2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
İBRAHİM UÇAN
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:13912777
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat, insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce demektir.
Bütünsellik sözcüğü ise; bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamlarındandır.
Bilgi bütünlüğü; bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.
Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek, tam ve eksiksiz kavrayabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek bütün fertleri ile ele almak gerekir. Böyle bir davranış yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur.
Kuran'ı anlamanın yolu da onu bir bütün olarak ele almak ile gerçekleşir. Kuran'ı kendi bütünlüğü içinde anlamamak, Kuran'ı anlamama gibi bir sonuca götürür.
Kur’an-ı Kerim’in bütünlüğü; Kur’an’ın tüm özelliklerini, Kur’an’ı tüm alt dalları ile bütünlüğe ait tüm yönlerinin birbiriyle etkileşim içinde, kendi iç dinamikleri ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistemdir. Kur’an-ı Kerim’i anlamlandırmada, Kur’an-ı oluşturan kelime, cümle, ayet ve sure bazında parçalara indirgeyip anlama yerine, Kur’an-ı cümleler ile oluşan bütünlük, tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, ayetler ve sureler arasındaki bütünlük, surelerin dahili bütünlüğü, teşri bütünlüğü gibi topyekûn bir anlama yapılmalıdı
Zemahşeri de Kuran'ın, tek bir söz hükmünde olduğunu ifade ederken, kanaatımızca onun, bir bütün olduğunu ve bu bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini vurgulamış olmaktadır. Çağdaş alimlerden Mahmut şeltut ise, "Fıkhu'l-Kuran ve's-Sünne " adlı eserinde Kuran'ın farklı hükümler taşıyan ayetlerinin ardarda sıralanması metodunu, onun bir bütün olduğuna ve pratikte onun bir kısmını nazar-ı itibara alıp bir kısmını almamanın doğru olmayacağına bir işaret olarak görmektedir. Hepsinden daha önemlisi, Allah Rasülü, En'am süresinin 82. ayetindeki "ظلم " kelimesini Lukman Süresinin 13. ayetiyle açıklarken ayetleri tek başlarına ele almanın zaman zaman kişileri Kuran'ın zihniyetine uygun düşmeyen sonuçlara vardıracağını,dolayısıyla ifadeleri, Kuran'ın bütünlüğüne arzetmenin gerekli olduğunu, ashabının şahsında bütün Kuran araştırıcılarına öğretmiştir.
Sonuç olarak, konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım ise yanlış sonuçlara götürür.
2013-2014
YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
İSA TÜNÇ
YÜKSEK LİSANS
ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:
13912773
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
İslam
İlimlerinin ana kaynağı şüphesiz, Kur'an-ı Kerim’dir. Şöyle bir baktığımızda
aslında Kur'an-ı Kerim, kendisinin üzerinde düşünülmesini, anlaşılmasını ve
açıklanmasını isteyen, netice de yaşanılır kılınmasına muhataplarına teşvik
eden vahiy mahsulü bir kitaptır. Bu gerçek kur’anın birçok ayetinde açıkça
zikredilmektedir. İslam'ın ilk üniversitesi masabesinde olan mescitlerin
varlığı dikkate alındığında Kur'an-ın anlaşılmasına yönelik ilimlerin ilk
nüveleri bu kurumlarda atılmıştır diyebiliriz. Aslında bütün Kur'an
ilimleri,Kur'an-ın anlaşılması açısından değerlendirildiğinde bu ilimlerin ilk
başta içiçe geçmiş bir halde bulundukları bir hakikattır.Çünkü hepsi aynı
gayeye yönelmişlerdir.Kur'an ilimlerine yönelik tedvin ilminin hicri 2.asırda
başladığını dikkate aldığımızda ana merkezde Kur'anın olduğu görüşünün alimler
nezdinde ittifakla kabul edildiğini ve buna bağlı olarak Kur'an ilimlerinin ilk
tedvin edileninin tefsir ilmi olması pek tabii bir olgu olarak olarak
görülüyor.Dolayısıyla tefsir ilmi daha özel bir alanda ve daha özel bir gaye
ile Kur'an-ı Kerim'e yönelir.Kur'an ilimleri ise daha genel bir alanda ve daha
genel bir gaye ile Kur'an-ı Kerim'i anlamak isteyen ihtisas sahibi ile
okuyucuya fikri zemin ve altyapı hazırlar.İslam ilimleri, İslam'ın tabiatından
çıkan,Kur'an ve Sünnetten kaynaklanan ilimlerdir.İslam ilimleri tabiriyle
Müslümanların varolşlarının gereği olarak ,konusu,amacı ve yöntemi doğrudan
İslam'ı anlamaya ve yaşamaya yönelik bizzat Müslümanlar tarafından
gerçekleştirilen ,ilmi faaliyetlerin veya oluşturulan ilmi disiplinlerin
tamamını kastediyoruz.İçerik olarak tefsir,tefsir tarihi,hadis,hadis
usülü,fıkıh,fıkıh usülü kapsayan bu ilimlere ''beyan'' tabiride ıtlak
edilir.Müslüman öznenin ortaya koyduğu dini bilgiler,mutlak olmayıp özneldir ve
dinin kendisiyle özdeşleştirilemez.Dolayısıyla ''İslami'',''dini'veya ''şer'i''
nitelemesi,İslamla veya dinle olduğu anlamında bir nitelemedir.Şer'i ilimlerin
kapsamı ise Hz.Peygamber'den öğrenilenlerle sınırlandırılmayıp,Hz.Peygamber'den
öğrenilen veya ondan öğrenilene dayalı olarak elde edilen ilimleri kapsayacak
şekilde geniş tutulmuştur.Bu suretle kelam,mantık da bu ilimler kategorisine
dahil edilmiştir.Bu arada yardımcı İslam İlimleri veya dolaylı dini bilimler
adını verdiğimiz dini metinleri anlaşılmasına yardımcı olan alanlarda
gelişmiştir. Hicri 2.asrın ortalarından önce yaklaşık olarak hicri 143 yılına
kadar devam eden zaman diliminde İslam ilimleri tek bir çatı altında
toplanıyordu. Bu tarihten sonra ilimler tasnif edilmeye başlandı.Her ilim için
kendi içinde litaratürü ve tarihi oluştu diyebiliriz.Esasen ilk dönemde ilmin
kapsamına Kur'an ve hadis hakkındaki bilgilerle fıkıhla ilgili dini bilginin
girdiği anlaşılmaktadır.Fakat sonraları, Hadis ehlince,ilim kavramıyla daha çok
hadis kastedilmeye başlandı.Fıkıh,kelam ve tefsir terimleri,daha sonraki
dönemlerde,bağımsız bir bilim dalı anlamında teknik anlamlarını
kazandılar.İslami ilimlerin doğuşunu etkileyen iç ve dış etkenleri dikkate
aldığımızda meydana gelen toplumsal değişme ve gelişme din alanındaki
kurumlaşmanın farklılaşmasını ve siyasi-dini hareketlerin ortaya çıkmasını
beraberinde getirmiştir.Hem siyasi ve itikadi mezhepler hem de fıkhi mezhepler
bu sürecin doğal sonuçları olarak ortaya çıktılar.İslam ilimleri bu düşünce
ekollerinin etkili olduğu havzalarda ve kültür merkezlerinde ortaya çıktı ve
gelişti diyebiliriz.Neticede kur’an merkezli bu ilmler her biri diğerini
tamaladı ve bugün de bu ilimlerden faydalanmanın üst seviyede olması gerektiği
insanlığın sorunlarına kur’an ana merkezde olmak üzere İslam ilimleri ışığında
çareler aranması gerektiği aşikardır.
Bilginin Bütünlüğü:
Bilgi: Öğrenme, araştırma veya
gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf.
Bilgi bütünlüğü: Bir bilgiyi
yorumlarken lazım olan bilgi şümulü.
Bilimsel çalışmalarda kişi
herhangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya
çıkması "bilgi bütünlüğü"ne bağlıdır. Bu bütüncül açı kişiyi hataya
düşmekten korur.
Alim olmak bir ilim sahasında
ihtisaslaşırken o saha ile irtibatlı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi
birikimini gerektirir. Örneğin tefsir ilmi ile iştigal eden bir kimsenin
gramer, tarih, belagat, hadis, senet vb. ilimleri bilmesi gerekir.
Bilim tarihine genel
hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu
gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin
olmadığını müşahade ederiz. Bu bilginler günümüzdekinin aksine, birçok alanda
söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.
Günümüz tasnifinde yer alan
ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen ayrı ve bağımsız bir
özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve fıkıh adeta iç içe
gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi
birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin
önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis kitaplarımızdaki
"tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.
Fakat zamanla bu birliktelik
ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya
başlamıştır.
Gerek tefsir, gerek hadis,
gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri aynı şahıslar olduğu
dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Zeyd
b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde
söhret bulmuşlardır.
İslam dininde bilimler her ne
kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gigi farklı alanlara ve branşlara ayrılsa
da öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen
bütün ilimler kur'an'ı merkeze alarak, onun çerçevesinde, ona göre
gelişmişleridr. Kur'an ilahi kökenli olması hasebiyle mü'minler için kesin
bilgi ifade eder.
Günümüzde dini ilimlerin her
birinde mutahassıs olmak oldukça zordur. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz
şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine
aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kollektif çalışması bu
meziyeti kazandıracak bir metot olabilir.
Kaynaklar:
Müslüman kültüründe bilgi
bütünlüğü: Aydın kudat
İslam bilimlerinde
yöntem, ünite 3
Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir tarihi
Bilginin Bütünlüğü:
Bilgi: Öğrenme, araştırma veya
gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf.
Bilgi bütünlüğü: Bir bilgiyi
yorumlarken lazım olan bilgi şümulü.
Bilimsel çalışmalarda kişi
herhangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya
çıkması "bilgi bütünlüğü"ne bağlıdır. Bu bütüncül açı kişiyi hataya
düşmekten korur.
Alim olmak bir ilim sahasında
ihtisaslaşırken o saha ile irtibatlı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi
birikimini gerektirir. Örneğin tefsir ilmi ile iştigal eden bir kimsenin
gramer, tarih, belagat, hadis, senet vb. ilimleri bilmesi gerekir.
Bilim tarihine genel
hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu
gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin
olmadığını müşahade ederiz. Bu bilginler günümüzdekinin aksine, birçok alanda
söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.
Günümüz tasnifinde yer alan
ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen ayrı ve bağımsız bir
özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve fıkıh adeta iç içe
gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi
birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin
önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis kitaplarımızdaki
"tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.
Fakat zamanla bu birliktelik
ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya
başlamıştır.
Gerek tefsir, gerek hadis,
gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri aynı şahıslar olduğu
dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Zeyd
b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde
söhret bulmuşlardır.
İslam dininde bilimler her ne
kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gigi farklı alanlara ve branşlara ayrılsa
da öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen
bütün ilimler kur'an'ı merkeze alarak, onun çerçevesinde, ona göre
gelişmişleridr. Kur'an ilahi kökenli olması hasebiyle mü'minler için kesin
bilgi ifade eder.
Günümüzde dini ilimlerin her
birinde mutahassıs olmak oldukça zordur. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz
şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine
aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kollektif çalışması bu
meziyeti kazandıracak bir metot olabilir.
Kaynaklar:
http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm
İslam bilimlerinde yöntem, ünite 3
Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir tarihi
Rukiye Öztürk - Yüksek Lisans - 12912778
Kur’an’ın Anlaşılması ve Bilginin Bütünlüğü
Tebliğin isminden de bir
nebze anlaşıldığına göre Kur’an’ın anlaşılması, yorumlanması ve ondan
yararlanılması konusundaki yöntem arayışlarında bütünüyle dikkatlerden
kaçmayan; ancak olması gerektiği kadar da değer bulamayan bir sorun vardır. Sorun
Kur’an’ın kimliği sorunudur.
“
Kur’an’ı anlamak ” en geniş anlamıyla bazı ön bilgileri edinmenin adından Kur’an
metnini ele alıp anlama gayretidir. Yani Kur’an’ın yorumlanması faaliyetidir. Amatör
çabalar bir yana bu iş ancak uzmanların alanıdır. Kur’an’ın bu alemdeki yerine,
yapısına, muhataplarına iletmek, açıklamak istediklerine ise sadece bilgideki gerçeklik,
tutarlık bizi ulaştırabilir. Peki ama nasıl?
Bilginin tanımını yaparken varacağımız
sonuç ilerlediğimiz yol ile paralel olacaktır. Bilgi için; öğrenme,
araştırma ya da gözlem yoluyla elde edilen gerçek ya da genel olarak
ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler, malumat ya da
insan zekâsının kapsayabileceği olgu, gerçek ve ilkelerin tümüne verilen ad ya
da bilim, insan anlağının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünsel
ürün şeklinde tanımlar yapmak mümkündür.
Kur’an-ı Kerim’i anlamada ve açıklamada ise tefsir ilmi devreye girer. Nüzul
döneminde ashap büyük ölçüde Kur’an ayetlerini anlıyordu ve tefsire ihtiyaçları
yok denecek kadar azdı. Yirmi üç sene kadar devam eden bu süreçte en önemli
gündem maddesi olan Kur’an onları ilgilendiren hemen her konuda hayatla iç içeydi
ve anlaşılmaması içinde bir sebep yoktu.
İsmail Cerrahoğlu bu konuda şunlar ifade etmiştir:
“ Arap dili yazı ile pek
işlenmediğinden cümleler kısa ve manalarda çok genişti. Kur’an-ı Kerim’de de bu
ifade şekli mevcuttu. Bu gibi ifadelerde hatibin rolü çok mühimdir. Hz.
Peygamber konuşması esnasında hareket ve mimikleriyle müşkül ve kapalı olan
noktaları açıklamış olurdu. Zira aynı ibareyi bir hatip, diğeri hatip olmayan
iki kişi söylese muhatap hatip olanınkini izaha lüzum görmeden anlar,
diğerininkini ise anlayamaz. ”
Peygamberimiz bizzat yaşadığı hayatta fazla yorum yapmaması, yapsa bile bu
yorumların ve açıklamaların az olması, vahyin canlı bir söz olmasına
bağlanabilir. Zaten vahyin inzal sürecinde büyük ölçüde cevap verilmekteydi: “ Peygamberleri apaçık belgeler ve
kitaplarla gönderdik. İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman ve onlarında
bunu üzerine düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik. ” ( Nahl Suresi: 44 )
Fakat günümüzde durum değişmiştir. Hz. Peygamber artık hayatta değildir ve
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılması da zorlaşmıştır. Bu nedenle de elde olan
bilgilerin tasnifi ve nasıl kullanıldığı büyük önem kazanmıştır. Evet, maksat
aynıdır doğru bilgiyi olması gerektiği gibi anlamak ve algılamak ancak gidilen
yol ve yöntemlerin farklılığı beraberinde ihtilafı ve hatta hataları
getirebilir.
Günümüzde de geçmişte de niyet hep aynıdır: Kur’an-ı Kerim’i hayata kılavuz
edebilmektir. Kamil insan, olunması gereken insan modelini ortaya koyma
çalışmaları esnasında her bir ilim insana, onun aklına, duygularına başka
pencereden bakar. Bu bakış açılarının hiçbirisi bir diğerinden daha önemsiz
değildir. Hepsi birlikte değerlendirilmelidir. Ancak bu değerlendirmeler asla
birbirinden kopuk olmamalıdır.
Çünkü dini ilimlerin tümü hayatın farklı alanlarında ilerlemekle birlikte aynı
kökten gelirler ve aynı sonuca bağlanırlar. Örneğin tefsir ilmi ile hadis
tarihinin ve fıkıh tarihinin bağı tartışılmazdır. Diyelim ki siyer kitaplarında
nakledilen bir olay var. Bu olayın senedinin incelenmesi gerekir. Burada
tarihten yaralanılır. Psikolojik ve sosyolojik açıdan yapılan incelemeler
güçlendirir. Aksi halde tek yönlü yapılan değerlendirmeler eksik kalacaktır.
Diğer ilimlerle yapılan ortak çalışma sonucu meydana getirilenler ise daha
tutarlı ve daha kabul edilebilir olacaktır.
Kaynaklar:
Gezer,
Süleyman: Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre Kur’an, Ankara, 2008
Albayrak,
Halis: Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, İstanbul, 2011
Fatih ÖRNEK
12912741
Yüksek Lisans
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE
Bilgi nedir, sorusunun cevabını, sözlük; “insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat” şeklinde tanımlıyor.[1] Kısaca bilinen şey demek. Fakat burada bilginin, insan aklıyla sınırlandırılması durumu var. İnsan aklının erebileceği olgudan kasıt, aklın ermediği olguların bilgi olmadığı yönünde olsa gerektir. Yani vahyin bilgiden sayılmaması, ya da iyimser bir ifadeyle vahyin bu kapsamda değerlendirilmemesi durumu var.
Oysa Kur’an-ı Kerim’de bilginin (ilm) en sık kullanıldığı anlam, Allah tarafından gönderilen vahiydir. Vahiyle gelen bilgi, ilahî kaynaklı olduğu için mutlak ve objektif geçerliliği vardır, aynı zamanda da delil niteliğindedir. “Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.”[2] ve “Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.”[3] mealindeki ayetler, vahyin delil niteliğinde olduğunu vurgulamaktadır.[4]
İslâm öğretisinde, bir Müslüman için kaynak olarak ilk sırada Kur’an gelirken, Hz. Muhammed’in (sav) emir ve yasakları, tavsiye ve uyarıları, haber ve öğretileri ise ikinci sırayı almaktadır ki, buna genel itibariyle, Resulullah’ın davranışları ve yaşayışını da içine alacak şekilde sünnet denmektedir. Sünnetin ikinci sırada gelmesi gerektiğini ise, birincil kaynak olan Kur’an bizzat söylemektedir. Hatta öyle ki; “Aralarında hüküm vermek için Allah'a (Kur'an'a) ve Resülüne davet edildiklerinde, mü'minlerin söyleyeceği söz ancak, "işittik ve iman ettik" demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[5] ve “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resülüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[6] ayetlerinde görüldüğü gibi, Allah ve Resulü beraber anılmış, ikisine birden itaat emredilmiştir. Dolayısıyla diyebiliriz ki, aslında Kur’an’ın sıralamadaki üstünlüğü kelâmullah olması hasebiyledir. Hüküm olma ve o hükme uyma yükümlülüğü açısından aralarında bir fark yoktur.
Peki bu bize neyi göstermektedir? İslam dininin, Kur’an ve sünnetle beraber bir bütün olduğunu. Kur’an Hz. Peygamber’den, Hz. Peygamber de Kur’an’dan ayrı düşünülemez. “Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.”[7] Eğer peygambere gerek olmasaydı, elbette Allah’ın, Kur’an’ı kitap olarak kullarına indirmeye gücü yeterdi. Eğer kitaba gerek olmasaydı, peygamber tek başına insanları Hakk’a davet ederdi. Fakat İslam’ın din olarak kemâle ermesi böyle olmamış, Kur’an Resulullah’a (sav) peyderpey indirilmiş, onda hükümler beyan edilmiş, Peygmaber Efendimiz de bu dini insanlara gerektiği gibi tebliğ ve talim etmiştir.
İşte bu noktada, bilginin bütünlüğü olgusu devreye girmektedir. İslam’a tam anlamıyla vâkıf olmak isteyen bir kişi, hem Kur’an’a yönelmeli, hem de Hz. Muhammed’i (sav) anlamalıdır. Kur’an’da çerçeveleri bildirilen hükümler, uygulama sahasına Hz. Peygamber tarafından geçirilmiştir. Kur’an’da emredilen namazın nasıl kılınacağını, ashabına o göstermiştir. Sahabenin anlamadığı ayetleri, gene o tefsir etmiştir. Zaten Kur’an’ı bizzat yaşayarak o, hâl diliyle de etrafındakilere örnek olmuştur. Kısacası, İslamî öğretideki bir bilgi, hem Kur’an hem de sünnet beraber ele alınırsa ancak doğru şekilde anlaşılabilir.
İslami ilimler dışında, genel olarak bilgiyi ele aldığımızda ise, olgulara gene bir bütünlük çerçevesinde bakmamız gerekmektedir. İnsanlığın edindiği tecrübe, bize bunu göstermektedir. Müspet ilimlerden müstağni olduğunu düşünen ve hep mesafeli yaklaşan kilise, senelerce dünyanın düz olduğunu düşünmüştür. Tam tersi, kendisini inançtan soyutlamaya çalışan bilim ise, maddenin yaratıcı gücü olduğuna ve her şeyin bir tesadüf eseri meydana geldiğine inanmak zorunda kalmış, bu yüzden de ilerleyeceğine daha çok açmaza saplanmıştır. Çağımızda gelinen noktada, artık biliniyor ki, din ve bilim birbiriyle çatışmaz, bilakis destekler. Bu da bilginin bütün olduğunun bir başka göstergesidir.
Evren yapbozunun her bir parçası, bize kendi başına bir şey ifade etse de, resmin bütününü görmek için parçaları birleştirip, öyle bakmak gerekmektedir.
[1] “Bilgi” maddesi. www.tdk.gov.tr
[2] Bakara Suresi, 2:120
[3] Nisa Suresi, 4:174
[4] Taylan, Necip. “Bilgi” maddesi. TDV İslam Ansiklopedisi. http://www.tdvislamansiklopedisi.org/
[5] Nur Suresi, 24:51
[6] Ahzab Suresi, 33:36
[7] Bakara Suresi, 2:151
2013-2014 YÜKSEK LİSAN ÖDEVİ
HADİS ESERLERİNDE TEFSİR RİVAYETLERİ II
‘’BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ’’ADLI GÜZ DÖNEMİ ÖDEVİ HÜLASASI
ADI SOYADI: ZEYNEP ARSLAN
ÖĞRENCİ NO: 13912774
Bilgi , bilen ile bilinen arasındaki bağ veya bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucudur.Istılahı anlamı ise;’’ Doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevası’’dır.(1)
Kur’an’a göre bilgi bir üstünlük ölçütüdür.Bilgiye dayanmayan,bilimsel bir temeli bulunmayan hiçbir açıklamanın ,yorumun ya da söylemin değerinden ve gerçekliğinden söz edilemez.
Bilginin bütünlüğü ise bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken gerekli olan bilgi şümulüdür.
Kur’an bilgiye değer atfeder ve bütün olguları, dünyanın nihai kaynağını gösteren işaretler olarak takdim eder.Dağ,taş canlıların yaratılışı ve bunlardaki güzelliklere dikkat çeken Kur’an bu görüngüler dünyasının arkasında reel olan görünenin arkasında ki görünmeyen saklı anlamı keşfetmeye çağırır..Kur’an epistemolojisinde görünenle görünmeyen ,fiziksel olanla metafizik olan birbiriyle kucaklaşır.(2)Kur’an’ın bilgiye bu bütüncül yaklaşımı,yaşamın gerçekliklerini ve bilgiyi bir bütün olarak anlamlandırmayı gerektirir.
Bütüncül bilgiye ulaşmak bilgiyi tam ve doğru anlamamızı sağlayarak doğru değerlendirmeler yapmamızı sağlar. Kur’an’ın doğru olarak anlaşılıp yorumlanması da ancak bütüncül bir bilgi anlayışı yaklaşımıyla gerçekleşir.Kur’an’ı parçalara indirgeyip anlama yerine Kur’an ,ayetleri ve sureleri arasındaki bütünlük , siyak sibak,sebebi nüzul vb.bağlamlarla düşünerek anlamaya çalışılmalıdır.Çünkü bir ayette kapalı olan bir ifade başka bir ayette açık,çok genel ifade edilmiş bir husus başka yerde ayrıntılı açıklanmış ya da Peygamber Efendimizin açıklamalarıyla anlaşıldığı görülmüştür.Örneğin;’’İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar,işte onlar için güven vardır.Doğru yolda olanlar da onlardır’’(3)ayeti indiğinde sahabeler hangimiz nefsine zulmetmiyor ki diyerek endişelerini dile getirmişler,Peygamber Efendimiz de yine başka bir ayetten delil getirerek buradaki zulmün şirk anlamına geldiğini onlara açıklamıştır.
Kur’an’ın doğru anlaşılması için fıkıh , tefsir ,kelam ,hadis ,İslam tarihi gibi ilimlerin de bütüncül olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Her biri kendi bilgi edinme usullerini ve süreçlerini geliştirse de temel noktalarda bütünlük sağlamışlardır. Bu ilim dalları her ne kadar farklı alanlarda ve farklı amaçlarda görünseler de aynı temele, Kur’an ‘a dayanmaktadırlar. Kendi alanlarında yaptıkları çalışmalarla hem kendilerine hem de diğer ilimlere katkı sağlayarak bütün bir bilgiyi oluştururlar. Bu sebeple bu ilimleri birbirlerinden bağımsız düşünmek imkansızdır.
Kur’an ancak bu bütünlük çerçevesinde değerlendirilirse doğru anlaşılır ve yorumlanır.
(1) TAYLAN Necip, "Bilgi", T.D.V.t.A,
(2) ARICA Ş.Mehmet,Tarihi Gelişim İçinde Bilgi ve Kaynakları,Fırat Üniversitesi İlahiyat Dergisi sayı 3,Elazığ 1998 )
(3)En’am 6/82
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi sözlük manası arapça (ع-ل-م) kökünden türetilmiş öğrenme, araştırma, üzerinde çalışılan içerik ve perspektife göre pek çok çeşitte anlamlar içeren bir kavramdır. Bilinçli varlık olan insanın kendini ve dışındakileri anlama bilme yeteneğine bilgi denir. Veya öğrenme, araştırma veya gözlem sonucu elde edilen gerçek ilkelerin bütününe verilen isimdir. Veya doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevalarının tümüdür.
İslami terminolojide genel olarak el-İlm veya el-ma’rife lafzıyla ifade edilen bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır.
İslâm âlimlerinin çoğuna göre ilim: “Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve “mâlum olanın, olduğu hal üzere bilinmesidir.”
En genel manada Bilgi : şuurun bir nesneye yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet bütünlük arz ederse bizleri doğru, geçerli ve evrensel olana ulaştırır. “Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezekkür etsinler diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin düşünce’ gayretine davet ederken sonuç olarak bütüncül bir bilgiye ulaşmamız gerektiğini işaretlemektedir.
İslamî ilimlerinden hangisini ele alırsak alalım bu noktada bir bütünlüğün göze çarptığı görülmektedir. Bütünlüğün olduğu her yerde de bu gaye, şuur ve bilincin hep melhuz olduğu görülmektedir. İslamî ilimlerde bilgi bütünlüğünü sağlayan işte bu mülahazadır. Elbette bu mülahaza var ve diri durdukça o ilim alanıyla ilgili çalışma yapılırken alanın temelini teşkil eden usul ve temel ilkeler daima göz önünde tutulacaktır. Aslında Müslüman kültüründe “hata yapmama” düşüncesi ki, gaye-i illiye yani amaç ve hedef-sonuç konumunda olmasına rağmen kişiye, işe giriş yapmadan önce de bir bütüncül bakışı kazandırır. Bu bütünlük vasfı özellikle din ilimleri adına daha önemi haiz olduğu görülmektedir.
Kur’an-ı Kerim’ e bilginin değeri açısından bakıldığında bilgide kesinlik mefhumunun öne çıktığı görülür. İlme’lyakin ayne’l yakin hakka’l yakin terimlerinin geçtiği ayetler bu bakımdan dikkat çekicidir. Bilgi bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken ve yorumlarken lazım olan bilginin bütünüdür. Bu dini konuda olunca iş daha da önemlidir. Dini bir bütün olarak anlayıp yaşamak için, dini metinlerin kapsamlı ve doğru anlaşılması Fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, Arap Dili ve Belagati gibi ilimlerin de bütüncül anlaşılıp değerlendirilmesi gerekir. Bilgi bütünlüğü yanlış anlamalardan ve yanlış değerlendirmelerden uzak olmamızı sağlar. Kur’an’ı Kerim’in doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün halinde ele alınması gerekir. Dini bir bütün olarak ele almak elzemdir. Özellikle bir konuyu bir ayet ve bir hadisten yola çıkarak anlamaya veya anlatmaya çalışmak çok yanlış olur.
2013-2014 YÜKSEK
LİSANS ÖDEVİ
BAHAR DÖNEMİ
AYŞE SARI
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ
NO:13912776
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi sözlük manası itibariyle ‘öğrenme,
araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat demektir.
Bütünlük ise; parçaları birbirine eksiksiz bağlı olan
birliği dile getirir. Alman düşünürü Kant da bütünlüğü düşüncenin ana
kavramlarından saymış ve teklikle çokluğun birleşimi olarak tanımlamıştır. Bir
misalle açıklamak gerekirse; evren, parçaları çeşitli biçimlerle birbirine
bağlı bir bütündür. Örneğin bir elma, elma ağacının değil, bütün bir doğanın
ürünüdür.
Bilgi
bütünlüğü de; bir konuyu anlamlandırırken, lazım olan bilgi şümulüdür.
Ayrıca “bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir
şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur” seklinde tarif edilebilir.
Bilgi temelde insanın varlık ontolojisiyle
ilgilidir. İnsan yapısı gereği, duygu, düşünce, olgu, olay kısacası farkında
olduğu her şeyi anlamak, zihnine takılan sorulara cevap bulmak, kendini
gerçekleştirmek ister. İşte insanın varlığını sürdürmesi, kendine ait
uygarlığını oluşturması bilgi sayesinde olur. Kendi varlığının farkına varan
insan, doğal olarak etrafında olanlarında farkındadır. Dış dünyadaki
varlıkların zihnimizde bıraktığı izler bilgiyi oluşturur.
Bütüncül ve kapsamlı bilgi yanlış
anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara
bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı
yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda
yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek
gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin
ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen
yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. O konuyla ilgili bir ayet yahut bir
hadisten yola çıkarak o konu hakkında hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu
yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin konularını anlamaya ve anlatmaya
çalışmalıyız.
Müslümanlar için bilgi kaynaklarının
başında gelen vahyi (Kuran-ı Kerim), doğru bir şekilde anlamak ve
aktarmak da bilgi bütünlüğünü gerektirir. İlk dönem alimlerimiz bunun farkında
olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam
Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh, sarf, nahiv, ulumu’l kuran ve diğer dini
ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi, eski alimlerimizin bütüncül
bilgiye önem verdiklerini bize göstermektedir. Buna göre Kuran’ın doğru
anlaşılması fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler
tarihi, arap dili ve belagati gibi ilimlerin bilinmesini gerekli
kılmaktadır.
Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamak
isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür.
Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını ifade eden bu bilgiler
âyetlerin hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu
anlatır. Bu da âyetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki
âyetleri bu doku içinde görmek, onları anlamamızı kolaylaştırır. ‘Haram
aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları
yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe
ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın.
Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir’[3] ayetinin nüzül sebebini bilmeden okuduğumuzda ve bu hükmü
uyguladığınızda İslam bir terör dini olarak ortaya çıkar.
Kur’an, bilgi kaynağı olarak, vahiy
başta olmak üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir.
Hayatın gayesi, Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu
tanımak ve bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi
vasıtalarıyla Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu
araçlarla tanır ve bilir.
Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece
önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara
götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir
bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir.
BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ
2013 / 2014 BAHAR YARIYILI ÖDEVİ
ÖMER FARUK SERDAROĞLU
YÜKSEK LİSANS ÖZEL ÖĞRENCİ
Bilgi sözlük manası arapça (i-l-m) kökünden türemiş; öğrenme, araştırma gibi
anlamlara gelen bir kavramdır. Akıllı varlık olan insanın kendini ve
dışındakileri anlama bilme yeteneğine bilgi denir. Veya öğrenme, araştırma veya
gözlem sonucu elde edilen gerçek ilkelerin bütününe verilen isimdir. Doğruluğu
gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevalarının tamamıdır. İslami
kültürde genel olarak el-İlm veya el-ma’rife lafzıyla ifade edilen bilgi daha
ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki veyahut bilme eyleminin belli bir
ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır.
Bilgi, insan şuurunun bir nesneye yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet
bütünlük arz ederse insanı doğru, geçerli ve evrensel olana ulaştırır. “Sana bu
mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezekkür etsinler
diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin düşünce’ gayretine davet ederken genel bir
bilgiye ulaşmamız gerektiğini işaretlemektedir. İnsanların önce bunu anlaması
gerekir. Bu çabanın peşinde olmayan müslümanların, dine zararları
düşmanlarından daha fazla olmaktadır. “Görenle görmeyen bir midir?” (En’am:50)
Yine bilgi, sosyal olaylarda karşımıza çıkan eylem ve olayları anlamamıza
yardım eden işaret ve kodlamalardır. İnsanların ve organizasyonların etkin bir
biçimde eylem gerçekleştirmeleri için sahip olmaları gereken kapasitedir. Deney,
tecrübe, yorum ya da fikrin bir araya gelmesi ile oluşan enformasyondur. Sosyal
olaylarda, karar ve eylemler için uygulanmaya hazır yüksek değerde bir
enformasyon şeklidir. Bilgi kişisel anlamda düzenlenmiş enformasyondur ve
genelde deney ve tecrübelerin bileşiminden oluşur. Sosyal olayların nedenlerini
doğru bir şekilde kavramamıza ve en doğru ya da en güzeli seçmemize yardımcı
olan anlama, kavrama ve akıl yürütme aşamalarında isabetli karar almamız
bilginin, sistematik bir biçimde işlenmesi, Gözlem ve tecrübelerle yeniden şekillendirilmesi
halinde mümkün olabilir. Bilgi kolayca
biriktirilip saklanamaz.
Genel ve kapsamlı bilgi yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak
kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için
son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen
sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o
konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir.
Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki
ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir.
O konuyla ilgili bir ayet yahut bir hadisten yola çıkarak o konu hakkında
hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin
konularını anlamaya ve
anlatmaya çalışmalıyız.
Allah (c.c) mutlak bilendir. Allah'ın insana bildirdikleri sayesinde insan,
kâinata hükmedebilmektedir.
İslam bilimleri ; Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh ve Fıkıh Usulü vb.. Bu bilimler,
din olarak doğrudan İslama ait inanç, ibadet,
ahlak, haram-helal konularını incelemektedir. Hz. Peygamber’ (s.a.v) in
hayatı (Siyer-i Nebi) ve sonrası islam tarihi, günümüze kadar ortaya çıkan
düşünce ekollerini inceleyen Mezhepler Tarihi, islam bilginlerinin hayatını ele
alan Ricaller Tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında kullanılan Arap Dili ve
Belağatı islam bilimleri çerçevesine dahil edilmektedir.
Bilindiği üzere İslamî İlimlerin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an da
yer alan iman, itikat,ibadet,ahlak,muamelat (hukuk) gibi konulara ilişkin
ayetlerin yorumlanıp sistemli hale getirilmesi dini disiplinler tarafından
gerçekleştirilmiştir. Kur’an’da yer alan ahlak ve itikat konularının
yorumlanması ve değişik zamanlarda yaşama taşınması işlemi kelam disiplini
tarafından; genel anlamıyla hukuk ve ibadet konuları ve bu alanlara ilişkin
ayetlerin sistemli bir şekilde yorumlanması fıkıh disiplini tarafından; tefsir
de dâhil olmak üzere bütün disiplinlerin izleyeceği yöntem, Kur’an ibarelerinin
anlamlarını ve değerlerini belirleme, ortaya koyma ve bunları hayata
yansıtmanın önemi ise fıkıh usulü tarafından geliştirilmiştir. İlimler her ne
kadar tasnif edilseler de aralarındaki
ilişki hiçbir zaman kesintiye uğramaz. Çünkü yapısı gereği fıkıh, tefsir ve
hadisten ayrılamaz.
Sonuç olarak Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimlerinin gelişimi ile ilgili yaptığımız
bu değerlendirmelerden İslam ilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya
koyduklarını görmekteyiz. Kur’an, İslam ilimlerinin en başta gelen kaynağıdır.
Kur’an’ın doğru anlamlarına ulaşmak için tefsir disiplini geliştirilmiştir.
Tefsir de bu anlamları Peygamber ve onun Ashabından öğrenmek amacıyla hadise ve
onların konuştuğu Arapçaya başvurmak zorundadır. Böylece Tefsir, Hadislerle
birlikte İslam’ın en başta gelen kaynağını açıklamış olmaktadır. Fıkıh ise bu
açıklamalarla, Kur’an’ı diğer kaynaklarla birlikte bir kaynak olarak ele
almakta ve yeni durumlar için bu kaynaklardaki bilgilere uygun hükümler
üretmektedir.
Şurası
bilinmelidir ki, İslâm âlimlerinin bütün bu ilim dallarında ortaya koyduğu
birikim, tesadüfen oluşmuş ya da tarihin belli bir döneminden sonra
kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Bu ilim dallarının her biri, temel metot
ve hareket tarzlarını Hz. Peygamber (sav)’in, ashabına yönelik yönlendirme ve
uygulamaları oluşturmuştur. Dolayısıyla bu ilim dallarının her biri, Kur’an’ın
doğru anlaşılmasını ve yaşanmasını temin eden alternatifsiz vasıtalardır. Onlar
olmadan Kur’an’ın, murad-ı ilahîye uygun biçimde anlaşılması da yaşanması da
mümkün değildir. Şu halde Kur’an’ı anlama ve yorumlama sürecinde, bu ilimlerden
herhangi birini dışarda tutmak mümkün olmadığı gibi, bu ilimlerden herhangi
biriyle iştigal eden birisinin, ne kadar derinleşirse derinleşsin ötekilerini
ihmal ederek doğru sonuçlara varması düşünülemez.
Günümüzde bilgi
bütünlüğünü sağlamanın en sağlıklı yolu; değişik ilim ve bilim dallarında
branşlaşmış ilim adamlarının bir araya gelmeleridir, Bu da dernek, vakıf vb
kuruluşlar adı altında kolektif çalışmak suretiyle mümkün olabilir. Hiç
şüphesiz iletişim araçlarını ve onlardan gereği gibi istifade etmeği de
unutmamalıdır. Çünkü bunlar sayesinde daha çok insanla iletişime geçilir, daha
çok meseleye çözümler üretilir. İlimlerin ve bilgi alma yöntemlerinin bir bütün
olduğu unutulmamalıdır.
2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
ADEM ORHAN
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:13912738
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi araştırma, gözlem ve öğrenme yoluyla elde edilen gerçeklik demektir.
Bilgi bütünlüğü kavramı ile ne kastedildiğini ele almadan önce " bütün-bütünlük " kavramı üzerinde durmak yararlı olacaktır.
" Bütün" kelimesi Türkçe'de tam,eksiksiz,parçalanmamış,parçalandığında hüviyeti değişen,bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade etmektedir. "Bütünlük " ise bütün olma hali anlamındadır.
Bilginin bütünlüğü;bilginin saklanması veya açık/kapalı iletişim ağlarından iletimi sırasında içerik açısından her hangi bir değişime uğratılmamış olması, özgün halinde korunması demektir.
Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek, tam ve eksiksiz kavrayabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek bütün fertleri ile ele almak gerekir. Böyle bir davranış yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Örneğin insanın ne olduğunu kavrayabilmek için onun tabiatla, diğer yaratılmışlarla ve onu yaratan ile ilişkisini bilmek gerekir. Onu sadece canlı bir varlık olduğunu bilmek tam bir bilgi değildir.
Aynı şekilde Kur’an’ı Kerim ve sünnetin doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün halinde ele alınmaları gerekir. Çünkü bir yerde kapalı olan ifade başka bir yerde açık, muhtasar olarak verilen fikir, diğer tarafta tafsilatlı, bir yerde mutlak olan başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilir. Örneğin; Enbiya Süresi'nin 74.ayetindeki ( Lut'a da hüküm ve ilim verdik. Onu çirkin işler yapan kasabadan kurtardık ) الخبائث kelimesi, kötü, bayağı işler anlamına gelmektedir. Kötülüklerin neler olduğu konusunda bu ayetten kesin bir bilgi edinememekteyiz. Çünkü kelime genel anlamlı olup, kapsadığı şeyler, son derece çeşitlidir. Ama Kur'an, bu kötü fiillerin neler olduğu hususuna diğer surelerdeki pasajlarda açıklık getirmekte ve bunların kadınları bırakıp erkeklerle temasta bulunma, yol kesme, peygamberi yalanlama ve onu yurdundan çıkarma tehdidinde bulunma gibi fena işler olduğunu bize bildirmektedir.
Sünnetin anlaşılmasında da durum bundan farklı değildir. Sünneti bir bütün olarak ele almayanlar birbiriyle çelişkili görünen bazı hadisleri gördüklerinde hemen inkara kalkışırlar. Buna en güzel örnek bazı insanların, büyük küçük bütün müslümanların ezberlediği en meşhur hadisi reddetmesidir. Buda Abdullah b.Ömer ile bir çok kimsenin rivayet ettiği, " İslam beş temel üzerine kurulmuştur." hadisidir. bunların kanıtı ise şudur :" Hadis, İslam'da önemli olmasına rağmen cihadı zikrekmemiştir. Buda, onun uydurma olduğunu gösteren bir delildir." Bu kişilerin mantığı eğer doğru ise; Yüce Allah, kitabında müminlerden, takva sahiplerinden, Rahman'ın kullarından, iyi kimselerden, ihsan sahiplerinden, akıl sahiplerinden ve daha bir çok kimseden övgü ile bahsedip, onlara büyük mükafatlar vadettiği halde,onların vasıfları arasında cihadı zikretmediği için bu kimselerin bu Kur'an ayetlerini de reddetmesi gerekir. Gördüğümüz gibi bu kimseler sünnete bir bütün olarak yaklaşmadıklarından dolay bu hataya düşmüşlerdir. Şayet sünneti bir bütün olarak ele almış olsalardı, böyle bir hataya düşmezlerdi. Çünkü nice hadis-i şerifte cihadın farziyetinden ve faziletinden bahsedilmektedir.
Bu anlattıklarımızdan anlaşıldığı gibi; konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım ise yanlış sonuçlara götürür.
-Güz dönemi ödevlerinden "Bilginin Bütünlüğü" başlığını mütalaa edip 23 Şubat 2014 hedef tarihine kadar bir hülasa yazmanız beklenmektedir.
-Bilim din dili kullanılmalıdır.
-Alıntılar kaynakla ve tırnak ( " " ) içerisinde verilmelidir.
-Ad-soyad, öğrenci numarası, lisans veya lisansüstü düzeyi, sınıfı, dersin adı baş tarafta kayıt edilmelidir.
Ahmet YILMAZ - 13912772
Aristoteles’e
göre bütün insanlar doğası gereği bilme eğilimine sahiptir. “Bilme eğilimi”
yalnızca bilmeyi istemeyi değil, bu istemenin istediğini elde etmesini, yani
kısaca bilmeyi de içermektedir. O zaman insan doğal olarak bilebilen, bilmeyi
bilen bir varlık olmaktadır. Türkçede birçok fiil kökünün sonuna eklenen bilmek
(yapabilmek, görebilmek… vb.) bilmenin insanın bir olanağı, aynı zamanda bir
erki, bir gücü olduğunu çok iyi anlatıyor.[1]
Bilgi
sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen
malumat, insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, insan
zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü[2]
demektir.
Felsefi
olarak ise bilgi öznenin amaçlı yönelimi sonucunda, özne ile nesne arasında
kurulan ilişkinin ürünü olan şeydir. Nesnelere yönelen özne onlar üzerine
düşünerek, zihinsel bir etkinlik geliştirir. Bu etkinlik sonucu kavramlara ve
kavramlardan da önerme ve çıkarımlara varılır.[3]
İnsanın
bilgi üretmesi dış dünyadan gözlem, deney, okuma veya dinleme yoluyla veriler
toplaması ve bu verileri zihinde kodlayarak malumat sahibi olması ile başlar.
Ancak dış dünyadan insana ulaşan verilerin sadece zihinde depolanması bilgi
değil, malumattır. İnsanın çeşitli kanallarla topladığı malumatların bilgi
olabilmesi için o insana özgü bir biçime girmesi gerekmektedir. Bundan dolayı
kendisine ulaşan bu hammaddeyi işleyebildiğinde; kendince anlamlandırıp düşünce
sisteminin bir parçası haline getirebildiğinde bilgi üretmiş olur. Bu şekliyle
bilgi üretme, insanın duyu organları vasıtası ile kendisine ulaşan verileri
kendi zihin süzgecinden geçirip kendisine özgü bir anlam yüklemesi demektir.[4]
İslam
terminolojisinde genel olarak el-İlm veya el-Ma’rife lafzıyla ifade edilen
bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki yahut bilme eyleminin
belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır. İlk İslam
filozofu Kindi, bilgiyi “eşyanın
hakikatleriyle kavranması" şeklinde tarif etmektedir. Farabi'ye göre ise
bilgi; "varlığı ve devamlılığı insanın yapıp etmelerine bağlı olmayan
varlıkların mevcudiyetiyle ilgili olarak akılda kesin hükmün hâsıl
olmasıdır"[5]
Kur’an-ı
Kerimde bilgi; en sık kullanılan anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan yani
bizzat Allah’ın verdiği bilgidir.
Bilgi
bütünlüğü ise, söz konusu bilginin özünde yer alan veriye ilişkin temsili
“güvenilirlik” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifade ile bilgi bütünlüğü, bir
konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür.[6] Ayrıca
bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde
değişikliğe uğramamış olması durumudur.[7] Dolayısıyla
bilgi bütünlüğünün zeminini bilginin doğruluğu ve güvenilirliği teşkil
etmektedir.
İslami
bilgi sisteminde, bilgi denilince akla iki tür bilgi gelir. Birincisi, “vahyin
bilgisi”dir. İkincisi ise Kuran-ı Kerim mirasına konu olan bilgidir. Burada
“miras” kelimesinden amaç, insanlığa indiği günden bu yana Kuran-ı Kerim’i
anlamak için neş’et eden ilim mirasını ifade etmektedir.
Kur’an-ı
Kerim’in bütünlüğü; Kur’an’ın tüm özelliklerini, Kur’an’ı tüm alt dalları ile
bütünlüğe ait tüm yönlerinin birbiriyle etkileşim içinde, kendi iç dinamikleri
ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistemdir. Kur’an-ı Kerim’i
anlamlandırmada, Kur’an-ı oluşturan kelime, cümle, ayet ve sure bazında
parçalara indirgeyip anlama yerine, Kur’an-ı cümleler ile oluşan bütünlük,
tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, ayetler ve sureler arasındaki bütünlük,
surelerin dahili bütünlüğü, teşri bütünlüğü gibi topyekûn bir anlama
yapılmalıdır.
Çünkü
bütüncül bilgi, yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza
yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son
derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara
götürmez. Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir
bütün olarak bilmek gerekir. Bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek
için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak
anlamak gerekir.
Kur’an;
bölümleri, bölümlerinin bünyesinde ana başlıkları ve tali başlıkları olan bir
kitap değildir. Hayatı bütünüyle kucaklayan, muhataplarının yollarını
aydınlatan, onlara dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren bir kitabın,
sadece belli konuları işlemesi beklenemezdi. Çünkü Kur’an-ı teşkil eden
parçalar öylesine iç içedir ki, çoğu zaman birbirlerinden ayrılamaz. Bazı
durumlarda herhangi bir ayetin bölümü, bir yandan o ayetin hedeflediği mana ile
yakından ilgili iken, öte yandan başka ayetlerle irtibatlandırıldığında tali
derecede tamamen farklı bir hedef gözetilebilmektedir. Kur’an tekrar tekrar
okununca, en küçük birimi olan, harflere, kelimelere, yan cümlelere,
cümlelerden oluşan ayetlere ve bu ayetlerin oluşturduğu daha büyük pasajlara
kadar her Kur’an parçasının başlı başına görevler yüklendiği gibi, Kur’an
bütünlüğü içinde, birbiriyle bağlantılı bir yapı oluşturduğu gözlenir. Kur’an’ı
herhangi bir aygıta benzetirsek, sözünü ettiğimiz irili ufaklı bu parçaları,
aygıtı oluşturan a,b,c,ç gibi öğeler olarak düşünebiliriz. Bu parçalar tek başlarına
muayyen bir rol üstlenmekle birlikte onların aygıtının tümünün ahenkli
çalışmasını sağlayan fonksiyonları vardır. Dolayısıyla Kur’an’ın parçaları,
yerine göre birbirlerini tamamlayan, yerine göre birbirlerini açıklayan
nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Çünkü bir yerde kapalı olan
ifade, başka bir yerde açık, bir yerde kısa olarak verilen fikir, diğer tarafta
tafsilatlı, bir yerde genel olan, başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel
ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilmektedir. Buna
ilaveten, aynı kökten türeyen kelimeler, değişik ortamlarda farklı anlamlar
kazandığı gibi, kök itibari ile büsbütün farklı olan kelimeler birçok yerde aynı
anlamı vurgulayabilmektedir. Zemahşeri
Kur’an’ın, tek bir söz hükmünde olduğunu ifade ederken, onun, bir bütün
olduğunu ve bu bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Hepsinden daha önemlisi, Allah Resulü, En'am suresinin 82. ayetindeki ZULÜM (ظُلْمٍ) kelimesini, Lokman Suresi’nin 13.
ayetiyle açıklarken ayetleri tek başına ele almanın zaman zaman Kur’an
zihniyetine uygun düşmeyen sonuçlara varacağını, dolayısıyla ifadeleri,
Kur’an’ın bütünlüğüne arz etmenin gerekli olduğunu, ashabının şahsında bütün
Müslümanlara öğretmiştir.[8]
Bu
yüzden Kur’an tek başına doğru bilgiye ulaşmamız için yeterli değildir. Allah’ın
muradını anlamak için sahih sünneti de dikkate almak durumundayız. Ayetlerin
sebeb-i nüzulünü bilmeden, ashab-ı kiramdan gelen rivayetleri dikkate almadan
sahih bir Kur’an telakkisi oluşturamayız. Kur’an’ı anlamaya çalışırken üzerinde
hassasiyetle durulması gereken diğer bir nokta da kullandığı üslûp ve tarzdır.
Kur’an, Arapçanın imkânları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit
gibi edebî tarzları kullanmaktadır. İşte bu yüzden ilk dönem âlimlerimiz bu
bütüncül yaklaşımın farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde
uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh sarf nahiv ve
diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi eski âlimlerimizin
ansiklopedik ve bütüncül bilgiye önem verdiklerini bizlere göstermektedir.[9]
Bilgi
bütünlüğü, çalışmalara bütüncül bir bakışla giriş yapabilmemizi ve bu bütüncül bakış
ise, bilgiyi elde ederken ve işlerken bizleri hataya düşmekten korur. İslam diniyle
alakalı gerek Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler, gerekse gramer,
edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimler olsun, bütün ilimlerin girizgâhlarında
o ilmin tanımı yapılırken “hata yapmama” veya “kişiyi hata yapmaktan koruma”
şeklindeki gaye-ı illiye’ye vurgu yapıldığını görmekteyiz. Âlim olmak bir ilmi
sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri
oranda bilgi birikimini gerektirir.
Doğal
olarak Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır. Özellikle dini ilimler söz konusu olduğunda
bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir. Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat
doğar. Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve
hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar.
Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen
içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim
alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine
hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi
bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının
geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi kolay
değildir. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin
kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve
hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi
işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla giderilebilir.[10]
[4] http://www.antrenmandunyasi.com/kullanici_dosyalari/File/sporpsikolojisi/ogrenmeveogretme/bilgi.htm
[5] Diyanet
Ansiklopedisi cilt 6 s.158
[10] http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm
MEHMET
VEYSİ ÖZLÜK
ÖRENCİ NO: 13952753
BİRLEŞİK DOKTORA
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ
Bilgi, sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat demektir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik; onun bilgiyi elde etme arzusudur. Bu arzusunu elde etmek için kaynaklar söz konusu edildiğinde de öteden beri klasik kaynaklarımız üç başlığa vurgu yapmaktadır:
1. Havass-ı Selime (Duyular)
2. Akl-ı Selim
3. Haber-i Sadık (Vahiy ve mütevatir haberler)
Bu üç kaynağın yanında keşif, ilham ve rüyanın bilgi kaynağı olup olamayacağı tartışıla gelmiştir.
Bütüncül ve kapsamlı bilgi, yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak ele almak gerekir. Bilginin bütünlüğü dini konularda daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. Ancak bunlar, o konunun sadece “ağaç” kısmıdır. Daha yeterli ve doğru bilgi için o ayetlerin nüzul ortamına gidilmeli ve vahiy anı adeta tekrar yaşanmalıdır.
Müslümanlar için bilgi kaynaklarının başında gelen vahyi (Kuran-ı Kerim), doğru bir şekilde anlamak ve aktarmak da bilgi bütünlüğünü gerektirir. İlk dönem alimlerimiz bunun farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh, sarf, nahiv, ulumu’l kuran ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi, eski alimlerimizin bütüncül bilgiye önem verdiklerini bize göstermektedir. Buna göre Kuran’ın doğru anlaşılması fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, arap dili ve belagati gibi ilimlerin bilinmesini gerekli kılmaktadır.
Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamak isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür. Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını ifade eden bu bilgiler ayetlerin hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu anlatır. Bu da ayetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki ayetleri bu doku içinde görmek, onları anlamamızı kolaylaştırır.
Kur'an'ın doğru bir şekilde algılanmasında önemli olan bir diğer husus da Allah Rasulü'nün açıklamalarıdır. Mesela,”salat-ı vusta” ve “seb’ul mesani” gibi medlulleri açıklanamayan tabirlerin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beyanı olmaksızın anlaşılması zor, belki de imkansızdır. Aynı şekilde ibadetlerin nasıl yapılacağı, sosyal münasebetlerle ilgili Kur’an’ın öngördüğü düzenlemelerin nasıl gerçekleşirileceği gibi konularda da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in açıklamaları bağlayıcıdır.
Şu halde Kur’an’ı anlama sürecinde, bu ilimlerden herhangi birini dışarıda tutmak mümkün olmadığı gibi, bu ilimlerden herhangi biriyle iştigal eden birisinin, ne kadar derinleşirse derinleşsin ötekilerini ihmal ederek doğru sonuçlara varması düşünülemez.
EMRE YILDIZ / Yüksek
Lisans / Özel Öğrenci
Bilgi,
günlük hayatımızda sıkça yer bulan kavram olmasına rağmen bilginin tanımını
yapmak gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Çünkü, zamana ve değişen koşullara göre de gelişen/genişleyen
bir kavramdır. Önceleri bilgi insanı şekillendiren, haber değeri taşıyan bir
olgu iken günümüzde bilgi bir üretim faktörüdür ve alınıp satılma özelliğine
sahiptir. Bilgi, bir bilim dalına göre bir seçim yapmamız söz konusu olduğunda
gereksinim duyduğumuz şey iken, diğerine göre ise geçmişten gelen haber veya
var olana dair kavramdır. Zihnin herhangi bir biçimde resmi veya gayri resmi
olarak iletilen, kaydedilen, yayınlanan fikirlerin gerçek ve hayali ürünleridir
Bütünsellik
sözcüğü ise bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri
kaplayan anlamlarındandır.
Bilgi bütünlüğü;
bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca
bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde
değişikliğe uğramamış olması durumudur.
Kur’an,
Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler olsun veya gramer, edebiyat gibi fer’i veya
tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun, bütün ilimlerin birbirleriyle iletişim
halinde olduğunu görmekteyiz. Hadis
ilmi bilgiyi, rivayetlerle günümüze taşırken; Tefsir ilmi bu bilgiyi anlamaya
ve yorumlamaya çalışmış; Fıkıh ilmi ise diğer bu iki ilmin kazanımlarını
kullanarak bilgiyi işlemiştir. Bu da gösteriyor ki bilginin işlenmesi veya
iletilmesindeki farklılıklar aslında onun daha iyi anlaşılması için farklı
filtrelerden geçirilerek süzülmesi işlemidir.
Alim
olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan
ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Tabi ki, bu vasfın
fikri, ahlaki, ictimai gibi birbirini tamamlayan yanları da vardır. Kişiyi,
ilmi sahasında bilgiyi işlerken, pratiğe yansıtırken hataya düşmekten korur. İlim,
iman ve amel bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde
formülize edilebilir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda
iman ve ibadet etmek mümkün değildir.
Farklı
ilimlerin farklı usullerle işledikleri bilgi, değer anlamında da diğer başka
ilimlerde kendilerine yer bulmaktadır. “Bilgi bütünlüğü” bilinciyle girişilen
iş, aynı amaca matuf olur. Bazen amaç ile gaye birbirinden ayrılırlarsa yada
ayrı ayrı gibi görünseler de hakikatte birleşirler. Bilginin bütünlüğünün
omurgasını teşkil eden bu düzendir. Bu düzen üzere bina edilen/ edilmeye
çalışılan iş bütüncül olur. Kaynak olarak tek bir nokta (Kur’an-ı Kerim) da
birleşen bu ilimleri birbirlerinden bağımsız düşünmenin imkanı yoktur. Bunu
tarihsel süreç içerisinde görmemiz mümkündür. İslami ilimlerin gelişme veya
duraklama dönemlerine bakıldığında paralellik göstermektedir. Bu da aralarında
süregelen etkileşimin en somut örneğidir.
Zira
Kur’an’ın anlaşılmasında, özellikle Kur’an’ın kendini bağlı addettiği bilimler
bütünlüğünü gerektirir. Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz
konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı önem arz etmektedir. Zira
dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar. Bilgi, nasıl ki tek bir kaynak ortaya
çıkmışsa -yani bütün bilgilerin yaratanı yüce Allah olduğuna göre- bütün
bilgilerin birleşerek tekrar onu göstermesi kadar doğal bir şey olamaz.
KAYNAKLAR
• Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam,
Şule Yay. Kasım 2012 İstanbul
• Wikipedia.org,
Mürtaza Trabzon / Yüksek
Lisans Öğrencisi 2013-2014/
Öğrenci
No:13912724
Bilginin Bütünlüğü
Bilgi en
genel manada şuurun bir nesneye yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet
bütünlük arz ederse bizleri doğru, geçerli ve evrensel olana ulaştırır. “Sana
bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezekkür
etsinler diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin düşünce’ gayretine davet ederken
sonuç olarak bütüncül bir bilgiye ulaşmamız gerektiğini işaretlemektedir. En
başta inanların bunu anlaması gerekir. Bu çabanın peşinde olmayan inananların
dine zararları düşmanlarından daha fazla olmaktadır. “Görenle
görmeyen bir midir?” (Enam:50) Bütün’e ulaşamamış kimse kör gibidir. Mevlana
şöyle bir temsil verir:
“Hintliler
bir fili halka göstermek için getirip karanlık bir ahıra kapattılar. Hayvanı
görmek için o karanlık yere bir hayli adam toplandı. File ellerini sürmeye
başladılar. Birisi eline hortumunu geçirdi:
- Fil bir
oluğa benziyor, dedi. Başka biri filin kulağını yakaladı:
- Fil,
yelpaze gibi bir hayvan, dedi. Filin ayağını yakalayan ise:
- Fil bir direğe benziyor, dedi.
Bir başkası
da sırtına dokunmuştu:
- Fil, taht
gibi, dedi.
Herkes filin
neresine dokunduysa ona göre anlatmaya başladı.”
Bunun gibi
Kur’an’a muhatap olanların kimi onu yalnızca bir sevap kaynağı, kimi de fenni
ilimler için bir keşif kaynağı sanmışlar ve temel gayeyi göz ardı
etmişlerdir. “…De ki :‘Bilenlerle bilmeyenler hiçbir olur mu?’…”(Zümer
suresi:9)
Bizleri
bütünlüğe kavuşturacak sağlam kaynaklarımız vardır. Yeter ki o asli/esas kaynaklarımıza
muhatap olurken çok yönlü ve donanımlı olmamız gerektiğini bilelim. Onun
hidayet ışığını taşıdığımız zaman karanlık aydınlanacak hakikat meydana
çıkacaktır. Yüce Allah varlığın her yönüyle ilgilenmiştir. Yani ilmiyle her
şeyi kuşatmıştır. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak insanın eşya ve
hadiselere mana verirken bütüncül bir yaklaşıma ihtiyacı vardır. İnanmış bir
insanın Kur’an’ı hayatına tatbik etme çabasının en üst düzeyde başarıya
ulaşması bütüncül bir anlayışa sahip olmasıyla mümkündür. Nitekim Yüce
Kitabımız Bakara suresi 85. Ayet-i kerimede: “…Yoksa siz, Kitab’ın bir kısmına
inanıp geri kalanını inkâr mı ediyorsunuz?” buyurarak ne amaçla olursa olsun
bütünlüğü gözardı edenleri şiddetle uyarmaktadır. Buradan ve
diğer ayetlerden de anlaşıldığı gibi parçacı yaklaşımlar bizi hidayete değil
dalalete sürükler. Parça bütünün yerine geçmez.
Sonuç
olarak;
İslam
dini var olanı bütünlük içinde kavramıştır. Müslüman bütüncül bir bilgi
birikimine sahip olmalıdır. Ama ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında
bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. İnsanın anlama
kapasitesi sınırlıdır. Bunun için müşterek bir çalışma yapmak gerekmektedir.
Zira yüce kitabımız Kur’an’ın hakkıyla anlaşılması bütüncül bir bilgiye sahip
olmakla mümkündür. [1]
[1] http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm
Bu kaynaktan faydalanılmıştır.