Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


 

 

 

2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

İBRAHİM UÇAN

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO:13912777

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

 

Bilgi sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat, insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce demektir.

Bütünsellik sözcüğü ise; bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamlarındandır.

Bilgi bütünlüğü; bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek, tam ve eksiksiz kavrayabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek bütün fertleri ile ele almak gerekir. Böyle bir davranış yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur.

Kuran'ı anlamanın yolu da onu bir bütün olarak ele almak ile gerçekleşir. Kuran'ı kendi bütünlüğü içinde anlamamak, Kuran'ı anlamama gibi bir sonuca götürür.

Kuran-ı Kerimin bütünlüğü; Kuranın tüm özelliklerini, Kuranı tüm alt dalları ile bütünlüğe ait tüm yönlerinin birbiriyle etkileşim içinde, kendi iç dinamikleri ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistemdir. Kuran-ı Kerimi anlamlandırmada, Kuran-ı oluşturan kelime, cümle, ayet ve sure bazında parçalara indirgeyip anlama yerine, Kuran-ı cümleler ile oluşan bütünlük, tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, ayetler ve sureler arasındaki bütünlük, surelerin dahili bütünlüğü, teşri bütünlüğü gibi topyekûn bir anlama yapılmalıdı

Zemahşeri de Kuran'ın, tek bir söz hükmünde olduğunu ifade ederken, kanaatımızca onun, bir bütün olduğunu ve bu bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini vurgulamış olmaktadır. Çağdaş alimlerden Mahmut şeltut ise, "Fıkhu'l-Kuran ve's-Sünne " adlı eserinde Kuran'ın farklı hükümler taşıyan ayetlerinin ardarda sıralanması metodunu, onun bir bütün olduğuna ve pratikte onun bir kısmını nazar-ı itibara alıp bir kısmını almamanın doğru olmayacağına bir işaret olarak görmektedir. Hepsinden daha önemlisi, Allah Rasülü, En'am süresinin 82. ayetindeki "ظلم " kelimesini Lukman Süresinin 13. ayetiyle açıklarken ayetleri tek başlarına ele almanın zaman zaman kişileri Kuran'ın zihniyetine uygun düşmeyen sonuçlara vardıracağını,dolayısıyla ifadeleri, Kuran'ın bütünlüğüne arzetmenin gerekli olduğunu, ashabının şahsında bütün Kuran araştırıcılarına öğretmiştir.

Sonuç olarak, konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım ise yanlış sonuçlara götürür.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

İSA TÜNÇ

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO: 13912773

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

 

  İslam İlimlerinin ana kaynağı şüphesiz, Kur'an-ı Kerim’dir. Şöyle bir baktığımızda aslında Kur'an-ı Kerim, kendisinin üzerinde düşünülmesini, anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyen, netice de yaşanılır kılınmasına muhataplarına teşvik eden vahiy mahsulü bir kitaptır. Bu gerçek kur’anın birçok ayetinde açıkça zikredilmektedir. İslam'ın ilk üniversitesi masabesinde olan mescitlerin varlığı dikkate alındığında Kur'an-ın anlaşılmasına yönelik ilimlerin ilk nüveleri bu kurumlarda atılmıştır diyebiliriz. Aslında bütün Kur'an ilimleri,Kur'an-ın anlaşılması açısından değerlendirildiğinde bu ilimlerin ilk başta içiçe geçmiş bir halde bulundukları bir hakikattır.Çünkü hepsi aynı gayeye yönelmişlerdir.Kur'an ilimlerine yönelik tedvin ilminin hicri 2.asırda başladığını dikkate aldığımızda ana merkezde Kur'anın olduğu görüşünün alimler nezdinde ittifakla kabul edildiğini ve buna bağlı olarak Kur'an ilimlerinin ilk tedvin edileninin tefsir ilmi olması pek tabii bir olgu olarak olarak görülüyor.Dolayısıyla tefsir ilmi daha özel bir alanda ve daha özel bir gaye ile Kur'an-ı Kerim'e yönelir.Kur'an ilimleri ise daha genel bir alanda ve daha genel bir gaye ile Kur'an-ı Kerim'i anlamak isteyen ihtisas sahibi ile okuyucuya fikri zemin ve altyapı hazırlar.İslam ilimleri, İslam'ın tabiatından çıkan,Kur'an ve Sünnetten kaynaklanan ilimlerdir.İslam ilimleri tabiriyle Müslümanların varolşlarının gereği olarak ,konusu,amacı ve yöntemi doğrudan İslam'ı anlamaya ve yaşamaya yönelik bizzat Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ,ilmi faaliyetlerin veya oluşturulan ilmi disiplinlerin tamamını kastediyoruz.İçerik olarak tefsir,tefsir tarihi,hadis,hadis usülü,fıkıh,fıkıh usülü kapsayan bu ilimlere ''beyan'' tabiride ıtlak edilir.Müslüman öznenin ortaya koyduğu dini bilgiler,mutlak olmayıp özneldir ve dinin kendisiyle özdeşleştirilemez.Dolayısıyla ''İslami'',''dini'veya ''şer'i'' nitelemesi,İslamla veya dinle olduğu anlamında bir nitelemedir.Şer'i ilimlerin kapsamı ise Hz.Peygamber'den öğrenilenlerle sınırlandırılmayıp,Hz.Peygamber'den öğrenilen veya ondan öğrenilene dayalı olarak elde edilen ilimleri kapsayacak şekilde geniş tutulmuştur.Bu suretle kelam,mantık da bu ilimler kategorisine dahil edilmiştir.Bu arada yardımcı İslam İlimleri veya dolaylı dini bilimler adını verdiğimiz dini metinleri anlaşılmasına yardımcı olan alanlarda gelişmiştir. Hicri 2.asrın ortalarından önce yaklaşık olarak hicri 143 yılına kadar devam eden zaman diliminde İslam ilimleri tek bir çatı altında toplanıyordu. Bu tarihten sonra ilimler tasnif edilmeye başlandı.Her ilim için kendi içinde litaratürü ve tarihi oluştu diyebiliriz.Esasen ilk dönemde ilmin kapsamına Kur'an ve hadis hakkındaki bilgilerle fıkıhla ilgili dini bilginin girdiği anlaşılmaktadır.Fakat sonraları, Hadis ehlince,ilim kavramıyla daha çok hadis kastedilmeye başlandı.Fıkıh,kelam ve tefsir terimleri,daha sonraki dönemlerde,bağımsız bir bilim dalı anlamında teknik anlamlarını kazandılar.İslami ilimlerin doğuşunu etkileyen iç ve dış etkenleri dikkate aldığımızda meydana gelen toplumsal değişme ve gelişme din alanındaki kurumlaşmanın farklılaşmasını ve siyasi-dini hareketlerin ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir.Hem siyasi ve itikadi mezhepler hem de fıkhi mezhepler bu sürecin doğal sonuçları olarak ortaya çıktılar.İslam ilimleri bu düşünce ekollerinin etkili olduğu havzalarda ve kültür merkezlerinde ortaya çıktı ve gelişti diyebiliriz.Neticede kur’an merkezli bu ilmler her biri diğerini tamaladı ve bugün de bu ilimlerden faydalanmanın üst seviyede olması gerektiği insanlığın sorunlarına kur’an ana merkezde olmak üzere İslam ilimleri ışığında çareler aranması gerektiği aşikardır.


0 Yorum - Yorum Yaz


Bilginin Bütünlüğü:

Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf.

Bilgi bütünlüğü: Bir bilgiyi yorumlarken lazım olan bilgi şümulü.

Bilimsel çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması "bilgi bütünlüğü"ne bağlıdır. Bu bütüncül açı kişiyi hataya düşmekten korur.

Alim olmak bir ilim sahasında ihtisaslaşırken o saha ile irtibatlı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Örneğin tefsir ilmi ile iştigal eden bir kimsenin gramer, tarih, belagat, hadis, senet vb. ilimleri bilmesi gerekir.

Bilim tarihine genel hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin olmadığını müşahade ederiz. Bu bilginler günümüzdekinin aksine, birçok alanda söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.

Günümüz tasnifinde yer alan ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen ayrı ve bağımsız bir özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve fıkıh adeta iç içe gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis kitaplarımızdaki "tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.

Fakat zamanla bu birliktelik ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya başlamıştır.

Gerek tefsir, gerek hadis, gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri aynı şahıslar olduğu dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde söhret bulmuşlardır. 

İslam dininde bilimler her ne kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gigi farklı alanlara ve branşlara ayrılsa da öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen bütün ilimler kur'an'ı merkeze alarak, onun çerçevesinde, ona göre gelişmişleridr. Kur'an ilahi kökenli olması hasebiyle mü'minler için kesin bilgi ifade eder.

Günümüzde dini ilimlerin her birinde mutahassıs olmak oldukça zordur. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kollektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. 

Kaynaklar:

Müslüman kültüründe bilgi bütünlüğü: Aydın kudat

 İslam bilimlerinde yöntem, ünite 3

Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir tarihi 


0 Yorum - Yorum Yaz


Mustafa Yılmaz
No: 13912745
Yüksek lisans

Bilginin Bütünlüğü:

Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf.

Bilgi bütünlüğü: Bir bilgiyi yorumlarken lazım olan bilgi şümulü.

Bilimsel çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması "bilgi bütünlüğü"ne bağlıdır. Bu bütüncül açı kişiyi hataya düşmekten korur.

Alim olmak bir ilim sahasında ihtisaslaşırken o saha ile irtibatlı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Örneğin tefsir ilmi ile iştigal eden bir kimsenin gramer, tarih, belagat, hadis, senet vb. ilimleri bilmesi gerekir.

Bilim tarihine genel hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin olmadığını müşahade ederiz. Bu bilginler günümüzdekinin aksine, birçok alanda söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.

Günümüz tasnifinde yer alan ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen ayrı ve bağımsız bir özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve fıkıh adeta iç içe gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis kitaplarımızdaki "tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.

Fakat zamanla bu birliktelik ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya başlamıştır.

Gerek tefsir, gerek hadis, gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri aynı şahıslar olduğu dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde söhret bulmuşlardır. 

İslam dininde bilimler her ne kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gigi farklı alanlara ve branşlara ayrılsa da öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen bütün ilimler kur'an'ı merkeze alarak, onun çerçevesinde, ona göre gelişmişleridr. Kur'an ilahi kökenli olması hasebiyle mü'minler için kesin bilgi ifade eder.

Günümüzde dini ilimlerin her birinde mutahassıs olmak oldukça zordur. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kollektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. 

Kaynaklar:

http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm

İslam bilimlerinde yöntem, ünite 3

Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir tarihi  


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    02.03.2014

Rukiye Öztürk - Yüksek Lisans - 12912778                 

Kur’an’ın Anlaşılması ve Bilginin Bütünlüğü

          Tebliğin isminden de bir nebze anlaşıldığına göre Kur’an’ın anlaşılması, yorumlanması ve ondan yararlanılması konusundaki yöntem arayışlarında bütünüyle dikkatlerden kaçmayan; ancak olması gerektiği kadar da değer bulamayan bir sorun vardır. Sorun Kur’an’ın kimliği sorunudur.

            “ Kur’an’ı anlamak ” en geniş anlamıyla bazı ön bilgileri edinmenin adından Kur’an metnini ele alıp anlama gayretidir. Yani Kur’an’ın yorumlanması faaliyetidir. Amatör çabalar bir yana bu iş ancak uzmanların alanıdır. Kur’an’ın bu alemdeki yerine, yapısına, muhataplarına iletmek, açıklamak istediklerine ise sadece bilgideki gerçeklik, tutarlık bizi ulaştırabilir. Peki ama nasıl?

            Bilginin tanımını yaparken varacağımız sonuç ilerlediğimiz yol ile paralel olacaktır. Bilgi için; öğrenme, araştırma ya da gözlem yoluyla elde edilen gerçek ya da genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler, malumat ya da insan zekâsının kapsayabileceği olgu, gerçek ve ilkelerin tümüne verilen ad ya da bilim, insan anlağının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünsel ürün şeklinde tanımlar yapmak mümkündür.

            Kur’an-ı Kerim’i anlamada ve açıklamada ise tefsir ilmi devreye girer. Nüzul döneminde ashap büyük ölçüde Kur’an ayetlerini anlıyordu ve tefsire ihtiyaçları yok denecek kadar azdı. Yirmi üç sene kadar devam eden bu süreçte en önemli gündem maddesi olan Kur’an onları ilgilendiren hemen her konuda hayatla iç içeydi ve anlaşılmaması içinde bir sebep yoktu.

            İsmail Cerrahoğlu bu konuda şunlar ifade etmiştir:

            “ Arap dili yazı ile pek işlenmediğinden cümleler kısa ve manalarda çok genişti. Kur’an-ı Kerim’de de bu ifade şekli mevcuttu. Bu gibi ifadelerde hatibin rolü çok mühimdir. Hz. Peygamber konuşması esnasında hareket ve mimikleriyle müşkül ve kapalı olan noktaları açıklamış olurdu. Zira aynı ibareyi bir hatip, diğeri hatip olmayan iki kişi söylese muhatap hatip olanınkini izaha lüzum görmeden anlar, diğerininkini ise anlayamaz. ”

            Peygamberimiz bizzat yaşadığı hayatta fazla yorum yapmaması, yapsa bile bu yorumların ve açıklamaların az olması, vahyin canlı bir söz olmasına bağlanabilir. Zaten vahyin inzal sürecinde büyük ölçüde cevap verilmekteydi: “ Peygamberleri apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman ve onlarında bunu üzerine düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik. ” ( Nahl Suresi: 44 )

            Fakat günümüzde durum değişmiştir. Hz. Peygamber artık hayatta değildir ve Kur’an’ı Kerim’in anlaşılması da zorlaşmıştır. Bu nedenle de elde olan bilgilerin tasnifi ve nasıl kullanıldığı büyük önem kazanmıştır. Evet, maksat aynıdır doğru bilgiyi olması gerektiği gibi anlamak ve algılamak ancak gidilen yol ve yöntemlerin farklılığı beraberinde ihtilafı ve hatta hataları getirebilir.       

            Günümüzde de geçmişte de niyet hep aynıdır: Kur’an-ı Kerim’i hayata kılavuz edebilmektir. Kamil insan, olunması gereken insan modelini ortaya koyma çalışmaları esnasında her bir ilim insana, onun aklına, duygularına başka pencereden bakar. Bu bakış açılarının hiçbirisi bir diğerinden daha önemsiz değildir. Hepsi birlikte değerlendirilmelidir. Ancak bu değerlendirmeler asla birbirinden kopuk olmamalıdır.

            Çünkü dini ilimlerin tümü hayatın farklı alanlarında ilerlemekle birlikte aynı kökten gelirler ve aynı sonuca bağlanırlar. Örneğin tefsir ilmi ile hadis tarihinin ve fıkıh tarihinin bağı tartışılmazdır. Diyelim ki siyer kitaplarında nakledilen bir olay var. Bu olayın senedinin incelenmesi gerekir. Burada tarihten yaralanılır. Psikolojik ve sosyolojik açıdan yapılan incelemeler güçlendirir. Aksi halde tek yönlü yapılan değerlendirmeler eksik kalacaktır. Diğer ilimlerle yapılan ortak çalışma sonucu meydana getirilenler ise daha tutarlı ve daha kabul edilebilir olacaktır.

 

 Kaynaklar:

 

Gezer, Süleyman: Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre Kur’an, Ankara, 2008

Albayrak, Halis: Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, İstanbul, 2011

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Fatih ÖRNEK

12912741

Yüksek Lisans

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE

Bilgi nedir, sorusunun cevabını, sözlük; “insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat” şeklinde tanımlıyor.[1] Kısaca bilinen şey demek. Fakat burada bilginin, insan aklıyla sınırlandırılması durumu var. İnsan aklının erebileceği olgudan kasıt, aklın ermediği olguların bilgi olmadığı yönünde olsa gerektir. Yani vahyin bilgiden sayılmaması, ya da iyimser bir ifadeyle vahyin bu kapsamda değerlendirilmemesi durumu var.

Oysa Kur’an-ı Kerim’de bilginin (ilm) en sık kullanıldığı anlam, Allah tarafından gönderilen vahiydir. Vahiyle gelen bilgi, ilahî kaynaklı olduğu için mutlak ve objektif geçerliliği vardır, aynı zamanda da delil niteliğindedir. “Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.”[2] ve “Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.”[3] mealindeki ayetler, vahyin delil niteliğinde olduğunu vurgulamaktadır.[4]

İslâm öğretisinde, bir Müslüman için kaynak olarak ilk sırada Kur’an gelirken, Hz. Muhammed’in (sav) emir ve yasakları, tavsiye ve uyarıları, haber ve öğretileri ise ikinci sırayı almaktadır ki, buna genel itibariyle, Resulullah’ın davranışları ve yaşayışını da içine alacak şekilde sünnet denmektedir.  Sünnetin ikinci sırada gelmesi gerektiğini ise, birincil kaynak olan Kur’an bizzat söylemektedir. Hatta öyle ki; “Aralarında hüküm vermek için Allah'a (Kur'an'a) ve Resülüne davet edildiklerinde, mü'minlerin söyleyeceği söz ancak, "işittik ve iman ettik" demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[5] ve “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resülüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[6] ayetlerinde görüldüğü gibi, Allah ve Resulü beraber anılmış, ikisine birden itaat emredilmiştir. Dolayısıyla diyebiliriz ki, aslında Kur’an’ın sıralamadaki üstünlüğü kelâmullah olması hasebiyledir. Hüküm olma ve o hükme uyma yükümlülüğü açısından aralarında bir fark yoktur.

Peki bu bize neyi göstermektedir? İslam dininin, Kur’an ve sünnetle beraber bir bütün olduğunu. Kur’an Hz. Peygamber’den, Hz. Peygamber de Kur’an’dan ayrı düşünülemez. “Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.”[7] Eğer peygambere gerek olmasaydı, elbette Allah’ın, Kur’an’ı kitap olarak kullarına indirmeye gücü yeterdi. Eğer kitaba gerek olmasaydı, peygamber tek başına insanları Hakk’a davet ederdi. Fakat İslam’ın din olarak kemâle ermesi böyle olmamış, Kur’an Resulullah’a (sav) peyderpey indirilmiş, onda hükümler beyan edilmiş,  Peygmaber Efendimiz de bu dini insanlara gerektiği gibi tebliğ ve talim etmiştir.

İşte bu noktada, bilginin bütünlüğü olgusu devreye girmektedir. İslam’a tam anlamıyla vâkıf olmak isteyen bir kişi, hem Kur’an’a yönelmeli, hem de Hz. Muhammed’i (sav) anlamalıdır. Kur’an’da çerçeveleri bildirilen hükümler, uygulama sahasına Hz. Peygamber tarafından geçirilmiştir. Kur’an’da emredilen namazın nasıl kılınacağını, ashabına o göstermiştir. Sahabenin anlamadığı ayetleri, gene o tefsir etmiştir. Zaten Kur’an’ı bizzat yaşayarak o, hâl diliyle de etrafındakilere örnek olmuştur. Kısacası, İslamî öğretideki bir bilgi, hem Kur’an hem de sünnet beraber ele alınırsa ancak doğru şekilde anlaşılabilir.

İslami ilimler dışında, genel olarak bilgiyi ele aldığımızda ise, olgulara gene bir bütünlük çerçevesinde bakmamız gerekmektedir. İnsanlığın edindiği tecrübe, bize bunu göstermektedir. Müspet ilimlerden müstağni olduğunu düşünen ve hep mesafeli yaklaşan kilise, senelerce dünyanın düz olduğunu düşünmüştür. Tam tersi, kendisini inançtan soyutlamaya çalışan bilim ise, maddenin yaratıcı gücü olduğuna ve her şeyin bir tesadüf eseri meydana geldiğine inanmak zorunda kalmış, bu yüzden de ilerleyeceğine daha çok açmaza saplanmıştır. Çağımızda gelinen noktada, artık biliniyor ki, din ve bilim birbiriyle çatışmaz, bilakis destekler. Bu da bilginin bütün olduğunun bir başka göstergesidir.

Evren yapbozunun her bir parçası, bize kendi başına bir şey ifade etse de, resmin bütününü görmek için parçaları birleştirip, öyle bakmak gerekmektedir.



[1] “Bilgi” maddesi. www.tdk.gov.tr

[2] Bakara Suresi, 2:120

[3] Nisa Suresi, 4:174

[4] Taylan, Necip. “Bilgi” maddesi. TDV İslam Ansiklopedisi. http://www.tdvislamansiklopedisi.org/

[5] Nur Suresi, 24:51

[6] Ahzab Suresi, 33:36

[7] Bakara Suresi, 2:151


0 Yorum - Yorum Yaz


            2013-2014 YÜKSEK LİSAN ÖDEVİ

            HADİS ESERLERİNDE TEFSİR RİVAYETLERİ II

            ‘’BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ’’ADLI GÜZ DÖNEMİ ÖDEVİ HÜLASASI

            ADI SOYADI:  ZEYNEP ARSLAN

            ÖĞRENCİ NO: 13912774

 

 

               Bilgi , bilen ile bilinen arasındaki bağ veya bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucudur.Istılahı anlamı ise;’’ Doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevası’’dır.(1)

             Kur’an’a göre bilgi bir üstünlük ölçütüdür.Bilgiye dayanmayan,bilimsel bir temeli bulunmayan hiçbir açıklamanın ,yorumun ya da söylemin değerinden ve gerçekliğinden söz edilemez.

          Bilginin bütünlüğü ise bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken gerekli olan bilgi şümulüdür.

             Kur’an bilgiye  değer atfeder ve bütün olguları, dünyanın nihai kaynağını gösteren işaretler olarak takdim eder.Dağ,taş canlıların yaratılışı ve bunlardaki güzelliklere dikkat çeken Kur’an bu görüngüler dünyasının arkasında  reel olan  görünenin arkasında ki görünmeyen saklı anlamı keşfetmeye çağırır..Kur’an epistemolojisinde görünenle görünmeyen ,fiziksel olanla metafizik olan birbiriyle kucaklaşır.(2)Kur’an’ın bilgiye bu bütüncül yaklaşımı,yaşamın gerçekliklerini ve bilgiyi bir bütün olarak anlamlandırmayı gerektirir.

          Bütüncül bilgiye ulaşmak bilgiyi tam ve doğru anlamamızı sağlayarak doğru değerlendirmeler yapmamızı sağlar. Kur’an’ın doğru olarak anlaşılıp yorumlanması da ancak bütüncül bir bilgi anlayışı yaklaşımıyla gerçekleşir.Kur’an’ı parçalara indirgeyip anlama yerine Kur’an ,ayetleri ve sureleri arasındaki bütünlük , siyak sibak,sebebi nüzul vb.bağlamlarla düşünerek anlamaya çalışılmalıdır.Çünkü bir ayette kapalı olan bir ifade başka bir ayette açık,çok genel ifade edilmiş bir husus başka yerde ayrıntılı açıklanmış  ya da  Peygamber Efendimizin açıklamalarıyla anlaşıldığı görülmüştür.Örneğin;’’İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar,işte onlar için güven vardır.Doğru yolda olanlar da onlardır’’(3)ayeti indiğinde sahabeler hangimiz nefsine zulmetmiyor ki diyerek endişelerini dile getirmişler,Peygamber Efendimiz de yine başka bir ayetten delil getirerek buradaki zulmün şirk anlamına geldiğini onlara açıklamıştır.

             Kur’an’ın doğru anlaşılması için  fıkıh , tefsir ,kelam ,hadis ,İslam tarihi  gibi ilimlerin de bütüncül olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Her biri  kendi   bilgi edinme usullerini ve süreçlerini geliştirse de temel noktalarda bütünlük sağlamışlardır. Bu ilim dalları her ne kadar farklı alanlarda ve farklı amaçlarda görünseler de aynı temele,  Kur’an ‘a dayanmaktadırlar. Kendi alanlarında yaptıkları çalışmalarla  hem kendilerine hem de diğer ilimlere katkı sağlayarak bütün bir bilgiyi oluştururlar. Bu sebeple bu ilimleri birbirlerinden bağımsız düşünmek imkansızdır.

            Kur’an ancak bu bütünlük çerçevesinde değerlendirilirse doğru anlaşılır ve yorumlanır.

 

 

(1) TAYLAN Necip, "Bilgi", T.D.V.t.A, 1992, C.VI, s. 157

(2) ARICA Ş.Mehmet,Tarihi Gelişim İçinde Bilgi ve Kaynakları,Fırat Üniversitesi İlahiyat Dergisi sayı 3,Elazığ 1998 )

(3)En’am 6/82

 

              


0 Yorum - Yorum Yaz


 

 
 
Fatma Dmirci
Yüksek Lisans
Özel Öğrenci
 
 
 

 

                                    BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

               Bilgi sözlük manası arapça (ع-ل-م) kökünden türetilmiş öğrenme, araştırma, üzerinde çalışılan içerik ve perspektife göre pek çok çeşitte anlamlar içeren bir kavramdır. Bilinçli varlık olan insanın kendini ve dışındakileri anlama bilme yeteneğine bilgi denir. Veya öğrenme, araştırma veya gözlem sonucu elde edilen gerçek ilkelerin bütününe verilen isimdir. Veya doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevalarının tümüdür.         

 İslami terminolojide genel olarak el-İlm veya el-ma’rife lafzıyla ifade edilen bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır.

İslâm âlimlerinin çoğuna göre ilim: “Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve “mâlum olanın, olduğu hal üzere bilinmesidir.”

En genel manada Bilgi : şuurun bir nesneye yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet bütünlük arz ederse bizleri doğru, geçerli ve evrensel olana ulaştırır.  “Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezekkür etsinler diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin düşünce’ gayretine davet ederken sonuç olarak bütüncül bir bilgiye ulaşmamız gerektiğini işaretlemektedir.

İslamî ilimlerinden hangisini ele alırsak alalım bu noktada bir  bütünlüğün göze çarptığı görülmektedir. Bütünlüğün olduğu her yerde de bu gaye, şuur ve bilincin hep melhuz olduğu görülmektedir. İslamî ilimlerde bilgi bütünlüğünü sağlayan işte bu mülahazadır. Elbette bu mülahaza var ve diri durdukça o ilim alanıyla ilgili çalışma yapılırken alanın temelini teşkil eden usul ve temel ilkeler daima göz önünde tutulacaktır. Aslında Müslüman kültüründe “hata yapmama” düşüncesi ki, gaye-i illiye yani amaç ve hedef-sonuç konumunda olmasına rağmen kişiye, işe giriş yapmadan önce de bir bütüncül bakışı kazandırır. Bu bütünlük vasfı özellikle din ilimleri adına daha önemi haiz olduğu görülmektedir.

Kur’an-ı Kerim’ e bilginin değeri açısından bakıldığında bilgide kesinlik mefhumunun öne çıktığı görülür. İlme’lyakin ayne’l yakin hakka’l yakin terimlerinin geçtiği ayetler bu bakımdan dikkat çekicidir. Bilgi bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken ve yorumlarken lazım olan bilginin bütünüdür. Bu dini konuda olunca iş daha da önemlidir. Dini bir bütün olarak anlayıp yaşamak için, dini metinlerin kapsamlı ve doğru anlaşılması Fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, Arap Dili ve Belagati gibi ilimlerin de bütüncül anlaşılıp değerlendirilmesi gerekir. Bilgi bütünlüğü yanlış anlamalardan ve yanlış değerlendirmelerden uzak olmamızı sağlar. Kur’an’ı Kerim’in doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün halinde ele alınması gerekir. Dini bir bütün olarak  ele almak elzemdir. Özellikle bir konuyu bir ayet ve bir hadisten yola çıkarak anlamaya veya anlatmaya çalışmak çok yanlış olur.


 

0 Yorum - Yorum Yaz


                                 2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

                                                               BAHAR DÖNEMİ

                             AYŞE SARI

                                    YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

                                         ÖĞRENCİ NO:13912776

 

                                        BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

    Bilgi sözlük manası itibariyle ‘öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat demektir.

    Bütünlük ise; parçaları birbirine eksiksiz bağlı olan birliği dile getirir. Alman düşünürü Kant da bütünlüğü düşüncenin ana kavramlarından saymış ve teklikle çokluğun birleşimi olarak tanımlamıştır. Bir misalle açıklamak gerekirse; evren, parçaları çeşitli biçimlerle birbirine bağlı bir bütündür. Örneğin bir elma, elma ağacının değil, bütün bir doğanın ürünüdür.

    Bilgi bütünlüğü de; bir konuyu anlamlandırırken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca “bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur” seklinde tarif edilebilir.

 

    Bilgi temelde insanın varlık ontolojisiyle ilgilidir. İnsan yapısı gereği, duygu, düşünce, olgu, olay kısacası farkında olduğu her şeyi anlamak, zihnine takılan sorulara cevap bulmak, kendini gerçekleştirmek ister. İşte insanın varlığını sürdürmesi, kendine ait uygarlığını oluşturması bilgi sayesinde olur. Kendi varlığının farkına varan insan, doğal olarak etrafında olanlarında farkındadır. Dış dünyadaki varlıkların zihnimizde bıraktığı izler bilgiyi oluşturur.

 

    Bütüncül ve kapsamlı bilgi yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. O konuyla ilgili bir ayet yahut bir hadisten yola çıkarak o konu hakkında hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin konularını anlamaya ve anlatmaya çalışmalıyız.

 

     Müslümanlar için bilgi kaynaklarının başında gelen vahyi (Kuran-ı Kerim), doğru bir şekilde anlamak ve aktarmak da bilgi bütünlüğünü gerektirir. İlk dönem alimlerimiz bunun farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh, sarf, nahiv, ulumu’l kuran ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi, eski alimlerimizin bütüncül bilgiye önem verdiklerini bize göstermektedir. Buna göre Kuran’ın  doğru anlaşılması fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, arap dili ve belagati gibi ilimlerin  bilinmesini gerekli kılmaktadır.

     Kur’an’ı  doğru bir şekilde anlamak isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür. Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını  ifade eden bu bilgiler âyetlerin  hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu anlatır. Bu da  âyetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki âyetleri bu doku içinde görmek, onları  anlamamızı kolaylaştırır. ‘Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir’[3] ayetinin nüzül sebebini bilmeden okuduğumuzda ve bu hükmü uyguladığınızda İslam bir terör dini olarak ortaya çıkar.

 

    Kur’an, bilgi kaynağı olarak, vahiy  başta olmak üzere, doğru haberi, duyuları ve akıl yürütmeyi göstermektedir. Hayatın gayesi, Allah’ı bilmek, inanmak ve O’na ibadet (kulluk) yapmaktır. O’nu tanımak ve bilmek, bilgilerin en üstünü ve yücesidir. İnsan, ancak bilgi vasıtalarıyla Allah’a giden yolu bulabildiği gibi, kendisini ve çevresini de bu araçlarla tanır ve bilir.

 

   Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir.

                                                                                      

 


0 Yorum - Yorum Yaz


                  BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

               2013 / 2014 BAHAR YARIYILI ÖDEVİ
                    ÖMER FARUK SERDAROĞLU
                 YÜKSEK LİSANS ÖZEL ÖĞRENCİ


Bilgi sözlük manası arapça (i-l-m) kökünden türemiş; öğrenme, araştırma gibi anlamlara gelen bir kavramdır. Akıllı varlık olan insanın kendini ve dışındakileri anlama bilme yeteneğine bilgi denir. Veya öğrenme, araştırma veya gözlem sonucu elde edilen gerçek ilkelerin bütününe verilen isimdir. Doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevalarının tamamıdır. İslami kültürde genel olarak el-İlm veya el-ma’rife lafzıyla ifade edilen bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki veyahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır.

Bilgi, insan şuurunun bir nesneye yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet bütünlük arz ederse insanı doğru, geçerli ve evrensel olana ulaştırır. “Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezekkür etsinler diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin düşünce’ gayretine davet ederken genel bir bilgiye ulaşmamız gerektiğini işaretlemektedir. İnsanların önce bunu anlaması gerekir. Bu çabanın peşinde olmayan müslümanların, dine zararları düşmanlarından daha fazla olmaktadır. “Görenle görmeyen bir midir?” (En’am:50)

Yine bilgi, sosyal olaylarda karşımıza çıkan eylem ve olayları anlamamıza yardım eden işaret ve kodlamalardır. İnsanların ve organizasyonların etkin bir biçimde eylem gerçekleştirmeleri için sahip olmaları gereken kapasitedir. Deney, tecrübe, yorum ya da fikrin bir araya gelmesi ile oluşan enformasyondur. Sosyal olaylarda, karar ve eylemler için uygulanmaya hazır yüksek değerde bir enformasyon şeklidir. Bilgi kişisel anlamda düzenlenmiş enformasyondur ve genelde deney ve tecrübelerin bileşiminden oluşur. Sosyal olayların nedenlerini doğru bir şekilde kavramamıza ve en doğru ya da en güzeli seçmemize yardımcı olan anlama, kavrama ve akıl yürütme aşamalarında isabetli karar almamız bilginin, sistematik bir biçimde işlenmesi, Gözlem ve tecrübelerle yeniden şekillendirilmesi halinde mümkün olabilir.  Bilgi kolayca biriktirilip saklanamaz.

Genel ve kapsamlı bilgi yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Dini konularda bu daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. O konuyla ilgili bir ayet yahut bir hadisten yola çıkarak o konu hakkında hükümler çıkarmak doğru değildir. Bu yüzden parçacı değil, bütüncül yaklaşıla dinin konularını anlamaya ve
anlatmaya çalışmalıyız.

Allah (c.c) mutlak bilendir. Allah'ın insana bildirdikleri sayesinde insan, kâinata hükmedebilmektedir.
İslam bilimleri ; Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh ve Fıkıh Usulü vb.. Bu bilimler, din olarak doğrudan İslama ait inanç, ibadet,  ahlak, haram-helal konularını incelemektedir. Hz. Peygamber’ (s.a.v) in hayatı (Siyer-i Nebi) ve sonrası islam tarihi, günümüze kadar ortaya çıkan düşünce ekollerini inceleyen Mezhepler Tarihi, islam bilginlerinin hayatını ele alan Ricaller Tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında kullanılan Arap Dili ve Belağatı islam bilimleri çerçevesine dahil edilmektedir.
Bilindiği üzere İslamî İlimlerin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an da yer alan iman, itikat,ibadet,ahlak,muamelat (hukuk) gibi konulara ilişkin ayetlerin yorumlanıp sistemli hale getirilmesi dini disiplinler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kur’an’da yer alan ahlak ve itikat konularının yorumlanması ve değişik zamanlarda yaşama taşınması işlemi kelam disiplini tarafından; genel anlamıyla hukuk ve ibadet konuları ve bu alanlara ilişkin ayetlerin sistemli bir şekilde yorumlanması fıkıh disiplini tarafından; tefsir de dâhil olmak üzere bütün disiplinlerin izleyeceği yöntem, Kur’an ibarelerinin anlamlarını ve değerlerini belirleme, ortaya koyma ve bunları hayata yansıtmanın önemi ise fıkıh usulü tarafından geliştirilmiştir. İlimler her ne kadar  tasnif edilseler de aralarındaki ilişki hiçbir zaman kesintiye uğramaz. Çünkü yapısı gereği fıkıh, tefsir ve hadisten ayrılamaz.

Sonuç olarak Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimlerinin gelişimi ile ilgili yaptığımız bu değerlendirmelerden İslam ilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya koyduklarını görmekteyiz. Kur’an, İslam ilimlerinin en başta gelen kaynağıdır. Kur’an’ın doğru anlamlarına ulaşmak için tefsir disiplini geliştirilmiştir. Tefsir de bu anlamları Peygamber ve onun Ashabından öğrenmek amacıyla hadise ve onların konuştuğu Arapçaya başvurmak zorundadır. Böylece Tefsir, Hadislerle birlikte İslam’ın en başta gelen kaynağını açıklamış olmaktadır. Fıkıh ise bu açıklamalarla, Kur’an’ı diğer kaynaklarla birlikte bir kaynak olarak ele almakta ve yeni durumlar için bu kaynaklardaki bilgilere uygun hükümler üretmektedir.

Şurası bilinmelidir ki, İslâm âlimlerinin bütün bu ilim dallarında ortaya koyduğu birikim, tesadüfen oluşmuş ya da tarihin belli bir döneminden sonra kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Bu ilim dallarının her biri, temel metot ve hareket tarzlarını Hz. Peygamber (sav)’in, ashabına yönelik yönlendirme ve uygulamaları oluşturmuştur. Dolayısıyla bu ilim dallarının her biri, Kur’an’ın doğru anlaşılmasını ve yaşanmasını temin eden alternatifsiz vasıtalardır. Onlar olmadan Kur’an’ın, murad-ı ilahîye uygun biçimde anlaşılması da yaşanması da mümkün değildir. Şu halde Kur’an’ı anlama ve yorumlama sürecinde, bu ilimlerden herhangi birini dışarda tutmak mümkün olmadığı gibi, bu ilimlerden herhangi biriyle iştigal eden birisinin, ne kadar derinleşirse derinleşsin ötekilerini ihmal ederek doğru sonuçlara varması düşünülemez.

Günümüzde bilgi bütünlüğünü sağlamanın en sağlıklı yolu; değişik ilim ve bilim dallarında branşlaşmış ilim adamlarının bir araya gelmeleridir, Bu da dernek, vakıf vb kuruluşlar adı altında kolektif çalışmak suretiyle mümkün olabilir. Hiç şüphesiz iletişim araçlarını ve onlardan gereği gibi istifade etmeği de unutmamalıdır. Çünkü bunlar sayesinde daha çok insanla iletişime geçilir, daha çok meseleye çözümler üretilir. İlimlerin ve bilgi alma yöntemlerinin bir bütün olduğu unutulmamalıdır.


0 Yorum - Yorum Yaz


                         2013-2014 YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ

                                              ADEM ORHAN

                               YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

                                   ÖĞRENCİ NO:13912738

                                   BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

           Bilgi araştırma, gözlem ve öğrenme yoluyla elde edilen gerçeklik demektir.

           Bilgi bütünlüğü kavramı ile ne kastedildiğini ele almadan önce " bütün-bütünlük " kavramı üzerinde durmak yararlı olacaktır.

           " Bütün" kelimesi Türkçe'de tam,eksiksiz,parçalanmamış,parçalandığında hüviyeti değişen,bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade etmektedir. "Bütünlük " ise bütün olma hali anlamındadır.

             Bilginin bütünlüğü;bilginin saklanması veya açık/kapalı iletişim ağlarından iletimi sırasında içerik açısından her hangi bir değişime uğratılmamış olması, özgün halinde korunması demektir.

            Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek, tam ve eksiksiz kavrayabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek bütün fertleri ile ele almak gerekir. Böyle bir davranış yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Örneğin insanın ne olduğunu kavrayabilmek için onun tabiatla, diğer yaratılmışlarla ve onu yaratan ile ilişkisini bilmek gerekir. Onu sadece canlı bir varlık olduğunu bilmek tam bir bilgi değildir.

            Aynı şekilde Kuranı Kerim ve sünnetin doğru anlaşılması ve doğru aktarılması için bir bütün halinde ele alınmaları gerekir. Çünkü bir yerde kapalı olan ifade başka bir yerdeık, muhtasar olarak verilen fikir, diğer tarafta tafsilatlı, bir yerde mutlak olan başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilir. Örneğin; Enbiya Süresi'nin 74.ayetindeki ( Lut'a da hüküm ve ilim verdik. Onu çirkin işler yapan kasabadan kurtardık ) الخبائث kelimesi, kötü, bayağı işler anlamına gelmektedir. Kötülüklerin neler olduğu konusunda bu ayetten kesin bir bilgi edinememekteyiz. Çünkü kelime genel anlamlı olup, kapsadığı şeyler, son derece çeşitlidir. Ama Kur'an, bu kötü fiillerin neler olduğu hususuna diğer surelerdeki pasajlarda açıklık getirmekte ve bunların kadınları bırakıp erkeklerle temasta bulunma, yol kesme, peygamberi yalanlama ve onu yurdundan çıkarma tehdidinde bulunma gibi fena işler olduğunu bize bildirmektedir.

             Sünnetin anlaşılmasında da durum bundan farklı değildir. Sünneti bir bütün olarak ele almayanlar birbiriyle çelişkili görünen bazı hadisleri gördüklerinde hemen inkara kalkışırlar. Buna en güzel örnek bazı insanların, büyük küçük bütün müslümanların ezberlediği en meşhur hadisi reddetmesidir. Buda Abdullah b.Ömer ile bir çok kimsenin rivayet ettiği, " İslam beş temel üzerine kurulmuştur." hadisidir. bunların kanıtı ise şudur :" Hadis, İslam'da önemli olmasına rağmen cihadı zikrekmemiştir. Buda, onun uydurma olduğunu gösteren bir delildir." Bu kişilerin mantığı eğer doğru ise; Yüce Allah, kitabında müminlerden, takva sahiplerinden, Rahman'ın kullarından, iyi kimselerden, ihsan sahiplerinden, akıl sahiplerinden ve daha bir çok kimseden övgü ile bahsedip, onlara büyük mükafatlar vadettiği halde,onların vasıfları arasında cihadı zikretmediği için bu kimselerin bu Kur'an ayetlerini de reddetmesi gerekir. Gördüğümüz gibi bu kimseler sünnete bir bütün olarak yaklaşmadıklarından dolay bu hataya düşşlerdir. Şayet sünneti bir bütün olarak ele almış olsalardı, böyle bir hataya düşmezlerdi. Çünkü nice hadis-i şerifte cihadın farziyetinden ve faziletinden bahsedilmektedir.

              Bu anlattıklarımızdan anlaşıldığı gibi; konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım ise yanlış sonuçlara götürür.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


-Güz dönemi ödevlerinden "Bilginin Bütünlüğü" başlığını mütalaa edip 23 Şubat 2014 hedef tarihine kadar bir hülasa yazmanız beklenmektedir.

-Bilim din dili kullanılmalıdır.

-Alıntılar kaynakla ve tırnak ( " " ) içerisinde verilmelidir.

-Ad-soyad, öğrenci numarası, lisans veya lisansüstü düzeyi, sınıfı, dersin adı baş tarafta kayıt edilmelidir.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Ahmet YILMAZ - 13912772

 

Aristoteles’e göre bütün insanlar doğası gereği bilme eğilimine sahiptir. “Bilme eğilimi” yalnızca bilmeyi istemeyi değil, bu istemenin istediğini elde etmesini, yani kısaca bilmeyi de içermektedir. O zaman insan doğal olarak bilebilen, bilmeyi bilen bir varlık olmaktadır. Türkçede birçok fiil kökünün sonuna eklenen bilmek (yapabilmek, görebilmek… vb.) bilmenin insanın bir olanağı, aynı zamanda bir erki, bir gücü olduğunu çok iyi anlatıyor.[1]

Bilgi sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat, insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü[2] demektir.

Felsefi olarak ise bilgi öznenin amaçlı yönelimi sonucunda, özne ile nesne arasında kurulan ilişkinin ürünü olan şeydir. Nesnelere yönelen özne onlar üzerine düşünerek, zihinsel bir etkinlik geliştirir. Bu etkinlik sonucu kavramlara ve kavramlardan da önerme ve çıkarımlara varılır.[3]

İnsanın bilgi üretmesi dış dünyadan gözlem, deney, okuma veya dinleme yoluyla veriler toplaması ve bu verileri zihinde kodlayarak malumat sahibi olması ile başlar. Ancak dış dünyadan insana ulaşan verilerin sadece zihinde depolanması bilgi değil, malumattır. İnsanın çeşitli kanallarla topladığı malumatların bilgi olabilmesi için o insana özgü bir biçime girmesi gerekmektedir. Bundan dolayı kendisine ulaşan bu hammaddeyi işleyebildiğinde; kendince anlamlandırıp düşünce sisteminin bir parçası haline getirebildiğinde bilgi üretmiş olur. Bu şekliyle bilgi üretme, insanın duyu organları vasıtası ile kendisine ulaşan verileri kendi zihin süzgecinden geçirip kendisine özgü bir anlam yüklemesi demektir.[4]

İslam terminolojisinde genel olarak el-İlm veya el-Ma’rife lafzıyla ifade edilen bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır. İlk İslam filozofu Kindi,  bilgiyi “eşyanın hakikatleriyle kavranması" şeklinde tarif etmektedir. Farabi'ye göre ise bilgi; "varlığı ve devamlılığı insanın yapıp etmelerine bağlı olmayan varlıkların mevcudiyetiyle ilgili olarak akılda kesin hükmün hâsıl olmasıdır"[5]

Kur’an-ı Kerimde bilgi; en sık kullanılan anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan yani bizzat Allah’ın verdiği bilgidir.

Bilgi bütünlüğü ise, söz konusu bilginin özünde yer alan veriye ilişkin temsili “güvenilirlik” olarak tanımlanmaktadır.  Diğer bir ifade ile bilgi bütünlüğü, bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür.[6] Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.[7] Dolayısıyla bilgi bütünlüğünün zeminini bilginin doğruluğu ve güvenilirliği teşkil etmektedir.

İslami bilgi sisteminde, bilgi denilince akla iki tür bilgi gelir. Birincisi, “vahyin bilgisi”dir. İkincisi ise Kuran-ı Kerim mirasına konu olan bilgidir. Burada “miras” kelimesinden amaç, insanlığa indiği günden bu yana Kuran-ı Kerim’i anlamak için neş’et eden ilim mirasını ifade etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in bütünlüğü; Kur’an’ın tüm özelliklerini, Kur’an’ı tüm alt dalları ile bütünlüğe ait tüm yönlerinin birbiriyle etkileşim içinde, kendi iç dinamikleri ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistemdir. Kur’an-ı Kerim’i anlamlandırmada, Kur’an-ı oluşturan kelime, cümle, ayet ve sure bazında parçalara indirgeyip anlama yerine, Kur’an-ı cümleler ile oluşan bütünlük, tarihi bütünlük, siyak-sibak bütünlüğü, ayetler ve sureler arasındaki bütünlük, surelerin dahili bütünlüğü, teşri bütünlüğü gibi topyekûn bir anlama yapılmalıdır.

Çünkü bütüncül bilgi, yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Parçacı yaklaşım, her zaman bizi doğru ve istenilen sonuçlara götürmez. Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak bilmek gerekir. Bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir.

Kur’an; bölümleri, bölümlerinin bünyesinde ana başlıkları ve tali başlıkları olan bir kitap değildir. Hayatı bütünüyle kucaklayan, muhataplarının yollarını aydınlatan, onlara dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren bir kitabın, sadece belli konuları işlemesi beklenemezdi. Çünkü Kur’an-ı teşkil eden parçalar öylesine iç içedir ki, çoğu zaman birbirlerinden ayrılamaz. Bazı durumlarda herhangi bir ayetin bölümü, bir yandan o ayetin hedeflediği mana ile yakından ilgili iken, öte yandan başka ayetlerle irtibatlandırıldığında tali derecede tamamen farklı bir hedef gözetilebilmektedir. Kur’an tekrar tekrar okununca, en küçük birimi olan, harflere, kelimelere, yan cümlelere, cümlelerden oluşan ayetlere ve bu ayetlerin oluşturduğu daha büyük pasajlara kadar her Kur’an parçasının başlı başına görevler yüklendiği gibi, Kur’an bütünlüğü içinde, birbiriyle bağlantılı bir yapı oluşturduğu gözlenir. Kur’an’ı herhangi bir aygıta benzetirsek, sözünü ettiğimiz irili ufaklı bu parçaları, aygıtı oluşturan a,b,c,ç gibi öğeler olarak düşünebiliriz. Bu parçalar tek başlarına muayyen bir rol üstlenmekle birlikte onların aygıtının tümünün ahenkli çalışmasını sağlayan fonksiyonları vardır. Dolayısıyla Kur’an’ın parçaları, yerine göre birbirlerini tamamlayan, yerine göre birbirlerini açıklayan nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Çünkü bir yerde kapalı olan ifade, başka bir yerde açık, bir yerde kısa olarak verilen fikir, diğer tarafta tafsilatlı, bir yerde genel olan, başka bir yerde kayıtlanmış, bir yerde genel ifadeli bir husus, diğer yerde tahsis edilmiş şekliyle geçebilmektedir. Buna ilaveten, aynı kökten türeyen kelimeler, değişik ortamlarda farklı anlamlar kazandığı gibi, kök itibari ile büsbütün farklı olan kelimeler birçok yerde aynı anlamı vurgulayabilmektedir.  Zemahşeri Kur’an’ın, tek bir söz hükmünde olduğunu ifade ederken, onun, bir bütün olduğunu ve bu bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır. Hepsinden daha önemlisi, Allah Resulü, En'am suresinin 82. ayetindeki ZULÜM (ظُلْمٍ) kelimesini, Lokman Suresi’nin 13. ayetiyle açıklarken ayetleri tek başına ele almanın zaman zaman Kur’an zihniyetine uygun düşmeyen sonuçlara varacağını, dolayısıyla ifadeleri, Kur’an’ın bütünlüğüne arz etmenin gerekli olduğunu, ashabının şahsında bütün Müslümanlara öğretmiştir.[8]

Bu yüzden Kur’an tek başına doğru bilgiye ulaşmamız için yeterli değildir. Allah’ın muradını anlamak için sahih sünneti de dikkate almak durumundayız. Ayetlerin sebeb-i nüzulünü bilmeden, ashab-ı kiramdan gelen rivayetleri dikkate almadan sahih bir Kur’an telakkisi oluşturamayız. Kur’an’ı anlamaya çalışırken üzerinde hassasiyetle durulması gereken diğer bir nokta da kullandığı üslûp ve tarzdır. Kur’an, Arapçanın imkânları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, tekrar, te’kit gibi edebî tarzları kullanmaktadır. İşte bu yüzden ilk dönem âlimlerimiz bu bütüncül yaklaşımın farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh sarf nahiv ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi eski âlimlerimizin ansiklopedik ve bütüncül bilgiye önem verdiklerini bizlere göstermektedir.[9]

Bilgi bütünlüğü, çalışmalara bütüncül bir bakışla giriş yapabilmemizi ve bu bütüncül bakış ise, bilgiyi elde ederken ve işlerken bizleri hataya düşmekten korur. İslam diniyle alakalı gerek Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler, gerekse gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimler olsun, bütün ilimlerin girizgâhlarında o ilmin tanımı yapılırken “hata yapmama” veya “kişiyi hata yapmaktan koruma” şeklindeki gaye-ı illiye’ye vurgu yapıldığını görmekteyiz. Âlim olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir.

Doğal olarak Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi kolay değildir. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla giderilebilir.[10]

[10] http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm 


0 Yorum - Yorum Yaz


                                                   MEHMET VEYSİ ÖZLÜK

                                                      ÖRENCİ NO: 13952753

                                                      BİRLEŞİK DOKTORA

 

 

                                                    BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

           

                 Bilgi, sözlük manası itibariyle öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat demektir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik; onun bilgiyi elde etme arzusudur. Bu arzusunu elde etmek için kaynaklar söz konusu edildiğinde de öteden beri klasik kaynaklarımız üç başlığa vurgu yapmaktadır:

                  1. Havass-ı Selime (Duyular)

                  2. Akl-ı Selim

                  3. Haber-i Sadık (Vahiy ve mütevatir haberler)

                Bu üç kaynağın yanında keşif, ilham ve rüyanın bilgi kaynağı olup olamayacağı tartışıla gelmiştir.

 

                Bütünlük ise; parçaları birbirine eksiksiz bağlı olan birliği dile getirir. Alman düşünürü Kant da bütünlüğü düşüncenin ana kavramlarından saymış ve teklikle çokluğun birleşimi olarak tanımlamıştır. Bir misalle açıklamak gerekirse; evren, parçaları çeşitli biçimlerle birbirine bağlı bir bütündür. Örneğin bir elma, elma ağacının değil, bütün bir doğanın ürünüdür…
               Bilgi bütünlüğü de; bir konuyu anlamlandırırken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca “bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur” seklinde tarif edilebilir.

 

              Bütüncül ve kapsamlı bilgi, yanlış anlamalardan ve değerlendirmelerden uzak kalmamıza yardımcı olur. Konulara bütüncül yaklaşmak, onları doğru anlamak için son derece önemlidir. Bir konuda yeterli ve doğru bilgi sahibi olabilmek için, o konuyu bir bütün olarak ele almak gerekir. Bilginin bütünlüğü dini konularda daha da önemlidir. Sözgelimi bir konu hakkında dinin ne dediğini anlayabilmek için, o konudaki ayet ve hadisleri, onlara getirilen yorumları bir bütün olarak anlamak gerekir. Ancak bunlar, o konunun sadece “ağaç” kısmıdır. Daha yeterli ve doğru bilgi için o ayetlerin nüzul ortamına gidilmeli ve vahiy anı adeta tekrar yaşanmalıdır.

             Müslümanlar için bilgi kaynaklarının başında gelen vahyi (Kuran-ı Kerim), doğru bir şekilde anlamak ve aktarmak da bilgi bütünlüğünü gerektirir. İlk dönem alimlerimiz bunun farkında olduklarından bütün İslami ilimlerde uzmanlaşmışlardı. Mesela İmam Suyuti’nin tefsir, hadis, fıkıh, sarf, nahiv, ulumu’l kuran ve diğer dini ilimlerde nitelikli ve hacimli eserler vermesi, eski alimlerimizin bütüncül bilgiye önem verdiklerini bize göstermektedir. Buna göre Kuran’ın  doğru anlaşılması fıkıh, hadis, kelam, sarf, nahiv, belagat, islâm tarihi, mezhepler tarihi, arap dili ve belagati gibi ilimlerin  bilinmesini gerekli kılmaktadır.

               Kur’an’ı  doğru bir şekilde anlamak isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür. Ayetlerin iniş sebeplerini ve ortamını  ifade eden bu bilgiler ayetlerin  hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu anlatır. Bu da  ayetlerin arka planı hakkında ipuçları demektir ki ayetleri bu doku içinde görmek, onları  anlamamızı kolaylaştırır.

               Kur'an'ın doğru bir şekilde algılanmasında önemli olan bir diğer husus da Allah Rasulü'nün açıklamalarıdır. Mesela,”salat-ı vusta” ve “seb’ul mesani” gibi medlulleri açıklanamayan tabirlerin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beyanı olmaksızın anlaşılması zor, belki de imkansızdır. Aynı şekilde ibadetlerin nasıl yapılacağı, sosyal münasebetlerle ilgili Kur’an’ın öngördüğü düzenlemelerin nasıl gerçekleşirileceği gibi konularda da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in açıklamaları bağlayıcıdır.

              Şu halde Kur’an’ı anlama sürecinde, bu ilimlerden herhangi birini dışarıda tutmak mümkün olmadığı gibi, bu ilimlerden herhangi biriyle iştigal eden birisinin, ne kadar derinleşirse derinleşsin ötekilerini ihmal ederek doğru sonuçlara varması düşünülemez.


0 Yorum - Yorum Yaz


EMRE YILDIZ / Yüksek Lisans / Özel Öğrenci

 

Bilgi, günlük hayatımızda sıkça yer bulan kavram olmasına rağmen bilginin tanımını yapmak gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Çünkü, zamana ve değişen koşullara göre de gelişen/genişleyen bir kavramdır. Önceleri bilgi insanı şekillendiren, haber değeri taşıyan bir olgu iken günümüzde bilgi bir üretim faktörüdür ve alınıp satılma özelliğine sahiptir. Bilgi, bir bilim dalına göre bir seçim yapmamız söz konusu olduğunda gereksinim duyduğumuz şey iken, diğerine göre ise geçmişten gelen haber veya var olana dair kavramdır. Zihnin herhangi bir biçimde resmi veya gayri resmi olarak iletilen, kaydedilen, yayınlanan fikirlerin gerçek ve hayali ürünleridir

Bütünsellik sözcüğü ise bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamlarındandır.

Bilgi bütünlüğü; bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

Kur’an, Sünnet ve İcma’ gibi asli ilimler olsun veya gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun, bütün ilimlerin birbirleriyle iletişim halinde olduğunu görmekteyiz. Hadis ilmi bilgiyi, rivayetlerle günümüze taşırken; Tefsir ilmi bu bilgiyi anlamaya ve yorumlamaya çalışmış; Fıkıh ilmi ise diğer bu iki ilmin kazanımlarını kullanarak bilgiyi işlemiştir. Bu da gösteriyor ki bilginin işlenmesi veya iletilmesindeki farklılıklar aslında onun daha iyi anlaşılması için farklı filtrelerden geçirilerek süzülmesi işlemidir.

Alim olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Tabi ki, bu vasfın fikri, ahlaki, ictimai gibi birbirini tamamlayan yanları da vardır. Kişiyi, ilmi sahasında bilgiyi işlerken, pratiğe yansıtırken hataya düşmekten korur. İlim, iman ve amel bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde formülize edilebilir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir.

Farklı ilimlerin farklı usullerle işledikleri bilgi, değer anlamında da diğer başka ilimlerde kendilerine yer bulmaktadır. “Bilgi bütünlüğü” bilinciyle girişilen iş, aynı amaca matuf olur. Bazen amaç ile gaye birbirinden ayrılırlarsa yada ayrı ayrı gibi görünseler de hakikatte birleşirler. Bilginin bütünlüğünün omurgasını teşkil eden bu düzendir. Bu düzen üzere bina edilen/ edilmeye çalışılan iş bütüncül olur. Kaynak olarak tek bir nokta (Kur’an-ı Kerim) da birleşen bu ilimleri birbirlerinden bağımsız düşünmenin imkanı yoktur. Bunu tarihsel süreç içerisinde görmemiz mümkündür. İslami ilimlerin gelişme veya duraklama dönemlerine bakıldığında paralellik göstermektedir. Bu da aralarında süregelen etkileşimin en somut örneğidir.

Zira Kur’an’ın anlaşılmasında, özellikle Kur’an’ın kendini bağlı addettiği bilimler bütünlüğünü gerektirir. Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı önem arz etmektedir. Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar. Bilgi, nasıl ki tek bir kaynak ortaya çıkmışsa -yani bütün bilgilerin yaratanı yüce Allah olduğuna göre- bütün bilgilerin birleşerek tekrar onu göstermesi kadar doğal bir şey olamaz.


 

KAYNAKLAR

• Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule Yay. Kasım 2012 İstanbul

• Wikipedia.org,

• Aydın Kudat, Müslüman Kültüründe Bilgi Bütünlüğü


0 Yorum - Yorum Yaz


Mürtaza Trabzon / Yüksek Lisans Öğrencisi 2013-2014/

      Öğrenci No:13912724

Bilginin Bütünlüğü

Bilgi en genel manada şuurun bir nesneye yönelik kavrama faaliyetidir. Bu faaliyet bütünlük arz ederse bizleri doğru, geçerli ve evrensel olana ulaştırır. “Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezekkür etsinler diye indirdik.(Sad:29) ayeti ‘derin düşünce’ gayretine davet ederken sonuç olarak bütüncül bir bilgiye ulaşmamız gerektiğini işaretlemektedir. En başta inanların bunu anlaması gerekir. Bu çabanın peşinde olmayan inananların dine zararları düşmanlarından daha fazla olmaktadır. “Görenle görmeyen bir midir?” (Enam:50) Bütün’e ulaşamamış kimse kör gibidir. Mevlana şöyle bir temsil verir:

“Hintliler bir fili halka göstermek için getirip karanlık bir ahıra kapattılar. Hayvanı görmek için o karanlık yere bir hayli adam toplandı. File ellerini sürmeye başladılar. Birisi eline hortumunu geçir­di:

- Fil bir oluğa benziyor, dedi. Başka biri filin kulağını yakaladı:

- Fil, yelpaze gibi bir hayvan, dedi. Filin ayağını yakalayan ise:

- Fil bir direğe benziyor, dedi.

Bir başkası da sırtına dokunmuştu:

- Fil, taht gibi, dedi.

Herkes filin neresine dokunduysa ona göre anlatmaya başladı.”

Bunun gibi Kur’an’a muhatap olanların kimi onu yalnızca bir sevap kaynağı, kimi de fenni ilimler için bir keşif kaynağı sanmışlar ve temel gayeyi göz ardı etmişlerdir.  “…De ki :‘Bilenlerle bilmeyenler hiçbir olur mu?’…”(Zümer suresi:9)

Bizleri bütünlüğe kavuşturacak sağlam kaynaklarımız vardır. Yeter ki o asli/esas kaynaklarımıza muhatap olurken çok yönlü ve donanımlı olmamız gerektiğini bilelim. Onun hidayet ışığını taşıdığımız zaman karanlık aydınlanacak hakikat meydana çıkacaktır. Yüce Allah varlığın her yönüyle ilgilenmiştir. Yani ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak insanın eşya ve hadiselere mana verirken bütüncül bir yaklaşıma ihtiyacı vardır. İnanmış bir insanın Kur’an’ı hayatına tatbik etme çabasının en üst düzeyde başarıya ulaşması bütüncül bir anlayışa sahip olmasıyla mümkündür. Nitekim Yüce Kitabımız Bakara suresi 85. Ayet-i kerimede: “…Yoksa siz, Kitab’ın bir kısmına inanıp geri kalanını inkâr mı ediyorsunuz?” buyurarak ne amaçla olursa olsun bütünlüğü gözardı edenleri şiddetle uyarmaktadır. Buradan ve diğer ayetlerden de anlaşıldığı gibi parçacı yaklaşımlar bizi hidayete değil dalalete sürükler. Parça bütünün yerine geçmez.

Sonuç olarak;

            İslam dini var olanı bütünlük içinde kavramıştır. Müslüman bütüncül bir bilgi birikimine sahip olmalıdır.  Ama ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. İnsanın anlama kapasitesi sınırlıdır. Bunun için müşterek bir çalışma yapmak gerekmektedir. Zira yüce kitabımız Kur’an’ın hakkıyla anlaşılması bütüncül bir bilgiye sahip olmakla mümkündür. [1]


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi