneti, Sünnet ise İlahi hükümleri açıklar. Bununla beraber Kur’an, İslam’ın tek kaynağı da değildir. Onun yanında Hadis/ Sünnet, Sahabe sözleri, İcma, Kıyas vb. başaka kaynaklarda bulunmaktadır. Yine bütün bir İslam geleneği ve medeniyetinin oluşmasının ilk sebebi olan Kur’an, müminlerin ihtiyaç duyacakları bütün unsurları kendi-sinde barındıran bir metin olarak görülmüştür. İslam geleneğinde sınırlı sayıda kaynak metin ile ortaya çıkan sonsuz sayıda duruma cevap verebilmek amacıyla Kur’an ve diğer kaynakların adeta noktasına kadar işlnmesi gerekiyordu. Böylece Kur’an Müslümanların kendisinde gördüğü sembolik, ideolojik, teolojik, siyasi, ahlaki, hukuki, sanatsal vb. değerleriyle karşımızda”[12] olduğu için farklı bakış açıların, ihtiyaçların, olay ve durumların neticesinde değişik adlarda ilmi disiplinler ortaya çıkmıştır.

2- Kur’an ile birlikte Rasulullah’ın ayetler hakkındaki ilk yorumları/ Sünneti, Vahyin inişine tanık olan Sahabe’nin söz-yorum ve rivayetleri, İcma gibi metinsel kaynaklar, olarak rivayet formunda sonraki nesillere aktrıldı. Bu nakil ve rivayetler de kişi, mekan ve zaman bakımından sınırlılık arz ettiğinden -Kur’an metni kadar kesinlik arz etmese de- hemen hemen tümü kayıt altına alınmıştır ve sabitlenmiştir denilebilir. Dolayısıyla bu metinsel kaynaklar işlenirken ve geleneği de sördürmek amacıyla daha sonraları çeşitli akademik disiplinler ortaya çıktı. Bu disiplinler bir görev bölüşümü anlayışıyla ve çalıştıkları alanlara uygun yöntemlerle İslam bilimler geleneği içindeki yerlerini aldılar. Bu bilimlerin her biri müslüman toplumların ihtiyaçları doğrultusunda gelişim gösterdiler ve kendilerine bırakılan alanlarada çalışmalarını sürdürdüler.”[13]

3- Yukarıda bahsi geçen ilmi disiplinlerin oluşmasına kaynaklık eden ilahi bilgi Vahiy ve onun etrafında gelişen olay, bilgi ve rivayetlerde görev alan şahsiyetlerin aynı kişiler olması da gözardı edilmemelidir. Örneğin Tefsir disiplinin köklerini araştırırken, Ashab’tan; Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Mes’ud, Hz. Ayşe, Zeyt b. Sabit, Abdullah İbn-i  Ömer, Übeyy b. Ka'b, Ebu Musa el-Eş’ari, Abdullah İbn-i Zübeyr, Zeyd b. Eslem  gibi önde gelen sahabeler, Tefsir, Fıkıh, Hadis, Kıraat İlmi ve Kelam vb her konuda öne çıktıkları görülmekte ve aynı şekilde tüm temel İslami disiplinlere kaynaklık etmektedirler.

4- Ashab döneminden çağdaş döneme kadar geçen uzun süre içerisinde gelmiş geçmiş meşhur alimlerin hemen hemen tümü, Anadolu halkının örfünde ve medrese çevresinin dilinde yayagın olarak bilinen ve telaffuz edilen on iki ilimi birbirinden ayırmadan –belki sıralamada farklılıklar olabilir ama tümünü- tahsil ettiklerini ve ihtisaslaşma, branşlaşma gibi ayrımlara iltifat etmedikleri görülmektedir. Bu durum çağdaş dönem diye tanımlanan yaklaşık olarak son ikiyüz yıla kadar böyle devam etmiştir. Bu tarihi vakıa’nın, Gelenek’in, İslami İlimleri kendilerine has bir disiplin içinde iç-içe ve bilgi bütünlüğü ekseninde tahsil ettiğini ortaya koyması açısında çok önemlidir. İhtisaslaşma ve diğer adıyla Branşlaşma hareketleri ise, 1400 yıllık tarihi süreç içerisinde daha çok yeni bir olaydır. Örneğin meşhur alim; Fakih, Muhaddis, Mütekellim, İslam Filozof’u, Mutasavvuf … İmam Gazali için kendisine hangi vasfı ile hitap edecekleri hususunda hemfikir olamadıkları için ve İslami İlimlerin hemen hemen tümüne hakim olduğu için “Hücctü’l-İslam” unvanıyla hitap etmişler ve bu isimle ün yapmıştır. Keza İbn-i Teymiye el-Harrani için “Şeyhu’l-İslam” demeleri, İbn-i Hcer el-Askalani için “Ebu'1-Fazl” demeleri, bir Mezhep İmamı olan Fakih, Ahmet b. Hanbel Hadis Ansiklobedisi diyebileceğimiz “el-Müsnedi” yazması, yine İmam Şafii, İmam Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İbn-i Kuteybe ve hatta çok yakın bir dönemde yaşayan ve her alanda eser telif eden İbnu’l-Kayyım el-Cevzi ve Sait Havva “El-Esas Fi't-Tefsir, El-Esas Fi's-Sünne, El-Fi’l-Akide vb.”  bir çok alanda eserler bırakmaları calib-i dikkattir.

İmam Buhari hakkında da şöle bir olay anlatılır: Ünlü Hadisçi İbn-i Kuteybe kendi-sine fetva soran bir adamı Buhari’ye gönderirken ona, “İşte Ahmet b. Hanbel, İbnu’l-Medini ve İshak b. Rahuye, Allah bu üçünü de sana gönderdi.” Diyerek Buhari’ye danışmakla bu üç alime danışmış sayılacağına işaret etmiş ve İslamî ilimlere vakıf olduğunu iş’ar etmiştir.[14] Ünlü Hadis alimi Buhari, meşhur bir muhaddis olmasına rağmen kendisine “Ümmet’in Fakihi, Fakihlerin Efendisi” denmesi gibi kaynaklarda mevcut olan yüzlerce bilginin Gelenek’in temel İslami İlimlerde veya Kur’an etrafında gelişen (Tefsir, Fıkıh, Hadis, Kelam, Kıraat vb) disiplinlerde bilgi bütünlüğünü elden bırakmadıklarını ve tüm bu ilimleri girift olarak tahsil ettiklerini ve öğrettiklerini göstermektedir.

Bu yüzden bu günden geriye dönüp olaya geniş bir perspektiften baktığımızda Kur’an Metninin; Farklı kişi ve kimlikler tarafından ve onların yine farklı sebep ve ihtiyaçlarından dolayı  Hukuki/ Fıkhi, Luğavi, Edebi/ İctimai, Ahlaki, Tasavvufi/ İşari, Tarihi, Siyasi, İktisadi, İlhadi, Kelami/ Teolojik, İdeolojik vb. bakımlardan yorumlandığını ve dolayısıyla farklı sonuçlara varıldığını sonra yine bu yorumlar neticesinde de başlangıç itibari ile değişik yorum disiplinlerinin iç içe bir şekilde doğduğunu, yakın zamanda (Çağdaş dönemde) de birbirinden farklı olarak çeşitli akademik disiplinlere ayrıldıklarını ve böylece bağımsız birer bilim dalına dönüştüklerini görmekteyiz. Bu da temel İslam bilimlerinin birbirleriyle iç içe olduklarını ve birbirinden bağımsız olarak ele alındıkları taktirde de yanlış ve hatalardan mustağni olamayacakları sonucunu doğurmaktadır. Ve son olarak gelecekte bilginin bütün-lüğü adına tefsirin yanı sıra fıkıh, hadis ve kelam gibi diğer Temel İslami Bilimlerini kapsa-yan ortak bir çlışmanın yapılması bu alandaki boşluğu doldurcağı ve var olan ihtiyacı gidereceği ya da en azından konuya bir hareketlilik kazandıracağını acizane düşünmekteyim.

           

والله اعلمُ با لصواب

 

 

 

 

 



[1] - http://bilgi.nedir.com/

[2] - http://www.derszamani.net/bilginin-kaynagi-nedir-felsefe.html

[3] - http://www.felsefe.gen.tr/bilgi_nedir_ne_demektir.

[4] - Aynı eser, s. 112

[5] - Paul Ricoeur, Hermeneutics and the Human Sciences, vd. John B. Thomson, New York. Cambridge University Press, s. 198.

[6] -  Müslim, Cuma, 43.

[7] -  Talat Koçyiğit, Hadis ıstılahları, 1980, s. 310-313.

[8] - Ricoeur, Hermeneutics and the Human Sciences, s. 200 vd.

[9] - M. Pçacı, Çağdaş dönemde Kur’an’a ve Tefsir’e ne oldu, 2008, s. 114.

[10] - Bilmen 1973, 1/105-107

[11] - Gazali, Mustasfa, çev. Yunus Apaydın, Kayseri, 1994, I, 147.

[12] - M. Pçacı, Çağdaş dönemde Kur’an’a ve Tefsir’e ne oldu, 2008, s. 111.  

[13] - M. Pçacı, Çağdaş dönemde Kur’an’a ve Tefsir’e ne oldu, 2008, s. 112.

[14] - Diyanet İslam Ansiklopedisi, Buhari maddesi, s. 375, Sübki, II, 222; İbn Hacer, Hedyu’s-Sari, II, 236.




0 Yorum - Yorum Yaz


I. Ödev: Esbab-ı Nüzul I2013-2014 Akademik Yılı Güz Dönemi -Birleşik Doktora-Mehmet Şerif YÜKSEL Öğ. No: 11912708 Islam Kültür Tarihinde Bilginin Bütünlüğü Meselesi

Kur’an, indirildiği günden beridir sürekli farklı yöntemlerle anlaşılmaya, yorumlan-maya, tefsir edilmeye ve böylece kendisinden istifade edilmeye çalışılmıştır. Öyle ki bu faaliyet değişik dilerde olmak üzere binlerce meal ve tefsir eseriyle günümüze kadar aralıksız devam etmiştir. Yapılan meal ve tefsir çalışmalarında birçok yöntemin takip edildiğini görmekteyiz. Takip edilen söz konusu yöntemlerden biri de bilgi bütünlüğü (konu, sure ve ayet bütünlüğü) ekseninde konulu tefsir yöntemidir. Zira Kur’an-ı Kerim, bir bütün olması sebebiyle, bilgi bütünlüğü açısından değerlendirilmeye alınması, nâzil olmaya başladığı andan itibaren önemini hep korumuştur. Binaenaleyh bu çalışmamız, Kur’an-ı Kerim menba’ından beslenip zamanla neşv-u nemâ bulan ve Islam düşünce tarihinin en temel yurum disiplinleri olarak yerlerini alan ilimlerin bilgi bütünlüğü bağlamında birbirleriyle olan ilişkilerini ortaya koyan bir çalışma olacaktır. İslamî ilimlerin hemen hemen tümünde bu anlamda bir bütünlük-ten sözedilebileceği aşikârdır.

Bilgi Bütünlüğü (message integrity); bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumu veya açık/ kapalı iletişim ağlarından iletimi sırasında içerik açısından herhangi bir değişime uğratılmamış olması, özgün halinde korunması olduğunu anlamış olacağız.Bilgi: Öznenin amaçlı yönelimi ile kendisiyle nesne arasında kurulan ilişkinin ürünüolup öğrenme, araştırma ya da gözlem yoluyla elde edilen gerçektir. Ya da Genel olarak ve ilksezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler, malumat; insan usu’nun kapsaya-bileceği olgu ve ilkelerin tümüdür denilebilir.[1] Bilginin; Gündelik, Dinsel, Teknik, Sanatsal, Bilimsel ve Felsefî Bilgi olmak üzere birçok çeşidi vardır.[2] Bilginin ana kaynağı olarak akıl yürütme ve düşünceyi görenlere akılcılar (rasyonalistler), Duyu, gözlem veya deneyler üzerinde duranlara ise "deneyciler (ampiristler)" denmektedir.[3]

İlim için de birçok tanım yapılır: Genel olarak insan zihnine (ve gönlüne) konu olan her şey demektir. Sözlük anlamıyla ilim, mutlak olarak bilmek, bir şeyin şuurda hâsıl olması, sağlam olarak bilmek, kesin olarak bilmek, deneyerek bilmek, bir şeyin gerçeğini bilmek manalarına gelmektedir. İslâm âlimlerinin çoğuna göre ilim: “Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve mâlum olanın, olduğu hal üzere bilinmesidir. Keza ilim, insanın vahiy, akıl ve duyu organları aracılığıyla elde ettiği kesin bilgi ve âhiret yolunu dosdoğru gösteren (kılavuzluk yapan) bilgiler topluluğudur.

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır: Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan,  Aklî ilimler; Müspet ilimlerdir. Ancak bizim burada üzerinde duracağımız ilimler nakli ilimler yani kur’an ve Sünnete dayanan ilimlerdir. Zira çalışmamızın sınırlarını ve çerçevesini belirleyerek yola koyulmak daha uygun olacaktır. Kur’an, bilgi kaynağı olarak, vahiy başta olmak üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir. Hayatın gayesi, Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu tanımak ve bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi vasıtalarıyla Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu araçlarla tanır ve bilir. Dinî (İslamî) ilimlerin temel kaynağının Kur’an-ı Kerim olduğunu söylemek zaid olsa gerek. Çünkü İslâmî ilimler, İslâm’ın tabiatın-dan çıkan, Kur’ân ve Sünnet’ten kaynaklanan ilimlerdir. Menba’ ve kaynak bir olunca, buradan neş’et eden tüm islamî disiplinlerin de bütünlüğünden söz etmek veya bir bütünün parçaları olduğunu söylemek hakkı teslim etmektir.  İslâmî İlimler, Müslümanların var oluşlarının gereği olarak, muhtevası, yöntemi, amaç ve gayesi doğrudan İslâm’ı anlamaya ve yaşamaya yönelik olan ve Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ilmi faaliyetlerin tamamı demektir. Dolayısıyla İslam’da bilginin bütünlük arz ettiğini ve İslami bilimlerin tümünün tek bir Kelâmı/ Kur’an-ı değişik yönleriyle açıklamak ve onun Rabbani maksuda uygun bir şekilde anlamak için çaba sarf eden ilim ve disiplinler olduğu anlaşılmaktadır. Zira İslam Dini’nde bilgi bütünlüğü çok önem arz etmekte ve tüm ilimler/ disiplinler adeta lokomotif olan Kur’an-ı Kerim’in vagonları mesabesindedirler. 

İslâmî ilimlerin temel kaynağı Kur’an’la ilk tanışma: Kur’an’ın muhatapları, Kur’an ile ilk defa Rasulüllah’ın ağzından çıkan bir ilahi kelam/söz olarak karşılaştılar. Rasulullah’a vahyedilip onun ağzından döküldüğü andan sonra bu sözler, gerek hafızalarda gerekse yazılı kayıtlar olarak sabitlendi. Söz veya bir konuşma başlıbaşına bir olaydır. Dolayısıyla söz, söylendikten sonra varlıksal olarak farklı bir yapı kazanır. Çünkü bir konuşmadan sonra, yazı ile sabitleştirdiğimiz şey konuşma olayının kendisi değildir.[4] Kur’an bağlamında da, Allah’tan gelen hitab, bir olaylar dizisi içindeki olaylardan biridir. Onun öncesinde de gerçekleşmiş olaylar vardır. Örneğin Kur’an’ın önce bir bütün olarak dünya semasına inmesi sonra Cebrail kanalıyla Peygamber’e parça parça indirilmesi gibi... Yine Rasulullah tarafından tebliğ ediliş anı da bu olaylar zinciri içerisinde bir başka olaydır. Bundan sonra da söz konusu an ile bağlantılı ve onun da nedeni olacağı başka olaylar gerçekleşecektir. Dolayısıyla burada öncelikli olarak Vahiy, Rasulullah’ın ağzından çıktığı sırada, yaşanan olayı bütün yönleriyle bizzat kendisi değil sadece onun ağzından çıkan sözün alfabetik ses kodları, kelime ve cümleleri yazıya geçirilmiş olmaktadır. Söz konusu hitab olayını hazırlayan olaylar dizisi, hitab esnasında öznenin kullandığı mimik, jest ve ses tonlaması unsurları ve bunların muhataplarda bıraktığı doğrudan ve dolaylı, zihinsel ve duygusal etkiler kayıt sırasında yazıya geçirilmeden kalmaktadır.[5]

Bu nedenle söylenen bir sözü yazdığımızda, yazdığımız şey tam olarak o sözün kendisini karşılayamaz. Bu açıdan bakıldığında hadis ravilerinin Rasulüllah’tan rivayet ederlerken onun bir hadisi ilk söylediğinde yaptığı jest, mimik ve hareketlerini tekrarlayarak onun mesajını tam olmasa da etkili ve doğru bir şekilde yansıtma ve anlatma çabası içinde oldukları hadis kaynaklarında görülmektedir. Bu çaba hadisin ilk söylendiği andaki anlam kaybını azaltma ve ilk söylemdeki etkiyi kazandırma çabası olarak önümüze çıkmaktadır.

Örneğin Hz. Peygamber (sav) kıyametten bahs ederken “Ben ve kıyamet, ben ve yetimi gözeten (şahadet ve orta parmaklarını göstererek) şu iki paramağım gibiyiz”[6] demesi, hadisi bizlere aktaran sahabenin de aynı işareti yaparak ve kayda geçirerek aktarmaya çalışması ve Rasulüllah’ın abdest almayı, İbn Mes’ud’a Cebrail’den öğrendiği şekilde öğretmesi ve bu hadisin aynı şekilde söz ve hareketlerle sonraki tabaka ravilerince de aktarılması olayı rivayetin hem anlam kaybını azaltmak ve hem de ilk etkisini kazandırmaya yönelik çabalar olduğunu göstermektedir. Kur’an ile ilgili olarak da Rasulüllah’ın ağzından çıktığı şekli korumak kaygısıyla Saf Suresi’nin kıraati bu şekilde rivayet edilmiştir.[7] O halde Kur’an metni aslında Rasulüllah’a vahyedilmiş ilahi sözün, onun ağzından çıktığı andaki olay hali değil, onun yazıya geçirilmiş ve sabitlenmiş hali olmaktadır. Böylece Kur’an’la ilk tanışma safhası gerçekleşmiş oluyor.

 

Kur’an’la ikinci tanışma safhası; Söylenen sözün kaydedilme süreci sonunda sözün, zaman, mekan, özne ve muhatap gibi unsurlardan bağımsızlaşma sürecine girdiği andır. Hitab sırasında, konuşma ile konuşanın çok yakın bir bağı bulunmaktadır. Bu durumda konuşanın kastı ve konuşmasının anlamı aynı şeydir. Ama bu konuşmanın yazıya geçirilmesi ile, yazı hala öznesine atıfta bulunsa da, konuşanın kastı ve metnin anlamı artık örtüşmez hale gelir. Ve söz bağlamından koparak genelleşir. Bu yüzden Kur’an, Mushaftaki hali ile Allah’a işaret etse de, hitab olarak Rasulüllah’ın ağzından döküldüğü andaki kastından bağımsızlaşan ve genelleşen bi süreç geçirmiştir. Usul-i Fıkıh’taki “Sebebin hususiliği lafzın umumiliğine mani değidir.” Ilkesi, sözden lafız haline yönelen metnin tabiatından kaynaklanmaktadır. Ve bundan sonra her yorum kendi çalışmasını, başlangıçtaki bağlamlarından kopmuş ve genelleş- miş bir metin üzerinden gerçekleştirir. Ve bundan sonra bu yazılı metne sadece yorumla ula- şılabilecektir. Çünkü yazılı söylem, artık sözlü söylemin anlaşılması için destek aldığı bütün unsurlardan uzaklaşmış olmaktadır.[8] Işte Kur’an-ı Kerim vahyedildiği andan sonra, kendisine yorum ile ulaşılabilen bir metin olarak karşımızda durmakla birlikte bir metin olmanın bütün özellikleriyle de İslam disiplinleri tarafından çeşitli biçimlerde yoruma açılmıştır.[9]

Vahiy ise, Resulüllah’a yöneltilen suallere veya meydana gelen olaylara binaen done-min soru ve meselelerine çözümler sunmak üzere Allah (cc) tarafından Muhammed (sav)’e nazil olmuştur. Kur’an, indiği döneme ve insanlarına ışık tutarken aslında sonraki nesillere de kıyamete kadar bir kandil olacaktır. Bu da tabi ki Kur’an-ı doğru anlama, doğru yorumlama ve ona göre doğru yaşamağa bağlı olacaktır.

Hz. Pegamber sonrası dönemlerde bir takım toplumsal gelişmeler ve futuhat dini alan-da farklı anlayışlar doğurmuştur. Dolayısıyla Tefsir, hadis başta olmak üzere fıkıh, kelam gibi ilimlerle birlikte esbab-ı nüzul, nasih-mensuh, siyak-sibak, muhkem-müteşabih gibi Kur’an’î ilimler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu ilimler, ilk zamanlarda her ne kadar farklı ilim veya disiplinler değil idiseler de daha sonra farklı birer disiplin olarak ortaya çıkmaya başladılar. Bu farklılık maalesef zamanla kimi ilim adamlarını (hadisçi, fıkıhçı, tefsirci, dilci, kelamcı vb. branşlaşmalar nedeniyle) hem tembelliğe hem de bencilliğe sevk etmiştir. Bu nedenledir ki islam alemi uzun bir sureden beridir Taberî, Zemahşerî, Gazalî, Suyutî, İbn Teymiyye, Fahrettin er-Razî gibi büyükü alimlerin yetişmesine hasret kalmıştır. Sadece bu yönüyle olaya bakıldığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğünün ne kadar önemli olduğu ve bilginin parçalanmsının da ne kadar zararlı olduğu anlaşılmış olacaktır.

            İslâm Dini, yalnızca bir zaman dilimine ve Arap kavmine mahsus değil, bütün gelecek zamanlara, kavimlere şâmil, evrensel bir dindir Kur’ân'ın mânâsından her Müslüman kavmin bihakkın istifâde etmesi bir vecîbedir. Buda ancak bilginin bütünlüğü vâsıtasıyla gerçekleşe-bilir. Yine Kur’n-ı Kerim'in anlaşılması yolunda dinî ve dünyevi ilimlerde derinleşmiş, bilgiyi bir bütün olarak kullanan, salâhiyet sahibi âlimlerin çaba/ çalışmalarına daima ihtiyaç vardır [10]Netice itibariyle Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelam adlı disiplinler, öncelikle Kur’an’ın söz ve metin olarak ele alınıp yorumlanmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış olup her ne kadar adları, geyeleri, alanaları tarihi süreçteki ortaya çıkış noktaları farklı olsada temelde birbirleri ile sıkı bir ilişki içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Çünkü İslami bilimlerin tümü de tek bir kelâmı açıklamak için çaba sarf etmiştir. Dolayısıyla İslam’da bilgi bütünlüğü esastır ve bilgi parçaladığında bencillik, alan körlüğü, perspektif darlığı gibi sorunlar meydana gelir. Bu sorunlar da özelde ümmet, genelde ise insanlık için çıkmaz sokak olmaya devam edecektir. İslam kültür tarihinde “Bilginin Bütünlüğü”nün ve dolayısıyla İslamî ilimlerin birbirleriyle sıkı ilişki içerisinde olmaları bize göre şu açılardan zorunluluk arz etmektedir:1- Bütün bu ilimler; Değişik zamanlarda inen tek tek yazılarak kayda geçirilen ve hafızalara nakşedilen değişmesi ve değiştirilmesi mümkün olmayan ortak kaynak Kur’ana/ Vahye dayanmaktadırlar. Kur’an, İslam geleneğinin üzerinde bina edildiği ana kaynaktır. İmam Gazali bu hususu; “İcma Sünnete, Sünnet Allah’u Tela’nın hükmüne delalet eder...”[11] şeklinde açıklar. İcma Sünneti, Sünnet ise İlahi hükümleri açıklar. Bununla beraber Kur’an, İslam’ın tek kaynağı da değildir. Onun yanında Hadis/ Sünnet, Sahabe sözleri, İcma, Kıyas vb. başaka kaynaklarda bulunmaktadır. Yine bütün bir İslam geleneği ve medeniyetinin oluşmasının ilk sebebi olan Kur’an, müminlerin ihtiyaç duyacakları bütün unsurları kendi-sinde barındıran bir metin olarak görülmüştür. İslam geleneğinde sınırlı sayıda kaynak metin ile ortaya çıkan sonsuz sayıda duruma cevap verebilmek amacıyla Kur’an ve diğer kaynakların adeta noktasına kadar işlnmesi gerekiyordu. Böylece Kur’an Müslümanların kendisinde gördüğü sembolik, ideolojik, teolojik, siyasi, ahlaki, hukuki, sanatsal vb. değerleriyle karşımızda”[12] olduğu için farklı bakış açıların, ihtiyaçların, olay ve durumların neticesinde değişik adlarda ilmi disiplinler ortaya çıkmıştır. 2- Kur’an ile birlikte Rasulullah’ın ayetler hakkındaki ilk yorumları/ Sünneti, Vahyin inişine tanık olan Sahabe’nin söz-yorum ve rivayetleri, İcma gibi metinsel kaynaklar, olarak rivayet formunda sonraki nesillere aktrıldı. Bu nakil ve rivayetler de kişi, mekan ve zaman bakımından sınırlılık arz ettiğinden -Kur’an metni kadar kesinlik arz etmese de- hemen hemen tümü kayıt altına alınmıştır ve sabitlenmiştir denilebilir. Dolayısıyla bu metinsel kaynaklar işlenirken ve geleneği de sördürmek amacıyla daha sonraları çeşitli akademik disiplinler ortaya çıktı. Bu disiplinler bir görev bölüşümü anlayışıyla ve çalıştıkları alanlara uygun yöntemlerle İslam bilimler geleneği içindeki yerlerini aldılar. Bu bilimlerin her biri müslüman toplumların ihtiyaçları doğrultusunda gelişim gösterdiler ve kendilerine bırakılan alanlarada çalışmalarını sürdürdüler.”[13]3- Yukarıda bahsi geçen ilmi disiplinlerin oluşmasına kaynaklık eden ilahi bilgi Vahiy ve onun etrafında gelişen olay, bilgi ve rivayetlerde görev alan şahsiyetlerin aynı kişiler olması da gözardı edilmemelidir. Örneğin Tefsir disiplinin köklerini araştırırken, Ashab’tan; Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Mes’ud, Hz. Ayşe, Zeyt b. Sabit, Abdullah İbn-i  Ömer, Übeyy b. Ka'b, Ebu Musa el-Eş’ari, Abdullah İbn-i Zübeyr, Zeyd b. Eslem  gibi önde gelen sahabeler, Tefsir, Fıkıh, Hadis, Kıraat İlmi ve Kelam vb her konuda öne çıktıkları görülmekte ve aynı şekilde tüm temel İslami disiplinlere kaynaklık etmektedirler.

4- Ashab döneminden çağdaş döneme kadar geçen uzun süre içerisinde gelmiş geçmiş meşhur alimlerin hemen hemen tümü, Anadolu halkının örfünde ve medrese çevresinin dilinde yayagın olarak bilinen ve telaffuz edilen on iki ilimi birbirinden ayırmadan –belki sıralamada farklılıklar olabilir ama tümünü- tahsil ettiklerini ve ihtisaslaşma, branşlaşma gibi ayrımlara iltifat etmedikleri görülmektedir. Bu durum çağdaş dönem diye tanımlanan yaklaşık olarak son ikiyüz yıla kadar böyle devam etmiştir. Bu tarihi vakıa’nın, Gelenek’in, İslami İlimleri kendilerine has bir disiplin içinde iç-içe ve bilgi bütünlüğü ekseninde tahsil ettiğini ortaya koyması açısında çok önemlidir. İhtisaslaşma ve diğer adıyla Branşlaşma hareketleri ise, 1400 yıllık tarihi süreç içerisinde daha çok yeni bir olaydır. Örneğin meşhur alim; Fakih, Muhaddis, Mütekellim, İslam Filozof’u, Mutasavvuf … İmam Gazali için kendisine hangi vasfı ile hitap edecekleri hususunda hemfikir olamadıkları için ve İslami İlimlerin hemen hemen tümüne hakim olduğu için “Hücctü’l-İslam” unvanıyla hitap etmişler ve bu isimle ün yapmıştır. Keza İbn-i Teymiye el-Harrani için “Şeyhu’l-İslam” demeleri, İbn-i Hcer el-Askalani için “Ebu'1-Fazl” demeleri, bir Mezhep İmamı olan Fakih, Ahmet b. Hanbel Hadis Ansiklobedisi diyebileceğimiz “el-Müsnedi” yazması, yine İmam Şafii, İmam Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İbn-i Kuteybe ve hatta çok yakın bir dönemde yaşayan ve her alanda eser telif eden İbnu’l-Kayyım el-Cevzi ve Sait Havva “El-Esas Fi't-Tefsir, El-Esas Fi's-Sünne, El-Fi’l-Akide vb.”  bir çok alanda eserler bırakmaları calib-i dikkattir.

İmam Buhari hakkında da şöle bir olay anlatılır: Ünlü Hadisçi İbn-i Kuteybe kendi-sine fetva soran bir adamı Buhari’ye gönderirken ona, “İşte Ahmet b. Hanbel, İbnu’l-Medini ve İshak b. Rahuye, Allah bu üçünü de sana gönderdi.” Diyerek Buhari’ye danışmakla bu üç alime danışmış sayılacağına işaret etmiş ve İslamî ilimlere vakıf olduğunu iş’ar etmiştir.[14] Ünlü Hadis alimi Buhari, meşhur bir muhaddis olmasına rağmen kendisine “Ümmet’in Fakihi, Fakihlerin Efendisi” denmesi gibi kaynaklarda mevcut olan yüzlerce bilginin Gelenek’in temel İslami İlimlerde veya Kur’an etrafında gelişen (Tefsir, Fıkıh, Hadis, Kelam, Kıraat vb) disiplinlerde bilgi bütünlüğünü elden bırakmadıklarını ve tüm bu ilimleri girift olarak tahsil ettiklerini ve öğrettiklerini göstermektedir.

Bu yüzden bu günden geriye dönüp olaya geniş bir perspektiften baktığımızda Kur’an Metninin; Farklı kişi ve kimlikler tarafından ve onların yine farklı sebep ve ihtiyaçlarından dolayı  Hukuki/ Fıkhi, Luğavi, Edebi/ İctimai, Ahlaki, Tasavvufi/ İşari, Tarihi, Siyasi, İktisadi, İlhadi, Kelami/ Teolojik, İdeolojik vb. bakımlardan yorumlandığını ve dolayısıyla farklı sonuçlara varıldığını sonra yine bu yorumlar neticesinde de başlangıç itibari ile değişik yorum disiplinlerinin iç içe bir şekilde doğduğunu, yakın zamanda (Çağdaş dönemde) de birbirinden farklı olarak çeşitli akademik disiplinlere ayrıldıklarını ve böylece bağımsız birer bilim dalına dönüştüklerini görmekteyiz. Bu da temel İslam bilimlerinin birbirleriyle iç içe olduklarını ve birbirinden bağımsız olarak ele alındıkları taktirde de yanlış ve hatalardan mustağni olamayacakları sonucunu doğurmaktadır. Ve son olarak gelecekte bilginin bütün-lüğü adına tefsirin yanı sıra fıkıh, hadis ve kelam gibi diğer Temel İslami Bilimlerini kapsa-yan ortak bir çlışmanın yapılması bu alandaki boşluğu doldurcağı ve var olan ihtiyacı gidereceği ya da en azından konuya bir hareketlilik kazandıracağını acizane düşünmekteyim.

           

والله اعلمُ با لصواب     


[1] - http://bilgi.nedir.com/
[2] - http://www.derszamani.net/bilginin-kaynagi-nedir-felsefe.html
[3] - http://www.felsefe.gen.tr/bilgi_nedir_ne_demektir.
[4] - Aynı eser, s. 112
[5] - Paul Ricoeur, Hermeneutics and the Human Sciences, vd. John B. Thomson, New York. Cambridge University Press, s. 198.
[6] -  Müslim, Cuma, 43.
[7] -  Talat Koçyiğit, Hadis ıstılahları, 1980, s. 310-313.
[8] - Ricoeur, Hermeneutics and the Human Sciences, s. 200 vd.
[9] - M. Pçacı, Çağdaş dönemde Kur’an’a ve Tefsir’e ne oldu, 2008, s. 114.
[10] - Bilmen 1973, 1/105-107
[11] - Gazali, Mustasfa, çev. Yunus Apaydın, Kayseri, 1994, I, 147.
[12] - M. Pçacı, Çağdaş dönemde Kur’an’a ve Tefsir’e ne oldu, 2008, s. 111.  
[13] - M. Pçacı, Çağdaş dönemde Kur’an’a ve Tefsir’e ne oldu, 2008, s. 112.
[14] - Diyanet İslam Ansiklopedisi, Buhari maddesi, s. 375, Sübki, II, 222; İbn Hacer, Hedyu’s-Sari, II, 236.



0 Yorum - Yorum Yaz


 AD SOYAD 

DURMUŞ ERDAL ATAK

ÖĞRENCİ NO= 14922720

 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA 2014-2015

        Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağı kanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

  Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

   Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                         

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz .  Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

    Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

    Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

    kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

    Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

    Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

     Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

   Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrikadan Azarbaycana ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 ISLAM; tevhid inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, bir çok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle ISLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

    İslam medeniyetinin maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

   Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

    Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2(7)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an Kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resul’e, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.( A'raf ;157)

    Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

     Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

     Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

          Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel ’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: “Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütün İslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletü’l-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîli’l- felsefe (Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârü’l-fik- ri’l-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr




0 Yorum - Yorum Yaz


    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO-14922720

  DOKTORA 2014 GÜZ DÖNEMİ BİRİNCİ ÖDEV 

 

       Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağı kanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                         

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz .  Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrikadan Azarbaycana ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 ISLAM; tevhid inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, bir çok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle ISLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2(7)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an Kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resul’e, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel ’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: “Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütün İslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletü’l-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîli’l- felsefe (Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârü’l-fik- ri’l-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr




0 Yorum - Yorum Yaz


   

    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO-14922720 

    2014 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA 

     BİRİNCİ ÖDEV 

     Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağı kanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsunun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                        

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur an ve Sünnet e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz . Kuran’ı Kerimde ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrika’dan Azerbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 İSLAM; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle İSLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

  Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْبِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَالَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resule, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

  Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

  Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

  Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

      Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, İlim, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütün İslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletül-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîlil- felsefe (Resâilül-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârül-fik- ril-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz


   

    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO-14922720 

    2014 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA 

     BİRİNCİ ÖDEV 

     Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağı kanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsunun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                        

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur an ve Sünnet e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz . Kuran’ı Kerimde ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrika’dan Azerbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 İSLAM; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle İSLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

  Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْبِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَالَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resule, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

  Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

  Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

  Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

      Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, İlim, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütün İslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletül-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîlil- felsefe (Resâilül-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârül-fik- ril-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 




0 Yorum - Yorum Yaz


   

    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO-14922720 

    2014 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA 

     BİRİNCİ ÖDEV 

     Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağı kanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsunun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                        

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur an ve Sünnet e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz . Kuran’ı Kerimde ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrika’dan Azerbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 İSLAM; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle İSLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

  Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْبِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَالَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resule, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

  Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

  Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

  Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

      Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, İlim, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütün İslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletül-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîlil- felsefe (Resâilül-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârül-fik- ril-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 




0 Yorum - Yorum Yaz


   

    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO:14922720 

    (2014 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA )

     (BİRİNCİ ÖDEV )

     Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağı kanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus ''''''''''''''''''''''''''''''''un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                        

 a- Naklî ilimler; Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz . Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra''''''''''''''''''''''''''''''''d,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrika’dan Azerbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 İSLAM; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu''''''''''''''''''''''''''''''''da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu''''''''''''''''''''''''''''''''na, kuzeyde Kafkasya''''''''''''''''''''''''''''''''ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle İSLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

  Bütün bu etkenler Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an'''''''''''''''''''''''''''''''' dır. Çünkü Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2)

Bu sebeple Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an Hz. Peygamber'''''''''''''''''''''''''''''''' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْبِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَالَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resul’e, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber''''''''''''''''''''''''''''''''e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A''''''''''''''''''''''''''''''''raf ;157)

  Sahabe UIumul Kur''''''''''''''''''''''''''''''''ân ''''''''''''''''''''''''''''''''ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

  Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

  Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

      Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel ’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya''''''''''''''''''''''''''''''''da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya''''''''''''''''''''''''''''''''sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran''''''''''''''''''''''''''''''''ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah''''''''''''''''''''''''''''''''ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: “Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En''''''''''''''''''''''''''''''''am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me''''''''''''''''''''''''''''''''haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur''''''''''''''''''''''''''''''''an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütün İslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletü’l-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîli’l- felsefe (Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârü’l-fik- ri’l-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 

 



0 Yorum - Yorum Yaz


Hatice Merve ÇALIŞKAN, 13922768 (DOKTORA)

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Elbette her bilgi kendi başına değerli, her birinin ihtiva ettikleri önemlidir; ancak her bilginin başka bilgilerle de yakından ilişkili olduğu göz ardı edilmemelidir. Çünkü tüm bilgiler bir bütünün farklı farklı parçalarını oluşturmaktadır. Bir meseleye farklı alanlardan bakmak, onun farklı tezahürlerini gösterecektir. Bu sebeple bilgiyi bütün olarak anlamak için onu tüm yönlerle ele almak gerekmektedir. Netice olarak bilgiyle özdeş olan varlığın kendisi gibi, ilimler veya bilgi şekilleri de birdir ve aynı zamanda bir düzene bağlıdır.[1]

İslam kendisini bilgi ile özdeşleştirip, bilgiyi, gerekli de kılar. Bilginin elde edilmesini ibadet ile eş görüp, teşvik eder. İslami bilgi, hakikati, akıl, tecrübe ve sezgi yoluyla kavramadır. Yeryüzü ve gökyüzünün, insanlığın ve tarihin birikimini tahlil eden dinamik bir bilgidir.[2]  İslam ilimleri tesadüfen ortaya çıkmamış, belli bir form içinde ortaya konmuşlardır.[3] Çeşitli bilgi şekillerinin birbirinden bağımsız olarak geliştirilmesine asla izin vermemesi islamın birleştirici yönünden kaynaklanmaktadır. Her türlü bilginin, bizzat hakikatin yapısını yansıtacak şekilde birbiriyle ilişkisi bulunmaktadır.[4] islam ilimlerinin sürekli gelişmesiyle yeni ilim şekil ve dalları meydana geldi, aynı zamanda islam öncesi medeniyetlerden gelen ilimler islami bilgi ile harmanlandı.[5]

Geçmişin zengin birikimi, aile ve çevreden aldığı bilgiler insan için bir taban oluşturduğundan o, bilgiye hiçten ve sıfırdan başlamaz. Üstelik onun hedefe ulaştırmayı kolaylaştıran doğuştan getirdiği bir takım kabiliyetleri vardır. Tüm bunların üzerinde de edinilen bilgiyi yönlendirme, karşılaştırma, sistemleştirerek eylem ile ilişkiye getirme vazifesini yüklenen eleştirel akıl melekesi vardır. İşte İslam, böyle bir özelliğe sahip insanın bütün bilgi kapasitelerini aynı anda kullanmasını ister.[6]

 

“İnsan gücü ve Arap dilinin verdiği imkân nisbetinde Allah’ın muradına delalet etmesi bakımından Kur'an-ı Kerim’in metninin içerdiği manaları ortaya koymak”[7] anlamına gelen Tefsir ilminin, Hz Peygamber’den nakledilen söz, fiil ve takrirler[8] demek olan Hadis ve Hadis İlminden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Nihayetinde bir vahiy mahsulü[9] olan Kur'an-ı Kerim’in anlaşılmayan yerlerini açıklayan, onun her hükmünü insanlara tebliğ etmekle yükümlü olan[10], sünnetine itaatin emredildiği[11] kişi Hz. Muhammed(sas)’dir. Öte taraftan Kur'an-ı Kerim ve sünnetten elde edilen bilgilerin adı demek olup, iman, ibadet, sosyal nizam ve ahlaka dair pek çok bilgi dalını kapsayan Fıkıh İlmi[12] de dolayısıyla Hadis İlmi ve Tefsir İlmi ile ilgilidir. Her üçü de Kur'an-ı Kerim’i temel alır. Ancak ele alışları farklı farklıdır. Bilginin bir bütün olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu üçünü birbirinden ayrı düşünmek, birbirleriyle ilişkilendirmemek doğru olmayacaktır. Konuları, alanları her ne kadar farklı da olsa, birbirlerinden bağımsız değildirler. Öte yandan Her zaman her devirde, dini, felsefi ve ilmi eserlerin muhataplar tarafından iyice anlaşılıp, kavranabilmesi için, onların, kendilerini iyi anlayanlar tarafından izah edilip, açıklanması gerekir.[13] Vahiy mahsulü olan Kur'an-ı Kerim’in de muhatapları olan biz insanlar için anlaşılması gerekiyordu. Bu açıklamayı yapmak tebliğ ile yükümlü olan Hz. Peygamber’e ait bir görevdir. Çünkü o Kur'an-ı Kerim’deki hakikatleri bize en iyi öğretecek olan, bizzat kendisine kitap gelen şahıstır.

Bilgi, karşılaşılan her kültürle, ilerleyen zamanla ve farklı düşüncelerin katkısıyla eklenerek büyür, zenginleşir. Dolayısıyla her konudan, her bilimden parçayı içinde barındırır. İslamın gelmesiyle onu anlama ihtiyacının doğması farklı ilim dallarının oluşmasını sağlamıştır. Ancak bu yapılırken ne var olan kültür birikimi hiçe sayılmış ne de zamanla oluşan yeni ilimlere sırt çevrilmiştir. İşte bu tavır, gelişme yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Bunun gibi bilginin bütünselliği göz ardı edilmeden yapılan her ilim de gelişmeye açık olacaktır.

 

KAYNAKÇA

 

KUR’AN-I KERİM

 

CERRAHOĞLU, Prof. Dr. İsmail, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. b.t.yok.

 

DEMİRCİ, Prof. Dr. Muhsin, Tefsir Tarihi, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İst. 2008.

 

FARKUÎ, İsmail Râci-Luis Lâmia, İslâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014.

 

KARAMAN, Hayreddin, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, Ensar Neşriyat, İst. 2008.

 

KOÇYİĞİT, Talât, Hadis Usûlü, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ank. 1993.

 

NASR, Seyyid Hüseyin, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989.

 



[1] Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989, s.13.

[2] İsmail Râci Farukî-Luis Lâmia Farukî, İslâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014, s.271.

[3] Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.3.

[4] Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.4.

[5] Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.14.

[6] Farukî, İslâm Kültür Atlası, s.272.

[7] Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, M.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, İst. 2008, s.26.

[8] Talât Koçyiğit, Hadis Usûlü, A.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, Ank. 1993, s.15.

[9] 53. Necm, 4.

[10] 4. Nisa, 59.

[11] 3. Âl-i İmrân, 31; 4. Nisa, 80.

[12] Hayreddin Karaman,  Anahatlarıyla İslâm Hukuku, Ensâr Neşriyât, İst. 2008, s.32. 

[13] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. b.t.yok, s.210.




0 Yorum - Yorum Yaz


Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağı kanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                         

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz .  Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrikadan Azarbaycana ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 ISLAM; tevhid inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup,gelişerek Doğu'da maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene daglarına kadar uzanan, bir çok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle ISLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

ISLAM medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise ; islamın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdir.bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanisilan kültür ve medeniyetler maddi olarak islam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur . Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2(7)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve tebyin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an Kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî resul'e, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okur yazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı eniyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mânâ münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allahın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

 

 

 

Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış v.s. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel ’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk , Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Adem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: “Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütün İslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletü’l-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîli’l- felsefe (Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârü’l-fik- ri’l-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları.istanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları.istanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları.istanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- butunlugu-nedir

10-Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr




0 Yorum - Yorum Yaz


Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağı kanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                         

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz .  Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrikadan Azarbaycana ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 ISLAM; tevhid inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup,gelişerek Doğu'da maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene daglarına kadar uzanan, bir çok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle ISLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

ISLAM medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise ; islamın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdir.bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanisilan kültür ve medeniyetler maddi olarak islam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur . Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2(7)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve tebyin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an Kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî resul'e, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okur yazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı eniyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mânâ münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allahın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

 

 

 

Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış v.s. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel ’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk , Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Adem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: “Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütün İslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletü’l-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîli’l- felsefe (Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârü’l-fik- ri’l-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları.istanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları.istanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları.istanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- butunlugu-nedir

10-Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr




0 Yorum - Yorum Yaz


Hatice Merve ÇALIŞKAN, 13922768 (DOKTORA)

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Elbette her bilgi kendi başına değerli, her birinin ihtiva ettikleri önemlidir; ancak her bilginin başka bilgilerle de yakından ilişkili olduğu göz ardı edilmemelidir. Çünkü tüm bilgiler bir bütünün farklı farklı parçalarını oluşturmaktadır. Bir meseleye farklı alanlardan bakmak, onun farklı tezahürlerini gösterecektir. Bu sebeple bilgiyi bütün olarak anlamak için onu tüm yönlerle ele almak gerekmektedir. Netice olarak bilgiyle özdeş olan varlığın kendisi gibi, ilimler veya bilgi şekilleri de birdir ve aynı zamanda bir düzene bağlıdır.[1]

İslam kendisini bilgi ile özdeşleştirip, bilgiyi, gerekli de kılar. Bilginin elde edilmesini ibadet ile eş görüp, teşvik eder. İslami bilgi, hakikati, akıl, tecrübe ve sezgi yoluyla kavramadır. Yeryüzü ve gökyüzünün, insanlığın ve tarihin birikimini tahlil eden dinamik bir bilgidir.[2]  İslam ilimleri tesadüfen ortaya çıkmamış, belli bir form içinde ortaya konmuşlardır.[3] Çeşitli bilgi şekillerinin birbirinden bağımsız olarak geliştirilmesine asla izin vermemesi islamın birleştirici yönünden kaynaklanmaktadır. Her türlü bilginin, bizzat hakikatin yapısını yansıtacak şekilde birbiriyle ilişkisi bulunmaktadır.[4] islam ilimlerinin sürekli gelişmesiyle yeni ilim şekil ve dalları meydana geldi, aynı zamanda islam öncesi medeniyetlerden gelen ilimler islami bilgi ile harmanlandı.[5]

Geçmişin zengin birikimi, aile ve çevreden aldığı bilgiler insan için bir taban oluşturduğundan o, bilgiye hiçten ve sıfırdan başlamaz. Üstelik onun hedefe ulaştırmayı kolaylaştıran doğuştan getirdiği bir takım kabiliyetleri vardır. Tüm bunların üzerinde de edinilen bilgiyi yönlendirme, karşılaştırma, sistemleştirerek eylem ile ilişkiye getirme vazifesini yüklenen eleştirel akıl melekesi vardır. İşte İslam, böyle bir özelliğe sahip insanın bütün bilgi kapasitelerini aynı anda kullanmasını ister.[6]

 

“İnsan gücü ve Arap dilinin verdiği imkân nisbetinde Allah’ın muradına delalet etmesi bakımından Kur'an-ı Kerim’in metninin içerdiği manaları ortaya koymak”[7] anlamına gelen Tefsir ilminin, Hz Peygamber’den nakledilen söz, fiil ve takrirler[8] demek olan Hadis ve Hadis İlminden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Nihayetinde bir vahiy mahsulü[9] olan Kur'an-ı Kerim’in anlaşılmayan yerlerini açıklayan, onun her hükmünü insanlara tebliğ etmekle yükümlü olan[10], sünnetine itaatin emredildiği[11] kişi Hz. Muhammed(sas)’dir. Öte taraftan Kur'an-ı Kerim ve sünnetten elde edilen bilgilerin adı demek olup, iman, ibadet, sosyal nizam ve ahlaka dair pek çok bilgi dalını kapsayan Fıkıh İlmi[12] de dolayısıyla Hadis İlmi ve Tefsir İlmi ile ilgilidir. Her üçü de Kur'an-ı Kerim’i temel alır. Ancak ele alışları farklı farklıdır. Bilginin bir bütün olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu üçünü birbirinden ayrı düşünmek, birbirleriyle ilişkilendirmemek doğru olmayacaktır. Konuları, alanları her ne kadar farklı da olsa, birbirlerinden bağımsız değildirler. Öte yandan Her zaman her devirde, dini, felsefi ve ilmi eserlerin muhataplar tarafından iyice anlaşılıp, kavranabilmesi için, onların, kendilerini iyi anlayanlar tarafından izah edilip, açıklanması gerekir.[13] Vahiy mahsulü olan Kur'an-ı Kerim’in de muhatapları olan biz insanlar için anlaşılması gerekiyordu. Bu açıklamayı yapmak tebliğ ile yükümlü olan Hz. Peygamber’e ait bir görevdir. Çünkü o Kur'an-ı Kerim’deki hakikatleri bize en iyi öğretecek olan, bizzat kendisine kitap gelen şahıstır.

Bilgi, karşılaşılan her kültürle, ilerleyen zamanla ve farklı düşüncelerin katkısıyla eklenerek büyür, zenginleşir. Dolayısıyla her konudan, her bilimden parçayı içinde barındırır. İslamın gelmesiyle onu anlama ihtiyacının doğması farklı ilim dallarının oluşmasını sağlamıştır. Ancak bu yapılırken ne var olan kültür birikimi hiçe sayılmış ne de zamanla oluşan yeni ilimlere sırt çevrilmiştir. İşte bu tavır, gelişme yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Bunun gibi bilginin bütünselliği göz ardı edilmeden yapılan her ilim de gelişmeye açık olacaktır.

 

KAYNAKÇA

 

KUR’AN-I KERİM

 

CERRAHOĞLU, Prof. Dr. İsmail, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. b.t.yok.

 

DEMİRCİ, Prof. Dr. Muhsin, Tefsir Tarihi, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İst. 2008.

 

FARKUÎ, İsmail Râci-Luis Lâmia, İslâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014.

 

KARAMAN, Hayreddin, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, Ensar Neşriyat, İst. 2008.

 

KOÇYİĞİT, Talât, Hadis Usûlü, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ank. 1993.

 

NASR, Seyyid Hüseyin, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989.

 



[1] Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989, s.13.

[2] İsmail Râci Farukî-Luis Lâmia Farukî, İslâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014, s.271.

[3] Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.3.

[4] Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.4.

[5] Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.14.

[6] Farukî, İslâm Kültür Atlası, s.272.

[7] Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, M.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, İst. 2008, s.26.

[8] Talât Koçyiğit, Hadis Usûlü, A.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, Ank. 1993, s.15.

[9] 53. Necm, 4.

[10] 4. Nisa, 59.

[11] 3. Âl-i İmrân, 31; 4. Nisa, 80.

[12] Hayreddin Karaman,  Anahatlarıyla İslâm Hukuku, Ensâr Neşriyât, İst. 2008, s.32. 

[13] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. b.t.yok, s.210.




0 Yorum - Yorum Yaz

bilginin Bütünlüğü    01.11.2014

   

    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO-14922720 

    2014 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA 

     BİRİNCİ ÖDEV 

     Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağıkanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsunun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                        

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur an ve Sünnet e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz . Kuran’ı Kerimde ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrika’dan Azerbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüüretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 İSLAM; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle İSLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

  Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْبِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَالَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resule, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

  Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

  Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

  Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

      Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarınısüsleyen bu ideal bütünlüümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüşartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünüöncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, İlim, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürüAllah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiğüzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütüâlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütüİslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletül-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîlil- felsefe (Resâilül-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârül-fik- ril-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz

bilginin Bütünlüğü    01.11.2014

   

    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO-14922720 

    2014 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA 

     BİRİNCİ ÖDEV 

     Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağıkanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsunun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                        

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur an ve Sünnet e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz . Kuran’ı Kerimde ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrika’dan Azerbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüüretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 İSLAM; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle İSLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

  Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْبِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَالَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resule, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

  Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

  Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

  Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

      Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarınısüsleyen bu ideal bütünlüümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüşartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünüöncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, İlim, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürüAllah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiğüzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütüâlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütüİslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletül-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîlil- felsefe (Resâilül-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârül-fik- ril-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz

bilginin Bütünlüğü    01.11.2014

   

    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO-14922720 

    2014 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA 

     BİRİNCİ ÖDEV 

     Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağıkanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsunun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                        

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur an ve Sünnet e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz . Kuran’ı Kerimde ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrika’dan Azerbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüüretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 İSLAM; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle İSLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

  Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْبِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَالَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resule, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

  Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

  Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

  Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

      Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarınısüsleyen bu ideal bütünlüümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüşartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünüöncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, İlim, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürüAllah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiğüzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütüâlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütüİslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletül-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîlil- felsefe (Resâilül-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârül-fik- ril-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz

bilginin Bütünlüğü    01.11.2014

   

    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO-14922720 

    2014 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA 

     BİRİNCİ ÖDEV 

     Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağıkanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsunun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                        

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur an ve Sünnet e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz . Kuran’ı Kerimde ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrika’dan Azerbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüüretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 İSLAM; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle İSLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

  Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْبِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَالَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resule, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

  Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

  Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

  Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

      Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarınısüsleyen bu ideal bütünlüümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüşartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünüöncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, İlim, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürüAllah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiğüzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütüâlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütüİslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletül-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîlil- felsefe (Resâilül-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârül-fik- ril-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz


   

    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO-14922720 

    2014 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA 

     BİRİNCİ ÖDEV 

     Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağıkanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsunun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                        

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur an ve Sünnet e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz . Kuran’ı Kerimde ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrika’dan Azerbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüüretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 İSLAM; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle İSLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

  Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْبِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَالَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resule, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

  Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

  Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

  Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

      Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarınısüsleyen bu ideal bütünlüümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüşartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünüöncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, İlim, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürüAllah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiğüzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütüâlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütüİslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletül-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîlil- felsefe (Resâilül-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârül-fik- ril-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    01.11.2014

   

    DURMUŞ ERDAL ATAK

    ÖĞRENCİ NO-14922720 

    2014 GÜZ DÖNEMİ DOKTORA 

     BİRİNCİ ÖDEV 

     Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağıkanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsunun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                        

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur an ve Sünnet e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz . Kuran’ı Kerimde ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrika’dan Azerbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüüretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 İSLAM; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle İSLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

  Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْبِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَالَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resule, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

  Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

  Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

  Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

      Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarınısüsleyen bu ideal bütünlüümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüşartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünüöncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, İlim, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürüAllah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiğüzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütüâlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütüİslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletül-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîlil- felsefe (Resâilül-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârül-fik- ril-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınlarıİstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz


Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağı kanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                         

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz .  Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrikadan Azarbaycana ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 ISLAM; tevhid inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, bir çok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle ISLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2(7)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an Kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resul’e, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

 

 

 

Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel ’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: “Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütün İslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletü’l-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîli’l- felsefe (Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârü’l-fik- ri’l-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr




0 Yorum - Yorum Yaz



 
 

Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza Başlarken Bilgi deyince ilk akla gelen: Bilgi nedir? onun çağrıştırdığı ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin Konuyu anlamaya Katkısı olacağı kanaatindeyiz.

  ilk olarak Bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, Vukuf.

Felsefede bilginin tarifi ise; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin Kavradığı temel düşünceler.

Bilimde ise; Kurallardan yararlanarak Kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1]

  “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir.

ilim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, Bilme, Biliş, Haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı Manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                         

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü̈ Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an , Tefsir , Belagat ,  Fıkıh, hadis, siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi Vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz .  Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bazı örnekler; bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

Terim İse;  Bir bilim, sanat, Meslek dalıyla veya  bir Konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan Kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, Fehva,  Konsept, nosyon.

Felsefede Kavram: nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

Genel bir bakış açışı ile Kavram: Bir Var olanı diğer var olandan ayıran Seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir Kavramın Seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

Kavramlar net olarak tarif edilirse bir çok Karışıklık giderilir Veya hiç ortaya Çıkmaz.

Bütünlük kelimesi ‘’ tam , eksiksiz , parçalanmamış ,parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden ‘’ bütün kelimesinden türemiştir .  Bütünlük sözcüğü bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmış bu şartlar Sahabe Döneminin sonlarına doğru İslamiyet daha doğrusu Kur'an-ı Kerimin Ulaştığı sınır Afrikadan Azarbaycana ulaşıp, Arap olmayan Kavimlerde Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara Çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  hadis, Kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır .

 ISLAM; tevhid inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, ispanyada pirene dağlarına kadar uzanan, bir çok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanc, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Dolay isiyle ISLAM medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir.

İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayati ve hadisleridir.

Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi Çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, Problemler Meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına Sebep oluşturan ilimlerin bizzat Kaynağı Kur'an' dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2(7)

Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybin le görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an Kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resul’e, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

Sahabe UIumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi Olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye ,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu gun bunun insana ne kadar faydası var ona henüz tam cevap verilemediği kanaatindeyiz.

Aslında bilimlerin dallandırılması menfi bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

 

 

 

Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

      Bilgi bütünlüğünün öncüllerde olması, niyet ve usulleri, neticelerde olması ise amaç ve gayeyi işar eder sanki.  Buna göre iş, eylem, davranış vs. niyetlere göre mi yoksa gayelere göre değerlenmeli ve bütünlük nerede aranmalı? Böyle bir soruya cevap ararken niyet ve usul ilkeleri yani hazırlayıcı öncüller öne çıkarır. Müslüman kültürü de bunu gerektirir. İman ve amel ’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamam gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir. Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır.(10)

     Sonuç olarak, Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir Payı, katkısı olmuştur.(12)

İslami bilgi yada Müslümanların ilim Dünya'sı da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, hindi ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır.

Müslümanların bilgisi Kuran'ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Âdem le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile Oluşan vahye Dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan kuran dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: “Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

  “Bilginin bütünlüğü”, belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama Kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır. Dolayısı ile bütün İslami ilimler bir bütün olan kuranın bir parçası gibidir denilebilir.

Kaynakça

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletü’l-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîli’l- felsefe (Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârü’l-fik- ri’l-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

 



0 Yorum - Yorum Yaz


   

Ahmed obaid

Doktora öğrencisi 

    no /13922724

 

                                           Bilginin bütünlüğü

العلوم في الحضارة الاسلامية نوعين نوع يختص بالشرع الاسلامي مصدرها الوحي  والتي بدأت منذ نزول الوحي على النبي محمد صلى الله عليه وسلم كالفقه والحديث وعلوم القران ....الخ  ونوع يشمل العلوم الانسانية التي مصدرها العقل كالطب والجبر والكمياء ...الخ  ومن المعلوم ان للمسلمين حضارة كبيرة تفوقت على كل الحضارات السابقة  و تأريخ حافل في شتى العلوم والمجالات الانسانية وكان لهم موقع الصدارة في مراحل زمنية وقد بلغت ذروتها من  منتصف القرن الثامن الى القرن الحادي عشر  على مستوى علوم الطب والكمياء والفلك والجبر والرياضيات والتاريخ  والبصريات والجغرافيه والفلسفه  وغيرها من العلوم التي اذ حدثت طفرة نوعية في هذه العلوم على يد علماء مسلمين امثال ابن سينا والخوارزمي  وابن الهيثم والرازي وجابر بن حيان  وابن بطوطة والقزويني وابن البيطار وابن خلكان وابن رشد ...الخ .  

ولكن في بحثي المختصر هذا  سأتكلم عن النوع الاول اي عن بداية نشأة العلوم الشرعية التي تختص بالشرع الاسلامي .

 

نشأة العلوم الاسلامية.

 

ابتدأت العلوم الإسلامية بالقرآن، فالقرآن هو مصدر العلوم، وهو المنطلق الأول لنشأة العلوم الإسلامية التي تركزت حول دراسة القرآن وتوثيقه وحفظه وتفسيره وبيان إعجازه ومعرفة الناسخ والمنسوخ منه، والمحكم والمتشابه والأحرف السبعة، والقراءات الثابتة الصحيحة ووجوه بلاغته وفصاحته، ودراسة مفرداته ومعانيه. الى جانب السنة النبوية المطهرة المبينة لكتاب الله والمكملة للتشريع .

ولم تكن هناك علوم مدونة بالمفهوم العلمي الذي عرف فيما بعد، فقد كانت اللغة تعتمد على السليقة العربية السليمة، فما استعمله العرب في كلامهم المنثور والمنظوم فهو حجة، وكان الأمر ميسرا، ولم يكن التدوين منتشرا إلا في نطاق ضيق، وكانت الأمية سائدة، ولم تتجه اهتمامات العرب في الجاهلية إلى التوسع في مجال العلوم، واقتصرت اهتماماتهم على لغة العرب التي كان شعراء الجاهلية يتفاخرون بإجادتها والتعبير عنها وبيان فصيحها.

ولما نزل القرآن كان معجزة النبي صلّى الله عليه وسلم، وتحدى الله العرب به، وعجز العرب عن الإتيان بمثله، بل عجزوا عن الإتيان بآية من آياته، ووقفوا مذهولين حائرين، يدرسون الظاهرة القرآنية في إطارها العام، ولا يجدون جوابا شافيا لتساؤلاتهم سوى التسليم بعظمة القرآن، وبأنه كلام الله.

وتوجهت الأنظار إلى هذا القرآن، باحثة عن معانيه، دارسة أسلوبه، مستخرجة منه قوانين اللغة، مدونة تاريخه، نزولا وكتابة وحفظا وجمعا، مسجلة أوجه قراءاته، محددة ما يجوز منها وما لا يجوز، معتمدة في ذلك على ضوابط ومعايير علمية موضوعية.

ما أعظم تلك البداية.

كتاب الله هو المنطلق.. ومواكب العلماء تلتف حول نصه، باحثة عن معانيه، مدونة تاريخه، مفسرة مفرداته اللغوية، مبينة أوجه الفصاحة والبلاغة فيه. وتتلاحق المواكب والأجيال، كل جيل يضع لبنة في صرح هذا التراث العلمي العظيم، معليا بها ذلك الصرح، مضيفا إلى جهود العلماء السابقين إضافة جديدة، في رحلة موفقة من جاهلية قاتمة المعالم، ضيقة الأفق قليلة العطاء إلى حضارة منيرة مشعة، وجدت في المعرفة امتدادها، وضاعفت بفضل الإسلام عطاءها فتشكلت علوم مختلفة الى جانب علوم القران والسنة النبويه من فقه واصول وعقيدة ولغة ..الخ . وسأتناول في بحثي المختصر  نشأة بعض هذه العلوم .

 

1- نشأة علوم القران 

 

نشأت علوم القرآن تدريجياً بحسب الحاجة لفهم معاني القرآن، فكان العرب والصحابة يفهمون القرآن كونه نزل بلغتهم وقلما يغيب عنهم معنى أو يستشكل ظاهر من القرآن، ومع شروع الصحابة في جمع القرآن بدأ يتشكل علم خاص برسم القرآن، وقد تطور هذا العلم مع تطور الخط العربي ونقط المصحف وإعجامه، كما رافق ذلك الحديث عن إعراب القرآن، ومع انتشار الإسلام وتوسع الفتوحات ودخول الأعاجم في الإسلام، وكذلك توسع المعارف والعلوم، ظهرت أنواع علوم القرآن المختلفة ولم تدون هذه العلوم في بادئ الامر بشكل مستقل بل كانت متداخله مع رواية  الحديث اي قسم من اقسامه الى ان استقلت هذه العلوم عن الحديث بمؤلفات خاصه .وكان النصيب الاكبر لعلم التفسير الذي كان اكثر انواع علوم القران تدوينا ولا يخفى على من يطلع على تفاسيرهم انها تحتوي على تقسيمات علوم القران المختلفه من المكي والمدني واسباب النزول والناسخ والمنسوخ وغيرها من العلوم  فكان أقدم ما وصل إلينا مستقلاً من تفسير القرآن كاملاً هو تفسير مقاتل بن سليمان (150هـ)، وأما في موضوعات علوم نالقرآن فألف أبو عبيدة معمر بن المثنى (209هـ) في مجاز القرآن، وأبو عبيد القاسم بن سلام (224هـ) في الناسخ والمنسوخ وفي القراءات، وعلي بن المديني (234هـ) في أسباب النزول، وينسب صاحب الفهرست إلى محمد بن خلف بن المزربان (309هـ) كتاب "الحاوي في علوم القرآن"، ولعله أقدم استعمال لتعبير علوم القرآن، وجرى بعد ذلك استعمال التعبير المركب "علوم القرآن.

 

2- نشأة علوم الحديث .

 

لم يدون الحديث في عهد النبي صلى الله عليه وسلم او في عهد الصحابة  وذلك امتثالا لقول النبي صلى الله عليه وسلم (( لاتكتبو عني غير القران ومن كتب عني غير القران فليمحه )) .وكان من أسباب النهي : خشية اختلاط الحديث.النبوي بالقرآن خاصة وان الصحابة رضوان الله عليهم كانوا حديثي عهد بالإسلام , ولصرف هممهم لحفظ القرآن الكريم وكتابته ، هذا مع قلــة ما بأيديهم من وسائل الكتابة . 

وكاد القرن الأول الهجري  أن ينتهي , ولم يُصدر أحد من الخلفاء أمره بتدوين السنة  وفي العام التاسع والتسعين للهجرة تولى الخليفة الراشد عمر بن عبد العزيز رضي الله عنه خلافة المسلمين , فنظر إلى الأحوال والظروف التي تمر بها الأمة , فرأى أن يقوم بكتابة الحديث وتدوينه حفاظاً عليه من الضياع والتحريف , حيث أن المانع الذي  كان يمنع تدوين الحديث قد زال , ومصلحة المسلمين باتت تستدعي جمع الحديث  وتدوينه .

 

فكتب إلى عماله وولاته يأمرهم بذلك , حيث أرسل إلى أبي بكر ابن حزم – عامله وقاضيه على المدينة – قائلا له : " انظر ما كان من حديث رسول الله e فاكتبه , فإني خفت دروس العلم وذهاب العلماء"،  وطلب منه أن يكتب ما عند عَمْرة بنت عبد الرحمن الأنصارية, والقاسم بن محمد بن أبي بكر, وكتب إلى علماء المسلمين في الأمصار المختلفة : " انظروا إلى حديث رسول الله – صلى الله عليه وسلم – فاجمعوه وكان ، وكان ممن كتب إليهم الإمام محمد بن مسلم بن شهاب الزهري أحد الأئمة الأعلام ، وعالم أهل الحجاز والشام المتوفى سنة (124هـ) ، حيث استجاب لطلب عمر بن عبد العزيز فجمع حديث أهل المدينة وقدمه له ، فبعث عمر إلى كل أرض دفتراً من دفاتره ، وكانت هذه هي المحاولة الأولى لجمع الحديث وتدوينه بشمول واستقصاء ، وكان تدوين الإمام الزهري للسنة عبارة عن جمع ما سمعه من أحاديث الصحابة من غير تبويب على أبواب العلم ، وربما كان مختلطًا بأقوال الصحابة وفتاوى التابعين ، وهذا ما تقتضيه طبيعة البداءة في كل أمر جديد ، وبذلك مهد الإمام الزهري الطريق لمن أعقبه من العلماء والمصنفين ، ووضع حجر الأساس في تدوين السنة في كتب خاصة .

 

ثم نشطت حركة التدوين بعد ذلك ، وأخذت في التطور والازدهار ، وتعاون الأئمة والعلماء في مختلف الأمصار ، فكتب ابن جريج بمكة ، وكتب مالك وابن اسحاق بالمدينة ، وكتب سعيد بن أبي عَروبة والربيع بن صُبيح وحماد بن سلمة بالبصرة ، وكتب سفيان الثوري بالكوفة ، وكتب أبو عمرو الأوزاعي بالشام ، ، وكتب عبد الله بن المبارك بخراسان ، وكتب معمر باليمن ، وغيرهم من الأئمة ، وكانت طريقتهم في التدوين هي جمع أحاديث كل باب من أبواب العلم على حدة ، ثم ضم هذه الأبواب بعضها إلى بعض في مصنف واحد ، مع ذكر أقوال الصحابة والتابعين ، ولذلك حملت المصنفات الأولى في هذا الزمن عناوين مثل " مصنف " و " موطأ " و " جامع " والى جانب تدوين الرواية  ونقل الاحاديث ظهرت علوم الحديث اذ لم يكن بالامكان الاخذ بكل ماروي عن النبي صلى الله عليه وسلم قبل التاكد من صحتها وصحة نسبتها للنبي صلى الله عليه وسلم وذلك بسبب الاحداث التي مرت بها الامة الاسلامية وظهور الاحزاب والفرق ممادفع بعض المغرضيين الى افتعال احاديث ونسبتها للنبي صلى الله عليه وسلم لخدمة مصالحهم واهوائهم . من هنا صار لابد من تمييز الحديث الصحيح من غيرالصحيح ونتيجة لذلك ظهرت عدة علوم مرتبطة بالحديث منها علم الرجال والاسانيد وعلم الجرح والتعديل  وعلم غريب الحديث ....الخ 

 

ثم جاء القرن الثالث فحدث طور آخر من أطوار تدوين السنة تجلى في إفراد حديث رسول الله - صلى الله عليه وسلم - بالتصنيف دون غيره من أقوال الصحابة والتابعين ، فألفت المسانيد التي جمعت أحاديث كل صحابي على حدة ، من غير مراعاة لوحدة الموضوع ، كمسند الإمام أحمد ، ومسند إسحاق بن راهُوْيَه ، ومسند عثمان بن أبي شيبة وغيرها من المسانيد ، ولم تقتصر هذه المسانيد على جمع الحديث الصحيح بل احتوت على الصحيح وغيره مما جعل الإفادة منها والوقوف على أحاديث مسألة معينة من الصعوبة بمكان إلا على أئمة هذا الشأن ، خصوصاً وأنها لم ترتب على أبواب الفقه ، مما حدا بإمام المحدثين في عصره محمد بن إسماعيل البخاري أن ينحو بالتأليف منحىً جديدًا اقتصر فيه على الحديث الصحيح فحسب دون ما عداه ، فألف كتابه الجامع الصحيح المشهور بـ" صحيح البخاري " ، وجرى على منواله معاصره وتلميذه الإمام مسلم بن الحجاج القشيري فألف صحيحه المشهور بـ " صحيح مسلم.

 

 

3-نشأة علم العقيدة .

 

 لم اقف على تحديد دقيق لأول من صنف في العقيدة، وأحسن مرجعية وقفت عليها في هذا المجال هي ما جاء في الموسوعة العقدية التي أصدرها موقع الدرر السنية. وجاءت فيها خلاصة جيدة يحسن أن أنقلها بنصها؛ لما فيها من الفائدة. يقول كاتبها:

وبدأ هذا (يعني طور التدوين) في حياة التابعين... حيث ابتدأ ذلك الإمام الزهري رحمه الله تعالى، ثم شاع ذلك في النصف الأول من القرن الثاني الهجري كما فعل الإمام مالك في الموطأ، حيث رتبت الأحاديث على أبواب تتعلق بالتوحيد مثل: باب الإيمان، وباب التوحيد، وباب العلم، الخ..

ولعل هذا التبويب للأحاديث كان النواة الأولى في استقلال كل باب فيما بعد بالتصنيف والبحث.

ومما أوقد جذوة التدوين ما وقع في آخر زمن الصحابة من بدع واختلاف في العقيدة، كما في مسألة القدر، وكان أول من تكلم به معبد الجهني (ت: 80هـ)، ومسألة التشيع والغلو في آل البيت، وفتنة عبد الله بن سبأ، كما وقعت من قبل بدعة الخوارج وصرحوا بالتكفير بالذنوب، وبعد ذلك نشأ مذهب المعتزلة على يد  واصل بن عطاء (ت: 131هـ)، وصنف في مسائل من العقيدة ما خالف به الصحابة والتابعين، وخرج على إجماع خير القرون في الاعتقاد، فتصدى له التابعون بالرد عليه والمناظرة في هذه المسائل، ثم بدأ التصنيف في عقيدة أهل السنة حين أصبح ضرورة لا بد منها لنفي تأويل المبطلين، ورد انحراف الغالين، وكان أول مدون عرفناه في العقيدة - على هذا النحو – هو كتاب الفقه الأكبر لأبي حنيفة رحمه الله (ت: 150هـ)، رواه أبو مطيع الحكم بن عبد الله البلخي، كما رواه حماد بن أبي حنيفة – وإن قيل إنه من وضع أبي مطيع البلخي – حدد فيه أبو حنيفة عقائد أهل السنة تحديدا منهجيا ورد فيه على المعتزلة، والقدرية، والجهمية، والشيعة، واشتمل على خمسة أبواب - في أتم رواياته -: الأول في القدر، والثاني والثالث في المشيئة، والرابع في الرد على من يكفر بالذنب، والخامس في الإيمان، وفيه حديث عن الأسماء والصفات، والفطرة، وعصمة الأنبياء، ومكانة الصحابة، وغير ذلك من مباحث العقيدة.

فلو قال قائل: إن واضع علم التوحيد – بمعنى أول من وضع مؤلفا خاصا في الفن من أهل السنة – هو الإمام أبو حنيفة؛ لكان صادقا ولم يبعد عن الصواب، "وإن كان قد قيل: إن واضعه الإمام مالك بن أنس، وأنه ألف فيه رسالة، وقيل أيضا إنه لما كثرت الفتن أمر المنصور بوضع كتب لإزالتها والرد عليها.

كما ثبت أن الإمام ابن وهب رحمه الله (ت: 197هـ) وضع كتابا في القدر على طريقة المحدثين في جمع الأحاديث وإن كان دون تبويب.

ولقد نسب كتاب بنفس اسم الفقه الأكبر للإمام الشافعي رحمه الله (ت: 204هـ)، تناول فيه مسائل الاعتقاد مسألة مسألة، ورد على الفرق المخالفة في ثنايا كلامه، إلا أن نسبة الكتاب إلى الإمام الشافعي غير موثقة، فقد قال حاجي خليفة في كشف الظنون: .. لكن في نسبته إلى الشافعي شك، والظن الغالب أنه من تأليف بعض أكابر العلماء.

ثم تتابع التأليف بعد أبي حنيفة في علم التوحيد ولكن بأسماء مختلفة لهذا العلم. فمن أول ذلك كتاب الإيمان لأبي عبيد القاسم بن سلام (ت: 224هـ)، وتبعه على هذا كثيرون إلى يوم الناس هذا، كما ظهر مصطلح السنة للدلالة على ما يسلم من الاعتقادات، واشتهر ذلك زمن الإمام أحمد رحمه الله، ومن الكتب المصنفة باسم السنة، كتاب السنة لابن أبي شيبة رحمه الله (ت: 235هـ) والسنة للإمام أحمد رحمه الله (ت: 240هـ) وغير ذلك، ثم ظهر مصطلح التوحيد في مثل كتاب التوحيد لابن سريج البغدادي رحمه الله (ت: 306هـ)، وكتاب التوحيد لابن خزيمة رحمه الله (ت: 311هـ)، وواكب ذلك ظهور مصطلح أصول الدين، ثم ظهر التأليف باسم العقيدة أوائل القرن الخامس الهجري، واستقرت حركة التصنيف ومنهج التأليف، واستقل علم التوحيد علما متميزا عن غيره بلقب ومنهج مخصوص.

وأخيرا فإن فيما سبق بيانه رد على من زعم – من الأشاعرة والماتريدية – أن واضعي علم التوحيد هما: أبو الحسن الأشعري (ت: 324هـ)، وأبو منصور الماتريدي (ت: 333هـ)، حيث سبقا بتآليف كثيرة كتبت على منهج أهل الحديث، أهل السنة والجماعة.

 

 

4- نشأة علم الفقه واصوله .

 

من المعلوم أن الأصل الأول للفقه هو القرآن الكريم الذي أنزله الله على رسوله صلى الله عليه وسلم {هدى للناس وبينات من الهدى والفرقان}... {لا يأتيه الباطل من بين يديه ولا من خلفه تنزيل من حكيم حميد}. والأصل الثاني هو السنة النبوية وهي مجموعة أقوال النبي صلى الله عليه وسلم وأفعاله وتقريراته، فهذان الأصلان لا خلاف فيهما.

وكل الأصول الأخرى راجعة إليهما من اجماع وقياس واستدلال ....الخ ويمكن تلخيص نشوء وتطور علم الفقه بثلاثة  اطوار 

فالطور الأول: – هو طور نزول الوحي وحياة النبي صلى الله عليه وسلم فهذا الطور من مبعث سيدنا رسول الله صلى الله عليه وسلم إلى وفاته، وهي فترة الوحي أي نزول القرآن الكريم، وتلقى السنة المطهرة عنه صلى الله عليه وسلم. 

الطور الثاني  يمثله عهد الصحابة  : ثم جاء عصر الصحابة رضي الله عنهم الذي امتد ما يناهز القرن، وانتشر الإسلام، وتفرق الصحابة في شتى الأقطار والأصقاع ينشرون الإسلام بين أقوام مختلف الأعراق والأعراف والطباع فاعترضتهم قضايا فقهية بعضها يمس أنظمة الدولة الإدارية والمالية كقضايا الأراضي المفتوحة – والتي أصبحت فيما بعد خراجية – ومشكلات دون ذلك كميراث الجد مع الأخوة.

إلا أن مركز الدولة واهتمام الخليفة شخصياً بالقضاء والفتوى سهل الإجماع في كثير من المسائل، حيث يجمع الصحابة عند النازلة فيستشيرهم فيجمعون على أمر، فيصبح إجماعهم امراً لا معقب له وحجة على القرون من بعدهم.

وقد لا يجمعون فيظل باب الإجتهاد مفتوحاً في وجه من بعدهم، وبروز أهمية الإجماع في التشريع يُمثل الطور الثاني من أطوار الفقه وما كان لهذا التطور أن يحدث في حياة النبي صلى الله عليه وسلم لأن الإجماع في عهده غير ممكن لنزول الوحي فالحجة في حياته صلى الله عليه وسلم هي القرآن والسنة، فالمرجع الوحيد في النوازل هو النبي صلى الله عليه وسلم.

 

وفي الطور الثاني الذي يمثله عهد الصحابة رضوان الله عليهم برز القياس وظهرت بوادره الأولى في قياس الشارب على القاذف عند من أثبته. إلى غير ذلك من المسائل التي احتاج الصحابة فيها إلى إعمال أوجه الرأي، وتقليب أوجه النظر، كحادثة الوباء في الشام – الطاعون – التي وقع فيها الحوار بين عمر بن الخطاب وأبي عبيدة رضي الله عنهما – واختلف الصحابة عليهما، فأيدت طائفة رأي عمر، وأيدت أخرى رأي أبي عبيدة حيث قال لعمر: أفراراً من قدر الله؟ فقال له عمر: لو غيرك قالها يا أبا عبيدة: نعم: فراراً من قدر الله إلى قدر الله، أرأيت لو كانت لك إبل في واد له عدوتان إحداها خصبة والأخرى جدبة، أليس إن رعيت الجدبة رعيتها بقدر الله؟ وإن رعيت الخصبة رعيتها بقدر الله

ولم ينكر أحد عليهما استعمال الرأي والقياس.

وكان ذلك قبل أن يأتي عبدالرحمن بن عوف بحديث عن النبي صلى الله عليه وسلم. 

 الطور الثالث  عهد التابعين وتابعي التابعين(الائمة الاربعه) . عدد من الصحابة لمختلف الأمصار الإسلامية، وتتلمذ على أيديهم عدد كبيرٌ من التلاميذ، الذين أخذوا علمهم ونشروه وعلَّموه للناس، واستمر نقل العلم إلى أن وصل للأئمة الأربعة وغيرهم، ولكن نظرا لاهتمام تلاميذ الأئمة الأربعة بتدوين علمهم ونشر كتبهم؛ اشتهرت هذه المذاهب على غيرها، وأصحاب المذاهب الأربعة المشهورة هم:

 

1. الإمام أبوحنيفة  النعمان بن ثابت (ولد80 هـ وتوفي 150هـ) .

2.الإمام مالك بن أنس الأصبحي   (ولد 93هـ  وتوفي 179هـ).

3. الإمام محمد بن إدريس الشافعي (ولد 150هـ وتوفي 204هـ).

4.  الإمام أحمد بن حنبل  الشيباني  (ولد 164هـ  وتوفي 241هـ).

 

وقام تلامذة الأئمة الأربعة بالاستمرار في تدوين كتبهم، وشرحها ونشر علمهم بين الناس،  وظهر علماء آخرون في مختلف الأمصار الإسلامية وآراؤهم محفوظة في الكتب الفقهية، ولم ينشط تلاميذهم أو أصحابهم في نشره كتبهم وخدمتها وشرحها، أو نشر فقههم ومذهبهم, فلم يُكتب لها البقاء والانتشار، وبقيت المذاهب الأربعة المعروفة لأهل السنة إلى يومنا هذا

 وفي العصور التي بعد عصر الصحابة رضوان الله عليهم  اتسعت دائرة الاجتهاد نظرًا لاتساع الدولة الإسلامية ودخول عدد كبير من الناس في الدين في هذا العصر ممن لهم عادات وتقاليد وسلوك وأنماط حياة تختلف عن الصحابة، مما اضطر العلماء لبذل مزيد من الجهد للإجابة عن أسئلة الناس. ولم تستجد مسألة إلا وبينوا حكمها في الدين. وقد ساعدهم على ذلك أن أحكام الدين جاءت عامة نصت على مسائل كلية .فظهر أئمة الفتوى في هذا العصر، ونضجت الآراء التي نقلت عن الصحابة، وتكونت مدارس متعددة على هدى الاجتهادات، المختلفة، وتباينت هذه المدارس لا في الفروع فقط ولكن أيضاً في نظرتها إلى الأصوال التي تؤخذ منها الأحكام، هذا التباين ليس ناشئاً فقط عن تفاوت أصحابها في فهم القرآن والاطلاع على السنة، فهم متفاوتون فعلاً في ذلك، فقد يطلع بعضهم على ما لم يطلع عليه غيره، ويصح عنده ما لم يثبت عند غيره. ولا بسبب اختلافهم في تفسير النصوص من الناحية اللغوية فحسب. فقد اختلفوا في ذلك ولكن الاختلاف قد ينشأ بسبب تقدير بعضهم لأهمية دليل على حساب آخر، مما يوجد اختلافاً في ترتيب الأدلة من إمام إلى آخر، فيحكم هذا برجحان دليل يحكم غيره بكونه مرجوحاً،وهذا هو الطور الثالث الذي انتهى إليه تطور التعامل مع النصوص، وكان من نتيجته ميلاد علم أصول الفقه، التي تهدف إلى وضع ضوابط من شأنها أن تؤصل كيفية التعامل مع الكتاب والسنة، في استنباط الأحكام واستخراج المسائل، فاهتمت بدلالات الألفاظ الشرعية وتعريف الأحكام وكان ذلك على يد الامام الشافعي في كتابه الرساله .

 

وفي ختام بحثي المتواضع اسال الله تعالى ان يجعل هذا العمل مقبولا عنده وان يغفر لي مازل قلمي فيه او اخطأ فهمي  او غاب دونه علمي .انه الغفور الرحيم الجواد الكريم وصلى الله على سيدنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم .

 

المصادر .

1- اضواء على تأريخ العلوم عند المسلمين للدكتور محمد حسين محاسنه.

2- تأريخ العلم والانسية الجديدة للدكتور جورج ساترون ترجمة اسماعيل مظهر .

3- التفسير والمفسرون للدكتور محمد حسين الذهبي .

4- مناهل العرفان للشيخ عبدالعظيم الزرقاني .

5-علوم القران  تاريخه وتصنيف انواعه للدكتور مساعد بن مسلم الطيار .

6- تدوين السنة النبوية للدكتور محمد مطر الزهراني .

7- دراسات في  الحديث النبوي وتاريخ التدوين فيه ..لمصطفى الاعظمي .

8- الموسوعة العقدية الصادرة عن موقع الدرر السنية .

9- تأريخ الفقه الاسلامي للدكتور عمر الاشقر .

10 - تأريخ التشريع الاسلامي للدكتور مناع القطان .

   




0 Yorum - Yorum Yaz



 
 Ahmed obaid
Doktora öğrencisi 
    no /13922724
 
                    Bilginin bütünlüğü
العلوم في الحضارة الاسلامية نوعين نوع يختص بالشرع الاسلامي مصدرها الوحي  والتي بدأت منذ نزول الوحي على النبي محمد صلى الله عليه وسلم كالفقه والحديث وعلوم القران ....الخ  ونوع يشمل العلوم الانسانية التي مصدرها العقل كالطب والجبر والكمياء ...الخ  ومن المعلوم ان للمسلمين حضارة كبيرة تفوقت على كل الحضارات السابقة  و تأريخ حافل في شتى العلوم والمجالات الانسانية وكان لهم موقع الصدارة في مراحل زمنية وقد بلغت ذروتها من  منتصف القرن الثامن الى القرن الحادي عشر  على مستوى علوم الطب والكمياء والفلك والجبر والرياضيات والتاريخ  والبصريات والجغرافيه والفلسفه  وغيرها من العلوم التي اذ حدثت طفرة نوعية في هذه العلوم على يد علماء مسلمين امثال ابن سينا والخوارزمي  وابن الهيثم والرازي وجابر بن حيان  وابن بطوطة والقزويني وابن البيطار وابن خلكان وابن رشد ...الخ .  
ولكن في بحثي المختصر هذا  سأتكلم عن النوع الاول اي عن بداية نشأة العلوم الشرعية التي تختص بالشرع الاسلامي .

نشأة العلوم الاسلامية.

ابتدأت العلوم الإسلامية بالقرآن، فالقرآن هو مصدر العلوم، وهو المنطلق الأول لنشأة العلوم الإسلامية التي تركزت حول دراسة القرآن وتوثيقه وحفظه وتفسيره وبيان إعجازه ومعرفة الناسخ والمنسوخ منه، والمحكم والمتشابه والأحرف السبعة، والقراءات الثابتة الصحيحة ووجوه بلاغته وفصاحته، ودراسة مفرداته ومعانيه. الى جانب السنة النبوية المطهرة المبينة لكتاب الله والمكملة للتشريع .
ولم تكن هناك علوم مدونة بالمفهوم العلمي الذي عرف فيما بعد، فقد كانت اللغة تعتمد على السليقة العربية السليمة، فما استعمله العرب في كلامهم المنثور والمنظوم فهو حجة، وكان الأمر ميسرا، ولم يكن التدوين منتشرا إلا في نطاق ضيق، وكانت الأمية سائدة، ولم تتجه اهتمامات العرب في الجاهلية إلى التوسع في مجال العلوم، واقتصرت اهتماماتهم على لغة العرب التي كان شعراء الجاهلية يتفاخرون بإجادتها والتعبير عنها وبيان فصيحها.
ولما نزل القرآن كان معجزة النبي صلّى الله عليه وسلم، وتحدى الله العرب به، وعجز العرب عن الإتيان بمثله، بل عجزوا عن الإتيان بآية من آياته، ووقفوا مذهولين حائرين، يدرسون الظاهرة القرآنية في إطارها العام، ولا يجدون جوابا شافيا لتساؤلاتهم سوى التسليم بعظمة القرآن، وبأنه كلام الله.
وتوجهت الأنظار إلى هذا القرآن، باحثة عن معانيه، دارسة أسلوبه، مستخرجة منه قوانين اللغة، مدونة تاريخه، نزولا وكتابة وحفظا وجمعا، مسجلة أوجه قراءاته، محددة ما يجوز منها وما لا يجوز، معتمدة في ذلك على ضوابط ومعايير علمية موضوعية.
ما أعظم تلك البداية.
كتاب الله هو المنطلق.. ومواكب العلماء تلتف حول نصه، باحثة عن معانيه، مدونة تاريخه، مفسرة مفرداته اللغوية، مبينة أوجه الفصاحة والبلاغة فيه. وتتلاحق المواكب والأجيال، كل جيل يضع لبنة في صرح هذا التراث العلمي العظيم، معليا بها ذلك الصرح، مضيفا إلى جهود العلماء السابقين إضافة جديدة، في رحلة موفقة من جاهلية قاتمة المعالم، ضيقة الأفق قليلة العطاء إلى حضارة منيرة مشعة، وجدت في المعرفة امتدادها، وضاعفت بفضل الإسلام عطاءها فتشكلت علوم مختلفة الى جانب علوم القران والسنة النبويه من فقه واصول وعقيدة ولغة ..الخ . وسأتناول في بحثي المختصر  نشأة بعض هذه العلوم .

1- نشأة علوم القران 

نشأت علوم القرآن تدريجياً بحسب الحاجة لفهم معاني القرآن، فكان العرب والصحابة يفهمون القرآن كونه نزل بلغتهم وقلما يغيب عنهم معنى أو يستشكل ظاهر من القرآن، ومع شروع الصحابة في جمع القرآن بدأ يتشكل علم خاص برسم القرآن، وقد تطور هذا العلم مع تطور الخط العربي ونقط المصحف وإعجامه، كما رافق ذلك الحديث عن إعراب القرآن، ومع انتشار الإسلام وتوسع الفتوحات ودخول الأعاجم في الإسلام، وكذلك توسع المعارف والعلوم، ظهرت أنواع علوم القرآن المختلفة ولم تدون هذه العلوم في بادئ الامر بشكل مستقل بل كانت متداخله مع رواية  الحديث اي قسم من اقسامه الى ان استقلت هذه العلوم عن الحديث بمؤلفات خاصه .وكان النصيب الاكبر لعلم التفسير الذي كان اكثر انواع علوم القران تدوينا ولا يخفى على من يطلع على تفاسيرهم انها تحتوي على تقسيمات علوم القران المختلفه من المكي والمدني واسباب النزول والناسخ والمنسوخ وغيرها من العلوم  فكان أقدم ما وصل إلينا مستقلاً من تفسير القرآن كاملاً هو تفسير مقاتل بن سليمان (150هـ)، وأما في موضوعات علوم نالقرآن فألف أبو عبيدة معمر بن المثنى (209هـ) في مجاز القرآن، وأبو عبيد القاسم بن سلام (224هـ) في الناسخ والمنسوخ وفي القراءات، وعلي بن المديني (234هـ) في أسباب النزول، وينسب صاحب الفهرست إلى محمد بن خلف بن المزربان (309هـ) كتاب "الحاوي في علوم القرآن"، ولعله أقدم استعمال لتعبير علوم القرآن، وجرى بعد ذلك استعمال التعبير المركب "علوم القرآن.

2- نشأة علوم الحديث .

لم يدون الحديث في عهد النبي صلى الله عليه وسلم او في عهد الصحابة  وذلك امتثالا لقول النبي صلى الله عليه وسلم (( لاتكتبو عني غير القران ومن كتب عني غير القران فليمحه )) .وكان من أسباب النهي : خشية اختلاط الحديث.النبوي بالقرآن خاصة وان الصحابة رضوان الله عليهم كانوا حديثي عهد بالإسلام , ولصرف هممهم لحفظ القرآن الكريم وكتابته ، هذا مع قلــة ما بأيديهم من وسائل الكتابة . 
وكاد القرن الأول الهجري  أن ينتهي , ولم يُصدر أحد من الخلفاء أمره بتدوين السنة  وفي العام التاسع والتسعين للهجرة تولى الخليفة الراشد عمر بن عبد العزيز رضي الله عنه خلافة المسلمين , فنظر إلى الأحوال والظروف التي تمر بها الأمة , فرأى أن يقوم بكتابة الحديث وتدوينه حفاظاً عليه من الضياع والتحريف , حيث أن المانع الذي  كان يمنع تدوين الحديث قد زال , ومصلحة المسلمين باتت تستدعي جمع الحديث  وتدوينه .

فكتب إلى عماله وولاته يأمرهم بذلك , حيث أرسل إلى أبي بكر ابن حزم – عامله وقاضيه على المدينة – قائلا له : " انظر ما كان من حديث رسول الله e فاكتبه , فإني خفت دروس العلم وذهاب العلماء"،  وطلب منه أن يكتب ما عند عَمْرة بنت عبد الرحمن الأنصارية, والقاسم بن محمد بن أبي بكر, وكتب إلى علماء المسلمين في الأمصار المختلفة : " انظروا إلى حديث رسول الله – صلى الله عليه وسلم – فاجمعوه وكان ، وكان ممن كتب إليهم الإمام محمد بن مسلم بن شهاب الزهري أحد الأئمة الأعلام ، وعالم أهل الحجاز والشام المتوفى سنة (124هـ) ، حيث استجاب لطلب عمر بن عبد العزيز فجمع حديث أهل المدينة وقدمه له ، فبعث عمر إلى كل أرض دفتراً من دفاتره ، وكانت هذه هي المحاولة الأولى لجمع الحديث وتدوينه بشمول واستقصاء ، وكان تدوين الإمام الزهري للسنة عبارة عن جمع ما سمعه من أحاديث الصحابة من غير تبويب على أبواب العلم ، وربما كان مختلطًا بأقوال الصحابة وفتاوى التابعين ، وهذا ما تقتضيه طبيعة البداءة في كل أمر جديد ، وبذلك مهد الإمام الزهري الطريق لمن أعقبه من العلماء والمصنفين ، ووضع حجر الأساس في تدوين السنة في كتب خاصة .

ثم نشطت حركة التدوين بعد ذلك ، وأخذت في التطور والازدهار ، وتعاون الأئمة والعلماء في مختلف الأمصار ، فكتب ابن جريج بمكة ، وكتب مالك وابن اسحاق بالمدينة ، وكتب سعيد بن أبي عَروبة والربيع بن صُبيح وحماد بن سلمة بالبصرة ، وكتب سفيان الثوري بالكوفة ، وكتب أبو عمرو الأوزاعي بالشام ، ، وكتب عبد الله بن المبارك بخراسان ، وكتب معمر باليمن ، وغيرهم من الأئمة ، وكانت طريقتهم في التدوين هي جمع أحاديث كل باب من أبواب العلم على حدة ، ثم ضم هذه الأبواب بعضها إلى بعض في مصنف واحد ، مع ذكر أقوال الصحابة والتابعين ، ولذلك حملت المصنفات الأولى في هذا الزمن عناوين مثل " مصنف " و " موطأ " و " جامع " والى جانب تدوين الرواية  ونقل الاحاديث ظهرت علوم الحديث اذ لم يكن بالامكان الاخذ بكل ماروي عن النبي صلى الله عليه وسلم قبل التاكد من صحتها وصحة نسبتها للنبي صلى الله عليه وسلم وذلك بسبب الاحداث التي مرت بها الامة الاسلامية وظهور الاحزاب والفرق ممادفع بعض المغرضيين الى افتعال احاديث ونسبتها للنبي صلى الله عليه وسلم لخدمة مصالحهم واهوائهم . من هنا صار لابد من تمييز الحديث الصحيح من غيرالصحيح ونتيجة لذلك ظهرت عدة علوم مرتبطة بالحديث منها علم الرجال والاسانيد وعلم الجرح والتعديل  وعلم غريب الحديث ....الخ 

ثم جاء القرن الثالث فحدث طور آخر من أطوار تدوين السنة تجلى في إفراد حديث رسول الله - صلى الله عليه وسلم - بالتصنيف دون غيره من أقوال الصحابة والتابعين ، فألفت المسانيد التي جمعت أحاديث كل صحابي على حدة ، من غير مراعاة لوحدة الموضوع ، كمسند الإمام أحمد ، ومسند إسحاق بن راهُوْيَه ، ومسند عثمان بن أبي شيبة وغيرها من المسانيد ، ولم تقتصر هذه المسانيد على جمع الحديث الصحيح بل احتوت على الصحيح وغيره مما جعل الإفادة منها والوقوف على أحاديث مسألة معينة من الصعوبة بمكان إلا على أئمة هذا الشأن ، خصوصاً وأنها لم ترتب على أبواب الفقه ، مما حدا بإمام المحدثين في عصره محمد بن إسماعيل البخاري أن ينحو بالتأليف منحىً جديدًا اقتصر فيه على الحديث الصحيح فحسب دون ما عداه ، فألف كتابه الجامع الصحيح المشهور بـ" صحيح البخاري " ، وجرى على منواله معاصره وتلميذه الإمام مسلم بن الحجاج القشيري فألف صحيحه المشهور بـ " صحيح مسلم.


3-نشأة علم العقيدة .
 
 لم اقف على تحديد دقيق لأول من صنف في العقيدة، وأحسن مرجعية وقفت عليها في هذا المجال هي ما جاء في الموسوعة العقدية التي أصدرها موقع الدرر السنية. وجاءت فيها خلاصة جيدة يحسن أن أنقلها بنصها؛ لما فيها من الفائدة. يقول كاتبها:
وبدأ هذا (يعني طور التدوين) في حياة التابعين... حيث ابتدأ ذلك الإمام الزهري رحمه الله تعالى، ثم شاع ذلك في النصف الأول من القرن الثاني الهجري كما فعل الإمام مالك في الموطأ، حيث رتبت الأحاديث على أبواب تتعلق بالتوحيد مثل: باب الإيمان، وباب التوحيد، وباب العلم، الخ..
ولعل هذا التبويب للأحاديث كان النواة الأولى في استقلال كل باب فيما بعد بالتصنيف والبحث.
ومما أوقد جذوة التدوين ما وقع في آخر زمن الصحابة من بدع واختلاف في العقيدة، كما في مسألة القدر، وكان أول من تكلم به معبد الجهني (ت: 80هـ)، ومسألة التشيع والغلو في آل البيت، وفتنة عبد الله بن سبأ، كما وقعت من قبل بدعة الخوارج وصرحوا بالتكفير بالذنوب، وبعد ذلك نشأ مذهب المعتزلة على يد  واصل بن عطاء (ت: 131هـ)، وصنف في مسائل من العقيدة ما خالف به الصحابة والتابعين، وخرج على إجماع خير القرون في الاعتقاد، فتصدى له التابعون بالرد عليه والمناظرة في هذه المسائل، ثم بدأ التصنيف في عقيدة أهل السنة حين أصبح ضرورة لا بد منها لنفي تأويل المبطلين، ورد انحراف الغالين، وكان أول مدون عرفناه في العقيدة - على هذا النحو – هو كتاب الفقه الأكبر لأبي حنيفة رحمه الله (ت: 150هـ)، رواه أبو مطيع الحكم بن عبد الله البلخي، كما رواه حماد بن أبي حنيفة – وإن قيل إنه من وضع أبي مطيع البلخي – حدد فيه أبو حنيفة عقائد أهل السنة تحديدا منهجيا ورد فيه على المعتزلة، والقدرية، والجهمية، والشيعة، واشتمل على خمسة أبواب - في أتم رواياته -: الأول في القدر، والثاني والثالث في المشيئة، والرابع في الرد على من يكفر بالذنب، والخامس في الإيمان، وفيه حديث عن الأسماء والصفات، والفطرة، وعصمة الأنبياء، ومكانة الصحابة، وغير ذلك من مباحث العقيدة.
فلو قال قائل: إن واضع علم التوحيد – بمعنى أول من وضع مؤلفا خاصا في الفن من أهل السنة – هو الإمام أبو حنيفة؛ لكان صادقا ولم يبعد عن الصواب، "وإن كان قد قيل: إن واضعه الإمام مالك بن أنس، وأنه ألف فيه رسالة، وقيل أيضا إنه لما كثرت الفتن أمر المنصور بوضع كتب لإزالتها والرد عليها.
كما ثبت أن الإمام ابن وهب رحمه الله (ت: 197هـ) وضع كتابا في القدر على طريقة المحدثين في جمع الأحاديث وإن كان دون تبويب.
ولقد نسب كتاب بنفس اسم الفقه الأكبر للإمام الشافعي رحمه الله (ت: 204هـ)، تناول فيه مسائل الاعتقاد مسألة مسألة، ورد على الفرق المخالفة في ثنايا كلامه، إلا أن نسبة الكتاب إلى الإمام الشافعي غير موثقة، فقد قال حاجي خليفة في كشف الظنون: .. لكن في نسبته إلى الشافعي شك، والظن الغالب أنه من تأليف بعض أكابر العلماء.
ثم تتابع التأليف بعد أبي حنيفة في علم التوحيد ولكن بأسماء مختلفة لهذا العلم. فمن أول ذلك كتاب الإيمان لأبي عبيد القاسم بن سلام (ت: 224هـ)، وتبعه على هذا كثيرون إلى يوم الناس هذا، كما ظهر مصطلح السنة للدلالة على ما يسلم من الاعتقادات، واشتهر ذلك زمن الإمام أحمد رحمه الله، ومن الكتب المصنفة باسم السنة، كتاب السنة لابن أبي شيبة رحمه الله (ت: 235هـ) والسنة للإمام أحمد رحمه الله (ت: 240هـ) وغير ذلك، ثم ظهر مصطلح التوحيد في مثل كتاب التوحيد لابن سريج البغدادي رحمه الله (ت: 306هـ)، وكتاب التوحيد لابن خزيمة رحمه الله (ت: 311هـ)، وواكب ذلك ظهور مصطلح أصول الدين، ثم ظهر التأليف باسم العقيدة أوائل القرن الخامس الهجري، واستقرت حركة التصنيف ومنهج التأليف، واستقل علم التوحيد علما متميزا عن غيره بلقب ومنهج مخصوص.
وأخيرا فإن فيما سبق بيانه رد على من زعم – من الأشاعرة والماتريدية – أن واضعي علم التوحيد هما: أبو الحسن الأشعري (ت: 324هـ)، وأبو منصور الماتريدي (ت: 333هـ)، حيث سبقا بتآليف كثيرة كتبت على منهج أهل الحديث، أهل السنة والجماعة.


4- نشأة علم الفقه واصوله .

من المعلوم أن الأصل الأول للفقه هو القرآن الكريم الذي أنزله الله على رسوله صلى الله عليه وسلم {هدى للناس وبينات من الهدى والفرقان}... {لا يأتيه الباطل من بين يديه ولا من خلفه تنزيل من حكيم حميد}. والأصل الثاني هو السنة النبوية وهي مجموعة أقوال النبي صلى الله عليه وسلم وأفعاله وتقريراته، فهذان الأصلان لا خلاف فيهما.
وكل الأصول الأخرى راجعة إليهما من اجماع وقياس واستدلال ....الخ ويمكن تلخيص نشوء وتطور علم الفقه بثلاثة  اطوار 
فالطور الأول: – هو طور نزول الوحي وحياة النبي صلى الله عليه وسلم فهذا الطور من مبعث سيدنا رسول الله صلى الله عليه وسلم إلى وفاته، وهي فترة الوحي أي نزول القرآن الكريم، وتلقى السنة المطهرة عنه صلى الله عليه وسلم. 
الطور الثاني  يمثله عهد الصحابة  : ثم جاء عصر الصحابة رضي الله عنهم الذي امتد ما يناهز القرن، وانتشر الإسلام، وتفرق الصحابة في شتى الأقطار والأصقاع ينشرون الإسلام بين أقوام مختلف الأعراق والأعراف والطباع فاعترضتهم قضايا فقهية بعضها يمس أنظمة الدولة الإدارية والمالية كقضايا الأراضي المفتوحة – والتي أصبحت فيما بعد خراجية – ومشكلات دون ذلك كميراث الجد مع الأخوة.
إلا أن مركز الدولة واهتمام الخليفة شخصياً بالقضاء والفتوى سهل الإجماع في كثير من المسائل، حيث يجمع الصحابة عند النازلة فيستشيرهم فيجمعون على أمر، فيصبح إجماعهم امراً لا معقب له وحجة على القرون من بعدهم.
وقد لا يجمعون فيظل باب الإجتهاد مفتوحاً في وجه من بعدهم، وبروز أهمية الإجماع في التشريع يُمثل الطور الثاني من أطوار الفقه وما كان لهذا التطور أن يحدث في حياة النبي صلى الله عليه وسلم لأن الإجماع في عهده غير ممكن لنزول الوحي فالحجة في حياته صلى الله عليه وسلم هي القرآن والسنة، فالمرجع الوحيد في النوازل هو النبي صلى الله عليه وسلم.

وفي الطور الثاني الذي يمثله عهد الصحابة رضوان الله عليهم برز القياس وظهرت بوادره الأولى في قياس الشارب على القاذف عند من أثبته. إلى غير ذلك من المسائل التي احتاج الصحابة فيها إلى إعمال أوجه الرأي، وتقليب أوجه النظر، كحادثة الوباء في الشام – الطاعون – التي وقع فيها الحوار بين عمر بن الخطاب وأبي عبيدة رضي الله عنهما – واختلف الصحابة عليهما، فأيدت طائفة رأي عمر، وأيدت أخرى رأي أبي عبيدة حيث قال لعمر: أفراراً من قدر الله؟ فقال له عمر: لو غيرك قالها يا أبا عبيدة: نعم: فراراً من قدر الله إلى قدر الله، أرأيت لو كانت لك إبل في واد له عدوتان إحداها خصبة والأخرى جدبة، أليس إن رعيت الجدبة رعيتها بقدر الله؟ وإن رعيت الخصبة رعيتها بقدر الله
ولم ينكر أحد عليهما استعمال الرأي والقياس.
وكان ذلك قبل أن يأتي عبدالرحمن بن عوف بحديث عن النبي صلى الله عليه وسلم. 
 الطور الثالث  عهد التابعين وتابعي التابعين(الائمة الاربعه) . عدد من الصحابة لمختلف الأمصار الإسلامية، وتتلمذ على أيديهم عدد كبيرٌ من التلاميذ، الذين أخذوا علمهم ونشروه وعلَّموه للناس، واستمر نقل العلم إلى أن وصل للأئمة الأربعة وغيرهم، ولكن نظرا لاهتمام تلاميذ الأئمة الأربعة بتدوين علمهم ونشر كتبهم؛ اشتهرت هذه المذاهب على غيرها، وأصحاب المذاهب الأربعة المشهورة هم:
 
1. الإمام أبوحنيفة  النعمان بن ثابت (ولد80 هـ وتوفي 150هـ) .
2.الإمام مالك بن أنس الأصبحي   (ولد 93هـ  وتوفي 179هـ).
3. الإمام محمد بن إدريس الشافعي (ولد 150هـ وتوفي 204هـ).
4.  الإمام أحمد بن حنبل  الشيباني  (ولد 164هـ  وتوفي 241هـ).
 
وقام تلامذة الأئمة الأربعة بالاستمرار في تدوين كتبهم، وشرحها ونشر علمهم بين الناس،  وظهر علماء آخرون في مختلف الأمصار الإسلامية وآراؤهم محفوظة في الكتب الفقهية، ولم ينشط تلاميذهم أو أصحابهم في نشره كتبهم وخدمتها وشرحها، أو نشر فقههم ومذهبهم, فلم يُكتب لها البقاء والانتشار، وبقيت المذاهب الأربعة المعروفة لأهل السنة إلى يومنا هذا
 وفي العصور التي بعد عصر الصحابة رضوان الله عليهم  اتسعت دائرة الاجتهاد نظرًا لاتساع الدولة الإسلامية ودخول عدد كبير من الناس في الدين في هذا العصر ممن لهم عادات وتقاليد وسلوك وأنماط حياة تختلف عن الصحابة، مما اضطر العلماء لبذل مزيد من الجهد للإجابة عن أسئلة الناس. ولم تستجد مسألة إلا وبينوا حكمها في الدين. وقد ساعدهم على ذلك أن أحكام الدين جاءت عامة نصت على مسائل كلية .فظهر أئمة الفتوى في هذا العصر، ونضجت الآراء التي نقلت عن الصحابة، وتكونت مدارس متعددة على هدى الاجتهادات، المختلفة، وتباينت هذه المدارس لا في الفروع فقط ولكن أيضاً في نظرتها إلى الأصوال التي تؤخذ منها الأحكام، هذا التباين ليس ناشئاً فقط عن تفاوت أصحابها في فهم القرآن والاطلاع على السنة، فهم متفاوتون فعلاً في ذلك، فقد يطلع بعضهم على ما لم يطلع عليه غيره، ويصح عنده ما لم يثبت عند غيره. ولا بسبب اختلافهم في تفسير النصوص من الناحية اللغوية فحسب. فقد اختلفوا في ذلك ولكن الاختلاف قد ينشأ بسبب تقدير بعضهم لأهمية دليل على حساب آخر، مما يوجد اختلافاً في ترتيب الأدلة من إمام إلى آخر، فيحكم هذا برجحان دليل يحكم غيره بكونه مرجوحاً،وهذا هو الطور الثالث الذي انتهى إليه تطور التعامل مع النصوص، وكان من نتيجته ميلاد علم أصول الفقه، التي تهدف إلى وضع ضوابط من شأنها أن تؤصل كيفية التعامل مع الكتاب والسنة، في استنباط الأحكام واستخراج المسائل، فاهتمت بدلالات الألفاظ الشرعية وتعريف الأحكام وكان ذلك على يد الامام الشافعي في كتابه الرساله .

وفي ختام بحثي المتواضع اسال الله تعالى ان يجعل هذا العمل مقبولا عنده وان يغفر لي مازل قلمي فيه او اخطأ فهمي  او غاب دونه علمي .انه الغفور الرحيم الجواد الكريم وصلى الله على سيدنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم .

المصادر .
1- اضواء على تأريخ العلوم عند المسلمين للدكتور محمد حسين محاسنه.
2- تأريخ العلم والانسية الجديدة للدكتور جورج ساترون ترجمة اسماعيل مظهر .
3- التفسير والمفسرون للدكتور محمد حسين الذهبي .
4- مناهل العرفان للشيخ عبدالعظيم الزرقاني .
5-علوم القران  تاريخه وتصنيف انواعه للدكتور مساعد بن مسلم الطيار .
6- تدوين السنة النبوية للدكتور محمد مطر الزهراني .
7- دراسات في  الحديث النبوي وتاريخ التدوين فيه ..لمصطفى الاعظمي .
8- الموسوعة العقدية الصادرة عن موقع الدرر السنية .
9- تأريخ الفقه الاسلامي للدكتور عمر الاشقر .
10 - تأريخ التشريع الاسلامي للدكتور مناع القطان .
 



0 Yorum - Yorum Yaz


Ahmed obaid
Doktora öğrencisi 
    no /13922724
 
                    Bilginin bütünlüğü
العلوم في الحضارة الاسلامية نوعين نوع يختص بالشرع الاسلامي مصدرها الوحي والتي بدأت منذ نزول الوحي على النبي محمد صلى الله عليه وسلم كالفقه والحديث وعلوم القران ....الخ ونوع يشمل العلوم الانسانية التي مصدرها العقل كالطب والجبر والكمياء ...الخ ومن المعلوم ان للمسلمين حضارة كبيرة تفوقت على كل الحضارات السابقة و تأريخ حافل في شتى العلوم والمجالات الانسانية وكان لهم موقع الصدارة في مراحل زمنية وقد بلغت ذروتها من منتصف القرن الثامن الى القرن الحادي عشر على مستوى علوم الطب والكمياء والفلك والجبر والرياضيات والتاريخ والبصريات والجغرافيه والفلسفه وغيرها من العلوم التي اذ حدثت طفرة نوعية في هذه العلوم على يد علماء مسلمين امثال ابن سينا والخوارزمي وابن الهيثم والرازي وجابر بن حيان وابن بطوطة والقزويني وابن البيطار وابن خلكان وابن رشد ...الخ .  
ولكن في بحثي المختصر هذا سأتكلم عن النوع الاول اي عن بداية نشأة العلوم الشرعية التي تختص بالشرع الاسلامي .

نشأة العلوم الاسلامية.

ابتدأت العلوم الإسلامية بالقرآن، فالقرآن هو مصدر العلوم، وهو المنطلق الأول لنشأة العلوم الإسلامية التي تركزت حول دراسة القرآن وتوثيقه وحفظه وتفسيره وبيان إعجازه ومعرفة الناسخ والمنسوخ منه، والمحكم والمتشابه والأحرف السبعة، والقراءات الثابتة الصحيحة ووجوه بلاغته وفصاحته، ودراسة مفرداته ومعانيه. الى جانب السنة النبوية المطهرة المبينة لكتاب الله والمكملة للتشريع .
ولم تكن هناك علوم مدونة بالمفهوم العلمي الذي عرف فيما بعد، فقد كانت اللغة تعتمد على السليقة العربية السليمة، فما استعمله العرب في كلامهم المنثور والمنظوم فهو حجة، وكان الأمر ميسرا، ولم يكن التدوين منتشرا إلا في نطاق ضيق، وكانت الأمية سائدة، ولم تتجه اهتمامات العرب في الجاهلية إلى التوسع في مجال العلوم، واقتصرت اهتماماتهم على لغة العرب التي كان شعراء الجاهلية يتفاخرون بإجادتها والتعبير عنها وبيان فصيحها.
ولما نزل القرآن كان معجزة النبي صلّى الله عليه وسلم، وتحدى الله العرب به، وعجز العرب عن الإتيان بمثله، بل عجزوا عن الإتيان بآية من آياته، ووقفوا مذهولين حائرين، يدرسون الظاهرة القرآنية في إطارها العام، ولا يجدون جوابا شافيا لتساؤلاتهم سوى التسليم بعظمة القرآن، وبأنه كلام الله.
وتوجهت الأنظار إلى هذا القرآن، باحثة عن معانيه، دارسة أسلوبه، مستخرجة منه قوانين اللغة، مدونة تاريخه، نزولا وكتابة وحفظا وجمعا، مسجلة أوجه قراءاته، محددة ما يجوز منها وما لا يجوز، معتمدة في ذلك على ضوابط ومعايير علمية موضوعية.
ما أعظم تلك البداية.
كتاب الله هو المنطلق.. ومواكب العلماء تلتف حول نصه، باحثة عن معانيه، مدونة تاريخه، مفسرة مفرداته اللغوية، مبينة أوجه الفصاحة والبلاغة فيه. وتتلاحق المواكب والأجيال، كل جيل يضع لبنة في صرح هذا التراث العلمي العظيم، معليا بها ذلك الصرح، مضيفا إلى جهود العلماء السابقين إضافة جديدة، في رحلة موفقة من جاهلية قاتمة المعالم، ضيقة الأفق قليلة العطاء إلى حضارة منيرة مشعة، وجدت في المعرفة امتدادها، وضاعفت بفضل الإسلام عطاءها فتشكلت علوم مختلفة الى جانب علوم القران والسنة النبويه من فقه واصول وعقيدة ولغة ..الخ . وسأتناول في بحثي المختصر نشأة بعض هذه العلوم .

1- نشأة علوم القران 

نشأت علوم القرآن تدريجياً بحسب الحاجة لفهم معاني القرآن، فكان العرب والصحابة يفهمون القرآن كونه نزل بلغتهم وقلما يغيب عنهم معنى أو يستشكل ظاهر من القرآن، ومع شروع الصحابة في جمع القرآن بدأ يتشكل علم خاص برسم القرآن، وقد تطور هذا العلم مع تطور الخط العربي ونقط المصحف وإعجامه، كما رافق ذلك الحديث عن إعراب القرآن، ومع انتشار الإسلام وتوسع الفتوحات ودخول الأعاجم في الإسلام، وكذلك توسع المعارف والعلوم، ظهرت أنواع علوم القرآن المختلفة ولم تدون هذه العلوم في بادئ الامر بشكل مستقل بل كانت متداخله مع رواية الحديث اي قسم من اقسامه الى ان استقلت هذه العلوم عن الحديث بمؤلفات خاصه .وكان النصيب الاكبر لعلم التفسير الذي كان اكثر انواع علوم القران تدوينا ولا يخفى على من يطلع على تفاسيرهم انها تحتوي على تقسيمات علوم القران المختلفه من المكي والمدني واسباب النزول والناسخ والمنسوخ وغيرها من العلوم فكان أقدم ما وصل إلينا مستقلاً من تفسير القرآن كاملاً هو تفسير مقاتل بن سليمان (150هـ)، وأما في موضوعات علوم نالقرآن فألف أبو عبيدة معمر بن المثنى (209هـ) في مجاز القرآن، وأبو عبيد القاسم بن سلام (224هـ) في الناسخ والمنسوخ وفي القراءات، وعلي بن المديني (234هـ) في أسباب النزول، وينسب صاحب الفهرست إلى محمد بن خلف بن المزربان (309هـ) كتاب "الحاوي في علوم القرآن"، ولعله أقدم استعمال لتعبير علوم القرآن، وجرى بعد ذلك استعمال التعبير المركب "علوم القرآن.

2- نشأة علوم الحديث .

لم يدون الحديث في عهد النبي صلى الله عليه وسلم او في عهد الصحابة وذلك امتثالا لقول النبي صلى الله عليه وسلم (( لاتكتبو عني غير القران ومن كتب عني غير القران فليمحه )) .وكان من أسباب النهي : خشية اختلاط الحديث.النبوي بالقرآن خاصة وان الصحابة رضوان الله عليهم كانوا حديثي عهد بالإسلام , ولصرف هممهم لحفظ القرآن الكريم وكتابته ، هذا مع قلــة ما بأيديهم من وسائل الكتابة . 
وكاد القرن الأول الهجري  أن ينتهي , ولم يُصدر أحد من الخلفاء أمره بتدوين السنة وفي العام التاسع والتسعين للهجرة تولى الخليفة الراشد عمر بن عبد العزيز رضي الله عنه خلافة المسلمين , فنظر إلى الأحوال والظروف التي تمر بها الأمة , فرأى أن يقوم بكتابة الحديث وتدوينه حفاظاً عليه من الضياع والتحريف , حيث أن المانع الذي  كان يمنع تدوين الحديث قد زال , ومصلحة المسلمين باتت تستدعي جمع الحديث  وتدوينه .

فكتب إلى عماله وولاته يأمرهم بذلك , حيث أرسل إلى أبي بكر ابن حزم – عامله وقاضيه على المدينة – قائلا له : " انظر ما كان من حديث رسول الله e فاكتبه , فإني خفت دروس العلم وذهاب العلماء"،  وطلب منه أن يكتب ما عند عَمْرة بنت عبد الرحمن الأنصارية, والقاسم بن محمد بن أبي بكر, وكتب إلى علماء المسلمين في الأمصار المختلفة : " انظروا إلى حديث رسول الله – صلى الله عليه وسلم – فاجمعوه وكان ، وكان ممن كتب إليهم الإمام محمد بن مسلم بن شهاب الزهري أحد الأئمة الأعلام ، وعالم أهل الحجاز والشام المتوفى سنة (124هـ) ، حيث استجاب لطلب عمر بن عبد العزيز فجمع حديث أهل المدينة وقدمه له ، فبعث عمر إلى كل أرض دفتراً من دفاتره ، وكانت هذه هي المحاولة الأولى لجمع الحديث وتدوينه بشمول واستقصاء ، وكان تدوين الإمام الزهري للسنة عبارة عن جمع ما سمعه من أحاديث الصحابة من غير تبويب على أبواب العلم ، وربما كان مختلطًا بأقوال الصحابة وفتاوى التابعين ، وهذا ما تقتضيه طبيعة البداءة في كل أمر جديد ، وبذلك مهد الإمام الزهري الطريق لمن أعقبه من العلماء والمصنفين ، ووضع حجر الأساس في تدوين السنة في كتب خاصة .

ثم نشطت حركة التدوين بعد ذلك ، وأخذت في التطور والازدهار ، وتعاون الأئمة والعلماء في مختلف الأمصار ، فكتب ابن جريج بمكة ، وكتب مالك وابن اسحاق بالمدينة ، وكتب سعيد بن أبي عَروبة والربيع بن صُبيح وحماد بن سلمة بالبصرة ، وكتب سفيان الثوري بالكوفة ، وكتب أبو عمرو الأوزاعي بالشام ، ، وكتب عبد الله بن المبارك بخراسان ، وكتب معمر باليمن ، وغيرهم من الأئمة ، وكانت طريقتهم في التدوين هي جمع أحاديث كل باب من أبواب العلم على حدة ، ثم ضم هذه الأبواب بعضها إلى بعض في مصنف واحد ، مع ذكر أقوال الصحابة والتابعين ، ولذلك حملت المصنفات الأولى في هذا الزمن عناوين مثل " مصنف " و " موطأ " و " جامع " والى جانب تدوين الرواية ونقل الاحاديث ظهرت علوم الحديث اذ لم يكن بالامكان الاخذ بكل ماروي عن النبي صلى الله عليه وسلم قبل التاكد من صحتها وصحة نسبتها للنبي صلى الله عليه وسلم وذلك بسبب الاحداث التي مرت بها الامة الاسلامية وظهور الاحزاب والفرق ممادفع بعض المغرضيين الى افتعال احاديث ونسبتها للنبي صلى الله عليه وسلم لخدمة مصالحهم واهوائهم . من هنا صار لابد من تمييز الحديث الصحيح من غيرالصحيح ونتيجة لذلك ظهرت عدة علوم مرتبطة بالحديث منها علم الرجال والاسانيد وعلم الجرح والتعديل وعلم غريب الحديث ....الخ 

ثم جاء القرن الثالث فحدث طور آخر من أطوار تدوين السنة تجلى في إفراد حديث رسول الله - صلى الله عليه وسلم - بالتصنيف دون غيره من أقوال الصحابة والتابعين ، فألفت المسانيد التي جمعت أحاديث كل صحابي على حدة ، من غير مراعاة لوحدة الموضوع ، كمسند الإمام أحمد ، ومسند إسحاق بن راهُوْيَه ، ومسند عثمان بن أبي شيبة وغيرها من المسانيد ، ولم تقتصر هذه المسانيد على جمع الحديث الصحيح بل احتوت على الصحيح وغيره مما جعل الإفادة منها والوقوف على أحاديث مسألة معينة من الصعوبة بمكان إلا على أئمة هذا الشأن ، خصوصاً وأنها لم ترتب على أبواب الفقه ، مما حدا بإمام المحدثين في عصره محمد بن إسماعيل البخاري أن ينحو بالتأليف منحىً جديدًا اقتصر فيه على الحديث الصحيح فحسب دون ما عداه ، فألف كتابه الجامع الصحيح المشهور بـ" صحيح البخاري " ، وجرى على منواله معاصره وتلميذه الإمام مسلم بن الحجاج القشيري فألف صحيحه المشهور بـ " صحيح مسلم.


3-نشأة علم العقيدة .
 
 لم اقف على تحديد دقيق لأول من صنف في العقيدة، وأحسن مرجعية وقفت عليها في هذا المجال هي ما جاء في الموسوعة العقدية التي أصدرها موقع الدرر السنية. وجاءت فيها خلاصة جيدة يحسن أن أنقلها بنصها؛ لما فيها من الفائدة. يقول كاتبها:
وبدأ هذا (يعني طور التدوين) في حياة التابعين... حيث ابتدأ ذلك الإمام الزهري رحمه الله تعالى، ثم شاع ذلك في النصف الأول من القرن الثاني الهجري كما فعل الإمام مالك في الموطأ، حيث رتبت الأحاديث على أبواب تتعلق بالتوحيد مثل: باب الإيمان، وباب التوحيد، وباب العلم، الخ..
ولعل هذا التبويب للأحاديث كان النواة الأولى في استقلال كل باب فيما بعد بالتصنيف والبحث.
ومما أوقد جذوة التدوين ما وقع في آخر زمن الصحابة من بدع واختلاف في العقيدة، كما في مسألة القدر، وكان أول من تكلم به معبد الجهني (ت: 80هـ)، ومسألة التشيع والغلو في آل البيت، وفتنة عبد الله بن سبأ، كما وقعت من قبل بدعة الخوارج وصرحوا بالتكفير بالذنوب، وبعد ذلك نشأ مذهب المعتزلة على يد  واصل بن عطاء (ت: 131هـ)، وصنف في مسائل من العقيدة ما خالف به الصحابة والتابعين، وخرج على إجماع خير القرون في الاعتقاد، فتصدى له التابعون بالرد عليه والمناظرة في هذه المسائل، ثم بدأ التصنيف في عقيدة أهل السنة حين أصبح ضرورة لا بد منها لنفي تأويل المبطلين، ورد انحراف الغالين، وكان أول مدون عرفناه في العقيدة - على هذا النحو – هو كتاب الفقه الأكبر لأبي حنيفة رحمه الله (ت: 150هـ)، رواه أبو مطيع الحكم بن عبد الله البلخي، كما رواه حماد بن أبي حنيفة – وإن قيل إنه من وضع أبي مطيع البلخي – حدد فيه أبو حنيفة عقائد أهل السنة تحديدا منهجيا ورد فيه على المعتزلة، والقدرية، والجهمية، والشيعة، واشتمل على خمسة أبواب - في أتم رواياته -: الأول في القدر، والثاني والثالث في المشيئة، والرابع في الرد على من يكفر بالذنب، والخامس في الإيمان، وفيه حديث عن الأسماء والصفات، والفطرة، وعصمة الأنبياء، ومكانة الصحابة، وغير ذلك من مباحث العقيدة.
فلو قال قائل: إن واضع علم التوحيد – بمعنى أول من وضع مؤلفا خاصا في الفن من أهل السنة – هو الإمام أبو حنيفة؛ لكان صادقا ولم يبعد عن الصواب، "وإن كان قد قيل: إن واضعه الإمام مالك بن أنس، وأنه ألف فيه رسالة، وقيل أيضا إنه لما كثرت الفتن أمر المنصور بوضع كتب لإزالتها والرد عليها.
كما ثبت أن الإمام ابن وهب رحمه الله (ت: 197هـ) وضع كتابا في القدر على طريقة المحدثين في جمع الأحاديث وإن كان دون تبويب.
ولقد نسب كتاب بنفس اسم الفقه الأكبر للإمام الشافعي رحمه الله (ت: 204هـ)، تناول فيه مسائل الاعتقاد مسألة مسألة، ورد على الفرق المخالفة في ثنايا كلامه، إلا أن نسبة الكتاب إلى الإمام الشافعي غير موثقة، فقد قال حاجي خليفة في كشف الظنون: .. لكن في نسبته إلى الشافعي شك، والظن الغالب أنه من تأليف بعض أكابر العلماء.
ثم تتابع التأليف بعد أبي حنيفة في علم التوحيد ولكن بأسماء مختلفة لهذا العلم. فمن أول ذلك كتاب الإيمان لأبي عبيد القاسم بن سلام (ت: 224هـ)، وتبعه على هذا كثيرون إلى يوم الناس هذا، كما ظهر مصطلح السنة للدلالة على ما يسلم من الاعتقادات، واشتهر ذلك زمن الإمام أحمد رحمه الله، ومن الكتب المصنفة باسم السنة، كتاب السنة لابن أبي شيبة رحمه الله (ت: 235هـ) والسنة للإمام أحمد رحمه الله (ت: 240هـ) وغير ذلك، ثم ظهر مصطلح التوحيد في مثل كتاب التوحيد لابن سريج البغدادي رحمه الله (ت: 306هـ)، وكتاب التوحيد لابن خزيمة رحمه الله (ت: 311هـ)، وواكب ذلك ظهور مصطلح أصول الدين، ثم ظهر التأليف باسم العقيدة أوائل القرن الخامس الهجري، واستقرت حركة التصنيف ومنهج التأليف، واستقل علم التوحيد علما متميزا عن غيره بلقب ومنهج مخصوص.
وأخيرا فإن فيما سبق بيانه رد على من زعم – من الأشاعرة والماتريدية – أن واضعي علم التوحيد هما: أبو الحسن الأشعري (ت: 324هـ)، وأبو منصور الماتريدي (ت: 333هـ)، حيث سبقا بتآليف كثيرة كتبت على منهج أهل الحديث، أهل السنة والجماعة.


4- نشأة علم الفقه واصوله .

من المعلوم أن الأصل الأول للفقه هو القرآن الكريم الذي أنزله الله على رسوله صلى الله عليه وسلم {هدى للناس وبينات من الهدى والفرقان}... {لا يأتيه الباطل من بين يديه ولا من خلفه تنزيل من حكيم حميد}. والأصل الثاني هو السنة النبوية وهي مجموعة أقوال النبي صلى الله عليه وسلم وأفعاله وتقريراته، فهذان الأصلان لا خلاف فيهما.
وكل الأصول الأخرى راجعة إليهما من اجماع وقياس واستدلال ....الخ ويمكن تلخيص نشوء وتطور علم الفقه بثلاثة اطوار 
فالطور الأول: – هو طور نزول الوحي وحياة النبي صلى الله عليه وسلم فهذا الطور من مبعث سيدنا رسول الله صلى الله عليه وسلم إلى وفاته، وهي فترة الوحي أي نزول القرآن الكريم، وتلقى السنة المطهرة عنه صلى الله عليه وسلم. 
الطور الثاني يمثله عهد الصحابة : ثم جاء عصر الصحابة رضي الله عنهم الذي امتد ما يناهز القرن، وانتشر الإسلام، وتفرق الصحابة في شتى الأقطار والأصقاع ينشرون الإسلام بين أقوام مختلف الأعراق والأعراف والطباع فاعترضتهم قضايا فقهية بعضها يمس أنظمة الدولة الإدارية والمالية كقضايا الأراضي المفتوحة – والتي أصبحت فيما بعد خراجية – ومشكلات دون ذلك كميراث الجد مع الأخوة.
إلا أن مركز الدولة واهتمام الخليفة شخصياً بالقضاء والفتوى سهل الإجماع في كثير من المسائل، حيث يجمع الصحابة عند النازلة فيستشيرهم فيجمعون على أمر، فيصبح إجماعهم امراً لا معقب له وحجة على القرون من بعدهم.
وقد لا يجمعون فيظل باب الإجتهاد مفتوحاً في وجه من بعدهم، وبروز أهمية الإجماع في التشريع يُمثل الطور الثاني من أطوار الفقه وما كان لهذا التطور أن يحدث في حياة النبي صلى الله عليه وسلم لأن الإجماع في عهده غير ممكن لنزول الوحي فالحجة في حياته صلى الله عليه وسلم هي القرآن والسنة، فالمرجع الوحيد في النوازل هو النبي صلى الله عليه وسلم.

وفي الطور الثاني الذي يمثله عهد الصحابة رضوان الله عليهم برز القياس وظهرت بوادره الأولى في قياس الشارب على القاذف عند من أثبته. إلى غير ذلك من المسائل التي احتاج الصحابة فيها إلى إعمال أوجه الرأي، وتقليب أوجه النظر، كحادثة الوباء في الشام – الطاعون – التي وقع فيها الحوار بين عمر بن الخطاب وأبي عبيدة رضي الله عنهما – واختلف الصحابة عليهما، فأيدت طائفة رأي عمر، وأيدت أخرى رأي أبي عبيدة حيث قال لعمر: أفراراً من قدر الله؟ فقال له عمر: لو غيرك قالها يا أبا عبيدة: نعم: فراراً من قدر الله إلى قدر الله، أرأيت لو كانت لك إبل في واد له عدوتان إحداها خصبة والأخرى جدبة، أليس إن رعيت الجدبة رعيتها بقدر الله؟ وإن رعيت الخصبة رعيتها بقدر الله
ولم ينكر أحد عليهما استعمال الرأي والقياس.
وكان ذلك قبل أن يأتي عبدالرحمن بن عوف بحديث عن النبي صلى الله عليه وسلم. 
 الطور الثالث عهد التابعين وتابعي التابعين(الائمة الاربعه) . عدد من الصحابة لمختلف الأمصار الإسلامية، وتتلمذ على أيديهم عدد كبيرٌ من التلاميذ، الذين أخذوا علمهم ونشروه وعلَّموه للناس، واستمر نقل العلم إلى أن وصل للأئمة الأربعة وغيرهم، ولكن نظرا لاهتمام تلاميذ الأئمة الأربعة بتدوين علمهم ونشر كتبهم؛ اشتهرت هذه المذاهب على غيرها، وأصحاب المذاهب الأربعة المشهورة هم:
 
1. الإمام أبوحنيفة  النعمان بن ثابت (ولد80 هـ وتوفي 150هـ) .
2.الإمام مالك بن أنس الأصبحي   (ولد 93هـ  وتوفي 179هـ).
3. الإمام محمد بن إدريس الشافعي (ولد 150هـ وتوفي 204هـ).
4.  الإمام أحمد بن حنبل  الشيباني  (ولد 164هـ  وتوفي 241هـ).
 
وقام تلامذة الأئمة الأربعة بالاستمرار في تدوين كتبهم، وشرحها ونشر علمهم بين الناس،  وظهر علماء آخرون في مختلف الأمصار الإسلامية وآراؤهم محفوظة في الكتب الفقهية، ولم ينشط تلاميذهم أو أصحابهم في نشره كتبهم وخدمتها وشرحها، أو نشر فقههم ومذهبهم, فلم يُكتب لها البقاء والانتشار، وبقيت المذاهب الأربعة المعروفة لأهل السنة إلى يومنا هذا
 وفي العصور التي بعد عصر الصحابة رضوان الله عليهم اتسعت دائرة الاجتهاد نظرًا لاتساع الدولة الإسلامية ودخول عدد كبير من الناس في الدين في هذا العصر ممن لهم عادات وتقاليد وسلوك وأنماط حياة تختلف عن الصحابة، مما اضطر العلماء لبذل مزيد من الجهد للإجابة عن أسئلة الناس. ولم تستجد مسألة إلا وبينوا حكمها في الدين. وقد ساعدهم على ذلك أن أحكام الدين جاءت عامة نصت على مسائل كلية .فظهر أئمة الفتوى في هذا العصر، ونضجت الآراء التي نقلت عن الصحابة، وتكونت مدارس متعددة على هدى الاجتهادات، المختلفة، وتباينت هذه المدارس لا في الفروع فقط ولكن أيضاً في نظرتها إلى الأصوال التي تؤخذ منها الأحكام، هذا التباين ليس ناشئاً فقط عن تفاوت أصحابها في فهم القرآن والاطلاع على السنة، فهم متفاوتون فعلاً في ذلك، فقد يطلع بعضهم على ما لم يطلع عليه غيره، ويصح عنده ما لم يثبت عند غيره. ولا بسبب اختلافهم في تفسير النصوص من الناحية اللغوية فحسب. فقد اختلفوا في ذلك ولكن الاختلاف قد ينشأ بسبب تقدير بعضهم لأهمية دليل على حساب آخر، مما يوجد اختلافاً في ترتيب الأدلة من إمام إلى آخر، فيحكم هذا برجحان دليل يحكم غيره بكونه مرجوحاً،وهذا هو الطور الثالث الذي انتهى إليه تطور التعامل مع النصوص، وكان من نتيجته ميلاد علم أصول الفقه، التي تهدف إلى وضع ضوابط من شأنها أن تؤصل كيفية التعامل مع الكتاب والسنة، في استنباط الأحكام واستخراج المسائل، فاهتمت بدلالات الألفاظ الشرعية وتعريف الأحكام وكان ذلك على يد الامام الشافعي في كتابه الرساله .

وفي ختام بحثي المتواضع اسال الله تعالى ان يجعل هذا العمل مقبولا عنده وان يغفر لي مازل قلمي فيه او اخطأ فهمي او غاب دونه علمي .انه الغفور الرحيم الجواد الكريم وصلى الله على سيدنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم .

المصادر .
1- اضواء على تأريخ العلوم عند المسلمين للدكتور محمد حسين محاسنه.
2- تأريخ العلم والانسية الجديدة للدكتور جورج ساترون ترجمة اسماعيل مظهر .
3- التفسير والمفسرون للدكتور محمد حسين الذهبي .
4- مناهل العرفان للشيخ عبدالعظيم الزرقاني .
5-علوم القران تاريخه وتصنيف انواعه للدكتور مساعد بن مسلم الطيار .
6- تدوين السنة النبوية للدكتور محمد مطر الزهراني .
7- دراسات في الحديث النبوي وتاريخ التدوين فيه ..لمصطفى الاعظمي .
8- الموسوعة العقدية الصادرة عن موقع الدرر السنية .
9- تأريخ الفقه الاسلامي للدكتور عمر الاشقر .
10 - تأريخ التشريع الاسلامي للدكتور مناع القطان . 
 
 
 
 
 
 



0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi