Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)

4. Ödev: İzah    25.10.2014


Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri I 4. Ödev: Kur’an ve Bağlam kıraati hülasası nedir? Yazınız.

 “Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap ve beş makale adı (literatür) veriniz. (Tekrar olmamalıdır.)

Hedef tarih: 28 Kasım 2014


0 Yorum - Yorum Yaz



 “Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap ve beş makale adı (literatür) 

Hafize ELDERŞEVİ   /Özel Öğrenci Y.Lisans

 

1.     Esbab-ı nüzul : Kur’an ayetlerinin iniş sebepleri ve tefsirleri. / H. Tahsin Emiroğlu. -- [y.y. : y.y.], 1965. (Konya : Yeni Kitap Basımevi) 1. c. (XXIII, 300 s.) ; 24 cm.
1. Ayetler ve sureler (Tefsir) 

 

2.     Esbab-ı nüzul : Kur'an-ı Kerim'in iniş sebepleri. / Ebü'l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed en-Nisaburi Vahidi, 468/1076 ; trc. Necati Tetik, Necdet Çağıl. -- Erzurum : İhtar Yayıncılık, [t.y.] 568 s. ; 24 cm. -- (İhtar yayıncılık ; 20. Kaynak eserler serisi ; 1) 1. Kur’ân ilimleri_Esbâbü'n-nüzûl 

 

3.     Fatiha’dan Nas’a esbab-ı nüzul : Kur’an Ayetlerinin iniş sebebi. / Bedreddin Çetiner. -- İstanbul : Çağrı Yayınları, 2002. 1. c. (VIII, 510 s.) ; 25 cm. -- (Çağrı yayınları ; 75. Kaynak eserler ; 9)
1. Kur'an_Kronoloji 2. Kur’ân ilimleri_Esbâbü'n-nüzûl 

 

4.     Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul'ün rolü. / Ahmed Nedim Serinsu. -- İstanbul : Şule Yayınları, 1994. 380 s. -- (Şule yayınları ; 15. İslam düşüncesi dizisi ; 7)
1. Kur’ân ilimleri_Esbâbü'n-nüzûl 

 

5.     Şevkani’nin Fethu’l-Kadir’inde esbab-ı nüzul ve Kur’ân’ın anlaşılması (ayetlerin iniş sebepleri). / Yakup Bıyıkoğlu. -- İstanbul : Rağbet Yayınları, 2005. 160 s. ; 21 cm.
1. Kur’ân ilimleri_Esbâbü'n-nüzûl 

 

“Esbab-ı nüzul” Hakkında makaleler

 

1.       Ersöz, İsmet
Kur’an ve ilmu 
esbabi’n-nüzul, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları III, 2002, s. 315-323

 

2.       Demirci, Muhsin 
Esbâbu’n-Nüzulün Kur’an Tefsirindeki Yeri, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1993-1994, sayı: 11-12, s. 7-25

 

 

3.       Türcan, Selim
Tefsir Tarihçiliği Bağlamında Klasik 
Esbab-ı Nüzul Yaklaşımının Değerlendirilmesi, İslâmî İlimler Dergisi, 2007, cilt: II, sayı: 1, Kur’an Özel Sayısı: 2, s. 119-138

 

4.       Aydemir, Abdullah
Esbabü'n-Nüzul, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1972, cilt: XI, sayı: 1, s. 28-36

 

5.       Çetin, Mustafa
Nüzûl Sebepleri (Esbâbü'n-Nüzûl ), Diyanet İlmi Dergi, 1994, cilt: XXX, sayı: 2, s. 95-120

 

 

 

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz


 “Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap ve beş makale adı (literatür) veriniz. (Tekrar olmamalıdır.)

 

 

 

Hamdi KARANFİL

Öğrenci No: 14912718

Tezli Yüksek Lisans

 

 

A.MAKALELER

 

1.Hikmet Koçyiğit,Kur’an’ın Nuzul Sırasına Göre Tefsir Edilmesi,Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2013/1, c.12, sayı:23, ss.183-201.

2.Burhan Baltacı, Taberî’nin (v. 310/922) 96/Alak Suresi 1–5. Ayetlerin Tefsirinde Yer Verdiği Rivayetlerde  Nüzul Sürecine İlişkin Veriler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2(2010), ss. 215-240

3.İshak Yazıcı, “Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki Önemi”, Ondokuzmayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II, Samsun 1987, s. 117-128

4.Draz,  Muhammed  Abdullah,  “Kur’anı  Kerim’in  Nüzul  Sırasına  göre  Tertip  Edilmesi Teklifine Edebi Eleştiri”, AÜİF Dergisi, çev.: Ahmet Nedim Serinsu, Ankara 1997. 

 

5.Yaşar Kurt, Kur’an’ın Nuzul Süreci ve Nuzul Sırasını Esas Alan Tefsir Üzerine , Ondokuz Mayıs Üniversitesi  İlahiyat Fakültesi Dergisi 2012, sayı:33, ss.5-39.

 

B.KİTAPLAR

 

1.Abdulfettah Abdulğanî Kadî, Esbab-ı Nüzûl Trc. Salih Akdemir, Fecr Yay.

2.Abdurrahman Elmalı, Fahreddin er-Razi’de Esbab-ı Nüzûl Değerlendirmesi, Şanlıurfa : Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1998

3.Ahmet Nedim Serinsu, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl, Şule Yayınları,

4.Duman, M. Zeki, Beyânü’lHak  (Kur’anı Kerîm’in Nüzûl Sırasına Göre Tefsiri), Ankara 2006. 5.Derveze, M. İzzet, etTefsîru’lHadîs, Nüzûl Sırasına Göre Kur’ân Tefsiri, çev.: Ahmet Çelen, Mehmet Çelen, İstanbul 1998.

 




0 Yorum - Yorum Yaz


 “Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap ve beş makale adı (literatür) veriniz. (Tekrar olmamalıdır.)

 

 

 

Hamdi KARANFİL

Öğrenci No: 14912718

Tezli Yüksek Lisans

 

 

A.MAKALELER

 

1.Hikmet Koçyiğit,Kur’an’ın Nuzul Sırasına Göre Tefsir Edilmesi,Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2013/1, c.12, sayı:23, ss.183-201.

2.Burhan Baltacı, Taberî’nin (v. 310/922) 96/Alak Suresi 1–5. Ayetlerin Tefsirinde Yer Verdiği Rivayetlerde  Nüzul Sürecine İlişkin Veriler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2(2010), ss. 215-240

3.İshak Yazıcı, “Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki Önemi”, Ondokuzmayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II, Samsun 1987, s. 117-128

4.Draz,  Muhammed  Abdullah,  “Kur’anı  Kerim’in  Nüzul  Sırasına  göre  Tertip  Edilmesi Teklifine Edebi Eleştiri”, AÜİF Dergisi, çev.: Ahmet Nedim Serinsu, Ankara 1997. 

 

5.Yaşar Kurt, Kur’an’ın Nuzul Süreci ve Nuzul Sırasını Esas Alan Tefsir Üzerine , Ondokuz Mayıs Üniversitesi  İlahiyat Fakültesi Dergisi 2012, sayı:33, ss.5-39.

 

B.KİTAPLAR

 

1.Abdulfettah Abdulğanî Kadî, Esbab-ı Nüzûl Trc. Salih Akdemir, Fecr Yay.

2.Abdurrahman Elmalı, Fahreddin er-Razi’de Esbab-ı Nüzûl Değerlendirmesi, Şanlıurfa : Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1998

3.Ahmet Nedim Serinsu, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl, Şule Yayınları,

4.Duman, M. Zeki, Beyânü’lHak(Kur’anı Kerîm’in Nüzûl Sırasına Göre Tefsiri), Ankara 2006. 

5.Derveze, M. İzzet, etTefsîru’lHadîs, Nüzûl Sırasına Göre Kur’ân Tefsiri, çev.: Ahmet Çelen, Mehmet Çelen, İstanbul 1998.

 




0 Yorum - Yorum Yaz


“Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap

FAHRİYE ERDĞMUŞ

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

Öğrenci No :14912714

 

1- Çetiner Bedreddin, Fatiha’dan Nas’a Esbab-ı Nüzûl (Kur’an Ayetlerinin iniş sebebi),İstanbul, Çağrı Yayınları, 2002

2- Emiroğlu,Hasan Tahsin, Esbab-ı Nüzûl, Konya 1983

3-- el-Humeydan,İsam Abdulmuhsin Esbab-ı Nüzûl ve Eseruha fi't-Tefsir

4-Vahıdî(468/), Esbabun-Nüzûl trc. Necati Tetik, Necdet Çağıl. Erzurum, İhtar Yayıncılık

5-Abdulfettah Abdulğanî Kadî, Esbab-ı Nüzûl Trc. Salih Akdemir, Fecr Yay.

“Esbab-ı nüzul” Hakkında makaleler

1-Muhammed b. Es’ad Iraki, Esbabü’n-Nüzûl ve'l-kasasü'l-Furkaniyye, dirase ve tahkik; İsam Ahmed Ahmed Ganim. Riyad 2007, Matbu tez (Master)

2- Halid b. Süleyman el-Müzenî, el-Muharrir fi Esbabi Nüzûli'l-Kur'an (min hilali Kütübi't-Tis'a),Riyad 1429

3-ÖZDEŞ, Talip, SOSYAL DEĞİŞİM OLGUSUNDAN HAREKETLE KUR’AN’IN TARİHSEL

OLDUĞU TEZİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME, Cumhuriyet Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Dergisi

Cilt: VII / 1, s. 183-198

Haziran-2003-SİVAS

4-DEMİRCİ, Muhsin, ·EsBABU'N-NÜZÜLÜN KUR'AN TEFSİRİNDEKİ YERİ, MARMARA ÜNİVERSİTESİ

iLAHiYAT F AKÜL TESİ • • DERGI I

SAYI: ll- 12

1993- 1994

İstanbul – 1997

5-PARLAK,Ali, Esbâb-ı Nuzûl Bağlamında Hārūt ve Mārūt

Kıssasının Mahiyet Analizi

, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 55:1 (2014), ss.1-15

DOI: 10.1501/Ilhfak_0000001402




0 Yorum - Yorum Yaz


KERİM ENDEZ

BİRLEŞİK DOKTORA

ÖĞRENCİ NO=14952705

DÖNEM=2014/2015 GÜZ

ESBAB-I NUZÜL İLE İLGİLİ YARARLANABİLECEĞİMİZ LİTARATÜRLER

1=Türcan, Selim Tefsir Tarihçiliği Bağlamında Klasik Esbab-ı Nüzul Yaklaşımının Değerlendirilmesi, İslâmî İlimler Dergisi, 2007, cilt: II, sayı: 1, Kur’an Özel Sayısı: 2, s. 119-138( (http://ktp.isam.org.tr/ )

2-Recep Çetintaş, Tefsirde Esbab-ı Nüzûl Problemi, 1999, Yüksek lisans tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tez danışmanı: Prof. Dr. M. Zeki Duman(http:// http://literatur.gen.tr/)

3-Muhammed b. Es’ad Iraki, Esbabü’n-Nüzûl ve'l-kasasü'l-Furkaniyye, dirase ve tahkik; İsam Ahmed Ahmed Ganim. Riyad 2007, Matbu tez (Master) (http:// http://literatur.gen.tr/)

4- Merve Dilek Yolcu, İbn Kesir Tefsirinde Esbab-ı Nüzûl, Atatürk Ünv. (http:// http://literatur.gen.tr/)

5-İshak Yazıcı, “Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki Önemi”, Ondokuzmayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II, Samsun 1987, s. 117-128

ESBAB-I NUZÜL İLE İLGİLİ YARARLANABİLECEĞİMİZ KİTAPLAR

 

1-Abdurrahman Elmalı, Fahreddin er-Razi’de Esbab-ı Nüzûl Değerlendirmesi, Şanlıurfa : Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1998

2-Bedreddin Çetiner, Fatiha’dan Nas’a Esbab-ı Nüzûl (Kur’an Ayetlerinin iniş sebebi),İstanbul, Çağrı Yayınları, 2002

3-Hasan Tahsin Emiroğlu, Esbab-ı Nüzûl, Konya 1983

5-Ahmet Nedim Serinsu, Sa'lebe kıssası (Esbab-ı Nüzûl'e yeni bir yaklaşım),Şule Yayınları,

6-Ahmet Nedim Serinsu, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl, Şule Yayınları

7-Yakup Bıyıkoğlu, Şevkani’nin Fethu’l-Kadir’inde Esbab-ı Nüzûl ve Kur’ân’ın anlaşılması(ayetlerin iniş sebepleri), Rağbet Yayınları

 




0 Yorum - Yorum Yaz


MEHMET VEYSİ ÖZLÜK

ÖĞRENCİ NO: 13952753

BİRLEŞİK DOKTORA

ESBAB-I NÜZUL İLE İLGİLİ FAYDALANABİLECEĞİMİZ KİTAP VE MAKALELER

1.   Hanefî,Hasan, Esbab-ı Nüzul’ ün Anlamı Nedir?, çeviren:  Ahmet Nedim Serinsu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,1998, cilt: XXXVIII,s.225-232    

2. Mennau’l-Kattan, Esbab-ı Nüzul, çeviren: Erdoğan Pazarbaşı, İbrahim Görener, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, sayı:11, s. 153-172      

3. Yazıcı, İshak, Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki Önemi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1987, sayı: 2, s. 117-128  

4. Demirci, Muhsin, Esbâbu’n-Nüzulün Kur’an Tefsirindeki Yeri, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1993-1994, sayı: 11-12, s. 7-25

5.  Gül, Ali Rıza,Kur’ân Ayetlerini Tarihlendirmede Nüzul Sebeplerinin Rolü, Dinî Araştırmalar, 2004, cilt: VII, sayı: 19, s. 191-220

6. Serinsu, Ahmet Nedim, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul, Şule Yayınları

7. El-Vahidi, Esbab-ı Nüzul, çeviren: Necdet Çağıl, Necati Tetik, İhtiyar Yayınları

8.  El-Kadi, Abdulfettah, Esbab-ı Nüzul, çeviren: Salih Akdemir, Fecr Yayınları

9.  Bıyıkoğlu, Yakup, Esbab- ı Nüzul ve Kur'an'ın Anlaşılması, Rağbet Yayınları

10.Çetiner, Bedrettin, Fatiha'dan Nas'a Esbab- ı Nüzül Kur'an Ayetlerinin İniş Sebepleri, Çağrı Yayınları




0 Yorum - Yorum Yaz


Habib Baygın

14952703 (B.Doktor)

Esbabı Nüzul İle İlgili Literatür

Makaleler

1.      POLAT, Selahattin, Esbab-ı Nüzul Üzerine, I. Kur’an Haftası Kur’an Sempozyumu, 03-05 Şubat 1995, 1995, s. 110-117.

2.      Türcan, Selim
Tefsir Tarihçiliği Bağlamında Klasik Esbab-ı Nüzul Yaklaşımının Değerlendirilmesi, İslâmî İlimler Dergisi, 2007, cilt: II, sayı: 1, Kur’an Özel Sayısı: 2, s. 119-138

3.      Köktaş, Yavuz 
Esbâbu Vurûdi’l-Hadîs İlmi: Kapsamı ve İçeriğine Yeni Bir Bakış, Usûl: İslâm Araştırmaları, 2005, sayı: 4, s. 131-156 

4. Abdurrahman Elmalı, Fahreddin er-Razi’de Esbab-ı Nüzûl Değerlendirmesi, Şanlıurfa : Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1998

          5.       Gül, Ali Rıza,Kur’ân Ayetlerini Tarihlendirmede Nüzul Sebeplerinin Rolü, Dinî Araştırmalar, 2004, cilt: VII, sayı: 19, s. 191-220

 

 

Kitaplar

1.      Ahmet Nedim Serinsu, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl, Şule Yayınları

2.      Yakup Bıyıkoğlu, Şevkani’nin Fethu’l-Kadir’inde Esbab-ı Nüzûl ve Kur’ân’ın anlaşılması(ayetlerin iniş sebepleri), Rağbet Yayınları

3.       es-SUYUTİ, İmam Celaleddin, Lubabu’n-Nukûl fi Esbabi’n-Nüzul, Fatih Yayınevi: 2/722. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/571.

4.      el-VÂHİDÎ, Esbâbu'n-Nüzûl, II. Bsk., Beyrut 1991, s. 190.

5. Abdulfettah Abdulğanî Kadî, Esbab-ı Nüzûl Trc. Salih Akdemir, Fecr Yay.

6. Bıyıkoğlu, Yakup, Esbab- ı Nüzul ve Kur'an'ın Anlaşılması, Rağbet Yayınları

 

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz


MEHMET VEYSİ ÖZLÜK

ÖĞRENCİ NO: 13952753

BİRLEŞİK DOKTORA

KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZUL’ÜN ROLÜ

Kur’ân’ın anlaşılması bağlamında bütün Kur’ân ilimlerinin birbirleriyle etkileşim halindedir. Hepsi aynı gayeye yönelmişlerdir. Ulumu’l-Kur’ân; konusu her yönüyle Kur’ân-ı Kerim olan, Kur’ân’la ilgili veya Kur’ân’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’ân’ın en doğru şekilde anlaşılmasını gaye edinen bilgi alanıdır. Esbâb-ı nüzul ise; doğru anlama çabasının oluşturduğu bu ilimlerin en sık kullandığı yöntemdir. Çünkü esbâb-ı nüzul, nüzul çağı ve ortamını, dönemin sosyal, iktisadî ve siyasî yapısını, o dönem insanın zihniyetini ve onu dolduran, oluşturan kavramları sonraki nesillerin anlamasında en önemli kaynaktır. Bu bilgi ancak sahih nakille elde edilebilir.

Esbâb-ı nüzul’ün ilk kayda geçirildiği eserler hadis mecmualarıdır. Esbâb-ı nüzul eserlerinin telif sebebi; sahabenin nüzul sebebini bilmeye önem vermesi ve bu bilginin sonraki nesillere aktarımını sağlamaktır.

Âyetlerin nazil olduğu vasata mümkün olan en yüksek derecede vâkıf olmak, Kur'ân'ın mânâ-i maksûdunu anlama ve tefsir etme adına tartışılmaz derecede önemlidir. Buna örnek olarak Nur Sûresi'nin 61. âyetinde yer alan "...Birlikte veya ayrı ayrı yemek yemenizde günah yoktur." cümlesini vermek mümkündür. Nitekim bu âyetin anlamı nüzûl sebebi bilindiğinde birlikte veya ayrı ayrı yemek yemenin ne demek olduğu çok daha sağlıklı bir zemine oturmaktadır. Katâde ve Dahhâk, bu âyetin nüzûl sebebi hakkında şu tespiti paylaşırlar: Bu âyet, kendilerine Leys bin Amr oğulları denen Kinaneli bir kabile hakkında nazil olmuştur. Onlar bir insanın kendi başına yemek yemesini sakıncalı bulurlar, hattâ günah sayarlardı. Bazen öyle olurdu ki, kişi yemeği önünde sabahtan akşama kadar durur, yemeğine iştirak edecek bir misafir beklerdi. Akşama kadar kimse gelmezse, ancak o zaman yemeğini yerdi. Bu alışkanlık üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi. Bu âyet misafiriniz gelirse birlikte yer, gelmezse kendi başınıza da yemeğinizi yiyebilirsiniz, bunda bir sakınca yok diyerek bir rahatlama getirdi.

Konunun belki en az bu kadar önemli olan bir diğer katkısı da şudur ki, esbâb-ı nüzûlü bilmek Kur'ân'ı anlamak isteyen kimsenin yanlışa düşmesine, yanlış hüküm ve davranış şekilleri istinbat etmesine mâni olur. Böylece hem o kişiyi, hem de o kişi vesilesiyle hatalı düşünce ve davranış içine girecek başkalarını da muhafaza etmiş olur. Misalen; Hz. Ömer'in (r.a) Bahreyn'e vali olarak görevlendirdiği Kudâme b. Maz'ûn hakkında içki içip sarhoş olduğuna dâir şikâyetler gelmiştir. Cezalandırılmak üzere Medine'ye çağırılan Kudâme içki içtiğini itiraf etmiş; ancak bunun bir günah olmadığını, kendisinin bunu yaparken Mâide Sûresi'nin 93. âyetine dayandığını ifade etmiş ve şu âyeti okumuştur:"İman edip salih işler yapanlara takvalı olduklarında, iman edip salih işler yaptıklarında, sonra yine takvalı davranış sergileyip iman ettiklerinde, yine takvalı davranıp ihsan ettiklerinde yedikleri ve içtiklerinden dolayı bir günah olmaz." Kudâme bu âyete dayanarak içki kullandığını ifade etmiş, hattâ kendisinin tam da âyetin bahsettiği iman edip amel-i salih işleyen kimselerden olduğunu, takvalı davranışlar sergilediğini ve yediği ve içtiği bir şeyin kendisine günah olmayacağını ileri sürmüştür. Valisini cezalandırmayı düşünen Hz. Ömer, bu sözlerle tabir yerindeyse şok olmuş, bir an için ne diyeceğini bilememiştir. Nihayet Abdullah b. Abbâs'ın (r.a): "Bu âyetler henüz içki haram olmadığı dönemde içki kullandıkları hâlde ölenlere bir mazeret, sonrakilerin aleyhine ise bir huccet olarak indi." demesi üzerine mesele anlaşılmış ve Kudâme'nin âyeti yanlış anlayıp yorumladığı ortaya çıkmıştır. Nitekim bu âyet, henüz içki haram kılınmadığı için alkol kullanan ve bu hâldeyken vefat etmiş olan Müslümanlara bir mazeret olarak inmiştir.

Ayrıca esbâb-ı nüzûlü bilmekle hükümlerin hikmetleri daha iyi anlaşılır. Hükümleri madde plânında hazırlayan sebepleri ve vasatı bilmek, o hükümlerin hikmetlerini, illetlerini daha sağlıklı görmeyi sağlar. Bu zemin üzerine bina edilecek anlama ve yorumlamalar, sahihliğini, istikrar ve tutarlılığını temin etmiş olur. 

Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinin sonuçlarında bazı olumsuzluklarla karşılaşıldığı gözlemlenilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in tamamının esbâb-ı nüzul çerçevesinde anlamaya çalışılması, bazı zorlama anlamların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu da Kur’ân’ın anlam zenginliğine zarar vermiştir. Ayrıca tarihi gerçekliklere aykırılık da farklı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Konunun istismar edilmesi, esbâb-ı nüzul’ün yetersiz kaldığı konular kapsamında istismara açık hale gelmiştir. En belirgin olarak nüzul sebebi olan şahısların ısrarla zikredilmesidir. Oysa Kur’an’ın evrenselliği noktasından Kur’an’ın yorum zenginliği yakalanmalıdır. İstismarın bir alanı da mezhep taassubudur.

 

SA’LEBE KISSASI – ESBÂB-I NÜZUL’E YENİ BİR YAKLAŞIM

Tevbe Suresi 75. Ayet hakkında sebeb-i nüzul olarak gerek hadis gerekse tefsir rivayetlerinde Sa'lebe bin Hatıb'ın başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Hadis ve tefsir rivayetlerinde bu konu oldukça şöhret bulmuş Sa'lebe bin hatıb adeta ayetle özdeşleşmiştir. Hadis ilminin münekkdileri hadisin zayıflığına işaret etmişlerdir. Müfessirlerden Taberi, yaşadığı dönemde isnad ilminin gelişmesinden dolayı sahih ve zayıf pek çok malumat ve rivayeti kaybolup yok olmasın diye tefsirine almıştır. Rivayetlerin kritiğini ise uzmanlarına bırakmış tefsirinin mukaddimesinde de bu hususa temas etmiştir. Kurtubinin de dediği gibi bu rivayet( Salebe kıssası) müfessirler ve kussas arasında meşhur olmuştur.

Burada esbabı nüzul rivayetleri konusunda bir tasnife gidilmesi gerektiği lüzumu açıkça kendini göstermektedir. Zira müsned ve merfu olan esbabı nüzul rivayetleri ile tefsir için olan esbabı nuzül değerlendirmelerini birbirinden ayırmak gerekir. Tevbe Suresi 75.ayetin sebebi nuzulü olarak zikredilen rivayet sahabenin tabiunun kendi rey ve ictihatları ile yaptıkları bir sebebi nüzul değerlendirmesidir. Fakat bu tasnif yapılmadığından nuzül asrında olmuş gibi kabul edilmektedir. 

Salebe kıssası ile ilgili rivayetlere bakıldığında sebeb ifade etmede nass olmayan rivayet kalıplarının da gösterdiği üzere ikinci tür tefsir için olan esbabı nuzül değerlendirmesi türünden bir rivayet olduğu anlaşılmaktadır. Yani bu olay sanılanın aksine cereyan etmemiş, ayetin nüzulüne sebeb olmamıştır. Rivayetin gerçek olmadığı Hamidullah'ın da belirttiği üzere; hicri 9.asrın tarihsel gerçekliğiyle bağdaşmamaktadır.

Sa'lebe kıssasını, tefsirlerinde naklederek bu ayetleri yorumlayan bir çok müfessir siyak-sibakı ihmal etmişler ve yanlış anlamalara düşmüşlerdir. Halbuki bağlam çerçevesinin Kur'an ın anlaşılmasındaki yerine özen gösterselerdi, Tevbe suresinin bu ayetlerini doğru anlayacaklardı. Çünkü siyak-sibak münafıklardan bahsetmektedir. Dolayısıyla ayet; bu bağlamda Allah'a ahdini bozan, ahdinin hilafına hareket eden ve bu eylemlerin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterlerinden bahsedildiği görülecektir.O halde Tevbe suresinin bu ayetlerinin bağlamı münafık insan tipine ait birtakım sıfatlardır.Verilmek İstenen mesaj belli bir şahsın kınanması değil evrensel bir karakterin sıfatlarını sayarak müminleri bunlardan sakınmaya çağırmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin Siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Ayetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivayetlere, yukarıdaki örnekte olduğu gibi itibar etmemekte yarar olduğu açıktır.

 

TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

Tarihçilik ve tarihsellik kavramı batı kültürüne ait kavramlardır. Bu kavram oluşum süreci bakımından ortak kültüre aitken; açıklık özelliği dolayısıyla da özgü  kültüre ait bir kavramdır. Batılı filozoflar mensup olduğu milletlerin ortak kültürüne, değerlerine ait kavramlarla kişiliklerini ve yaşantılarını yoğurmuşlar olaylara bu çerçeveden bakıp yorumlar getirmişlerdir. Dolayısıyla da bu zemin üzerine oturan fikir ve ortak kültürleri tamamıyle İslam kültürüne taşıyıp içselleştirmemiz mümkün değildir. İslam kültürünün kendi farklılığı ve yapısı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan tarihsellik kavramı her ne kadar Batı’nın özgü kültürüne ait bir kavramsa da ortak kültürle de etkileşim halindedir.

Kur’an’ı Kerim insanı tarihsel varlık olarak kabul eder. Bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim hemen hemen her suresinde insan ve insan topluluklarından bu topluluklarda yaşanan olay ve olgulardan bahseder. Kur’an’ı Kerim tarih ve tarihsel olanı yani geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği bir bütün olarak insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.

Esbâb-ı nüzul ile tarihsellik kavramı arasında nasıl bir ilişki olduğuna gelince Kur’an insanı ana konu edinmekle tarihselliğini ortaya koymaktadır, çünkü insan az önce de ifade ettiğimiz gibi varlık koşullarından biri olarak tarihsel bir varlıktır. İnsanı insan yapan bu varlık koşulları hep aynıdır. Nüzul asrı insanının varlık koşullarını yöneten ise Kur’anî değer duygusudur. Yani Kur’an tüm insani yapıp etmeleri, ilahi bir mesajla oluşturmak ister. İşte bu yapıp etmeler nüzul ortamıdır. Yapıp etmeler, şimdi içinde olup bitmez zamana yayılmıştır. Şimdiki zaman, yapıp etmeler için bir orta noktadır  ve dün ile yarın arasında bağ kurar.

Esbâb-ı nüzul, tarihsel olanın varlık biçimidir. Esbâb-ı nüzulün tarihselliği hakkında zamana bağlılık, gelip geçicilik tanımı isabetli değildir. Çünkü Kur’an vahyi insanı ve varlık koşullarını onaylar ve onları geliştirmesine imkan sağlar.

Esbâb-ı nüzul tarihsel olmakla birlikte tarihe bağımlı değildir. O orijinal bir yorum, orijinal tarihtir; yani sahabe şahit oldukları olayları merfu-müsned bir şekilde aktarmaktadır. Nüzul ortamına ait olmayan tefsir için yapılan rivayetlerle de düşünülmüş yorum-düşünülmüş tarihtir. Kur’an’a göre hayatın tarihsel gerçeği geçmiş, yaşanılan zaman ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahasıdır. Esbâb-ı nüzul, nüzul ortamında bilfiil vuku bulmuş hâdiseleri gösterdiğine göre gerçekten tarihsel olarak varolmuş bir olgudur.

Şunu da söylemekte fayda vardır ki; Esbâb-ı nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle Kur’an’ın soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi olmadığı vurgulanmalı, başka özgü kültürlere ait kavramları kullanırken kavramların tarihleri içerikleri ve kullananların dünya görüşleri göz önünde bulundurulmalı, bu kavramları kullanan ilim adamları ve düşünürler kullandıkları kavramları tarif etmelidirler.

 

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz


İSA TÜNÇ

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO: 13912773

Esbab-ı Nuzul Hakkında Kitaplar

1.      Ali b. el-Medinî(234/), Esbabu'n-Nüzûl

2.      Vahıdî(468/), Esbabun-Nüzûl

3.      Ebû’l-Ferec Abdurrahman Ali b. el-Cevzî (ö. 597 h.) : Kitâbu Esbâbi’n-Nüzûl

4.      İbn Hacer el-Askalânî (ö. 852 h.) : Kitâbu Esbâbi’n-Nüzûl(el-Ucâb fi Beyâni’l Esbâb)

5.      Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr Suyûtî (ö. 911 h.) : Lübâbü’n-Nukûl

 

Esbab-ı Nuzul Hakkında Makaleler

1.      Yazıcı,İshak 
Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki Önemi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1987, sayı: 2, s. 117-128

2.      Yıldırım,Suat 
Kur’ân’ın Nüzûlünden Sonraki Târihî Hâdiselere Tatbik Edilmesi Hakkında, Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, 1975, sayı: 1, s. 79-102

3.      Selim Türcan: Tefsir Tarihçiliği Bağlamında Klasik Esbab-ı Nüzul Yaklaşımının Değerlendirilmesi, İslâmî İlimler Dergisi, 2007, cilt: II, sayı: 1, Kur’an Özel Sayısı: 2, s. 119-138.[1]

4.       Burhan Baltacı: Taberî’nin 96/Alak Suresi 1–5. Ayetlerin Tefsirinde YerVerdiği Rivayetlerde Nüzul Sürecine İlişkin Veriler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2(2010), ss. 215-240

5.      Yavuz Köktaş, Esbâbu Vurûdi’l-Hadîs İlmi: Kapsamı ve İçeriğine Yeni Bir Bakış, Usûl: İslâm Araştırmaları, 2005, sayı: 4, s. 131-156

 

KUR ‘AN VE BAĞLAM KİTABININ HULASASI

BİRİNCİ KİTAP

KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I-NÜZUL’ÜN ROLÜ

Kur’an-Kerim’in etkinliği kıyamete kadar sürdürecek en son vahiydir. Esbab-ı Nuzul ilmi, Kur’an-ı Kerim-i pasif bir düşünce metni biçimi olmaktan çıkarıp, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak etkin bir gerçekliğe ve insanlığa yol gösterecek hidayet rehberine dönüştürmüştür. Bu bağlamda Kur ‘anın anlaşılmasında usul ilminin yanında özellikle esbabı nuzül konusunun önemi kavranıldı.

1.BÖLÜM

KUR’AN İLİMLERİ VE ESBAB-I NÜZÜL İLMİ

Esbâb-ı Nüzûl İlmi“Usûlü’t-Tefsir” veya“Ulûmü’l-Kur’ân” konuları içinde mütâlaa edilmiştir. Kur’an ilimleri konusu Kur’ân’la ilgili veya Kur’ân’ın içerdigi ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’ân’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır.

Esbabab-ı Nüzül İlmi nakli ilimlerdendir. Dolayısıyla bilgin sahabiler nuzul ortamında bizzat yaşamış, o ortamın  olaylarının içinde bulunmuş ve olayların meydana geliş sebeplerine yani Kur’an-ı Kerim tarihine bizzat tanıklık etmiş ve kendinden sonraki nesillere aktarılmasına büyük çabalar göstermişlerdir. Tabiin döneminde de esbab-ı nüzüle verilen ehemmiyet devam etmiştir. Dolayısıyla başlangıçta tefsir ilmi esbab-ı nüzülü bilmek ile eş tutulmuş ve‘Tefsir ilmi esbab-ı nüzülü bilmekten ibarettir.’denilmiştir.

2. BÖLÜM

KUR’AN-I KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRMESİNİN SONUÇLARI

 Esbab-ı nüzül rivayetlerinin Kur’an’ın anlaşılması sürecinde değerlendirilmesinde bu tutumların doğuracağı birçok sonuç olması tabiidir.

A. Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul ’un yetersiz kalma sebepleri

Esbab-ı nüzul rivayetler açısından yetersiz olabilir. Bu da senette inkita olup olmamasına bağlı oalarak bir eksiklik doğurabilir.

 Senedlerin hazf edilmesi veya rivayet lafızlarına dikkat edilmemesi nedeniyle yetersiz kalabilir.

Taaddüt-taahhür açısından yanlış değerlendirme yapılması da sebepleri doğuran unsurlardandır.

Esbab-ı nüzul  Umum değil husus ifade ettiği anlamı verilmesi çabalarıdır.

Tarihi gerçekler ile zamansal uyumsuzluk   bir başka sebebi teşkil eder.

Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbabı Nüzul Rivayetlerinin Doğurduğu  Olumsuz Sonuçlar

Esbab-ı Nüzulde bazı tarihi uyuşmazlıklar göze çarpmaktadır. Tarihi olaylarla uyuşmayan bu nakillerin tahkiki yapılmadan bazı tefsirlere girdiği görülmektedir.Nüzul sebepleri fırkaların ortaya çıkmasında rol oynayan amillerden biri olmuştur.Nüzul sebeplerinin kendi muhtevası içinde bazı karışık ve izahı güç meseleleri bulunmaktadır. Bu karışıklık ve güçlük, nüzul sebebini ve hadisesini, Rasulullah veya ondan sonraki dönemlere de dayandırma anlayışından kaynaklanmaktadır.

3.BÖLÜM

ESBAB- NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM

Esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeniden ele alınıp değerlendirilmesi ve Arap dilinde kasıt ve manayı araştırıp, ifade ettiği manayı belirlemek gerekir. Kur’an’ın anlaşılmasında zahir nassların, mücmel naslardan ayırt edilerek değerlendirilmelidir.

Bu yeni yaklaşımlar ele alınırken;

kur’an-ı kerim’in bütünlüğünün dikkate alınması

siyak-sibak‘ın gözönünde bulundurulması değerlendirmeyi daha nesnel hale getirir.

Esbabı Nüzul Ve Tarihsellik Kavramı

Kur’an-ı Kerim sadece tarihi varlık koşuluyla değil bütün varlık koşullarıyla uyumlu ve koşullara cevep veren bir ilahi mesajdır.

İKİNCİ KİTAP

SA’LEBE KISSASI

Çerçevesi çizilen yeni esbab-ı nuzûl yöntemi ışığında bir örnek olsun diye sâ‘lebe kıssaı ve bu konudaki sebebi nüzuller ele alınmıştır. Bu sebeple esbab-ı nüzul ,nüzul zamanı ve ortamında meydana gelen Kur’an-insan ilişkisini gösteren olaylardan oluşan  süreçtir. Bu süreçteki olayları bilmek Kur’an’ı   anlamada ve anlaşılmasında önemli bir yer alır.

3.KİTAP

TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

Tarihsellik, insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir. Bu bölümde Esbab-ı nuzûl konusu felsefi metodlar çerçevesinde incelenmeye çalışılmıştır




0 Yorum - Yorum Yaz


 

Ad-Soyad: ABDULBARİ FAİK

ÖĞRENCİ NUMARAM: 14912701

Alan: Tefsir, Yüksek Lisans Öğrencisi

Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap ve beş makale adı

Ersöz, İsmet
Kur’an ve ilmu esbabi’n-nüzul, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları III, 2002, s. 315-323

Aldemir, Halil
Esbabı Nüzul Rivayetleri Arasında Görülen Çelişkiler ve Geliştirilen Çözüm Yolları Tahlili, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler -, 2011, cilt: XV, sayı: 48, s. 141-159

 A. Nedim Serinsu, Kur'ân'ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzûlün Rolü, İstanbul 1994, s. 68.

Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, II. Bsk., Beyrut 1991, s. 190.

أسباب نزول القرآن للإمام علي بن أحمد الواحدي (ت468 

لباب النقول في أسباب النزول لجلال الدين السيوطي (ت911هـ)

 العُجابُ في بيان الأسباب للحافظ المحدث أحمد بن علي بن حجر العسقلاني (ت852هـ))

تسهيل الوصول إلى معرفة أسباب النزول ، لخالد عبدالرحمن العك

المحرر في أسباب نزول القرآن في الكتب التسعة للدكتور خالد المزيني 




0 Yorum - Yorum Yaz


 Ahmet YILMAZ – 13912772

       (Yüksek  Lisans)

 

DEMİRCİ, Muhsin, “Es-Babu'n-Nüzülün Kur'an Tefsirindeki Yeri”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 86, 07-25, 1993-1994,

http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruifd/article/viewFile/1012001958/1012001648

 

İshak Yazıcı, “Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki Önemi”, Ondokuzmayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II, Samsun 1987, s. 117-128;

http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/432934283_198702070336.pdf

 

Mennâu'l-Kattân, çev.: Erdoğan Pazarbaşı, İbrahim Görener, “Esbab-ı Nüzûl,” Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Kayseri-2001, sayı: 11, s. 153-171

http://eruifd.erciyes.edu.tr/sayilar/200101/20010112.pdf

 

YILDIRIM, Suat, “Kur’ân’ın Nüzûlünden Sonraki Târihî Hâdiselere Tatbik Edilmesi Hakkında”, Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, 1975, sayı: 1, s. 79-102

http://e-dergi.atauni.edu.tr/atauniilah/article/view/1020004734/1020004553

 

ALDEMİR, Halil, “Esbâb-ı Nüzûl Rivayetleri Arasında Görülen Çelişkiler ve Geliştirilen Çözüm Yollarının Tahlili”, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 15 Sayı: 48 (Yaz 2011), s.141-159

http://www.arastirmax.com/system/files/dergiler/182912/makaleler/15/48/arastrmx_182912_15_pp_141-159.pdf

 

 

Ebü'l-Fazl Şihabüddin Ahmed bin Ali bin Muhammed el-Askalani, tahkik: Fevvaz Ahmed Zemerli, el-Ucâb fî Beyâni’l-Esbâb (Esbab-ı Nüzul),  Dâru’l-İbn-i Hazm, Demmam, 2002, 1 cilt, 533 Sayfa

http://www.archive.org/download/waq3629993091/93091.pdf

 

Ali b. Ahmed el-Vahidi en-Nisaburi Ebu’l-Hasen, tah. Kemal Bisyuni Zağlul, Esbabu’n-Nüzul, Daru’l-Kitabü’l-İlmiyye-1991, 1 cilt, 568 sayfa

http://ia700506.us.archive.org/17/items/waq28359/28359.pdf

 

Mukbil b. Hâdî el-Vâdiî, es-Sahihul’l-Müsned Min Esbâbi’n-Nüzûl, Mektebetu Sınai Eseriyye-2004, ikinci Baskı, 286 sayfa

http://www.ajurry.com/vb/attachment.php?s=c7ee30e645b7ec5965195ed1fa941cba&attachmentid=44813&d=1404557864

 

Selim b. 'Abdul el-Hilalî-Muhammed b. Musa Âl-i Nasr, El-İsti'ab Fi Beyani'l-Esbab, Daru İbn Cevzi, Şaban 1425, 544 sayfa

http://www.alminbr-al3elmy.com/books/quraan/Aleste3ab_Fi_Byan_AlAsbab.pdf

 

Halid b. Süleyman el-Müzenî, el-Muharrir fi Esbabi Nüzûli'l-Kur'an min hilali Kütübi't-Tis'a Dirasetü'l-esbab rivayeten ve dirayeten, Dar’u ibn Cevzi-1427, Birinci Baskı, İki Cilt, 1202 sayfa

http://www.archive.org/download/waq70337/70337.pdf

 

 

 

 

ÖNSÖZ

Yazar (Hocamız Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU), Kur’an ve Bağlam isimli kitabının önsözünde;  insanın tarih boyunca olduğu gibi şuanda da kendisi, kainat ve hayat hakkındaki sorulara cevap aradığını, İlâhî vahyin, bu insanî ihtiyaca cevap vermek üzere Peygamberler vasıtasıyla indirildiğini, Kur’ân-ı Kerîm’i bu bağlamda anlamak isteyen insanların, Kur’ân-ı Kerîm’i özellikle Esbâb-ı Nüzul ile tefsir etmiş olmalarının, bu bilgi kaynağının tefsir ilmindeki yerini ortaya koyduğuna dikkat çekerek; Birbirini tamamlayan üç ayrı çalışmadan oluşan bu kitapta; Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul’ün yüklendiği işlevi yeniden ele aldığını, Kur’an ilimleri ve Esbab-ı Nüzul kavramlarını tanımlayarak, yeni bir yaklaşımla bütün yönleriyle ortaya koyduğunu belirtmiştir.

Kur’an’ı Kerim’i anlamaya çalışan araştırmacıların Esbab-ı Nüzul’den nasıl faydalanacakları hususunda alanında ilk olan bu kitaptan yararlanmaları amacıyla kaleme aldığını belirten hocamız; bu eserin ikinci bölümünde araştırmacıların, esbab-ı nüzul’le ilgili sistemsiz malumatların içinden rahatça çıkabilmeleri için Sa’lebe Kıssası’nı inceleyerek usülün uygulanmasını göstermiş, kavramların doğru bir şekilde kullanılmasının öneminden dolayı kitabın üçüncü bölümünde ise Tarihsellik kavramı ile ilgili sorulara cevap aranmıştır. Ancak cevaplar aranırken tarihsellik kavramı esbab-ı nüzul bağlamında incelediğini belirterek kitabı hakkında bilgi vermiştir.

Hocamız, kitaptan daha çok istifade edilmesi için uzaktan öğretim tekniklerini kısmen kullandığını ifade ederek, sayfalardaki işaretlerin ne anlamlara geldiği hakkında bilgi vermiştir.

 

ARAŞTIRMANIN KONUSU VE ÖNEMİ

Esbâb-ı nüzul bilgisi, Kur’ân-ı Kerîm’in nüzul ortamının aslî bir unsurudur. Çünkü esbâb-ı nüzul, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında gerekli bir bilgi olarak değerlendirilmiş, Sahabe, tâbiûn ve tebe-i tâbiîn’den olan müfessirler Kur’ân’ı özellikle esbâb-ı nüzul ile tefsir etmişler, hatta, “başlangıçta tefsir ilmi, esbâb-ı nüzulü bilmekten ibaretti”  denilmiştir.

İbn-i Mes’ûd ve İbn-i Abbas gibi bazı sahabiler, “Kur’ân’dan inen her ayetin ne hakkında, kim hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerine” dair sözler söylemişlerdir. Çünkü onlar nüzul ortamında bizzat yaşamış olmanın avantajı ile o ortamın hadiselerinin içinde bulunmuşlar ve hadiselerin zuhur sebeplerini müşahede etmişlerdi. Dolayısıyla ayetlerin hangi olaylar üzerine indiğinin bilgisine sahiptiler. Onun için esbâb-ı nüzul hakkında tek kaynak sahabedir. Daha sonraki nesillere de bu anlayış etki etmiştir. 

Bu yüzden kitabın birinci bölümünde; Kur’an ilimleri ve esbab-ı nüzul rivayetlerinin İslam kültür tarihinde kullanım alanlarına genel bir bakış yapılmış, ikinci bölümde Kur’an’ı Kerim’in anlaşılması çabalarında esbab-ı nüzül olgusunun oluşturduğu çerçeve ve sonuçlar ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım denemesinde bulunulmuştur.

Bu çalışma, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması ile bağlı olarak esbâb-ı nüzul meselesine, bazı prensipler vaz ederek açıklık getirmeye çalışması bakımından önem taşımaktadır. Emîn el-Hûlî, “ayetin sebeb-i nüzulü işte bu hâdisedir” demeden önce ciddi bir araştırma yapmanın şart olduğunu, bu hükmü vermeden önce epeyce düşünmek gerektiğini söylemektedir. O halde bu ilkeleri pratiğe aktarmanın nasıl mümkün olacağına yönelik bir araştırmanın önemi bir kez daha anlaşılmış olmaktadır.

 

ARAŞTIRMANIN AMACI

Araştırmada; Esbab-ı Nüzul ilmi, Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında gerekli bir kaynak olduğu için, ona olan ihtiyacımızın boyutlarının tespit edilmesi de gereklidir. Bunun için ise esbab-ı nüzul rivayetlerinin bir muhasebesinin yapılması gereklidir.  Bu yüzden esbab-ı nüzul gibi kavramların tanımlanması, Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında kullanılırken yapılan hatalara dikkat çekmek, ayrıca bu yapılırken de esbab-ı nüzule bütüncü bir yaklaşımla bakılarak, günümüze nasıl taşınabileceği amaçlanmıştır.

 

ARAŞTIRMANIN METODU

Esbâb-ı nüzul ilmine, sahabe döneminden bugüne kadar çeşitli yönlerden yaklaşılmıştır. Bu araştırmada; sadece Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul bilgisi gösterilmeye çalışılmış, böylece esbâb-ı nüzul ilminin alanı sınırlanmış ve onunla ilgili birçok konuya lüzumlu değinmelerle geçmek, ayrıntılara girilmemiştir. Çünkü “hiçbir ilmî inceleme belli bir yer ve zamanda gözlenebilir fenomenlerin tamamını aynı anda kucaklayamaz; kaçınılmaz olarak bir seçim yapar. Bu şartlarda, neticelerin ancak bu seçimin sınırları içinde değer kazanacağı açıktır.” Öte yandan esbab-ı nüzul ilmi alanında çalışmak isteyenler iki olgu ile karşılaşırlar:

1.       Malumat çokluğu,

2.       Bu malumattaki sistemsizlik.

Bu sebeple konuyu Kur’an’ın anlaşılması ile sınırlamak, bilgi felsefesi, tarih felsefesi ve kültür felsefesi, hikmet-i teşriiye, münâsebât-insicam ve mübhemât alanlarının kesiştiği ve iç içe geçtiği bir meseleyi bu yönden görmeyi mümkün kılar. Bu da araştırmanın özel çalışmaları gerektirecek genişlik ve önemdeki bazı başlıklarının, anılan çerçevenin sınırlayıcılığını göz önünde tutarak, sadece konuya ilişkin yönüyle incelenmesi ve anlatımını ilke edinmeyi gerektirmiştir.

Metodu bu şekilde temellendirip, yorumlayıcı olmayı, sadece bilgi verici olarak kalmamayı usûl edinince, esbâb-ı nüzul ilminin Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasındaki rolü olarak “esbâb-ı nüzulün faydalarını esas alan klasik bir araştırma yapılamazdı. Bu yüzden bu kitapta uygulanan bu yöntem ile esbâb-ı nüzul ilmine;

1.       Vâkıasını tesbit,

2.       Onun tenkidi,

3.       Yeni bir yaklaşım ilkeleri ile yönelmek, esbâb-ı nüzulden yararlanacak ihtisas sahibi olsun veya olmasın araştırmacılara, esbâb-ı nüzul ve faydaları alanında bütüncül bir değerlendirme imkânı verecektir.

Esbâb-ı nüzul vâkıasını tesbit etmekle, inşa edilecek yeni yaklaşımın malzemelerinin bir ilk adımı atılmış oldu.

Kitapta birçok konunun her üç bölümde ayrı ayrı ele alındığı görülecektir. İlk bakışta bu durum öncekinin tekrarı gibi algılanabilir. Ancak dikkat edilirse durumun böyle olmadığı yukarıdaki metodun ilke edinildiği tesbit edilecektir Meselâ esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tasnifi konusu her üç bölümde vardır. Esbâb-ı nüzul konusunu eserlerinde inceleyen âlimler esbâb-ı nüzul ilminin yararlarından bahsederlerken esbâb-ı nüzul rivayetlerini beş kısma ayırırlar. Ortaya çıkan problemleri (taaddüt, taahhür, umum-husus gibi) beş kısmın içinde halletmeye çalışırlar. Klasik olanı, gösterilen yolu değil, çözümü aramaktır. İşte bu nedenle esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tasnifi başlığı altında bu olgu incelenmiştir. Birinci bölümde esbâb-ı nüzul rivâyetlerine olgusal bir yaklaşımda bulunuldu. İkinci bölümde esbâb-ı nüzul rivâyetleri olgusalını eleştirildi. Son bölümde de terkibi bir yaklaşımla Kur’ân’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivayetlerini nasıl kullanması gerektiği hakkında çıkarılan sonuçlar ortaya koyulmuştur.

İnsan hayatına yön vermek, anlam vermek için var olan Kur’ân-ı Kerîm’i anlama çabasında esbâb-ı nüzulün teorik temellerini bilmek ve onun ilkelerine uymak gerekmektedir. O zaman nüzul ortamı tanınmış ve o döneme tarihi açıdan bakılıp, nüzul ortamına getirilecek açıklamalarla bu insani varlık alanına ait yapıp etmeleri günümüze taşınıp anlamlandırılabilir.

 

KUR’ÂN İLİMLERİ VE ESBÂB-I NÜZUL İLMİ

Kur’ân-ı Kerîm’m anlaşılmasında esbâb-ı nüzul ilminin rolünü inceleyebilmek için bazı kavramları açıklığa kavuşturmak gerekir. Bu kavramların ilki esbâb-ı nüzul ilminin de bir disiplini olarak takdim edildiği Kur’ân ilimleri kavramıdır. Bu ilk bölümde Kur’ân ilimleri kavramım, doğuşu ve gelişmesi ile incelemekle;

1.       “Ulûmu’l-Kur’ân denildiği zaman ne kast olunuyor?”,

2.       “Tarih boyunca bu kavramdan ne anlaşılmış?” soruları açıklığa kavuşmuş olacaktır. Böylece Kur’ân’ın anlaşılması meselesinde Kur’ân ilimlerinin ifade ettiği anlam tespit edilecektir.

Kur’ân ilimleri kavramının aydınlanması esbâb-ı nüzul ilminin, onun bir dalı olarak, açıklanmasına ve daha net bir şekilde tanımlanmasına imkân verecektir; yani esbâb-ı nüzulü, içinde bulunduğu bütünlük çerçevesinde görebilmek mümkün olacaktır. Bundan sonraki merhale ise esbâb-ı nüzulü, girişte belirtildiği gibi, çeşitli yönlerden ele alarak, konumuz açısından yakalanması ve gösterilmesi gerekli yanları ile ele almak olacaktır. Bu bölümde söylenenler, ikinci bölümdeki eleştirilere ve üçüncü bölümdeki alternatif arayışlara temel teşkil edecektir.

 

KUR’ÂN İLİMLERİNİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ

Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’e “tebliğ” ve “tebyîn” ile görevli olduğunu bildirmiştir. Ümmî Peygamber’e ilk gelen vahyin okuma ve yazmayı emretmesi pek anlamlı ve ilham vericidir.

Tamamıyla insanı anlatan ve insanî olanı tespit eden ayetler, Müslümana, yaşam boyu eğitimi zorunlu kılmaktadır. O Ümmî Peygamber de bütün hayatı boyunca bu ilkeyi tatbik etmiş, ümmetini kadın-erkek ilim tahsiline yönlendirmişti.

Hz. Peygamber’in maarif siyasetinin temelini “kıraat-kitâbet” oluşturmuştur. Bedir Savaşı sonrasında harp esirlerine konulan fidye-i necat okuma yazma bilenlerin on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmesi idi. Bundan önce Hz. Peygamber’in Medine’ye gelir gelmez ilk iş olarak Mescid ve Suffe inşasına girişmiştir.

Medine’de hicretin ikinci senesinde diğer yatılı bir mektebin mevcut olduğunu bildiren rivayetler vardır.  Ayrıca o dönemde Medine’de varolan dokuz mescidin, ilmin yayılması için kullanıldığı tahmin edilmektedir.

Bu maarif politikasının sadece erkeklere has olmadığını, kadınları da kapsamaktaydı. Öyle ki bu yeni yapılanmada yazı yazan ve okuyan kadınlar da eksik olmamıştır.

Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu sıralarda Müslümanlar kutsal kitaplarını Hz. Peygamber veya muallimler vasıtasıyla ezberliyorlardı. Hz. Peygamber gelen vahyi tebliğ etmekte, canlı ve hayatla iç içe kişiliği ile Kur’ân-ı Kerîm’i hem haliyle hem de kavliyle tefsir etmekteydi .

Zerkeşî bu noktadan hareketle bazı sahabîlerin belli bir ilim sahasında mütehassıs olduğunu söyler. Mesela Hulefâ-i Râşidîn, İbn Abbas, İbn Mes’ûd, Zeyd b. Sabit, Ebû Musa el-Eş’ârî, Abdullah b. Zubeyr Ku’ân ve ilimleri hususunda daha o devirde temeyyüz etmişlerdi.

Ancak onların ve fethedilen bölgelere muallim olarak gönderilen sahabîlerin bütün gayretleri talebe yetiştirmeye, yani İslâm Peygamber’inin maarif siyasetini oralara taşımaya yönelik olmuştur. Dolayısıyla hem Hz. Peygamber döneminde hem de ashab döneminde Kur’ ân ilimlerinin telifine gerek duyulmamıştır. Çünkü nüzulü müşahede edenler, bizzat İlk Muallimin tedrisinden geçenler o sıralar hayattadır ve düzgün konuşma alışkanlıklarını henüz muhafaza etmektedirler. Mesajı anlayabilmekte veya anlayamadıklarını soracak kimseleri bulabilmektedirler. Kur’ân-ı Kerîm’le karıştırılabilir endişesiyle telif hareketine sıcak bakmamaktadırlar.

“Ulûmu’l-Kur’ân” olarak adlandırılacak olan bahisler Hazreti Peygamber ve ashabı tarafından bilinmekteydi. Çünkü bu bahislerin hepsi iki kaynağa dayanmaktadır.

1.       Arap dili (Garibu’l-Kur’ân, İ’câzû’l-Kur’ân, Mecâzu’l-Kur’ân...).

2.       Gözleri önünde cereyan eden hâdiseler . (Hz. Peygamber’in tefsiri, esbâb-ı nüzul, muktezây-i hal, vucûhu’l-Kur’ân...).

Hz. Peygamber ve sahabe Kur’ân-ı Kerîm’i hem sözleriyle hem de eylemleriyle tefsir etmişlerdi. Yani yaşanan hayata uyarlamışlar, onun ahkâmını elle tutulur, gözle görülür bir hale koymuşlardı. Bu durum elbette gelecek nesillerin de yapması ve gerçekleştirmesi gereken bir görevdi.

Mushafın çoğaltılması de kıraat ilmi ve resmu’l-Kur’ân ilminin ele alınan ilimler olduğu bilinmektedir . Kur’ân’ın lügâvî yönden ele alınması ise Ebu’l-Esved ed-Duelî’nin Kur’ân’a noktalama ile hareke koymasıyla başladı. Böylece İ’râbu’l-Kur’ân ilmi neşet etmiş oldu. Ayrıca esbâb-ı nüzul, Mekkî-Medenî, nâsih-mensuh ve garîbu’l-Kur’ân ilimleri ilk tedvin edilen, kayda geçirilen Kur’ân ilimleridir.

Kur’ân ilimleri sahasında eser vermiş müelliflerin listesini veren kitaplara bakıldığında tedvin döneminin başlarında âlimlerin, Kur’ân ilimleri terimini sözlük anlamında ele aldıklarını ve Kur’ân-ı Kerîm ile alâkası bulunan bütün bilgilere delâlet eden bir anlam yüklemiş bulundukları tespit edilmektedir.

Kur’ân ilimlerinin bütününü kapsayacak yani bu ilimlere Zerkânî’nin deyimiyle “fihrist ve delil” olacak bir ilim kavramına ihtiyaç doğmuştur. Çünkü hadis ilmi sahasında yapılan çalışmalar ve ortaya konulan eserler bu ihtiyaca yön verecek, ilham kaynağı olacak düzeyde ve mahiyette idi.

İşte bu sebeplerle “Ulûmu’l-Kur’ân” başlığı altında Kur’ân ilimlerinin tek bir eserde muhtasar olarak toplanması zarureti hasıl oldu. Bunu ilk gerçekleştiren ise Zerkeşî olmuştur. Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân isimli eserinde 74 Kur’ân ilmini ele alıp incelemektedir. Onun takipçisi Suyûtî ise el-İtkânfî Ulûmi’l-Kur’ân isimli eserinde 80 Kur’ân ilmini inceler.

 

KUR'ÂN İLİMLERİ VE TEFSİR İLİMLERİ KAVRAMLARI

a. Kur'ân İlimleri Kavramı

Ulumu’l-Kur’an kavramı bugünkü şekliyle ilk olarak Zerkeşi tarafından ortaya konulmuştur. İbn Teymiyye Kur’ân ilimlerini, "Kur'ân'ın anlaşılmasına yardımcı olan küllî kurallar" olarak tanımlamaktatır. Taberî, İbnu Berrecân el-Lahmî ve Zerkeşî;  Kur'ân ilimlerinden kast olunan "üç şeydir" diyerek esasta aynı fakat ibareleri farklı tasnifler yapmışlardır. Zerkeşî'nin muasırı Şâtibî "Kur'ân ilimleri" kavramından "Kur'ân-ı Kerîm'e izafe olunan ilimler olarak bahseder. Ona göre Kur'ân-ı Kerîm'e izafe olunan ilimler birçok bölüme ayrılır. Muhyiddin el-Kâfiyecî'nin eserine, "Birinci Bab: Kavramlar hakkındadır" diyerek başlaması Kur'ân ilimlerinde hadîs usûlüne benzer bir yol izlendiğini göstermektedir. Suyûtî, el-İtkân fi Ulûmi'l-Kur'ân isimli eserinde iki selefinin -Zerkeşî ve el-Burkînî'nin- metodunu takip ettiğini söyler. Suyûtî, Kur'ân ilimlerini üçe ayırır:

1.       Allah Teâlâ'nın zâtına mahsus eylediği kısım.

2.       Peygamberine öğrettiği kısım.

3.       Peygamberine öğretmekle birlikte Kitab'ına açık-gizli yerleştirdiği ve öğrenimini emir buyurduğu kısmı. Suyûtî bunu da ikiye ayırır:

a.       Sema metodundan başka söz söylemenin câiz olmadığı kısmı: Esbâb-ı nüzul, nâsih-mensûh, kıraat ilimleri gibi.

b.       Tedebbür, istidlal, istinbat, istihraç yapılabilecek kısım.

Zerkânî'de "Ulûmu'l-Kur'ân" kavramını şöyle tarif etmektedir: "Kur'ân olması, hidayet rehberi oluşu, veya i'câzı açılarından Kur'ân-ı Kerim'le alâkalı olan bütün ilimler "Ulûmu'1-Kur'ân'dandır." O halde Kur’an ilimleri, konusu her yönüyle Kur'ân-ı Kerîm olan,  Kur'ân'la ilgili veya Kur'ân'ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur'ân'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır.

 

b. Tefsir ilimleri Kavramı

Kur'ân ilimleri, kapsamı çok geniş olan bir kavramdır. Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili ilimlerden ve araştırmalardan oluşur. Dolayısıyla konusu her yönüyle Kur'ân-ı Kerîm'dir. Tefsir ilmi ise, Kur'ân-ı Kerîm'in izahını amaçlayan bir ilimdir. Yani İlmu't-Tefsir veya İlmu Tefsîri'l-Kur'ân, Kur'ân-ı Kerîm'i her bakımdan (gramer, belâgat, tarih vs.) tetkik edip açıklamaya ve bildirmeye yarayan ilimdir. Bu ilmin de konusunu Kur'ân-ı Kerîm teşkil eder.

Muhammed Ebû Şahbe, Kur'ân ilimlerinin ilk tedvin edileninin tefsir ilmi olması pek tabiî bir olgu olarak görür. Çünkü Kur'ân'ın anlaşılmasında ve Kur'ân üzerine tedebbür etmede bu ilim temeldir. Ayrıca ahkâmın istinbâtı ile helâl ve haramın bilinmesi bu ilimle mümkün olmaktadır.

Kur'ân ilimlerinin çoğu tefsir ilmine yardımcı ilimlerdir diyen Dr. Adnan Zarzûr ise şunları söyler: 'Kur'ân ilimlerinin çoğu, Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yönünün tefsiri etrafında dönmekte veya bu yönlerinin Şerhini kapsamakta veya ona imkân hazırlamaktadır.

Kur'ân ilimleri ve tefsir ilimleri kavramları tedvin döneminin başlarından itibaren aynı manâda kullanılmışlardır. Ez-Zerkeşî'nin Kur'ân ilimlerini tek bir kitapta ve bütün konularını kapsayacak şekilde toplaması ile bu iki kavram arasında bir farkın ortaya çıkarmaktadır. Tefsir ilimleri artık müfessirin Kur'ân tefsirine yöneldiğinde bilmesi gereken ilimleri kavram olarak ifade ederken, Kur'ân ilimleri daha kapsamlı bir mefhum olarak Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili bütün ilimleri ve bu ilimlerle ilgili umumî kaideleri içeren bir kavramı ifade etmektedir.

 

KUR'ÂN İLİMLERİ ARASINDA ESBÂB-I NÜZUL İLMİNİN YERİ

Kur'ân ilimlerinden biri olarak esbâb-ı nüzul ilmi, İslâmiyet'in ilk asrından bu yana Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında önemli bir ilim olarak mütalaa edilmiştir. Sahabe ve tâbiûn dönemlerinde bu ilmin müstakil olarak ele alındığı ve Kur'ân-ı Kerîm'i anlama gayreti içine girenlerin mutlaka bilmesi gereken bir ilim olarak zikredildiği görülmektedir.

Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulünü müşahede etmiş olmalarını daima ön plana çıkaran sahabe, esbâb-ı nüzulü çok kullanmaktadır. Bu gayet doğaldır. Çünkü onların ilmî gayretlerinin hedefinin Kur'ân-ı Kerîm'ı anlamak ve yaşamak olduğu tarihî bir gerçektir.

Sahabe her âyetin nüzul sebebini bilmek iddiasında olmamıştır. Bir insan için bunca geniş zaman diliminde ve muhtelif mekânlarda nâzil olmuş âyetlerin sebeplerini ihata etmek elbette imkânsızdır. Bilgin sahabilerin her nüzul sebebini bilme, her âyeti tefsir edebilme gibi bir iddiaları da olmamıştır. Onlara bu alanda yöneltilen sorulara "bilmiyorum" cevabını vermeleri bunu ifade eder. Esbâb-ı nüzul ilmi naklî ilimlerdendir. Dolayısıyla bilgin sahabîler tarafından tabiîlere "öğretim (talim) yoluyla sözlü olarak" aktarılmıştır. Tâbiîlerin Kur'ân-ı Kerîm'i bilen âlimler olarak tanınmış bilginleri, esbâb-ı nüzule vâkıf olduklarını ve bu ilmi hangi sahabîden aldıklarını söylemektedirler.

 

ESBÂB-I NÜZUL İLMİNİN TANIMI

Bir âyetin sebeb-i nüzulü bu hadisedir dendiğinde “Âyetin varoluşu, indirilişi o hâdise sebebiyledir” denmek istenmez. Çünkü Kur’an-ı Kerim, insanların kurtuluşu için hidayet rehberi olarak gelmiştir.

Esbab-ı Nüzul için şu tanımlar yapılmaktadır:

Vahidî:  Kurân-ı Kerîm’in anlaşılmasına imkân sağlayan çok güvenli bir yoldur.

Zerkeşî ise Kur’ân-ı Kerîm tefsirinde bilmeye muhtaç olduğumuz bir ilim olarak takdim eder. Ona göre esbâb-ı nüzul ilmini tarih ilminin gidişatıyla benzer görmek ve bu sebeple ondan bir fayda beklememek hatalı bir tavırdır.

Suyûtî’ye göre esbâb-ı nüzul, hadisenin vuku bulduğu günlerde âyetin nazil olması durumunda gerçekleşir.

Kâfiyecî ise şöyle demektedir: “Nüzul sebebine gelince o, Kur’an’ın iniş sebebidir.

Şâtibî, esbâb-ı nüzulü “muktezây-ı hali bilmek” olarak tanımlar.

T. İbn Âşûr esbâb-ı nüzulü “âyetlerin hükmünü beyân etmek, onunla ilgili olayları hikâye etmek, reddetmek veya benzeri maksatlarla indiği rivayet olunan hadiseler” şeklinde tarif eder.

Zerkâni esbâb-ı nüzulü şöyle tarif etmektedir: Vukû bulduğu günlerde ondan bahseden veya onun hükmünü açıklayan âyet veya âyetlerin inmesine sebep olan ve Hz. Peygamber zamanında meydana gelmiş bir hadîse veya O’na yöneltilmiş bir sorudur.

Buraya kadar yapılan tanımlarda açıklanması gereken bir nokta vardır. O da bir hadîse veya sorunun akabinde âyetin inmesi şartının öne sürülmüş olmasıdır. Burada önemli olan âyetin muhtevasının hadiseyi kapsamasıdır. Yoksa hadisenin hemen ardından doğrudan inzal edilmesi, veya bir müddet sonra inmiş olması arasında bir fark yoktur.

Böylece esbâb-ı nüzule dahil olmayan bazı rivâyetleri ayırmak mümkün olmaktadır. Bu rivâyetler şunlardır:

1.       Geçmiş ümmetlere ait tarihî malûmat,

2.       Geleceğe ait haberlerdir.

Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebebi nüzul denir.

Bu tarifte esbâb-ı nüzul kavramı sınırlanmış (nüzul ortamında meydana gelen ve o ortamı resmeden bir hadîse), belirlenmiş (vuku bulduğu günlerde nazil olmuş âyet veya âyetler), ve içeriğini kuran belirtiler gösterilmiştir.

 

DOĞUŞU VE GELİŞİMİ

Kur’an-ı Kerim’in ilk muhatabı olan o dönemin Arab’ının kültürel hayatında sebep teriminin yerini tesbit etmek, esbabı nüzulün kaynaklandığı bir temele ulaştırabilir. Söz ve söz sanatlarının çok önemsendiği bir toplumda Araplar, hayat tecrübesine ait yaşantıları sebebiyle söyledikleri sözü veya şiiri benzer olaylar için daima tekrarlamışlardır. Dolayısıyla birçok edebi ürün, bir sebep sonucu vücut bulmuş olmaktadır. Arap, bir darb-ı mesel’i veya şiiri, onların varoluşuna sebep olan hadiseye benzeyen her sosyal ve psikolojik durum ve ortamda hatırlamakta ve söylemektedir.

Tedricî inişi sayesinde Kur’ân-ı Kerîm, insan kalbine ve şuuruna derinden nüfuz etmek imkânını bulabilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in i’cazı Arab’ın edebî geleneklerini, edebî zevklerini harekete geçirmiştir. Kurân’ın bu i’câzî yönü Araplar’ı, edebî geleneklerini ve edebî zevklerini Allah’ın kelâmını anlamada kullanmaya yöneltti.

Kur’ân-ı Kerîm’i anlamada Arab diline vukufiyetten başka eski Arab şiirini de bilmek lazım geldiğini, zira eski Arab şiirinde kullanılmış bulunan bazı garîb kelimelerin, Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı kelimelerin anlaşılmasına yardım edebileceğini bir kısım sahabe bilmekteydi.

Tabiun döneminde de esbab-ı nüzul rivayetleri toplanmaya devam edilmiştir. İslamiyet’e yeni giren kavimler ve elh-i kitapla olan münasebetleri sebebiyle rivayetlerde artış olmuştur. Esbab-ı nüzul rivayetleri sonraki nesillere, öğretim ve sözle ağızdan nakledilmeye devam etti.

Hz. Muhammed’in vefatından sonra yeni Müslüman olanlara bu benzeri olayların açıklanması gerekiyordu. Daha önceki peygamberlere dair kıssalar hakkında da birtakım açıklamaların yapılması icab ediyordu. Toplum üyelerinin çoğu belki bu kıssalar hakkında bazı şeyler biliyorlardı ama onları daha iyi bilen Müslümanlar bu bilgi boşluklarını doldurabilir ve bu konudaki hataları düzeltebilirlerdi. Tedvin dönemine böyle gelinmiş ve ilk tefsirler yazılmaya başlanmıştır. Bu tefsirlerin ekseriyetinin rivâyet tefsiridir.

İlk müfessirler ayetin tefsirine sebeb-i nüzulünü zikrederek başlamayı adet edinmişlerdir. Rivâyet çokluğu sebebiyle ayetin muhtevasına münasip gördükleri rivâyetleri naklediyorlardı.

Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin ilk kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değildir. Hadîs mecmuaları tefsirlerden önce telif edilmiş ve bu eserlerin bir bâbı da tefsire ait olmuştur. Bu bâblar hemen hemen sebeb-i nüzule tahsis edilmiş gibidir.

 

ESBAB-I NÜZUL ESERLERİNİN TELİF SEBEPLERİ

1.       Sahabenin nüzul sebeplerini bilmekle övünmeleri, yani önemi vurgulanmış bir ilim olması

2.       Bu bilgiyi sonraki nesillere ve onların da sonrakilere nakletmelerini sağlama

3.       Tedvin dönemi ve hadis mecmualarına, tefsir eserlerine girmesi, yazılı olarak kaydedilmesi

 

ESBÂB-I NÜZULÜ BİLMENİN YOLU

Esbâb-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir. Dolayısıyla bu alanda ictihada mahal yoktur. Yani nüzul sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme veya görme suretiyle bilinebilen ve sahabîden gelen rivâyettir. Bu rivâyet adeta Hazreti Peygamberden bildirilmiş hükmünde kabul edilir. Bunun için hadîs usûlünde hükmen merfû sayılır.

Sahabenin bu tecrübesine onlardan ilim almak suretiyle iştirak eden tabiîler de esbâb-ı nüzul rivâyetleri nakletmişlerdir. Bu rivâyetler hadîs usûlünde mürsel hükmündedir. Dolayısıyla esbâb-ı nüzulü bilme açısından onlar da sahabeden sonra kaynaktırlar. Ancak bu kabil rivâyetlerin bazı şartları haiz bulunmaları gerekmektedir.

 

HADİS USÛLÜ AÇISINDAN ESBÂB-I NÜZUL RİVAYETLERİ

Bilindiği gibi ayetlerin nüzulünü yakından müşahede edenler sebeplerini bilip nüzul keyfiyetinden bahsedenler sahabiler olmuştur. Bunların bu husustaki haberleri ‘el-hadîsu’l-musned’ addolunmuştur. Musned hadîsler, “zahiren muttasıl bir senet ile sahabînin Rasûlullah’a ref ettiği haber’lerdir. Buna göre, bir hadîsin musned olabilmesi için iki şart vardır: Senedin ittisali ve merfu olması.

Peygamberimizin, Kur’ân’ın hemen hemen tamamım izah ettiğini kabul edenler, umumiyetle sahabe tefsirinin hükmen merfû olduğunu kabule mütemâyildirler. Mesela îbn Teymiyye bu görüştedir. Sahabenin sebeb-i nüzul dışındaki tefsir rivayetleri ise mevkuf haberler olarak mütalaa edilir. Mevkûf ise sahabeye ait söz, filil ve takrirlere denir. Ancak sahabeden rivâyet edilen bu gibi haberler, Hz. Peygamber zamanına izafe edilirse veya Hazreti Peygamber’den öğrenilen herhangi bir meseleye istinat ederse, bunlara merfu denilir.

Sahabeye mevkuf tefsirin özellikle sebeb-i nüzulün Hz. Peygamber zamanına izafe edilmesi ref’ yoluyla olmuyorsa, sahabînin içtihat ettiği sabit olur. Sahabe de içtihadında diğer müctehidler gibidir. Çünkü hüküm re’ye dayanmaktadır. Ehlinden sâdır olunca bir re’y diğerine tercih edilemez; her ictihad aynı derecede muteberdir.

Sahabenin sebeb-i nüzul dışındaki tefsirleri, belâgat ve fasâhatta zirvede bulunmaları sebebiyle Arapça’ya ve kelimelerin delâlet ettiği manâlara vâkıf olmalarından kaynaklanabileceği gibi bir şer’î hükümle de alâkalı olabilir, işte bu tefsirlerin hepsi ictihad alanında cereyan eder. Dolayısıyla bu kabil tefsirlere, merfû diyemeyiz.

Sebeb-i nüzul rivâyetlerini incelendiğinde bir kısmının da tâbiûn’dan geldiğini görülür. Hadîs usûlünde tâbiûnun bu kabil rivâyetlerine mürsel denilmektedir. Mürsel hadîs: Birçok sahabîye mülâki olmuş tâbiûnun, Rasûlullah şöyle dedi, yahut şöyle yaptı gibi sözlerle rivâyet ettiği ve senette sahabî atlanmış bulunan hadîstir. Bir diğer ifadeyle sahabînin ismini anmaksızın tâbiînin hadîsi ref’ etmesidir.

 

ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN KALIPLARI

Rivâyet sıygalarım (kalıplarını) iki ana başlık altında incelemek mümkündür.

1.       Sebep ifade etmede “nass” olan rivâyetler.

2.       Sebep ifade etmede “nass olmayan” rivâyetler.

 

Sebep İfade Etmede Nass Olan Rivâyetler:

1.       “Sebeb-i nüzul” ibaresi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları içinde kalan rivâyetlerdir.

2.       “Sebebi budur” denilerek yapılan rivâyetlerdir: Bu âyetin nüzul sebebi şöyledir. Bu âyetin nüzul sebebi şudur.

3.       Sıyga, nüzul sebebi olduğunu gösterir. Başka bir tarafa hamledilemez.

4.       “Şu olay vuku buldu da...” denilerek yapılan rivâyette olay anlatıldıktan sonra “ “Fe” harfi ile başlayan ibareler

5.       “Sebeb” ifadesinin kelâmın gelişinden ve ibaredeki açık bir delilden anlaşıldığı rivâyetler:  Rasûlullah’a şu mesele hakkında soruldu da…. Bu grup rivayetlerde “sebeb-i nüzul” ibaresi ve “Fe” zikredilmeyebilir.

 

Sebeb ifade Etmede Nass Olmayan Rivâyetler

1.       “Sebeb”i budur denilerek yapılmayan, olay anlatıldıktan sonra “Fe” gelmemiş ve kelâmın gelişinden nüzul sebebi rivâyeti olduğu anlaşılamayan rivâyetler. Bu rivâyetlerde sıyga, sebebin ihtimal dahilinde olduğu ifadesini taşır.

2.       “Sıyga”dan rivâyetin kesinlikle nüzul sebebi olduğu anlaşılmaz; sadece âyetin içerdiği manâ ve manâlardan birini beyân ettiği anlaşılır .

3.       Âyet şu olay hakkında inmiştir. Âyetin şu olay hakkında indiğini zannediyorum, Âyetin ancak şu olay hakkında indiğini zannediyorum

4.       Bu ayetten Allah’ın muradı budur, Ayet şu hususa delalet etmektedir ibareleri de bu gruptandır. Açık tefsir ibareleri olarak tanımlanırlar.

5.       Yukarıda bu grup rivayetlerde sıyga, sebebin ihtimal dahilinde olduğu ifadesini taşır denilmişti. Bunun anlamı; Bu konu hakkında ibaresi hem sebeb-i nüzul ve hem de tefsir ibaresi olabilen bir sıyga olmasıdır. Peki hangisinin murad olunduğunu nasıl anlayabileceğiz? Dihlevi bu ibarenin kullanıldığı yerleri sayarken bu soruya da cevap vermiş olmaktadır. Hz. Peygamber zamanında veya O’ndan sonra meydana gelen ve ayetin muhtevasının geçerli olduğu hâdise hakkında kullanılabilir. Hz. Peygamber zamanında vuku bulmuş bir hâdise ve bu hâdise dolayısıyla Hz. Peygamber’in hükmünü istinbat eylediği âyeti, bu mevzuda tilavet buyurması mümkündür. Aynı durun, sahabe için de söz konusudur. Dolayısıyla “Bu âyet şu olay üzerine indi” ve “Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti inzal buyurdu” kalıpları Hz. Peygamber veya sahabîlerin istinbâtına işaret etmektedir. İbn-i Teymiyye bu durumu onların sanki “bu âyetle şu murad olunmuştur demek istedikleri şeklinde açıklamaktadır.

6.       Müfessirlerin “Nezelet hezihilayet fi keza” gibi ibarelerle ilgili olarak Zerkânî, bu ibarelerde “nass olabilecek bir cihet olmadığını” söyler.

 

ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN TASNİFİ

Esbâb-ı nüzul rivâyetleri şu şekilde sıralanabilir:

1.       Esbâb-ı nüzul rivayetleri “vürûdu” itibariyle tasnif etmek,

2.       Bir âyet için çeşitli sebepler zikredildiğinde hadîs usûlü kriterleri uygulanarak yapılan tasnif,

3.       Şah Vehyullah Dihlevî’nin tasnifi,

4.       Tahir b. Aşur’un senedi sahih olan esbab-ı nüzul rivayetlerini beş kısma ayırması

5.       Esbâb-ı nüzul rivâyetlerini nevüleri açısından tasnif etme:

e1. Esbâb-ı nüzul rivâyetleri,

e2. Tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri, değerlendirmeleri

Dihlevi ve T. İbn Aşur’un yaklaşımları geleneksel yaklaşımı aşan çabalar olarak nitelendirilebilir. Özellikle Şah Veliyullah ed-Dihlevi’nin söyledikleri Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması bağlamında önemli kriterler içermektedir. Son tasnif ise yeni bir yaklaşım olarak Kur’ân ilimleri bilginlerinin genel hatlarıyla yaptıkları tasnifdir. Fakat sistemli bir şekilde ifade edilmediği için esbâb-ı nüzul rivâyeti ile tefsir rivâyeti arasındaki fark ve Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması çabasında nasıl değerlendirileceği gereğince açıklanmamıştır.

 

a. Vürûdu İtibariyle Tasnif Etme

Esbâb-ı nüzulü vürûdu itibariyle kısımlara ayırmak mümkündür. Çünkü Kur’ân ayetlerinin bir kısmı bir sebebe binâen nâzil olmuştur. Ekseriyeti ise bir sebebe mebni olmaksızın “ibtidâen” nâzil olmuştur. Bu kısımlar ise şunlardır:

1.       Soruya cevap olarak vârid olanlar:

a. bir sual sorma,

b. Fetva istemek maksadıyla sorma.

 

2.       Hükmü beyân maksadı ile varid olanlar:

a. bir hal veya durum sebebiyle,

b. bir hâdisenin meydana gelmesi sebebiyle.

 

b. Hadîs Usûlü Kriterleri Uygulanarak Yapılan Tasnif

Bir âyet için çeşitli sebeb-i nüzuller zikredilirse hadîs usûlünde rivâyetlerin tenkit edilmesinde uygulanan yönteme göre tasnif yapılabilir.

3.       Rivâyetlerden biri sahîh, diğerleri sahih değildir. Bu durumda bir problem söz konusu olamaz. Çünkü hadîs metodolojisi uygulanarak “sahih” olan rivayet bulunur.

4.       İki rivâyet de sahihtir; bir rivâyet için tercih sebebi vardır. Mesela nüzul ortamında cereyan eden hadiseyi bizzat gören ve yaşayan râvinin naklettiği veya ondan nakledenin rivayeti tercih edilir.

5.       İki rivâyet de sahîh, biri için “tercih sebebi” yok, fakat iki rivâyet arasında “cem” yapmak mümkün (iki hadisenin zaman bakımından yekdiğerine yakın olması şartı ile). Bu durumda sebebin taaddüt ettiğine hükmedilir.

6.       İki rivâyet de sahîh, biri için tercih sebebi yok, aralarının cem edilmesi mümkün değil (iki hadîse arasında zaman farkı sebebiyle), o halde nüzulün tekerrür ettiğine hükmedilir”.

 

Şah Veliyyullah Dihlevi’nin Tasnifi

Sebeb-i Nüzul rivayetlerini iki kısma ayırmıştır. Birinci kısım rivayetleri bilmek gerekli ancak ikinci kısım rivayetleri bilmek gereksizdir.

1.       Kur’an-ı Kerim metninde hususi durumlarına ima bulunan gazveler ve benzeri kıssaların bilinmesi

2.       Kur’an metnindeki umumi ifadeyi tahsis etmeye sebep olacak kıssa veya kelamın zahirinden çevrilmesi vecihlerinden biri dolayısıyla ortaya çıkan problemi yani ayetten maksud olanı anlamak ancak sebebi nüzulü bilmekle mümkündür.

 

Tahir b. Aşur’un Tasnifi

Tahir b. Aşur, senedi sahih olan esbab-ı nüzul rivayetlerini beş kısma ayırmıştır:

1.       Âyet ve maksûdunun anlaşılması, sebeb-i nüzulü bilmeye bağlıdır. Mübhematü’l Kur’an tefsirleri, özel bir durum dolayısıyla gelen ayetler ve Metninde “Amenen Nas” ibaresi bulunan ayetler.

2.       Ahkâmın teşriine sebep olan hadîseler kısmıdır. Bu hadiselerin özelliği mücmel olanı beyân ermesidir. Âyetin medlûlüne tahsis, ta’mim veya takyîd yönlerinden muhalif bulunmamasıdır.

3.       Bir ferdin işlemesi ile birlikte insanî yapıp-etmeler cümlesinden olan, dolayısıyla da çok sık meydana gelen hadîseler kısmıdır. Âyet, böyle hadiseleri ilan etmek, hükümlerini açıklamak ve bu hatalı fiili işleyen insanı uyarmak üzere nâzil olmuştur.

4.       Nüzul ortamında birçok hâdise olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm, bu hadiselerden önce veya sonra nazil olmuş ve manâları bu olaylarla ilişkili veya benzer âyetler içermektedir.

5.       Mücmel olanı beyân eden ve müteşâbih olma ihtimalini uzaklaştıran kısımdır. Ayetlerin birbirleriyle münasebet yönlerini açıklayan rivâyetler de bu kısımdandır.

 

Esbâb-ı Nüzulü Nevileri Açısından Tasnif Etme

Esbâb-ı nüzul rivâyetleri:

Bu rivâyetler nüzul ortamına ait suretlerdir. O ortamın özelliklerini yansıtırlar. Mutlaka musned-merfû hadîs olmalı ve “sıhhat” şartlarını taşımaları gerekir.

 

Tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetleri:

Bu rivâyetler, âyetin anlaşılma çabası sürecinde manâsının kapsamana giren re’y ve ictihad ile misal getirmeye imkân veren rivâyetlerdir. Rivâyetlerin sıygaları ve üslûplarından anlaşılacağı üzere râvi,

1.       nüzul asrında vuku bulmuş bir olaya,

2.       kendi dönemlerinde meydana gelen bir hâdiseye anlamı uygun düşen bir âyeti kendi yargısı, re’yi ile alâka kurarak nakletmiştir.

 

ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNDE İHTİLAF EDİLMESİ

Tefsirde iki türlü ihtilaf vardır:

1.       Nakle dayanan ihtilaf: Sahih, zayıf ve uydurma haberlerden kaynaklanan ihtilaf.

2.       İstidlalden doğan ihtilaf: Nakle dayanmayan ve akılla (re’y ve ictihadla) yapılan yorumlardan kaynaklanan ihtilaf.

Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf edilmesi iki temel sebepte toplanabilir:

1.       Her âyete sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebedîleştirilmesi, israilî haberler ve uydurma rivâyetlerin esbâb-ı nüzul alanına dahil edildiği görülmektedir. Örnekler: İsrailoğulları’nın sığırının erkek mi dişi mi olduğunu, Ashâb-ı Kehf’in köpeğinin rengi alacalı mı yoksa kırmızı mı; Nuh’un gemisinin büyüklüğü ve tahtası gibi şeyleri beyan eden rivâyetler.

2.       Esbâb-ı nüzul rivayetleri nüzul ortamına ait olanlar ve tefsir için yapılan değerlendirmeler olarak tasnif edilmezse bu rivayetler de ihtilafa sebep olmaktadır. Nüzul ortamında cereyan etmediği halde bir hâdise o döneme mâl edilebilmektedir. Veya sahabenin, tâbiûnun tefsir için kendi re’y ve içtihadı ile yaptığı bir sebeb-i nüzul değerlendirmesi, aynı şekilde nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.

 

ESBÂB-I NÜZULLE İLGİLİ MESELELER

Esbâb-ı nüzul ilminin alanı dahilinde bazı problemli hususlar vardır. Bunlardan ikisi taaddüt ve taahhür meseleleridir. Bir diğeri ise nüzule sebep olan hâdise dolayısıyla inen âyetin bu hâdiseye hâs mı olduğu, yoksa umum mu ifade edeceği meselesidir.

 

TAADDÜT MESELESİ

Rivâyetlerin arasını te’lif edemeyen veya birini tercih edecek sebep bulamayan âlimler, bu âyetler için nüzulün taaddüt ettiği tezini öne sürmüşlerdir. Nüzulün taaddüt ettiğine dair rivâyetlerde iki türden bahsedilmektedir. Birçok nüzul sebebi dolayısıyla bir âyet nâzil olmuş ise buna “sebebin taaddütü” denilmektedir. Tam tersi bir durumda, yani birkaç âyet tek sebep için inmiş olabilir. Bu durum da “nüzulün taaddütü” olarak ifade edilmektedir.

 

Nüzul Sebebinin Taaddütü

Taaddüt meselesinin varlığından söz edilen rivâyetler mutlaka sahih rivâyetler olmalıdır. Dolayısıyla sebep ifade etmede nass olan rivâyetlerden olmaları gerekmektedir. Böyle bir durumda hüküm, sebebin taaddüt etmesidir. Çünkü durum bunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca bu hükmü engelleyecek bir mani de bulunmamaktadır.

Zerkânî’ye göre iki rivâyet:

a.       Sıhhat bakımından eşitse,

b.       birini tercih etmek için sebep yoksa,

c.        iki sebebin de bilfiil vuku bulması dolayısıyla aralarını cem etmek mümkün oluyorsa;

ayet bu iki hâdisenin akabinde nazil olmuştur. Burada önemli bir şart vardır. O da iki hâdisenin zaman bakımından yakınlığıdır. Örnek: Nûr sûresinin 6-9. âyetlerinin nüzul sebebi olarak zikredilen hâdiselerdir. İlk rivâyete göre Hilâl b. Umeyye, Hz. Peygamber’in huzurunda karısını zina etmekle itham etti. Hz. Peygamber onu delil getiremezse hadde maruz kalacağı şeklinde uyardı. Fakat Hilâl: “Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki, ben doğru söylüyorum ve Allah da sırtımı hadden kurtaracak vahyi mutlaka indirecektir”, diyerek karşılık verdi. Bu sırada Cibril hemen iniverip, ona âyet-i kerîmeleri getiriverdi.

İkinci rivâyete göre Uveymir, kabilesinin lideri olan Âsim b. Adiyy’e gelip bir adam karısıyla birlikte birisini bulup öldürürse, onu öldürdü diye ona kısas uygulanıp uygulanmayacağını kendisi için Hz. Rasûlullah’a sormasını istedi. Âsim da O’na sordu. Ancak Hz. Peygamber böyle sorular sorulmasını ayıpladı. Uveymir durumu öğrenince Hz. Peygamber’e giderek sordu. Hz. Peygamber: “Senin ve karın hakkında âyetler nâzil oldu” buyurdu .

Üçüncü rivâyette ise Ensâr’dan biri, karısını zinâ halinde yakalayan adamın halini tasvir ederek bu adamın ne yapması gerektiğini Hz. Peygamber’e sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Allah’ım! bu konuda hüküm beyan et”, diye dua etmeye başladı. Bunun üzerine Liân âyeti nâzil oldu.

İşte sebebin taaddüdü Zerkânî’nin açıklamasına göre böyle oluşmaktadır.

 

Nüzulün Taaddütü

Bununla, bir hâdise sebebiyle birden çok âyeti kerîmenin nâzil olması murad olunmaktadır. Usûlcü âlimlerimiz ve müessirlerimiz buna “sebep bir iken inen çoğaldı” derler. Örnek: İki âyetin nâzil olmasına sebep olan bir hâdise şudur: Hz. Peygamber bir ağaç gölgesinde oturuyordu. Yanında Müslümanlardan bazı kimseler vardı. Yanındakilere: “Şimdi size biri gelecek, size şeytan gözüyle bakacak. Size geldiği zaman sakın onunla konuşmayın”, buyurdu. Derken çok geçmeden, tek gözü kör, diğeri mavi, bir adam karşılarına çıkageldi. Hz. Peygamber onu görünce, çağırdı ve ona: “Sen ve arkadaşların bana niçin sövüyorsunuz?” diye sordu. O zaman adam: “Beni bırak da sana onları getireyim”, diyerek oradan uzaklaştı. Onları Hz. Peygamber’in huzuruna çağırdı. Hepsi de Hz. Peygamber’in huzurunda ona sövmediklerine, böyle bir şey yapmadıklarına yemin ettiler.

 

HÜKMÜN VEYA NÜZULÜN TAAHHÜRÜ MESELESİ

Bu meseleden bahseden iki âlim Zerkeşî ve Suyûtî’dir. İlkinin söyledikleri aynıyla ikincisinde tekrar edilmiş ve bazı ilaveler yapılmıştır. Zerkeşî nüzulün, hükümden önce olabileceğini şöyle ifade eder: Örnek: A’lâ Suresi 14. âyetidir: Bu âyetle, Beyhâkî’nin İbn Ömer’den rivâyet ettiğine göre fıtır sadakasına istidlâl olunmuştur. Halbuki bu âyet Mekkî’dir. Mekke döneminde ise ne fitre sadakası ne de bayram vardır.

Bagavî bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Nüzulün hükümden önce olması mümkündür.” Misal olarak da Beled 1-2 âyetlerini zikretmektedir.  Bagavî’ye göre Mekkî olan bu âyetteki “حل” sözcüğünün anlamı, Mekke’nin fethi gününde zâhir olmuştur. İbn-i Abbas’ın rivâyet ettiğine göre Hz. Peygamber o gün, “Bana Mekke’de (müşriklerle) harp etmek, gündüz vakti bir süre için mübah kılınmıştır” demiştir.

Suyuti ise bu meseleyi iki yönlü olarak ele alır. O, önce hükmün taahhürünü sonra nüzulün taahhürünü inceler. Hükmün taahhüründe Zerkeşi’nin söylediklerini nakleder. Nüzulün taahhüründe ise mevcut rivayetleri ve bunlar üzerinde yapılan yorumları kendi yorumlarıyla aktadır. Cuma namazı ve zekatın farz oluşlarıyla ilgili ayetlerin indirilişinden önce hükümleriyle amel ediliyor olmasını nüzulün taahhürü olarak açıklar.

 

UMUM-HUSUS MESELESİ

Âlimlerimizin ekseriyeti, usûlcü ve fakihlerimizin lisanında çok meşhur olan şu kuralı kabul etmişlerdir: “Muteber olan lâfzın umûmudur, sebebin husûsu değildir.” Yani o sebeplerden biri nedeniyle vârid olan “âmm” lâfız, umûmu üzere bâkidir. Buna göre nass, amm sıyga ile varid ise, nassın umumuyla amel etmek lazımdır. Bu umumi nassın vürûduna sebep teşkil eden nüzul sebebi halleri nazarı dikkate alınmaz. “Çünkü nassın umûm sıygasıyla vârid olması demek Şeriat Sahibinin, nassın hükmünün umûmî olmasını istemesi, sebebine hâs ve mahsûs olmamasını dilemesi demektir.

Örnek: Liân âyetinin (Nûr sûresi 6, 7, 8, 9, 10. âyetleri), zevcesinin zinakâr olduğunu iddia ederek, bunu şahitlerle ispat edemeyen Hilâl b. Umeyye hakkında veya bu hâdise sebebiyle inmiş olduğu rivâyet edilmiştir. Böyle olsa bile âyet, karılarının zinakâr olduğunu iddia eden bütün kocalar hakkında umûmîdir, âmmdır.

Alimlerin ekseriyeti hükmün, sebebinin hususîliğine değil, lâfzın umûmîliğine göre olduğunda icmâ vardır demektedirler. Hz. Peygamber zamanından beri sahabe ve müctehit imamların anlayış ve tatbikatı bu olmuş ve buna hiçbir zaman karşı çıkan bulunmamıştır. Çünkü hüccet nassların kendisidir, sebepleri değildir.

 

ESBAB-I NÜZULLE İLGİLİ DİSİPLİNLER (İLİMLER)

“İlimler” terimi yerine niçin “disiplinler” teriminin kullanılmasının sebebi; iki terimin tanımından kaynaklanmaktadır. İlim, bilimler topluluğu ve ilmî bilgilerin tümüdür. Disiplin ise bu bütünü oluşturan ve belirli alanlarda ihtisaslaşmış bilgiler bütünü alt bilimdir. Bu anlamda hikmet-i teşriyye, mübhemât, tenâsüb ve insicam birer disiplindir. Yani bunlar Kur ân ilimleri kavramını oluşturan belirli alanlardaki bilgiler bütünü alt bilimlerdir.

Esbab-ı nüzul ilmi hikmet-i teşriyye ve tenasub-insicam ilimleri ilişkisinde belirtilmesi gerekli en önemli husus, bu alanlarda aklın yani re’y-i ctihad’ın söz konusu olmasıdır. Bunun ihtilafa açık olması demektir.

Sahabe, sebep oluşunca, Hazreti Peygamber’e soruyor ve Şari’nin maksadını gösteren durumları da görmüş ve yaşamış oluyorlardı. Sonraları fukahanın Hazreti Peygamber’in eserlerini ve amellerini, sahabenin ve onları gören tâbiûnun fiillerini görüp öğrenmek için Medine’ye gittikleri bilinmektedir.

Tâhir b. Âşûr bu vâkıayı şöyle değerlendirir: “Böylece lâfızların delâletinde ortaya çıkan birçok ihtimali gideren durumlar açıklık kazanıyor, hikmet ve gayeleri bilmeye bağlı olarak belirlenen illetler açığa çıkıyordu.”

Selef, bazı âyetlerin manâları hakkında güçlükle karşılaştığında nüzul sebeplerine başvurarak bu hikmet ve gayelere vâkıf olmuş, böylece tereddütten kurtulmak istemiştir. Onlar bu sayede şer’i ahkâmın hikmetini de belirlemiş oluyorlardı.

Hikmet-i teşrîiyye ilmini diğer bir ifadeyle “teşri felsefesi” olarak da adlandırmak mümkündür. Çünkü hikmet kelimesi Arapça’da, Yunan dilindeki “sophia” kelimesine delâlet eden felsefe kelimesi ile eşanlamlıdır

Bu ilmi Ömer Nasuhi Bilmen “Tefsir ile Sıkı Alâkaları Olan Bir Kısım İlimler” konusunda “İlmu Ma’rifeti Hikemi’ş-Şerâi” başlığı altında inceler.

 “İslâm Dini, ilâhî dinlerin sonu ve hepsinin tamamlayıcısıdır. O halde Müslümanlıktaki dinî hükümlerin, emirlerin, nehiylerin hikmetten hâlî olamayacağı pek açıktır. Bundan dolayı birçok şer’î hükmün hikmeti araştırmak câiz, bu alanda filozofça görüşler serdedilmesi kabildir. Müfessirler eserlerinde hikmet-i teşrîiyyeye dair açıklamalarda bulunmuşlardır. Bununla beraber bazı âlimlerimiz, bu sahada müstakil eserler de telif etmişlerdir.

Mübhemâtu’l-Kur’ân ilmi nakli ilimlerdendir. Dolayısıyla sebeb-i nüzul ilminde olduğu gibi bilinmesi sadece nakle dayanır. İçtihada mahal yoktur. Zerkeşî ve Suyûtî selef âlimlerinin bu ilme çok önem verdiğini söylerlerse de bu konunun istismar edilmiş olduğu yaygın olan kanaattir.

Esbâb-ı nüzul ilmi hikmet-i teşrîiyye ve tenâsüb-insicâm ilimleri ilişkisinde belirtilmesi gerekli en önemli husus, bu alanlarda aklın, yani re’y-ictihad’ın söz konusu olmasıdır. Bunun anlamı ise bu alanların ihtilafa açık olması demektir. Lûgatçiler ise “hikmet” kelimesini şu şekilde tarif ederler: “En iyi ilim vasıtası ile, en iyi şeyin bilinmesi” ve “Eşyânın hakikatini olduğu gibi bilmek ve gereğine göre hareket etmek.”

Kâtip Çelebi hikmet ilmini şöyle tarif etmektedir: “Beşer kudretinin erişebildiği yere kadar, konunun sebeplerini (illetlerini), hakikatini aslında oldukları gibi arayan ilimdir.”

 

MÜBHEMÂTU’L-KUR’ÂN  İLMİ

Mübhemâtu’l-Kur’an ilmi Kur’ân-ı Kerîm’de müphem bırakılan bazı kelimeleri açıklamayı konu edinen ilimdir. Tanımlamada “bazı kelimeler” ibaresi ile kasdolunan ise:

a.       İsm-i işâretler,

b.       ism-i mevsûller,

c.        zamirler,

d.       cins isimler,

e.        belirsiz zaman zarflan,

f.        belirsiz mekân zarflan,

g.        belirsiz miktar bildiren kelimelerdir.

 

TENÂSÜB VE İNSİCÂM İLMİ

Âyetler ve sûreler arasındaki tenâsüb ve insicâmı konu edinen bu ilmi Zerkeşî, mantıkî bir gerçeklik ve kelâm’ın akışını düzenleyen bir olgu olarak tanımlar. Bu ilim, bağlaç (râbıt) işlevini yüklenen

a.       umumî veya hususî,

b.       aklî,

c.        hissî veya hayalî,

d.       zihnî (sübjektif) veya haricî (objektif) anlamlar üzerinde durmaktadır. Yani sûreler ve âyetler arasında birtakım irtibatlar bunlarla kurulabilir.

 

Selef âlimleri münâsebet-insicâm ilmi ile uğraşmamışlardır. Onlara göre beyân âlimleri tenâsüb-tenâsuk konusunda söylenebilecekleri incelemişler ve en güzel şekilde açıklamışlardır. O nedenle münâsebet konusunda araştırma yapmayı “tekellüf’ kabul etmişlerdir. Ancak halef âlimleri onların bu tavrına karşı çıkmışlar ve münâsebet-insicâm ilmi ile uğraşmayı pek önemli görmüşlerdir.

Kur ân okuyucusu münâsebet-insicâm hususunda sunulan ilkeler ışığında bir noktaya kadar varabilir. Ancak onun ötesine geçmemelidir. Çünkü âyetler ve sûreler arasındaki münâsebet ve insicâmı derinlemesine incelemek çok ince ve çok dikkat gerektiren bir alandır. Aksi halde zorlamaya düşülme ihtimali belirir.

 

ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Esbâb-ı nüzul ilmini inceleyen âlimlerimiz “metodik” olarak nitelediğimiz bu yön üzerinde ayrıntılı olarak durmamışlardır. Birinin önemle aldığı bir konuyu diğeri bu tartışmalara değinmeden geçebilmiştir. Halbuki esbâb-ı nüzul ilminin ve genel olarak Kur’an âlimlerinin taliplerine en yararlı bir şekilde takdim edilmesi, ancak metodik yönlerinin ayrıntılı tartışılmasıyla sağlanabilirdi.

Tefsirin nakille başlamış olması ve akabinde bundan ileri gidilmemesi, ilk zamanlarda az sayıda rivâyet, olduğunu ortaya koymaktadır. Sonraları bu rivâyetler çoğalmış ve genişlemiştir. Hatta zamanla daha ileri gidilerek, sağlam olmayan rivâyetler bile bunlara ilave edilmiştir. Daha sonra, bu rivâyetlerin yanına, şahsî anlayış denemeleri de girmiş; önceleri bunlardan dil ve kelimelerin delâletiyle ilgili olanlarına makbul gözüyle bakılmıştır. İşte bu şekilde tefsir rivâyetleri (ve doğal olarak esbâb-ı nüzul rivâyetleri) hakkında tenkitler doğmuştur.

 

KUR’ÂN-I KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZULÜN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ

RİVAYETLER AÇISINDAN

Esbâb-ı nüzul rivâyetierinin yetersiz kalma sebepleri birçok bakımdan söz konusudur. Bunların başında bu rivâyetler, hadîs usûlü açısından incelendiğinde ulaşılan sonuçtur.

 

a.       Merfû-Musned Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri Üzerine

Esbâb-ı nüzul rivâyet ve sema yoluyla nakl ve izah edilmektedir. Bu keyfiyeti icra edenler ise sahabîlerdir. Onların bu husustaki haberlerinin hükmü meselesi konunun odak noktasını teşkil eder. Mesela “mevkuf denilen sahabî sözleri ile “maktu” denilen tabiî sözlerinin merfu-musned” tarifinin dışına çıkarılmış olması hangi rivâyetlerin sebeb-ı nüzul rivayeti olduğunu tespit bakımından açıklığa kavuşturulması gerekli bir kriterdir.

Bunun anlamı; sahâbe ve tâbiûndan rivâyet edilmiş sözler ve ef’âl hakkında “musned” terimi kullanılamayacağıdır. O sebeple de bunlardan nakledilen esbâb-ı nüzul rivâyetleri hadîs usûlü açısından “musned” haberler olamaz. Dolayısıyla bu rivâyetler tefsir için yapılmış rivâyetlerdir. Yani sahabe Kur’ân’ı anlamak hususunda çaba harcamış, ictihad etmiş ve böyle bir yoruma varmıştır.

 

b.       Mursel Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri Üzerine

Mursel hadîs konusu onun hüccet olup olamayacağı bakımından âlimler arasında tartışılmıştır. Mursel esbâb-ı nüzul rivâyetleri hakkında söylenmesi gereken hususlar ise şunlardır:

1.       Sebeb-i nüzul rivâyetini nakleden mursil “sikâ”dan rivâyetle irsâl’de bulunuyorsa bu mursel kabul edilir (“makbul” olur).

2.       Mursil, sikâ ve gayr-i sikâ’dan rivâyet etmekle maruf ise, rivâyeti de hali meçhul olandan yapıyorsa bu mursel “mevkuf olur.

3.       Sikâ râvilerin rivâyetlerine muhalif murseller ise “merdud”dur.

 

Senedlerin Hazfedilmesi

Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi de senetsiz rivâyetlerin bir dönem mevcut olmasıdır. Suyûtî, sahabeden senetsiz yapılan sebeb-i nüzul rivâyetleri için “mıunkatı” dedikten sonra bu kabil rivâyetleri “bakılması gerekmeyen” haberler olarak nitelemekledir. Aslında bu konu hadîs tarihçilerini ilgilendirmektedir. Çünkü hadîste, konumuz itibariyle esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde kusur en fazla senette bulunmakla beraber, bu kusurun metinde de bulunabileceğini söylemeyi ihmal etmeyen münekkit âlimlerîmizin tespit ettiği ilkeler çerçevesinde bütün sebeb-i nüzul rivâyetleri tenkide tâbi tutulmalıdır. Böylece hangi rivâyetlere itimat edilebileceği bilinmiş, “mevzu” olanlar ayıklanmış olur. Sebeb-i nüzul rivâyetlerinin;

a.       Esbâb-ı nüzul rivâyetleri,

b.       Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul rivâyetleri (değerlendirmeleri)

şeklinde iki nevi halinde incelenmesi en makûl yol görünüyor. Başka bir yolla da esbâb-ı nüzulden kaynaklanan meselelerin çözüme kavuşturulmasının mümkün olamayacağını zannediyoruz. Bunun sebeplerini açıklamaya çalışalım: rivâyetin sahih olması şartı yanında bir de “sebebiyet” ifade etmesi gerekmektedir. Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnifi konusunda bu hususa özellikle işaret edilmişti. Şimdi bu bilgiye, onu tamamlayan ve orada ifade edilenleri kuvvetlendiren yeni bir bilgi olarak sebeb-i nüzul rivâyetinin sıygasının “sebeb  ifade etmede nass olması” ilkesini ekliyoruz. O halde tartışmanın odağını muteber olan sebebin hususiyetidir görüşü muteber olan lafzın umumiyetidir görüşü teşkil etmektedir.

Birinci görüşte olanlara göre lâfız, umumîliği üzere baki kalamaz. Vürûduna sebep olan hal üzere sınırlı (maksûrun aleyh) kalır. Böylece lâfız “husus”un murad edildiği “umûm”u ifade eder.

Bunlar, yani sebebin hususiyetine kail olanlar, hükmün kendi nevinden olan gayrında sâbit bulunmasını ancak “kıyas” yoluyla mümkün görürler. Nass, her ne kadar kimin hakkında nâzil olmuşsa ona mahsus “hâs” ise de, âyetin hükmü, bu sebeb-i nüzul nevinden olan benzer her olguda “kıyasen” geçerlidir, derler.

İkinci görüşte olanlar ise âlimlerin ekseriyetini (cumhuru ulemâ) teşkil ederler. Birinci bölümde bu görüş benimsenerek anlatılmaya çalışılmıştı.

Umumun hususileştirilmesi hatasına düşenler, nassın lâfızlarının umum ifadesinin, vârid olmasına sebep olan hadiseye has olduğunu söylemekle Kur’ân’ın anlaşılmasını güçleştirmektedirler. Çünkü âyetin hükmü benzer bir hâdise dolayısıyla ancak kıyas yoluyla gerçekleşebilecektir. Bunun anlamı kıyas yapabilmek için esbâb-ı nüzule vakıf olmak demektir. Halbuki herkesin Kur’ân-ı Kerîm’i anlama yolunda böyle zorunlu bir bilgi ile mücehhez olması gerçekleşebilir bir durum değildir. Ayrıca böyle bir sorumluluk da yoktur. Sahabe ve onları takip eden tâbiûn ve tebe-i tâbiîn âlimleri hep “umum” ile delil getirmişlerdir.

Kur’ân-ı Kerim’de nüzulü tekerrür (taaddüt) eden âyet bulunmadığını söyleyenlere göre bu durum:

a.       Hasıl olanı tahsil, bilinen olayı veya olguyu tekrarlamak olduğu için faydasız bir şeydir.

b.       Mekke’de nâzil olan bir âyetin Medine’de bir kere daha nâzil olması demektir. Halbuki Cibril, Hz. Peygamber’e Kur’ân’ı her sene arz ediyordu.

c.        Cibril her gelişinde Hz. Peygamber’e daha önce nâzil olmamış bir Kur’ân parçasını getiriyordu. Bu sebeplerle taaddüt anlamsızdır.

Dr. Kusbî Mahmud Zait, Tirmizî ve Bevnaki’nin rivayetleri arasında bir tercih yapma yolunu ararken, bu meselenin içinden çıkılması yolunda bir örnek vermiş oluyordu. İşte bu çabanın bütün rivâyetler için gösterilmesinin çözüm getireceğine inanıyoruz. Bu da tefsirci araştırmacılar ile hadîsci araştırmalar arasında ortak çalışmalar ile mümkün olabilir. Şayet Zerkânî tefsir ve Kur’ân ilimlerinde olduğu kadar hadîs ilminde de mütehassıs olsa idi, Nahl sûresinin son âyetleri hakkında taaddütten bahsetmezdi. Ancak bu durum onun ilmî şahsiyetinde tenkise gidilmesi amacıyla değil de her âlimin kendi alanına yardımcı alanlardaki âlimlerle yardımlaşma gereğini vurgulamak olarak algılanmalıdır, değerlendirilmelidir.

 

TAAHHÜR AÇISINDAN

Kurân-ı Kertm’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de nüzulün taahhürü meselesidir. Taahhür meselesinin taaddüt meselesi ile benzer yanları bulunmaktadır. Bu nedenle taaddüt’e yöneltilen eleştiriler taahhür için de bazı bakımlardan doğrudur. Mesela rivâyetlerin tasnifi ve rivâyet sıygalarına dikkat etme zarureti, nüzulün taahhür ettiği ileri sürülen rivâyetlerde de geçerli bir ilkedir.

Zerkeşî ve Suyûtî’nin ifadelerinden anlaşıldığı gibi eğer bu iki alanda sahabe ve sonraki âlimlerin anlayıştan, değerlendirmeleri varsa ancak tasnif yöntemiyle ortaya çıkarılabilir. Yine onların ifadesinden anlaşıldığına göre, nüzulün taahhür ettiği ileri sürülen âyetler hakkında yapılan te’villeri bazı âlimlerin anlayamadıkları ve karşı çıktıkları görülmektedir. Bu durumu da taahhür meselesinin büyük ölçüde kişisel yorumlarla (te’vil) dolu bulunduğu kanaati olarak açıklamak mümkündür. Veya bu âlimlerin (Zerkeşî ve Suyûtî gibi) zihinlerinde taahhür meselesi hakkında oluşmuş sorular sebebiyle karşı görüşleri aktarmış olabilirler şeklinde bir yorum mümkün olabilir. Taahhürden bahsederken kesin ifadeli bir üslûp kullanmamaları, bu karşı görüşleri çürütmek için âdetleri üzere cevaplar arama çabasına girişmemeleri yukarıdaki ifadeleri doğrular nitelikte değerlendirilebilir.

 

TARİH İLMİNDEN YARARLANMA

Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de bu rivâyetlerin bir kısmında görülen tarihî gerçeklere aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur. Bu konuda en çarpıcı misal Bakara 114. âyetinin nüzul sebebi olarak Taberi ve Vâhidî dahil birçok âlimin Katâde’den naklettikleri rivâyettir. Haber şöyledir: Allah’ın mecsitleri içinde Allah’ın isminin anılmasını men eden ve o mescitlerin harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır?” Bakara 114. âyeti Babilli Buhtunnars ve avenesi hakkında nazil olmuştur. Yahudilere saldırmışlar, Beyt i Makdis’i tahrip etmişlerdi. Onlara hıristiyan Rumlar yardımcı olmuşlardı. Burada tarihî gerçeklere aykırılık ve zaman bakımından uyumsuzluk söz konusudur. Çünkü tarihte Buhtunnasr adlı iki kişi vardır. Hangisi olduğu hakkında tarihçi âlim Taberî dahi bir açıklama getirmektedir. Nabonassar veya Nabukadnezar ile Nabuchodonosor veya Nabukadnezar II iki ayrı Bâbil kralıdır. İlki M.Ö. 12. yüzyılda yaşamıştır. İkincisi ise M.Ö. 604-561 yılları arasında yaşamış, Kudüs’ü işgal edip yahudileri Bâbil esaretine düşürmüş (M.Ö. 586-587) bir diğer Bâbil kralıdır. Dolayısıyla Katâde’nin rivâyetinde sözü edilen Buhtunnasr veya Arapça olarak Buhtunnassar ikinci şahıs olmalıdır.

Fakat Hz. İsa’dan önce hıristiyanlar bulunmadığına göre hıristiyan Rumlar’dan bahsedilmesi nasıl açıklanabilir? Bu nedenle Muhammed Abduh ve Dr. Subhi Salih, Vâhidî ve Taberî’yi eleştirmektedirler. Her ne kadar Vâhidî tarihçi olmaması sebebiyle tarih bilgisi eksikliği kabul edilebilirse de Taberî’nin aynı hataya düşmesi ne ile izah edilebilir, demektedirler.

 

YORUM ZENGİNLİĞİNE ENGEL OLMASI

Kur’ân-ı Kerîm, içinde bulunan lâfızların manâlarını bilmek istemelerinin insanların fıtrî bir gereksinmesi olduğunu dikkate alır. Bu nedenle de onları âyetleri üzerinde tefekküre, tezekküre, tedebbüre davet eder. O, insanların karşısına duygu ve düşüncelerine uygun düsen, inanç ve eylemlerine cevap veren ve kafalarını kurcalayan büyük meselelere tam bir çözüm getiren, kendine has bir cazibe ile çıkmıştır. Bu gerçek, Kur’ân-ı Kerîm’in yorum zenginliğine tanıdığı imkânları gösterir.

Esbâb-ı nüzul rivâyetleri yorum zenginliğini şu şekillerde engeller:

1.       Her âyete nüzul sebebi arama çabaları,

2.       Âyetin manâ bakımından birçok veçhesi olabilir diye düşünmek varken, nüzul sebebi ile sınırlı kalma ihtimali,

3.       Âyetin sebeb-i nüzulündeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalmak.

Örnek: Hemen her müfessir Tevbe sûresi 75. âyetinin nüzul sebebi olarak zikredilen Sa’lebe b. Hâtıb kıssasını değerlendirmiş ve eserlerinde nakletmişlerdir. Onların bu Kur’ân âyetini sadece anılan olayın sınırları içerisinde ele almış olmaları tabiî olarak yorum zenginliği açısından bir eksikliktir.

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok mümeyyiz sıfatından biri evrenselliktir. Kur’ân-ı Kerîm, ferde ve topluma, bütün insan sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde, insan hayatının bütününe maddî olduğu kadar manevî bir hidayet rehberi olduğunu söyler. Her insan, Kur’ân’da kendisiyle ilgili olan bilgiyi bulur ve eylemlerini mükemmele yönlendirebilir. Bunun böyle olduğunu ispat için M. Hamidullah şunları söyler: “Kur’ân-ı Kerîm’in kanun olarak, birkaç mazlumdan ibaret ilk İslâm cemaatini de, Atlantik’ten Pasifik’e kadar veya hemen hemen o büyüklükteki tek muazzam imparatorluğa hükmettiği zamandaki cemaati de tatmin ettiğini hatırlatmak kâfidir. 

Örnek: Nahl 24-30 ayetler: “Ve onlara: Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman dediler ki: Evvelkilerin efsanelerini. Ve ittika edenlere: “Rabbiniz ne indirdi?” denildi de dediler ki: Hayr’ı.” Bu örnekten de anlaşıldığı gibi bu âyetlere sebeb-i nüzul aramak evrensel boyutu gölgelemek olur. Âyette anlatılan olgu ne ise ona aynen veya bazı özellikleri ile uyan bütün suretler onun manâ sınırları içindedir.

 

KONUNUN İSTİSMAR EDİLMESİ

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin değerlendirilmesi sırasında istismara tevessül edilebildiği bir vakıadır. İstismardan murad olunan ise esbâb-ı nüzul rivâyetlerini eserlerinde çokça nakleden;

a.       tarihçiler,

b.       rivâyet tefsiri yazarları,

 

a. Şahısların Ebedîleştirilmesi

Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin bir kısmı âyet veya âyetlerin nüzul sebebi olarak şahısları hedef gösterir. “Falan şahıs hakkında nazil olmuştur” kaydıyla kaynaklarda nakledilen rivâyetler,

1.       hadîs metodolojisi açısından kritiğe tâbi tutulmadıkça,

2.       nüzul ortamına ait veya tefsir için sebeb-i nüzul değerlendirmesi olup olmadığı tasnif sonucu anlaşılmadıkça, dikkatler fani kişiler üzerinde toplanacaktır. Bunun sonucu ise, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında görüş açısının daralması demektir.

Örnek: Suyûtî, Leyl 17-18. âyetlerinin Hz. Ebû Bekir hakkında nâzil olduğunu, hatta ona has bulunduğunu söyler. Ona göre bir âyetin lafzı umum ifade ediyorsa, kim hakkında nâzil olursa olsun, umum ifadesi bakîdir. Fakat muayyen bir kişi hakkında nâzil olup da manâsı umum ifade etmiyorsa o halde indiği kişi hakkında husus ifade eder.

 

b. Mezhep Hareketlerine Etkisi

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasına yani muhtevasını prensiplerini akl-ı selîm ile idrak etmeye engel olan bir diğer şey mezhep taassubudur. Çünkü bu tavır sahipleri mezhebi fikirlerini Kur’an-ı Kerim’e haml etme çabası içerisinde olurlar. Mezhep taassubu zihniyeti, Kur’ân’ı anlamadaki bu tavırlarının oluşmasında esbâb-ı nüzul rivayetlerini de kullanmıştır. Mezhep mutaassıpları,

a.       Esbâb-ı nüzul ilmine vâkıf olmamaları,

b.       Rivâyetleri kasdi olarak tahrif etmeleri,

ve genel olarak Kur’ân’ın anlaşılmasında yukarıda anlatılan zihniyette olmaları sebepleriyle tefsirlerinde yanlış hükümler vermişlerdir. Örnek: İmâmiye şiası âlimlerinden Ebû Ali et-Tabresî, Mecmaul-Beyû Li Ulûmi’l-Kur’ân adlı eserinde Mâide sûresi 55. âyetinin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu söylemekte ve senediyle birlikte uzun bir haber nakletmektedir. Bu haberin bir bölümüne göre Hz. Peygamber, Hz. Musa’nın Taha suresi 25-32. âyetlerindeki duasını eder. Bunun üzerine Kasas 35. âyeti nazil olur. Sonra Hz. Peygamber, Cenâb-ı Hak’tan Hz. Ali’nin kendisine yardımcı ve sırtını kuvvetlendirici olarak verilmesini niyaz eder. Bunun üzerine Maide sûresinin 55. âyeti nâzil olur. Tabresî haberin sonunda Mâide sûresinin bu âyetinin Hz. Ali’nin velayetine delâlet ettiğini ileri sürmektedir. O, anılan sebeb-i nüzul rivayetini de görüşünü desteklemekte hüccet olarak kullanmaktadır.

 

 

ESBÂB-I NÜZULE OLAN İHTİYACIN SINIRLARINI BELİRLEYEN İLKELER

a. Genel İlkeler

1.       Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir.

2.       Esbâb-ı nüzulü bilmeden de Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak mümkündür.

a.       Kur’ân-ı Kerîm’i bütünlüğü içinde okuyarak,

b.       zahirinden gücümüzün yettiğini anlamaya gayret ederek çözümü

 

b. Özel İlkeler

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzule ihtiyacın sınırlarını esas belirleyecek olan bu ilkelerdir.

1.       Arap dilinde kelâmın anlaşılması, birçok unsurun bir arada veya tek tek düşünülmesine bağlı bulunmaktadır. Hitap eden, hitap edilen ve hitabın durumuna, keyfiyetine (niteliğine) veya hepsinin birden mütalaa edilmesine göre kelâmın anlamı farklılık göstermektedir. Meselâ istifham tek lâfızdır. Ama bu tek lâfız birçok manâ taşıyor olabilir: Takrir (beyân etme) ve tevbîh (kınama, azarlama) gibi. Ve mesela emir lâfzı, ibâha (serbest bırakma, mubah hale getirme), tehdit veya taciz (kaçındırma) için olmuş olabilir. Bu nedenle istifham lâfzı veya emir lâfzı ile murat olunan manânın bilinmesi haricî karinelerin bilinmesi ile mümkündür

2.       Zahir olan nassın mücmel nass olarak anlaşılması ise ihtilafların 7 doğmasına sebep olmuştur. Bu olgu üzerine düşünen Hz. Ömer kendi kendisine şu soruyu yöneltmiştir. “Peygamberi tek, kıblesi aynı olan bu ümmet nasıl olur da ihtilaf eder?” O bu soruyu İbn-i Abbas’a da sormuştur: İbn-i Abbas’ın cevabı şöyledir “Ey müminlerin emiri, biz öyle bir toplumuz ki Kur’ân bize inzâl olundu; biz de onu öylece okuduk (öğrendik). Kur’ân’ın ne için, hangi konuda, ne sebeple inzâl olunduğunu biliyorduk. Ancak bizden sonra öyle toplumlar gelecek ki Kur’ân’ı okuyacaklar, ama hangi konuda ve ne sebeple indiğini bilmeyecekler. O sebeple herkesin bir re’yi olacak. Kur’ân âyetleri hususunda herkesin bir re’yi olunca da ihtilafa düşecekler. İhtilafa düşünce de birbirleriyle çatışacaklardır.” Hz. Ömer, Hz. İbn-i Abbas’ın bu cevabını pek beğenmez ve bunu da ona söy1er. Ama sonradan üzerinde düşünür ve İbn-i Abbas’m ne demek istediğini anlar. Onu çağırtarak bu açıklamasını anladığım ve takdirle karşıladığını söyler.

3.       Bu ilke önceki iki ilkeyi kapsayan bir niteliktedir. Buna göre: Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzule ihtiyacı ilk planda Kur’ân belirlemelidir. Kur’ân-ı Kerîm’i okuyan veya dinleyen kimse bu eylemi sırasında âyet ve âyetlerde bulunan üstü kapalı bir ifade (ima, telmih) hakkında manâyı yakalamak için bir bekleyişe, arayışa giriyorsa o zaman sebeb-i nüzulü nakletmeye, olayı ayrıntılarıyla anlatmaya ihtiyaç var demektir.

Örnek: Ömer had cezası uygulanmasını emretti. Adam bunun üzerine: “Bana niçin had cezası veriyorsun? Aramızda Allah’ın kitabı (hakem olarak) var.” deyince Hz. Ömer sordu: “Allah’ın hangi âyeti sana had cezası tatbik etmemi engelliyor?” Adam: “Cenâb-ı Hakk Kitabında; “İman edip amel-i sâlih işleyenler bundan böyle sakındıkları ve güzel işlere devam ettikleri, sonra takva ve imanlarında sebat ettikleri, daha sonra da takva ile beraber ihsanda bulundukları takdirde, önceden tattıklarında kendilerine bir günah yoktur. Allah, muhsinleri sever.” buyuruyor. İşte ben de iman edip amel-i sâlih işleyen, sonra takva sahibi olan ve iman eden, daha sonra da takva ile beraber ihsanda bulunan biriyim. Allah Teala da muhsinleri sever. Ben Rasûlullah’ın yanında Bedr’i, Uhud’u, Hendek’ı ve birçok meşâhidi yaşadım.” dedi. Bunun üzerine Ömer (yanında bulunan sahabîlere yönelerek): “Onun bu söylediklerine cevap vermeyecek misiniz?” demesi üzerine İbn-i Abbas dedi ki: “Bu âyetler (içkinin haram kılınmasından önce) vefat edenler için mazeret, münafıklar aleyhine hüccet olarak indirilmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hakk: “Ey iman edenler, sarhoş eden içki, kumar, putlar, kısmet çekilen zarlar hep şeytanın işinden, pis birer şeydir. Ondan kaçınız ki felâha (kurtuluşa, saadete) eresiniz.” buyurmaktadır. Allah Teâlâ içki içmeyi yasaklamıştır.” Hz. Ömer: “Ne güzel söyledin! Şimdi görüşünüz nedir?” diye sordu. Hz. Ali dedi ki: “Bir kimse içki içtiğinde sarhoş olur. Sarhoş olunca saçma sapan sözler eder. Saçmalamaya başlayınca iftira eder. İftira eden kimseye de seksen değnek vurulur.” Bunun üzerine Ömer hükmünü verdi ve adama seksen değnek had cezası tatbik olundu .

Esbâb-ı nüzul rivâyetleri hadîs usûlü açısından nasıl ele alınmalıdır sorusunun cevabı şöyle olabilir:

a.       Esbâb-ı nüzul rivâyetleri, rivâyet tefsirine ait olmak bakımından bu tefsirin zaaf noktalarını taşır.

b.       Rivâyet tefsirinde uydurma haberlerin çokluğu söz konusu ise bu esbâb-ı nüzul rivâyetleri için de geçerlidir. Hadîs usûlünün kriterleri ciddiyetle uygulandığında sağlam isnatlı haberlerle, zayıf ve uydurma olanları birbirinden ayrılacaktır.

c.        Birçok esbâb-ı nüzul rivâyetinin senetsiz veya kesintili senetle nakledilmiş olması üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Hadîs usûlünde bu kabil haberlerin hükmü incelenmiştir. Bu konuda hadîs usûlünden yararlanmak ve esbâb-ı nüzul rivâyetlerini bu açıdan da kritiğe tâbi tutmak gerekir.

d.       Çeşitli sapık mezheplere mensup kimselerin, kendi görüş ve kanaatlerine mesnet teşkil etmek üzere vaz’ ettikleri sözleri hadîs ismi altında ileri sürmüş olmaları rivâyet tefsirinde bir vakıadır. Bu olgunun esbâb-ı nüzul için de mevcuttur. Hadîs usûlünde sahîh hadîslerle, merdud-mevzû haberlerin temel özellikleri ve nitelikleri oldukça kesin hatlarla tespit edilmiştir. Bu kriterlerden yararlanarak esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ayıklamak icab eder.

e.        Bir rivâyetin sebep ifade etmede nass olabilmesi ve nüzul ortamına ait olabilmesi için musned-merfû olması lazımdır.

f.        Sahabenin esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri sebep ifade etmede nass olmayan rivâyetlerdir. Bu kabil haberlerin hükmünün “mevkûf’ olduğu bilinmelidir.

g.        Tâbiûnun esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri aynen sahabeninkiler gibi sebep ifade etmede nass değildirler. Bu kabil haberlerin hükmünün ise “mürsel” olduğu bilinmelidir.

h.       Metin tenkidi yapılmalıdır. Metin isnadın kendisinde son bulduğu kısmıdır. Hadîs’in, haberin aslını oluşturur. Dolayısıyla metnin nakledilmesine vasıta olan senedin tenkidi yapılır ve metnin tenkidi yapılmazsa rivâyetin değerlendirilmesi, eleştirisi eksik kalacaktır. Çünkü hadîsçiler sened tenkidine (haricî tenkid) ne kadar önem vermişlerse metin tenkidine de (dahilî tenkid) o kadar önem vermişlerdir. Onlar, Kur’ân’a, meşhur Sünnet’e, tarihî gerçeklere aykırı düşen, te’lif imkânı olmayan birçok hadîsi reddetmişlerdir. Bir hadîsin te’vile imkân vermeyecek şekilde akla, hisse ve müşahedeye ters düşmesini mevzu hadisin emaresi olarak görmüşlerdir.

 

RİVAYETLERİ TASNİF ETME

Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri,

a.       Bu rivayetler âyet veya âyetlerin gerçek nüzul sebebi olan kıssaları, nüzul asrında ve nüzul ortamında meydana gelmiş hâdiseleri ihtiva ederler. Sahabînin re’y ve içtihadı söz konusu değildir.

b.       Sened ve metin bakımından sıhhat şartlarını taşıyan musned-merfû hadîslerdir.

c.        Rivâyet sıygaları sebep ifade etmede nass olan sıygalardandır.

d.       Burada önemli bir husus da, rivâyetleri muayyen kişiler veya olaylar sebebiyle nâzil olan âyet veya âyetlerden söz etse bile, aslolanın “umum” olduğunu unutmamaktır.

 

Tefsir İçin Olan Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması amacıyla yapılmış nüzul sebebi değerlendirmeleridir. Bunlar nüzul asımda ve ortamında cereyan etmiş olsa bile sonucunda âyetin inmesine sebep olmuş hâdiseler değildirler. Tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetlerini incelendiğinde üç grup değerlendirme görülecektir:

1.       Hz. Peygamber’in yaptığı sebeb-i nüzul değerlendirmesi.

2.       Sahabe ve tâbiûnun yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri.

3.       Müfessirlerin (âlimlerin) yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri.

Mütekaddimûn, tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ihtimal ifade eder üslûpta kaydetmişlerken, müteahhirûn bu rivâyetleri sebep ifade etmede nass olan rivâyet kesinliğinde anlamış ve kaydetmişlerdir. Dolayısıyla bir âyet için birçok nüzul sebebi zikretmişler; bu da bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Bu noktada esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin rivâyet sıygaları son derece önemlidir. Sebep ifade etmede nass olmayan rivâyet kalıplan sebep ifade etmede ihtimal belirtirler. Bu da bu kalıplarla yapılan esbâb-ı nüzul değerlendirmelerinin tefsir için olduğu anlamım belirtir. Bu sebeple esbâb-ı nüzul rivâyetlerini yeniden değerlendirirken yapılacak tasnifte rivâyetlerin sıygalarına gösterilecek dikkat birçok problemi çözecektir.

Görüldüğü üzere her iki tür esbâb-ı nüzulün amacı aynı noktada, Kur’ân’ın anlaşılması noktasında birleşmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması meselesinde birini diğerine tercih etmekten çok iki türün ayrı ayrı özelliklerini iyice bilip değerlendirmek lazımdır.

 

KUR’ÂN-I KERİMİN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE ALINMASI

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rolü açısından Kur’ân’ın bütünlüğü kavramına bakıldığında sadece bir vecih ön plana çıkmaktadır: “Bütün olarak Kur’ân-ı Kerîm”. Bu vecih diğer veçheleri de kapsayan, bir niteliğe sahiptir. Yani Kur’ân’ın bütünlüğü kavramının en geniş olan veçhesi budur. Kavrama dahil olan bütün veçhelere şâmildir. Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik manâda varlık kazanır. O halde “bütün olarak Kur’ân-ı Kerîm” kavramı, Kur’ân’ın tüm özelliklerini, yanlarını ve bütünlüğüne ait veçheleri ve bunlar arasındaki ilişkileri kucaklayan, kendisinin hususî, mu’cîz vahiy mahsulü karakterini belirleyen tastamamlık, kendi iç kesinliği ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistem anlamındadır.

1.       Allah-insan-evren hakkındaki Kur’anî kavramların idrak edilmesi,

2.       Kur’ân’daki kelimelerin, Kur’ânî cümlelerin, âyetler ve sûrelerin manâ çerçeveleri, kazandıkları yeni manâların kavranması, hep Kur’ân’ın bütünü içinde mümkün olmaktadır

esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin Kur’ân’ın bütünlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi konusu ile esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tasnifi konusu birlikte düşünülmelidir. Böylece Kur’ân’ın nüzul ortamına ait rivâyetler ile sahabe ve tâbiûnun tefsir için yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri Kur’ân’ın anlaşılması çabalarında tam yerlerini bulmuş olacaktır. Her âyete bir nüzul sebebi arama gibi hatalara düşülmeyecektir.

Müfessirlerin bir âyet için birçok nüzul sebebi zikretmeleri, filan şahıs hakkında nâzil olmuştur gibi ibareleri bütünlük çerçevesinde anlamak gerekir. Aksi halde Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden doğan mevcut problemler devam edecektir. Kur’ân-ı Kerîm’in üslûbu kavranırsa bütünlüğü de dikkate alınırsa müfessirlerin bu tavırları sağlıklı değerlendirilebilir.

En’âm sûresi 82. Âyeti nâzil olduğunda sahabîler bu âyeti tek  başına anlamaya, âyetteki “Zulm “ sözcüğünü kavramaya çalıştılar ve dediler ki: “İçimizde nefsine zulmetmeyen kim var?” Bu anlayışlarını Hz. Peygamber’e arz ettiler. Rasûlullah “âyetleri tek başlarına ele almanın zaman zaman kişileri Kur’ân’ın zihniyetine uygun düşmeyen sonuçlara vardıracağını, dolayısıyla ifadeleri, Kur’ân’ın bütünlüğüne arz etmenin gerekli olduğunu, Ashab’ının şahsında bütün Kur’ân araştırıcılarına öğreten” şu cevabı verdi: Zannettiğiniz gibi değil, buradaki zulüm Lokman’ın oğluna dediğidir: Evladım Allah’a şirk (ortak, eş) koşma. Çünkü şirk elbette büyük zulümdür.’’ Bu misalde de görüldüğü gibi esbâb-ı nüzul rivâyetleri ile Kur’ân-ı Kerîm’in bütünlüğü arasında sıkı bir ilişki vardır.

Kıssadaki soru âyetin nüzul sebebidir. Hadîs sahihtir. Hâdise nüzul ortamında cereyan etmiştir. Rivâyetin sıygası sebep ifade etmede nass olan türdendir. Dolayısıyla Kur’ân’ın bütünlüğü kavramı çerçevesinde esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin nasıl değerlendirilebileceğine gayet çarpıcı bir misaldir.

 

SİYAK-SİBAK’IN GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI

“Sosyal Bağlam (social context): Bir sosyal olgu veya ilişkiyi ortaya çıkaran, çevreleyen ya da biçimlendiren değer ve koşullardır. Kontekst (bağlam) coherence anlamında anlaşılırsa Latince “cahaerentia: cohaerare=... ile bağlı olmak” demektir. Eski Türkçe insicâm sözcüğü ile karşılanır. Kavram olarak: “Bir düşüncenin, bir yapıtın, bir öğretinin bölümleri arasındaki çelişmeye yer vermeyen bağlantı” anlamına gelir.

Bağlam olgusuna Kur’ân-ı Kerîm’in bütünlüğü içerisinde bakıldığında siyâk-sibak gerçeği görülür. Çünkü “bağlam” olgusu mantıkî bir gerçekliktir. Burada söz konusu edilmesi gereken, anlaşma araçlarının tümü olarak “dil”in insan topluluğundaki etkilerini nasıl gerçekleştirdiği sorusudur.

a.       ifade şekli ve tarzı,

b.       sözün gelişi, başı ve sonu ile uygunluğu,

c.        tutarlılığı,

d.       sözlerin uygun bir şekilde birbirini takip etmesi,

Kur’ân-ı Kerîm’in doğrudan veya bir sebebe mebni olarak parça parça inişi sonrasında kazandığı tertib, onun siyâk-sibak’ının nasıl oluştuğunu gösterir. Bu mu’ciz kelâm üzerinde düşünen nüzul ortamında yaşamış Araplar şu iki hususa elbette dikkat etmiş olmalılar:

1.       Kur’ânî cümleler arasındaki siyâk-sibak’a (bağlam’a) dair özne beraberliğine; cümlelerin biri haber cümlesi ise diğerinin de haber veya biri inşâ cümlesiyse diğerinin de inşâ cümlesi olması.

2.       ilâve olarak bunlar arasındaki aklî, hayalî, hissî veya vehmî bir birleştirme yönünün bulunması.

Sahih plan bütün esbâb-ı nüzul rivâyetleri, nüzul sebebi olarak zikredilen sebep haricindeki benzer olaylara uygulanabilir. Çünkü sebeb-i nüzulle oluşan olgu ve sosyal bağlam, Kur’ân’ın bütünlüğü meselesinde de temas edildiği üzere insanî örnek oluşturan, insan hayatının doğal bir kesitini yansıtan ve zaman-mekân unsurlarının ötesinde mütalâa edilmelidir. Böylece Kur’ân’ın bütünlüğü ve ona dahil olan siyâk-sibak kolaylıkla görülecektir. Bu tarz bir bakış açısından yoksun olunduğunda bazı esbâb-ı nüzul rivâyetlerini sağlıklı değerlendirmek kâbil olmaz. İfadeleri, siyâk-sibak çerçevesinde anlamanın önemini ve bu çerçeve ile ilgisi bulunmayan esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tutarsızlığını göstermesi bakımından Sa’lebe kıssası bir örnektir. Sa’lebe kıssasını tefsirlerinde naklederek bu âyetleri yorumlayan birçok müfessir siyâk-sibakı maalesef ihmal etmişler ve yanlış anlamaya düşmüşlerdir. Halbuki bağlam çerçevesi-Kur’ân’ın anlaşılmasındaki yerine özen gösterilse idi Tevbe sûresinin bu ayetlerini doğru anlayacaklardı. Çünkü âyetlerin siyâk-sibakı münafıklardan bahsetmektedir. Dolayısıyla sûrenin 75’inci âyetine bu bağlamda bir yaklaşımla Allah’a ahdini bozan, va’dinin hilafına hareket eden ve bu eylemlerinin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterinden bahsedildiği görülecektir. O halde Tevbe sûresinin bu âyetlerinin bağlamı münafık insan tipine ait birtakım sıfatlardır. Verilmek istenen mesaj belli bir şahsın kınanması değil evrensel bir karakterin sıfatlarını sayarak mü’minleri bunlardan sakınmaya çağırmaktır. Bir diğer ifade ile söz konusu âyetlerin konteksti Kur’ân’ın, münafıklarla ilgili zihniyetinin bir cephesini ele almaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivâyetlerini değerlendirirken âyetlerin siyâk-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Âyetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivâyetlere, yukarıdaki örnekte olduğu gibi, itibar etmemekte yarar olduğu açıktır. Nass-siyâk-sibak-rivâyet uyumu kesinlikle göz ardı edilmemelidir.

 

ESBÂB-I NÜZUL VE TARİHİLİK KAVRAMI

Kur’ân-ı Kerîm insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihîlik bağlanımda temel karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü insan her zaman, geçmişe mal olacak bir “şimdi”nin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak, kendini sürdürmeye, aynı zamanda, bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır. Bir başka deyişle, insan, tarihî bir varlıktır ve bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir.

Esbâb-ı nüzul-tarihîlik münâsebetine bu noktada insanın tarihî bir varlık oluşu bakımından yaklaşmak zarureti doğmaktadır. Çünkü insanın yapıp-etmeleri “şimdi” içinde olup bitmez, onlar zamanın boyutlarına yayılmışlardır. Zamanın boyutları ise uzayıp giden boyutlar değil, yapıp-etmelerle, onların ürünleriyle, olaylarla doludur. “Bu, insanın zamanın boyutları arasında bir bağ kurmasını, onları birbirine bağlamasını gerektirir. Bu da ancak bilen bir varlığın işi olabilir. Bunun içindir ki, insan tarihî bir varlıktır. Eğer insan hayvan gibi yalnızca “şimdi” içinde yaşasaydı, o zaman insanın yapıp-etmeleri arasında bir süreklilik söz konusu olmayacaktı.

Tarihîlik kavramı Felsefe Terimleri Sözlüğü’nde şöyle tanımlanmaktadır:

“Tarihsellik [Alm. Geschichtlichkeit] [Fr. historicite] [Es. t. tarihîlik]:

1.       Tarihsel olanın varlık biçimi.

2.       Zamana bağlılık, gelip geçicilik.

3.       Tarihsel koşulluluk, tarihe bağlı olma. (Ör. Tinin, törenin tarihselliği.)

4.       Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu. (Or. isa’nın tarih-selliği.

 

SA’LEBE KISSASI

Sa'lebe kıssası sîre, ricâl ve tarih kitaplarında farklı tarîklerle ve hicrî 9. yıl hâdiseleri arasında rivayet edilmektedir. Ulemânın kıssa üzerine yaptıkları değerlendirmeler incelediğinde iki husus ortaya çıkmaktadır:

a.       Sa'lebe'nin vasıfları,

b.       Hâdisenin sıhhat derecesi.

c.        Sa'lebe'nin vasıfları üzerine sîre, ricâl ve tarih kaynaklarında şunlar söylenmektedir:

d.       Sa'lebe, Benî Umeyye b. Zeyd'e mensuptur. Yani Evsli olan ensârdandır.

e.        Bedir ehlindendir.

f.        Uhud ehlindendir. Belâzûrî, bu konuda birbiriyle çelişik haber kaydetmektedir. Bunların ilkine Sa'lebe kardeşi ilee birlikte Uhud Harbi’nden kaçmıştır. Diğerine göre Uhud'da öldürülen Ensâr'dan biridir.

g.        Mescid-i Dırâr kuranlardandır. Aynca Sa'lebe'nin bu mescidi tamir ettiği de nakledilmektedir.

h.       Tebûk Gazvesi'ne katılan münafıklardandır.

Sîre, ricâl ve tarih kitaplarında Sa'lebe kıssasının sıhhat derecesi üzerine söylenenleri ise üç grupta mütalaa edilebilir:

a.       Sa'lebe kıssasının sıhhatine kâil olanlar veya bunu îmâ edenler. Bu alimlere göre Tevbe Suresi 75. Ayeti Sa’lebe hakkında nazil olmuştur. Çünkü o Cenab-ı Hakk’a ahdedip de ahdinden dönen biridir.

b.       Nüzul asrında böyle bir hâdise cereyan etmiştir. Ancak kıssanın kahramanı başka bir şahıstır.

c.        Kıssanın sıhhatinden şüphe edenler ve bu yönde fikir beyan edenler.

İbn-i Hişâm her ne kadar Sa'lebe'yi münafıklardan göstermiş ise de Sa'lebe hakkındaki kanaati bu yönde değildir.

İbn-i Sa'd'ın Sa'lebe'nin, Bedir ve Uhud ehlinden olduğunu söylemekle yetinmesi de onun kıssanın sıhhatinden şüphe ettiğinin delili olarak anlaşılmalıdır. Çünkü İbn-i Sa'd cerh ilminde söz sahibi ve bu ilmin kurallarını tatbik etmekte taviz vermeyen bir âlimdi. Dolayısıyla cerh ilminde söz sahibi bir âlimin üzerinde tereddüt edilen Sa'lebe kıssası konusunda söz söylememiş olması tabiî bir tavırdır.

İbnu'l-Esîr de Sa'lebe kıssasının doğru olup olmadığına dikkat çeken âlimlerdendir. Ona göre bu kıssa doğru değildir. Çünkü hicretin 3. yılında cereyan eden bir harpte ölen bir kimsenin hicretin 9. yılında cereyan eden bir hâdisenin kahramanı olması mümkün değildir.

Zehebî, Sa'lebe kıssasını "munker hadîs" olarak değerlendirmektedir.

İbn-i Hacer, Hz. Peygamber'in Sa'lebe'nin zekâtını kabul etmeden vefat etmiş olmasını, Hz. Ebûbekir ile Hz. Ömer'in de onun gibi davranmalarını makûl görmemekte ve haber sahih değildir, demektedir. Ona göre haber sahih olsa bile üzerinde bir tereddüt vardır.

 

HADİS KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI

İlk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edildiği için, Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. El-Halimî bu mesele üzerinde iki izahla çıkış yolu bulduğunu düşünmektedir:

1.       Sa'lebe'nin zekât toplama memurunu eli boş çevirmesi kalbine nifak konulmasına sebep olmuştur. Hz. Peygamber'in huzurunda başına toprak saçarak pişmanlık göstermesi zekâtın zorla alınma cezasına uğratılacağı korkusundandı. Ayrıca zekâtı almayanın Hz. Peygamber olduğunu ispatlamak istiyordu. Ama Cenâb-ı Hakk, Peygamberine onun nifakını bildirdi. Halifeler ise, Hz. Peygamber'e muhalefet etmeleri için bir sebep olmadığından, O'na uydular.

2.       Sa'lebe'nin çok mal arzusu münafıklığının muhtemel sebebidir. Hz. Peygamber kendisini uyardığı halde bu yoldan dönmemiştir. O, Hz. Peygamber'in huzurunda zengin olursa hak sahibinin hakkını vermeye ahdetmiş, ama zengin olunca da münafıklığını göstermiş ve zekâtını vermemiştir.

Muhaddislerden bazıları da Sa'lebe kıssasını, hadîs ve senedi hakkında mülahazalarını da ifade ederek rivâyet etmişlerdir. Beyhakî, hocası el-Halîmî ile aynı rivayetleri naklettikten sonra Sa'lebe kıssası hakkında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: "Bu, tefsir ehli arasında bir “meşhur hadis''tir. Zayıf senedlerle mevsuf olarak rivâyet edilmiştir.

 

TEFSİR KİTAPLARINDA SALEBE KISSASI

Hâfız es-Sahâvî ona bu noktada şu tenkidi yöneltmektedir: "İbnu'l-Cevzî, vaaz, nasihat ve buna benzer konulardaki eserlerinde, mevzu veya ona yakın hadîsler nakletmiştir." el-Uceylî ise tefsirinde diğer müfessirlerde görülmeyen bir üslûpla kanaatini açıkça belirtmiştir. Ona göre Sa'lebe başlangıçta iyi bir Müslüman ise de sonradan münafık olmuştur.

Müfessirlerin bir kısmı da Sa'lebe kıssasının sıhhatine şüphe ile bakmışlardır. Bunlardan biri İbn-i Cerîr et-Taberî'dir. Onun tefsir metodu, âyet hakkında Hz. Peygamber'den, sahibeden ve tâbiûndan her ne rivâyet edilmişse bunları öncelikle nakletmek, sonra da bunlar arasında muhakeme yaparak bu farklı yorumlardan tercih ettiğini belirtmek şeklinde özetlenebilir. Taberî, bu metodunu Sa'lebe kıssasına da tatbik etmiş ve Tevbe 75. âyetinin nüzul sebebi olarak rivâyet ettiği haberleri üç grupta değerlendirmiştir. Taberî, Sa'lebe kıssası ve Tevbe 75. âyetini şu şekilde değerlendirmektedir: “Bu âyette, Cenâb-ı Hakk tarafından nifâk ehlinin alâmetleri ortaya konulmuştur.”

Sa'lebe kıssasının sıhhati hakkında şüphe duyan ve bunu tartışan bir müfessir de Fahreddin er-Râzî'dir. O, Sa'lebe kıssasını kendi tefsir metodu üzere ele almaktadır. Râzî'ye göre de Tevbe 75. âyetinin sebeb-i nüzulü olarak meşhur olan Sa'lebe kıssasıdır. O, Sa'lebe kıssasını naklettikten sonra bu hâdisede aklına takılan ve zihnini meşgul eden sorulara cevaplar aramaktadır. Daha sonra, âyetin zahirinin, Allah Teâlâ'ya zengin olduklarında mallarının hakkını, yani zekâtını vereceklerini vaad eden ama zengin olunca da bu ahdini yerine getirmeyen münafıklara delâlet ettiğini söylemektedir. Ardından bu yorumu üzerine bazı sorular ortaya atmakta ve cevaplamaktadır. Râzî, Sa'lebe kıssasını ve kahramanının kıssada sergilemiş olduğu münafık tavırlarını söz konusu etmemektedir. Râzî, Sa'lebe kıssasını müfessirler arasında meşhur bir haber olarak değerlendirmiş ve bu sebeple de nakletmiş; Tevbe 75. ayeti anlamasını ise bu hâdise üzerine bina etmemiştir.

 

ESBÂB-I NÜZUL'E YENİ BİR YAKLAŞIM IŞIĞINDA SA'LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ

İlk olarak Sa'lebe kıssası rivâyetleri hadis usûlü açısından tenkid edilmelidir. Zikredildiği üzere bu hadisin senedi zayıftır. O halde, tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle bir rivâyet nasıl olmuş da nakl edilegelmiştir? Bunun sebebini Zâhid-i Kevserî'nin el-Makâlat'ında, müfessirler hakkındaki şu sözlerinde bulmak mümkündür: "Müfessirlerin birçoğunun fayda umarak birçok rivayeti kaydettiklerini görürsün. Onlar, Yahudi ve diğerlerinden tevarüs edilen kendi zamanlarının bilgilerini, Kurân-ı Kerîm'in haberlerinin bazı yönlerini açıklamak için, bu haberlerin getirdiği problemleri kendilerinden sonra gelecek tenkidçilere bırakarak nakletmişlerdir. Kurân-ı Kerîm'in mücmel bırakılmış bazı mânalarının izahında birçok faydaların bulunması ihtimali sebebiyle bu malûmatın kendilerinden sonra gelecek olanlara ulaşmasını çok arzu etmişlerdir. Müslümanlar nazarında bu rivayetlerin sıhhatine itikad olunan ve iyice incelenmemizin bütün illetleri ile hüccet olarak alınan birer gerçeklik olmasını amaç edinmemişlerdir”.

Süleyman b. Abdilkaviyy et-Tûfi’ye göre müfessirler, kendilerinden sonrakileri bu haberleri kabul etmekle mesul tutmamışlardır. Cem etmeye muktedir oldukları şeyin kaybolup yitmesinden korkarak ve bu haberlerin tenkidini, iyice incelenmesini kendilerinden sonrakilere bırakarak her şeyi yazıya aktarmışlardır.

Hafız ibn-i Hacer'in Lisânu'l-Mîzân'da söyledikleri konuya daha da açıklık getirecektir: "ilk muhaddisler mevzû hadisleri rivâyet etmede senedi zikretmeye çok önem veriyorlar, ona güveniyorlardı. İnanıyorlardı ki, hadisi, senedi ile naklettikleri zaman sorumluluklarından kurtulacaklar ve hadisin durumunu, senedini incelemeye yüklemiş olacaklardı.

Ibnu's-Salâh da müsned müelliflerinin rivayetleri cem etmede ilkelerinin bu olduğunu söylemektedir. İlk muhaddisler, müfessirler ve tarihçiler de bu ilkeyi benimsemişlerdir. Kendi alanlarıyla ilgili ne kadar rivâyet varsa, senedi sahih olsun olmasın veya batıl isnadını bilerek rivâyet etmişlerdir. Senedi zikretmiş olmakla mesuliyetten ve muaheze edilmekten kurtulacaklarını ümit etmişlerdir.

Şah Veliyyullah ed-Dihlevi eserinde hadis kitaplarını birkaç tabakaya ayırarak incelemiştir. Tasnifinin dördüncü tabakasını oluşturan kitaplarının ortak özelliği, müelliflerinin bu ilmi bilmeyenlerden oluşmasıdır. Bu musannifler kendilerinden önceki tabakada bulunmayanları asırlar sonra toplamaya niyet etmişlerdir. Dihlevî, onların tavırlarından şöyle bahseder:

1.       Kur'ân veya sahîh hadisin mânası dahilinde olan bir hususu, sâlihler topluluğunun -rivayetin muhtevasındaki incelikleri bilmeksizin- mâna ile rivâyet etmeleridir. Böylece mânaları merfû hadîs kılmış olurlar.

2.       Kur'ân veya Sünnet'in işaretinden anlaşılan bir mânayı kasten tek başına müstakil bir hadîs kılıverirler.

Şah Veliyullah'ın oğlu Abdulazîz Dihlevî ise bu rivayetlerin hicrî birinci asırda bilinmediğini, sonradan ortaya çıktığını söylemektedir. Ona göre Selef âlimlerinin bu haberleri nakl etmelerinin iki sebebi vardır:

1.       Bu haberlerin rivâyetleriyle ilgilenmelerine imkân verecek bir sebep (bu haberlerin asıllarını) bulamamışlardır.

2.       Veya rivâyetlerin asıllarını bulmuşlar, ancak bunlarla haberlerin terk edilmesine sebep olan bir illet görmüşlerdir.

Abdulfettâh Ebû Gudde el-Leknevî; tefsir rivâyetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerin birçoğu ilmî yeterliliklerine, salâh ve takvâ ehli oluşlarına rağmen zayıf, garîb, münker ve İsrâilî birçok hadîs rivâyet etmişlerdir. Hatta mevzû hadîs dahi naklettikleri vâkidir. O halde alimlerin bir tefsir haberini eserlerinde rivâyet etmiş olmaları o rivâyetin sıhhatine delil teşkil etmemelidir, demektedir.

İbn-i Teymiyye, ehl-i ilmin bu ilke üzerinde ittifak ettiklerim söylemektedir.

Tefsir rivâyetlerini eserlerinde nakleden âlimlerden bir kısmı, senedleri hazfedilmiş rivâyetleri çok kullanmışlardır. Mesela ez-Zemahşerî'nin el-Keşşâfı, el-Beydâvî'nin Envâru't-Tenzî’li, Ebu's-Suud'un İrşâdu'l-Akli's-Se-lîm ilâ Mezâyâ'l-Kurân’ıl-Kerim'i bunlar arasındadır. Bunun sebebi, bu eserlerin müelliflerinin hadis ilmi alanında tefsir ve Kurân ilimlerinde olduğu kadar mütehassıs olmamalarıdır. Bu sebeple bu kabil tefsirlerde nakledilen rivâyetlere, hadis kaynaklarına ve tahrîc kitaplarına müracaat edilmeden itimad edilmemelidir.

Esbâb-ı nüzul rivâyetlerini senedsiz nakleden bu takvâ ve salâh ehli âlimler, bu tavırları ile bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.

Hadis mecmualarının tefsir bablarında ve tefsir kitaplarında bir âyetin sebeb-i nüzulü olarak birçok rivâyet görmek mümkündür. Bu rivâyetlerin aynı hâdiseyi şahıslar ve mekân, bazen de zaman itibariyle farklı bir şekilde naklettikleri görülmektedir. Bu durum esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde ihtilaf olarak adlandırılır. Sa'lebe kıssası da buna bir örnek teşkil etmektedir. Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde ihtilaf edilmesi iki temel sebepte toplanabilir:

1.       Her âyete sebeb-i nüzul arayanların tatumları sonucu İsrâilî haberler ve uydurma rivâyetler, esbâb-ı nüzul alanına dahil edilmiştir. Oysa bu rivayetler Kurân'ı anlamada vazgeçilmez nakiller olarak ele alınmalıdır.

2.       Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tasnif edilmesi de ihtilafa sebep olmaktadır. Şayet esbâb-ı nüzul rivâyetleri; tefsir için olan esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri olarak tasnif edilmezse nüzul ortamında cereyan etmemiş veya etse bile nüzule sebep olmamış bir hâdise o döneme mal edilebilmektedir. Sahâbenin, tâbiûnun kendi re'y ve içthadları ile yaptıkları bir sebeb-i nüzul değerlendirmesi, nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.

Sa'lebe kıssası, rivâyet kalıplarının da gösterdiği üzere ikinci tür esbâb-ı nüzul rivâyetlerindendir. Yani bu kıssada nakledilen olay nüzul ortamında cereyan etmemiştir veya etmişse bile âyetin nüzulüne sebep olmamıştır.

 

Tarih İlminden Faydalanılmalıdır

Taberî, Sa'lebe kıssasını, dokuzuncu hicrî yıl hâdiseleri arasında ve "zekâtın farz kılındığı sene, Sa'lebe hakkında nazil olmuştur" diyerek nakletmektedir.

Hz. Peygamber hicretin 9. yılında İslâm Devletinin malî idaresiyle ilgili köklü reformlara girişmiştir. "O ana kadar bu İslâm ülkesinde resmen "vergiler" mevzu bahis değildi. Müslümanlar "sadaka" vermek ve "Allah yolunda mal ve paralarını sarfetmek" hususunda teşvik edilmekteydiler. Tabiatıyla halk, sadakalarını en iyi bir şekilde istediği gibi sarfetmesi için Hz. Peygamber'e getirip teslim ediyordu. Bazı gayri müslim bölgeler "haraç" ödüyorlardı. Ancak bu nevî ödemeler, buhran ve sıkıntı zamanlarında toplumun ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamamaktaydı. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir Müslüman elçi Bizans topraklarında katledilmiş ve bunu cezalandırmak üzere Hz. Peygamber 3.000 kişilik bir savaşçı kuvveti yola çıkarmış ancak bunlar, Mu'te'de karşılaştıkları düşman kuvvetler kendilerinden otuz üç misli fazla sayıda olduğundan zâyiat vererek geri dönmüştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber, 30.000 kişilik bir ordu toplayıp Tebûk seferine çıkmıştı.. İşte bu şart ve durum içinde bulunuluyordu ki eski günlerin "sadaka"sı artık müesseseleştirilmiştir: Toprak mahsulleri, ticarî emtia ve sermaye, ithalat, ihracat, hayvan sürüleri, madenler vs. diğer çeşitli mal ve emtia üzerine asgarî ödeme nisbetleri tayin edilmiş malî mükellefiyetler konmuş, yıllık ödemeler için bir tahsilat zamanı tesbit edilmiş, tahsilata karşı gelenler devlet kuvveti kullanılarak yola getirillmişlerdir. Buna rağmen bu malî fedâkârlıkların yerine getirilmesi, bir zühd ve takvâ meselesi olmaya devam ediyor ve dinin bir unsuru mahiyetini muhafaza ediyordu. Bununla beraber o şimdi bir "Devlet Vergisi" haline inkılâp etmişti. Eski terimler olan "Zekât" ve "Sadaka" adları yine kullanılıyor ve fakat şimdi buna bir "müeyyide", "Devlet cebri" bulunuyordu. Artık bunlar, sarfetmek mecburiyetinde bulunan kimselerin gönül ve takdirlerine, şahsî hesaplarına bırakılmış sadece dinî-malî mükellefiyetlerden değildi."

Hamidullah'ın bu izahlar çerçevesinde Sa'lebe kıssasına bakıldığında; Sa'lebe'nin bu eyleminin bir müeyyidesi olması ve kendine "devlet cebri"nin uygulanmış bulunması gerekmektedir. Ancak böyle olmadığım kıssanın seyrinden anlaşılmaktadır. Buradan da anlaşılıyor ki tarihî hakikatler Sa'lebe kıssasının gerçekliğini tasdik etmemektedir .

 

Kur'ânî Bütünlük ve Siyak-Sibak Bağlamında Değerlendirilmelidir

Tevbe sûresinin 75. ayetini "bütün olarak Kur'ân kavramı" ve siyak-sibak bağlanımda mütalaa edildiğinde âyet-i kerime şu şekilde anlaşılmaktadır;

1.       Allah Teâlâ'ya ahd edip de ahdini bozan,

2.       Vaadinin hilafına hareket eden,

3.       Bu eyleminin sonucunda kalplerine nifâkın yerleştiği kişiler (yani insanlar) karakterize edilmektedir.

4.       Kurân-ı Kerîm, insana, âyetlerindeki hakikatleri belli bir kişi veya anlayışa hasretmeden, yani şahısları ebedîleştirmeden, herkes için geçerli evrensel mesaj nokta-i nazarından ilâhî ufuk'u yakalama imkânı sunmaktadır.

 

SONUÇ

İslâm kültür tarihinde esbâb-ı nüzul rivâyetleri Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılması sürecinde ve çabalarında izlenen bir yol olmuştur. Ancak bu yolda kullanılan metodun, ilkeleriyle birlikte ortaya konulmadığı da bir gerçektir. Usûl açısından vâki olan bu eksiklik, esbâb-ı nüzul rivâyetleri, genel olarak da tefsir rivâyetleri üzerinde tereddütlerin zuhuruna sebep olmuştur.

Tefsir rivâyetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerden birçoğu ilmî yeterliliklerine, salâh ve takvâ ehli oluşlarına rağmen zayıf, garîb, münker ve İsrailî birçok hadis zikretmişlerdir. Hatta mevzû hadis naklettikleri vâkidir. Esbâb-ı nüzul tefsir rivayetleri bilgisayar teknolojisinin imkânlarından yararlanarak toplanması gerekmektedir. 




0 Yorum - Yorum Yaz


KERİM ENDEZ

BİRLEŞİK DOKTORA

NO: 14952705

 

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

KUR’AN VE BAĞLAM

 

         Yüce Mevla insanı en güzel surette yaratıp ona, aklı düşünsün diye bahşetti. Bu düşünce incelendiği andan itibaren, tarih boyunca insanın kainat ve hayat hakkında hep sorular sormuş ve cevap aramıştır. Bugün de aramaktadır.

 Hz. Allah bu sorulara cevap vermek üzere keremi ve de lütfuyla resul ve enbiyayı ilahi vahiyle vazifelendirmiştir.Bu görev halkalarının sonuncusu Kur’an’dır, bu Kur’an on dört asır evvel Hz. Muhammed vasıtasıyla nazil olmuştur. İnsan da Kur’an’dan çözüm aramak zorundadır.

 Bu bağlamda kur ’andan faydalanmak isteyen başta, sahabiler, tabiiler, ve tebe-i tabiiler, Esbab-ı Nüzul ilminden yararlanmayı düstur edinmiş, onu tefsir etmiş ve de anlamaya çalışıp, onu yaşama gayreti içinde olmuşlardır. Bu da Kur’an’ın yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hidayet rehberi olduğunun delilidir.

 

BİRİNCİ KİTAP :KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NUZÜL’ÜN ROLÜ

         Esbab-ı Nüzul ilmi, Kur’an’ın nüzul safhasında ana unsuru teşkil etmiştir. Çünkü Kur’an’ın anlaşılmasında sahabe, tabiin, tebe-i tabiin esbab-ı nüzulü Kur’an-ı tefsir ederken kullanmışlardır.

Hz. Ali, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas gibi sahabiler, ‘’Kur’an’da inen her ayetin kim hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerine dair ‘’rivayetler de vardır.

Esbab-ı Nüzul ilmi, madem Kur’an’ın anlaşılmasında önemli bir yer alıyor, bu sahadaki sağladığı etki ve katkı ve ona olan ihtiyaç ortaya konmak üzere bu tespit gayet önem arz ediyor. Muhammed İkbal şöyle diyor: ‘’Akli zihni mirasımıza yeniden kıymet takdir etmeliyiz. Bunun için umumi İslam tefekkürüne hususi bir şey ilave edemsek de hiç olmazsa, sağlam muhafazakar, tenkit yoluyla, İslam aleminde alabildiğine yol alıp gitmekte olan hareketi kontrol altında tutacak bir hizmette bulunabilelim.’’

BİRİNCİ BÖLÜM: KUR’AN İLİMLERİ VE ESBAB-I NÜZUL İLMİ

KUR’AN’IN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ

Kur’an ilimlerinin kaynağı yine Kur’an’dır. Kur’an üzerinde tefekkür edilmesini[1], anlaşılmasını[2] ve açıklanmasını[3] isteyen muhataplarından isteyen yaşanılır bir ilahi kitaptır.Ümmi olan  efendimize tebliğ ve tebyin vazifesi yüklendiği, Kur’an’da ifade edilmiştir.

  Ümmi olan bu peygambere inen ilk emrin ‘’Yaratan Rab’ının adıyla oku…[4] olması oldukça manidardır. Efendimiz bu siyaseti bu ilk vahiyle birlikte ortaya koymuş, Bedir deki esirlerin okuma yazma bilenlerin on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmeleri karşılığı serbest bırakılmaları bunun en güzel örneğidir.Ayrıca Mescidi  Nebevide eğitim öğretim için ‘’suffe ‘’ denen yerleri inşa etmesi bu siyasetinin bir başka öneli destekçisidir.

  Açık bir dille peyderpey inen Kur’an’ı öğrenen ashab, anlayamadıkları yeri efendimize sorarak öğreniyorlardı. Öğrendiklerini yaşadıktan sonra ezberliyor, başka ayetlere öylece geçiş yapıyorlardı.

 İlk Muallimin içlerinde yaşıyor olması Kur’an ve ilimlerini tedvin ihtiyacı olmamıştır. Bu ilimler Arap dili ve meydana gelen vakıalara binaen Resulullah’ın tefsiridir. İlk şahitleri olan ashab elbette bunları en iyi bilenlerdi.

Hz. Ebubekir döneminde Kur’an bir araya getirildi.Hz.Osman döneminde çoğaltıldı.Hz. Ali ve sonraki  dönemlerde harekeleme- noktalama işine başlandı.

Tabiin de sahabilerin öğretisine binaen hal ve hareketleriyle ve de kavilleri ile Kur’an’ı  tefsir etmeye çalışmışlardır. Adeta bunu da arkadan gelen nesillere telkin etmişlerdir. Zaten hemen sora gelen nesillerde bunun semeresini görmekteyiz. İlk semereler Kur’an ilimlerine yönelik Kur’an’a noktalama ve hareke konmasıyla neş’et etmiş, diğer Kur’an ilimleri olan esbab-ı nüzul, Mekki-Medeni,nasih-mensuh gibi ilimler takip etmiştir. Kur’an’ın anlaşılmasında diğer disiplinler müteakip asırlarda çoğalmıştır. Bu da tabi bir sonuçtur.

Ulumu’l-Kur’an’ın sistematik olarak h.8.asırda vuku bulduğu, tercih edilen bir görüştür.Ancak selefi salihinin ve mütekaddimun alimlerinin de sistematik olmayarak bu ilmi kullandıkları gözlemlenir.

Bununla beraber Ulumu’l-Kur’an ile Ulumu’t-Tefsir arasında  bir ilişki söz konusudur. Ulumu’l-Kur’an Kur’an’ın bütün ilim ve araştırmalarıyla alakalı iken, Ulumu’t-Tefsir ise sadece Kur’an’ın anlaşılmasına yönelik bir ilimdir.

Kur’an ilimleri arsında esbab-ı nüzul ilminin sahabiler kanalıyla müşahede olunan olaylara binaen zuhur etmesi, tabiine şifahi olarak öğretilmesi ehemmiyetini ortaya koymaktadır.Ayrıca Esbab-ı nüzul ilminin nakli ilimlerden olduğunun da göstergesidir. 

 

ESBAB-I NUZUL İLMİ  TANIMI,DOĞUŞU VE GELİŞİMİ

  Esbab-ı Nüzulün tarih boyunca birçok tarifi olmuştur. Farklı tariflerden yola çıkarak esbab-ı nüzulün tarifini yapacak olursak :

 ‘’ Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir veya daha fazla ayetin, hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.’’

          Gelişim ve Doğuşuna gelince;Esbab-ı nüzul Kur’an’la paralel olarak gelişim göstermiştir. Tedrici inen Kur’an, hayatla beraber canlı örnekler ve derslerle, insanın kalbine ve şuuruna hitap etmiştir.Kur’an nüzul olurken,dönemin edebi geleneklerini, zevklerini kaile alarak hitap etmiş, etkisini edebi yönden de göstererek bu alanda da icazını göstermiştir. Bu da bizlere Kur’an’ın anlaşılmasında Arap dili belağatının ve de şirinin anlaşılması önemini ortaya koymaktadır. Bundan anlaşılıyor ki, dönemin insanları bu bilgilere vakıf oldukları için Kur’an’ı daha iyi anlıyorlardı. Doğal olarak ayetlerin hangi şartlar çerçevesinde nazil olduklarını öğrenmek istemişlerdir.

Efendimizin vefatından sonra İslamiyet’i kabul edenler Peygamberler ve Kur’an’da ki kıssalar hakkında bilgiyi sahabilerden öğrenmeye çalışmışlardır. Bu da zamanla bu ilimleri tedvin edecek insanlar çıkmış, bu bilgilerde bir disiplin halini almıştır.

         Sonuç olarak birçok ilimle( hadis, kur’ an ilimleri, tarih...) münasebeti bulunan esbab-ı nüzul ilmini, tarihi seyrinde görülen bu münasebetlerden soyutlamak mümkün değildir.Ancak bütünlük çerçevesi içinde ele alınırsa en sağlıklı sonuçlara ulaşılabilir.

 

ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİ

ESBAB-I NÜZULÜ BİLMENİN YOLU

          Esbab-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir. Esbab-ı nüzulde ictihada ve fikir beyanına mahal yoktur. Ancak işitme ve görme yoluyla sahabilerden gelen rivayetlerle bilinebilir. Bu da Efendimizden gelmiş olarak addedilir. Demek ki sahabiden nakledilen sebeb-nüzul rivayeti onu bilmenin yoludur. Suyuti bu olguyu, sahabenin, olayları kuşatan şartları bilmekle elde ettiklerini söyler. Şöyle zihnimizde bir tablo tasavvur ettiğimizde, vahiy, nüzul ortamı, Hz peygamber, sahabiler ve nüzul ortamı bu olguyu oluşturduğunu tasavvur edebiliriz.

HADİS USULÜ AÇISINDAN ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLRİ

         Bu açıdan ele alınıp incelenmesi, bu rivayetlerin hadis usulü açısından hükmünün ne olduğunun, söylenenleri ortaya koymak amacını güder.

 Daha evvel bahsettiğimiz gibi nüzul sebebini, ayetlerin nüzulünü müşahede eden sahabeden sema ve nakl yoluyla sonraki nesillere aktaran sahabiler olduğunu, esbab-ı nüzulü de en sağlıklı yolu bu olduğunu söylemiştik.

Buna binaen sahabeden gelen rivayetler Musned(zahiren muttasıl bir senetle sahabenin resulullah’a ref’ ettiği haber)  olarak geldiği gibi Mürsel (sahabinin düşüp tabiinin Resulullah’a ref’ettiği) olarak gelen rivayetlerdir.

Bu açıdan ele alındığında esbab-ı nüzul tasnif edilmiş, tasnifinde ihtilafa düşülmüştür.       

Ayrıca esbab-ı nüzul ile ilgili bazı problemli meseleler vuku bulmuştur. Bunlar tasnif sırasında, taaddüt ve taahhür meselesi ile nüzule sebep olan hadiseye bağlı olarak nüzul eden ayetin has mı olduğu, yoksa umum mu ifade ettiği meselesidir.    

  

ESBAB-I NÜZULLE İLGİLİ DİSİPLİNLER (İLİMLER)

          Esbab-ı nüzulle ilgili bir takım disiplinler söz konusudur. Bunlar hikmet-i teşriiye, mübhemat, tenasüb ve insicam birer disiplindir. Bu disiplinlerde esbab-ı nüzulden farklı olarak en önemli husus, aklın, yani re’y-ictihad’ın söz konusu olmasıdır.Bu da şu demektir; bu disiplinlerin ihtilafa açık olmalarıdır.

 

2. BÖLÜM

KUR’AN-I KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRMESİNİN SONUÇLARI

  Kur’an’ın evrensel mesajı gözetilmesi, yorum zenginliğine açık olduğu bilinmesi bu gölgelenmemesi gerekir. Aksi olduğunda o zaman ilkesiz bir yaklaşım olur.

Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul ’un yetersiz kalma sebepleri ;

Rivayetler açısından yetersiz olabilir. Bu da senedde sahabe veya tabiinin birsinin düşmesi sonucu senedde bir kopukluğun oluşması bir eksikliği doğurabilir.

Senedlerin hazf edilmesi veya rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme veya rivayet siygalarına dikkat göstermeme yetersizliğe sebebiyet verebilir.

 Ayrıca Kur’an’ın Umum değil husus ifade ettiği anlamı verilmesi çabalarıdır.

Taaddüt-taahhür açısından yanlış değerlendirme yapılması da sebepleri doğuran unsurlardandır.

Tarihi gerçekler ile zamansal uyumsuzluk bir başka sebebi teşkil eder.

 

KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBABI NÜZUL RİVAYETLERİNİN DOĞURDUĞU  OLUMSUZ SONUÇLAR

         Bu olumsuzlukların başında yorum zenginliğine engel olmasıdır.  Kur’an’ın evrensel hedefi olan Kur’an-İnsan hayat bütünleşmesini engelleyebilir. Kur’an en önemli özelliği evrensel olmasıdır. Kur’an ferde ve topluma, bütün insanlığa bütün memleketlerde bütün devirlerde insanın hem maddi hem de manevi yönüne hitap ederek hidayete vesile olur.

  Kur’an anlaşılmasında bazen tarihçiler, rivayet tefsiri yazarları vaaz eden kussas çıkarları doğrultusunda esbab-ı nüzul konusu istismar edilebilir.

3.BÖLÜM

ESBAB- NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM

          Sahabe döneminde kitabet ve tedvin hareketi ortaya çıkmadan nüzul ortamına ait bilgilerin şifahi olarak aktarıldığını hatırlarsak selef alimlerinin esbab-ı nüzule önem vermeleri daha iyi anlaşılmış olacaktır.

 Efendimiz ve ashabın tefsirle ilgili açıklamaları rivayet yoluyla nakledilmiş bu da İslam tarihinde büyük tesir oluşturmuştur. Çünkü esbab-ı nüzul hem tarihi hem de aktüel bir gerçek olarak nüzul ortamına ait gerçekleri de bünyesinde barındırmaktadır.

Kur’an’ ın anlaşılması çabasında Kur’an nüzul asrı insanını yansıtan esbab-ı nüzul rivayetlerinin aktüel fonksiyonunu tespit etmek, çağımız Kur’an araştırmacılarını ilgilendirmektedir. Bunu gerçekleştirmek için esbab-ı nüzule ihtiyaç duyulan noktaları belirlemek gerekir. Mesela nüzul asrının;sosyal, fikri, iktisadi, siyasi şartları ve dönemin insanını inceleyen araştırmalar esbab-nüzulden Kur’an’ı anlamak için daha fazla faydalanmamızı sağlayacaktır.

 

 

ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

Esbab-ı nüzul bilgisine birebir bağlı kalınmayacağı gibi, tamamen de uzak serbest bir şekilde ilkesiz değerlendirilme yapılması da doğru değildir. Her iki durum da Kur’an’ın anlaşılmasında ciddi problemler doğurur. Bu nedenle ilk yapılması esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesi gerekir. Değerlendirilme ilkeleri de belirlenip ortaya konmalıdır.

Bu ilkeler belirlenirken esbab-ı nüzul rivayetleri ihata edilemeyeceğinden; Kur’an’ı bir bütün içinde okumak ve onu anlamaya çalışmak gerekir.

Sebeb-i nüzulü bilmenin gereklerini tespit ederken, Arap dilinde kasıt ve manayı araştırıp, ifade ettiği manayı belirlemek gerekir. Kur’an’ın anlaşılmasında zahir nassları, mücmel naslardan ayırt etmek  gerekir.

KUR’AN-I KERİM’İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DiKKATE ALINMASI

Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolü açısından Kur’an’ın bütünlüğünü en iyi ifade eden ‘’Bütün olarak Kur’an’ı kerim’ dir. Bütün olarak Kur’an tamamen birleşik bir bütün olarak kavranmalıdır. Çünkü Allah-insan –evren ilişkisinin anlaşılması ve de Kur’an’daki kelimelerin, cümlelerin, ayetlerin ve surelerin manaları ve de kazandıkları yeni manaları hep Kur’an’ın bütünlüğü dahilindedir.

Kur’an’ın bütünlüğü dikkate alınırken onun bir hidayet rehberi olduğu unutulmamalı bundan kasıt onunla yaşamak veya onu anlamak isteyen insan o anda iniyormuş gibi ele almak gerekir. Esbab-ı nüzulün yeri bu bağlamda anlaşılmalıdır.

SİYAK-SİBAK ‘IN GÖZÖNÜNDE BULUNDURULMASI

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulden yararlanırken siyak-sibak ‘ın göz önünde bulundurulması Kur’an’ın bütünlüğü açısından önemlidir.

 Sibak :Bir şeyin öncesi geçmişi, bağ, sözün baş tarafı gibi anlamlara gelir. Siyak ise: İfade üslup, sözün gelişi gibi anlamlara gelir.  

Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Ayetlerin bağlamı ile münasip olmayan rivayetlere itibar edilmemesi gerekir. Nass-siyak-sibak-rivayet uyumuna  kesinlikle dikkat etmek gerekir.

ESBEBI NÜZUL VE TARİHİLİK KAVRAMI

         Kur’an’ı Kerim’in muhatabı insan olup, onun ana gayesi de insana hidayet rehberi olmaktır. Bu bağlamda tarih ve tarihlilik karakteristiği ortaya koymaktadır. Yani insan tarihi bir varlıktır. Yani yaptıkları ‘’şimdi’’ içinde olup bitmez.Yaptıkları zamanın safhalarına yayılmışlardır.  Bu yayılma insanın tarihselliğini oluşturur. Yapıp etmeler, amaçlar, değerler, dinsel inançlar… vb. faktörler insanın bütünlüğünü oluşturur.

İKİNCİ KİTAP

SA’LEBE KISSASI

ESBAB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM

Esbab-ı nüzul daha önce de bahsettiğimiz üzere, nüzul ortamında meydana  gelen bir hadise veya Hz. Peygambere yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir veya daha fazla ayetin, hadiseyi veya soruyu cevaplamak veya hükmünü açıklamak üzere inmesine teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadisedir.

Bu sebeple esbab-ı nüzul; nüzul zamanı ve ortamında meydana gelen Kur’an-insan ilişkisini gösteren olaylardır, oluşan süreçtir. Bu süreçteki olayları bilmek Kur’an’ı anlamada ve anlaşılmasında önemli bir yer alır.  Ancak sadece bu olumlu yönünü alıp eleştiriden uzak bir yaklaşımdan çok, medar-ı iftiharımız olan kültür mirasımızı bırakan alimlerimizin düşünceleri eserleri doğrultusunda geçmişi hırpalamadan yıpratmadan yeni bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu da günümüzde Kur’an’ın daha kolay ve de daha sağlıklı anlaşılmasına vesile olacaktır.

SALEBE KISSASI

         Hemen her müfessirin Tevbe süresi 75. Ayetin nüzul sebebi olan Sa’lebe kıssası, bilinen bir kıssa olup özetle şöyledir:

 Sa’lebe efendimizin huzuruna gelmiş:

-‘’Ya Resul Allah, Allah’a dua et de bana çok mal versin’’ demiş.

- Hz. Peygamber de :

-Ya Sa’lebe!hakkını eda ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır’’ diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini tekrarlamış ve demiş ki:

-Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.

Bunun üzerine Efendimiz dua etmiş, o da bir davar edinmiş. Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış. Bir vadiye yerleşmiş ve böylece cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış. Bunun üzerine Hz. Peygamber sual buyurmuş, denilmiş ki :

-Malı çoğaldı, vadi almaz oldu.

Hz. Peygamber:  -Vay Sa’lebe ’ye! buyurmuş ve sadakaları toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara sadakalarını vermişler. Ancak Sa’lebe ‘ye  Hz. Peygamber’in farzlarını açıklayan fermanını okuyup sadakayı istediklerinde :

‘’Bu cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi,hele siz gidin de düşüneyim’’ demiş. Tahsildarlar dönüp Resulullah’a geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden iki kere vay Sa’lebe’ ye buyurmuş. İşte bu sebeple bu ayetler nazil olmuş. Sonra Sa’lebe sadakayı alıp kendisi getirmiş, fakat Hz. Peygamber:

-Allah Teala beni senin sadakanı kabulden men eyledi. diyerek kendisi hakkındaki hükmü açıklamış.O zaman Sa’lebe başına toprak saçmağa başlamış, Hz. Peygamber de :

-Bu senin amelindir. Emrettim itaat etmedin.şeklinde cevap buyurmuş.Sa’lebe, zekatını Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr’e, Hz. Ömer’e getirmiş onlar da kabul etmemiş. Sa’lebe daha sonra Hz. Osman zamanında helak olmuş. 

Kıssa sire ,rical, tarih, hadis, tefsir kitaplarında  yer almış. Kıssanın gerçek olduğu veya gerçek olmadığı açıklanmış. Bu kıssa Tevbe 75. ayetinin anlaşılmasında bize pek müşahhas bir kanaat vermemiştir. Kur’an’ın anlaşılmasında yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır. Bu yeni yaklaşım yapılırken

-Hadis usulü açısından tenkid edilmeli

-Rivayetler tasnif edilmeli

-Tarih ilminden faydalanılmalı

-Kur’ani bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak bu kıssa Kur’an’ın anlaşılmasında bir örnektir. Bu örnek ve benzerleri yukarıdaki değerlendirmeler göz önünde bulundurularak yapıldığında Kur’an’ın mana zenginliği anlaşılacaktır. Kur’an’la aydınlanacak hayatımızın zenginliği, Kur’an’ın zengin bir biçimde yorumlanmasıyla ve hayata geçirilmesiyle mümkündür.

3.KİTAP

TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

Tarihsellik kavram olarak, tarihi oluşturan insanın tarih ile ilgili yaşam tecrübesinden elde ettiği bilgidir. Bir başka ifadeyle tarihsellik, insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, hayata geçirdiği bir vakıa ile tarihle ilgilidir.

Filozoflarda bu alanda faaliyette bulunmuşlardır. Tarih hakkında hüküm ve değerlendirmelerde bulunmuşlar içeriğini belirlemişlerdir. Bu kavramı belirlerken anlam yüklerken kişisel yaklaşım arz etmektedir. Kişinin hayatı algılayışına dünya görüşüne ve anlama kabiliyetine bağlıdır. Fertlere ve zamana göre değişim gösterir.

Bu sebeple tarihsellik, birçok şekilde tarif edilmiş, hepsi de tarihselliğin bir yönünü ele almıştır.

Kur’an, insan ve tabiat arasında bir ilişkiye işaret eder. Birbirinden ayrı tutmaz. Her ikisi de fıtratlarına uygun hareketi vahiyden alır.

Kur’an’ın ana muhatabı insan oluşu ve onu doğru yola iletme ana gaye edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple  Kur’an; geçmişi,yaşanılan zamanı , ve geleceği bir bütün halinde ele alır. Bunu da hemen hemen her sürede ele alır. İnsanın tarihsel bir varlık olduğunu bunun da insanın varlık koşullarından biri bulunduğunu belirtir.

Kur’an’ın nüzul ortamına yönelik üslubuna gelince ; Mekke’de olsun Medine’de olsun Kur’an; vahiy-insan-hayat bütünlüğünü esas alır. İşte nüzul asrında muhatap olan insanlar dünyevi hayatı sürdürüp gündelik işlerini görürlerken bu Kur’ ani ilke işlevini yerine getirmiştir. Esbab-ı nüzul doğrudan doğruya nüzul ortamında fili olanı gerçek hayatı gösterme konusunda aracı olmuştur. Yani esbab-ı nüzul vahiyle beraber birebir münasebet içerisindedir. Vahiy tamamlanmasıyla bu münasebet son bulmuştur. Fakat Kur’an-insan-hayat münasebeti devam edeceğini Kur’an beyan etmiştir.

Sonuç olarak:

-Esbab-ı nüzul-tarihsellik kavram ilişkisinde vurgulanması gereken, Kur’an’ın yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hidayet rehberi olduğudur.

-Başka özgü kültürlere ait kavramlar kullanılırken ,kavramların tarihleri, içerikleri ,kullanıcının dünya görüşü göz önünde bulundurulmalı.

-Kullanılan kavramların hangi manada kullanıldıkları belirtilmelidir.

Esbab- nüzul rivayetleri ile yazılacak orijinal tarih nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkanı sunacaktır. Tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri ile yazılacak düşünülmüş tarih, Kur’an’ı anlamaya çalışan insanın ufkuna sunacaktır. Bu da insanın varlık bilincine katkı sağlayacaktır. Bu da esbab-ı nüzulün Kur’an’ın anlaşılmasındaki önemini ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım Kur’an-insan-hayat bütünleşmesinin canlı örneğini ortaya sermektedir. Bu da Kur’an’ın yaşana bilirliğini göstermektedir.

      Selam ve Saygılar.        

    

                

 

 

  

 

 

 



[1] Bakara,219.

[2] Nisa,82.

[3] Bakara,118

[4] Alak,1-5.




0 Yorum - Yorum Yaz


http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1972_c11/1972_c11_1/1972_c11_1_AYDEMIRA.pdf

http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1994_c30/1994_c30_2/1994_c30_2_CETINM.pdf

http://isamveri.org/pdfdrg/D01704/2005_4/2005_4_BARM.pdf

http://isamveri.org/pdfdrg/D01704/2004_8/2004_8_MUKRIA.pdf

http://isamveri.org/pdfdrg/D01704/2004_17/2004_17_SEYHA.pdf

 

1.Meymun b. Mihran(118/), Tafsil li Esbabi'n-Nüzûl, Yazma eser
 
2.Ali b. el-Medinî(234/), Esbabu'n-Nüzûl
 
3.Vahıdî(468/), Esbabun-Nüzûl trc. Necati Tetik, Necdet Çağıl. Erzurum, İhtar Yayıncılık
 
4.Ebu'l-Muzaffer Muhammed b. Esad el-Irakî el-Hanefî(567/), Esbabu'n-Nüzûl ve'l-Kısasu'l-Ferkaniyye
 
5.Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Şehr et-Taberî(588/), Esbabu'n-Nüzûl ala mezhebi Ali'r-Resul




0 Yorum - Yorum Yaz


Rukiye Çelep
14912731 
Tezli Yüksek Lisans 

1.  KİTAP

 KUR’ANIN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-U NÜZULÜN ROLÜ

Esbabı nüzul bilgisi kuran kerimin nüzul ortamının asli unsurlarındandır. Bu nedenle o İslam’ın başlangıcından beri bilinen ve İslami ilimlerin birçok alanın da âlimlerce önemle üzerinde durulan bir vakıadır. Sahabe, Tabiun ve Tebeitabiinden olan müfessirler kuranı özellikler Esbâb-ı Nüzul ile tefsir etmişlerdir. Hz. Ali, İbn Mes’ud ve İbn Abbas gibi bazı sahabeler kurandan inen her ayetin ne hakkında, kim hakkında ve nerede nazil olduklarını bildiklerine dair sözler söylemişlerdir. Dolayısıyla sahabe ayetlerin hangi olaylar üzerine indiğinin bilgisine sahip olan tek kaynaktır.

Seleften bazıları, Esbâb-ı Nüzulü Kur’an-ın anlaşılmasında en emin yol olarak görmüşlerdir.

 

 

I.BÖLÜM

 

KUR’AN İLİMLERİ VE ESBÂB-I NUZÛL İLMİ

a-            Kur’an İlimleri Hakkında

Kur’an ilimleri kavramının aydınlanması Esbâb-ı Nuzûl ilminin onun bir dalı olarak daha net bir şekilde tanımlanmasına imkân verecektir. Kur’an ilimlerinin kaynağı bizzat Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü Kur’an-ı Kerim kendisi üzerinde düşünülmesini, anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyen neticede yaşanılır kılınmasına okuyucularını, muhataplarını teşvik eden vahiy mahsulü bir kitaptır.

Hz. Peygamber’in maarif siyasetinin temelini “ kıraat-kitabet ” oluşturmuştur. Bedir savaşı sonrasında harb esirlerine konulan fidye-i necat oku yazma bilen esirlerin 10 Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmesiydi. Bu basit bir tesadüf değildi. Belki ilminin yayılması için hazırlanmış geniş bir planın ikmaline doğru atılmış ilk adımdı. Bundan önce de Hz. Peygamberin Medine’ye gelir gelmez ilk iş olarak Mescid ve Suffe denilen üstü hurma dalları ile örtülü bir kısmın inşasına giriştiği hatırlanmalıdır.

Ashab-ı Suffe Hz. Peygamberin dediğinin ve yaptığının bilgisini elde etmek için can atıyorlardı. Mesela Ebu Hureyre onun dediklerini ve yaptıklarını görüp işitmek için üç yıl bütün dünyevi meşguliyetlerini terk edip devamlı olarak onun yanında bulundu. Fakat buna rağmen Hz. Peygamber döneminde kuran ilimlerinin telifine gerek duyulmadı. Çünkü nüzulü müşahede edenler bizzat ilk muallimin tedrisinden geçenler o sıralar hayatta idi ve lisan selikası dediğimiz düzgün konuşma alışkanlıklarını henüz muhafaza etmekteydiler. Kur’an-ı kerimle karışabilir endişesi ile telif hareketine sıcak bakmamaktaydılar.

Sonradan Ulûmu’l-Kur’an olarak adlandırılacak olan bahisler Hz. Peygamber ve ashabı tarafından bilinmekteydi. Çünkü bu bahislerin hepsi iki kaynağa dayanmaktaydı: Arap dili ve gözleri önünde cereyan eden hadiselerdir.

Kısacası Kur’an İlimleri önceleri Kur’an tefsir edilirken onu anlama çabaları sürecinde bir ihtiyaç sonucu ortaya çıkmış olan Kur’an ile ilgili hususi araştırmalardır.

Mushaf’ın çoğaltılması ve kıraat ilmi ile Resmü’l-Kur’an ilminin ilk ele alınan ilimler olduğu bilinmektedir. Kuranın lugavî yönden ele alınması ise Ebu’l-Esved Ed-Düelî’nin Kur’an’a noktalama ile hareke koymasıyla başlamıştır. Böylece İ’rabu’l-Kur’an İlmi neşet etmiştir. Ayrıca Esbâb-ı Nuzûl, Mekkî-Medenî, Nasih-Mensuh ve Garibu’l-Kur’an ilimleri ilk tedvin edilen kayda geçirilen Kur’an ilimleridir.

Ulûmu’l-Kur’an kavramının bugünkü araştırmalarda kullanıldığı şekilde billurlaşması hicri 8. Asırda Zerkeşî sayesinde vukuu bulmuştur.

Suyutî Kur’an İlimlerini üçe ayırır: Allah zatına mahsus eylediği kısım, Peygamberin öğrettiği kısım ve Peygamberin öğretmekle birlikte Kitab’ına açık-gizli yerleştiği ve öğrenimi açık emir buyurduğu kısım.

Tefsir ilmi Kur’an-ı Kerim’in izahını amaçlayan bir ilimdir. Yani İlmu’t-Tefsir veya İlmu Tefsiri-l-Kur’an, Kur’an-ı Kerimi her bakımdan tetkik edip açıklamaya ve bildirmeye yarayan ilimdir. Bu ilmin de konusunu Kur’an-ı Kerim teşkil eder.

Kur’an ilimlerinden biri olan Esbâb-ı Nuzûl ilmi İslamiyet’in ilk asrından bu yana Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında önemli bir ilim olarak mütalaa edilmiştir. Esbâb-ı nüzul bilgisi sahabeye müşahede ettikleri ortamda insani yapıp etmelerin sonunda inen ayet ve ayetle gelen hükümlerin sebeplere bağlanması yeteneğini kazandırmıştı. Bunun anlamı onların Kur’an ilmini, onu hayata tatbik etme usulüyle birlikte öğrenmiş olmalarıdır. Bu açıdan Esbâb-ı Nuzûl çok önemli bir bilgi olarak görülmüş ve Kur’an’ı anlamayı bu bilgiye sahip olmakla eş değerde görmüşlerdir. Sonraki asırlarda da Esbâb-ı Nuzûl ilmi Kur’an ilimleri arasındaki bu önemli yerini korumuştur. Tedvin döneminde ilk tedvin edilen eserler arasında Esbâb-ı Nuzûl eserleri bulunmaktadır.

b-            Esbâb-ı Nuzûl İlmi

Sebeb sözcüğü ip halat, bağ anlamlarına gelmektedir. Bilahere gaye edilene veya arzulanan her şeye sebeb denilmiştir.

Vahidî Esbâb-ı nüzul ilmini Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasına imkân sağlayan çok güvenli bir yol olarak tanımlamaktadır.

Esbâb-ı nüzul ilminin doğuşu ve gelişimi Kur’an ilimlerinin doğuşu ve gelişimi sürecinden ayrı ve ondan soyutlanarak mütalaa edilemez.

Esbâb-ı nüzul ancak sahih nakille bilenebilir. Dolayısıyla bu alanda içtihada mahal yoktur. Yani Nuzûl sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan ve sadece işitme veya görme suretiyle bilinebilen ve sahabeden gelen rivayettir. Bu rivayet adeta Hz. Peygamberden bildirilmiş hükmünde kabul edilir. Bunun için hadis usulünde hükmen merfu sayılır.

Hadis mecmualarında, tefsirlerde, tarih kitaplarında sebeb-i nüzul rivayetleri zikredilirken kullanılan rivayet cümleleri önemlidir. Sebeb-i nüzulün kavramsal tanımı ile rivayet sıygaları arasında bir bağ vardır ve bu bağ mutlaka kurulmalıdır. Tanımın sınırlarına girmeyen rivayetler sebeb-i nüzul rivayeti olarak ele alınmamalıdır. Dolasıyla rivayet sıygalarında bu hususa açıklık getiren noktalar iyi tespit edilmelidir.

Esbâb-ı nüzul rivayetlerinde bazı ihtilaflar yaşanmaktadır. Bu ihtilaf meselesi aslında tefsir ilminin geneli içerisinde ele alınması gereken ve bu ilme ait bir problemdir.

Tefsirde iki türlü ihtilaf vardır: birincisi nakle dayanan ihtilaftır ki buna sahih, zayıf ve uydurma haberlerden kaynaklanan ihtilaf denir, ikincisi istidlalden doğan ihtilaftır ki buna nakle dayanmayan ve akılla yapılan yorumlardan kaynaklanan ihtilaf denir.

Esbab-ı nüzul ile ilgili bazı meseleler vardır ki bunların başında teaddüt meselesi gelmektedir. Tekrar tekrar nazil olan ayet şanının yüceliğini vurgulamak, taşıdığı manaların unutulmaması gerektiğini hatırlatmak hikmetine binaen indirilmektedir. Böylece benzeri her sebepte, olayda bu ayetin muhtevasına dikkat çekilmiş olmaktadır.

Sebebin teaddüt edebileceğini kabul etmekle nazil olan ayetin tekrar tekrar indirilmiş olduğu kabul edilmiş olmaktadır. Yani ayetin nüzulü tekerrür etmiştir. Zerkeşî, İbni Teymiyye ve Suyûtî de bu olguyu tekerrür olarak tanımlamaktadırlar. Nüzulün teaddüdü nedeniyle birden çok ayet-i kerimenin nazil olması murad olunmaktadır.

Esbâb-ı nüzul ile ilgili meselelerden bir diğer ise hükmün veya nüzulün taahhuru meselesidir. Bu meseleden bahseden iki âlim Zerkeşî ve Suyûtî’dir. İlkinin söyledikleri aynıyla ikincisinde tekrar edilmiş ve bazı ilaveler de yapılmıştır. Zerkeşî bu meseleye şöyle bir örnek vermektedir: Hz. Ömer Mekkî olan “Fakat o topluluk hezimete uğratılacak ve geriye dönüp kaçacaklardır” (Kamer 54/45) ayetinde yenilecek olan gurubun kimler olduğunu anlayamamış; ancak Bedir Savaşından Hz. Peygamber bu ayeti okuyunca kimin yenileceğini anladığını söylemiştir. Suyutî ise bu meseleyi iki yönlü olarak ele almıştır; hükmün taahhüründe Zerkeşî’nin söylediklerini naklettikten sonra İbnu’l-Hassar’ın şu görüşünü aktarır: “ Allah Teâlâ zekâtı Mekkî surelerde açıkça ve ima yoluyla zikretmiş, Allah’ın Rasûlü’ne vaadini yerine getirerek dinini namaz, zekât ve şer’î hükümleri farz kılarak destekleyeceğini buyurmuştur. Böyle olmasına rağmen zekât Medine-i Münevvere de alınmaya başlanmıştır. Bunda bir ihtilaf yoktur.”

Esbâb-ı nüzulle ilgili meselelerden bir diğeri de umum ve husus meselesidir. Bu meseleye göre nass âmm sıygası ile varid ise nass’ın umumu ile amel etmek lazımdır. Bu umumî nass’ın vüruduna sebep teşkil eden nüzul sebebi nazar-ı dikkate alınmaz. Çünkü nass’ın umum sıygasıyla varid olması demek, şeriat sahibinin nass’ın hükmünün umumî olmasını istemesi sebebine hass ve mahsus olmamasını dilemesi demektir.

 

II. BÖLÜM

 

A-          KUR’AN-I KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZULÜN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ

Kur’an-ı kerimin anlaşılmasında Esbâb-ı Nuzûlün yetersiz kalma sebeplerinin başında, rivayetler meselesi gelmektedir. Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kalma sebepleri, birçok bakımdan söz konusudur. Bunların başında bu rivayetler hadis usulü açısından incelendiğinde ulaşılan sonuçtur.

Merfu-Müsned Esbab-I Nüzul Rivayetleri Üzerine: Esbâb-ı Nuzûlün rivayet ve sema’ yoluyla nakl ve izah edildiği malumdur. Bu keyfiyeti icra edenler ise Sahâbîler olmuştur. Onların bu husustaki haberlerinin hükmü meselesi, konunun odak noktasını teşkil etmektedir.

Mursel Esbab-I Nüzul Rivayetleri Üzerine: Kur’an-n anlaşılmasında Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri de Tâbilerden yapılan ve onların Hz. Peygamber’e veya dönemine izafe ettikleri Esbâb-ı nüzullerdir. Mursel olan rivayette Tabiî Sahâbînin ismini anmaz.

Senedlerin Hazf Edilmesi: Kur’an-n anlaşılmasında Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri de şudur; senedsiz rivayetlerin bir dönem mevcud olmasıdır. Suyutî sahabeden senedsiz yapılan sebeb-ı nüzul rivayetleri için munkatı’ dedikten sonra bu kabil rivayetleri bakılması gerekmeyen rivayetler olarak nitelendirmektedir.

Rivayetlerin Tasnifine Dikkat Etmeme: Kur’an-n anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri ise rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme ve rivayetleri karıştırmadır. Bu durum geçerlilik iddiası taşıyan çok sayıda rivayetin bulunmasından kaynaklanmaktadır. Kısacası rivayet çokluğu vardır ve sebeb-i nüzul probleminin temel motifi bu çok sayıda rivayetlerin rekabetidir. O nedenle bu rivayetlerin tasnif edilmesi zorunlu hale gelmektedir.

Rivayet Sıygalarına Dikkat Göstermeme: Kur’an-n anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri ise rivayetlerin sıygalarına dikkat göstermeme yanlışlığıdır. Sebeb ifade etmede nass olan rivayetler ile ihtimal ifade eden yani nass olmayan rivayetler aynı derecede mütalaa edilemezler.

Kur’an-ı Kerimin anlaşılmasında Esbâb-ı Nuzûlün yetersiz kaldığı bir diğer husus da sebebiyet ifade eden Sebeb-i Nuzûlün nass olarak umum değil de husus ifade ettiği şeklinde anlaşılması çabasıdır. Diğer bir sebep ise bir ayet için birçok rivayet bulunması sebebiyle ortaya çıkan Nuzûlün taaddüdü ve taahhuru meselesidir.

Bir diğer sebep ise rivayetlerin bir kısmında görülen tarihi gerçeklere aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur.

B-           KUR’AN-I KERİM’ÎN ANLAŞILMASINDA ESBAB-ı NÜZUL RİVAYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR

Yorum Zenginliğine Engel Olması:  esbab-ı nüzul rivayetleri yorum zenginliğini şu şekillerde engeller;

-                Her ayete nüzul sebebi arama çabaları,

-                Ayetin mana bakımından birçok veçhesi olabilir diye düşünmek varken nüzul sebebi ile sınırlı kalma ihtimali,

-                Ayetin sebeb-i nüzulündeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalmaktır.

Kur’an-I Kerim’in Evrensel Hedefi Olan Kur’an-İnsan-Hayat Bütünleşmesini Önlemesi: Esbab-ı nüzul rivayetleri ile aktarılan nüzul ortamı hadiselerinin ve hatta sahabe ve tabilerin kendi dönemlerinin izlerini taşıyan ve bunların tefsir için yaptıkları esbab-ı nüzul rivayetlerinde anlatılan olayların gelecekte aynı durumlar ile karşılaşacak insanlar için de geçerli olduğunu görmemiz gerekmektedir. Çünkü bir ayetin anlamı-anlamları, nazil olduğu zaman-mekân bağlamının ifade ettiklerinden daha fazla anlam ifade etmektedir.

Konunun İstismar Edilmesi: istisnadan murad olunan esbab-ı nüzul rivayetlerini eserlerinde çokça nakleden tarihçiler, rivayet tefsiri yazarları ve vaazlarında aktaran kıssacıların bu alanda kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmiş olmalarıdır. Esbab-ı nüzulün istismara imkân veren bazı hususiyetleri de onların bu çabalarına imkân sağlamıştır. Her ayete bir nüzul sebebi arama çabaları, senedleri hazfederek rivayet etmeleri, esbab-ı nüzul rivayetlerini tasnif etmemeleri, rivayet sıygalarına dikkat etmemeleri, tarih ilminden yararlanmamaları esbab-ı nuzûlün istismara açık yönleri ve bu tavrı sergileyen âlimlerin en belirgin özellikleridir.

 

 

III. BÖLÜM

 

A-          ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

Kur’an-ı Kerim’in özünü bir bağlam bütünü olarak genel anlamını, mesajını tanımak ve kavramak mümkündür. Yani insan Kur’an-ı bir hidayet rehberi olarak kendisine sunduğu mesajın temel ilkelerini, genel anlamını tanıyabilir, kavrayabilir. Selef-halef bütün âlimlerin nüzul sebeplerini bilmenin önemi üzerinde durdukları bilinmektedir. Bunu da ayetin manasının veya manalarının daha iyi anlaşılmasına bağlamışlardır. Onların bu tavrı ayet, nüzul sebebini bilmeden anlaşılamaz anlamına gelmez. Nüzule sebeb olan hadisenin veya sorunun cevabı olan Kur’an-ı kerim elimizdedir.

B-           KUR’AN-I KERİM’İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE ALINMASI

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nuzûlün rolü açısından Kur’an-ın bütünlüğü kavramına bakıldığında sadece bir vecih ön plana çıkmaktadır; “ bütün olarak Kur’an-ı Kerim”. Bu vecih diğer veçheleri de kapsayan, içeren bir niteliğe sahiptir. Yani Kur’an-ın bütünlüğü kavramının en geniş olan veçhesi budur. Kavrama dâhil olan veçhelere şamildir. Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik manada varlık kazanır. Bütün olarak Kur’an-ı Kerim kavramına göre Kur’an salt parçalarının toplamına indirgenmek yerine birleşik bir bütün topyekün bir gestalt olarak kavranmalıdır.

C-          SİYAK-SİBAKIN GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI

Siyak-sibakın kavram karşılığı olarak günümüz Türkçesinde bağlam, kontekst sözcükleri kullanılmaktadır. Bağlam olgusuna Kur’an-ı Kerim’in bütünlüğü içerisinde bakıldığında siyak sibak gerçeği elbette görülecektir. Çünkü bağlam olgusu mantıki bir gerçekliktir.

D-          ESBAB-I NÜZUL VE TARİHİLİK KAVRAMI

Kur’an-ı kerim insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihilik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü insan her zaman geçmişe mal olacak “şimdi”nin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye aynı zamanda bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan varlıktır. Bir başka değişle insan tarihi bir varlıktır. Ve bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir. Esbab-ı nüzulü tarihi koşulluluk, tarihe bağlı olma olarak tanımlamak mümkün değildir. Esbab-ı nüzul bilgisi Kur’an-ı Kerim’in nüzul ortamının temel bir parçası olabilir. Ama yokluğu halinde Kur’an gerçeğinin vücut bulması mümkün olamaz diye de bir şey söz konusu olamaz.

Netice itibariyle esbab-ı nüzul Kur’an-ı Kerim’in soyut bir düşünce veya düşünce biçimi olarak kalmadığının, aksine yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat ve hidayet rehberi olduğunun en büyük delilidir.

 

2.             KİTAP

 

SA’LEBE KISSASI

Hadis kitaplarında Sa’lebe kıssasının ele alınışı tefsir tarihi açısından önem arz etmektedir. Çünkü ilk devirde tefsir hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edilmekteydi.

Esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım ışığında Sa’lebe kıssasının değerlendirilmesinde ilk olarak Sa’lebe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkid edilmelidir. Bu hadisin senedi zayıf olduğu halde tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle bir rivayet nakledile gelmiştir. İkinci olarak bu rivayetler tasnif edilmelidir. Üçüncü olarak ise tarih ilminden faydalanılmalıdır. Son olarak ise Kur’an-î bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

Tevbe suresi 75. Ayet-i kerimesini anlama çabasında doğruyu bulma maksadıyla nakledilen Sa’lebe kıssası ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hadisenin sınırları içerisinde bırakmıştır. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki yorumları birbirine zıt olmuş ve tahdid etmiştir. Hâlbuki Tevbe Suresi 75. Ayetine ve sebeb-i nüzulü olarak zikredilen Sa’lebe kıssasına daha önce önerilen ilkeler ışığında bakılmış olsaydı Kur’an-ı Kerim’in mana zenginliği anlaşılacaktı. Çünkü Kur’an-ı Kerim’le aydınlanacak hayatımızın zenginliği onun zengin bir biçimde yorumlanmasıyla, pratiğe taşınmasıyla mümkündür.

 

 

3.             KİTAP

 

TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

 

A-          TARİHSELLİK KAVRAMININ DOĞUŞU VE GELİŞMESİ

Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının 17. Yy. ile 19. Yy arasında tarih ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir.

Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının içinde doğup geliştiği ortam ve şartlar göz önüne alındığında bu terimlerin batı düşünce sistemine ait çok geniş anlam alanına sahip olan kavramlar olduğu gerçeği anlaşılmalıdır.

 

B-           TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

İnsan tarihsellik kavramı üzerine fikir beyan ederken bir var olan hakkında bilgisini ifade etmektedir. Tarihsel olan ne ise onun hakkında bilgi vermektedir. Zihindeki diğer kavramlar arasında bağ kurarak bilgi aktarmakta, böylece tarihsellik kavramını belirginleştirmektedir. Ancak tarihsel olanı tanıdıkça bu kavrama nüfuz etmekte, yeni hükümleri zihnine bir kütüğe kayıt eder gibi kayıt etmektedir. Bu yüzden tarihsellik ’in anlam içeriği sürekli değişmektedir. O halde kavramın anlam çerçevesinin değişmesi insanın fıtratından, varoluş şartlarından ve kavramın mahiyetinden kaynaklanmaktadır.

Kur’an-ı Kerim insanı ana konu ve insanı hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarihi ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Çünkü insan her zaman geçmişe mal olacak bir şimdinin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye aynı zamanda bugününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır. Yani insan tarihsel bir varlıktır. Ve bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir. 

Kur’an tarih ve tarihsel olanı, geçmişi, yaşanan zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.

Sahabe, bizzat şahit oldukları nüzul asrı olaylarını esbab-ı nüzul olarak Merfu-Müsned hadis olarak aktarmakla orijinal tarihi meydana getirmişlerdir. Bu orijinal tarih Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında insani suretleri sonraki benzer insanî suretlere taşımakta temel unsurdur. Dolayısıyla Kur’an daima yaşanan, hayatla iç içe ve insan sorunlarına cevap veren bir kutsal kitap olma özelliğini sürdürmektedir. 

 

 

Esbâb-ı Nuzûl ile İlgili Kitaplar

1. el-Vahidî, Esbâbu’n-Nuzûl, Mısır, 1315.

2. Abdulfettah el-Kâdî, Esbâbu’n-Nuzûl, Çev. Prof. Dr. Salih Akdemir, Fecr Yay. 2013.

3.  Hasan Tahsin Emiroğlu, Esbâbu’n-Nuzûl, Yasin Yay., 2013.

4.Bedrettin Çetiner, Fatiha’dan Nas’a Esbâbu’n-Nuzûl, Çağrı Yay. 2010.

5.İmam Suyutî, Esbâbu’n-Nuzûl, Çev. Seyfi Oymalı, Osmanlı Yay-Gül Neşriyat.

 

Esbâb-ı Nuzûl ile İlgili Makaleler;

1. Parlak, Ali, Esbâb-ı Nuzûl Bağlamında Hârût ve Mârût Kıssasının Mahiyeti Analizi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi [AÜİFD], 2014, cilt: LV, sayı: 1, s. 1-15

2. Mennâu'l-Kattân, Esbab-ı Nüzûl, çeviren: Erdoğan Pazarbaşı, İbrahim Görener, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, sayı: 11 [Prof. Dr. Şaban Kuzgun’un Anısına], s. 153-172

3. Köktaş, Yavuz, Esbâbu Vurûdi’l-Hadîs İlmi: Kapsamı ve İçeriğine Yeni Bir Bakış, Usûl: İslâm Araştırmaları, 2005, sayı: 4, s. 131-156

4.    Aydemir, Abdullah, Esbabü'n-NüzulDiyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1972, cilt: XI, sayı: 1, s. 28-36

5. Âli Şeyh, Abdülaziz b. Abdullah b. Muhammed, el-İrhâb Esbâbühû ve Vesâilü’l-’İlâc, Mecelletu Mecmai’l-Fıkhi’l-İslâmî: Râbıtatü'l- Âlemi'l- İslâmî, 1425/2004, cilt: 15, sayı: 17, s. 25-49 




0 Yorum - Yorum Yaz


 ADEM ORHAN

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

ÖĞRENCİ NO:13912778

KUR ‘AN VE BAĞLAM KİTABININ HULASASI

BİRİNCİ KİTAP

KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I-NÜZUL’ÜN ROLÜ

Ulumu’l-Kur’ân, Kur’ân’ın anlaşılması bağlamında birbirleriyle etkileşim halindedir. Hepsi aynı gayeye yönelmişlerdir. Ulumu’l-Kur’ân; konusu her yönüyle Kur’ân-ı Kerim olan, Kur’ân’la ilgili veya Kur’ân’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’ân’ın en doğru şekilde anlaşılmasını gaye edinen bilgi alanıdır. Esbâb-ı nüzul ise; doğru anlama çabasının oluşturduğu bu ilimlerin en sık kullandığı yöntemdir. Çünkü esbâb-ı nüzul, nüzul çağı ve ortamını, dönemin sosyal, iktisadî ve siyasî yapısını, o dönem insanın zihniyetini ve onu dolduran, oluşturan kavramları sonraki nesillerin anlamasında en önemli kaynaktır. Bu bilgi ancak sahih nakille elde edilebilir.

Esbâb-ı nüzul’ün ilk kayda geçirildiği eserler hadis mecmualarıdır. Esbâb-ı nüzul eserlerinin telif sebebi; sahabenin nüzul sebebini bilmeye önem vermesi ve bu bilginin sonraki nesillere aktarımını sağlamaktır.

Âyetlerin nazil olduğu sebebe vâkıf olmak, Kur'ân'ın mânâ-i maksûdunu anlama ve tefsir etme adına tartışılmaz derecede önemlidir.Ayrıca esbâb-ı nüzûlü bilmekle hükümlerin hikmetleri daha iyi anlaşılır. Hükümleri madde plânında hazırlayan sebepleri ve vasatı bilmek, o hükümlerin hikmetlerini, illetlerini daha sağlıklı görmeyi sağlar. Bu zemin üzerine bina edilecek anlama ve yorumlamalar, sahihliğini, istikrar ve tutarlılığını temin etmiş olur. 

Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinin sonuçlarında bazı olumsuzluklarla karşılaşıldığı gözlemlenmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in tamamının esbâb-ı nüzul çerçevesinde anlamaya çalışılması, bazı zorlama anlamların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu da Kur’ân’ın anlam zenginliğine zarar vermiştir. Ayrıca tarihi gerçekliklere aykırılık da farklı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Konunun istismar edilmesi, esbâb-ı nüzul’ün yetersiz kaldığı konular kapsamında istismara açık hale gelmiştir. En belirgin olarak nüzul sebebi olan şahısların ısrarla zikredilmesidir. Oysa Kur’an’ın evrenselliği noktasından Kur’an’ın yorum zenginliği yakalanmalıdır.

                                                     İKİNCİ KİTAP

Esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım ışığında Sa’lebe kıssasının değerlendirilmesinde ilk olarak Sa’lebe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkid edilmelidir. Bu hadisin senedi zayıf olduğu halde tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle bir rivayet nakledile gelmiştir. İkinci olarak bu rivayetler tasnif edilmelidir. Üçüncü olarak ise tarih ilminden faydalanılmalıdır. Son olarak ise Kur’an-î bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

Tevbe suresi 75. Ayet-i kerimesini anlama çabasında doğruyu bulma maksadıyla nakledilen Sa’lebe kıssası ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hadisenin sınırları içerisinde bırakmıştır. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki yorumları birbirine zıt olmuş ve tahdid etmiştir. Hâlbuki Tevbe Suresi 75. Ayetine ve sebeb-i nüzulü olarak zikredilen Sa’lebe kıssasına daha önce önerilen ilkeler ışığında bakılmış olsaydı Kur’an-ı Kerim’in mana zenginliği anlaşılacaktı. Çünkü Kur’an-ı Kerim’le aydınlanacak hayatımızın zenginliği onun zengin bir biçimde yorumlanmasıyla, pratiğe taşınmasıyla mümkündür.

3.KİTAP

TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

Tarihsellik kavram olarak, tarihi oluşturan insanın tarih ile ilgili yaşam tecrübesinden elde ettiği bilgidir. Bir başka ifadeyle tarihsellik, insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, hayata geçirdiği bir vakıa ile tarihle ilgilidir.

Filozoflarda bu alanda faaliyette bulunmuşlardır. Tarih hakkında hüküm ve değerlendirmelerde bulunmuşlar içeriğini belirlemişlerdir. Bu kavramı belirlerken anlam yüklerken kişisel yaklaşım arz etmektedir. Kişinin hayatı algılayışına dünya görüşüne ve anlama kabiliyetine bağlıdır. Fertlere ve zamana göre değişim gösterir.

Kur’an, insan ve tabiat arasında bir ilişkiye işaret eder. Birbirinden ayrı tutmaz. Her ikisi de fıtratlarına uygun hareketi vahiyden alır.

Kur’an’ın ana muhatabının insan oluşu ve onu doğru yola iletmeyi ana gaye edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple  Kur’an; geçmişi,yaşanılan zamanı , ve geleceği bir bütün halinde ele alır. Bunu da hemen hemen her sürede ele alır. İnsanın tarihsel bir varlık olduğunu bunun da insanın varlık koşullarından biri bulunduğunu belirtir.

Kur’an’ın nüzul ortamına yönelik üslubuna gelince ; Mekke’de olsun Medine’de olsun Kur’an; vahiy-insan-hayat bütünlüğünü esas alır. İşte nüzul asrında muhatap olan insanlar dünyevi hayatı sürdürüp gündelik işlerini görürlerken bu Kur’an’i ilke işlevini yerine getirmiştir.Esbab-ı nüzul vahiyle beraber birebir münasebet içerisindedir. Vahiy tamamlanmasıyla bu münasebet son bulmuştur. Fakat Kur’an-insan-hayat münasebeti devam edeceğini Kur’an beyan etmiştir.

Sonuç olarak:

-Esbab-ı nüzul-tarihsellik kavram ilişkisinde vurgulanması gereken, Kur’an’ın yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hidayet rehberi olduğudur.

Esbab- nüzul rivayetleri ile yazılacak orijinal tarih, nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkanı sunacaktır.Böylece insanın varlık bilincine katkı sağlayacaktır. Bu da esbab-ı nüzulün Kur’an’ın anlaşılmasındaki önemini ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım Kur’an-insan-hayat bütünleşmesinin canlı örneğini ortaya sermektedir. Bu da Kur’an’ın yaşana bilirliğini göstermektedir.

ESBÂB-I NUZÛL İLE İLGİLİ MAKALELER

·         Aydemir, Abdullah, Esbabü'n-Nüzul, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1972, cilt: XI, sayı: 1, s. 28-36

·         Demirci, Muhsin,Esbâbu’n-Nüzulün Kur’an Tefsirindeki Yeri, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1993-1994, sayı: 11-12, s. 7-25

·         Merve Dilek Yolcu, İbn Kesir Tefsirinde Esbab-ı Nüzûl, Atatürk Ünv. (http:// http://literatur.gen.tr)

·         Köktaş, Yavuz Esbâbu Vurûdi’l-Hadîs İlmi: Kapsamı ve İçeriğine Yeni Bir Bakış, Usûl: İslâm Araştırmaları, 2005, sayı: 4, s. 131-156 

·         Burhan Baltacı: Taberî’nin 96/Alak Suresi 1–5. Ayetlerin Tefsirinde YerVerdiği Rivayetlerde Nüzul Sürecine İlişkin Veriler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2(2010), ss. 215-240

ESBÂB-I NUZÛL İLE İLGİLİ KİTAPLAR

·         Bedrettin Çetiner, Fatiha’dan Nas’a Esbâbu’n-Nuzûl, Çağrı Yay. 2010.

·         Vahıdî, Esbabun-Nüzûl

·         Esbab nüzul : Kur'an-ı Kerim'in iniş sebepleri. / Ebü'l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed en-Nisaburi Vahidi, 468/1076 ; trc. Necati Tetik, Necdet Çağıl. -- Erzurum : İhtar Yayıncılık, [t.y.] 568 s. ; 24 cm. -- (İhtar yayıncılık ; 20. Kaynak eserler serisi ;

·         Esbab nüzul : Kur’an ayetlerinin iniş sebepleri ve tefsirleri : Ali İmran suresi. / H. Tahsin Emiroğlu. -- [y.y., t.y.] (Konya:KuzucularOfset)2.c.(311,XXIVs.);24cm.

·         Esbab nüzul : Kur’an ayetlerinin iniş sebepleri ve tefsirleri : Yunus, Hud, Yusuf, el-Raid, İbrahim, el-Hicr Sureleri. / H. Tahsin Emiroğlu. -- [y.y. : y.y.], 1972. (Konya : Yeni Kitap Basımevi) 6. c. (XVI, 494 s.) ; 24 cm.

 




0 Yorum - Yorum Yaz


İBRAHİM UÇAN

13912777

YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbâb-I Nüzul’ün Rolü

Kur'ân ilimlerinden biri olarak esbâb-ı nüzul ilmi, İslâmiyet'in ilk asrından bu yana Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında önemli bir ilim olarak mütalaa edilmiştir. Sahabe ve tâbiûn dönemlerinde bu ilmin müstakil olarak ele alındığı ve Kur'ân-ı Kerîm'i anlama gayreti içine girenlerin mutlaka bilmesi gereken bir ilim olarak zikredildiği görülmektedir.

Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulünü müşahede etmiş olmalarını daima ön plana çıkaran sahabe, esbâb-ı nüzulü çok kullanmaktadır. Bu gayet doğaldır. Çünkü onların ilmî gayretlerinin hedefinin Kur'ân-ı Kerîm'ı anlamak ve yaşamak olduğu tarihî bir gerçektir.Bir âyetin sebeb-i nüzulü bu hadisedir dendiğinde “Âyetin varoluşu, indirilişi o hâdise sebebiyledir” denmek istenmez. Çünkü Kur’an-ı Kerim, insanların kurtuluşu için hidayet rehberi olarak gelmiştir.

Yapılan tanımlarda açıklanması gereken bir nokta vardır. O da bir hadîse veya sorunun akabinde âyetin inmesi şartının öne sürülmüş olmasıdır. Burada önemli olan âyetin muhtevasının hadiseyi kapsamasıdır. Yoksa hadisenin hemen ardından doğrudan inzal edilmesi, veya bir müddet sonra inmiş olması arasında bir fark yoktur.

Böylece esbâb-ı nüzule dahil olmayan bazı rivâyetleri ayırmak mümkün olmaktadır. Bu rivâyetler şunlardır:   Geçmiş ümmetlere ait tarihî malûmat,  Geleceğe ait haberlerdir.Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebebi nüzul denir.

Tabiun döneminde de esbab-ı nüzul rivayetleri toplanmaya devam edilmiştir. İslamiyet’e yeni giren kavimler ve elh-i kitapla olan münasebetleri sebebiyle rivayetlerde artış olmuştur. Esbab-ı nüzul rivayetleri sonraki nesillere, öğretim ve sözle ağızdan nakledilmeye devam etti.Hz. Muhammed’in vefatından sonra yeni Müslüman olanlara bu benzeri olayların açıklanması gerekiyordu. Daha önceki peygamberlere dair kıssalar hakkında da birtakım açıklamaların yapılması icab ediyordu. Toplum üyelerinin çoğu belki bu kıssalar hakkında bazı şeyler biliyorlardı ama onları daha iyi bilen Müslümanlar bu bilgi boşluklarını doldurabilir ve bu konudaki hataları düzeltebilirlerdi. Tedvin dönemine böyle gelinmiş ve ilk tefsirler yazılmaya başlanmıştır. Bu tefsirlerin ekseriyetinin rivâyet tefsiridir.İlk müfessirler ayetin tefsirine sebeb-i nüzulünü zikrederek başlamayı adet edinmişlerdir. Rivâyet çokluğu sebebiyle ayetin muhtevasına münasip gördükleri rivâyetleri naklediyorlardı.

 Esbâb-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir. Dolayısıyla bu alanda ictihada mahal yoktur. Yani nüzul sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme veya görme suretiyle bilinebilen ve sahabîden gelen rivâyettir. Bu rivâyet adeta Hazreti Peygamberden bildirilmiş hükmünde kabul edilir. Bunun için hadîs usûlünde hükmen merfû sayılır. Sahabenin bu tecrübesine onlardan ilim almak suretiyle iştirak eden tabiîler de esbâb-ı nüzul rivâyetleri nakletmişlerdir. Bu rivâyetler hadîs usûlünde mürsel hükmündedir. Dolayısıyla esbâb-ı nüzulü bilme açısından onlar da sahabeden sonra kaynaktırlar. Ancak bu kabil rivâyetlerin bazı şartları haiz bulunmaları gerekmektedir.

Tefsirde iki türlü ihtilaf vardır:

-  Nakle dayanan ihtilaf: Sahih, zayıf ve uydurma haberlerden kaynaklanan ihtilaf.

-  İstidlalden doğan ihtilaf: Nakle dayanmayan ve akılla (re’y ve ictihadla) yapılan yorumlardan kaynaklanan ihtilaf.

Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf edilmesi iki temel sebepte toplanabilir:

- Her âyete sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebedîleştirilmesi, israilî haberler ve uydurma rivâyetlerin esbâb-ı nüzul alanına dahil edildiği görülmektedir.

-  Esbâb-ı nüzul rivayetleri nüzul ortamına ait olanlar ve tefsir için yapılan değerlendirmeler olarak tasnif edilmezse bu rivayetler de ihtilafa sebep olmaktadır. Nüzul ortamında cereyan etmediği halde bir hâdise o döneme mâl edilebilmektedir. Veya sahabenin, tâbiûnun tefsir için kendi re’y ve içtihadı ile yaptığı bir sebeb-i nüzul değerlendirmesi, aynı şekilde nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.

 Esbâb-ı nüzul ilminin alanı dahilinde bazı problemli hususlar vardır. Bunlardan ikisi taaddüt ve taahhür meseleleridir. Bir diğeri ise nüzule sebep olan hâdise dolayısıyla inen âyetin bu hâdiseye hâs mı olduğu, yoksa umum mu ifade edeceği meselesidir.

 Taaddüt Meselesi

Rivâyetlerin arasını te’lif edemeyen veya birini tercih edecek sebep bulamayan âlimler, bu âyetler için nüzulün taaddüt ettiği tezini öne sürmüşlerdir. Nüzulün taaddüt ettiğine dair rivâyetlerde iki türden bahsedilmektedir. Birçok nüzul sebebi dolayısıyla bir âyet nâzil olmuş ise buna “sebebin taaddütü” denilmektedir. Tam tersi bir durumda, yani birkaç âyet tek sebep için inmiş olabilir. Bu durum da “nüzulün taaddütü” olarak ifade edilmektedir.

Hükmün Veya Nüzulün Taahhürü Meselesi

Suyuti,bu meseleyi iki yönlü olarak ele alır. O, önce hükmün taahhürünü sonra nüzulün taahhürünü inceler. Hükmün taahhüründe Zerkeşi’nin söylediklerini nakleder. Nüzulün taahhüründe ise mevcut rivayetleri ve bunlar üzerinde yapılan yorumları kendi yorumlarıyla aktadır. Cuma namazı ve zekatın farz oluşlarıyla ilgili ayetlerin indirilişinden önce hükümleriyle amel ediliyor olmasını nüzulün taahhürü olarak açıklar.

 Umum-Husus Meselesi

Alimlerin ekseriyeti hükmün, sebebinin hususîliğine değil, lâfzın umûmîliğine göre olduğunda icmâ vardır demektedirler. Hz. Peygamber zamanından beri sahabe ve müctehit imamların anlayış ve tatbikatı bu olmuş ve buna hiçbir zaman karşı çıkan bulunmamıştır. Çünkü hüccet nassların kendisidir, sebepleri değildir. 

Esbab-I Nüzul Rivayetlerin Değerlendirilmesi

Tefsirin nakille başlamış olması ve akabinde bundan ileri gidilmemesi, ilk zamanlarda az sayıda rivâyet, olduğunu ortaya koymaktadır. Sonraları bu rivâyetler çoğalmış ve genişlemiştir. Hatta zamanla daha ileri gidilerek, sağlam olmayan rivâyetler bile bunlara ilave edilmiştir. Daha sonra, bu rivâyetlerin yanına, şahsî anlayış denemeleri de girmiş; önceleri bunlardan dil ve kelimelerin delâletiyle ilgili olanlarına makbul gözüyle bakılmıştır. İşte bu şekilde tefsir rivâyetleri (ve doğal olarak esbâb-ı nüzul rivâyetleri) hakkında tenkitler doğmuştur.

Esbâb-ı nüzul rivâyetierinin yetersiz kalma sebepleri birçok bakımdan söz konusudur. Bunların başında bu rivâyetler, hadîs usûlü açısından incelendiğinde ulaşılan sonuçtur. Esbâb-ı nüzul rivâyetleri hadîs usûlü açısından “musned” haberler olamaz. Dolayısıyla bu rivâyetler tefsir için yapılmış rivâyetlerdir. Yani sahabe Kur’ân’ı anlamak hususunda çaba harcamış, ictihad etmiş ve böyle bir yoruma varmıştır. Mursel hadîs konusu onun hüccet olup olamayacağı bakımından âlimler arasında tartışılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi de senetsiz rivâyetlerin bir dönem mevcut olmasıdır. Çünkü hadîste, konumuz itibariyle esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde kusur en fazla senette bulunmakla beraber, bu kusurun metinde de bulunabileceğini söylemeyi ihmal etmeyen münekkit âlimlerîmizin tespit ettiği ilkeler çerçevesinde bütün sebeb-i nüzul rivâyetleri tenkide tâbi tutulmalıdır. Böylece hangi rivâyetlere itimat edilebileceği bilinmiş, “mevzu” olanlar ayıklanmış olur. Sebeb-i nüzul rivâyetlerinin; Esbâb-ı nüzul rivâyetleri, Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul rivâyetleri (değerlendirmeleri) şeklinde iki nevi halinde incelenmesi en makûl yol görünüyor. Başka bir yolla da esbâb-ı nüzulden kaynaklanan meselelerin çözüme kavuşturulmasının mümkün olamayacağını zannediyoruz. Bunun sebeplerini açıklamaya çalışalım: rivâyetin sahih olması şartı yanında bir de “sebebiyet” ifade etmesi gerekmektedir. Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnifi konusunda bu hususa özellikle işaret edilmişti. Şimdi bu bilgiye, onu tamamlayan ve orada ifade edilenleri kuvvetlendiren yeni bir bilgi olarak sebeb-i nüzul rivâyetinin sıygasının “sebeb  ifade etmede nass olması” ilkesini ekliyoruz. O halde tartışmanın odağını muteber olan sebebin hususiyetidir görüşü muteber olan lafzın umumiyetidir görüşü teşkil etmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de bu rivâyetlerin bir kısmında görülen tarihî gerçeklere aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur.

 Kur’ân-ı Kerîm, içinde bulunan lâfızların manâlarını bilmek istemelerinin insanların fıtrî bir gereksinmesi olduğunu dikkate alır. Bu nedenle de onları âyetleri üzerinde tefekküre, tezekküre, tedebbüre davet eder. O, insanların karşısına duygu ve düşüncelerine uygun düsen, inanç ve eylemlerine cevap veren ve kafalarını kurcalayan büyük meselelere tam bir çözüm getiren, kendine has bir cazibe ile çıkmıştır. Bu gerçek, Kur’ân-ı Kerîm’in yorum zenginliğine tanıdığı imkânları gösterir.

Esbâb-ı nüzul rivâyetleri yorum zenginliğini şu şekillerde engeller:

-  Her âyete nüzul sebebi arama çabaları,

-  Âyetin manâ bakımından birçok veçhesi olabilir diye düşünmek varken, nüzul sebebi ile sınırlı kalma ihtimali,

- Âyetin sebeb-i nüzulündeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalmak.

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin değerlendirilmesi sırasında istismara tevessül edilebildiği bir vakıadır. İstismardan murad olunan ise esbâb-ı nüzul rivâyetlerini eserlerinde çokça nakleden;  tarihçiler, rivâyet tefsiri yazarları.

                Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması amacıyla yapılmış nüzul sebebi değerlendirmeleridir. Bunlar nüzul ortamında cereyan etmiş olsa bile sonucunda âyetin inmesine sebep olmuş hâdiseler değildirler. Tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetlerini incelendiğinde üç grup değerlendirme görülecektir:

1.       Hz. Peygamber’in yaptığı sebeb-i nüzul değerlendirmesi.

2.       Sahabe ve tâbiûnun yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri.

3.       Müfessirlerin (âlimlerin) yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri.

Mütekaddimûn, tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ihtimal ifade eder üslûpta kaydetmişlerken, müteahhirûn bu rivâyetleri sebep ifade etmede nass olan rivâyet kesinliğinde anlamış ve kaydetmişlerdir. Dolayısıyla bir âyet için birçok nüzul sebebi zikretmişler; bu da bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Bu noktada esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin rivâyet sıygaları son derece önemlidir. Sebep ifade etmede nass olmayan rivâyet kalıplan sebep ifade etmede ihtimal belirtirler. Bu da bu kalıplarla yapılan esbâb-ı nüzul değerlendirmelerinin tefsir için olduğu anlamım belirtir. Bu sebeple esbâb-ı nüzul rivâyetlerini yeniden değerlendirirken yapılacak tasnifte rivâyetlerin sıygalarına gösterilecek dikkat birçok problemi çözecektir.

Görüldüğü üzere her iki tür esbâb-ı nüzulün amacı aynı noktada, Kur’ân’ın anlaşılması noktasında birleşmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması meselesinde birini diğerine tercih etmekten çok iki türün ayrı ayrı özelliklerini iyice bilip değerlendirmek lazımdır.

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rolü açısından Kur’ân’ın bütünlüğü kavramına bakıldığında sadece bir vecih ön plana çıkmaktadır: “Bütün olarak Kur’ân-ı Kerîm”. Bu vecih diğer veçheleri de kapsayan, bir niteliğe sahiptir. Yani Kur’ân’ın bütünlüğü kavramının en geniş olan veçhesi budur. Kavrama dahil olan bütün veçhelere şâmildir. Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik manâda varlık kazanır. O halde “bütün olarak Kur’ân-ı Kerîm” kavramı, Kur’ân’ın tüm özelliklerini, yanlarını ve bütünlüğüne ait veçheleri ve bunlar arasındaki ilişkileri kucaklayan, kendisinin hususî, mu’cîz vahiy mahsulü karakterini belirleyen tastamamlık, kendi iç kesinliği ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistem anlamındadır.

Bağlam olgusuna Kur’ân-ı Kerîm’in bütünlüğü içerisinde bakıldığında siyâk-sibak gerçeği görülür. Çünkü “bağlam” olgusu mantıkî bir gerçekliktir. Burada söz konusu edilmesi gereken, anlaşma araçlarının tümü olarak “dil”in insan topluluğundaki etkilerini nasıl gerçekleştirdiği sorusudur. Kur’ân-ı Kerîm’in doğrudan veya bir sebebe mebni olarak parça parça inişi sonrasında kazandığı tertib, onun siyâk-sibak’ının nasıl oluştuğunu gösterir.

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivâyetlerini değerlendirirken âyetlerin siyâk-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Âyetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivâyetlere  itibar etmemekte yarar olduğu açıktır. Nass-siyâk-sibak-rivâyet uyumu kesinlikle göz ardı edilmemelidir.

Sa’lebe Kıssası

Sa'lebe kıssası sîre, ricâl ve tarih kitaplarında farklı tarîklerle ve hicrî 9. yıl hâdiseleri arasında rivayet edilmektedir. Ulemânın kıssa üzerine yaptıkları değerlendirmeler incelediğinde iki husus ortaya çıkmaktadır:

-  Sa'lebe'nin vasıfları,    - Hâdisenin sıhhat derecesi.

  Sa'lebe'nin vasıfları üzerine sîre, ricâl ve tarih kaynaklarında şunlar söylenmektedir:

     Sa'lebe, Benî Umeyye b. Zeyd'e mensuptur. Yani Evsli olan ensârdandır.Bedir ehlindendir. Uhud ehlindendir. Belâzûrî, bu konuda birbiriyle çelişik haber kaydetmektedir. Bunların ilkine Sa'lebe kardeşi ile birlikte Uhud Harbi’nden kaçmıştır. Diğerine göre Uhud'da öldürülen Ensâr'dan biridir. Mescid-i Dırâr kuranlardandır. Aynca Sa'lebe'nin bu mescidi tamir ettiği de nakledilmektedir.Tebûk Gazvesi'ne katılan münafıklardandır.

İlk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edildiği için, Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. Muhaddislerden bazıları  Sa'lebe kıssasını, hadîs ve senedi hakkında mülahazalarını da ifade ederek rivâyet etmişlerdir. Beyhakî, hocası el-Halîmî ile aynı rivayetleri naklettikten sonra Sa'lebe kıssası hakkında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: "Bu, tefsir ehli arasında bir “meşhur hadis''tir. Zayıf senedlerle mevsuf olarak rivâyet edilmiştir.

Müfessirlerin bir kısmı da Sa'lebe kıssasının sıhhatine şüphe ile bakmışlardır. Bunlardan biri İbn-i Cerîr et-Taberî'dir. Onun tefsir metodu, âyet hakkında Hz. Peygamber'den, sahibeden ve tâbiûndan her ne rivâyet edilmişse bunları öncelikle nakletmek, sonra da bunlar arasında muhakeme yaparak bu farklı yorumlardan tercih ettiğini belirtmek şeklinde özetlenebilir. Taberî, bu metodunu Sa'lebe kıssasına da tatbik etmiş ve Tevbe 75. âyetinin nüzul sebebi olarak rivâyet ettiği haberleri üç grupta değerlendirmiştir. Taberî, Sa'lebe kıssası ve Tevbe 75. âyetini şu şekilde değerlendirmektedir: “Bu âyette, Cenâb-ı Hakk tarafından nifâk ehlinin alâmetleri ortaya konulmuştur.” 

İlk olarak Sa'lebe kıssası rivâyetleri hadis usûlü açısından tenkid edilmelidir. Zikredildiği üzere bu hadisin senedi zayıftır. O halde, tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle bir rivâyet nasıl olmuş da nakl edilegelmiştir? Bunun sebebini Zâhid-i Kevserî'nin el-Makâlat'ında, müfessirler hakkındaki şu sözlerinde bulmak mümkündür: "Müfessirlerin birçoğunun fayda umarak birçok rivayeti kaydettiklerini görürsün. Onlar, Yahudi ve diğerlerinden tevarüs edilen kendi zamanlarının bilgilerini, Kurân-ı Kerîm'in haberlerinin bazı yönlerini açıklamak için, bu haberlerin getirdiği problemleri kendilerinden sonra gelecek tenkidçilere bırakarak nakletmişlerdir. Kurân-ı Kerîm'in mücmel bırakılmış bazı mânalarının izahında birçok faydaların bulunması ihtimali sebebiyle bu malûmatın kendilerinden sonra gelecek olanlara ulaşmasını çok arzu etmişlerdir. Müslümanlar nazarında bu rivayetlerin sıhhatine itikad olunan ve iyice incelenmemizin bütün illetleri ile hüccet olarak alınan birer gerçeklik olmasını amaç edinmemişlerdir”.

Tefsir rivâyetlerini eserlerinde nakleden âlimlerden bir kısmı, senedleri hazfedilmiş rivâyetleri çok kullanmışlardır. Mesela ez-Zemahşerî'nin el-Keşşâfı, el-Beydâvî'nin Envâru't-Tenzî’li, Ebu's-Suud'un İrşâdu'l-Akli's-Se-lîm ilâ Mezâyâ'l-Kurân’ıl-Kerim'i bunlar arasındadır. Bunun sebebi, bu eserlerin müelliflerinin hadis ilmi alanında tefsir ve Kurân ilimlerinde olduğu kadar mütehassıs olmamalarıdır. Bu sebeple bu kabil tefsirlerde nakledilen rivâyetlere, hadis kaynaklarına ve tahrîc kitaplarına müracaat edilmeden itimad edilmemelidir.

Esbâb-ı nüzul rivâyetlerini senedsiz nakleden bu takvâ ve salâh ehli âlimler, bu tavırları ile bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.Hadis mecmualarının tefsir bablarında ve tefsir kitaplarında bir âyetin sebeb-i nüzulü olarak birçok rivâyet görmek mümkündür. Bu rivâyetlerin aynı hâdiseyi şahıslar ve mekân, bazen de zaman itibariyle farklı bir şekilde naklettikleri görülmektedir. Bu durum esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde ihtilaf olarak adlandırılır. Sa'lebe kıssası da buna bir örnek teşkil etmektedir.  

 

Tarihsellik Ve Esbab-I Nüzul

 Esbâb-ı nüzul-tarihîlik münâsebetine insanın tarihî bir varlık oluşu bakımından yaklaşmak zarureti doğmaktadır. Çünkü insanın yapıp-etmeleri “şimdi” içinde olup bitmez, onlar zamanın boyutlarına yayılmışlardır. Zamanın boyutları ise uzayıp giden boyutlar değil, yapıp-etmelerle, onların ürünleriyle, olaylarla doludur. “Bu, insanın zamanın boyutları arasında bir bağ kurmasını, onları birbirine bağlamasını gerektirir. Bu da ancak bilen bir varlığın işi olabilir. Bunun içindir ki, insan tarihî bir varlıktır. Eğer insan hayvan gibi yalnızca “şimdi” içinde yaşasaydı, o zaman insanın yapıp-etmeleri arasında bir süreklilik söz konusu olmayacaktı.  Esbâb-ı nüzul ile tarihsellik kavramı arasında nasıl bir ilişki olduğuna gelince Kur’an insanı ana konu edinmekle tarihselliğini ortaya koymaktadır, çünkü insan az önce de ifade ettiğimiz gibi varlık koşullarından biri olarak tarihsel bir varlıktır. İnsanı insan yapan bu varlık koşulları hep aynıdır. Nüzul asrı insanının varlık koşullarını yöneten ise Kur’anî değer duygusudur. Yani Kur’an tüm insani yapıp etmeleri, ilahi bir mesajla oluşturmak ister. İşte bu yapıp etmeler nüzul ortamıdır. Yapıp etmeler, şimdi içinde olup bitmez zamana yayılmıştır. Şimdiki zaman, yapıp etmeler için bir orta noktadır  ve dün ile yarın arasında bağ kurar.

 

Kitap isimleri

1-      Ahmet Nedim Serinsu, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl.

2-      İbn Hacer ,El-ucab fi beyan-el-esbab.

3-      Suyuti, Lubab’un-nukul fi esbab’in nuzul.

4-      İbrahim Muhammed Ali, Sahih  esbab’in nuzul.

5-      Abdul munim çelebi, el-camiu  fi esbab’in nuzul.

Makale isimleri

1-      Mennâu'l-Kattân
Esbab-ı Nüzûl, çeviren: Erdoğan Pazarbaşı, İbrahim Görener, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, sayı: 11 [Prof. Dr. Şaban Kuzgun’un Anısına], s. 153-172

2-      Hanefî, Hasan
Esbab-ı Nüzul” ün Anlamı Nedir?, çeviren: Ahmet Nedim Serinsu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1998, cilt: XXXVIII, s. 225-232

3-      Recep Çetintaş, Tefsirde Esbab-ı Nüzûl Problemi, 1999, Yüksek lisans tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tez danışmanı: Prof. Dr. M. Zeki Duman

4-      Merve Dilek Yolcu, İbn Kesir Tefsirinde Esbab-ı Nüzûl, Atatürk Ünv.

5-      Muhammed b. Es’ad Iraki, Esbabü’n-Nüzûl ve'l-kasasü'l-Furkaniyye, dirase ve tahkik; İsam Ahmed Ahmed Ganim. Riyad 2007, 




0 Yorum - Yorum Yaz


 


Murat  Gültekin  Yüksek Lisans 14912727


 


“Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap ve beş makale adı (literatür) veriniz.


MAKALELER


 


HANEFİ, Hasan , “Esbab-ı Nüzul” ün Anlamı Nedir?, çeviren: Ahmet Nedim Serinsu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1998, cilt: XXXVIII, s. 225-232


 


TÜRCAN, Selim ,  Tefsir Tarihçiliği Bağlamında Klasik Esbab-ı Nüzul Yaklaşımının Değerlendirilmesi, İslâmî İlimler Dergisi, 2007, cilt: II, sayı: 1, Kur’an Özel Sayısı: 2, s. 119-138


 


YILDIRIM, Enbiya, Mulâane Ayetlerinin Nüzûl Sebebi, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, cilt: V, sayı: 1, s. 191-200


 


ALDEMİR, Halil , Esbabı Nüzul Rivayetleri Arasında Görülen Çelişkiler ve Geliştirilen Çözüm Yolları Tahlili, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler -, 2011, cilt: XV, sayı: 48, s. 141-159


 


ENSARİ, Abdurrahman,  Sebeb-i Nüzûlün Tesbit ve Tercih Kuralları, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014/1, cilt: V, sayı: 9, s. 69-91


 


KİTAPLAR


 


SERİNSU,Dr Ahmet Nedim,Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü,Şule Yay.,İstanbul,1994.


 


El-KADİ,Abdulfettah,Sahabe ve Müfessirlere Göre Esbab-ı Nüzul, (çev. Salih Akdemir), Fecr  Yay., Ankara  1986.


 


Es-SUYUTİ, Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr (911/1505), Lubabu’n-Nukul fi Esbabi’n-Nuzul, Daru İhyai’l-Ulum, Beyrut 1400/1980  3. baskı.


 


El-VADİİ, Mukbil b. Hadi, es-Sahihu’l-Müsned min Esbabi’n-Nuzul, Mektebetu ibn Teymiyye, Kahire  1408/1987   4. Baskı.


 


El-VAHİDİ, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed en-Neysaburi  (468/1075), Esbabu’n-Nuzul, Alemu’l-Kutub, Beyrut (1316 Matbaay-ı Hindiyye basımından ofset)


 


KUR’AN VE BAĞLAM


  1. KİTAP  : KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL’ÜN ÖNEMİ


 


   Kur’an ilimleri, Kur’an’ı anlama ve yorumlama çabasının ürünü olarak ortaya çıkan ilmi araçlardır. Kur’an’ın anlaşılması bağlamında bütün Kur’an ilimleri iç içedir. Kur’an ilimleri,VIII. asra kadar netleşmiyor.


  Kur’an İlimleri;


Konusu her yönüyle Kur’an’ı Kerim olan bilgi alanıdır.


Kur’an’la ilgili bilgi alanıdır.


Kur’an’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan bilgi alanıdır.


Kur’an’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bilgi alanıdır.


 


  Esbab-ı Nüzul ilmi ,Kur’an ilimleri içinde ilk sırada yer almıştır. Esbab-ı Nüzul, Kur’an’ı anlamakla eşdeğer görülmüş. Çeşitli tarifleri yapılmış .


Sebeb-i Nüzul:


  Nüzul ortamında meydana gelen bir hadise var veya Peygamberimize yöneltilmiş bir soru var. Bu hadisenin meydana geldiği günlerde veya sorunun sorulduğu günlerde inen bir ayet veya daha fazla ayeti kerime var. Bu inen ayet(ler), meydana gelen hadiseyi veya sorulan soruyu kapsayan nitelikleri  ve özellikleri tazammun ediyor ve soruya cevap veriyor veya hükmünü açıklıyor. İşte bu özellikleri taşıyan ayet(ler)in inmesine vesile teşkil eden hadise ve bu özellikleri taşıyan ayet(ler)in nazil olduğu ortamı resmeden hadise,sebeb-i nüzuldür.


 Esbab-ı Nüzul,sadece sahih nakille bilinir. Re’y’e mahal yok.


  Hadis ,tefsir ,tarih kitaplarındaki sebebi nüzul rivayetleri zikredilirken kullanılan rivayet cümlesi(siygası,kalıbı) meselesinin,tefsir usulü,Kur’an ilimleri, tefsir tarihi gibi eserlerde sistematize edilmeyişi problem oluşturmuştur.


  Esbab-ı Nüzul rivayetlerine yeni bar yaklaşımla tasnif edersek,Kur’anı anlama noktasında sağlıklı değerlendirme yapabiliriz. Bunun için esbabı nüzul rivayetlerini ikili bir tasnife tabi tutabiliriz:


  1. Nüzul ortamına ait olan ve bu ortamın özelliklerini yansıtan müsned-merfu hadislerden oluşan esbabı nüzul rivayetleri.

  2. Ayet veya ayetlerin kapsamına giren, nüzul asrında meydana gelmiş veya bilahere meydana gelmiş bir hadisenin re’y ve ictihad ile misal getirildiği haberlerden oluşan (tefsir için) esbabı nüzul rivayetleri.


Esbabı nüzul rivayetleri ,sebebi nüzul ve tefsir için sebebi nüzul şeklinde tasnif edilirse ve bu rivayetlerin siygaları,kalıpları tetkik edilirse, hadis metodolojisi açısından da kritik edilirse, taaddüd ve taahhür meseleleri halledilebilir.


 


  1. KİTAP : SA’LEBE KISSASI

     

     

       Tefsir rivayetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerimizin çoğu, ilmi yeterliliklerine ,takva ehli oluşlarına rağmen, zayıf ,garib,münker, israili,hatta mevzu birçok rivayeti nakletmişlerdir. Bunu, toplamaya imkan buldukları şeylerin yok olmasını engellemek için yapmışlardır. O halde,rivayetlerin,sıhhatini araştırma bize düşmektedir. 

      Sa’lebe b. Hatıb kıssası, Tevbe  suresi 75. ayetinin nüzul sebebi olarak tefsir kitaplarımızda zikredilmektedir.

       Esbab’ı nüzul rivayetlerinden doğru şekilde istifade edebilmek için yeni bir  yaklaşım ve anlayışla bu rivayetlere bakmalıyız. Buna göre; esbab-ı nüzul rivayetleri,


  1. Hadis usulü açısından tenkide tabi tutulmalı,

  2. Rivayetler,  kendi içinde ikili bir tasnife tabi olmalı  a) Esbab-ı nüzul rivayetleri, b) tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri/değerlendirmeleri.

  3. Rivayetler,tarihi verilerle karşılaştırılmalı,

  4. Ayet, Kur’ani bütünlük,siyak-sibak bağlamında değerlendirilmeli.

     

    Bütün bu yollarla yapılan, Tevbe suresi 75. ayetinin sebebi nüzulünün Sa’lebe kıssası olup olmadığı araştırıldığında, Sa’lebe kıssasının, Tevbe suresinin 75. ayetinin iniş sebebi olmadığı ortaya çıkmaktadır.


 


      


  1. KİTAP : TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

     

       Tarihsellik , batıya özgü bir kavramdır. Kavramlar,kendini kuşatan kültürden etkilenirler. Bir kültürün kavramı,başka bir kültüre kolaylıkla nakledilemez. Anlam çerçevesi farklıdır.

      Kavram,sürekli değişime uğrayabilir. Ama kavramın seçikliği (mahiyeti-diğer var olandan ayırıcı niteliği)  değişmez,açıklığı (içeriği) değişir.

      Kavram tariflerinde izafilik  sözkonusudur. Yani,

      Hiçbir tarif,kavramı bütün yönleriyle ifade edemez;

      Bir kavramın tarifi her zaman değişebilir;

      Bir kavram tarif edilirken hata yapılabilir.

      Tarihsellik de,üzerinde görüş birliğine varılan bir kavram değildir. Türkçemizdeki kavram fakirliği de işi daha   da zorlaştırmıştır. Özellikle ülkemiz düşünce dünyasında Tanzimat sonrası sorunları artıran iki durumdan söz edilebilir. 1. Kavramlar hangi Türkçeyle dilimize  nakledilecek. 2. Terimler nasıl tarif edilecek.

      Tarihsellik kavramı özetle şöyledir.


  1. Tarihsellik,tarihsel olanın varlık biçimidir.

  2. Tarihsellik,zamana bağlılıktır,gelip geçiciliktir.

  3. Tarihsel koşulluluktur,tarihe bağlı olmaktır.

  4. Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusudur.


Esbab-ı nüzulü birinci anlamda şöyle anlayabiliriz. Kur’an’ı Kerim,gerçekliğini, peygamberimiz ,ashabı ve onların yapıp etmeleri sonucu meydana gelen olaylardan alır. Sahih rivayetle bize ulaşmış,zaman –mekan içinde olduğu için gerçektir.


  İkinci ve üçüncü anlamda esbab-ı nüzulü tanımlamak uygun değildir.  Nüzul ortamında bilfiil vuku bulan hadiseleri göstermesi açısından esbab-ı nüzul,bu tarife girebilir.


  Sahabenin müsned-merfu rivayetleriyle nakledilen nüzul ortamına ait esbab-ı nüzul rivayetleri, Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında  orijinal yorumdur. Aynı rivayetler, Kur’an’ın anlaşılma sürecinde ve Kur’an’ı Kerim  tarihinde ,orijinal tarihtir.


  Tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri ve değerlendirmeleri, Kur’an’ın anlaşılmasında düşünülmüş yorumdur. Aynı rivayetler,Kur’an’ın anlaşılma sürecinde ve Kur’an’ın tarihinde  düşünülmüş tarihtir.


 


 




0 Yorum - Yorum Yaz

Kur'an ve Bağalam    05.12.2014

 
 
FATMA DEMİRCİ
ÖZEL ÖĞRENCİ
YÜKSEK LİSANS
 
 

- Kur'an ilimlerinin kaynağı bizzat Kur'an'ı Kerim'dir . Çünkü Kur'an'ı Kerim, kendisi üzerinde düşünülmesini , anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyen, neticede yaşanılır kılınmasına okuyucularını-muhatablarını teşvik eden vahiy mahsulu bir kitaptır .

- Kur'an ilimleri konusu her yönüyle Kur'an'ı Kerim olan , Kur'anla ilgil, veya Kur'an'ın içerdği ilim ve araştırmalardan oluşan , Kur'an'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinme bir bilgi alanıdır .

Tefsir ilmide , Kur'an-ı Kerim'in sözcüklerini , anlamlarını Kur'an'la ilgili ilimler gereğince araştıran bir ilimdir .

- Mushafın çoğaltılması ile kıraat ilmi ve resmu-l Kur'an ilminin ilk ele alınan ilimler olduğu bilinmektedir . Kur'an'ın lugavi yönden ele alınması ise Ebu'l-Esved ed-Dueli'nin Kur'an'an noktalama ile hareke koymasıyla başldı . Böylece i'rabu'l-Kur'an ilmi neşet etmiş oldu ç Ayruca esbab-ı nüzul, Mekki-Medeni, nasih-mensuh ve garib'l-Kur'an ilimleri ilk tedvn edilen , kayda geçirilen Kur'an ilimleridir .

Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz.Peygamber'e yöneltilmiş bir souya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin, tazammun etmek (hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleriiçermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir .

- Esbab-ı Nuzul ilmi nakli ilimleridir.Okuma yazma bilen sahabelerin sayısı çok olmadığından öğretim ‘talim’ yoluyla sözlü olarak aktarılmıştır. Esbab-ı nuzul rivayetlerinde  sahabe nakli ve tabiun nakli öne çıkar.Sahabe nakli merfudur.Sened ve metin sahihdir.Tabiun nakli ise mürsel olup aranan şartlar; senedin ve metnin sahih olması,rivayeti destekleyen bir başka tabii rivayeti, ravinin tefsir imamlarından olması (Mücahid,İkrime,Said b.Cübeyir gibi),ve ilmi doğrudan bilginin sahibinden almış olması sayılır.

 

Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolü açısından Kur’an’ın bütünlüğünü en iyi ifade eden ‘’Bütün olarak Kur’an’ı kerim’ dir. Bütün olarak Kur’an tamamen birleşik bir bütün olarak kavranmalıdır. Çünkü Allah-insan –evren ilişkisinin anlaşılması ve de Kur’an’daki kelimelerin, cümlelerin, ayetlerin ve surelerin manaları ve de kazandıkları yeni manaları hep Kur’an’ın bütünlüğü dahilindedir.

 

- Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulden yararlanırken siyak-sibak ‘ın göz önünde bulundurulması Kur’an’ın bütünlüğü açısından önemlidir.

  Sibak :Bir şeyin öncesi geçmişi, bağ, sözün baş tarafı gibi anlamlara gelir. Siyak ise: İfade üslup, sözün gelişi gibi anlamlara gelir.  

  Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Ayetlerin bağlamı ile münasip olmayan rivayetlere itibar edilmemesi gerekir. Nass-siyak-sibak-rivayet uyumuna  kesinlikle dikkat etmek gerekir.

- Esbab-ı nüzulün tarihsel bir gerçek olması ile onun tarihe bağımlı olması da birbirinden farklı şeylerdir . Çünkü esbab-ı nüzul dini bir fenomen olarak, hakikati , tarihsellikten bağımsız olan bir gerçek olarak da düşünülmelidir . Çünkü esbab-ı nüzul orijinal yorum -orijinal tarihtir .

- Esbab-ı nüzul Kur'an'ı Kerimin soyut bir düşünce veya düşünce biçimi olarak kalmadığının, aksine yaşanmış , yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat , bir hidayet rehberi olduğunun en büyük delilidir .

Esbab-ı nüzulun Kur'an'ı Kerim'in anlaşılmasında tespit edilen ilkeler çerçevesinde ve onlara uyarak değerlendirilmesi birçok faydalar temin edecektir :

1- Kur'an'ı Kerim'in anlaşılmasında insanın bakış ufkuna henüz girmemiş , insanın dikkatine açılmamış sınırsız sayıda olgu olduğu göz önünde tutulacaktır .

2- Konulu tefsir çalışmalarında esbab-ı nüzulün, nüzul ortamının ve şartlarını aksettiren yönünden sağılıklı bir şekilde istifade olunacaktır .

3- Esbab-ı nüzul bilgisi ile oluşan nedensel halkaları nüzul asrına doğru izleme imkanı doğacaktır . Bunun da insani davranışların tarihini tespit etmede, yazmada yararlanılabilecektir .

4- Müfessirler üzerine yapılan monografik çalışmalarda esbab-ı nüzulle ilgili zikredilen ilkelerin uygulanması çok isabetli olucaktır . Bir kere müfessirin esbab-ı nüzul alanındaki ilkelerini ortaya koymak mümkün olacaktır . Bu da Kur'an'ı Kerim'in anlaşılması sürecinde bu malzemenin nasıl değerlendirildiğini tespit etme imkanı verecektir .

 
 
 



0 Yorum - Yorum Yaz

KUR'ÂN VE BAĞLAM    07.12.2014

Ziya CEBECİ
Yüksek Lisans
14912739
KUR ‘AN VE BAĞLAM KİTABININ HULASASI
BİRİNCİ KİTAP
KUR'AN'IN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I-NÜZUL'ÜN ROLÜ
Kur'an-ı Kerimin anlaşılmasında esbab-ı nüzul ilminin rolünü belirleyebilmek için bazı kavramların açıklığa kavuşturulması gerekir. Kur'an ilimleri, kapsamlı bir ifade ile Kur'an-ı Kerimle ilgili bütün ilimleri ve bu ilimlerle ilgili umumi kaideleri içeren bir kavramı ifade etmektedir. Sebeb-i nüzul ise nüzul ortamında meydana gelen bir hadise veya Hz. Peygambere yöneltilmiş bir soruya vuku bulduğu günlerde bir veya daha fazla ayetin hadiseyi , soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye denir.Kur'an ilimlerinin kaynağı bizzat Kur'an-ı Kerimdir.Çünkü Kur'an-ı Kerim,kendisi üzerinde düşünülmesini anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyen,vahiy mahsulü bir kitaptır.Hz. Peygamber döneminde hem de ashab döneminde Kur'an ilimlerinin telifine gerek duyulmamıştır.Çünkü nüzulü müşahade edenler,bizzat İlk Muallimin tedrisinden geçenler o sırada hayattadır.
Kur'an ilimleri arasında eshab-ı nüzul ilmi ilk dönemlerden itibaren ayrıcalıklı bir konumda mütalaa edilmiş, bu ilmi bilmek Kur'an-ı Kerim'i anlamakla ve bilmekle neredeyse eşdeğer tutulmuştur. Eshab-ı nüzul, Kur'an-ı Kerim ‘in soyut bir düşünce veya düşünce biçimi olarak kalmadığının, aksine, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat, bir hidayet rehberi olduğunun en büyük delilidir.
Eshab-ı nüzulün Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında tespit edilen ilkeler çerçevesinde ve onlara uyarak değerlendirilmesi birçok faydalar temin edilecektir.
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında insanın bakış ufkuna henüz girmemiş, insanın dikkatine açılmamış sınırsız sayıda olgu olduğu göz önünde tutulacaktır.
Konulu tefsir çalışmalarında eshab-ı nüzulün, nüzul ortamının ve şartlarını aksettiren yönünde sağlıklı bir şekilde istifade olunacaktır.
Eshab-ı nüzul bilgisi ile oluşan nedensel halkaları nüzul asrına doğru izleme imkanı doğacaktır.Bundan da insani davranışların tarihini tespit etmede,yazmada yararlanılabilecektir.
Müfessirler yapılan monografik çalışmalarda eshab-ı nüzulle ilgili zikredilen ilkelerin uygulanması çok isabetli olacaktır.Bir kere müfessirin esbab-ı nüzul alanındaki ilkelerini ortaya koymak mümkün olacaktır. Bu da Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması sürecinde bu malzemenin nasıl değerlendirildiğini tespit etme imkanı verecektir.

SA'LEBE KISSASI
Tevbe süresi 75.ayetinin nüzul sebebi olarak zikrettiği Sa'lebe b.Hatıb kıssası,rivayet farklılıkları bir yana bırakılırsa,özetle şöyledir.
Sa'lebe,Hz. Peygamber'in huzuruna gelmiş.Ya Rasulullah , Allah'a dua et de bana çok mal versin demiş.Hz. Peygamberde Ya Sa'lebe ,hakkını eda ettiğin için az,takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır diyerek cevap vermiş. Sa'lebe dilediğin tekrarlamış ve demiş ki seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.Bunun üzerine Rasulullah dua etmiş,oda bir davar edinmiş.Derken çoğaldıkça çoğalmış.Medine arazisi dar gelmeye başlamış.
Daha sonra Peygamberimiz kendisine zekat toplaması için tahsildar göndermiş.Sa'lebe zekatını vermemiş.Bunun üzerine Peygamberimiz vay Sa'lebe diye buyurmuş.İşte bu sebeple söz konusu ayeti kelime nazil olmuştur. Daha sonra Sa'lebe zekatını bizzat kendisi Peygamberimize getirmişse de Peygamberimiz,Allahu Teala beni senin sadakanı kabulden men eyledi diye buyurmuş.Peygamberimizin vafatından sonra Sa'lebe zekatını Hz.Ebubekir'e ve Hz. Ömer'e vermek istese de bu iki halife de onun zekatını kabul etmemiş. Sa'lebe Hz.Osman zamanında helak olmuş.
Ulema,Sa'lebe kıssasını farklı tariklerle rivayet etmişlerdir.Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. Çünkü ilk devirde tefsir hadis ilmi çerçevesinde mütala edilmekteydi. Esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım ışığında Sa'lebe kıssasını değerlendirecek olursak:
1.İlk olarak Sa'lebe kıssası rivayetleri hadis usülü açısından tenkit edilmelidir.
2.Rivayetler tasnif edilmelidir.
3.Tarih ilminden faydalanılmalıdır.
4.Kur'ani bütünlük ve siyak ve sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

                           TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
Esbab-ı nüzul tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken konu Kur'an-ı Kerim'in soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış yaşanabilir ve yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi olduğudur.Esba-ı nüzul rivayetleri ile yazılacak orijinal tarih, nüzul asrını en sahiy şekilde izleme imkanı verecektir.Tefsir için yapılan Esbab-ı nüzul rivayetleri ile yazılacak düşünülmüş tarih de çok sayıda Kur'an-ı Kerimi anlamak isteyen insanın bakış ufkunu açacaktır.







0 Yorum - Yorum Yaz


Hamdi KARANFİL

Öğrenci No: 14912718

Tezli Yüksek Lisans

 

 

KUR’AN ve BAĞLAM

Kur’an tüm insanlığa hitab eden , tilavetiyle gönüllere tesir eden, muhteviyatıyla ilim ehlini kendine aşık eden ilahi bir kitaptır.Bu sebeple Kitabın lafzını okumaktan maksat muhtevasını ve anlamını ve vermek istediği mesajı anlamak ve anlaşılan mesajları insanın hayatına aktarması ve neticede insanın insani ve İslami evrensel değerlerle hayatını  tanzim  edip , dünya ve ahirette huzuru elde etmesidir..Kur’an bu gerçeği şöyle dile getirmektedir.

كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا اٰيَاتِهٖ وَلِيَتَذَكَّرَ اُولُوا الْاَلْبَاب

“Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (SÂD suresi 29. ayet) Bunun için en önemli mesele ayetleri doğru anlama, kavrama meselesidir.Kur’an-ı   doğru anlama adına yararlanabileceğimiz sahalardan birisi de esbab-ı nuzul konusudur.Sahabe, tabiun ve tebe-i tabiin’den olan müfessirler Kur’an-ı özellikle esbab-ı nuzul ile  tefsir etmişlerdir.Hatta başlangıçta tefsir ilmi esbab-ı nüzulu  bilmekten ibaretti; denilmiştir.Yalnız bu konudan azami olarak istifade edebilmek için, bu sahada  eser veren  Prof.Dr.Ahmet Nedim Serinsu hocamızın “Kur’an ve Bağlam” kitabının iyi mütalaa edilip  okunması  ve    esbab-ı nüzul ile ilgili gerekli olan uyarılarını  ve önerilerini dikkate almak gerekmektedir.Bu gerçeği hocamız  kitabında, “Çalışmamızın Kur’an-ı Kerim’i anlama gayreti içerisindeki araştırmacılara esba-ı nüzulden nasıl faydalanacakları, hangi ilkeler doğrultusunda  rivayetleri değerlendirecekleri hususunda yararlı olacağı kanaatini taşıyoruz”  ifadesiyle dile getirmiştir.Bu sebeple  bizler de hocamızın “Kur’an ve Bağlam” kitabından istifade ederek, anladıklarımızı  kısaca özetlemiş olduk.

İnsan hayatına yön vermek, anlam vermek için var olan Kur’an-ı Kerim’i anlama çabasında esbab-ı nüzulün teorik temellerini bilmek ve onun ilkelerine uymak gerekmektedir.Bu sebeple Esbab-ı nüzul  rivayetlerinin  geçmişten günümüze bir nevi muhasebesinin yapılması,  konuyla ilgili kavramların tanımlanması ve bu konuda yapılan hataları ortaya koymakla düşülebilecek yanlışlıklara dikkat çekme  ve esbab-ı nüzul olgusunu günümüze nasıl taşınabileceği konusu araştırmanın amacı olarak ifade edilmiştir.

KUR’AN İLİMLERİ  VE  ESBAB-I NÜZUL İLMİ

Kur’an ilimleri kavramının  aydınlanması esbab-ı nüzul ilminin, onun bir dalı olarak, açıklanmasına ve daha net bir şekilde tanımlanmasına imkan verecektir; yani esbab-ı nüzulu , içinde bulunduğu  bütünlük çerçevesinde  görebilmek mümkün  olacaktır.Kur’an müslümana yaşam boyu eğitimi zorunlu kılmaktadır.Bunun bir neticesi olarak ilk eğitim faaliyeti Suffede başlamıştır.Hz Peygamberve sahabe döneminde, Hz Peygamber ve nuzule şahit olanlar  hayatta olmaları sebebiyle  Kur’an ilimlerinin telifine gerek duyulmamıştı.Sahabe döneminin sonlarına doğru Kur’an’ı Kerimin ulaştığı sınırlar Kuzey Afrikadan Azerbeycan’a kadar ulaşıp, arap olmayan kavimlerin Müslüman olmasıyla kültürel etkilenmeler başlamıştı.Böylece Ulumu’l Kur’an’ın tedvini için gerekli ortam oluşmuştu.Mushafın çoğaltılması ile kıraat ilmi ve resmu’l Kur’an ilminin ilk ele alınan ilimler olduğu bilinmektedir.Kur’an’ın lügavi yönden ele alınması ise Ebu’l Esved ed-Düeli’nin Kur’an’a noktalama ile hareke koymasıyla başladı böylece İ’rabu’Kur’an ilmi neşet etmiş oldu.Böylece hicri I.asrın sonlarından itibaren Kur’an-ı Kerimle ilgili ilimlerin  tek tek ele alındığı görülmektedir.Bu ilimler aynı gayeye yöneldikleri için  birbirlerine geçmiş halde bulundukları bir hakikattir.Bu sahada Kur’an ilimlerinin tek eserde muhtasar olarak toplanmasını sağlayan hicri VIII.asırda Zerkeşi’nin telif ettiği ,(794/1391) “el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an” adlı eseridir.Onun takipçisi Suyuti ise” el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an” adlı eseri telif etmiştir.

 

Kur’an ilimleri Kur’an’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanı olması hasebiyle tefsir ilmi ile meşgul olan kimse, Kur’an ilimlerinden yararlanmak mecburiyetindedir.Esbab-ı nüzul ilmi ise nakli ilimlerdendir.Bilgin sahabe tarafından tabilere öğretim yoluyla sözlü olarak aktarılmıştır.Esbab-ı nüzul ilmi ilk dönemlerden  itibaren Kur’an ilimleri arasında ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuş, bu ilmi bilmek Kur’an-ı Kerim’i anlamakla ve bilmekle eşdeğer tutulmuştur.

 

Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye  veya Hz Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya , vukuu bulduğu günlerde , bir veya daha fazla ayetin tazammum etmek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye  sebeb-i nüzul denir.Esbab-ı nüzul rivayetlerinin  ilk kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değildir.Hadis mecmuaları tefsirlerden önce telif edilmiş  ve bu eserlerin bir babı da tefsire ait olmuştur.Bu bablar genellikle sebebi nüzule tahsis edilmiştir.

Esbab-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir.Dolayısıyla  bu alanda ictihada veya imal-i fikir etmeye mahal yoktur.Yani nüzul sebebi akılla edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme veya görme suretiyle bilinebilen  ve sahabiden gelen rivayettir.Kur’an’ın anlaşılmasında ilk gruptaki rivayetler nass teşkil etmektedir.Tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri ise insani yapıp etmeleri yansıtmasınve ayetteki manalara çeşitli vechelerden bakma fırsatı vermesi açılarından değerlendirilmelidir.

 

Esbab-ı nüzülde ,  nüzule sebep olan hadise dolayısıyla inen ayetin bu hadiseye has mı olduğu, yoksa umum mu ifade edeceği meselesi ile taaddüt ve taahhür mesleleri problemli meslelerdendir.Birçok nüzul sebebi dolayısıyla bir ayet nazil olmuş ise buna sebebin taaddütü, birkaç ayet tek sebep için inmiş ise nüzulun taaddütü denilir.Tekrar tekrar nazil olan ayet, şanının yüceliğini vurgulamak, taşıdığı manaların unutulmaması gerekliliğini hatırlatmak hikmetine binaen indirilmektedir.Böylece benzeri her sebepte , olayda bu ayetin muhtevasına dikkat çekilmiş olmaktadır.

 

Esbab-ı nüzülde nüzule sebep olan hadise dolayısıyla inen ayetin bu hadiseye has mı olduğu, yoksa umum mu ifade edeceği meselesine gelince bu konuda genel ilke “Muteber olan  lafzın umumudur, sebebin hususu değildir.”Hüküm nasslara, nasların şümulündeki hükümlere göredir; yoksa hüküm nasların varid olmasına vesile teşkil eden sebeplere göre değildir.Alimlerin ekseriyeti hükmün, sebebin hususiliğine değil, lafzın umumiliğne göre olduğunda icma vardır demektedirler.Hz Peygamber zamanından beri sahabe ve müctehit imamların anlayış ve tatbikatı bu olmuş ve buna hiçbir zaman karşı çıkan olmamıştır.Çünkü hüccet nassların kendisidir, sebepleri değildir.Esbab-ı nüzul rivayetleri Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında araç olarak kullanılmalıdır.Nüzul sebebi olan soru veya hadiseleri , tahsis vasıtası olarak değerlendirmek bazı problemlere neden olabilir.

.

Esbab-ı nüzül ilmi Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında önemli bir disiplin olan münasebet –insicam ilmine de, işlevini yerine getirmede yardımcı olmaktadır.Surenin hangi gaye ile indiğini bilmek, bu gayaye götüren öncülleri araştırmak, Kur’an’ı Kerim’deki  münasebet-insicamı  tesbit için önemlidir.Bu ise nüzul sebeplerine vakıf olmakla mümkündür.Kur’an’ı Kerim’in genel mesajı kavranmalıdır.Zaman mekan şahıs unsurlarının ötesinde insani örnek oluşturan , insan hayatının canlı, somut yönü, bu genel mesaj çerçevesinde ele alınmalı ve üzerinde düşünülmelidir.

 

Tefsir rivayetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerimizin birçoğu ilmi yeterliliklerine, salah ve takva ehli oluşlarına rağmen zayıf, garib, münker ve israili birçok hadis zikretmişlerdir.Hatta mevzu hadis dahi naklettikleri vakidir.O halde alimlerimizin bir tefsir haberini eserlerinde rivayet etmiş olmaları , o rivayetin sıhhatine delil teşkil etmemelidir.Tefsir kitaplarındaki bu tefsir ve esbab-ı nüzul rivayetlerinin tenkidinde kullandıkları senet ve metin tenkidi  kurallarının  sıkı eleğinden geçirilmesi bugün zarurettir.Böylece tefsir kitaplarında kalmaya hakkı olmayan pek çok rivayet temizlenmiş olacak ve Kur’an’ı Kerimdeki bir ayeti anlamak için tefsir kitaplarına bakan kimseler, onlarla karşılaşıp hiçbir esası olmayan haberlerle meşgul olmaktan kurtulmuş olacaklardır.

 

KUR’AN’I  KERİM ‘İN   ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRMESİNİN   SONUÇLARI

 

Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında  esbab-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinin başında senetsiz rivayetlerin bir dönem mevcut olaması  gelmektedir. Esbab-ı nüzul rivayetlerinde kusur en fazla senette bulunmakal beraber, bu kusurun metinde de bulunabileceğini söylemeyi ihmal etmeyen münekkit alimlerimizin tesbit ettiği ilkeler çerçevesinde bütün sebebi nüzul rivayetleri tenkide tabi tututlmalıdır.Böylece hangi rivayetlere itimad edilbileceği bilinmiş, mevzu olanlar ayıklanmış olur.

 

Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında  esbab-ı nüzulün rivayetler açısından yetersiz kalmasının  bir başka sebebi ise rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme ve rivayetlerin karıştırılmasıdır.Tasnif olarak rivayetler;

a.Esbab-ı nüzul rivayetleri

b.Tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri

olarak iki nevi halinde incelenmesi en makul yol olarak gözükmektedir.

 

Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında  esbab-ı nüzulün rivayetler açısından yetersiz kalmasının  diğer sebepleri de rivayetlerin sıygalarına dikkat göstermeme yanlışlığı, sebebi nüzulun nass olarak umum değilde husus ifade ettiği şeklinde anlaşılması çabaları ve bir ayet için birçok rivayetbulunması sebebiyle ortaya çıkan nüzulün taaddütü ve veya taahhürü meselesidir.

Esbab-ı nüzul rivayetleri aslında Kur’an’ı yorumlamada zengin malzeme kaynağıdır.Fakat rivayetlerin karıştırılması bir sorundur.Nüzul asrına ait olan rivayetle, tefsir için olan rivayet ayrılmalı idi.Bu tür rivayetler yorum zenginliğine imkan veren uyarıcı ve hatırlatıcı bir konum ifade etmelidir.Yoksa tayin edici rol yüklenmeleri yorum zenginliğine engel teşkil edecektir.

Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında  esbab-ı nüzulün rivayetlerinin değerlendirilmesi sırasında istismara tevessül edilebildiği bir vakıadır.Her ayet bir  nüzul sebebi arama çabaları, senetleri hzfederek rivayet edilmesi, esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnif edilmemesi,rivayet sıygalarına dikkat edilmemesi, tarih ilminden yararlanılmaması esbabı nüzulün istismara açık yönleridir.

Bir hadise  veya soru sebebiyle inzal olunan ayet Müslümanlara belirli görevleri bildirmektedir.İşte sebebi nüzulun bize ulaştırdığı hadise, durum veya soru, insan hayatının ve varlık koşullarının evrensel boyutudur.Çünkü nered  ve ne zaman insanla karşılaşsak , orada onun fenomenleriyle karşılaşmaktayız.Yani nuzul asrı insanının insan olma bakımından yapıp etmeleri ile çağımız insanının yine insan olma bakımından yapıp etmeleri temelde birliktelik arz eder.

EBAB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM

Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir.Esbab-ı nüzulu bilmeden de Kur’an’ı anlamak mümkündür.Kur’an’ı Kerim’in özünü, bir bağlam bütünü olarak genel anlamını, mesajını tanımak ve kavramak mümkündür.Yani insan, Kuran’ı bir hidayet rehberi olarak kendisine sunduğu mesajın temel ilkelerini, genel anlamını  kavrayabilir.Yani ayetler sebebi nuzulü bilinmeden de anlaşılabilir.

Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında  esbabı nüzul rivayetlerini değerlendirirken hadis metodolojisinden yararlanarak yapılacak tenkit, senet metin bütünlüğü içinde yapılmalıdır.Hadis Usulü ilmi bunu gerektirmektedir.Çünkü senet metin ikilisi bu ilmin bütün meselelerini ilgilendirmektedir.Bu sebeple seneden bahsederken metin; ve metinden bahsederken sened ihmal edilmiş olmaz.Sened, daha önce vurgulandığı üzere, bir araçtır.Hedef ise hadisin sıhhat derecelerini tespit ederek sahibini mevzuundan ayırmaktır.

Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında  esbabı nüzulun rolü açısından Kur’an’ın bütünlüğü kavramına bakıldığında sadece bir vecih ön plana çıkmaktadır.Bütün olarak Kur’an’ı Kerim.Bu vecih diğer vecheleri de kapsayan , içeren bir niteliğe sahiptir.Yani Kur’an’ın bütünlüğü kavramının en geniş olan vechesi budur.Kavrama dahil olan bütün vechelere şamildir.Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik manada varlık kazanır.Bu konu nuzul rivayetlerinin tasnifiyle beraber düşünülmelidir.

Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında  ayetlerin siyak ve sibak olgusu Kur’an’ı Kerim’in bütünlüğü içerisinde görülür.Bağlam olgusu mantıki bir gerçekliktir.Burada söz konusu edilmesi gereken, anlaşma araçlarının tümü olarak dil ‘in insan topluluğundaki etkilerini nasıl gerçekleştirdiği sorusudur.

Kur’an’ı Kerim insanın sadece tarihi varlık koşulu  ile değil bütün varlık koşulları ile uyumlu ve o koşullara cevap veren bir ilahi mesajdır.Yani o, Kur’an’i kavramı ile fıtrata hitap eden, insanın fıtri ihtiyaçalrını en mükemmel şekilde göz önünde bulunduran bir kitaptır.Bu son derece olağan durumun asıl nedeni insanı yaratanve Kur’an’ı Kerim’i inzal eden arlığın tek ve bir Yüce Allah olmasıdır.

SA’LEBE KISSASI

 

Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye  veya Hz Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya , vukuu bulduğu günlerde , bir veya daha fazla ayetin tazammum etmek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye  sebeb-i nüzul denir.

Sa’lebe kıssası Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul’e yeni bir yaklaşımın ilkelerini bir sebebi nüzul rivayeti üzerinde tatbik etmektir.Buradan da esba-ı nüzul’ün aktüel değerini tesbit etmektir.

Hemen her müfessirin Tevbe süresi 75. Ayetin nüzul sebebi olan Sa’lebe kıssası, bilinen bir kıssa olup özetle şöyledir:

 Sa’lebe efendimizin huzuruna gelmiş:

-‘’Ya Resul Allah, Allah’a dua et de bana çok mal versin’’ demiş.

- Hz. Peygamber de :

-Ya Sa’lebe!hakkını eda ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır’’ diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini tekrarlamış ve demiş ki:

-Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.

Bunun üzerine Efendimiz dua etmiş, o da bir davar edinmiş. Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış. Bir vadiye yerleşmiş ve böylece cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış. Bunun üzerine Hz. Peygamber sual buyurmuş, denilmiş ki :

-Malı çoğaldı, vadi almaz oldu.

Hz. Peygamber:  -Vay Sa’lebe ’ye! buyurmuş ve sadakaları toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara sadakalarını vermişler. Ancak Sa’lebe ‘ye  Hz. Peygamber’in farzlarını açıklayan fermanını okuyup sadakayı istediklerinde :

‘’Bu cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi,hele siz gidin de düşüneyim’’ demiş. Tahsildarlar dönüp Resulullah’a geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden iki kere vay Sa’lebe’ ye buyurmuş. İşte bu sebeple bu ayetler nazil olmuş. Sonra Sa’lebe sadakayı alıp kendisi getirmiş, fakat Hz. Peygamber:

-Allah Teala beni senin sadakanı kabulden men eyledi. diyerek kendisi hakkındaki hükmü açıklamış.O zaman Sa’lebe başına toprak saçmağa başlamış, Hz. Peygamber de :

-Bu senin amelindir. Emrettim itaat etmedin.şeklinde cevap buyurmuş.Sa’lebe, zekatını Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr’e, Hz. Ömer’e getirmiş onlar da kabul etmemiş. Sa’lebe daha sonra Hz. Osman zamanında helak olmuş. 

Kıssa sire ,rical, tarih, hadis, tefsir kitaplarında  yer almış. Kıssanın gerçek olduğu veya gerçek olmadığı açıklanmış. Bu kıssa Tevbe 75. ayetinin anlaşılmasında bize pek müşahhas bir kanaat vermemiştir. Kur’an’ın anlaşılmasında yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır. Bu yeni yaklaşım yapılırken

-Hadis usulü açısından tenkid edilmeli

-Rivayetler tasnif edilmeli

-Tarih ilminden faydalanılmalı

-Kur’ani bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak, Sa’lebe kıssası, aynı ayet için zikredilmiş, ibareleri birbirinden farklı esbab-ı nüzul değerlendirmeleridir.Yapılan izahlardan anlaşıldığı üzere “bu ayet  bu hadise dolayısıyla inmiştir.” Denilmesi isabetli bir değerlendirme olarak gözükmemektedir.Sa’lebe kıssaı , rivayet kalıplarınında  gösterdiği üzere ikinci tür esbab-ı nüzul rivayetlerindendir.Yani bu kıssada nakledilen olay nuzul ortamında cereyan etmemiştir veya etmişse bile ayetin nüzulüne sebep olmamıştır.Bilahere ya sahabileri ya tabiiler, ya tebe-i tabiiler veya müfessirler tarafından bu ayetin anlaşılmasında  değerlendirmişlerdir.

Nticede “Esbabı nüzul tefsir rivayetlerinin bilgisayar teknolojisinin imkanlarından yararlanarak toplanması gerekli olup, bu gayeyi gerçekleştirecek malzeme kültür mirasımız elde mevcuttur.Ancak bu fertlerin değil müesseslerin ve kurulacak enstitülerin çatısı altında çağın imkanlarından yararlanan bir alimler grubunun gerçekleştireceği bir proje olarak düşünülmelidir.”görüşünü bir öneri olarak hocamız sunmaktadır.

TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

Tarihsellik ve tarihselcilik terimleri, Batıda 17 ve 19. Yüzyıllarda tabiat ilimleri ile beşeri ilimler arasındaki zıtlık, epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır. Tarihsellik kavram olarak, tarihi oluşturan insanın tarih ile ilgili yaşam tecrübesinden elde ettiği bilgidir. Bir başka ifadeyle tarihsellik, insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, hayata geçirdiği bir vakıa ile tarihle ilgilidir.

Kur’an’ı Kerim insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihsellik bağlamında temel karekteristiğini ortaya koymuş olmaktadır.Çünkü insan her zaman geçmişe mal olacakbir şimdinin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye, aynı zamanda, bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır.Bir başka deyişle insan, tarihsal bir varlıktır ve bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir.Kur’an, insan ve tabiat arasında bir ilişkiye işaret eder. Birbirinden ayrı tutmaz. Her ikisi de fıtratlarına uygun hareketi vahiyden alır.Kur’an’ın ana muhatabı insan oluşu ve onu doğru yola iletme ana gaye edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple  Kur’an; geçmişi,yaşanılan zamanı , ve geleceği bir bütün halinde ele alır. Bunu da hemen hemen her sürede ele alır. İnsanın tarihsel bir varlık olduğunu bunun da insanın varlık koşullarından biri bulunduğunu belirtir.

Hayatta sürekli olarak yeni gerçekler, yeni durumlar ortaya çıkar.Bunları biricik tarihsel gerçekler olarak ele almak mümkün olmadığına göre hayatın tarihsel esasını, temelini açığa çıkarmak gerekir.Kur’an’a göre hayatın tarihsel esası ve temeli ise geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahası oalrak  görmesidir.İşte esbab-ı nüzule  bu bağlamda yaklaşırsak onun Kur’an’i bütünlüğe ait bir olgu olduğunu görürüz.Bu sebeple esbab-ı nüzul, Kur’an’ı Kerim’i onun anlaşılması meselesinde tarihsel bir görüş açısı içine koyar.

Prof.Dr.Ahmet Nedim Serinsu hocamızın “Kur’an ve Bağlam” kitabının esbab- ı nüzul konusunda yeni bir bakış açısı getirdiğini, ve bu konuda büyük bir boşluğu doldurduğunu görmekteyiz.Bu vesileyle hocamıza çok teşekkür ediyor ve çalışmalarında başarılar diliyor, kendisine, ailesine ve sevdiklerine sağlık  ve huzur  dolu bir ömür geçirmesini Yüce Allahtan niyaz ediyoruz.




0 Yorum - Yorum Yaz

KUR’AN VE BAĞLAM    11.12.2014

 Fahriye erdoğmuş 14912714

Yüksek lisans

KUR’AN VE BAĞLAM

esbabı nuzül vahyin başlangıcndan itibaren kuranın anlaşılması noktasında üzerinde önemle durulmuş hatta başlngıçta tefsir, esbabı nuzulun bilinmesiyle özdeşleşmiştir.kitabta bu konu bütüncül bir içimde ele alınmaya çalışılmış ve günümüze nasıl taşınırın cevabı aranmıştır.kitabımız konuyu esbabı nuzulun bilgisini ele alarak  ve esbabı nuzulu kuranın anlaşılmasına hasrederek sınırlamıştır. klasik kitaplarda bu konu  esbabı nuzulun faydalarını sıralarken bu kitap ,konu etrafında teorik temellerinin bilinip ona uyulmasını esas almıştır.

1.      bölüm

esbabı nuzul konusuna girmeden bu konunun  bir üst başlığı olarak kur’an ilimleri konusu ele alınıp bu ilimler içindeki esbabı nuzulun yeri ele alınmıştır.

oku emriyle başlayan bir dinin peygamberi olan rasulullah efendimiz ilmin öğrenilip öğretilmesine bir maarif politikası olarak önem vermiştir.kuranı hem hali hemde kavliyle açıklayan efendimiz (sav)öğretirken anlaşılıp yaşanmasını ön planda tutuyordu.bu dönemde ashab kuran mesajını anlayabilmekte ve anlayamadıklarında soracak kişileri bulabilmekteydiler.kuran ilimleri tabiri kullanılmasada peygamber ve ashabı tarafından bilinmekteydi.

sahabe dönemindede bilgilerin rivayet yöntemiyle aktarıldığını görmekteyiz.bu dönemde kuran ilim ve amel yönleriyle beraber öğretilmektedir.

hicri 1. asrın sonlarından itibaren kuran ilimlerinin tek tek ve münasebet düştükçe ele alındığını ve konunun derinlemesine işlendiğini görürüz.bu konuları  ulumul kuran başlığı altında ilk toplayan el burhan kitabıyla zerkeşi olmuş, onu da suyuti takip etmiştir.

suyutî kur’an ilimlerini üçe ayırır: allahın zatına mahsus eylediği kısım, peygamberin öğrettiği kısım ve peygamberin öğretmekle birlikte kitab’ına açık-gizli yerleştiği ve öğrenimi açık emir buyurduğu kısım.

şatıbi ise kuran ilimleri kavramından kurana izafe olunan ilimler olarak bahsederek kuranın anlaşılmasında araç ve yardımcı ilimlerden bahsederek ,bu gruptan olmayacak ilimleri (razi ve ibn rüştün felsefeyi katması gibi) bu gruptan sayanları eleştirir.

kuranın anlaşılmasında farklı ilim dallarından faydalanılsa da (fizik-kimya-psikoloji gibi) bu ilim dallarını kuran ilimleri arasında değil ,anlaşılması konusunda yardımcı ilimler olarak değerlendirilir.

tefsir ilmi: kur'ân-ı kerîm'i her bakımdan (gramer, belâgat, tarih vs.) tetkik edip açıklamaya ve bildirmeye yarayan ilimdir. bu ilmin de konusunu kur'ân-ı kerîm teşkil eder.

kuran ilimleri ve tefsir ilimleri birçok eserde birbirlerinin yerine kullanılmıştır.zerkeşi konuları bir bütün olarak kitabında toplamasıyla aralarındaki fark ortaya çıkmıştır.tefsir; tefsir yapacak kişinin bilmesi gereken bilim olarak daha hususi bir anlam taşırken kuran ilimleri, daha umumi bir anlam yüklenmiştir.

kuran ilimleri arasında esbabı nuzul ise vahyin başlangıcından itibaren kuranın anlaşılması ve yaşanması konusunda öncelikli yerini almış ve alimlerimiz konuyla ilgili ana kaideleri , ilkeleri ve nuzul rivayetleri hakkında söylenmesi gerekenleri ele alıp incelemişlerdir.

esbâb-i nüzul ilminin tanimi

esbab-i nuzul ilmi  tanimi,doğuşu ve gelişimi

“sebeb “ kelimesinin sözlük anlamı,ip, halat, bağ, yol gibi manalara gelir.

bir ayetin sebebi nuzulunun oluşu o ayetin o hadise  sebebiyle indirildiği anlamına gelmez.çünkü kuran hidayet rehberidir.

alimler sebebi nuzulu için  farklı tanımlar yapmışlardır.ama kapsamlı bir tanım olarak  : vahy ortamında peygamberimizin yaşadığı bir olay yada ona yöneltilen bir soru karşısında ,cevap vermek yada hükmünü açıklamak üzere vahyin inmesine sebeb olan olayı resmeden hadiselerdir diyebiliriz.

tedrici inen ayetleri sahabe anlamakta zorluk çekmiyor yeri gelince arap şiirlerinden faydalanmasını biliyorlardı. sahabe açısından ayetlerin hangi şatlarda indiğini bilmek önemliydi.ibn abbas sebebi nuzullerin kaynağı olarak bilinen bir sahabiydi.tedvin dönemine gelindiğinde ilk tefsirlerin rivayet ağırlıklı olup tefsire sebebi nuzulle başlamaları adet haline gelmişti. ama esbabı nuzulun ilk kayda geçirilmesi hadis kitapları vasıtasıyladır.

esbab nuzul kitaplarının müstakil olarak telif edilmeleri ali b. el-medini (234/848)ile başlar.şu an elimizde matbu olarak bulunan en eski olanı ise “esbabu’n-nuzul” adlı kitabıyla vahidinindir.vahidinin bu eserini “lubabu’n-nukul” isimli kitabıyla suyuti takip eder.

 

esbab-i nüzulü bilmenin yolu

nuzul sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece rivayet yoluyla sahabeden öğrenilen bir ilimdir.  esbab-ı nüzulde ictihada ve fikir beyanına mahal yoktur. ancak işitme ve görme yoluyla sahabilerden gelen rivayetlerle bilinebilir. bu da efendimizden gelmiş olarak addedilir. demek ki sahabiden nakledilen sebeb-nüzul rivayeti onu bilmenin yoludur. suyuti bu olguyu, sahabenin, olayları kuşatan şartları bilmekle elde ettiklerini söyler.bu rivayetler rey ve ictihatla bilinemeyeceği ilkesiyle rasulullahtan bildirilmiş kabul edildiğinden hükmen merfu addedilir.yani suyutinin tabiriyle ictihada imkan bulunmayan alanlardandır.

sahabenin merfu olarak rivayet ettikleri esbabı nuzul hadislerini tabiun neslinin onlardan nakilleri mürsel hükmündedir.

 

esbabı nuzul rivayetleri sigaları

 

sebebi nuzulun kavramsal tanımı ile rivayet sigaları arasında bir bağ vardır ve bu bağ mutlaka kurulmalıdır.

rivayet sigalarını iki ana başlıkta incelersek;

1-sebeb ifade etmede nass olan rivayetler (“sebei nuzul “ terimi çerçevesi içinde kalan rivayetlerdir.

2- sebeb ifade etmede nass olmayan rivayetler.kelamın gelişinden  nuzul sebebi rivayeti olduğu anlaşılmayan,ihtimal dahilinde yada tefsiri olan rivayetlerdir.

 

esbabı nuzul rivayetlerinin tasnifi

vurudu itibariyle tasnif; bu  ya soruya cevap olarak yada bir hükmü beyan maksadıyladır.

hadis usulunde rivayetlerin tenkid edilmesinde uygulanan yönteme gore yapılan bir tasniftir.

 

şah veliyyullah dihlevinin tasnifi; şah veliyyullah dihlevinin tasnifi ise esbabı nuzulden  bilinmesi gerekli olanlar ve olmayanlar olarak ayrılmıştır.

tahir. aşurun tasnifi ise ;nuzul ortamına ait olup olmama bağlamında sebeb olamada nass olan yada tefsir olan olarak değerlendirebiliriz

esbabı nuzul rivayetlerinde ihtilaf

bu konu tefsir ilminin geneli içinde ele alınır.

 

 tefsirde iki türlü ihtilaf vardır:

-  nakle dayanan ihtilaf: sahih, zayıf ve uydurma haberlerden kaynaklanan ihtilaf.

-  istidlalden doğan ihtilaf: nakle dayanmayan ve akılla (re’y ve ictihadla) yapılan yorumlardan kaynaklanan ihtilaf.

 

 esbab-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf edilmesi iki temel sebepte toplanabilir:

 

- her âyete sebep arayanların tutumları sonucu oluşan zaman israfı

-  esbâb-ı nüzul rivayetleri nüzul ortamına ait olanlar ve tefsir için olan rivayetletin ayrştırılmaması.

 

 esbâb-ı nüzulle ilgili meseleler

 esbâb-ı nüzul ilminin alanı dahilinde bazı problemli hususlar vardır. bunlar taaddüt ve taahhür meseleleri birde nüzule sebep olan hâdise dolayısıyla inen âyetin bu hâdiseye hâs mı olduğu, yoksa umum mu ifade edeceği meselesidir.

 taaddüt meselesi; rivâyetlerin arasını te’lif edemeyen veya birini tercih edecek sebep bulamayan âlimler, bu âyetler için nüzulün taaddüt ettiği tezini öne sürmüşlerdir. nüzulün taaddüt ettiğine dair rivâyetlerde iki türden bahsedilmektedir. birçok nüzul sebebi dolayısıyla bir âyet nâzil olmuş ise buna “sebebin taaddütü” denilmektedir.burda nazil olan ayet tekrar indirilmiş olduğu kabul edilmektedir

 tersi bir durumda, yani birkaç âyet tek sebep için indiği durumda da“nüzulün taaddütü” olarak ifade edilmektedir.

 

hükmün veya nüzulün taahhürü meselesi; bu konudan önce zerkeşi sonar suyuti bahseder. zerkeşi nuzulun hükümden once olabileceğini söylerken suyuti buna sonrada olabileceğini ekler.

 umum-husus meselesi; alimlerin ekseriyeti hükmün, sebebinin hususîliğine değil, lâfzın umûmîliğine göre olduğunda icmâ vardır demektedirler.

sebebin hususiyeti görüşünü taşıyanlar ise hükmün aynı olan benzeri durumlarda sabit olmasını kıyasla mümkün görürler.

esbab-i nüzulle ilgili disiplinler (ilimler)

 esbabı nuzul bazı alanlarınkonusu veya malzemesidir. bunlar hikmet-i teşriiye, mübhemat, tenasüb ve insicam. bu disiplinlerde esbab-ı nüzulden farklı olarak en önemli husus, aklın, yani re’y-ictihad’ın söz konusu olmasıdır.esbabı nuzul ilmi kuranın anlaşılmasında önemli olan münasbet-insicam ilminin işlevini yerine getirmede yardımcı olmaktadır . zira surelerin gayesini anlamak sebebi nuzulunun bilinmesine bağlıdır.

mubhematul kuran (anlaşılması belirli olmayan bazı kelimeleri açıklayan ilim

 

islam kültür tariinde esbabı nuzul  rivayetlerinin değerlendirilmesine genel bir bakış

hz. peygamber döneminde kuranın tefsir izahlarıyla yetinildiği malumdur.

ahmed b. hanbelin “ üç şeyin(rivayette) aslı yoktur,tefsir melahim ve megazi” sözüyle bu konudaki rivayetleri mercek altına almış ve bunu  ibn teymiyye ,sıddiki ve fetteninin yorumlarıyla  bu görüşü

desteklemişlerdir.sonraki devirlerde taberi gibi müfessirlerin bütün tefsir malzemesini eleme yapmadan toplamış olmaları günümüz açısından bu konudaki rivayetlerin hadis tenkidçileri tarafından sıkı bir senet ve metin tenkidi yapmaları gereğini doğurmuştur.

 

ıı. bölüm

 

   kur’an-ı kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebepleri

1-rivayetler açisindan;bu sebeblerin en önemlilerinden biri  hadîs usûlü açısından incelendiğinde ulaşılan sonuçtur.bu konuyuda şu başlıklar altında değerlendirebiliriz.

a-                    mursel esbâb-ı nüzul rivâyetleri üzerine; bu konuda ilk olarak  sahabeden gelen yorumların hükmen merfu olup olmayacağı konusunda ihtilaf edilmiş,ikinci olarakta her müsnet sebebi nuzul rivayetinin sahi olamayacağının göz önüne alınması üzerinde durulmuştur.

b-                    mursel esbâb-ı nüzul rivâyetleri üzerine; eğer  sebeb-i nüzul rivâyetini nakleden mursil “sikâ”dan rivâyetle irsâl’de bulunuyorsa bu  mursel (makbul).kabul edilir .

eğer,  mursil, sikâ ve gayr-i sikâ’dan rivâyet etmekle maruf ise, rivâyeti de hali meçhul olandan yapıyorsa bu mursel “mevkuf “olur.

   sikâ râvilerin rivâyetlerine muhalif  murseller ise “merdud”dur

c-                     senedlerin hazfedilmesi;hadis tarihinde bir ara senetsiz rivayetlerin varlığını biliyoruz.bu bilgiden hareketle hadislerin tekide tabi tutulmaları gerekir.zira senedsiz rivayet edenler sayesindebu konu kıssacılara ve istismara açık hale gelmiştir.

d-                    rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme;bu konudaki rivayetlerin çokluğu ve gerektiği gibi tasnifinin (nuzul ortamına ait olan-olmayan,sebebi nuzul-tefsir gibi)eldeki malzelerin tasnifini zorunlu hale getirmektedir.

e-                    rivayet sigalarına dikkat göstermeme

2-umumu hususileştrme açısından.sahabeden itibren alimlerimiz nuzul sebebinin hususi oluşunun ayetin umumiliğine engel olmayacağı konusunda cumhuru ulemanın görüş birliği vardır.

diğer bir görüş ise nass ne şey üzereinmişse ona has iken diğerlerine şumulu kıyas iledir.

3-taaddüt-taahhur açısından;taaddüt konusunu faydasız olduğunu cibrilin rasulullahla her ramazan mukabele yapışını ve her gelişinde yeni ayetler indirdiğini  delil getirerek kabul etmeyen alimler vardır.

taaddüdü kabul edenler ise,allahu tealanın uyarı ,tenbih,dikkatleri çekme gibi hikmetlerle ihtiyaç halinde olabileceğini savunurlar.

taahhur meselesi;bu konuda taaddüt meselesine benzemekle beraber genelde yapılan tefsir taahhur olarak algılanabilmiştir.

4-tarih ilminden yararlanma: esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biridetarihi gerçeklere aykırı veya uyumsuz rivayetlerin varolmasıdır.

kur’an-i kerim’în anlaşilmasinda esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlar

yorum zenginliğine engel olması:  esbab-ı nüzul rivayetleri yorum zenginliğini şu şekillerde engeller;   her ayete nüzul sebebi arama çabaları,ayetin mana bakımından birçok veçhesi olabilir diye düşünmek varken nüzul sebebi ile sınırlı kalma ihtimali,ayetin sebeb-i nüzulündeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalmaktır.

esbabı nuzul rivayetleri kuranı yorumlamada zengin bir kaynak iken bunun  aksine nakilden öteye geçememe sebebi olarakta kabul edilebilmiştir.

kur’an-i kerim’in evrensel hedefi olan kur’an-insan-hayat bütünleşmesini önlemesi:sebebi nuzulun bize kazandıracağı bakış açısından hareketle olaylara ve hayata bu zaviyeden bakmayı öğretmesi asıl amaç iken,bu olayların penceresinden bakışımızı genişletememizde sebebi nuzulden olumsuz yönde etkilenmemiz sonucuna götürür.

. konunun istismar edilmesi: istismardan murad olunan ise esbâb-ı nüzul rivâyetlerini eserlerinde çokça nakleden;  tarihçiler, rivâyet tefsiri yazarları ve kıssacıların kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmiş olmalarıdır.

her ayete sebebi nuzul bulma çabası,senetlerin hazfiyle rivayet,tasnif etmeden ve rivayet sigalarına dikkat etmeden yapılan rivayetler bu cümleden kabul edilir.

istismarın en belirgin olduğuiki noktaise,şahısların ebedileştirilmesi ve mezheb hareketlerine etkisidir.

ııı. bölüm

A-    esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesi

B-    esbâb-ı nüzule olan ihtiyacın sınırlarını belirleyen ilkeler

genel ilkeler; 1-esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir.

2-  esbâb-ı nüzulü bilmeden de kur’ân-ı kerîm’i anlamak mümkündür.

a.       kur’ân-ı kerîm’i bütünlüğü içinde okuyarak,

b.       zahirinden gücümüzün yettiğini anlamaya gayret ederek çözümü

 özel ilkeler;a-arap dilinde kelamın anlaşılması birçok unsurn bir arada veya tek tek düşünülmsine bağlıdır.anlamı yakalamaya delalet edecek birkaç şey kaçırılmışsa kelamın anlaşılması bazı yönleriyle yada tamamen yitirilir.işte esbabı nuzul buna benzer problemleri ortadan kaldırır.

b- zahir olan nassın mücmel nass olarak anlaşılması şüphesi ve güçlüğünün bulunduğu haller

c- kur’ân-ı kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzule ihtiyacı ilk planda kur’ân belirlemelidir. kur’ân-ı kerîm’i okuyan veya dinleyen kimse bu eylemi sırasında âyet ve âyetlerde bulunan üstü kapalı bir ifade (ima, telmih) hakkında manâyı yakalamak için bir bekleyişe, arayışa giriyorsa o zaman sebeb-i nüzulü nakletmeye, olayı ayrıntılarıyla anlatmaya ihtiyaç var demektir.bu konuda  sahabe döneminden bazı örnekler ayetlerin yanlış anlaşılmasının önüne esbabı nuzulun bilinmesiyle geçilebildiğini destekler niteliktedir.

esbâb-ı nüzul rivâyetleri hadîs usûlü açısından tenkidi

  a- esbâb-ı nüzul rivâyetleri, rivâyet tefsirine ait olmak bakımından bu tefsirin zaaf noktalarını taşır.

b.       rivâyet tefsirinde uydurma haberlerin çokluğu söz konusu ise bu esbâb-ı nüzul rivâyetleri için de geçerlidir.

c.        birçok esbâb-ı nüzul rivâyetinin senetsiz veya kesintili senetle nakledilmiş olması üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.

d.       çeşitli sapık mezheplere mensup kimselerin, kendi görüş ve kanaatlerine mesnet teşkil etmek üzere vaz’ ettikleri sözleri hadîs ismi altında ileri sürmüş olmaları rivâyet tefsirinde bir vakıadır. bu olgunun esbâb-ı nüzul için de mevcuttur. hadîs usûlünde sahîh hadîslerle, merdud-mevzû haberlerin temel özellikleri ve nitelikleri oldukça kesin hatlarla tespit edilmiştir. bu kriterlerden yararlanarak esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ayıklamak icab eder.

e.        bir rivâyetin sebep ifade etmede nass olabilmesi ve nüzul ortamına ait olabilmesi için musned-merfû olması lazımdır.

f.        sahabenin esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri sebep ifade etmede nass olmayan rivâyetlerdir. bu kabil haberlerin hükmünün “mevkûf’ olduğu bilinmelidir.

g.        tâbiûnun esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri aynen sahabeninkiler gibi sebep ifade etmede nass değildirler. bu kabil haberlerin hükmünün ise “mürsel” olduğu bilinmelidir.

h.       metin tenkidi yapılmalıdır.metin hadîs’in, haberin aslını oluşturur. dolayısıyla metnin nakledilmesine vasıta olan senedin tenkidi yapılır ve metnin tenkidi yapılmazsa rivâyetin değerlendirilmesi, eleştirisi eksik kalacaktır. hadisçiler kur’ân’a, meşhur sünnet’e, tarihî gerçeklere aykırı düşen, te’lif imkânı olmayan birçok hadîsi reddetmişlerdir. bir hadîsin te’vile imkân vermeyecek şekilde akla, hisse ve müşahedeye ters düşmesini mevzu hadisin emaresi olarak görmüşlerdir.

rivayetleri tasnif etme

esbâb-ı nüzul rivâyetlerini iki grupta ele alabilriz.

esbâb-ı nüzul rivâyetleri;    bu rivayetler âyet veya âyetlerin gerçek nüzul sebebi olan kıssaları, nüzul asrında ve nüzul ortamında meydana gelmiş hâdiseleri ihtiva ederler. sahabînin re’y ve içtihadı söz konusu değildir.sened ve metin bakımından sıhhat şartlarını taşıyan musned-merfû hadîslerdir,  rivâyet sıygaları sebep ifade etmede nass olan sıygalardandır.burada önemli bir husus da, rivâyetleri muayyen kişiler veya olaylar sebebiyle nâzil olan âyetlerden söz etse bile, aslolanın “umum” olduğunu unutmamaktır.

tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetleri; kur’ân-ı kerîm’in anlaşılması amacıyla yapılmış nüzul sebebi değerlendirmeleridir. bunlar nüzul asrında ve ortamında cereyan etmiş olsa bile sonucunda âyetin inmesine sebep olmuş hâdiseler değildirler. bunlar ya hz. peygamber’in, ya sahabe ve tâbiûnun yada  müfessirlerein (âlimlerin) yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleridir.

mütekaddimûn, tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ihtimal ifade eder üslûpta kaydetmişlerken, müteahhirûn bu rivâyetleri sebep ifade etmede nass olan rivâyet kesinliğinde anlamış ve kaydetmişlerdir. dolayısıyla bir âyet için birçok nüzul sebebi zikretmişler; bu da bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

bu noktada esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin rivâyet sıygaları son derece önemlidir. sebep ifade etmede nass olmayan rivâyet kalıplan sebep ifade etmede ihtimal belirtirler. bu da bu kalıplarla yapılan esbâb-ı nüzul değerlendirmelerinin tefsir için olduğu anlamını ortaya  koyar.

kur’ân-i kerimin bütünlüğünün dikkate alinmasi

kur’ân-ı kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden yararlanırken asıl olan bütün olarak kuranın gözönünde bulundurulması gerekliliğidir.bütün olarak kuran,cümleler ile oluşan bütünlük,teşrii bütünlük, surelerin dahili ve cümle ve sureler arası bütünlük, siyak-sibak,tarihi bütünlük gibi kavrama dahil olan bütün vecheleri içine alır. kuran kendisinden “ahsenel-hadis” sözlerin en güzeli olarak bahsetmekle tek bir cümle gibi göstermektedir. müfessirlerin bir âyet için birçok nüzul sebebi zikretmeleri, filan şahıs hakkında nâzil olmuştur gibi ibareleri bütünlük çerçevesinde anlamak gerekir. aksi halde kur’ân-ı kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden doğan mevcut problemler devam edecektir. kur’ân-ı kerîm’in üslûbu kavranırsa bütünlüğü de dikkate alınırsa müfessirlerin bu tavırları sağlıklı değerlendirilebilir.

siyak-sibak’in göz önünde bulundurulmasi

siyak-sibakın kavram karşılığı olarak günümüz türkçesinde bağlam, kontekst sözcükleri kullanılmaktadır. bağlam olgusuna kur’an-ı kerim’in bütünlüğü içerisinde bakıldığında siyak sibak gerçeği elbette görülecektir. çünkü bağlam olgusu mantıki bir gerçekliktir. bir cümlenin kopuk bir parçası anlamsız bir seslenmedir.gerçek bir cümle öğesi de görevini ancak cümle bütünlüğünde yapabilir.

kurandaki siyak-sibakı görebilmeye imkan sağlayan unsurlardan biri de esbabı nuzul bilgisidir.surenin veya ayetlerin nazil olmasında ki sebeblerin bilinmesi siyak-sibakın bilinmesini mümkün kılmaktadır.

 esbab-i nüzul ve tarihilik kavrami

kur’an-ı kerim ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihilik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır. insan tarihi bir varlıktır. yani yaptıkları ‘’şimdi’’ içinde olup bitmez.yaptıkları zamanın safhalarına yayılmışlardır.  bu yayılma insanın tarihselliğini oluşturur. 

esbabı nuzulun tarihi bir gerçeklik olmasıyla onun tarihe bağımlı olması  birbirinden farklı şeylerdir. ikincisini kabul etmemiz mümkün değildir.

sonuç;netice itibariyle esbabı nuzul, kuranı kerimin soyut bir düşünce olmadığının,aksine yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat, bir hidayet rehberi olduğunun en büyük delilidir.

2.             kitap

 

sa’lebe kıssası

bu çalışma kuranın anlaşılmasında esbabı nuzule yeni bir yaklaşımın ilkelerini bir sebebi nuzul rivayeti üzerinde tatbik etmektir.

ilk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edildiği için, hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. tevbe suresi 75. ayet hakkında sebeb-i nüzul olarak gerek hadis gerekse tefsir rivayetlerinde sa'lebe bin hatıb'ın başından geçen olaylar anlatılmaktadır. hadis ve tefsir rivayetlerinde bu konu oldukça şöhret bulmuş sa'lebe bin hatıb adeta ayetle özdeşleşmiştir. hadis ilminin münekkdileri hadisin zayıflığına işaret etmişlerdir. müfessirlerden taberi, yaşadığı dönemde isnad ilminin gelişmesinden dolayı sahih ve zayıf pek çok malumat ve rivayeti kaybolup yok olmasın diye tefsirine almıştır. rivayetlerin kritiğini ise uzmanlarına bırakmış tefsirinin mukaddimesinde de bu hususa temas etmiştir. kurtubinin de dediği gibi bu rivayet( salebe kıssası) müfessirler ve kussas arasında meşhur olmuştur.

salebe hadisi hadis usulu açısından ele alındığında senedinin zayıf olduğu,senede bulunan ali  b. yezid hakkında imam buharinin munkerul-hadis dediği ortaya çıkar.(imam buhari “herkim hakkında munkerul-hadis demişsem ondan rivayet caiz değildir demiştir”)

burada esbabı nüzul rivayetleri konusunda bir tasnife gidilmesi gerektiği lüzumu açıkça kendini göstermektedir. zira müsned ve merfu olan esbabı nüzul rivayetleri ile tefsir için olan esbabı nuzül değerlendirmelerini birbirinden ayırmak gerekir.salebe kıssası ile ilgili rivayetlere bakıldığında sebeb ifade etmede nass olmayan rivayet kalıplarının da gösterdiği üzere ikinci tür tefsir için olan esbabı nuzül değerlendirmesi türünden bir rivayet olduğu anlaşılmaktadır. yani bu olay sanılanın aksine cereyan etmemiş, ayetin nüzulüne sebeb olmamıştır. rivayetin gerçek olmadığı hamidullah'ın da belirttiği üzere; hicri 9.asrın tarihsel gerçekliğiyle bağdaşmamaktadır.

sa'lebe kıssasını,tefsirlerinde naklederek bu ayetleri yorumlayan bir çok müfessir siyak-sibakı ihmal etmişler ve yanlış anlamalara düşmüşlerdir. halbuki bağlam çerçevesinin kur'an ın anlaşılmasındaki yerine özen gösterselerdi, tevbe suresinin bu ayetlerini doğru anlayacaklardı. çünkü siyak-sibak münafıklardan bahsetmektedir. dolayısıyla ayet; bu bağlamda allah'a ahdini bozan, ahdinin hilafına hareket eden ve bu eylemlerin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterlerinden bahsedildiği görülecektir.

sonuç olarak müfessirlerimiz, ilmi yeterlilik ve takvalarına rağmen zayıf, garip , münker  hatta mevzu birçok rivayeti  nakletmeleri bu birikimin korunması amacıyla olmasından bu rivayetlerin böylesine önemli tefsirlerde zikredilmiş olması sıhhatine delil teşkil etmez.

salebe hadisi bu ayeti bu kıssa içine hapsedilip anlamının tahdidine yol açmıştır.

tarihsellik ve esbab-i nüzul

felsefeye ait bir kavram olarak tarihsellik;tarihle ilgili edindiği tecrübelerin ve bu alana ilgili bütün durumların üzerinde cereyan eden zihni faaliyetinin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır. insanın tarih hakkında elde ettiği bilginin bir boyutunu yani insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumu ifade eder.tarihsellik kavramının mahiyeti/seçikliği yani diğer varolanlardan ayıran niteliği değişmemekte ama içeriği/açıklığı  değişmektedir.

felsefeciler tarih üzerinde tasarımlarına ait bir fikir olarak tarihsel olanın kendilerinde bıraktığı izlenime göre farklı şekillerde ve her biri bir yönünü açıklayarak tarif yapmışlardır.

tarihselcilik kavramı batıda ilimlerin tasnifi ile ilgili olarak ,beşeri ilimler-tabiat ilimleri ayrımı epistemolo çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkan kavramlardır.halbuki islam beşeri ilimler ile tabiat ilimleri arasında organik bir bağ görür. kur’an geçmişi, yaşanan zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.

yani bakış açıları birbirinden tamamen farklıdır.bu farklılığı bilmeden kavramları dile kazandırmak yanlış anlaşılmalara kapı aralayacaktır. kuran tarih ve tarihsel olanı insanın yaşam alanı olarak görür .insanın tarihsel bir yapıda olduğunu ve bununda onun yaşam koşullarından biri olduğun vurgular.

esbabı nuzul kuranı onun anlaşılmasnda tarihsel bir görüş açısı içine koyar. esbabı nuzul,kuran-insan insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp etmelerdir.aslolan bu  insan yapıp etmelerden günümüz insanına yöneliki lkeleri tesbit etmektir.çünkü hayat şekilleri değişse de insan ,insan karakteri, hadiseler, mes'eleler ve sorular devam ediyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz

esbabu nuzul    13.12.2014


Kur’an ve Bağlam kıraati hülasası

Hafize ELDERŞEVİ  Özel Öğrenci  Yüksek Lisans

Kur’an ilimleri, konusu her yönüyle Kur’an-ı Kerim olan, Kur’an’la ilgili veya Kur’an’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’an’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır (Ahmet Nedim Serinsu, Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzulün Rolü, 54 – Şule Yayınları 1994).

Kur’an ilimlerinden Sebeb-i nüzul: nüzul ortamında meydana gelen bir hâdise veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla âyetin, tazammun etmek (hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye denir .

Sebebi nüzul iki kısımdır. Birincisi, bir sebebe bağlı olmadan nazil olan âyetler, ikincisi, bir sebebe bağlı olarak nazil olan âyetlerdir. Sebeb-i nüzul konusunda iki yaklaşım vardır. Birincisi, Kur’an’ın anlaşılması için esbab-ı nüzulü vazgeçilmez bir unsur olarak görür. İkincisi, Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulü yardımcı öğelerden sayar. Biri ifrat diğeri tefriti olan, Kur’an’ın anlaşılması için esbab-ı nüzule gerek yoktur ve esbabı nüzul her şeydir fikirlerinin ikisi de ilmi bir değer taşımıyor. Biri işin kolayına kaçmayı, diğeri ise meselenin ideolojik yanını temsil ediyor. Her ikisi de Kur’an’ın anlaşılmasında ciddi sonuçlar doğurur. Sebebi nüzulden faydalanmanın ilkeleri olmalıdır,  Genel ilkeler, özel ilkeler.

Genel ilkeler:
1. Esbab-ı nüzul rivayetlerinin hepsini ihata etmek mümkün değildir.
2. Esbab-ı nüzulü bilmeden de Kur’an’ı (genel mesajını) anlamak mümkündür.

Özel ilkeler:
1. Sebeb-i nüzulü bilmenin muktezayı hali (durumun gerektirdiğini) bilmek durumunda.
2. Sebeb-i nüzulü bilmemenin Kur’an’ın zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde.
3. Bu ilke önceki iki ilkeyi kapsayan bir niteliktedir. Buna göre: Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzule olan ihtiyacı Kur’an belirlemelidir.

Nüzul sebebi âyetin “kıssası”dır (Vahidi). Nüzul sebebi, gerçek hayattan vuku bulmuş bir hikâyedir. Olayın geçtiği yeriyle, zamanıyla, çıkmazları ve çözümleriyle, şahısları ve olaylarıyla gerçek bir kıssadır. Onun sayesinde Kur'an âyetleri her zaman ve mekânda büyük bir şevk ve istekle okunur. Geçmişlerinin başlarından geçen olayları ard arda arz etmekle okuyucuların üzerindeki uyuşukluğu birden söküp atar. Sanki bu olaylar kendi başlarından geçmiştir. Çünkü Allah'ın âyetlerini okudukları zaman sanki kendi hikâyelerini okuyorlar! Onun içindir ki nüzul sebeplerini bilmemek çoğu zaman onları şüphe ve müphem durumlara düşürmekte, âyetleri olduklarından başka manalara çekmelerine sebep olmakta ve Allah'ın âyetleri indirdiği ilahi maksat ve hikmetleri tespit edememekteler.

Kur’an’ın soyut bir düşünce olmadığını, yaşanabilir bir hakikat ve hüküm kitabı olduğunu, Kur’an âyetlerinin iniş ortamını resmeden nüzul sebeplerine sahip olması, göstermektedir. Ayrıca Kur’an’ın oluşumu esnasında yaşanan olaylara dair bu bilgiler (nüzul sebepleri), Kur’an’ın hem ilk muhataplar hem de sonradan gelenlerce anlaşılmasını sağlamıştır. Âyetlerin nüzul sebebi âyetlerin sosyal/dış bağlamından başka bir şey değildir. Bu sosyal/dış bağlamın içinde bulunan sahabelerin Hz. Peygamberle uzun birliktelikleri olmuş ve bu dönemde gelen âyetlerin geliş sebeplerine şahit olmuşlardır. Onlar, vahyin ne zaman, nasıl geldiğini, ne kastettiğini biliyorlardı.

Vakıanın metinle anlam bağını Kur’an ilim esbab-ı nüzuldür. Belagat kısaca: “Muktezayı hale mutabık söz söyleme” diye tanımlanır. Âyet/ler veya sure/lerin iniş sebeb(ler)ini bilmek Allah’ın hangi vakıa üzerine âyet(ler)i hangi maksadı gözeterek inzal ettiğini anlamak oluyor. Mushafa dönüştürülen Kur’an’ın, maksadının anlaşılmasında sebeb-i nüzul büyük öneme sahiptir. Sebeb-i nüzulden habersiz Kur’an’ı açıklamaya çalışmak Kur’an metninin hangi anlam(lar)a geldiğini bilmemek demektir – bütün âyetler için geçerli değildir-. Bir anlamda da metni gerçek anlamı dışında anlama yanlışlığıdır. Ya da metindeki muradı ilahinin veya maksadın bilin(e)memesidir. Metne vücut veren olaylar bilinmeden, metnin anlamı ve maksadı anlaşılamaz. Çünkü beşeri olsun ilahi olsun her söz/kelam lafız-mana-maksat öğelerinden oluşur. Anlamı anlaşılamayan metinlerin hayatı anlamlı hale getirmesi veya onu yeniden inşa etmesi bir hayalden ibarettir.

Bu ilim çerçevesinde birbirinden oldukça farklı değerlendirmelere rastlanmaktadır. Nüzul sebeplerine evrensellik açısından baktığında Kur’an ile o dönem olayları arasındaki ilişkinin hepsi, nedensellik şeklinde olmamıştır. Yani olgu ya da olay, yönlendiren ya da etkileyen, vahiy de tabi olan konumda değildir. Şayet böyle olmuş olsaydı, Kur’an’ın bütün isteklere cevap vermiş olması gerekirdi. Hâlbuki vakıa böyle değildir. Mesela; Peygamberimizden isteklerde bulunulmuş, ancak vahiy onların beklediği anda onların isteklerine, istedikleri şekilde cevap vermemiştir. Kur’an, indiği ortamda meydana gelen hadiseleri sürekli gözetmiş, dikkate almış, ancak mutlak anlamda her zaman o dönemdeki herhangi bir istek ve olay Kur’an’ın iniş zamanını ve şeklini tayin edici olmamıştır. Yani nüzul sebepleri, belirleyici ve zorlayıcı anlamda bir sebep olmayıp, ancak vahyin planına uygun olaylar ile vahyin inişinin birbiri ile eş zamanlı olmasından ibarettir

Nüzul ortamının bilinmesi
Kur’an’ın indiği ortamın genel karakterinin bilinmesinin doğru anlamı bulma çabasına önemli katkısı olacaktır. Zira Kur’an, mesajını indiği dönemin kültüründen, geleneklerinden, insan ilişkilerinden, sosyal olaylardan bağımsız bir şekilde dile getirmemiştir. Kur’an, öncelikle bir çekirdek yapı, bir örnek toplum oluşturmayı amaçlamaktadır. Kişinin nüzul ortamı ile ilgili bilgisi yoksa Kur’an mealini okuduğunda kafasında birçok soru ve sorunun oluşması muhtemeldir. Ancak bu ortam hakkında bilgi sahibi olarak Kur’an mealini okuduğunda, konulara daha fazla nüfuz etme imkânını elde edecektir.
Esbab-ı nüzul hadisleri, Kur’an'daki âyetlerin iniş sebeplerini anlatan hadislere denir. Esbab-ı nüzul hadisleri hakkında ifrat tutum sergileyenler olmuştur. Kendi fikirlerini doğrulatacak delilleri de getirmişlerdir. O delillerden birisi şudur: “Esbabı nüzul konusunda tek bir doğru hadis yoktur” (Ahmed Bin Hanbel). Bu, nüzul sebeplerine dair rivayetlerin hepsi doğrudur, anlamına da gelmez. Araştırmalara göre bir sebep üzerine inen âyetlerin toplamı 472 dir. Nüzul sebebine dair her rivayeti nakledenlere göre bu sayı 888’dir. Nüzul sebepleri ile ilgili yanlış telakkiler mevcuttur. Kur’an âyetlerinin büyük çoğunluğu doğrudan inmiştir, diyenler olduğu gibi Kur’an’ın tarihselliğini savunanlara göre durum tam tersidir

NÜZUL SEBEBİNİN ÖZEL İLKELERİNE DAİR MİSALLER
Kur’an’ı doğru anlayabilmek için Kur’an’ın iniş sebeplerini/sosyal bağlamlarını iyi bilmek gerekir. Bunun misalleri çoktur fakat birkaç misalle yetineceğiz. Nüzul sebeplerini bilen bir insan, Kur’an’ın kurgulanmış bir kitap olmayıp, olayların seyrine göre ilahî iradenin eş zamanlı bir müdahalesi olduğunu fark edecektir.
1. Nüzul sebebini bilmek, âyetlerdeki kapalılıkları çözmeye yardımcı olacaktır. “Kur’an okunduğu zaman onu dikkatlice dinleyiniz...” (A’raf, 204) âyetini okuyan bir insan, bu âyeti sadece Kur’an okunurken susup dinleme şeklinde anlayabilir. Oysa, Ebû Hureyre, “İnsanlar İslâm’ın başlangıç döneminde namazda konuşuyorlardı. Bu âyet namazda konuşmayı yasaklamak için indirildi.” demiştir. Âyetin nüzul sebebini bilen bir kimse, âyetin, asıl maksadını anlar, başka sonuçlar ve yorumlar da çıkarabilir (Taberi, Vahidi, Suyuti).

Aynı mevzuda başka bir misal: “Doğu da batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar ve her şeyi bilir.” (Bakara, 115) âyetinin sebeb-i nüzulü bilinmezse insanlar âyetinden ilk akla gelenle amel eder ve namazda diledikleri yöne yönelirlerdi. Ancak nüzul sebebini bilen âyeti doğru şekilde anlar. Söz konusu sebep şudur: Müminlerden bir gurup zifiri karanlık bir gecede namaz kılmış ve kıblenin hangi tarafta olduğunu kestirememişlerdir. Onun için her biri içtihadına uyarak durduğu yöne namazını kılmıştır

Hâsıl-ı kelam: Allah, Kur’an’ın bir kısım âyetlerini indirmeye bir kısım olayları vesile kılmıştır. Bu âyetlerin anlaşılma gerekliliği söz konusu hadiselere müracaatı zorunlu kılmaktadır. Esbab-ı nüzulden yararlanmalar ilkelere bağlanmalı çünkü ilkesiz faydalanmak da ayrı sorunları doğuracaktır. Nüzul sebeplerinin varlığı yeni bir tefsir anlayışını öngörüyor.

 




0 Yorum - Yorum Yaz

Kuran ve Bağlam Hülasa    15.12.2014

BİLGE EVLİ

BÜTÜNLEŞİK DOKTORA 

PROF.DR. AHMET NEDİM SERİNSU’NUN ‘KUR’AN VE BAĞLAM’ ADLI KİTABININ HULASASI

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nuzûl kavramının yeri oldukça önemlidir. Ancak esbâb-ı nuzûl kavramının açıklığa kavuşması için Kur’an ilimleri (Ulûmu’l-Kur’an) kavramının iyi anlaşılması gerekmektedir. Kur’an ilimleri bidayette Kur’an’ı anlama çabası içerisinde ortaya çıkmış, onu anlama yolculuğuna çıkanların disiplinize ettiği bir çalışmalar bütünüdür. Kur’an’ı daha iyi anlayabilmek için doğal gelişim sürecinde ortaya çıkan bu bilimler topluluğunun isimlendirilmesinin ilk defa kim tarafından yapıldığını belirlemek oldukça zor olmakla beraber bugün anladığımız manada kavramlaştırılması ve literatüre yerleşmesi ilk defa Zerkeşî ile birlikte h. 8. asırda gerçekleşmiştir. İlk devir alimleri bu ifadeyi ulûmu’t-tefsir anlamında kullanmış ve yazmış oldukları tefsirlere bir mukaddime yazarak bu mukaddime içerisinde Kur’an’ın anlaşılmasına ilişkin izahlarda bulunmakla yetinmişlerdir. Özetle kur’an ilimleri konusu her yönüyle Kur’anla ilgili olan ve Kur’an’ın daha iyi anlaşlılmasına yardımcı olan Kur’anla ilgili ya da Kur’an’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan bilgi alanıdır, denilebilir. Esbâb-ı nuzûl ise Kur’an ilimlerinden biridir ve Kur’an’ın anlaşılmasında oldukça büyük katkı sağlamaktadır. İlk dönemlerde Kur’an araştırmalarında göz önünde bulundurulmuş ve bu ilmi bilmek Kur’an’ı bilmekle eşdeğer tutulmuştur. Kur’an ayetlerinin nazil olduğu ortamda meydana gelen bir olay ya da Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulan bir hadise ya da açıklanması gereken bir mevzu üzerine ayetlerin nazil olmasıyla, vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nuzûl denir. Esbâb-ı nuzûl rivayetlerinin ilk kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değil hadis mecmualarıdır. Hadis kitaplarında geçen ilgili bablardaki rivayetler ve esbâb-ı nuzûl kitapları sonraki nesillere o ayetlerin vahyedildiği ortamı resmedebilmek için ortaya çıkarılmış eserlerdir. Ancak şu net olarak bilinmelidir ki esbâb-ı nuzûl konusunda iki türlü rivayet sözkonusudur. 


Bunlardan birincisi sahabenin ayetlerin sebeb-i nuzûlunu izah için müsned-merfu naklettikleri rivayetler, diğeri ise sahabeden müsned-merfu olmayan rivayetlerdir ki bunlar ayetleri tefsir için söylenmiş izah mahiyetindeki değerlendirmelerdir. Bir de tâbiûndan gelen esbâb-ı nuzûl rivayetleri vardır ki bunlara da hadis ıstılahında mürsel denilmekte ve geçerlilik derecesi daha da düşmektedir. Burada hadis kitaplarında, tarih kitaplarında, tefsirlerde esbâb-ı nuzûlden bahseedilirken kullanılan rivayet cümlesi, sıygasının ne kadar önemli olduğu ön plana çıkmaktadır. Ancak ne yazık ki bu konu tefsir usûlu, tefsir tarihi gibi eserlerde sistematik bir şekilde ele alınmamıştır. Nuzûl sebebini tanımamız, esbâb-ı nuzûl rivayetlerini bir tasnife tabi tutmamız, nuzûl ortamını resmeden ve vuku bulduğu günlerde ayet ve ayetlerin inmesine vesile teşkil eden hadiseleri ayırdetmemiz esbâb-ı nuzûl kavramına dahil olmayan rivayetleri nuzûl sebepleri nevinden saymak hatasına düşmememiz ancak bu sayede mümkün olacaktır. Burada bu kafa karışıklığını çözebilecek yegane çözüm bu rivayetleri nevileri açısından a)Nuzûl ortamına ait ve o ortamın özelliklerini yansıtan müsned- merfu hadislerden oluşan esbâb-ı nuzûl rivayetleri b)Ayet ve ayetlerin manasının kapsamına giren nuzûl asrında vuku bulmuş veya bilahare meydana gelmiş bir hadisenin rey ve ictihad ile misal getirildiği haberlerden oluşan esbâb-ı nuzûl rivayetleri olarak sağlıklı bir şekilde ikiye ayırmakla mümkün olacaktır. Tefsirlere bakıldığında esbâb-ı nuzûl arasında da ihtilaf olduğu bir vakıadır. Özellikle rivayet tefrsirlerinin önemli bir malzemesi esbâb-ı nuzûllerdir.

Bu ihtilafın ise iki ana sebebi vardır: a) Her ayete bir sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebedileştirilmesi, isrâilî haberler ve uydurma rivayetlerin esbâb-ı nuzûl alanına dahil edilmesi, b) Esbâb-ı nuzûlun nuzûl ortamında cereyan etmemesine rağmen o döneme mal edilmesi. Elbette bunun sonucunda bazı problemler zuhur etmiştir. Bunlar taaddüd (sebeb-i nuzûlun taaddüdü, nuzûlun taaddüdü), taahhur (hükmün veya nuzûlun taahhürü), nassın umum mu yoksa husus mu olduğu meseleleridir. Tefsirlerde esbâb-ı nuzûl farklılıklarının bir diğer nedeni ise tefsir yazarının birinin önemle ele aldığı bir meseleyi diğerinin daha az önemli görmesi ya da rivayetler arasında zayıf, garib, münker ve isrâilî birçok rivayetin karışmış olmasıdır. Bu da doğal olarak tefsir eserleri üzerinde tereddütler hasıl olmasına sebebiyet vermiştir. Burada şunu da ifade etmek gerekir ki müfessirlerin kendilerine ulaşan her haberi isnad kritiğine tabi tutmadan yazıya aktarmaları toplamaya imkan buldukları herşeyin yok olup gitmesinden önce kalıcı hale getirilmesi endişesidir. Onlar senedi zikretmiş olmakla birlikte üzerlerindeki mesuliyetten kurtulacaklarını ümid etmişler ve gerekli tahkikatın yapılmasını o dönemde mevcut bulunmayan gelecek nesillerdeki müdakkik araştırmacılara bırakmışlardır. Kaldı ki o dönemde isnad ilminin yeteri kadar gelişmiş olduğu da söylenemezdi. Bunun yanında bir diğer problem ise senetsiz yapılan rivayetlerdir ki bunlar işi içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Senetlerin hıfzı ile ihtisas isteyen bu bilgi alanı, kıssacılara uygun ve istismarcılara açık bir  hale gelmiştir. Ortada birçok rivayet vardır ve bu rivayetlerin rekabeti içerisinde titiz bir çalışmayla tasnif edilmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu çelişkilere bir örnek vermek gerkirse Sa’lebe kıssasından bahsetmek yerinde olacaktır. Tevbe suresi 75. ayette kendilerine nimet verildiği halde azgınlaşan insan profilinden bahsedilirken tefsirlerde bu ayetin Sa’lebe için nâzil olduğu rivayet edilmektedir. Sa’lebe Hz. Peygamber’den zenginlik için dua istemiş, Hz. Peygamber’in kendisine ‘hayırlı olanı iste’ ikazına rağmen kendisi zenginlik talebinde ısrar etmiş ve zenginliği elde ettikten sonra da tedrici olarak İslam toplumundan uzaklaşmıştır. Kimi rivayetlerde Uhud’da şehid olduğu söylenmekte iken kimi rivayetlerde ise Hz. Osman döneminde helak olduğundan bahsedilmektedir. Hz. Peygamber hayatta iken kendisinin pişman olup sadakasını getirdiği ancak Hz. Peygamber’in kabul etmediği, arkasından Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in de sadakalarını kabul etmedikleri rivayetler arasındadır. Burada birbirine zıt bu kadar rivayetin bir ayetin tefsir edilmesinde toplanması biraz önce bahsedilen esbâb-ı nuzûl ilmindeki problemlerin ortaya konulması açısıdan manidardır.Esbâb-ı nuzûl ilmi ile ilgili bir diğer tartışma konusu da tarihselcilik konusudur. 18. ve 19. yy’da Batı’da ortaya çıkan tarihselcilik anlayışı kutsal metinlerin zamansal ve mekansal olgulara hapsedilmesine yol açmaktadır. Unutulmamalıdır ki Batı’daki Aydınlanma ve Modernite sonrasında kendi kutsal kitaplarına makuliyet kazandırma çabası içerisinde ortaya çıkan bu kutsal kitap okuma metodunun elbette Kur’an için uygulanması sözkonusu olamaz. Vahyedilen ayetlerin insan ve zaman gerçeğinden kopuk olarak vahyedilmesi muhatabın insan olmasının bir sonucudur. Zira Kur’an, her nasıl 14 asır evvel hayatın tam ortasında cereyan eden hadiseler üzerine nâzil olduysa bugün de aynı insanoğlu arasında cereyen eden hadiselere uyarlanabilecek, hayatın gerçeklerinin soyutlanmış bir şekilde değil elbette insanoğlunun ihtiyaçları neticesinde peyderpey vahyedilmiştir. Bu, Kur’an’ın hayatın merkezinde yer aldığının bir göstergesidir aslında. O gün meydana gelen hadiseler ve insanlığın problemleri bugün de aynı şekilde geçerliliğini sürdürmekte ve Kur’an’a olan ihtiyaç devam etmektedir. Bu gerçeği görmezden gelip Kur’an’ı bir zaman dilimine sınırlamak onun ruhunu anlayamamak anlamına gelmektedir. 

Sonuç olarak, tekrar etmek gerekirse esbâb-ı nuzûl konusunda tefsirlerde yer alan kafa karışıklığı ve birbirine zıt rivayetlerin yer alması, sahabeden rivayet edilen müsned ve merfu olan rivayetlerle müsned ve merfu olmayan rivayetlerin birbirine karışması, bu rivayetleri kaleme alanların ciddi bir isnad tenkidi yapmaması hatta isnatsız bir takım rivayetlere bile yer verilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Bir enstitü çatısı altında yapılacak kapsamlı bir çalışma ile bu sorun giderilebilir, ayetlerin sebeb-i nuzûlu konusunda bugün de yaşantımıza ışık tutacak birçok hakikate daha sağlıklı bir şekilde ulaşılabilir.  



0 Yorum - Yorum Yaz

KURAN VE BAĞLAM    29.12.2014

BİLGE EVLİ

BÜTÜNLEŞİK DOKTORA 
13952752 

PROF.DR. AHMET NEDİM SERİNSU’NUN ‘KUR’AN VE BAĞLAM’ ADLI KİTABININ HULASASI

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nuzûl kavramının yeri oldukça önemlidir. Ancak esbâb-ı nuzûl kavramının açıklığa kavuşması için Kur’an ilimleri (Ulûmu’l-Kur’an) kavramının iyi anlaşılması gerekmektedir. Kur’an ilimleri bidayette Kur’an’ı anlama çabası içerisinde ortaya çıkmış, onu anlama yolculuğuna çıkanların disiplinize ettiği bir çalışmalar bütünüdür. Kur’an’ı daha iyi anlayabilmek için doğal gelişim sürecinde ortaya çıkan bu bilimler topluluğunun isimlendirilmesinin ilk defa kim tarafından yapıldığını belirlemek oldukça zor olmakla beraber bugün anladığımız manada kavramlaştırılması ve literatüre yerleşmesi ilk defa Zerkeşî ile birlikte h. 8. asırda gerçekleşmiştir. İlk devir alimleri bu ifadeyi ulûmu’t-tefsir anlamında kullanmış ve yazmış oldukları tefsirlere bir mukaddime yazarak bu mukaddime içerisinde Kur’an’ın anlaşılmasına ilişkin izahlarda bulunmakla yetinmişlerdir. Özetle kur’an ilimleri konusu her yönüyle Kur’anla ilgili olan ve Kur’an’ın daha iyi anlaşlılmasına yardımcı olan Kur’anla ilgili ya da Kur’an’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan bilgi alanıdır, denilebilir. Esbâb-ı nuzûl ise Kur’an ilimlerinden biridir ve Kur’an’ın anlaşılmasında oldukça büyük katkı sağlamaktadır. İlk dönemlerde Kur’an araştırmalarında göz önünde bulundurulmuş ve bu ilmi bilmek Kur’an’ı bilmekle eşdeğer tutulmuştur. Kur’an ayetlerinin nazil olduğu ortamda meydana gelen bir olay ya da Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulan bir hadise ya da açıklanması gereken bir mevzu üzerine ayetlerin nazil olmasıyla, vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nuzûl denir. Esbâb-ı nuzûl rivayetlerinin ilk kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değil hadis mecmualarıdır. Hadis kitaplarında geçen ilgili bablardaki rivayetler ve esbâb-ı nuzûl kitapları sonraki nesillere o ayetlerin vahyedildiği ortamı resmedebilmek için ortaya çıkarılmış eserlerdir. Ancak şu net olarak bilinmelidir ki esbâb-ı nuzûl konusunda iki türlü rivayet sözkonusudur. 


Bunlardan birincisi sahabenin ayetlerin sebeb-i nuzûlunu izah için müsned-merfu naklettikleri rivayetler, diğeri ise sahabeden müsned-merfu olmayan rivayetlerdir ki bunlar ayetleri tefsir için söylenmiş izah mahiyetindeki değerlendirmelerdir. Bir de tâbiûndan gelen esbâb-ı nuzûl rivayetleri vardır ki bunlara da hadis ıstılahında mürsel denilmekte ve geçerlilik derecesi daha da düşmektedir. Burada hadis kitaplarında, tarih kitaplarında, tefsirlerde esbâb-ı nuzûlden bahseedilirken kullanılan rivayet cümlesi, sıygasının ne kadar önemli olduğu ön plana çıkmaktadır. Ancak ne yazık ki bu konu tefsir usûlu, tefsir tarihi gibi eserlerde sistematik bir şekilde ele alınmamıştır. Nuzûl sebebini tanımamız, esbâb-ı nuzûl rivayetlerini bir tasnife tabi tutmamız, nuzûl ortamını resmeden ve vuku bulduğu günlerde ayet ve ayetlerin inmesine vesile teşkil eden hadiseleri ayırdetmemiz esbâb-ı nuzûl kavramına dahil olmayan rivayetleri nuzûl sebepleri nevinden saymak hatasına düşmememiz ancak bu sayede mümkün olacaktır. Burada bu kafa karışıklığını çözebilecek yegane çözüm bu rivayetleri nevileri açısından a)Nuzûl ortamına ait ve o ortamın özelliklerini yansıtan müsned- merfu hadislerden oluşan esbâb-ı nuzûl rivayetleri b)Ayet ve ayetlerin manasının kapsamına giren nuzûl asrında vuku bulmuş veya bilahare meydana gelmiş bir hadisenin rey ve ictihad ile misal getirildiği haberlerden oluşan esbâb-ı nuzûl rivayetleri olarak sağlıklı bir şekilde ikiye ayırmakla mümkün olacaktır. Tefsirlere bakıldığında esbâb-ı nuzûl arasında da ihtilaf olduğu bir vakıadır. Özellikle rivayet tefrsirlerinin önemli bir malzemesi esbâb-ı nuzûllerdir.

Bu ihtilafın ise iki ana sebebi vardır: a) Her ayete bir sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebedileştirilmesi, isrâilî haberler ve uydurma rivayetlerin esbâb-ı nuzûl alanına dahil edilmesi, b) Esbâb-ı nuzûlun nuzûl ortamında cereyan etmemesine rağmen o döneme mal edilmesi. Elbette bunun sonucunda bazı problemler zuhur etmiştir. Bunlar taaddüd (sebeb-i nuzûlun taaddüdü, nuzûlun taaddüdü), taahhur (hükmün veya nuzûlun taahhürü), nassın umum mu yoksa husus mu olduğu meseleleridir. Tefsirlerde esbâb-ı nuzûl farklılıklarının bir diğer nedeni ise tefsir yazarının birinin önemle ele aldığı bir meseleyi diğerinin daha az önemli görmesi ya da rivayetler arasında zayıf, garib, münker ve isrâilî birçok rivayetin karışmış olmasıdır. Bu da doğal olarak tefsir eserleri üzerinde tereddütler hasıl olmasına sebebiyet vermiştir. Burada şunu da ifade etmek gerekir ki müfessirlerin kendilerine ulaşan her haberi isnad kritiğine tabi tutmadan yazıya aktarmaları toplamaya imkan buldukları herşeyin yok olup gitmesinden önce kalıcı hale getirilmesi endişesidir. Onlar senedi zikretmiş olmakla birlikte üzerlerindeki mesuliyetten kurtulacaklarını ümid etmişler ve gerekli tahkikatın yapılmasını o dönemde mevcut bulunmayan gelecek nesillerdeki müdakkik araştırmacılara bırakmışlardır. Kaldı ki o dönemde isnad ilminin yeteri kadar gelişmiş olduğu da söylenemezdi. Bunun yanında bir diğer problem ise senetsiz yapılan rivayetlerdir ki bunlar işi içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Senetlerin hıfzı ile ihtisas isteyen bu bilgi alanı, kıssacılara uygun ve istismarcılara açık bir  hale gelmiştir. Ortada birçok rivayet vardır ve bu rivayetlerin rekabeti içerisinde titiz bir çalışmayla tasnif edilmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu çelişkilere bir örnek vermek gerkirse Sa’lebe kıssasından bahsetmek yerinde olacaktır. Tevbe suresi 75. ayette kendilerine nimet verildiği halde azgınlaşan insan profilinden bahsedilirken tefsirlerde bu ayetin Sa’lebe için nâzil olduğu rivayet edilmektedir. Sa’lebe Hz. Peygamber’den zenginlik için dua istemiş, Hz. Peygamber’in kendisine ‘hayırlı olanı iste’ ikazına rağmen kendisi zenginlik talebinde ısrar etmiş ve zenginliği elde ettikten sonra da tedrici olarak İslam toplumundan uzaklaşmıştır. Kimi rivayetlerde Uhud’da şehid olduğu söylenmekte iken kimi rivayetlerde ise Hz. Osman döneminde helak olduğundan bahsedilmektedir. Hz. Peygamber hayatta iken kendisinin pişman olup sadakasını getirdiği ancak Hz. Peygamber’in kabul etmediği, arkasından Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in de sadakalarını kabul etmedikleri rivayetler arasındadır. Burada birbirine zıt bu kadar rivayetin bir ayetin tefsir edilmesinde toplanması biraz önce bahsedilen esbâb-ı nuzûl ilmindeki problemlerin ortaya konulması açısıdan manidardır.Esbâb-ı nuzûl ilmi ile ilgili bir diğer tartışma konusu da tarihselcilik konusudur. 18. ve 19. yy’da Batı’da ortaya çıkan tarihselcilik anlayışı kutsal metinlerin zamansal ve mekansal olgulara hapsedilmesine yol açmaktadır. Unutulmamalıdır ki Batı’daki Aydınlanma ve Modernite sonrasında kendi kutsal kitaplarına makuliyet kazandırma çabası içerisinde ortaya çıkan bu kutsal kitap okuma metodunun elbette Kur’an için uygulanması sözkonusu olamaz. Vahyedilen ayetlerin insan ve zaman gerçeğinden kopuk olarak vahyedilmesi muhatabın insan olmasının bir sonucudur. Zira Kur’an, her nasıl 14 asır evvel hayatın tam ortasında cereyan eden hadiseler üzerine nâzil olduysa bugün de aynı insanoğlu arasında cereyen eden hadiselere uyarlanabilecek, hayatın gerçeklerinin soyutlanmış bir şekilde değil elbette insanoğlunun ihtiyaçları neticesinde peyderpey vahyedilmiştir. Bu, Kur’an’ın hayatın merkezinde yer aldığının bir göstergesidir aslında. O gün meydana gelen hadiseler ve insanlığın problemleri bugün de aynı şekilde geçerliliğini sürdürmekte ve Kur’an’a olan ihtiyaç devam etmektedir. Bu gerçeği görmezden gelip Kur’an’ı bir zaman dilimine sınırlamak onun ruhunu anlayamamak anlamına gelmektedir. 

Sonuç olarak, tekrar etmek gerekirse esbâb-ı nuzûl konusunda tefsirlerde yer alan kafa karışıklığı ve birbirine zıt rivayetlerin yer alması, sahabeden rivayet edilen müsned ve merfu olan rivayetlerle müsned ve merfu olmayan rivayetlerin birbirine karışması, bu rivayetleri kaleme alanların ciddi bir isnad tenkidi yapmaması hatta isnatsız bir takım rivayetlere bile yer verilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Bir enstitü çatısı altında yapılacak kapsamlı bir çalışma ile bu sorun giderilebilir, ayetlerin sebeb-i nuzûlu konusunda bugün de yaşantımıza ışık tutacak birçok hakikate daha sağlıklı bir şekilde ulaşılabilir.  



0 Yorum - Yorum Yaz

KURAN VE BAĞLAM    29.12.2014

BİLGE EVLİ

BÜTÜNLEŞİK DOKTORA 
13952752 

PROF.DR. AHMET NEDİM SERİNSU’NUN ‘KUR’AN VE BAĞLAM’ ADLI KİTABININ HULASASI

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nuzûl kavramının yeri oldukça önemlidir. Ancak esbâb-ı nuzûl kavramının açıklığa kavuşması için Kur’an ilimleri (Ulûmu’l-Kur’an) kavramının iyi anlaşılması gerekmektedir. Kur’an ilimleri bidayette Kur’an’ı anlama çabası içerisinde ortaya çıkmış, onu anlama yolculuğuna çıkanların disiplinize ettiği bir çalışmalar bütünüdür. Kur’an’ı daha iyi anlayabilmek için doğal gelişim sürecinde ortaya çıkan bu bilimler topluluğunun isimlendirilmesinin ilk defa kim tarafından yapıldığını belirlemek oldukça zor olmakla beraber bugün anladığımız manada kavramlaştırılması ve literatüre yerleşmesi ilk defa Zerkeşî ile birlikte h. 8. asırda gerçekleşmiştir. İlk devir alimleri bu ifadeyi ulûmu’t-tefsir anlamında kullanmış ve yazmış oldukları tefsirlere bir mukaddime yazarak bu mukaddime içerisinde Kur’an’ın anlaşılmasına ilişkin izahlarda bulunmakla yetinmişlerdir. Özetle kur’an ilimleri konusu her yönüyle Kur’anla ilgili olan ve Kur’an’ın daha iyi anlaşlılmasına yardımcı olan Kur’anla ilgili ya da Kur’an’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan bilgi alanıdır, denilebilir. Esbâb-ı nuzûl ise Kur’an ilimlerinden biridir ve Kur’an’ın anlaşılmasında oldukça büyük katkı sağlamaktadır. İlk dönemlerde Kur’an araştırmalarında göz önünde bulundurulmuş ve bu ilmi bilmek Kur’an’ı bilmekle eşdeğer tutulmuştur. Kur’an ayetlerinin nazil olduğu ortamda meydana gelen bir olay ya da Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulan bir hadise ya da açıklanması gereken bir mevzu üzerine ayetlerin nazil olmasıyla, vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nuzûl denir. Esbâb-ı nuzûl rivayetlerinin ilk kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değil hadis mecmualarıdır. Hadis kitaplarında geçen ilgili bablardaki rivayetler ve esbâb-ı nuzûl kitapları sonraki nesillere o ayetlerin vahyedildiği ortamı resmedebilmek için ortaya çıkarılmış eserlerdir. Ancak şu net olarak bilinmelidir ki esbâb-ı nuzûl konusunda iki türlü rivayet sözkonusudur. 


Bunlardan birincisi sahabenin ayetlerin sebeb-i nuzûlunu izah için müsned-merfu naklettikleri rivayetler, diğeri ise sahabeden müsned-merfu olmayan rivayetlerdir ki bunlar ayetleri tefsir için söylenmiş izah mahiyetindeki değerlendirmelerdir. Bir de tâbiûndan gelen esbâb-ı nuzûl rivayetleri vardır ki bunlara da hadis ıstılahında mürsel denilmekte ve geçerlilik derecesi daha da düşmektedir. Burada hadis kitaplarında, tarih kitaplarında, tefsirlerde esbâb-ı nuzûlden bahseedilirken kullanılan rivayet cümlesi, sıygasının ne kadar önemli olduğu ön plana çıkmaktadır. Ancak ne yazık ki bu konu tefsir usûlu, tefsir tarihi gibi eserlerde sistematik bir şekilde ele alınmamıştır. Nuzûl sebebini tanımamız, esbâb-ı nuzûl rivayetlerini bir tasnife tabi tutmamız, nuzûl ortamını resmeden ve vuku bulduğu günlerde ayet ve ayetlerin inmesine vesile teşkil eden hadiseleri ayırdetmemiz esbâb-ı nuzûl kavramına dahil olmayan rivayetleri nuzûl sebepleri nevinden saymak hatasına düşmememiz ancak bu sayede mümkün olacaktır. Burada bu kafa karışıklığını çözebilecek yegane çözüm bu rivayetleri nevileri açısından a)Nuzûl ortamına ait ve o ortamın özelliklerini yansıtan müsned- merfu hadislerden oluşan esbâb-ı nuzûl rivayetleri b)Ayet ve ayetlerin manasının kapsamına giren nuzûl asrında vuku bulmuş veya bilahare meydana gelmiş bir hadisenin rey ve ictihad ile misal getirildiği haberlerden oluşan esbâb-ı nuzûl rivayetleri olarak sağlıklı bir şekilde ikiye ayırmakla mümkün olacaktır. Tefsirlere bakıldığında esbâb-ı nuzûl arasında da ihtilaf olduğu bir vakıadır. Özellikle rivayet tefrsirlerinin önemli bir malzemesi esbâb-ı nuzûllerdir.

Bu ihtilafın ise iki ana sebebi vardır: a) Her ayete bir sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebedileştirilmesi, isrâilî haberler ve uydurma rivayetlerin esbâb-ı nuzûl alanına dahil edilmesi, b) Esbâb-ı nuzûlun nuzûl ortamında cereyan etmemesine rağmen o döneme mal edilmesi. Elbette bunun sonucunda bazı problemler zuhur etmiştir. Bunlar taaddüd (sebeb-i nuzûlun taaddüdü, nuzûlun taaddüdü), taahhur (hükmün veya nuzûlun taahhürü), nassın umum mu yoksa husus mu olduğu meseleleridir. Tefsirlerde esbâb-ı nuzûl farklılıklarının bir diğer nedeni ise tefsir yazarının birinin önemle ele aldığı bir meseleyi diğerinin daha az önemli görmesi ya da rivayetler arasında zayıf, garib, münker ve isrâilî birçok rivayetin karışmış olmasıdır. Bu da doğal olarak tefsir eserleri üzerinde tereddütler hasıl olmasına sebebiyet vermiştir. Burada şunu da ifade etmek gerekir ki müfessirlerin kendilerine ulaşan her haberi isnad kritiğine tabi tutmadan yazıya aktarmaları toplamaya imkan buldukları herşeyin yok olup gitmesinden önce kalıcı hale getirilmesi endişesidir. Onlar senedi zikretmiş olmakla birlikte üzerlerindeki mesuliyetten kurtulacaklarını ümid etmişler ve gerekli tahkikatın yapılmasını o dönemde mevcut bulunmayan gelecek nesillerdeki müdakkik araştırmacılara bırakmışlardır. Kaldı ki o dönemde isnad ilminin yeteri kadar gelişmiş olduğu da söylenemezdi. Bunun yanında bir diğer problem ise senetsiz yapılan rivayetlerdir ki bunlar işi içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Senetlerin hıfzı ile ihtisas isteyen bu bilgi alanı, kıssacılara uygun ve istismarcılara açık bir  hale gelmiştir. Ortada birçok rivayet vardır ve bu rivayetlerin rekabeti içerisinde titiz bir çalışmayla tasnif edilmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu çelişkilere bir örnek vermek gerkirse Sa’lebe kıssasından bahsetmek yerinde olacaktır. Tevbe suresi 75. ayette kendilerine nimet verildiği halde azgınlaşan insan profilinden bahsedilirken tefsirlerde bu ayetin Sa’lebe için nâzil olduğu rivayet edilmektedir. Sa’lebe Hz. Peygamber’den zenginlik için dua istemiş, Hz. Peygamber’in kendisine ‘hayırlı olanı iste’ ikazına rağmen kendisi zenginlik talebinde ısrar etmiş ve zenginliği elde ettikten sonra da tedrici olarak İslam toplumundan uzaklaşmıştır. Kimi rivayetlerde Uhud’da şehid olduğu söylenmekte iken kimi rivayetlerde ise Hz. Osman döneminde helak olduğundan bahsedilmektedir. Hz. Peygamber hayatta iken kendisinin pişman olup sadakasını getirdiği ancak Hz. Peygamber’in kabul etmediği, arkasından Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in de sadakalarını kabul etmedikleri rivayetler arasındadır. Burada birbirine zıt bu kadar rivayetin bir ayetin tefsir edilmesinde toplanması biraz önce bahsedilen esbâb-ı nuzûl ilmindeki problemlerin ortaya konulması açısıdan manidardır.Esbâb-ı nuzûl ilmi ile ilgili bir diğer tartışma konusu da tarihselcilik konusudur. 18. ve 19. yy’da Batı’da ortaya çıkan tarihselcilik anlayışı kutsal metinlerin zamansal ve mekansal olgulara hapsedilmesine yol açmaktadır. Unutulmamalıdır ki Batı’daki Aydınlanma ve Modernite sonrasında kendi kutsal kitaplarına makuliyet kazandırma çabası içerisinde ortaya çıkan bu kutsal kitap okuma metodunun elbette Kur’an için uygulanması sözkonusu olamaz. Vahyedilen ayetlerin insan ve zaman gerçeğinden kopuk olarak vahyedilmesi muhatabın insan olmasının bir sonucudur. Zira Kur’an, her nasıl 14 asır evvel hayatın tam ortasında cereyan eden hadiseler üzerine nâzil olduysa bugün de aynı insanoğlu arasında cereyen eden hadiselere uyarlanabilecek, hayatın gerçeklerinin soyutlanmış bir şekilde değil elbette insanoğlunun ihtiyaçları neticesinde peyderpey vahyedilmiştir. Bu, Kur’an’ın hayatın merkezinde yer aldığının bir göstergesidir aslında. O gün meydana gelen hadiseler ve insanlığın problemleri bugün de aynı şekilde geçerliliğini sürdürmekte ve Kur’an’a olan ihtiyaç devam etmektedir. Bu gerçeği görmezden gelip Kur’an’ı bir zaman dilimine sınırlamak onun ruhunu anlayamamak anlamına gelmektedir. 

Sonuç olarak, tekrar etmek gerekirse esbâb-ı nuzûl konusunda tefsirlerde yer alan kafa karışıklığı ve birbirine zıt rivayetlerin yer alması, sahabeden rivayet edilen müsned ve merfu olan rivayetlerle müsned ve merfu olmayan rivayetlerin birbirine karışması, bu rivayetleri kaleme alanların ciddi bir isnad tenkidi yapmaması hatta isnatsız bir takım rivayetlere bile yer verilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Bir enstitü çatısı altında yapılacak kapsamlı bir çalışma ile bu sorun giderilebilir, ayetlerin sebeb-i nuzûlu konusunda bugün de yaşantımıza ışık tutacak birçok hakikate daha sağlıklı bir şekilde ulaşılabilir.  



0 Yorum - Yorum Yaz


2014-2015 Yüksek Lisans Ödevi

Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri I

Zeynep ARSLAN  Öğrenci No:13912774

ESBAB-I NÜZUL İLE İLGİLİ MAKALELER

1.       Divlekçi, Celalettin
Ahzâb Suresi 37. Ayetiyle İlgili Nüzul Sebebi Rivayetleri ve İlmî Değeri, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler, 2014, cilt: XVIII, sayı: 59, s. 89-106

http://isamveri.org/pdfdrg/D01777/2014_59/2014_59_DIVLEKCIC.pdf

 

2.       el-Bekri, Hamza
er-Rivâyâtü’l-Vâride fi Sebebi Nüzûli Kavlihî Teâlâ: “ve mâ Kâne Leküm en Tü’zû Resûlallahi ve lâ en Tenkihû Ezvâcehû min ba’dihî Ebeden”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 2013, cilt: XIII, sayı: 3, s. 207-225

http://isamveri.org/pdfdrg/D03296/2013_3/2013_3_BEKRIH.pdf

 

3.       Ensari, Abdurrahman
Sebeb-i Nüzûlün Tesbit ve Tercih Kuralları, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014/1, cilt: V, sayı: 9, s. 69-91

http://isamveri.org/pdfdrg/D03701/2014_9/2014_9_ENSARIA.pdf

 

4.       Yıldırım, Ömer Faruk
Teyemmüm Kıssasının Tarihi ve Ayetinin Sebeb-i Nüzulü Üzerine -Hz. Aişe’nin Gerdanlığını Düşürmesinin Mükerrerliği Bağlamında-, Hadis Tetkikleri Dergisi, 2010, cilt: VIII, sayı: 2, s. 107-127

http://isamveri.org/pdfdrg/D02568/2010_2/2010_8_2_YILDIRIMO.pdf

 

5.       Şyamsuddîn, Sahiron
Bintu’ş-Şâtî Perspektifinde Esbâbü’n-Nüzûl , çeviren: Orhan Atalay, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler -, 1999, cilt: II, sayı: 1, s. 103-118

http://isamveri.org/pdfdrg/D01777/1999_1/1999_1_ATALAYO.pdf

 

ESBAB-I NÜZUL İLE İLGİLİ KİTAPLAR

1.       Yunus KAPLAN,’’Nüzul Sebepleri, Muhtevaları ve Faziletleriyle Sureler’’Yasin yayınevi,2011

2.       Bessam Cemel, Esbabü’n-Nüzûl Beyrut 2005

3.       İbn Halife el-Uleyvî, Camiu'n-Nukûl fi Esbabi'n-Nüzûl

4.       Selim b. 'İd Hilalî-Muhammed b. Musa Al-i Nasr, el-İsti'ab fi beyani'l-Esbab

5.       Ebû Ömer Nadi b. Mahmûd Hasan Ezheri, el-Makbul min Esbabi’n-Nüzûl, Kahire  199

KUR`ANIN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZULÜN ROLÜ

Esbab-ı nüzul, Kuranı Kerimin anlaşılmasındaki en önemli unsurlardan biridir.Sahabe,tabiin ve tebe-i tabiin Kur`anı esbab-ı nüzul çerçevesinde tefsir etmişlerdir.Yani ikinci asır ve sonrasında ise Kur`anı Kerimin ancak esbab-ı nüzul bilinirse bilineceği anlayışı hakim olmuştur.Bu sebeple kitabın ilk bölümünde esbab-ı nüzul nedir? sorusuna cevap aranmış, ikinci bölümde Kur`anı Kerim`in anlaşılması çabalarında esbab-ı nüzul olgusunun oluşturduğu çerçeve ve sonuçları ele alınmış, üçüncü bölümde ise esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım denemesinde bulunulmuştur.

                Eserde araştırma metodu ise  esbab-ı nüzul ilminde vakıa tesbiti,tenkidi ve yeni yaklaşım ilkeleri ile esbab-ı nüzul ve faydaları alanında bütüncül bir değerlendirme imkanını sağlayacak şekilde gerçekleştirilmiştir.Böylece esbab-ı nüzul rivayetlerinin tekrarlanmasından ziyade anlaşılması ve bu çerçevede yeni bir yaklaşımla Kur`anın anlaşılması sağlanmıştır.

 

1.       BÖLÜM

KUR`AN  İLİMLERİ VE ESBAB-I NÜZUL

A. KUR`AN İLİMLERİ HAKKINDA

                Kur`an ilimlerinin kaynağı Kur`anı kerim`dir.Ulumül Ku`ran,Kur`anı anlama çabaları içinde bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Konusu Kur`anı Kerim olan ve Kur`anın anlaşılmasını amaç edinen  bilgi  Ulumül Kur`an olarak adlandırılır. Ulumül Kur`an kavramının bugünkü kullandığımız haliyle netleşmesi Zerkeşi sayesinde hicri 8.asırda olmuştur.

İlmut tefsir Kur`an ilimlerinden biridir. Kur`anı Kerim`i her bakımdan tetkik edip,açıklamaya ve bildirmeye yarayan ilimdir.

                B.ESBAB-I NÜZUL İLMİ

                Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz.Peygamber`e yöneltilmiş bir soruya,vuku bulduğu günlerde,bir veya daha fazla ayetin, tazammun etmek,cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebebi nüzul denir.

                Esbab-ı nüzul ilmi ile Kur`an ilminin doğuşu ve gelişim süreçleri bir bütünlük arz etmektedir.Kur`anı Kerim ilk muhatabı olan Arab`ın akıl ,fikri yeteneklerini kullanmasına ve kültürel imkanlarını harekete geçirmesine imkan sağlamıştır. Bu muneccemen nazil oluşu ve icazı ile gerçekleşmiştir.

                Kur`anın icazi yönü Arapları edebi geleneklerini ve edebi zevklerini  Allah kelamını anlamada kullanmaya yöneltmiştir. Arap diline ve edebiyatına hakim olan sahabeler  Kur`anı Kerim`i daha iyi anlıyorlardı ve ayetlerin hangi şartlar çerçevesinde nazil olduklarınıda bilmek istiyorlardı.Çünkü bu bilginin Kur`anın anlaşılmasındaki öneminin farkındaydılar. Tabiun döneminde de esbab-ı nüzul rivayetleri araştırılıp toplanmıştı. Bu rivayetlerin ilk kayda geçirildiği eser ise hadis mecmualarıydı.

 

C.  ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİ

                Esbab-ı nüzul tarihi bir vakıadır. Bu sebeple bilinebilmeside ancak Sahabeden ve tabiundan gelen rivayet yoluyla gerçekleşir. Ancak  bu rivayetlerin bazı şartlarada sahip olması gerekir. Sahabe rivayetlerinde senedin ve metnin sahih olması gerekirken ,tabiun naklinde bu şartın yanında rivayeti destekleyen başka bir tabii rivayeti,ravinin tefsir imamlarından olması ve ilmini doğrudan bilgi sahibinden alması gerekmektedir.

                Bir nüzul rivayetinin aşamalarını incelediğimizde ; özellikle Hz. Peygamberin sebeple ilgili olarak vahyolunan ayeti tilavet edip,gelen ahkamı tebliğ ve tebyin ettiğini, ashabın bunu dinleyip zihinlerinde sebep-ayet ilişkisini oluşturduğunu,tabiilerin ashabdan rivayet ettiğini ve bu şekilde rivayetlerin müfessirlere ulaştığını görmekteyiz.

Esbab-ı nüzul rivayetleri belirtirken kullanılan rivayet sıygaları önemlidir.Sebeb-i nüzul ve bu sıygalar arasında bir bağ vardir.Rivayet sıygaları sebep ifade etmede `nass` olan rivayetle ve sebep ifade etmede `nass olmayan ` rivayetler olmak üzere iki tanedir. Sebep ifade etmede nass olan rivayetler; sebebi budur denilerek yapılan rivayetlerdir. Sebebi nüzul ibaresi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları içinde kalan rivayetlerdir. Bu rivayetlerde sıyga , nüzul sebebi olduğunu gösterir. Ayrıca şu olay vuku bulduda… denilerek yapılan rivayette olay anlatıldıktan sonra  ‘’f’’ ile başlayan rivayetlerdir. Sebep ifade etmede nass olmayan rivayetler ise; sebebi budur denilerek yapılmayan, olay anlatıkdıktan sonra ‘’f ‘’ gelmemiş ve kelamın gelişinde nüzul sebebi rivayet olduğu anlaşılmayan rivayetlerdir. Sıyga da rivayetin kesinlikle nüzul sebebi olduğu anlaşılmaz. Bu ayetten Allahın muradı budur, ayet şu hususa delalet etmektedir ibareleri bu gruptadır.

                Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnifine baktığımızda ise bunların birçok açıdan gerçekleştiğini görmekteyiz.

a.Esbab-ı nüzul rivayetlerini ‘’vürudu ‘’ itibariyle tasnif etmek.

b.Bir ayet için çeşitli sebepler zikredildiğinde hadis usulü kriterleri uygulanarak yapılan tasnif. Bu iki grup tasnifi esbab-ı nüzul ilminden bahseden tüm eserlerde görmekteyiz.

c. Şah Veliyullah Dıhlevi’nin tasnifi,

d.Tahir b.Aşur’un tasnifi

e.Esbab-ı nüzul rivayetlerini ravileri açısından tasnif etme. Bu son tasnif yeni bir yaklaşım’dır.Bu yaklaşım esbab-ı nüzul sınıflandırmalarını değerlendiren sonuca bağlayan ve Kur’anın anlaşılmasında esbab-ı nüzulden en sahih şekilde yararlanmasını sağlamaktadır.

 

D. ESBAB-I NÜZULLE  İLGİLİ MESELELER

                Esbab-ı nüzul ilminde çeşitli problemli hususlar vardır. Bunlar; taaddüt,taahhür ,nüzule sebep olan hadise sebebiyle inen ayetin bu hadiseye has mı olduğu,yoksa umum mu  olduğu meseleleridir.

                Taaddüt meselesini iki’ye  ayrabiliriz.Bunlar; sebebin taaddütü ve nüzulun taaddütüdir.Birçok nüzul  sebebiyle bir ayet nasıl olmuşsa bu sebebin taaddütüdür. Tek sebep için birkaç ayet inmişse, bu da nüzulun taaddütüdür.

                Taahhür meselesinden bahseden alimlerden Zerkeşi  nüzulun hükümden önce olabileceğini belirtirken ; Suyuti bu meseleyi çift taraflı ele almakta önce hükmün taahhürünü ,sonrasında ise nüzulun taahhürünü incelemektedir.

                Umum – husus meselesinde ise alimlerin çoğu hükmun,sebebinin hususuliğine değil, lafzın umumiliğine göre olduğunda icma vardır demektedirler.

 

E.ESBAB-I NÜZULLE İLGİLİ DİSİPLİNLER

                Esbab-ı nüzul ilmi hikmeti teşriye ,tenasüb,insicam,mübhematül kur’an  gibi çeşitli disiplinlerle ilişkilidir.Bunlardan mübhematül Kur’an tıpkı sebebi nüzul gibi sadece nakle dayanır. Mübhemat hakkındaki bilgiler rivayet yoluyla ulaşıldığından nakilde , senet ve metin tenkidi yoluyla sahih rivayetlerin saptanıp değerlendirilmesi gerekmektedir.İşte bu noktada esbab-ı nüzulle ortak bir noktada buluşur. Çünkü birçok rivayetler her iki ilimde de söz konusu edilir.

                Hikmet-i teşriiye ve esbab-ı nüzul ilişkisine baktığımızda ise selefin ayetlerin manaları hakkında güçlükle karşılaşıldığında ,hikmet ve gayelerine vakıf olabilmek için nüzul sebeplere başvurmuşlarını görmekteyiz.

                Ayetler ve sureler arasındaki  tenasüb ve insicam incelenirken ‘’tarihi ortam ‘’ ve ‘’ edebi sıyak’’ a dikkat edilmiştir. Bunlarla da esbab-ı nüzul ile tenasüb ve insicam arasındaki ilişki ortaya çıkmıştır.

 

F. İSLAM KÜLTÜR TARİHİNDE ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNE GENEL BİR BAKIŞ

                Esbab-ı nüzul ile ilgilenen alimlerimiz ‘’metodik ‘’ olarak nitelenen yön üzerinde ayrıntılı olarak durmamışlardır. Oysa esbab-ı nüzulun en iyi şekilde anlaşılıp,yararlanılması ancak metodik yönlerin ayrıntılı olarak ele alınmasıyla gerçekleşecektir.

                Hz.Peygamber döneminde O’nun tefsir izahları ile yetinilmiştir. Sahabe döneminde ise Hz. Peygamberin tefsirini nakilden içtihatlarıyla yaptıkları yorumlardan ibaretti. Fakat Kur’anın anlaşılması ihtiyacı fetihlerle beraber artınca Kur’anı tefsir işine yönelinmiştir. Tefsir nakille başlamıştır ve ilk zamanlarda az sayıda olduğu görülmektedir..Sonra bu rivayetler çoğalmış hatta zaman içerisinde sağlam olmayan rivayetler dahi ilave edilmiş,şahsi anlayış denemeleri de buna eklenmiştir. Bu şekilde tefsir rivayetleri ve dolayısıyle esbab-ı nüzul rivayetleri hakkında tenkitler olmuştur. Tefsir rivayetlerinin çoğunluğu sağlam temeller üzerinde durmaktadır. Bunun bir sonucu olarakta bazı zayıf rivayetler  İslam toplumuna çeşitli kaynaklardan girerek bütün dini kıssalardan etkilenmiş ve etkilemiştir. Tefsir kitaplarındaki bu tefsir ve esbab-ı nüzul rivayetlerinin detaylı bir biçimde incelenmesi ,zayıf rivayetlerin ayıklanması ve Kur’anı anlama çabaları içinde olanlara bu şekilde yardım edilmesi gerekmektedir.

 

 

2.BÖLÜM

KUR’ANI KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNİN SONUÇLARI

 

A.KUR’ANI KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZULUN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ

                Kur’anı kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulun yetersiz kalması  sebeplerini rivayetler açısından umumi hususileştirme açısından ,tarih ilminden yararlanma taaddüt-taahhür açısından inceleyebiliriz.

                Kur’anın anlaşılmasında esbab-ı nüzulun yetersiz kalma sebeplerinin başında rivayetler meselesi gelmektedir.

-Merfu-müsned esbab-ı nüzul rivayetleri:

Sahabiler esbab-ı nüzulu rivayet  ve sema yoluyla  nakil ve izah etmişlerdir.Onların bu husustaki haberlerinin hükmü meselesi  konunun  temel  noktasını  oluşturmaktadır. Hadis usulu açısından esbab-ı nüzul  rivayetleri  ‘’müsned’’  haber olamazlar .Çünkü bu rivayetler tefsir için yapılmış rivayetlerdir. Sahabe Kur’anı anlamak için çalışmış, içtihad etmiş ve böyle bir yoruma varmıştır.

-Mürsel  Esbab-ı Nüzul Rivayetleri:

Mürsel olan rivayette tabii ,sahabinin ismini anmaz . Bu mursel hadisin hüccet olup olmayacağı noktasında alimler arasında tartışmaya neden olmuştur.

-Senedlerin hazfedilmesi: senet  ,ravinin Hz.Peygambere kadar ,hadisi nakleden her ravi’yi andığı bir isim silsilesi veya  hadis metninin gittiği yoldur. Senetsiz rivayetlerin bir dönem mevcut olması Kur’anın anlaşılmasında esbab-ı nüzulun rivayetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebidir. Belirli ilkeler çerçevesinde bütün sebeb-i nüzul rivayetleri tenkide tabi tutulmalı ve mevzu olanların ayıklanması gerekmektedir.

-Rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme:

                Esbab-ı nüzul rivayetlerinin çeşitli tasnifleri yapılmıştır. Fakat bunlar birçok anlamda problem teşkil etmektedir. Sebeb-i nüzul rivayetleri eğer ; esbab-ı nüzul rivayetleri ve tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri  olarak iki şekilde sınıflandırılırsa bu problemlerde ortadan kalkar.

-Rivayet Sıygalarına Dikkat göstermeme:

                Rivayet kalıplarına dikkat göstermemede Kur’anın anlaşılmasında  esbab-ı nüzulun yetersiz kalmasının bir başka sebebidir. Oysa sebep ifade etmede nass olan rivayetler ile nass olmayan rivayetler aynı ölçüde mütaala edilemez. Sebep ifade etmede  nass olmayan esbab-ı nüzul rivayetleri ayetin manasına dahil olan bir alanı ele almaktadır ve ravinin reyi,içtihadı vardır. Sebeb-i nüzul rivayetinin sıygasının ‘’sebep ifade etmede nass olması’’ gerekmektedir.

                Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulun yetersiz kaldığı bir diğer hususta sebep ifade eden nassın umum değil husus ifade ettiği şeklindeki anlama çabalarıdır. Bu şekilde düşünenler nassın lafızlarının umum ifadesinin ,varid olmasına sebep olan hadiseye has olduğunu söylemekle Kur’anın anlaşılmasını güçleştirmektedirler. Çünkü ayetin hükmü benzer bir hadise sebebiyle ancak kıyas yoluyla gerçekleşebilecektir. Bunun anlamı kıyas yapabilmek için esbab-ı nüzule vakıf olmak demektir. Fakat herkes için böyle bir zorunluluk ve sorumluluk yoktur. Sahabe,tabiun,tebe-i tabiun ‘’umum ‘’ ile delil getirmişlerdir.

                Bir diğer yetersiz kalma sebebi de bir ayet için birçok rivayet bulunması sebebiyle ortaya çıkan nüzulun taaddütü meselesidir. Nüzulun tekrarını kabul etmeyen  alimler ,taaddütü faydası meçhul bir iş ve abesle iştigal olarak görmektedirler. Taaddütü kabul edenler ise taaddütün varlığında birçok fayda olduğunu belirtmişlerdir. Taaddüt meselesinin tam olarak halledilmesi ancak esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnife tabi tutularak, sebeb-i nüzul tefsir için sebeb-i nüzul ayrımı yapılarak ve bu rivayetlerin sıygaları tetkik edilerek gerçekleşecektir.

                Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulun yetersiz kalma sebeplerinden biride bu rivayetlerin bir kısmında görülen tarihi gerçeklere aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur.

 

B.KUR’AN-I KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN  DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR

                Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlarda ilki yorum zenginliğine engel olmasıdır. Her ayette nüzul sebebi arama çabaları, ayeti mana bakımından sadece nüzul sebebi ile sınırlı tutma ,ayetin sebeb-i nüzuldeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalması yorum zenginliğine engel olmaktadır. Oysa esbab-ı nüzul rivayetleri aslında Kur’anı  yorumlamada zengin bir malzeme kaynağıdır. Fakat ortaya çıkan tablo bunun tam tersidir. Bunun temel sebebi nüzul asrına ait olan rivayetlerle tefsir için olan rivayetlerin karıştırılmasıdır.

                Bir diğer olumsuz sonuç ise Kur’anı Kerim’in evrensel hedefi olan Kur’an-insan- hayat bütünleşmesini önlemesidir. Bir ayetin anlamları ,nazil olduğu zaman-mekan bağlamında ifade ettiklerinden daha fazla anlam ifade eder. Ayeti sadece esbab-ı nüzul çerçevesinde düşünmek evrensel boyutu göz ardı etmek olur.

                Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlardan biri de konunun istismar edilmesidir. Esbab-ı nüzul rivayetlerini eserlerinde nakleden tarihçiler rivayet  tefsiri yazarları kıssacılar bu alanda kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmişlerdir. Yine bir ayette bir nüzul sebebi arama çalışmaları,senetlerin hazfedilerek rivayret edilmesi, rivayetlerin tasnif edilmemesi,rivayet sıygalarına dikkat etmemeleri,tarih ilminden yararlanmamaları esbab-ı nüzulun istismarına imkan veren bazı noktalarıdır.

 

3.BÖLÜM

ESBAB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM

                Esbab-ı nüzul bilgisi mevcut haliyle Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında bazı problemlere sebep olmuştur. Bu problemlerin giderilmesi ve Kur’anı Kerim’in daha iyi anlaşılması ancak esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım ile gerçekleşecektir.

A.ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

                Esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesi için özellikle esbab-ı nüzule olan ihtiyacın sınırlarını belirleyen ilkelerin belirlenmesi gerekir. Bu ilkeler genel ve özel olarak adlandıracak olursak genel ilkeler; esbab-ı nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmenin mümkün olmaması ve esbab-ı nüzul bilmeden de Kur’anı Kerim’i anlamanın mümkün olmasıdır. Özel ilkeler ise Kur’anın anlaşılmasında esbab-ı nüzule ihtiyacın sınırlarını belirleyecek olan esas ilkelerdir. Bu ilkeler ; Sebeb-i nüzulu bilmenin muktezay-ı hali bilmek gibi olduğu hallerde ,sebeb-i nüzul bilmemenin Kur’anın zahir nasslarını  mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde olması ve Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzule ihtiyacı ilk planda Kur’anın belirlemesidir.

                Esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeniden ele alınıp değerlendirilmesinde ikinci husus hadis usulünden yararlanılması gerekliliğidir. Bundan sonra ise rivayetlerin tasnifi gelmektedir. Rivayetlerin tasnifi ise esbab-ı nüzul rivayetleri ve tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri şeklinde yapılmaktadır. Her iki tür esbab-ı nüzul un amacıda Kur’anın anlaşılmasıdır.Kur’anın anlaşılmasında ikisinden birini tercih etmekten ziyade her ikisininde ayrı ayrı özellikleri bilinip,değerlendirilmelidir. Eğer esbab-ı nüzul rivayetleri tasnif edilmezse ; vahyin ilk yorumu ,vahyin ilk muhataplarının içinde bulundukları sosyal ve psikolojik şartlar ,vahyin ilk muhatabı olan sahabenin içinde bulundukları fikri durum ve bu fikri durumu dayanan yorumları tesbit etmek ,değerlendirmek mümkün olmayacaktır.

 

B.KUR’ANI KERİM’İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE ALINMASI

                Kur’anı  Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulun rolü açısından Kur’anın bütünlüğü kavramına bakıldığında sadece tek bir yön ortaya çıkmaktadır. ‘’Bütün olarak Kur’anı Kerim’’. Bu kavramı kur’anın tüm özelliklerini ,yanlarını ve bütünlüğüne ait vecheleri ve bunlar arasındaki ilişkileri kucaklayan ,kendisinin hususi,mu’ciz  vahy mahsulü karekterini belirleyen tastamamlık ,kendi iç kesinliği ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistem anlamındadır.

                Kur’an ana vurgusunu ‘’Allah merkezli’’ oluşu üzerinde odaklaştırmıştır. İnsan Kur’anın bu ana vurgusunu ancak ona bütün olarak yaklaştığında anlayabilir.

 

C.SİYAK-SİBAK’IN GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI

                Siyak-Sibak’ın kavram karşılığı bağlam demektir. Kur’anı Kerim’in doğrudan veya bir sebebe mebni olarak müneccemen inişi sonrasında kazandığı tertip,onun siyak-sibakının nasıl olduğunu gösterir. Kur’anın bütünlüğünü koruyan ve bütünlük içerisinde siyak-sibakı dikkatlice değerlendirenler Kur’anı anlamakta sağlam ilkeler edinmiş olacaklardır.

                Kur’andaki siyak-sibakı görebilmeyi sağlayan temel unsur esbab-ı nüzul bilgisidir. Ayetlerin nazıl olmasındaki sebeplerin bilinmesi siyak-sibakın idrak edilmesini mümkün kılmaktadır. Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Nass-siyak-sibak ve rivayet uyumuna dikkat edilmelidir.

 

D.ESBAB-I NÜZUL VE TARİHİLİK KAVRAMI

                Kur’anı Kerim insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihilik bağlamında temel özelliklerini ortaya koymaktadır. Tarihilik kavramı içinde doğup geliştiği dünya görüşünün bir parçasıdır. Anılan çerçeveden soyutlanarak anlaşılmaları imkansızdır. Esbab-ı nüzul ve tarihilik münasebetine insanın tarihi bir varlık olması açısından bakabiliriz.

                Esbab-ı nüzul,Kur’an – insan ilişkisinin bir bölümünde durmuş insani yapıp etmelerdir. Tüm mekan ve zaman’da insani yapıp etmeler ayrılık gösterir. Bu tarihi yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine yönelik ilkeler tespit edilmeli  ve amel haline getirilmelidir.

                Esbab-ı nüzul ,Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında insani formları ve benzer insani formları , sonraki benzer insani suretlere taşımakta temel unsur olması sebebiylede orijinal tarihdir. Nüzul ortamına ayit olmayan tefsir için yapılmış esbab-ı nüzul rivayetleri ise düşünülmüş tarihtir.

 

                II. KİTAP

                SALEBE KISSASI

                Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul’u belirli bazı ilkeler çerçevesinde değerlendirmek sadece tekrardan öteye gidememeye sebep olmuştur.Oysa elimizde bulunan bilgiler değerlendirilmeli,eleştirilmeli ve yeni bir yaklaşım içinde olunmalıdır. Bu bölümde Sahabe kıssasına Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımın ilkelerini bir sebeb-ı nüzul rivayeti üzerinde tatbik edilerek ortaya konulmuştur.

                Bir çok müfessir Tevbe suresi  75. Ayetinin nüzul sebebi olarak Salebe b.Hatip kıssası nakledilmiştir.

                Bu kıssayı ilk zikreden kaynaklar sire, ricel ve magazi kitaplarıdır. Salebe kıssası bu kitaplarda farklı tarihlerle ve hicri 9. Yıl hadiseleri arasında rivayet edilmektedir. Salebenin  vasıfları  ve hadisenin sıhhat derecesi bu eserlerde öne çıkan hususlardır. Hadis kitaplarında ise Salebe kıssasını bazı alimler sadece nakletmekle yetinirken bazıları da kıssanın sıhhati üzerinde durmuşlardır. Tefsirlerinde Salebe kıssasını anlatan müfessirlerin ise bir kısmı bu kıssayı kabul ederken diğer kısmı bu kıssayı kabul etmemiştir.

                Tarih,hadis ve tefsir kitaplarında ele alınan Salebe kıssası ayetin anlaşılmasında bize tam bir kanaat vermemektedir. Bu sebeple Kur’anın anlaşılmasında değerlendirilmesi için yeni bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.  Bu yeni yaklaşımda öncelikle Salebe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkit edilmeli,senedi zayıf olan bu kıssa ile ilgili hadisin en önemli tefsir kaynaklarında nasıl nakledildiği üzerinde durulmalıdır.Sonrasında Salebe kıssası rivayetleri, esbabı nüzul rivayetleri ve tefsir için olan esbabı nüzul rivayetleri olarak iki şekilde tasnif edilmelidir.Ayrıca Salebe kıssası tarihi gerçeklikler çerçevesinde değerlendirilmeli ve varlığı bu şekilde sorgulanmalıdır.Son olarak Tevbe Suresi’nin 75.ayetinin Kur’an’ı bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirmeliyiz.Ancak bu ayete ve esbab-ı nüzulu olan Salebe kıssasına bu ilkeler çerçevesinde bakarsak Kur’an’ın mana zenginliğini anlarız.

 

                III.KİTAP

                TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

                Tarihsellik kavramının 17.ve 19.yüzyıl arasında tarih ilminin amacı,eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir.Tarihsellik kavramı önce aydınlanma sonrada modernitenin oluşturduğu ortam ve şartlarda ortaya çıkmıştır ve bu iki dönemin temsil ettiği dünya görüşüyle uyum içinde olmuştur. Batı düşüncesine ait olan bu kavram tarih içinde geçirdikleri değişimin,belirli bir kültürün,varlık anlayışının ve bir paradigmanın ürünüdür. Bir kültüre hakim olan kavramlar başka kültüre kolaylıkla çevrilemezler. Bununla beraber tarihsellik gibi kavramlar ortak kültürle etkileşim halindedirler, yani oluşum süreçleri açısından ortak kültüre aitlerdir. Esbab-ı nüzul ve tarihsellik arasındaki ilişkiye de bu çerçevede bakmalıyız.

                Kur’anın temel konusunun insan oluşu ve insanı hidayete iletme rehberi olmayı ana gaye edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında onun temel karekterisliğini ortaya koymaktadır. Kur’an tarih ve tarihsel olan geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde görür. Kur’anı Kerim, insanın tarihsel bir varlık olduğunu belirtir ve o sadece insanın tarihsel varlık koşuluna değil, tüm varlık koşullarına cevap veren ilahi bir mesajdır. Kur’an nüzul ortamında var olan birçok insani probleme cevap vermiştir. Çünkü Kur’an insani yapı etmeleri ilahi bir mesaj ile oluşturmak ister. Vahiy-insan- hayat bütünlüğünü esas alır. Nüzul asrında Kur’an-insan- hayat ilişkisinde insani yapıp etmelerin bir kısmı nüzul sebebi olabilmiştir. Vahyin tamamlanmasıyla beraber esbab-ı nüzulde son bulmuş, fakat Kur’an-insan-hayat ilişkisi devam etmiştir. Esbab-ı nüzul tarihsel olarak Kur’an-insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp etmelerdir. Her zaman ve mekan’da benzeri insani yapıp etmeler benzerlik gösterir. Önemli olan bu tarihsel yapıp etmelerden, vahyin bugünün insan meselelerine yönelik ilkeler tespit edebilmektir. Çünkü hayat şekilleri değişken insan ve onun  fıtratı bu sebeple meydana gelen meseleler,sorunlar devam etmektedir. İnsan esbab-ı nüzulu ve onun tarihselliğini bu bağlamda değerlendirirse Kur’anı anlamada yeni boyutlar keşfeder.




0 Yorum - Yorum Yaz


Fatih ÖRNEK

12912741

Y.Lisans

Genel Bilgiler

·         Kur’an, üzerinde düşünerek anlamamız ve hayatımıza tatbik etmemiz gereken ilahi bir kitaptır.

·         Kur’an, Hz. Ebubekir döneminde cem edilmiş, Hz. Osman döneminde çoğaltılmış, Hz. Ali döneminde de harekelenmiştir.

Kur’an İlimleri

·         Kur’an ilimleri, konusu her yönüyle Kur’an olan ve Kur’an’ın en doğru şekilde anlaşılmasını amaçlayan bir bilgi alanıdır.

·         Hz.Peygamber ve ashab dönemlerinde Kur’an ilimleri telif edilmemiştir. Kendileri bu süreci bizzat yaşadığından buna ihtiyaç olmamıştır.

·         Ulumu’l-Kur’an’ın tedvini birinci asrın sonları ile ikinci asrın başlarında başlamıştır. Tedvin faaliyetlerinin amaçları; Kur’an’ın anlaşılmasına katkıda bulunmak, hadisleri tespit etmek ve hadislerin manalarını açıklamaktır.

·         İlk tedvin edilen Kur’an ilimleri; kıraat ilmi, resmu’l-Kur’an, i’rabu’l-Kur’an, esbab-ı nüzul, garibu’l-Kur’an ilimleridir.

·         İlk eserler, Kur’an ilimlerinin müstakil olarak ele alınması ve konunun derinlemesine incelenmesi metoduna dayanmaktadır.

·         Ulumu’l-Kur’an kavramının bugünkü manada şekillenmesi Zerkeşi zamanında olmuştur.

·         İbn Teymiye Kur’an ilimlerini Kur’an’ın anlaşılmasına yardımcı olan temel kurallar olarak tanımlamıştır.

·         Zerkani Kur’an ilimlerinin sınırlarının ve kapsamının genişlediğini belirtmiştir.

Esbab-ı Nüzul İlimleri

·         Esbab-ı nüzule dair eserler, nüzul çağı ve nüzul ortamını sonraki nesillere aktarmak için telif edilmişlerdir.

·         Esbab-ı nüzul bilgisi, nüzul ortamının asli bir unsurudur. Kur’an’ın anlaşılmasında gerekli bir bilgidir.

·         Esbab-ı nüzulün tek kaynağı sahabedir. Bu alanda içtihada yer yoktur.

·         Sebeb-i nüzul rivayetleri zikredilirken kullanılan rivayet cümlesi çok önemlidir.

·         Esbab-ı nüzul rivayetleri Kur’an’ın yorum zenginliğini şu şekillerde engeller:

1.       Her ayete nüzul sebebi arama çabası

2.       Ayetin mana bakımından çeşitliliğini düşünmek yerine, sebeb-i nüzul ile sınırlı kalmak

3.       Ayetin inmesine sebep olan olayda sıkışıp kalma tehlikesi

Tefsir İlimleri

·         Tefsir ilmi, Kur’an ilimlerinden biri olup Kur’an’ı izah etmek amacıyla Kur’an’ın sözcüklerini ve anlamlarını gereğince araştıran bir ilimdir.

·         Tefsir ilmi, tedvin edilen Kur’an ilimlerinin ilkidir.

·         Başlangıçta tefsir ilimleri ve Kur’an ilimleri aynı anlamda kullanılmışsa da, sonraları yeni ilimlerin türemesiyle Kur’an ilimleri kavramının kapsamı genişlemiştir.

·         Birçok müfessir tefsirinde, garib, münker, mevzu hadisler zikredip israiliyata yer vermişlerdir. Bu yüzden, tefsir eserlerindeki her rivayet için sahih denemez.

Kur’an’ın Tarihselliği Meselesi

·         Kur’an, insanın tarihsel bir varlık olduğunu belirtir. Aslında Kur’an, insana sadece tarihsel varlık koşulu ile değil bütün varlık koşulları ile hitap eder.

·         Kur’an, nüzul ortamındaki insanların sıkıntılarına cevap vermiş, birçok insani probleme çözüm getirmiştir.

·         Vahyin tamamlanması esbab-ı nüzul olgusunu sona erdirse de, Kur’an-insan-hayat ilişkisi bitmemiş, bilakis Kur’an bu ilişkinin devam edeceğini beyan etmiştir.

·         Esbab-ı nüzul, Kur’an’ın inişinin esas sebebi değildir. Esas sebep, Allah’ın iradesi ile vahyin inişinin takdir edilmesidir.

·         Kur’an’ın nüzul sırasına göre tertip edilmemesi çok önemlidir. Çünkü Kur’an, bütün insanlara indirilmiş bir hidayet rehberidir.




0 Yorum - Yorum Yaz


Ad-Soyad: Abdulbari FAİK

Numara: 14912701

Alan: Tefsir, Yüksek Lisans

KUR’AN ve BAĞLAM

Bu ödeve de KUR’AN ve BAĞLAM kitabının özetini ve esbab-ı nuzül hakkındaki bayanını yazacağız.  Şu bir gerçektir ki Kur’an Allah’ın kelamı olup 23 yıl da sevgili peygamberimiz vasıtasıyla insanlığın aydınlanması için Cebrail yoluyla bize gelmiştir; fakat bu kitap’ta ki gelen vahiylerin birçoğu bir olay üzere inmiştir. Fakat bu sebepler kimi zaman kabul edilmiş kimi zaman ise tartışma konusu olarak ortaya atılmış her ne kadar tartışmalı bir konu olsa da şunu söylemek gerekir ki birçok ayetin iniş sebebi belli dir. Ki buna da esbab-ı nuzl denilmiştir. Bu ilim (Esbabı nüzul) Kuran’ın anlaşılması için gerekli ve hangi nerde, ne zaman, ne için indiğine dair bilgi vermekte ve Ali, İbn-i Mes’ûd ve İbn-i Abbas gibi bazı sahabiler, bir ayetin nerde indiğine dair söz söylemişlerdir. Ancak İslam âlimlerinin bu konudaki görüşlerine bir göz atalım; örneğin Şatibi: “esbabı nüzulu bilen kimsenin Kur’an-ı kerimi de bileceğini” söylemiş. Emin el-Hulli ise: “Ayetin sebebi nüzulu şu hadisedir” demeden önce iyice bir araştırmak gerekir demiştir yani bir kaynak olmadan bunu söyleminin abes olduğunu vurgulamış.

Araştırmanın amacı. Kur’an-ı Kerim’in iyi anlaşılmasında yardımcı olan Esbabı nüzul konusuyla ilgili kavramlar tanımlamak ve bu bu konuda yapılan hataları tespit edip düzeltmek ve esbabı nüzul’den bahseden eserleri inceledikten sonra onaylamak veya reddetmeyi gaye edindik.

Araştırmanın metodu.

Belli ki her ilim dalına araştırma yapmak için kendine özgü bir metodunun olması şarttır onun için; biz burada Kur’an-ı kerimi daha iyi anlaşılması için esbabı nüzul bilgisini göstermeye çalışacağız. Bu sebeple Kur’an-ı Kerimi anlaşılması için sınırlamak, bilgi felsefesi, tarih felsefesi ve başka ilimlerle iç içe geçtiği bir meseleyi bu yönden görmeyi mümkün kılar. Bu araştırmada kavramların tanımı ve onların farklı karşılıkları, ayrıca Türkçedeki karşılıkları ve yabancı dildeki karşılıkları lüzum görüldüğü yerde verilmiştir.

         Kur’an İlimlerinin Doğuşu ve Gelişmeleri.

Kuran’a dair her bir ilmin kaynağı belli ki yine Kur’anın kendisidir çünkü kendisi üzerine düşünülmesini, anlaşılmasını, yaşanılır kılınmasını yine bizzat Kur’anın kendisi söylemiştir. Ancak peygamber efendimizin zamanında ve sahabe devrinde bu ilimlere gerek duyulmamıştır çünkü bizzat nüzulü müşahede edenler ve ilk kişinde öğrenenler hayattadır. Fakat Kur’an ilmi hicri birini asrın ortalarında yavaş yavaş çıkmaya başlamış ancak bunu ilk olarak eser haline getiren şahıs ise zerkeşi, البرهان فی علوم القرآن  adlı eserinde is3 74 Kur’an ilmini incelemektedir. Fakat zaman bu ilme dair bazı mübalağalar ortaya çıkmıştır mesela: Kur’anın kelimeleri sayısınca ilmi vardır. Fakat bunu böyle olmadığı da bir hakikattir.

Kur’an ilimleri kavramı

Hicri 2. Asır’a baktığımız zaman bir müstakil olarak eserler haline gelmiş ve bu ilim sahabe den tabiun’a şifahi olarak nakledilmiştir. Fakat علوم القرآن  tabirini ilk defa kimin kullandığını tespit etmek zor olup kimisi ise bunu A.Zaruri, kimi ise İmam şafiî’ye ait olduğunu söylemektedirler ancak kavramın bugünkü durumunu şeffaflaşmasını sağlayan kişi ise zerkeşî sayesinde (794/1391) H.VIII asırda vuku bulmuştur.

Peki, Kur’an ilimleri? Bu ilimler: Tevhid, Tezkir, Ahkam olmak üzere bazı alimlerce otuza çıkartılmıştır ancak suyûtî gibi bazı alimler ise Kur’an ilmini üçe ayırır ki bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

Allah Teâlâ’nın zatına mahsus eylediği kısım.

Peygamberine öğrettiği kısım

Öğretmekle kalmayıp açık gizli yerleştirdiği ve onun öğrenimini emir buyurduğu kısım. Suyuti bunu da ikiye ayırır:

İşitme metodundan başka bir söz söylemenin vaiz olmadığı,

Tedebbür, istidlal, istinbat. Yapabilecek kısım.

Kısaca söylemek gerikirse Kur’an ilmi, Kur’anın daha güzel b ir biçimde anlaşılmasına yardımcı olan bir ilimdir.

·        Yukarıda belirtildiği üzere Kur’an ilmi kapsamı çok geniş olup yine de konusunu kuran teşkil etmektedir. Tefsir ilmi de Kur’an’ı Kerimi daha açık ve onun muradını Allah’ın ne demek istediğini açıklamaya çaılışan bir ilim olup yine konusu kur’andır ancak tefisr ile uğraşan kimse, Kur’an ilimlerinden yararlanmak mecburiyetindedir. Çünkü zerkeşi’nin dediğine göre ü ana noktada toplanır:

·        Kitabullah’ı anlamak,

·        Kitabullah’ın manalarını açıklamak,

·        Kitabullah’ın hükümlerini tespit edip çıkarmak,

Dolayısıyla tefsir ilmi Kur’an-ı daha özel bir gayeye doğru ulaştırır ancak Kur’an ilimleri böyle olmayıp daha genel ve okuyucu ile Kur’an-ı anlamak isteyen bir kişi için altyapı oluşturur.

·        Esbabı nüzul bilinmesi konusuna gelince bu ilmin bilinmesi ancak sahih nakillerle mümkündür. Sadece işitme yol ile ve görme ile anlaşılabilir ki bu da sahabe tarafından bize nakil olarak gelmiştir. Şimdi ise, peygamber ve ondan sonrakilerin dönemini daha kolay anlaşılması için bir şema ile anlatmaya gayret edelim.

VAHİY

 

NÜZUL ORTAMI

Hz. Peygamber (s.a.v)

(vahyi alan ve tebliğ eden insan)

Sahabeler

Vahyi işiten ve inişini ve olayları müşahede eden insan

Yukarıda zikrettiğimiz gibi sebebi nüzul sahabe yol ile bize nakil olarak gelmiştir demiştik fakat şimdi onu dönem olarak bir tablo ile gösterelim.

ESBABI NÜZUL RİVAYETLERİ

Sahabe nakli                                                                              Tabiûn nakli

(merfü)                                                                                        (Mürsel)

Senedin ve metnin sahih olması                                             senedin ve metnin

Rivayetleri destekleyen ir Tabiî rivayeti

Ravinin tefsir imamlarından olması

(mücahit, İkrime, Sa’d b.Cubeyr gibi)

Yani ilmini doğru olarak bilgin sahabiden alması gerekmektedir.

 

 

Hadis usulü açısından esbabı nüzul rivayetlerinin sınıflandırmasına gelince sadece farklı açılardan bakıp esbabı nüzul konusunu değerlendirmede bütüncül olarak yaklaşılmamızı sağlayacaktır.

·        Rivayet siygalarına geçmeden önce bir nüzul rivayeti nasıl oluşur ona bir bakalım.

·        Nüzul sebebi

·        Hz. Peygamber

·        Ashabı

·        Tabiîler

·        Müfessirlere ulaşan rivayet

·        Şimdi ise rivayet siygalarını iki ana başlık altında inceleyebiliriz.

·        Bunlardan birisi ise: Nass olan rivayetler

·        Nass olmayan rivayetler.

·        Fakat bu iki ana başlık da kendi aralarında küçük başlıklara ayrılıyor 

Ancak konumuz özet olduğu için derine inemeden şunu açıklığa kavuşturalım ki rivayetlerin tasnifine daha güzel bir biçimde yazmaya çalışacağız. 

·        Esbabı Nüzul Rivayetleri Tasnifi

Bu başlık altında çeşitli âlimlerin yaptığı tasniflerden bahsederiz. Ve bunlar:

A.   Vürudu itibarıyla

B.   Hadis uslu kriterleri uygulandığında

C.   Şah veliyullah dehlevî’nin yaptığı tasnif

D.   Tahir b. Aşur’ün sebebi nüzulü beş kısıma ayırması

E.    Rivayetlerin nevileri açısından yapılan tasnif

F.    Sebebi nüzul rivayetleri

G.   Rivayetlerin değerlendirmeleri

Kur’an ilimleri bilginleri genel olarak bu tasnifi yapmışlar, fakat sistemli bir şekilde ifade edilmediği için esbabı nüzul rivayeti ile tefsir rivayeti arasındaki fark ve KUR’AN’I KERİM’İN anlaşılması çabasında nasıl değerlendirileceği gereğince açıklanmamıştır.

 

 

Esbab-ı Nüzul İle İlgili Meseleler

Bu başlık altında esbabı nüzul problemlerinin değerlendirilmesi yani bir hadise nedeniyle inen ayetin umum mu yoksa has mı ifade edeceği meselesidir. Birinci nemli husus, Taadütü melesidir; yani taaddüt(bir kaç ayet tek sebep için inmesi) meselesinin varlığından söz eden rivayetlerin mutlaka sahih olması ve nass olan rivayetlerden olmasıdır. Ayrıca bu meseleyi zerkeşi, İbn-i Teymiyye ve Suyuti, bunu tekerrür olarak tanımlamışlar çünkü bu konuda mani olan bir şey söz konusu olmamaktadır لا مانع من تعددالاسباب   

         Bir diğer husus ise, Nüzulün Teehhürü meselesidir ki bu konu hakkında Suyuti ve zerkeşi olup örneklerle açıklamıştır ki biz burda sadece birisini el alabiliriz. Örnek: قَد اَفلَح من تَزکَّی  bey haki’nin İbn Ömer den naklettiğine göre fıtır sadakasına delil olmuştur, hâlbuki bu ayet Mekki dır ve Mekke döneminde ise fıtır ve bayram yoktur. Suyuti ise bu meseleyi iki yönlü olarak ele almaktadır. Önce hükmün teehhürünü sonra ise nüzulün teehhürünü.

Bir diğer mesele, Esbab-ı nüzulün malzemesidii ki buna da temas etmek yerinde olur. Fakat bunu küçük başlıklar altında toplamak mümkündür.

         Hikmet-i Teşriyye İlmi

Bu konu hakkında söz söyleyen şahıs ise, Tahir b Âşur dur ki, “lafızların delaletinde ortaya çıkan bazı ihtimaller açıklığa kavuşur. Örnek: namazda kıbleye yönelmenin bir fariza olduğunu biliyoruz, fakat “her nereye dönerseniz Allah’ın vechi ordadır” ayetinden önceki fariza zahiren iptal edilmiş olur ki ancak bu ayetin yolcular için indiğini bilmemiz bu şüpheyi ortadan atar.

         Mübhematu’l Kur’an İlmi

Bu ilim, Kur’an da belirsiz bırakılan ve anlamı net olmayan ayetleri açılığa kavuşturan ilimdir mesela: İsmi işart, İsmi mevsûller, Zemirler, Cins isimler belirsiz zaman zarfları, Belirsiz mekân zarfları, miktar bildiren kelimeler, gibi konuları ele almaktadır. Şu bir gerçektir ki Kur’an indikten sonra âlimler Kur’anın daha iyi anlaşılması konusunda çeşitli yöntemler geliştirdi ve bugün bu ilimler sayesinde Kur’ânın daha derinliklerine inmemize imkân sağladılar. Bunlardan bir diğeri ise: Tenasüp ve insicam ilmidir. Zerkeşi kelamın akışını düzenleyen bir ilim olarak tanımlar. Tahir el-Cezairî Kur’an-ı Kerimin parçalarının tertibindeki illetleri bildiren bir ilim olarak tanımlar. Yukarıdaki ilkeleri içeren bir diğere husus, Kur’nın bütünlüğünü dikkate almak, bu konuyu daha açığa çıkarmak için Subhi Salih, insicam konusunu örneklerle açıklamıştır.

İslam Kültür Tarihinde Esbabı Nüzul Rivayetlerinin        Değerlendirmesine Genel Bir Bakış

         Sebebi nüzul rivayetlerini tarihi süreç içerisinde değerlendirmek ve bu konuda hangi nasıl bir görüş ileri sürmüş onu bir bakımda aktarmak olacaktır. Tefsir tarihine bakıldığı zaman müfessirler esbabı nüzule çok önem verdiklerini görmekteyiz. Fakat peygamber efendimiz zamanında sahabeler onun yaptığı tefsirle yetinip daha sonra, fetihler çoğalınca ve Arapça bilmeyen insanlar bile Müslüman olmaya başladıklar zaman peygamber efendimiz zamanında çekingen davranan sahabeler ve bir tarafı da tabiiler tefsir ilmini genişlemesine silsileli bir şekilde bildiklerini yazmaya ve insanlara aktarmaya başlayınca, tenkitler de çoğaldı. Mesela imam Hanbel ise: üç şeyin aslı yoktur Tefsir, Melâhim ve Megazi demiştir. İbn-i Teymiyye, İbn Hacer, Tûfi gibi âlimler görüşlerini söyleyen âlimlerdendir. Kısaca şunu söyleyebiliriz ki tefsir rivayetlerinin çoğu sahih rivayetler üzerinde durmamaktadır.

         Kur’an-ı Kerimin anlaşılmasında Esbabı nüzulün yetersiz kalma sebeplerine gelince, bunu bir kaç madde halinde yazacağız.

1.Rivayetler açısından

A.   Merfû Musned Esbab-ı Nüzul Rivayetleri üzerine

B.   Mürsel Esbab-ı Nüzul Rivayetleri Üzerine (Mürsel Hadisin Hüccet olup olamayacağı Âlimler arasında tartışılmıştır. İbni Teymiyye ise: Esbab-ı Nüzul haberlerinin bir çoğu mürseldir Musned değildir demiş).

C.   Senedlerin hazfedilmesi (Abdullah b.Mubarek: “ İsnad dinin bir parçasıdır, isnad olamasaydı kim ne istiyorsa dilediğini söylerdi” demiştir)

D.   Rivayetlerin Tasnifine dikkat etmeme

E.    Rivayet siygalarına dikkat göstermeme

2. Umumu Hususileştirme Açısından

Buna bir örnek: humeze suresinin Hz. Peygamberi gördüğü zaman onu kaş göz hareketleriyle alay eden Umeyye b. Halef ‘a nazil olduğu rivayet edilmiştir. Ancak başka rivayete göre Ahnes b.Şurayk diğer bazıları da Cemil b.Âmir hakkında nazil olduğunu söylerler.

     3. Taaddüt Teehhür açısından

4. Tarih ilminden yararlanma

         Esbab-ı nüzul rivayetlerinde böyle bir Tarihi bilgiden yararlanmama sebebiyle okuyucuyu yanıltılabilecek hatalar yapılmıştır ve iki sebebi vardır.

1.    Her ayette nüzul sebebi arama

2.    Nüzul sebebini geçmiş ümmetlerin olaylarıyla karıştırma

Esbab-ı nüzul’ün olumlu yanları olduğu gibi olumsuz yanları da vardır. Örnek olarak: Kura’nın yorum zenginliğine engel olması ve Kura’nın evrensel hedefi olan insan hayat bütünleşmesini engellemesi konunun istismar edilmesi. Bu konuda bir örnek olarak Muhammed b. Yakut b. İshak el-kuleyni’nin (329/940) Mâide süresi 3.ayetinin nüzul sebebi olarak Hz. Ali’nin velayetinin tamam eylemek olarak açıklamasıdır.

     Geçtiğimiz bölümlerde Esbab-ı nüzul, Kura’nın anlaşılmasında ve zorunlu olan ilimlerin başında geldiğini açıkladık fakat bu geleneksel bir yaklaşım idi ancak şimdi ise genel ilkeleriyle izah etmeye çalışalım. Birincisi şu ki: Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir ve bu ilmi (Esbab-ı nüzul’ü) bilmeden Kura’nı anlamak da mümkün olmaz çünkü Kura’nı bir bütün içinde okumak şarttır. Şimdi ise Esbab-ı nüzul’ü hadis usulü açısından nasıl ele alacağız? Sorusuna cevap verelim: bir ayetin “sebep ifade etmede nass” ve nüzul ortamına ait olabilmesi için Musned Merfû olması lazımdır. Bir diğer ilke de Kura’nı Kerimin bütünlüğünü dikkate alınması meselesidir ki: Kura’nı cümleler ile oluşan bütünlük, teşrii bütünlük, sürelerin dâhili bütünlüğü siyak sibak ve tarihi bütünlük olmak üzere bu parçaları da dikkate almak gerekmektedir. Ancak konu bununla kalmayıp bir bütünlük söz konusu dediysek Esbab-ı nüzul ve tarihilik meselesini de göz ardı etmeyerek ki Kura’nın hemen hemen her sürede mutlaka ya insan ve ya topluluktan ya da bunlarla ilgili olguları ve olayları anlatmaktadır. Dolayısıyla Kur’an geçmişi ve geleceği de bir bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.

     Esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım ve Sa’lebe kıssası

v          Esbab-ı nüzulü genel bir değerlendirmeye tabi tutarsak ve içerik olarak neyin kastedildiğine bakarsak özetle şunu söyleyebiliriz ki: nüzul ortamında ve ya bir hâdise gereği ya da bir soruya cevap olarak inen ve vahyin ortamını resim eden hâdisedir. Ve bu araştırmanın da iki hedefi vardır ki bunlardan birincisi: Kura’nın anlaşılmasında Esbab-ı nüzulün rolü diğeri ise, Kura’n-ı Kerimin anlaşılmasında Esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımın ilkelerini bir sebebi nüzul rivayeti üzerinde tatbik etmesidir. Şimdi ise sa’lebe kıssasını özetle aktarmaya çalışalım: Sa’lebe, Hz. Peygamberin huzuruna gelmiş: Ya Rasulullah, “Allah’a dua et bana çok mal versin” demiş. Hz. Peygamber de:Ya Sa’lebe, hakkını eda ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır” diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dilediğini tekrarlamış ve demiş ki: seni hak ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm. Bunun üzerine peygamber efendimiz dua etmiş ve malı çoğalmış ancak vad ettiği şeyler olmamış ve Peygamber de ona şöyle demiş: vay Sa’lebe’ye daha sonra sadaka toplamak için iki kişi gitmiş onlara da “düşüneyim” diyerek vermemiş; en sonunda peygamber buyurmuş ki “bu senin emelindir emrettin itaat etmedin” ancak Peygamber efendimiz irtihal ettikten sonra sırasıyla halifelere getirmişse de onlar kabul etmemişler. Hadis âlimleri açısından, kimisi sadece bu kıssayı zikretmiş bazı âlimler ise, kıssanın sıhhatini araştırmıştır. Müfessirle ise sa’lebe kıssasını naklederken, iki yol takip etmişledir. Onarın çoğu kıssayı Taberi’den nakletmişlerdir. Bazı müfessirler ise, muhtelif tariklere farklı kaynaklardan almışlardır. Hadis usulü açısından bakıldığı zaman, bu kıssanın senedi zayıftır bur da soru şu: zayıf olmasına rağmen neden bu kıssa, müfessirlerin tefsirlerine zikredilmiştir? İster müfessirler isterse muhaddisler olsun kendilerine ulaşan her bilgiyi almalarından maksat bilginin kaybolup gitmesinden korkmalarıdır. Bunun için müfessirler bu konuda titizliklerini her konu hakkında çok ciddi bir şekilde göstermişlerdir.

Tarihsellik ve tarihselcilik kavramına geçmeden önce, önce bu kavramı bir tanıyalım daha sonra konunun ana başlıklar altında alarak buradan ne kastedildiğine bakalım. Şimdi ise tarihsellik kavramını tarifi: her şeyin kökenini tarihte arayarak insanı yenilikten alıkoyan bir politik tutuculuk’un simgesidir. Demiş “Chalybaeus” ancak bu kavramlar, (tarihsellik ve tarihselcilik) batı’nın özgü kültürüne ait kavramlardır. Yine de bu kavramların yapıları gereği, ortak kültürle etkileşim halindedir. Fakat bu ifadeden sonra Esbab-ı nüzul ile tarihsellik kavramı arasında nasıl bir ilişki kurulabilir sorusunu cevaplandırmaya çalışalım. Esbab-ı nüzul-tarihsellik ilişkisine insanı tarihsel bir varlık oluşu bakımından yaklaşmak mecburiyeti doğmaktadır. Yani insanın yapıp etmeleri şimdi için bitmez onlar zamanın boyutlarına yayılmıştır. Zamanın boyutları ise uzayıp giden bir boyut değil insanın ürünleriyle ve olaylarla doludur. Bu, insanın zamanın boyutları arasında bir bağ kurmasını, onları bir birine bağlamsını gerektirir, bu da ancak bilen bir varlığın işi olabilir. Bunun içindir ki, insan tarihsel bir varlıktır. Eğer insan hayvan gibi şimdi içinde yaşasaydı, o zaman insanın yapıp- etmeleri arasında bir süreklilik söz konusu olamazdı. Şimdi ise tarihsellik ve insan ilişkisini inceledikten sonra, Esbab-ı nüzul ve tarihsellik meselesine bakmamız gerekir. Felsefe açısından ele alındığında: 1.tarihsel olanın varlık biçimi 2. Gelip geçicilik 3. Tarihe bağlı olma 4. Bir şeyin tarihsel olarak var olduğu olgusu.

 Görüldüğü üzere Esbab-ı nüzul ve tarihsellik kavramı ilişkisinde vurgulanması gereken konu, Kura’nı Kerimin soyut bir düşünce biçimi değil de insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi olduğudur. Diğer bir husus ise: kültürlere ait kavramları kullanırken ele alınan yaklaşım benimsenmeli ve kullananların dünya görüşü göz önünde bulundurulalı yani bu kavramları kullanan ilim adamları böylesi bir yaklaşımı benimsemeleri hem de kullandıkları kavramı tarif etmeleri gerekmektedir. Aksi halde bu kavramları kullananlar ile onları anlamakta zorlananlar arasındaki “tartışma” yapıcı bir zemine oturmayacaktır.

ALLAH’IN YARDIMIYLA TAMAMLADIM




0 Yorum - Yorum Yaz


Tefsir,hadis ve fıkıh usulleri hulasası ödevi    19.05.2015

 

ADI            :FAHRİYE

SOYADI    :ERDOĞMUŞ

DÖNEM    : 2015 İLKBAHAR

BÖLÜMÜ  :YÜKSEK LİSANS

ÖĞR.NO.  :14912714

ÖDEV        :TEFSİR,HADİS,FIKIH USULLERİ HULASASI

          TEFSİR

Tefsir: Sözlükte "fesr" kökünden gelmekte olup, örtülü olan bir şeyin üstünü açmak demektir.

Terim olarak; Kur’ân-ı Kerim'in anlamlarını açıklamak demektir.

Tefsir öğrenmek, yüce Allah'ın şu buyruğu dolayısıyla vacip (farz)dır:

"(Bu) âyetlerini düşünsünler, tam akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz hayır ve bereketi bol bir kitaptır." (Sâd, 38/29)

"Onlar Kur’ân'ı iyiden iyiye düşünmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?" (Muhammed, 47/24)

İşte bu ümmetin geçmişi de, bu izlenmesi farz olan yolun izleyicileri idiler. Kur’ân'ın hem lafızlarını, hem manalarını öğreniyorlardı. Çünkü onlar bu yolla yüce Allah'ın gözettiği maksada uygun olarak Kur’ân ile amel etmek imkânını buluyorlardı. Çünkü anlamı bilinmeyen bir şey gereğince amel etmek imkânsız bir şeydir.

Ebu Abdurrahman es-Sülemî der ki: Bizlere Kur’ân'ı öğreten Osman b. Affan, Abdullah b. Mesud ve benzerlerinin anlattıklarına göre onlar, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'den on âyet öğrendiler mi, o on âyette bulunan ilim ve ameli iyice öğrenmedikçe başkalarını öğrenmeye geçmezlerdi. Dediler ki: Böylelikle bizler hem Kur’ân'ı, hem ilmi, hem de ameli birarada öğrenmiş olduk.

Kur’ân Tefsiri Hususunda Müslümanın Görevi

Kur’ân tefsiri hususunda müslümana düşen görev, Kur’ân'ı tefsir ederken yüce Allah adına tercümanlık yaptığının şuurunda olmasıdır. O, bu söyledikleriyle Allah'ın kelâmından neyi murad ettiğine dair şahitlik etmektedir. Böylelikle bu şahidliğin ne kadar büyük olduğunu iyice idrâk etmeli ve yüce Allah hakkında bilgisizce söz söylemekten korkmalıdır. Çünkü o takdirde Allah'ın haram kıldığı bir iş işlemiş ve bu sebeple kıyamet gününde de cezalandırılması sözkonusu olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"De ki: 'Rabbin ancak hayasızlıkları, onların açık olanını, gizli olanını, bununla beraber günahı, haksız isyanı Allah'a -hakkında asla bir delil indirmediği- herhangi bir şeyi ortak koşmanızı ve Allah'a bilmediğiniz şeyleri isnad etmenizi haram kılmıştır.'" (el-A’raf, 7/33)

Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

"Kıyamet gününde Allah'a yalan söyleyenleri yüzleri kararmış görürsün. Büyüklük taslayanlara cehennemde yer mi yok?" (ez-Zümer, 39/60)

Kur’ân Tefsirinin Kaynakları

Kur’ân tefsirinde aşağıdaki kaynaklara başvurulur:

A- Yüce Allah'ın kelamı. Çünkü Kur’ân, Kur’ân ile tefsir edilir. Zira onu indiren Allah'tır ve Kur’ân ile neyi murad ettiğini en iyi o bilir.

B- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in sözleri. Kur’ân-ı Kerim sünnet ile de tefsir edilir. Çünkü Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem yüce Allah'tan vahyi tebliğ edendir. Dolayısıyla yüce Allah'ın kelamıyla neyi murad ettiğini insanlar arasında en iyi bilen odur.

C- Ashab Radıyallahu anhum'un -özellikle de aralarında tefsiri bilen ve ona itina göstermiş olanların- sözleriyle tefsir etmek. Çünkü Kur’ân-ı Kerim hem onların dilleri ile hem onların dönemlerinde inmiştir. Ayrıca onlar peygamberlerden sonra hakkı talep etmek bakımından insanlar arasında en samimi, hevâlardan en çok kurtulabilmiş olanları, kişi ile doğruyu elde etme başarısı arasında engel teşkil eden muhalif davranışlardan en temiz olanlarıdır.

D- Ashab-ı Kiram Radıyallahu anh'dan tefsir öğrenmeye itina ve gayret göstermiş tabiînin sözleriyle tefsir etmek. Çünkü tabiîn ashab-ı kiramdan sonra insanların en hayırlıları, onlardan sonra hevâdan en uzak kalabilenleridir. Arap dili onların döneminde fazla değişikliğe uğramamıştır. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim'i anlamak bakımından kendilerinden sonra gelenlere nisbetle doğruyu bulma ihtimalleri daha ileri idi.

E- İfadelerin siyâkına (akışına) göre kelimelerin gerektirdiği şer'î ve lugavî manalara göre tefsir etmek. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Muhakkak biz sana kitabı Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmetmen için hak olarak indirdik." (en-Nisâ, 4/105)

Eğer şer'i anlam ile sözlük anlamı arasında farklılık sözkonusu olursa, şer'i anlamın gerektirdiği ne ise o kabul edilir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim dile açıklık getirmek için değil, şeriatı açıklamak için inmiştir. Ancak sözlük anlamının tercih edilmesini gerektiren bir delil bulunursa, o vakit o anlam kabul edilir.

Me'sûr (Rivâyet Yoluyla) Tefsirde Görülen Ayrılıklar

Me'sûr (rivâyet yoluyla) tefsirde görülen ayrılıklar üç türlüdür:

1. Sadece lafızda farklılık olmakla birlikte anlamın bir olması. Bu ayrılığın âyetin anlamına herhangi bir etkisi yoktur. Mesela yüce Allah'ın: "Rabbim şunları hükmetti. Kendisinden başkasına ibadet etmeyin..." (el-İsra, 17/23) buyruğu hakkında İbn Abbas (hükmetti anlamını verdiğimiz) "kadâ" lafzını “emretti” diye açıklamıştır. Mücahid “tavsiye etti” er-Rabi b. Enes “vacip kıldı” diye açıklamışlardır. Bu tefsirlerin anlamı bir ya da birbirine yakındır. Bundan dolayı bu tür açıklama farklılıklarının âyetin anlamında herhangi bir etkisi olmaz.

2. Hem lafız, hem anlamın farklılığı ile birlikte aralarında çelişki olmadığından ötürü âyetin her iki anlama gelme ihtimalinin bulunması. Bu durumda âyet her iki anlama göre ele alınır ve bu iki anlama göre tefsir edilir. Böyle bir ayrılık; her bir görüşün âyet-i kerimenin ifade ettiği anlamı örneklendirmek  ya da çeşitlerinden birisine işaret etmek için dile getirilmiş olduğu kabul edilerek telif edilir.

3. Lafız ve mana farklı olmakla birlikte âyetin aynı anda -aralarındaki çelişki dolayısıyla- her iki anlama gelme ihtimalinin bulunmaması. Bu durumda âyet ya siyâkın (ifade akışının) yahutta başka bir hususun delâleti ile ikisinden daha çok tercih edilenine göre yorumlanır.

Kur’ân'ın Tercümesi

Sözlükte tercüme hepsi beyan ve açıklama anlamı çerçevesinde değişik manalar hakkında kullanılır.

Terim olarak, bir sözü başka bir dille ifade etmektir.

Kur’ân tercümesi: Başka bir dille Kur’ân'ın anlamını ifade etmek, demektir.

Kur’ân tercümesi iki türlüdür: Birincisi harfî tercüme olup, herbir kelimenin diğer dildeki karşılığının konulması ile olur.

İkincisi ise anlam veya tefsir tercümesi. Bu da sözlerin anlamının, lafızlara ve sıraya riayet etmeden bir başka dil ile ifade edilmesi demektir.

Kur’ân Tercümesinin Hükmü

Kur’ân-ı Kerim'in harfî tercümesi çoğu ilim adamına göre imkânsız bir şeydir. Çünkü bu tür tercümede gerçekleşmesine imkân bulunmayan birtakım şartlar aranır. Sözkonusu şartlar şunlardır:

a- Kur’ân'ın tercüme edileceği dilde kendisinden tercüme edildiği dilin karşılığında harfiyyen kelimelerin varlığı.

b- Tercüme edilecek dilde kendisinden tercüme yapılan dil olan Arapçaya benzer edatların manalarını karşılayacak edatların varlığı.

c- Kendisinden tercüme edilen dil ile tercüme yapılacak dilin kelime sıralanışı itibariyle cümle, sıfat ve izafetlerde benzerlik arzetmesi.

Kimi ilim adamının görüşüne göre harfî tercümenin, bir âyetin bir bölümünde ya da ona benzer buyruklarda tahakkuku mümkündür. Fakat bu kadarında bile tahakkuku mümkün ise yine haramdır. Çünkü anlamın tamamını ifade etmesine imkân olmadığı gibi, Arapça ve herşeyi beyan eden Kur’ân'ın ruhlara yaptığı tesiri yapmasına da imkân yoktur. Ayrıca böyle bir tercümeyi gerektiren bir zorunluluk da bulunmamaktadır. Çünkü mana yoluyla tercüme ona ihtiyaç bırakmamaktadır.

Buna göre harfî tercüme, fiilen bazı kelimelerde mümkün olsa bile, şer'an kabul edilmemiştir. Ancak özel bir kelime, terkibin tamamı tercüme edilmeksizin muhatabın anlaması için muhatabın dili ile tercüme edilmesi hali müstesnâdır. Bunda bir sakınca olmaz.

Mana yoluyla Kur’ân'ın tercümesi ise, esas itibariyle caizdir. Çünkü bunda bir sakınca yoktur. Hatta arapça konuşmayan kimselere Kur’ân ve İslâmın ulaştırılmasına araç  olacaksa vacip dahi olabilir. Çünkü bunların ulaştırılıp, tebliğ edilmesi vaciptir. Kendisi olmadan vacibin yerine getirilmesi mümkün olmayan herbir iş de vaciptir.

Fakat bunun caiz olabilmesi için bazı şartlar aranır:

1. Bu tercüme, Kur’ân'a ihtiyaç duyulmayacak şekilde alternatif haline sokulmamalıdır. Buna göre bu tercümenin yanıbaşında Kur’ân'ın arapça olarak yazılması da gerekir. Böylelikle bu tercüme Kur’ân'a tefsir gibi olur.

2. Tercümeyi yapan kimsenin her iki dildeki lafızların medlûlleri ve anlatım bağlamında neleri gerektirdiğini bilen kimse olması.

3. Kur’ân-ı Kerim'deki şer'î lafızların anlamını bilen bir kişi olması.

Kur’ân-ı Kerim tercümesi ancak bu hususta kendisine güven duyulan bir kişi tarafından yapılmışsa kabul olunur. Bu tercümeyi yapacak kimsenin dininde istikamet sahibi bir müslüman olması gerekir.

Ashab-ı Kiram'dan Tefsir Yapmakla Meşhur Olanlar

Tefsir ile ün kazanmış pekçok sahabi vardır. Suyutî bunlar arasında dört halifeyi zikretmekle birlikte, ilk üçünden gelmiş tefsir rivayetleri çok değildir. Çünkü onlar halifelik görevi ile meşgul olmuşlardı. Ayrıca tefsiri bilenlerin çokluğu dolayısıyla bu hususta onlardan nakilde bulunmaya ihtiyaç da azdır.

Yine ashab-ı kiram arasında tefsir ile ün kazanmış olanlardan Abdullah b. Mesud ile Abdullah b. Abbas da vardır.

Tabiînden Müfessir Olarak Ün Kazananlar

Tabiînden tefsir bilgileriyle meşhur olmuş pekçok kimse vardır. Bunların bir kısmı:

A- Mekkelilerden: Bunlar İbn Abbas'a tabi olanlardı. Mücahid, İkrime ve Ata b. Ebi Rebâh bunlardandır.

B- Medinelilerden: Bunlar Ubey b. Ka’b'a tabi olanlardı. Zeyd b. Eslem, Ebu'l-Âliye, Muhammed b. Ka’b el-Kurazî gibi.

C- Kûfelilerden: Bunlar da İbn Mesud'a tabi olanlardı. Katade, Alkame ve Şâbî gibi.

Muhkemlik ve müteşabihlik bakımından Kur'ân-ı Kerim üç çeşittir:

Birincisi yüce Allah'ın Kur’ân'ın bütünü için bir nitelik olarak sözkonusu ettiği genel muhkemlik.Buradaki "muhkemlik" lafız ve manaları itibariyle sağlamlık ve güzellik demektir. O fesahat ve belağatin en ileri derecesindedir. Verdiği haberlerin hepsi doğru ve faydalıdır. Bunlar arasında yalan, çelişki, boş ve hayırsız hiçbir şey yoktur. Onun bütün hükümleri adalettir. Onun hükmünde haksızlık, çelişki olmadığı gibi, akılsızca bir hüküm de yoktur.

İkinci tür: Kur’ân-ı Kerim'in tümüne nitelik olan genel müteşabihliktir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah sözün en güzelini müteşâbih, tekrar edilen (mesânî) bir kitap halinde indirmiştir. Ondan dolayı Rablerine kalbten saygı duyanların derileri ürperir. Sonra Allah anıldığı için derileri ve kalpleri yumuşar..." (ez-Zümer, 39/23) burada sözü geçen "müteşabihlik"in anlamı, Kur’ân'ın tümünün mükemmellik, güzellik ve öğülmeye değer amaçları bakımından birbirine benzediğidir. Esasen "eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı." (en-Nisâ, 4/82)

Üçüncü tür ise Kur’ân âyetlerinin bir bölümüne mahsus muhkemlik ile bir diğer bölümüne mahsus müteşâbihliktir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda dile getirildiği gibi:

"Sana kitabı indiren odur. Onun bir kısım âyetleri muhkemdir. Bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihtir ama kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onu tevil etmeye kalkışmak için onun müteşâbih olanına uyarlar. Halbuki onun (müteşabih âyetlerinin) tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşmiş olanlar ise: 'Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz nezdindendir' derler. Olgun akıllılardan başkası ibretle düşünemez." (Âl-i İmran, 3/7)

Burada sözü edilen muhkemlik, âyet-i kerimenin herhangi bir kapalılığı sözkonusu olmadan açık seçik bir şekilde anlaşılması demektir

Kur’ân-ı Kerim'de Müteşabihler iki çeşittir.

Birinci tür, hakiki müteşâbihtir. Bu insanların bilmelerine imkân bulunmayan hususları kapsar. Yüce Allah'ın sıfatlarının hakikatleri gibi. Bizler her ne kadar bu sıfatların anlamlarını biliyor isek dahi, bunların hakikatlerini ve keyfiyetlerini idrâk edemeyiz. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlar onu bilgileri ile kuşatamazlar." (Tâhâ, 20/110)

"Gözler onu idrâk edemez. O ise bütün gözleri idrak eder (onları kuşatmıştır). O lütuf sahibidir, herşeyden haberdardır." (el-En'âm, 6/103)

Bundan dolayı İmam Malik 'e yüce Allah'ın: "Rahman arşâ istivâ etti." (Tâhâ, 20/5) buyruğu hakkında nasıl istivâ etti diye sorulunca, şöyle cevap vermiştir: “İstivâ bilinmeyen bir şey değildir. Fakat keyfiyeti akıl ile kavranılamaz. Ona iman etmek ise farzdır. Buna dair soru sormak da bid'attir.”

Bu kabilden olan müteşâbihlerin açıklanması için soru sormanın anlamı da yoktur. Çünkü böyle bir bilgiye ulaşmak imkansızdır.

İkinci tür müteşabih ise nisbî (göreceli) müteşâbih olandır. Bu ise bir kısım insanlar için müteşâbih görülmekle birlikte bazıları için öyle görünmeyendir. Bu durumda ilimde derinleşmiş olanlar bunu bilirken, başkaları bilmeyebilir. Bu tür müteşâbihlerin açıklanması ve vuzuha kavuşturulması için soru sorulabilir. Çünkü buna dair bilgiye ulaşmak mümkündür. Zira Kur’ân-ı Kerim'de insanlardan hiçbir kimse için manası açıklık kazanmayacak bir şey yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Bu insanlar için bir açıklama, takvâ sahipleri için de bir hidâyet ve bir öğüttür." (Âl-i İmran, 3/138)

Kur’ân-ı Kerim Âyetlerinin Muhkem ve Müteşâbih Türlerine Ayrılmasındaki Hikmet

Eğer Kur’ân'ın tamamı muhkem olsaydı, bu sefer hem tasdik hem de amel yönü ile Kur’ân'la sınama hikmeti sözkonusu olmazdı. Çünkü Kur’ân'ın anlamı açıkça ortada olacak olsaydı fitneyi aramak ve Kur’ân'ın tevili peşinde gitmek maksadı ile onu tahrif etmeye ve müteşâbihlere sarılmaya imkân bulunmazdı.

Şayet bütünüyle müteşâbih olsaydı, bu sefer Kur’ân'ın bütün insanlar için apaçık ve bir hidayet olması sözkonusu olmazdı. Gereğince amel etmeye de imkân bulunmazdı. Üzerine sağlam bir akîde bina edilemezdi.

Fakat yüce Allah hikmetiyle onun bir kısım âyetlerini muhkem olarak indirdi. Müteşâbih görülen âyetlerin açıklanması için bu muhkem âyetlere başvurulur. Diğer âyetler ise kullara sınav olmak üzere müteşâbihtirler. Böylelikle imanında samimi olanlar ile kalblerinde eğrilik bulunanlar birbirinden açık bir şekilde ayrılmış olur. İmanında doğru ve samimi olan bir kimse Kur’ân'ın bütünüyle yüce Allah tarafından geldiğini kesinlikle bilir. Allah tarafından gelen herşeyin hakkın ta kendisi olduğunu, onda bâtıl diye bir şeyin ya da çelişkinin bulunmasının imkânsız olduğunu kesin olarak bilir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Önünden de, arkasından da batıl ona erişemez. (Çünkü o) hikmeti sonsuz, her hamde lâyık olan tarafından indirilmedir." (Fussilet, 41/42)

Kur’ân'da Çelişki Olduğu İzlenimini Veren Buyruklar

Tearuz (çelişki, çatışma); iki âyetin birisinin ifade ettiği hususu, diğerinin ifade ettiğini imkansız kılması demektir. Meselâ; bir âyet bir hususu tespit ederken, diğeri aynı hususu nefyeder.

İkisinin de ifade ettiği muhteva haber vermek mahiyetinde olan iki âyet arasında bir teâruzun ortaya çıkması imkânsızdır. Çünkü bu durumda birilerinin yalan olması gerekir. Bu ise yüce Allah'ın verdiği haberler hakkında imkânsız bir şeydir. Yüce Allah: "Allah'tan daha doğru sözlü kimdir?" (en-Nisâ, 4/87) ve "Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?" (en-Nisâ, 4/122) diye buyurmaktadır.

Her ikisi bir hükme delâlet eden iki âyet arasında bir teâruzun olması da imkânsızdır. Çünkü bu iki âyetten sonra gelen âyet birinci geleni neshedicidir. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:

"Biz bir âyeti nesheder veya unutturursak ya ondan daha hayırlısını ya da onun benzerini getiririz." (el-Bakara, 2/106)

Nesh sabit olduğuna göre birinci âyetin hükmü artık devam etmez ve ikinci âyetin hükmü ile çelişki arzetmez.

Bu kabilden tearuz izlenimi veren âyetler görüldüğü takdirde, her iki âyetin birlikte telif edilmesine gayret edilir. Eğer bu sağlanamayacak olursa, o takdirde bu hususta herhangi bir yargıya varmadan işi bilene havale etmek gerekir.

İlim adamları -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- teâruz (çelişki) izlenimini veren pekçok örnekler sözkonusu etmiş ve bu hususta âyetlerin birlikte nasıl telif edileceklerini açıklamışlardır

Kasem (Yemin)

Kasem; yemin demek olup, herhangi bir hususu tazim olunan bir sözü vav ya da benzeri diğer edatlardan birisini sözkonusu ederek tekid etmektir. Yemin edatları üç tanedir:

Vav: Yüce Allah'ın: "Göğün ve yerin Rabbi hakkı için (vav) o sizin konuştuğunuz gibi kesin bir gerçektir." (ez-Zâriyât, 51/23) buyruğu gibi.

Bu yemin edatı ile birlikte amilin hazfedilmesi vaciptir. Bu harfin akabinde ancak açık bir isim gelir.

Be: Yüce Allah'ın: "Hayır... kıyamet gününe yemin ederim (be)" (el-Kıyame, 75/1) buyruğu gibi, Bu durumda bu örnekte görüldüğü gibi âmilin sözkonusu edilmesi mümkündür. Yüce Allah'ın: "Dedi ki: İzzetin hakkı için (be) hepsini mutlaka azdıracağım." (Sad, 38/82) diye İblis’in söylediklerinin nakledildiği buyrukta olduğu gibi, hazfedilmesi de caizdir.

Yine verdiğimiz bu örnekte görüldüğü gibi bu edatın hemen akabinde açık bir ismin gelmesi de mümkündür: "Allah benim Rabbimdir ve ben ona (be) yemin ederek söylüyorum ki o, mutlaka mü'minlere yardımcı olacaktır." sözümüzde olduğu gibi, bu edattan hemen sonra zamir de gelebilir.

Te: Yüce Allah'ın: "Allah'a andolsun ki, huzura geldiğiniz şeylerden elbette sorguya çekileceksiniz." (en-Nahl, 16/56) Bu edat ile birlikte amilin hazfedilmesi vâciptir ve ondan sonra ancak Allah ya da Rab ismi gelir. Meselâ, Ka’be’nin Rabbi hakkı için (ve) yüce Allah'ın izniyle mutlaka hacca gideceğim.

Kasemin iki faydası vardır:

Birincisi, adına yemin edilenin (muksemun bih) azametini açıklamak.

İkincisi, kendisi sebebiyle yemin edilenin (muksemun aleyhin) önemini açıklamak ve onu tekid etmek istemek. Bundan dolayı kasem ancak aşağıdaki hallerde güzeldir:

1. Muksemun aleyhin önemli olması

2. Muhatabın bu hususta tereddüt içinde bulunması

3. Muhatabın böyle bir şeyi (yani hakkında yemin edilen hususu) inkâr ediyor olması.

Kasas (Kıssa Anlatmak)

Kasas ve kass (kıssa anlatmak) sözlükte izi takip etmek demektir. Terim olarak; ardı arkasına gelen birtakım aşamalara sahip bir hususa dair haber vermektir.

Kur’ân'da anlatılan kıssalar en doğru kıssalardır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah'tan daha doğru sözlü kimdir?" (en-Nisa, 4/87)

Bu ise Kur’ân kıssalarının vakıa ile eksiksiz bir uyum göstermesinden ileri gelmektedir.

Yine en güzel kıssalar da Kur’ân kıssalarıdır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Biz sana bu Kur’ân'ı vahyetmekle, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz." (Yusuf, 12/3)

Çünkü Kur’ân kıssaları belâğatta mükemmellik, anlamda üstünlük derecelerinin en yücesini kapsamaktadır.

Kur’ân kıssaları üç kısma ayrılır:

Bir kısmı peygamberler, rasûller, onların kendilerine iman edenlerle ve onları inkâr eden kafirlerle, başlarından geçen olaylarla ilgilidir.

Bir diğer kısım başlarından ibretli olaylar geçen fertler ve çeşitli gruplarla alâkalıdır. Yüce Allah onların bu kıssalarını bize nakletmiştir. Meryem ve Lukman kıssaları ile duvarları çatıları üstüne yıkılmış bomboş bir kasaba yanından geçen kimsenin kıssası (bk. el-Bakara, 2/259), Zulkarneyn, Karun, Ashab-ı Kehf, Ashab-ı Fil, Ashab-ı Uhdûd ve daha başka kıssalar gibi.

Bir başka kısım da Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem döneminde meydana gelmiş birtakım olaylar ve kimselerle ilgilidir. Bedir, Uhud ve Ahzab gazveleri, Kureyza oğulları, Nadir oğulları gazveleri, Zeyd b. Harise, Ebu Leheb ve başka kimselere ait kıssalar gibi.

Kur’ân-ı Kerim'deki kıssaların oldukça büyük, pekçok hikmetleri vardır. Bunların bazıları şunlardır:

1. Yüce Allah'ın bu kıssaların ihtiva ettiği hikmeti açıklaması. Çünkü yüce Allah: "Andolsun onlara kendisinde alıkoyucu özelliği olan haberler gelmiştir." (el-Kamer, 54/4) buyurmaktadır.

2. Yalanlayanları cezalandırmak suretiyle yüce Allah'ın adaletinin açıklanması. Çünkü yüce Allah yalanlayıcılar hakkında: "Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince Allah'ı bırakıp da tapındıkları ilâhları onlara bir fayda sağlamadı." (Hud, 11/101) diye buyurmaktadır.

3. Mü'minleri mükâfatlandırmak suretiyle yüce Allah'ın lütfunun açıklanması. Çünkü yüce Allah: "Biz üzerlerine ufak taş yağdıran bir rüzgar gönderdik. Lut’un ailesi müstesnâ. Onları seher vaktinde kurtardık. Tarafımızdan bir nimet olmak üzere (bunu yaptık). İşte şükredenleri biz böyle mükâfatlandırırız." (el-Kamer, 54/34-35) diye buyurmaktadır.

4. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in yalanlayıcıların kendisine yaptıklarına karşı teselli edilmesi. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Eğer seni yalanlıyorlarsa onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Peygamberleri onlara apaçık delillerle (mucizelerle), sahifelerle ve nur saçan kitaplarla gelmişti. Sonra kâfir olanları yakaladım. Şimdi onlara azabım nasıldır!?" (Fâtır, 35/25-26)

5. Mü'minlerin iman üzere sebat etmeleri ve imanlarını arttırmaları için teşvik etmek. Çünkü mü'minler kendilerinden önce geçen mü'minlerin kurtulduklarını ve cihad ile emrolunanların ilâhî yardıma mazhar olarak zafere eriştiklerini öğrenmiş bulunuyorlardı. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:

"Biz de duasını kabul edip, kendisini gamdan kurtarmıştık. Biz mü'minleri işte böyle kurtarırız." (el-Enbiyâ, 21/88)

6. Kâfirleri küfürlerini sürdürmekten sakındırmak. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:"Acaba onlar yeryüzünde gezip kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah onları toptan helâk etmiştir. Kâfirlere de onların (âkıbetlerinin) benzerleri vardır." (Muhammed, 47/10)

7. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in risaletini ispatlama. Çünkü geçmiş ümmetlere dair haberleri ancak yüce Allah bilir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır:“Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onları bundan evvel ne sen biliyordun, ne de kavmin." (Hûd, 11/49)

Kıssaların Tekrarı

Bazı Kur’ân kıssaları sadece bir defa geçmektedir. Lukman kıssası, Ashab-ı Kehf kıssası gibi. Kimisi de görülen ihtiyaca ve maslahata binaen birkaç defa tekrar edilmektedir. Fakat bu tekrarlama tek bir şekilde olmaz. Aksine kısalığı, uzunluğu, yumuşaklığı, sertliği farklılık arzeder. Diğer taraftan kıssanın bazı yönleri bir yerde zikredilirken, diğer yönleri bir başka yerde sözkonusu edilmemektedir.

Kıssalarda bu tür tekrarın hikmetlerinin bazıları şunlardır:

1. Anlatılan bu kıssanın önemini açığa çıkarmak. Çünkü bu kıssanın tekrar edilmesi, ona itina gösterildiğini ortaya koyar.

2. İnsanların kalplerinde iyice yer etmesi için tekrar edilen kıssanın pekiştirilmesi.

3. Bu kıssalara muhatap olanların durumlarını ve zamanı gözönünde bulundurmak. Bu sebepten ötürü çoğunlukla Mekkî surelerde geçen kıssalarda anlatım özlü ve üslup serttir. Fakat Medine döneminde inen surelerde bunun aksini görüyoruz.

4. Kıssaların durumun gerektirdiğine uygun olarak kimi zaman böyle, kimi zaman öbür türlü anlatılması suretiyle Kur’ân belâğatinin açığa çıkması.

5. Kur’ân'ın doğru olduğunun ve onun yüce Allah tarafından gönderildiğinin açıkça ortaya konulması. Çünkü aynı kıssa, herhangi bir çelişki sözkonusu olmaksızın çeşitli şekillerde anlatılmış bulunmaktadır.

İsrâiliyât

İsrâiliyât, İsrailoğullarından olan yahudilerden -ki çoğunlukla görülen budur-, yahut hristiyanlardan nakledilen haberlerdir. Bu haberler üç türdür:

A. İslâmın kabul ettiği ve doğru olduğuna tanıklık ettiği kıssalar haktır.

Buna örnek: Buhârî ve başkalarının rivayetine göre İbn Mesud Radıyallahu anh şöyle demiştir: Yahudi alimlerinden birisi Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e gelip dedi ki: Ey Muhammed, bizler (kitabımızda) yüce Allah'ın semavatı bir parmağında, yerleri de bir parmağında, bütün ağaçları bir parmağında, suyu ve toprağı bir parmağında, diğer mahlukatı da bir parmağında tutarak ve: Benim melik! diye buyuracağına dair bilgi okuyoruz. Bunun üzerine Peygamber bu yahudi aliminin söylediklerini doğruladı. Ve azı dişleri görününceye kadar güldü. Daha sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem: “Onlar Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Halbuki kıyamet gününde arz bütünü ile onun kabzasındadır. Gökler ise onun sağ eli ile dürülmüş olacaktır. O, şirk koştuklarından münezzehtir ve çok yücedir." (ez-Zümer, 39/67) âyetini okudu.[41]

B. İslâm’ın kabul etmeyip, yalan olduğuna tanıklık ettiği haberler. Bunlar da bâtıldır.

Buna örnek: Buhârî, Câbir Radıyallahu anh'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Yahudiler erkek hanımıyla, arka tarafından cimâ’ ettiği takdirde çocuğun şaşı geldiğini ileri sürüyorlardı. Bunun üzerine: "Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın." (el-Bakara, 2/223) âyeti indi.[42]

C. İslâm’ın kabul etmemekle birlikte red de etmediği haberler hakkında ise hüküm vermemek icap eder. Çünkü Buhârî'nin[43] rivayetine göre Ebu Hureyre Radıyallahu anh şöyle demiştir: Kitap ehli Tevrat'ı İbranice okuyorlar ve müslümanlara arapça açıklıyorlardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine: Kitap ehlini tasdik de etmeyin, onları yalanlamayın da ve biz Allah'a, "bize indirilene ve size indirilenlere iman ettik" (el-Ankebut, 29/46) deyiniz.

İlim Adamlarının İsrâiliyâta Karşı Tutumları

İlim adamlarının, özellikle de müfessirlerin bu türden olan İsrâiliyâta karşı çeşitli tutumları vardır.

A- Kimileri İsrâiliyâttan olan bu tür rivayetleri senetleriyle birlikte çokça zikretmiş olup, senetlerini kaydetmek suretiyle bu hususta sorumluluktan kurtulduğunu kabul etmiştir. İbn Cerir Taberî gibi.

B- Kimileri bu tür İsrâiliyâtı çokça zikretmekle birlikte çoğunlukla senetlerini de kaydetmemiştir. Dolayısıyla böyle bir kimsenin durumu geceleyin odun toplayan kimsenin haline benzer. Beğavî buna örnektir. Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiye onun tefsiri hakkında şunları söylemektedir:[47] O Sa’lebi'nin Tefsirinin muhtasarıdır. Fakat Tefsirine uydurma hadisler ile bid'at ehlinin görüşlerini almamıştır. Sa’lebî hakkında da şunları söylemektedir: O geceleyin odun toplayan birisine benzer. Tefsir kitaplarında sahih, zayıf, uydurma ne bulduysa nakleder.

C- Kimisi de bu tür rivayetlerin pek çoğunu zikretmekle birlikte, bazılarının akabinde zayıf olduklarını belirtmiş ya da onları reddetmiştir. İbn Kesir gibi.

D- Kimisi de bu tür rivayetleri reddetmekte aşırıya gitmiş ve bunlardan Kur’ân'a tefsir olarak değerlendireceği hiçbir şey zikretmemiştir. Muhammed Reşid Rıza gibi.

Zamir

Zamir: Sözlükte ya zayıflık demek olan "ed-dumûr"dan gelmektedir. Çünkü harfleri azdır. Yahutta gizlemek anlamındaki "el-idmar"dan gelmektedir. Çünkü zamir gizli, saklıdır.

Terim olarak; ifadeyi kısaltmak amacıyla zâhir yerine kullanılandır. Zamir; (hazır ve gaib için kullanılan isimlerin) köklerinden olmamakla birlikte hazır ya da gaib oluşa delâlet edendir, diye de tanımlanmıştır.

Zamir Kullanılacak Yerde Açık İsmi Zikretmek

Aslolan zamir gelmesi gereken yerde zamir kullanmaktır. Çünkü böylesi anlamı daha açık ortaya koyar, lafzan daha kısadır. Bundan dolayı yüce Allah'ın: "Allah onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (el-Ahzab, 33/35) buyruğunda zamir kendisinden önce geçmiş yirmibeş kelimenin yerini tutmaktadır.

Bazen zamir yerine açıkça isim getirildiğide olur. İşte "zamir kullanılacak yerde açık isim kullanmak" diye adlandırılan husus da budur. Bunun, anlatımın akışına göre ortaya çıkacak pekçok faydaları vardır.

Fasıl Zamiri

Fasıl zamiri, munfasıl ref’ zamiri (özne konumundaki ayrı zamir) şeklinde bir harf olup, her ikisi de marife oldukları takdirde mübtedâ ile haber arasında yer alır.

Bunun üç faydası vardır:

1. Te'kid (ifadeyi pekiştirmek): Çünkü "Zeyd o senin kardeşindir" cümlesi, "Zeyd kardeşindir" cümlesinden daha vurguludur.

2. Hasr: Bu zamirden önceki ifadenin, zamirden sonra gelecek ifadeye has ve ona munhasır olduğunu anlatır. Çünkü; “Çalışan odur ki başarılı olur” (anlamındaki) ifade, başarının çalışana has olduğunu anlatır.

3. Fasl ifade eder. Yani zamirden sonra gelen ismin haber ya da tabi olduğunu anlatır. Çünkü "Zeydun el-fâdıl" ifadesinde "el-fâdıl"ın Zeyd'in sıfatı ve haberin sonra gelme ihtimali vardır. Bununla birlikte "el-fâdıl" lafzının haber olma ihtimali de vardır. Eğer "Zeyd huvel’l-fadıl" denilecek olursa, bu durumda arada fasıl zamirinin varlığı sebebiyle fazilet sahibinin Zeyd olduğu anlaşılır.

İltifât

İltifât: Böz üslubunu bir şekilden bir başka şekile dönüştürmek demektir. Bunun çeşitli şekilleri vardır. Bazıları şunlardır:

1. Gaibten muhataba iltifât (geçiş): Yüce Allah'ın: "Hamd, alemlerin Rabbi, rahman, rahim ve din gününün maliki olan Allah'ındır. Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz." (el-Fatiha, 1/2-5) buyruğunda ifade gaibden sözetmekte iken, "yalnız sana" ifadesiyle muhataba geçilmiş olmaktadır.

2. Muhatabtan gaibe geçiş şeklinde iltifât: Yüce Allah'ın: "Hatta siz gemilerde bulunduğunuz zaman onlar da içindekileri ... götürüp ..." (Yunus, 10/22) buyruğunda ifade muhatabtan "onlar da götürüp" ifadesiyle gaibe geçiş yapılmıştır.

3. Gaibten mütekellime iltifat (geçiş): Yüce Allah'ın: "Andolsun Allah İsrailoğullarından söz almıştı. Biz içlerinden oniki de nakîb (temsilci) dikmiştik." (el-Mâide, 5/12) buyruğunda ifadeler, gaib iken "dikmiştik" buyruğu ile mütekellime geçilmiştir.

4. Mütekellimden gaibe geçilerek yapılan iltifat: Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki biz sana Kevser’i verdik. O halde Rabbin için namaz kıl." (el-Kevser, 108/1-2) buyruğunda, mütekellimden "Rabbin için" buyruğu ile gaibe geçiş yapılmıştır.

İltifatın birtakım faydaları vardır. Bazıları şunlardır:

1. Üslîp değişikliği dolayısıyla muhatabın dikkat etmesini sağlamak.

2. Muhatabın anlam üzerinde düşünmesini sağlamak. Çünkü üslûbun değişmesi bunun sebebi üzerinde düşünmeye götürür.

3. Muhatabın usancını ve bıkkınlığını gidermek. Çünkü üslûbun aynı şekilde devam etmesi çoğunlukla usanç vericidir.

Bunlar bütün şekillerinde iltifâtın genel faydalarıdır.

Özel faydaları ise, anlatımda sözkonusu edilenlere uygun olarak, herbir şeklinde özel birtakım faydalar ortaya çıkar.

                             HADİS USULU

SÜNNET VE HADIS

1 . Sunnetin lugat ve ıstılah manası

 Sunnet, Hazreti Peygamberin söz, fiil ve takrirlerine ıtlak edilmeden önce muhtelif manâlarda kullanılmıştır. Bu manâlar içerisinde en çok kullanılan"es-sira" (gidiş) ve et-tarik (yol) olmuştur. Sunnetin usulcüler arasında kazanmış  olduğu manâ ise, onun lugat manasından daha farklıdır. Usulcülere göre sunnet denildiği zaman, Hazreti Peygamberden nakledilen söz, fiil ve takrirler akla gelir. Sunnetin, bir de hadisçiler arasında kazanmış  olduğu ıstılah manası  vardır. Bu manâ, usulcülerin verdiği manâdan daha umumidir ve Hazreti Muhammed (A.S.)e peygamberlik gelmeden önce, onun, dini veya gayri dini söz, fiil ve takrirlerinin hepsini de içine alır. Bu manasıyle sunnet, hadisin karşılığıdır.  Söz, fiil ve takrir Gerek usulcülerin ve gerekse hadisçilerin tariflerinde sunnet karşılığı  olarak verilen söz, Hazreti Peygamberin, her hangi bir mesele hakkındaki şifahi beyanıdır. Buna göre, hadis kitaplarında gördüğümüz ve" kâle Rasülu'llah" (A. S.) ibaresiyle başlıyan binlerce hadis, bu guruba dahil olmaktadır. Fiil, Hazreti Peygamberin, namaz, oruc, hacc, zeka t ... vb. çeşitli ibadetlerindeki davranışlarına ait sahabenin nakletmiş  olduğu haberlerdir. Mesela, "Allah'ın Rasülü abdesti şöyle alırdı" gibi, sahabe tarafından verilen haberler, Hazreti Peygamberin sunnetine delâlet ederler. Takrir ise, sahabe tarafından söylenen bir sözü veya işlenen bir fiili, Hazreti Peygamberin reddetmeyip sükût etmesi, güzel karşılaması  veya teyid etmesidir. Kitap veya sünnette hükmü bulunmayan her hangi bir mesele hakkındaki sahabe içtihadı  da takriri sunnetten sayılır.

 Sunnetin islam dinindeki yeri İslam dininin inkişafında ve onun kısa bir zaman içerisinde bütün Arap ülkesine yayılmasında sunnetin büyük rolü olmuştur. Bilindiği gibi ilk Islam hükûmeti, müslümanların 622 senesinde Mekke'den hicretinden sonra Medine'de kurulmuştur; fakat bu hükumet, ilk kurulduğu sıralarda, Medine'nin ancak bir kısmına hakimdi; diğer ve daha büyük kısımlarında ise müşrik araplar ve yahudiler yaşıyordu. Kur'ân, Medine'de yeni bir devletin temelini atarken, bu araplarda hala cahiliye devrinin bedevi hayati hüküm sürüyordu. Bunların bir hükûmetleri, kaza'i mercileri yoktu; aşiretler halinde yaşadıkları  ve bu aşiretler de zamanla kabilelerden ayrıldığı  için, aralarında ekseriya bir kan bağı  ve aileyi bir karabet bulunuyordu. Mekke'de islamiyetin doğuşu ve Medine'de yeni bir Islam Devletinin kuruluşu, o zamana kadar bedevi hayatı  yaşıyan ve sonra müslüman olan kabileleri yeni bir hayat sistemine bağladı. Bir taraftan evlenme (izdivac), boşanma (talak), alımsatım (beyi`), öldürme (katl), hırsızlık (sirkat) ve daha bir çok meselelerde Islam topluluğunun harekât hattı  çizilirken, diğer taraftan, Mekke'de kısaca temas edilmiş  olan itikad ve amele ait dini meseleler yeniden ele alınmış  ve kesinleştirilmiştir. Müslümanlar, bu yeni sisteme kendilerini çabuk alıştırmışlardır. Bu intibak, kısa bir zaman içerisinde o kadar sür'atli olmuştur ki bu gün dahi buna hayret etmemek elden gelmez. Maamafih, bunun sebebini, islamiyetin, o günün insanına aşılamış  olduğu ruh ile, o insanın bu dine olan bağlılığında ve bu bağlılığın samimiyetinde aramak gerekir.

 Sunnet ise, yukarıda da tarifini verdiğimiz gibi, Hazreti Peygamberin söz, fiil ve takrirleridir.

Sahabe, Hazreti Peygamber devrinde, Islam dinine taalluk eden meseleleri, Kur'ânı  Kerimden, Peygamber vasıtasıyle alıyordu. Çok defa, nazil olan ayetler mücmeldi; müslümanlar, onları  anlamakta güçlük çekiyor ve ekseriya Hazreti Peygambere başvurarak bu ayetlerin kendilerine açıklanmasını, ifade etmek istediği manânın iyice ortaya konulmasını  istiyorlardı. Mesela, Kur'ân, namazın muayyen vakitlerde mü'minler üzerine yazılmış  bir farz olduğunu bildirmiş, sık sık da müslümanlara namaz kılmalarını  emretmiştir. Sahabe, her ne kadar bu emirlerin zahiri manasım anlamış  ise de namazın nasıl kılınması  gerektiğini, hangi vakitlerde ve kaç rek`at kılınacağını  öğrenmek için Hazreti Peygambere başvurmuştur.

Hazreti Peygamber, Kur'ânı Kerimde mücmel olarak zikredilen bu âyetleri, yine, ilahi emirle müslümanlara açıklamış  ve açıklanan şekilde onların amel etmelerini istemiştir: "Biz, sana Kur'anı  insanlara açıklayasın diye indirdik"(nahl 44) Yine Ilahi emir, onun, insanların ihtilaf etmiş  oldukları  şeyleri açıklamak için ve mü'minlere de hidâyet ve rahmet olarak indirildiğini beyan etmiştir: "Biz, sana Kitab'ı, insanların ihtilaf ettikleri şeyleri beyan etmek ve mü'minlere, hidayet ve rahmet olmak üzere indirdik". Kur'ânı Kerim, Hazreti Peygamberi, kendisine indirilen âyetleri müslümanlara tebliğ  ve tebyin etmekle vazifelendirdiği gibi, müslümanlara da ona uymayı  ve onun gösterdiği yoldan yürümeyi emretmiştir:" "Rasûlün size verdiklerini alınız ve nehyettiği şeylerden de çekininiz" (Haşr süresi, 7 )çünkü o, " ...onlara iyiliği emreder, onları  kötülükten nehyeder; iyi olan şeyleri onlara halâl kılar, kötü olan şeyleri haram(A'râf süresi, ây. 156)Yukarıdan beri zikredilen bütün bu âyetler, sahabenin, çeşitli müşküllerinde Hazreti Peygambere  baş  vurmaları  gerektiğini açık bir şekilde göstermektedir. Onun, gerek bu müşküllerin hallinde ve gerekse sahabenin, izahına ihtiyaç duyduğu bir çok âyetin tefsirinde ileri sürmüş  olduğu fikir ve beyanlar, yukarıda tarifini verdiğimiz sunnetin, geniş  bir külliyat olarak vücut bulmasına vesile olmuştur. Eğer biz, burada geçen sunnet kelimesini, hadisçilerin kullanmış  oldukları  ıstılah manâsına alacak olursak —ki bu, umumi manâsıyle hadistirHazreti Peygamber henüz hayatta iken, sahabenin, dini müşkillerinin anahtarı  olarak geniş  bir hadis külliyatına sâhip olduğu anlaşılır..

Ashab, Hazreti Peygamberden duymuş  olduğu herhangi bir sözü veya görmüş  olduğu herhangi bir fiili, kendi aralarında daima müzakere etmiş  ve günlük hayatlarını  bu söz ve fiilin ifade ettiği manâya intibak ettirmeğe çalışmıştır. Onların, sunnet ve hadise karşı  gösterdikleri bu yakın ilgi, yukarıda bahsettiğimiz külliyatın süratle teşekkülünde büyük âmil olmuştur. Hazreti Peygamberin hayatında teşekkül etmiye başlıyan bu külliyatın, ilk sahabilerin elinde yazılı  olarak bulunmadığı  ve fakat hâfızalarda tutulduğu bir gerçektir. Mamafih, hemen şunu kaydetmek lâzımdır ki, Hazreti Peygamberden işitilen herhangi bir hadisi, herhangi bir kimseden gelişi güzel işitilen bir sözle karşılaştırmamak icab eder. Yukarıda da kaydettiğimiz gibi hadis ve sunnet, Kur'ânı  Kerimin emir ve tavsiyeleri neticesi, ilk müslümanlar arasında en yüksek mertebeye ulaşmış  ve onları  aralarında müzakere ve münakaşa etmek suretiyle hâfızalarma yerleştirmişlerdir. Hazreti Peygamberden hadis dinlemek ve öğrenmek için onlarda bir nevi hırs, derin bir iştiyak belirmiştir. el-Buhari tarafından da nakledilen bir Ebû Hurayra hadisinde, hadise karşı  duyulan bu hırsın açık misalini görebiliriz: Ebû Hurayre, kıyamet günü şefaatine nâil olacak kimseler hakkında Hazreti Peygambere bir sual sorduğu zaman "diğerlerine nisbetle hadise karşı  daha fazla hırsın olduğunu bildiğim için, bu mevzuda bana ilk sual soracak olan kimsenin sen olacağım tahmin ediyordum" cevabını  almıştır.  Bizzat Hazreti Peygamber tarafından müşahede edilen bu hırs, belki bütün sahabilerde vardı,fakat Ebû Hurayre'de daha fazla idi. Bununla beraber Hureyre'nin Abdullah İbn Amr hakkındaki şu itirafını  da zikretmek gerekmektedir; zira bu itiraf, hadis toplamak hususunda kendisinden daha hırslı  kimselerin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bu itirafa göre Ebû Hureyre, Abdullah İbn Amr'in kendisinden daha fazla hadis bildiğini, zira onun, hadislerini yazdığını, kendisinin ise yazmadığını  açıklamıştır.

 Hazreti Peygamber henüz hayatta iken, yukarıda ismi geçen Abdullah İbn Amr gibi yazı  bilen bazı  sahabiler ve Hazreti Peygamberin vefat ından sonra yazı  yazmasını  öğrenmiş  olan pek çok sahabi, ondan işitmiş  oldukları  hadisleri yazmışlar ve sahifelerde toplamışlardır. Şunu, burada hemen zikretmek icab eder ki İslâmiyetin ilk günlerinde yazı  bilen sahabi adedi çok azdı. el-Belâzurinin rivayetine göre, bu sıralarda, Kureyş'ten ancak onyedi kişi yazı  biliyordu. Bunlar: Omer ibnul-Hattâb, Ali İbn Ebi Tâlib, Osmân İbn Affân, Ebû Ubeyde İbnul-Cerrâh, Talha, Yezid İbn Ebi Sufyân, Ebû Huzeyfe İbn Utbe İbn Rabi`a, Hâtıb İbn Amr, Ebû Seleme İbn Abdi'l-Esed el-Mahzûmi, Ebân İbn Said İbn Umeyye, Hâlid İbn Said, İbn Ebi Serh el-Amiri, Huvaytıb İbn Abdi'l-Uzzâ el-Amiri, Ebû Sufyân İbn Harb, Muâviye İbn Ebi Sufyân, Cuheym ibnu's-Salt ve El-Alâ' ibnu'l-Hadrami idiler.   Kadınlar arasında da ancak üç dört kişi yazı  biliyordu; Hazreti Peygamberin zevcelerinden Aişe ve Ummu Seleme, yazamamakla beraber yazıyı  okuyorlardı. Hazreti Peygamber de yazı  bilmiyenler arasında idi. Kur'anı Kerim, bu hususa şehadet eder ve der ki: "Sen, bu Kitaptan önce bir kitap okumuş  ve sağ  elinle yazı  yazmış  değildin; yoksa, batıl söz söylemekle şöhret yapmış  kimseler şüpheye düşerlerdi"( Ankebût sûresi, 48)

Sahabenin hadis yazmaktan menedilmesi

 Hazreti Peygamberin, okuma yazma san'atının gelişmesi üzerindeki çalışmaları  kısa bir zaman içerisinde semere vermeğe başlamış, bir çok sahabi yazıyı  öğrenmişti; fakat şunu itiraf etmek lazımdır ki yazının yeni yeni inkişaf etmesi dolayısıyle sahabenin çoğu hatadan sâlim olarak yazı  yazamıyordu. Bir ibarenin okunuş  ve teleffuzunda ittifak etseler bile, ayni ibareyi muhtelif kimseler muhtelif şekillerde yazıyorlardı. İşte bu devirde hadislerin yazılması  Hazreti Peygamber tarafından menedilmişti. Hazreti Peygamberin, ashabını  hadis yazmaktan men'ine dair gelen haberlerin en meşhuru Ebu Said el-Hudri hadisidir. Bu meşhur sahabinin rivayetine göre Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: "Benden, Kur'ândan başka bir şey yazmayınız; her kim, benden, Kur'ândan başka bir şey yazdı  ise onu imha etsin"." Yine Ebu Sa`id, bir başka hadisinde der ki: "Hadis yazmak için Rasülullah (A. S.) tan izin istedim; bana izin vermekten çekindi".  

Hadis yazan bazı  sahabiler

 Hadis kitabetine ait nehyin ruhsata çevrilişi hakkında kaynaklar bize bol haberler muhafaza etmişlerdir. Mesela, bu haberlerden birisi muhtelif isnâdlarla Ebû Hurayra'dan rivayet edilmiştir: Ashabtan biri, işitmiş  olduğu hadisleri ezberleyemediğini söyleyerek, Hazreti Peygambere hafızasından şikayet etmişti. Hazreti Peygamber, bu sahabiye "hafızana elinle yardım et" yani "yaz" demiştir.  Yine Ebû Hurayra'dan rivayet edilen bir habere göre, Mekke'nin fethedildiği sıralarda Hazreti Peygamber, müslümanları  toplamış  ve onlara bir hutbe irad etmiştir. Hutbeyi dinleyenler arasında bulunan Ebû Şah isminde Yemenli bir şahıs, hutbenin kendisi için yazılmasını istemiş  Hazreti Peygamber de orada bulunanlardan birisine "hutbeyi, Ebû Şah için yazınız" demiştir.  Bu haberler içerisinde, Hazreti Peygamberin, hadis kitabetine müsaadesini en iyi ifade eden ibareler, yukarıda da temas etmiş  olduğumuz Abdullah İbn Amr hadisidir. Bu meşhur sahabi, hadis yazmak için Hazreti Peygamberden izin istemiş  o da "yaz" demiştir. Bunun üzerine Abdullah İbn Amr tekrar sormuştur: "Sen, rıda ve gadab halinde iken işittiğim hadisleri de yazayım mı?". Hazreti Peygamber, onun bu sualine de müsbet cevap vermiş  ve "evet" demiştir, "çünkü ben, yalnız hak olanı  söylerim".  Bu devrede, Hazreti Peygamberin, hadis kitabeti hakkında takınmış olduğu tavrı  müşahede ettikten sonra yazı  bilen bir çok sahabinin hadis yazmağa başladığını  ve Hazreti Peygamber henüz hayatta iken geniş  bir hadis külliyatının vücuda geldiğini kabul etmemiz, bizi yanlış  bir neticeye götürmez. Bununla beraber, hadis yazanların, sahabenin ekseriyetini teşkil ettiği de ileri sürülemez.

     FIKIH USULU

KELIME VE TERIM OLARAK FIKIH

Fıkıh kelimesi ve türemişleri Kur'an'da yirmi yerde geçmektedir.Bu kelimenin üç manada kullanıldığını  görüyoruz. Birincisi bilmek, ilim manasında kullanılmaktadır.Nitekim Kur'an'da (Hud süresi ayet 91) "Ey Şuayıb, dediğin birçok şeyin hakikatini bilmiyoruz" şeklinde geçmektedir.  İkincisi mutlaka anlamak manasındadır. Kehif Süresi 93 de "Nerde ise laf anlamayacak bir kavim buldu".Üçüncüsü de kavramak, idrak etmek, zeka ve fıtnatla anlamak, akletmek demektir. Bu hususta Nisa Süresinin 78 inci âyetini zikretmek mümkündür. "Bu insanlara ne oluyor ki hiç bir söz kavramıyorlar"  Bu ayeti kerimelerde geçen fıkıh kelimesinin genellikle Türkçeye anlamak manasında tercümesi görülmektedir. Bu üç manaya gelen bu ayeti kerimeleri tefsir kitaplarına dayanarak zikretmişsek de asıl bu manaları  belirten lügat kitaplarıdır". Fıkıh kelimesi söylenen sözden, söyleyenin gaye ve maksadını anlamaya da denmiştir". Ancak bu kelimenin, Hz. Peygamberin devrinde ve hatta sahabenin devrinde sözlük manasının dışında çok kullanıldığına rastlanılmamaktadır. Bu devirde daha çok "kaza", "re'y" ve "içtihad" kelimelerinin kullanıldığı  görülmektedir. Hz. Ebu Bekir ve Ömer ve diğer sahabe olsun, birinin fikrini sormak istedikleri zaman "re'yin" yani fikrin nedir veya "sen nasıl görürsün" ? gibi sorularla karşısındaki kimsenin bir mesele hakkındaki kanaatını  ve fikrini sorardı. "Sen nasıl anlıyorsun, anlayışın nedir" ? gibi soruların karşılıklarında kullanılması  gereken "fıkıh" ve "Fehm" kelimelerine rastlanılmamaktadır. İbn Haldun da buna işaret ediyor ve "sahabenin hepsi fetva sahibi değildi, din bilgisi de hepsinden öğrenilmezdi. Bu ancak Kur'an'ı  hamil olan ve onu anlayanlara mahsustur. Bunun için Kur'an' ı  okuyanlara "Kurra" denirdi. Çünkü araplar okumak bilmeyen bir millet idi. Kur'an'ı  okuyanlara bu isim verilmiştir. Başlangıçta böyle olup sonra Islam'ın şehirleri çoğalıp, araplardan  ümmilik (okumamazlık) kalkınca, istinbata kadir olmuşlar, fıkıh (anlayış) ilerleyince bu bir sanat olmuş, "Kurra" ismini bırakıp onun yerine fukaha (fakihler) ve ulema (âlimler) isimlerini koymuşlardı  ". Hz. Peygamberin ve sahabenin devri sona erip fıkıh mezhepleri teşekkül etmeye başlayınca fıkıh kelimesi de yaygın olmaya başlamıştır

 "Fıkıh" kelimesinin açıkladığımız lügat manasımn dışında sonraları  terimleşmiş  manasının başlangıcı  olan "dini bilme"ye dendiğini hem Kur'an'ı  Kerim'de ve hem de hadisi şerifte görmekteyiz. "Her toplulukta bir taifenin dını  ıyi öğrenmek (dinde fakih olmak) ve geri döndüklerinde milletlerini uyarmak için savaşa gitmemeleri gerekmez mi ?" ". Hz. Peygamber de "Allah kime bir iyilik murad ederse onu dinde bilgin (fakih) yapar" buyurmuştur". Bu hadiste geçen fıkıh sözü lügat manasında bilmek demektir. "Fıkıh" kelimesi mutlak anlayıştan dini anlayışa tahsis edilmiş  olduğu halde ilk devirlerde gördüğümüz gibi bu manada kullanılmamıştır. İkinci hicri yüz yılda bu kelimenin kullanılmasının yaygın hale geldiği ve bugün fıkıh dediğimiz terimsel manayı  aldığını görüyoruz. Tesbit edebildiğimize göre bunu Hasan Basrrnin (ö. 110 =- 782) Farkad Sebhi'ye (ö. 131 = 748) vermi ş  olduğu cevapta görüyoruz. "Fakih, ancak dünyaya rağbet etmeyip ahireti arzulayan, dinini iyi bilen, Rabbinin ibadetine devamlı  olan, kendini müslümanların ırzlarından geri tutan, mallarına karşı  iffetli olan ve onlara öğüt veren kimsedir". Gazali de bu tarifte kendi zamanında-ki bize kadar gelmiştir fıkhın, fetva kitaplarındaki meseleleri ezberlemeye denmediğini, ancak onlara şamil olmaması  gerektiğini de kendisinin anlatmak istemediğini kaydeder. Gazali'nin naklettiği bu tarifin gerçekten "ahlaki" anlamda bir tarif olduğu açıktır. Bundan da anlaşılıyor ki fıkhın içinde insanın davranışına tesir eden psikolojik bir mana mündemiç bulunuyor veya ona öyle bir mana veriliyordu. Bunu en iyi ifade edecek İmam-ı  Azam Ebu Hanifenin (ö. 150 = 767) fıkhı  tarifidir. Ona göre fıkıh, insanın lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. Biz bu tarifi şu şekilde ifade etmek istiyoruz: "Fıkıh, insanın yapacağı  ve yapmayacağı  şeyleri bilmesidir". İmamı  Azam'ın bu tarifi dinin bütün itikadi, ahlaki ve ameli emir ve yasaklarını, içine almaktadır. Bu tarif Hasan Basrininkinden daha şumüllü ve terim olmaya daha elverişlidir. Fıkhın terim olarak yani bugün İslam Hukuku denilen ilmin adı  olarak tarifine gelince bu hususta birkaç tarif zikretmek suretiyle aralarındaki farkı  göstermiş  olacağız.

1— a) Fıkıh, İmam Haremeyne (478 = 1085) göre, İctihad yolu ile elde edilen hükümleri bilmektir".

 b) Gazaliye (505 = 1111) göre, Fıkıh, yalnız mükelleflerin fiillerine sabit olan şer'i hükümleri bilmekten ibarettir .

 c) Fahreddin Raziye (606 = 1209) göre, Fıkıh, dinden olduğu zorunlu olarak bilinmeyen bizzat istidlalle elde edilen ameli şefi hükümlerin bilinmesinden ibarettir".

 d) Seyfuddin Âmidiye (631 = 1233) göre, fıkıh, istidltil ve fikir yoluyla elde edilen fer'i, şer'i hükümlerin tümünden meydana gelen ilimdir.

 e) İbn Hacib (646 = 1284), Ebil Berekât Nesefi (710 = 1310) ve Şevkâni (1255 = 1839) ye göre, fıkıh, istidlâl yoluyla ayrı  ayrı  delillerinden elde edilen fer'i şer'i hükümleri bilmektir".

2— a) Ali b.Muhammed Pezdevi (482 = 1089) ve Ebu Sehl Serehsiye (490 = 1096) göre, ilim iki kısımdır. Tevhid ilmi ve şeriat ilmi• Birinci kısım için asil olan Kur'an ve sünnettir. İkinci kısım fıkıh ilmi olup üç kısma ayrılır. a) Hükümlerin sadece kendilerini bilmek, b) Nass'ları  delilleriyle bilmek ve meselelerle kaideleri zabtetmek, c) O hükümlerle amel etmek ki sadece bilmenin kasdedilmiş  olduğu anlaşılmasın.  b) Abdülaziz Buhari (730 = 1329) ve Sadru ş  Şaria (747 = 1346) İmam Azam'ın yukarda geçen tarifini tercih ediyor. "Fıkıh", insanın lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmektir. Buna "amel yönünden" sözü eklenerek itikat ve vicdanla ilgili ilimler istisna edilir"". c) Beyzaviye (685 = 1286) göre fıkıh, ayrı  ayrı  delillerden amelî şer'i hükümleri bilmek demektir".

d) Kemal b. Human kendine mahsus bir tarif getiriyor: “Fıkıh, inanç gerektirmeyen mükelleflerin işlerine ait şer'i kesin olan hükümleri istinbat etmek gücüne sahib olarak tasdik etmek (yani kesinlikle bilmektir)" .  

İSLAM HUKUKUNDA OTORITE MENŞEİ  İslâm'da hüküm menşei Allah'tır ve Peygamber onun aracısıdır. Bunun yanında hüküm otoritesi yani verdiği hükme uyulması, itaat edilmesi zorunlu olduğu bildirilen otorite Kur'an'ı  Kerim'de açıklanmıştır. "Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi (Ululemr) olanlara itaat edin"( Nisa Suresi, 59) Bu âyeti kerimeye göre kimlerin hükümlerine uyulmasının farz olduğu bildiriliyor. Allah, Peygamber ve Ululemr. Her ne kadar ayetin devamında "her hangi bir meselede anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'ın ve Peygamber'in hükümlerine irca edin" deniyorsa da Ululemre itaat etme otoritesi de vaz edilmiş  oluyor. İlk müslümanlar devlet başkanının yeni deyimiyle Cumhurbaşkanının, eski ve tarihi deyimiyle halifenin seçilmesini münakaşa ederken kimlerin bu seçim işlerine katılacağını  da münakaşa etmişlerdir. Bilhassa Ebu Bekir ve Ömer hilafetleri zamanında yeni doğmuş  meselelere çözüm yolu bulmak ve onları  yeni bir hükme bağlamak için ileri gelen insanlara danışırlardı. Ve sonra mevkilerinin yani devlet başkanlığın verdiği otoriteye dayanarak varılan hükmü yürürlüğe kor ve onu infaz ettirirlerdi. Bu durum, Islam'da otoriteyi tayin ettiği gibi böyle bir otoritenin bulunduğunu da ortaya koymaktadır. Ancak bu devlet başkanlığı  otoritesi Hz. Osman'ın hilafeti zamanında sarsılmış  ve Hz. Osman'ın halife olmasına rağmen şehit edilmesine müncer olmuştu. Böylece doğan anarşi içinde devlet başkanhğını üzerine alan Hz. Ali otoriteyi sağlayamamış  ve ondan sonra gelen Muaviye ise yetiştirdiği askeri birlikler sayesinde kuvvet kullanarak zahirde duruma hâkim olmuştu. Muaviye devlet başkanlığı  (hilafet) otoritesini kurmağa çalışmamış  ve sadece kendi idaresine karşı  olanları  bertaraf edip idareye önem vermiş, kaza'ya, yani adalet müessesesine aldırış  etmemişti. Halk hükümleri ün yapmış  ilim, fıkıh ve hadis adamlarına danışıyor ve işlerini görüyordu. Valiler sadece kendi idareleriyle ve karışıklığa ait meselelerdeki hükümlerle ilgileniyorlardı. Böylece Islam'da kaza yani adalet sisteminde bir anarşi havası  esiyordu. Her kadı  ve müctehit Kur'an ve hadise bağlı kalarak bunun dışında kendi fikir ve ictihadına göre hükmediyordu. Bir şehirde aynı  mesele hakkında değişik karar ve hüküm veren müctehitler bulunuyordu. Bundan anlaşılıyor ki ya müslümanlar Iran'da, Suriye'de ve Mısır'da daha önce bulunan kaza (yargı) müesseselerinden istifade etmemişlerdir veya böyle müesseseler onlarda da yoktu. Yargı  (kaza) organındaki bu anarşiyi ilk görenin -Ahmed Eminin fikrine göre- Emevi halifesi Ömer b. Abdulaziz olduğu ve bu anarşiyi önlemek maksadiyle "hadisler"in toplanmasını  emrettiği ileri sürülmektedir. Bu, aynı zamanda Emevilerin içinde yargı  (bu devirde din olarak anlaşılmaktadır, zira hükümler Kur'an ve Sünnete göre veriliyordu) organı  ile ilgilenenin sadece Ömer b. Abdulaziz olduğunu göstermektedir. Daha açık ve belirli bir hale gelen yargı  organının yanında diğer müesseselerdeki anarşiyi önlemek için bunları  merkeze ve devlet başkanının tasdikinden geçirerek her hususta ve bu arada yargı  organını  tek kanun ve otorite altına almayı  tavsiye eden bir muhtırayı  (risale) Abdullah İbn Mukaffa (143 = 760) ın Ebu Cafer Mansur'a verdiğini görüyoruz . Bu risalenin fikir olarak tesir ettiği ve Harun Reşidin buna binaen İmamı  Malike bu işi yüklemek istediği tarihçe sabittir. Ne yazık ki, bu fikir gerçekleşememiş  ve yargı  (kaza) organındaki anarşi devam etmiştir.

Idari ve siyasi otoritenin yargı  organındaki anarşiye çare bulamadığı  ve bunu yapabileceğine de belirti kalmadığı  için fıkıh otoritelerinin kendileri buna bir çare buldular. Bu zamana kadar mezhepler teşekkül etmiş  ve her birinin prensipleri açıklık kazanmıştı. Anarşiyi önlemek için merkezi bir otorite tesbit etmek gerekti. İşte mezhep bu anda imdada yetişti. Her fakih ve kadı  istediği gibi hüküm veremiyecek, ancak tâbi olduğu mezhebin verdiği hükümleri uygulayacak, eğer mezhebin o hususta bir hükmü yoksa, mezhebin prensiplerinden hareket ederek bir hüküm verecekti. Yargı  organındaki anarşiyi böylece ictihad kapısını  kapayarak ve onu mezhebin bağlarıyla bağlayarak işlemez hale getirmişlerdi. Ebu Bekir ve Ömer zamanında onların iradesi ictihadi meselelere inzıman ediyor ve kanuniyet kazanıyordu. Onların tayin ettikleri kadıların iradesi de ictihadi hükümlere inzımam ederek kanuniyet kazanıyordu. Bundan sonraki devirlerde devlet başkanlarının ehemmiyet vermemeleri yüzünden tayin ettikleri kadıların otoritesi de olmuyordu. Mezhep hareketi ilim adamlarının ictihadını  sıkı  bağlarla mezhep otoritesine bağlamış, bu suretle hem onlar ictihaddan menedilmiş  ve hem de mezhep kuvvet kazanmıştı  İkinci merhale halkın bu mezheplerden birine uymak mecburiyetine tutulmalarıdır. Halk bir mezhebe bağlı olmakla o mezhebin hükümlerini yerine getirmek zorunda olduğunu kabul etmiş  oluyordu. Halk için mezhep değiştirmek, din değiştirmekten daha zor hale getirilmişti. İşte islâm'da hukuk otoritesinin, böyle gayri resmi bir şekilde psiko-sosyal ihtiyaçlar altında mezhep merkez olmak üzere tesis edilmiş  olduğu söylenebilir. Yukardan beri Usulcülerin ifadelerinden istifade ederek belirtmeğe çalıştığımız şeriat ve fıkıh ayırımı  üzerinde burada da bir noktayı  işaretlemek zorundayız. İşte mezheplerin, fıkıh ve ictihadlarının halk üzerinde bir otorite kurabilmeleri için fıkhın şeriatla aynileştirilmesi gerekmişti. Bunun için fıkha şeriat demek icab etmişti. Zira şeriat Kur'an ve hadisteki hükümler ise, fıkıh da onlara ve onların sebeb ve nedenleri göz önünde tutularak verilen hükümlerden ibarettir. Kur'an ve hadis asıl olduğuna göre onlara dayandırılan hükümler de onların tasvibine mazhar olmuş  ve artık dini otoriteye sahib kılınmışlardı. Beşeri ve insani anlayışların ve temayüllerin neticesi olan fıkıh hükümlerinin böylece infaz edilmesini gerekli kılan bir otoriteye daha bağlanmaları  sağlanmıştı. Fıkıh ile şeriat (din) arasında eskiden konan farkı  ortaya koymağa çalışmamızın birkaç faydasını  burada zikretmeyi uygun buluyoruz. Zira bu mesele üzerine bu kadar eğilmemizin sebebi zaten budur. a) Son asırlarda ve bilhassa günümüzde fıkhın, âniden gelişen olaylara cevap veremediği, zaten asırlarca dondurulduğundan bu durumda verme imkanı  da görülmediği için Osmanlı  Imparatorluğunun son devrinde ve ona paralel olarak Mısır'da Avrupa kanunlarından istianeye gidilmeye başlanmıştı. Fıkhın şeriat olduğunu kabul edenlere göre bu, dinden uzaklaşma olarak damgalanmıştı. Avrupa kanunlarını  alan ve alanları  destekleyen taraf da din (şeriat) ile fıkhı  birbirinden ayıracak durumda olmadıklarından aldıkları  kanunlarda fıkhı  tenkit ederken dini tenkit etme durumuna düşmüşlerdi. Böylece yeni hukukçular arasında şeriat sevimsiz bir kelime oluvermişti Fıkhın tenkitlerinden din de zarar gördü Dinin kutsallığını  tenkitten masun tutmak için fıkıh ile şeriatı  (din) birbirinden ayırmak gereklidir. Bu, şimdiki durum karşısında zorunluluk arz ediyorsa da, aslında yukarda gösterildiği gibi ihtiyaç olunmayan devirlerde de ayırımına gidildiğini gösterdik. b) Fıkhın şeriat olduğuna inanan ve onu bugüne uygulamak emelinde olanlara veya fıkhın uygulanmamasından ötürü kalblerinde bir suçluluk ve eziklik bulunan kimselere eskilerin dillerinden fıkıh ile şeriat arasındaki farkı  ortaya koyarak dine olan samimiyetlerine devam etmelerine, fıkhın değişen şartlara göre değişmesi gerekmesinden dinin değişmeye tâbi tutulamıyacağından emin olmalarına ışık tutmak istedik. c) Fıkhın aleyhinde olup dindar kalmaya veya olmaya devam etmek isteyenlerin fıkhı  tenkit ederken onu dinle birleştirmemeleri gerektiğinin ve her ikisi arasında fark olduğunun bilinmesini temin etmek suretiyle onlara yardımcı  olmak istedik. d) Yukarda temas ettiğimiz gibi birçok Islam memleketleri fıkıh hükümlerinden uzaklaşmışlardır Bunun için bugün, mezheplerin ictihadlarına dayanan fıkıh hükümlerini yerine getirmeyen kimsenin dinsizlikle itham edilmesinin doğru olmayacağının anlaşılmasını  sağlamaya çalıştık. e) Islam dinine inanmayanların, fıkhı  ve her hangi bir müctehidin ictihadını  tenkit ederken -ki bunu inananlar da yapar- fıkhı  dinden arrmaları  ve dine tenkit yönelterek çoğunluğun vicdanım incitmekten uzak durmaları  ilmi araştırmalarına mani teşkil etmez.

İSLAM HUKUK FELSEFESİNE AIT İLK YAZILI VESİKA: Hz. Ömer halife olduğu zaman kadılar tayin etmek ihtiyacını  duymuş  ve Kindeli Şureyh'i Kûfe kadılığına, Osman b. Kays b. Ebil-As'ı  Mısır kadılığına ve Ebu Musa Eş'ariyi Basra Kadılığına tayin etmiş  ve Ebu Musa'ya sonradan bir mektup yazmış  ve bu mektupta bazı  Usul kaideleri dercetmiştir. Bunu öneminden ötürü parağraflara ayırıp çeşitli kitaplardaki farklarını birleştirerek tam tercümesini vermeğe ve işaret ettiği prensipleri kısaca açıklamaya çalışacağız.

"Rahman ve Rahim Allah adıyla. Allah'ın Kulu, emir ul-Müminin Hattaboğlu Ömer'den Abdullah b.Kays Ebu Musa Eşari'ye" İmdi, 1) Yargı  (kaza) ifası  gerekli sağlam bir esas ve uyulan bir sünnettir. 2) Sana bir dava geldiğinde onu anla ve dinle, çünkü infaz edilmeyen gerçek söz söylemenin faydası  yoktur. 3) Yanına almakta, duruşmada ve adalet esnasında taraflara eşit muamele et ki, kuvvetli zulmedeceğini ummasın ve zayıf olan da adaletinden ümidini kesmesin. 4) Delil getirme davacıya ve yemin etmek de davalıya (inkar edene) aittir. 5) Müslümanlar arasında haram olanı  helal yapmayan ve helal olanı  haram yapmayan bir sulh yapmak caizdir. 6) Kayıp bir hakkı  veya delili olduğunu iddia eden kimseye belirli bir müddet ver. Eğer delilini getirirse hakkını  alır verirsin, delil getirmekten aciz olursa, aleyhine hükmetme hakkına sahib olursun. Çünkü şüpheyi izale etmek ve cahilliği (körlük) kaldırmak ve mazur görülme hususunda tutulması  en uygun yol budur.

7) Bugün hükmettiğin bir meseleyi, sonra tekrar düşünüp doğrusunu bulmuşsan, önceden vermiş  olduğun hüküm, seni hak olana dönmekten asla alıkoymasın. Zira hak eskidir (kadimdir). Hakka dönmek batılda ısrar etmekten daha iyidir.

8) a— Kur'an ve Sünette olmayan meselelerde zihnine gelen fikirleri iyi tesbit et. b— Benzeyen ve benzeşen şeyleri öğren, sonra birbiriyle mukayese et ve Allah'ın hükmüne en yakın ve hakka en çok benzeyeni almaya dikkat et. 9) Sayacaklarmızın dışında müslümanlar birbirlerine karşı  âdildirler: a) Yalancı  şahitliği sabit olanın, b) Kur'an ve Hadiste belirtilen cezalardan birine çarpılmış  olanın, c) Kendisine bir menfaatın gelmesini temin etmekle itham edilenin, ve d) Akrabanın akrabaya şahitliği (itham edilmişse) kabul edilmez. Çünkü Allah kullarının gönüllerinden geçeni üzerine almış, delil ve yemin olmadıkça hüküm vermeyi menetmiştir.  Duruşma esnasında sakın kızma, söz kesme, usanç getirme, yüz çevirme ve incinir olma Çünkü adalet (hak) aranan yerlerde hak ile hükmetmeğe Allah büyük mükâfat verir ve onunla insanın şanını  yükseltir. Hak uğrunda niyeti halis olana, Allah yeter. Kalbinde olmayan şeyle kendini süslemek isteyen kimseyi Allah rezil eder. Allah insanların işlerinden ancak halis olanı  kabul eder. Allah'ın peşin rızkı  ve rahmetinin hazinelerine göre onun katında sevabın nasıl olacağını  zannedersin ? Allah'ın Rahmeti ve selamı  sana olsun".

 Bu mektubun uzun izahı  Şemseddin Sarahsi ve İbn Kayyim  Cevziye tarafından yapılmış  ve daha uzunu da yapılabilir. Her maddenin Kur'an ve Hadise dayanıp dayanmaması  yönünden incelenmesi mümkündür. Fakat verdiğimiz metnin tercümesi bir hukukçuya yetecek derecede açık olduğu için buna lüzum görmüyoruz. Yalnız bu mektubun İslam Hukuk Felsefesinin doğuşunda ilk yazılı vesikayı  teşkil etmesi bakımından ilmi öneminin yanında tarihi bir değeri de vardır.

HUKUK

Hukuk kelimesi arapçada iki şekilde kullanılmaktadır. Biri mastar olup "gerçek, hak, sabit olmak" manasındadır. Ezheri, bunun "vacib olmak" yani vücubluk derecesinde sabit olmak anlamında olduğunu kaydeder°". Kur'an-ı  Kerim'de Yasin  7 de "Söz çoğunun aleyhinde gerçekleşti" bu manadadır. "Şöyle yapmak zorundasın" gibi ifadelerde arapçada çok kullanılmaktadır. Diğeri, "hukuk" kelimesinin "hakk"ın çoğulu olmasıdır. "hakk" kelimesi de aslında masdardır. Birinci masdarla aynı  anlamı  taşırlar. Doğrusu hukuk ve hakk kelimelerinin her biri aynı  fiilin masdarlarıdır. Zira arapçada bir filin harfleri üç olursa onun masdarları  değişik olur. "Hakka" gerçekleşti, anlamındaki üç harfli fiilin masdarları  "hakk ve hukuk" gelmektedir. Bu fiile verdiğimiz mana bu her iki masdara da aynen şamildir. Ancak, bu ikinci kısımda incelemek istediğimiz "hukuk" kelimesi "hakk"ın çoğulu olacağından önce "hakk"ın manasını  biraz daha inceleyelim. "Hakk" (gerçek) hem sıfat ve hem isim olur. Sıfat olduğu zaman karşıtı  "batıl" (gerçek olmayan) ve "gerçeklik" anlamında isim olduğu zaman karşıtı  "butlan" haksızlık = gerçeksizlik demek olur. "Hakk"ın bir de karşıtı  "yalan"dır ve bu durumda anlamı  "doğru" sözü olur, ki "sadık" sözünün yerine kullanılır. "Hakk" (gerçeklik) ile "sıdk" (doğruluk) arasında fark gözetilmektedir. Vakıaya uygun olan hükme "hakk", denmekle beraber buna "sıdk" da denir. Ancak doğruluk (sıdk)ta hüküm yönü nazarı  itibare alınır ve bir hükmün doğruluğu, onun vakıaya uyması  olarak kabul edilir Fakat (hakk)ın gerçekte vakıa yönü nazari itibara alınır ve bir hükmün gerçekliği, vâkıanın kendisine uygun olarak vuku bulmasıdır ". Doğruluk (sıdk)ta merkez vâkıa, hüküm ona uyacak, gerçeklik (hakk) ta merkez hüküm, vâkıa ona uygun olarak vuku bulacaktır.

İSLAM HUKUKUNUN MENŞEİ  VEYA KAYNAĞI

Islam hukukunda, hukukun menşeini Allah'ın iradesi olarak anlamak lâzımdır. Ancak Allah'ın iradesinin tezahür şekli Islâm hukuk filozoflarma göre ikiye ayrılır. Birinci kısım kaynaklar, doğrudan doğruya hükmü ispat eder yani hüküm inşa eder ve koyar. Bunlar Kur'an'ı  Kerim ve Sünnettir. İkinci kısım kaynaklar hükmü keşif ve izhar eder, ortaya kor ve açıklar. Birinci çeşit kaynaklar ile ikinci çeşit kaynaklar arasında önemli olarak ileri sürülen fark birinciler inşa, hiç yokken yeniden bir hüküm vazederler, ki bu duruma göre Islam Hukuku'nun menşeini teşkil ederler. Bunlar bir yandan da bilfiil hukuki hükümler ve yasalar getirmiş  olduklarından hukuk kaynağı  da sayılırlar. İkinci çeşit kaynaklar, -ki bunlar, ictihad (kıyas), kamu yararı, istihsan, örf ve âdet vesaire- sadece hukuki hükümlere kaynak olurlar ve bunların inşa ve hüküm vazetme kabiliyetleri yoktur. Bunlarla ortaya konan hükümler açıklayıcı  ve keşfedici durumdadırlar. Aslında hüküm mevcuttur ama bilinmemektedir. Dinin, diğer deyimle Kur'an ve Sünnetin koymuş  olduğu bazı  prensip ve âlâmetlerle hüküm bulunup çıkarılmaktadır. Tabiat kanunlarında olduğu gibi, nasılki fizikçiler tabiat kanunların koymayıp bulup ve keşfedip açığa vuruyorlarsa fakihler ve müctehitler de öyle yaparlar, aslında dinde prensip ve emarelerin arkasında bulunan hükümleri anlayıp ortaya koyarlar. İşte bu prensip ve emareler birer hukuki hüküm kaynağıdır

Yukarda açıkladığımız gibi bundan dolayı  müctehitlerin çıkardıkları  hükümler de şeriat hükmü ve din ahkamı  sayılmışlardır. Anlattığımız bu görüş, islâm hukukçularında (fukaha) hâkim olan bir görüştür. Fakat ikinci çeşit kaynaklar hakkında mezhepler arasında ittifak yoktur. Bunların bir kısmı  bazı  mezheplerce hukuk kaynağı  kabul edilmemiş  ise de, onlara bedel kendileri başka yol takip etmişlerdir

İ C T İHA D: İslâm Hukukunun Yazısız Kaynağı  : İctihad kelimesinin kökü "cehd" olup zorluk, meşakkat anlamına gelir. Bundan gelen "cühd" takat, güç demektir, "mechud" yağı  çıkarılan süt, ki zahmetle çıkarılır, "cehad" pur, sert  yer'e denir. Bu kökten türemiş  olan ictihad, herhangi bir işi incelerken zahmet çekerek bütün gücü sarfetmek anlamına gelir. Bunun terim olarak manası  bundan farklı  değildir. O da şudur: Daha fazlasını  yapmaktan aciz olduğunu hissedecek surette, şer'i  hükümlerden birini zanni olan derecede elde etmek için, bütün gücü sarfetmeye ictihad ı" ve bunu yapan kimseye de müctehit denir. İctihadın terim manası  ile lügat manası  arasındaki fark sadece, bu çalışmanın her hangi bir şeye değil de dinî bir hükmü, yollarına başvurarak öğrenmeğe tahsis edilmiş  olmasıdır. Bundan anlaşılıyor ki Hz. Peygamber ictihad ederken ve sahabeyi de ictihada teşvik ederken bu anlam mevcut idi. Ancak sonradan ilimler teşkil edilip geliştikçe terimler ve birtakım şartlar ileri sürülmüştür. İctihadın da sonradan şartlara bağlandığını  görüyoruz. Elbette ki bir takım şartların ortaya çıkması  zorunlu idi. Dini bilgilendiren bir konuda söz sahibi olmak şüphesiz diğer sahalardaki kadar serbest ve alabildiğine olamazdı. Her tabakadan her şahsi ayrı  ayrı  ilgilendiren bir konu olan dinde bir hüküm ortaya koyabilmek daha ağır şartlara bağlandı. Usul ül-Fıkh kitaplarında ileri sürülen şartlar ictihad aleyhinde olanlar tarafından o kadar zorlaştırılmışlardır ki, bu şartlar İmamı  Azama ve İmamı  Şafiiye uygulansa onların ictihadları  şüpheye düşer. Hz. Peygamber sahabeyi ictihada teşvik ederken bu şartların hiç birini aklına getirmemişti. Şunu da ilave etmek gerekir ki, lalettayin bir kimseyi de içtihad etmeye teşvik etmemiş  ve bir yere hâkim veya kadı  tayin etmemiştir Zekâ ve anlayışta, tecrübede bir üstünlüğü olan, dilde edebi incelikleri anlayan ve aklını  çalıştıran kimselere bu gibi işleri vermişti. İçtihadın verdiğimiz tarifinde bile biraz işi sıkıya almak ve içtihadı  daha tarif ederken mübalağaya baş  vurmak göze çarpmaktadır. Her ne kadar içtihadın kök kelimesi zorluk, zahmet ve güç, takat anlamında ise de aynı  kökten türeyen içtihad sözü kendini zorlamak, emek sarfetmek anlamlarına gelir. Yoksa canına tak dedirtecek, âciz kaldığım hissedecek derecede zahmet çekmek ve güç sarfetmek anlamına gelmez. Bu, dile fikirlerin yüklediği bir manadır. Ama aynı  kökten gelen "ıchad" gücü, takatı  izale etmek ve bitirmek, son gücüne kadar dayandırmak anlamına gelir. Fakat her iki kelime ayrı  sıgalardadırlar, birini diğerinin yerine kullanmak doğru değildir. Hz. Ömer bir mesele hakkında iki değişik ictihad yapmış  ve kendisine, falan sene başka şekilde ve şimdi başka şekilde ictihad edip hüküm veriyorsun diye itiraz edilince, o zaman fikrimiz öyle idi, şimdi böyledir, cevabını  vermişti. Eğer, Hz. Ömer bütün gücünü sarfetse ve aciz kalıncaya kadar çalışsaydı, belki de fikrini kolayca değiştiremiyecek bir hükme varacaktı. Demek ki, ictihad ettiği günde bilgisini bir derleyip toparlayarak varacağı  hüküm ictihad sayılacaktır. Bir süre sonra başka bilgilerin eklenmesi ile veya başka düşüncelerle fikrini değiştirebilir ve bu da ikinci ictihad sayılır. Daha önceki ictihadla verilen hüküm nakzedilmez O yürürlüğe konmuş  ise, artık o bitmiştir. Bunun için Usulcüler ictihad'ın ictihadı  bozmayacağı  kaidesini koymuşlardır. Taberinin rivayetine göre adamın biri Hz. Ömer'e rastlar ve mes'eleme Ali şöyle hüküm verdi de. yince, Ömer ben olsam şöyle hükmederdim diye karşılık verir. Adam sen halifesin, öyle hüküm vermekten seni alıkoyan nedir? diye sormuş, Ömer de eğer Kur'an ve Sünnette mevcut olan bir hüküm olsaydı, dediğini yapardım. Ama benimki de bir fikir ve ictihaddır, bu ise müşterektir. Hangisinin Allah katında doğru olduğunu bilmem, demişti.

İCTİHADIN MEŞRUİYETİ  Dediğimiz gibi İslâm Hukukunun iki kaynağı  vardır. Biri yazılı (şeriat) diğeri yazısız olan akıl prensipleri (ictihad)dır. İctihadın İslam hukukunun kaynağı  sayılması, İslam dinini getiren Hz. Muhammed'e dayanır Madem ki O, bu dinin sahibidir, Onun dediği şeriat olur, şeriatın nasıl elde edildiğini ve ne olduğunu bildirmesi de onun hakkıdır. Öyle ise şeriatta (Kur'an ve Sünnette) olmayan hükümlerin nereden ve nasıl öğrenileceğini de bildirme hakkı  ona aittir. O, hem kendisi ictihad etmiş  ve hem de sahabenin ictihad etmesine cevaz vermiş  ve hatta kendisinin hazır bulunduğu olaylarda bile sahabeye hüküm vermesini teklif etmiş  ve sahabe sizin yanınızda da mi? diye sorunca Hz. Peygamber evet, benim yanımda da, isabet edersen bire on mükafaat (ecr), yanılırsan tek bir mükâfaat alırsın buyurmuştu . Böylece İslam hukuku iki karakter taşımaktadır. a) Din olarak Allah'Ia insanların ilişkilerini düzenleyen hükümleri teferruata kadar vazetmi ş  olmasıdır. Bunlar Kur'an ve Sünnette ayrı  ayrı  anlatılmıştır. Bunlara taabbudi denir. Usulül-Fıkıh âlimleri bunun için ibadetlerde kıyas ve icmaın caiz olmadığını  söylemişler ve bundan da ictihad ve kıyasla her hangi bir çeşit ibadeti ihdas etmeye hiç bir müctehidin hak ve salâhiyeti olmad ığını  belirtmişlerdir. Ibadet şekillerinde her hangi tarzda bir değişiklik yapmak ve onları  çoğaltmak veya azaltmak hususunda ictihada yer yoktur. Böylece Kur'an veya sahih sünnete dayanmayan ibadetler bâtıldır. Ama ibadetlerle ilgili hükümlerde ictihad yapılabilir. İslâm dininin bu kısmı  değişmez. Değişirse başka bir din olur. b) islâm hukukunun fert ve toplum olarak insanlar arasındaki ilişkileri ilgilendiren hükümler hususunda iki ana kaynağı  vardır. Biri nass (Kur'an ve Sünnet) olup bu hususta taşımış  oldukları  hükümler genel prensip olmayı  aşmış  olmamakla beraber pek mahdut sayılırlar. Diğeri ictihad yani akıl ilkeleridir. Bu ictihad sahası  çok geniş  olup zaman ve mekân'a göre değişen hükümler bu kaynak tarafından verileceği için zamana ve medeniyetlere bu kaynakla ayak uyduracak ve onların ihtiyaçlarına cevap verecektir. İslam dininin değişen ve değişmeyen kısımlarını  böylece dayandıkları  kaynaklarla tesbit etmek mümkündür. Eğer Hulefa-i Raşidinin (dört halife) tasarruflarına  dikkat edilecek olursa, nasslarda açıklanmış  olan genel prensipleri ne kadar geniş  bir anlayışla tatbik ettikleri görülür ve şimdi içinde sıkışıp kaldığımız dar görüşlülük çerçevesini çok iyi anlarız

İctihad yapmak lazımdır ve yaşamak isteyen şahsın uymak zorunda olduğu bir meseledir, demek, bilir bilmez herkesin bir fikir ortaya atıp ictihad yapmaya kalkması  anlamında değildir. Önce her hangi bir kimsenin bir konuda bir fikir sahibi olması, o sahada biraz birşeyler okuyup üzerinde düşünmesi lazımdır. Yoksa iki üç kelimeyi bir araya getirip bir cümle yapan kimsenin cümlesi bir fikir değildir. Sonra fikrin tutarlı  ve kıymetli olması  kendisini benimsetmeye ve savunmaya kifayetli olması  ile ölçülür. İctihadın önemli iki şartı  vardır. Gazali bunları  zikretmiştir. Biri, şeriatın alındığı  dört kaynağı  (medarik el-Şer') bilmektir: Kur'an, Sünnet, icma ve akıl. Burada dikkati çekmek isteyeceğimiz husus, "kıyas"a akıl demiş  olmasıdır, ki buna biz akli ilkeler veya ictihad demiştik. İkinci şart da müctehidin adil olması  ve adalette leke kabul edilen günahlardan sak ınması  lazımdır. Bu adalet , ictihadının başkalarınca kabul edilmesinin şartıdır. Yoksa ilmi ictihad kabiliyeti bu şarta bağlı  olmadığı  için kendi şahsi için adaletsizlik engel değildir". "Kur'an'da ahkâmla ilgili olan beşyüz âyeti ezberden değil, ihtiyaç anında nerede olduğunu bilmesi kâfidir Sünnetten de yalnız hükümler ihtiva edenleri bilmesi gerekir. Bunlar hakkında da Buhari, Muslim, Süneni Ebi Davud, ve diğer sahih hadis kitaplarında müracaat edilecek yerlerini bilmesi yeterlidir. Akıl ise nass'ın dayanağı  ve hem de asil bir dayanak (mustened)tır. Doğrusu ictihad için zikredilen ilimleri üçe inhisar ettirir. Bunlar hadis, dil ve Usul ül-Fıkıhtır" . Gerçekten ictihadda lâzım olan biraz ilim ve bol samimiyettir.

 Günümüze kadar gelen ilk Usulül-Fıkıh kitabı  olan İmamı  Sâfiin (204 H. — 819 M.) "el- Risale" adlı  eserinde "ictihad" hakkındaki fikirlerini öğrenmemiz çok önemlidir. Zira bu eser "Hadis" kitaplarından da önce yazılmıştır.

 a) İctihad ve kıyas aynı  manadadır. Bir müslümanın başına gelen bir olayda belli bir hüküm yoksa ictihadla, ki kıyastır, o hususta doğru olan hüküm araştırılır.

 b) Kıyas iki şekilde olur. Biri, bir şey asil manada bulunur ve bunda ihtilâf olmaz. Diğeri, bir nesnenin temelinde benzeşen şeyler olur. Bunlar içinde bir şey daha uygun ve daha çok benzerine ilhak edilir ve bunda kıyas yapanlar ihtilâf ederler .

 c) Hükmü gerekli bir nass (söz) bulunmayan yerde kıyas ictihadı  ile onu ararız ve bunda bize düşen bize göre gerçek olanı  elde etmektir.

  d) Kıbleyi bilmeyen iki kimsenin kıbleyi öğrenmek için ictihad etmeleri gerekir. Eğer, tam olarak bilmedikçe namaz kılmamaları  gerekir dersen, hiç bir zaman gayib olanı  tam bilemiyeceklerinden   ya namazı  terk edecekler veya kıble farziyeti kalkacak ve istedikleri gibi k ılacaklardır. Bu ikisini de ön göremem. 0 halde "her biri nasıl görürse (ictihad ederse) öyle namaz kılarlar ve bundan başkası  ile de sorumlu tutulmazlar veya görünüşte ve gerçekte isabet etmekle sorumlu olup gerçekteki (gizli) hataları  af edilir, görünüşteki hataları  af edilmez.

 e) Amr b. As'dan rivayet edilen hadiste Hz. Peygamber diyor ki: "Hâkim hükmederken ictihad eder, isabet ederse iki kat mükâfaat ı  vardır, hükmederken ictihad eder de hata ederse bir mükâfaat ı  vardır".

 1- Hz. Peygamber iki durumdaki mükâfaatlardan birinin diğerinden çok olduğunu zikretmiştir. Oysa gücü olmayan hususta mükâfaat olmamalı  ve kaldırılmış  olan hataya da mükâfaat olmamalıdır. Çünkü hata ihtimaline rağmen "ictihad yap" anlamında olarak emrolunduğu gibi zahire göre ictihad etmiş  ve af olmuş  bir hata yapmışsa bu hatadan dolayı  cezalanması  doğru olur, ne var ki bunun çok musamahalı  bir konu oluşu bu hatasının af olunmasıyla neticelenir, yoksa gücü altında olmayan bir hataya mükâfaat almasına benzemez'. f) İctihatta görünüş  ile gerçek (zâhir ve bâtın) arasındaki hükmü ayırmışlar, hata etmiş  olsa da, zahire göre ictihad eden müctehidden günahı lağvetmişler, ama kasden yap andan günahI kaldırmamışlardır" ğ) 1- Yüce Allah insanlara akıl ihsan etmiştir ve onunla muhtelif olanları  ayırt etmelerini sağlamıştır; ve gerçeğe sözle (nass) ve istidlâlle varan yolu göstermiştir.

 2- İnsanlar, Allah'ın yardım ve tevfikini dileyerek akılları  ile ve delillere ait bilgileri ile ictihad ederek hükümleri elde etmeğe çalışırlarsa, kendilerine düşeni yapmış  olurlar'"". Bu son madde, bizim İslâm hukuk kaynaklarını  (nass) yazılı  ve akıl (ictihad) olarak ayırmamızda birleştiğimizi gösteriyor. İctihadın üç kısım olduğu ileri sürülür: 1) Farzı  ayın, 2) Farzı  kifaye, 3) Men dub. 1)

 a- Muctehidin kendi başına gelen bir hâdisede kendisi için ictihad etmesi ferdi farz (farzı  ayırı)dır Çünkü müctehid kendisi ve başkası  hakkında başkalarını  taklit edemez.

 b- Vuku bulan bir hâdisede başkası  hakkında hüküm vermek gerektiğinde ve zaman da yoksa hemen ictihad etmesi müctehide ferdi farzdır.

 2) a- Birinin başına bir iş  gelmiş  olsa da âlimlerden birine sorsa, alimlerin hepsinin ve özellikle sorulan kimsenin ictihad etmesi yeterli (kifai) farzd ır. Eğer cevap verilirse, hepsinden sorumluluk düşer. Eğer cevap vermezlerse, -cevabı  buldukları  halde- günâhkâr olurlar, cevabı  bilmedikleri takdirde mazur sayılırlar, ama cevap verme sorumluluğu onlardan düşmez. Bu fertler arasında yaygın olan farzdır.

 b) Sözde müşterek olan iki kadı  arasında hüküm dolaşsa, hangisi cevap verirse ötekinden sorumluluk düşer.

 3) a- Bir hadise vuku bulmadan önce hakkında hükmün ne olduğunu bilmek üzere ictihad yapması  mendubdur.

 b— Birinin başına henüz gelmemiş  bir hadisenin hükmünü soran kimseye cevap vermek için ictihad yapmak da mendubdur.

 İCTİHAD BÖLÜNMEZ BİR MELEKEDİR

 Usulcüler ictihadın tecezzi edip etmiyeceğini münakaşa ederler. Bunda dayandıkları  iki nokta vardır. Biri, önce müctehidleri tabakalara ayırmalarıdır. Mutlak müctehid ve mukayyed müctehit, yani mezheb kuran, usul ve prensip vazeden müctehit, bir de mezhebin prensiplerine bağlı  olan müctehit ve sonra ictihad bölümlenir veya bölümlenemez diye söz ederler. Doğrusu böyle müctehitleri iki veya daha çok dereceye ayırmanın faydalı  olup olmadığını  düşünmek lazımdır. Bu derecelendirmeden sonra elbette ictihadın bölümlenip bölümlenemiyeceği sorunu kendiliğinden ortaya çıkar. İkinci sebebde müctehit olan bir kimsenin her meselede ictihad etmesi sorumluluğunu kendisine yüklemekten doğmaktadır. Demek oluyor ki müctehit müctehidi taklit edemez, ictihad yapmadığı  bir meselede başkasına uyamaz, uyarsa müctehitliği mutlak olamaz. Bu görüşü savunanlar mezhepcilikte fayda görenlerdir. İctihad bölümlenemez diyenlere göre, bir konuda müctehit olan başka bir konuda diğer bir müctehidin fikrini ve ictihadını  kabul eder, bu kendi ictihadına halel getirmez. Doğrusu budur.

 İctihad bir melekedir. Meleke demek, elde etmiş  olduğu bilginin kaidelerini bilmek ve uygulamak insanın alışkanlığı  haline gelmesidir. Meleke "mâlik" olmaktan gelir ki, o ilme mâlik ve sahiptir, artık onun ilmidir, demeği anlatır. Burada söz konusu olan ictihad melekesi, bilfiil ictihad değildir. Müctehid bu meleke ile istediği zaman ictihad edebilir. Bir konuda bilfiil ictihad ederken başka bir konu ile uğraşmamış  olabilir, ama o anda da bu melekeyi kullanabilir

USULCÜLERİN VE FAKİFILERIN AF EDİLMEZ BİR HATASI

Kur'an ve Hadiste mevcut olan ve her mezhep düşünürleri, usulcü ve fakihleri tarafından kabul edilen Usuli Fıkıh (Islam Hukuk Felsefesi) kaidesi vardır. Bir hüküm öğrenilmek istendiği zaman önce Kur'an'a, onda bulunmazsa Sünnete, onda bulunmazsa kıyasa (ictihad) gidilir. Bu kaide İslam Hukuk felsefesinin ilk kaidesidir ve aynı  zamanda kaynakları  kullanmanın metodunu veriyor. Buna göre meydana gelen bir hadise hakkında dinin hükmünün ne olacağının öğrenilmesi istendiğinde önce Kur'an'a, yoksa sünnete başvurmak lazım. Her ikisinde de yoksa ictihad yapılır. Bizim hata dediğimiz bu kaidenin kendisi değil, bu kaidenin terkedilmesidir ve kaideyi tam tersine uygulamalarıdır. Sonraki mezheb taassubuna kapılan Usulcüler imamlarının ictihadlarını  birinci dereceye almışlar ve onları  merkez kabul etmişler, Kur'an'ı  ve Sünneti mezheplerinin fikirlerine ve ictihatlarına göre tevil etmişlerdir". Bütün mezhepler bu durumdan kurtulamamışlardır

TAKLID

İctihada ait sözümüzü burada bitirmeden önce taklid'in caiz olmad ığını  da Muhiddin b.Arabi'den naklen zikredelim. Der ki "Bize göre ölüyü de diriyi de Allah'ın dininde taklid etmek caiz değildir. Insanlara gereken, ilim adamlarına Allah'ın hükmünü sormalarıdır"

KAYNAKLAR

1- TEFSİR USÛLÜNE GİRİŞ,Muhammed Salih el-Useymîn,Çeviren,M.Beşir Eryarsoy

2- HADIS USÜLU ,Dr. Tarât KOÇYİĞİT ANKARA ÜNİVERSITESİ  BASIMEVI.1967

3- İSLAM HUKUK FELSEFESİ ,Abdulvahhâb HALL'AF Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İslam Hukuku Profesörü ,Giriş  ve Notlar ekleyerek Çeviren Doç. Dr. Hüseyin ATAY

 




0 Yorum - Yorum Yaz


ADI                  :FAHRİYE

SOYADI            :ERDOĞMUŞ

BÖLÜMÜ           :YÜKSEK LİSANS

ÖĞRENCİ NO    :14912714                                                                                                                                                                                                     KUR’AN VE BAĞLAM

BİRİNCİ BÖLÜM: KUR’AN İLİMLERİ VE ESBAB-I NÜZUL İLMİ

Bu kitapta esbab-ı nüzul ilminin neyi ihtiva ettiği  ortaya konulmaktadır. Esbab-ı nüzul rivayetlerini kuranı anlamada ve anlamlandırmada nasıl kullanmalıyız, şimdiye kadar geleneğimizde bu rivayetler kitaplarımızda nasıl ele alınmıştır gibi sorular cevaplandırılmaya çalışılmaktadır.

  KUR’AN’IN DOĞUŞU ,GELİŞİMİ

Kur’an ilimlerinin kaynağı yine Kur’an’dır. Kur’an üzerinde tefekkür edilmesini, anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyen muhataplarından isteyen yaşanılır ilahi bir kitaptır. Ümmi olan  efendimize tebliğ ve tebyin vazifesi yüklendiği, Kur’an’da ifade edilmiştir.

  Ümmi olan bu peygambere inen ilk emrin ‘’Yaratan Rab’ının adıyla oku" olması oldukça manidardır. Efendimiz bu siyaseti bu ilk vahiyle birlikte ortaya koymuştur.Bedirdeki esirlerin okuma yazma bilenlerin on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmeleri karşılığı serbest bırakılmaları bunun en güzel örneğidir. Ayrıca Mescidi  Nebevide eğitim öğretim için ‘’suffe ‘’ denen yerleri inşa etmesi bu siyasetinin bir başka öneli destekçisidir.

  Açık bir dille peyderpey inen Kur’an’ı öğrenen ashab, anlayamadıkları yeri efendimize sorarak öğreniyorlardı. Öğrendiklerini yaşadıktan sonra ezberliyor, başka ayetlere öylece geçiş yapıyorlardı.

   Sahabiler,İlk Muallimin içlerinde yaşıyor olmasından dolayı Kur’an ve ilimlerini tedvin ihtiyacları olmamıştır. Bu ilimler Arap dili ve meydana gelen vakıalara binaen Resulullah’ın tefsiridir. İlk şahitleri olan ashab elbette bunları en iyi bilenlerdi.

 Hz. Ebubekir döneminde Kur’an bir araya getirildi. Hz. Osman döneminde çoğaltıldı. Hz. Ali ve sonraki  dönemlerde harekeleme- noktalama işine başlandı.

  Tabiin de sahabilerin öğretisine binaen hal ve hareketleriyle  ve de kavilleri ile Kur’an’ı  tefsir etmeye çalışmışlardır. Adeta bunu da arkadan gelen nesillere telkin etmişlerdir. Zaten hemen sora gelen nesillerde bunun semeresini görmekteyiz. İlk semereler Kur’an ilimlerine yönelik Kur’an’a noktalama ve hareke konmasıyla neş’et etmiş, diğer Kur’an ilimleri olan esbab-ı nüzul, Mekki-Medeni , nasih-mensuh gibi ilimler takip etmiştir. Kur’an’ın anlaşılmasında diğer disiplinler müteakip asırlarda çoğalmıştır.  Ulumu’l-Kur’an’ın sistematik olarak h.8. asırda vuku bulduğu, tercih edilen bir görüştür. Ancak selefi salihinin de ,mütekaddimun alimlerinin de sistematik olmayarak bu ilmi kullandıkları gözlemlenir.

  Bununla beraber Ulumu’l-Kur’an ile Ulumu’t-Tefsir arasında  bir ilişki söz konusudur. Ulumu’l-Kur’an Kur’an’ın bütün ilim ve araştırmalarıyla alakalı iken, Ulumu’t-Tefsir ise sadece Kur’an’ın anlaşılmasına yönelik bir ilimdir.

  Kur’an ilimleri arasında esbab-ı nüzul  ilmi ,sahabiler kanalıyla müşahede olunan olaylara binaen zuhur etmesi, tabiine şifahi olarak öğretilmesi ehemmiyetini ortaya koymaktadır. Esbab-ı nüzul ilminin nakli ilimlerden olduğunun da göstergesidir. 

  ESBAB-I NUZUL İLMİ  TANIMI,DOĞUŞU VE GELİŞİMİ

  Esbab-ı  Nüzulün tarih boyunca birçok tarifi olmuştur. Farklı tariflerden yola çıkarak esbab-ı nüzulün tarifini yapacak olursak :

 ‘’ Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir veya daha fazla ayetin, hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.’’

   Gelişim ve Doğuşuna gelince ; Esbab-ı nüzul Kur’an’la paralel olarak gelişim göstermiştir. Tedrici inen Kur’an, hayatla beraber  canlı örnekler ve derslerle, insanın kalbine ve şuuruna hitap etmiştir. Kur’an nüzul olurken ,dönemin edebi geleneklerini, zevklerini kale alarak hitap etmiş, etkisini edebi yönden de göstererek bu alanda da icazını göstermiştir. Bu da bizlere Kur’an’ın anlaşılmasında Arap dili belağatının ve de şİirinin anlaşılması önemini ortaya koymaktadır. Bundan anlaşılıyor ki, dönemin insanları bu bilgilere vakıf oldukları için  Kur’an’ı daha iyi anlıyorlardı. Doğal olarak ayetlerin hangi şartlar çerçevesinde nazil olduklarını öğrenmek istemişlerdir.

  Efendimizin vefatından sonra  İslamiyet’i kabul edenler ,Peygamberler  ve Kur’an’da ki kıssalar hakkında bilgiyi sahabilerden öğrenmeye çalışmışlardır. Bu da zamanla bu ilimleri tedvin edecek insanlar çıkmış, bu bilgilerde bir disiplin halini almıştır.

  Sonuç olarak  birçok ilimle (hadis, kur’ an ilimleri, tarih...) münasebeti bulunan esbab-ı nüzul ilmini, tarihi seyrinde görülen bu münasebetlerden soyutlamak mümkün değildir. Ancak bütünlük çerçevesi içinde ele alınırsa en sağlıklı sonuçlara ulaşılabilir

  ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİ

ESBAB-I NÜZULÜ BİLMENİN YOLU

  Esbab-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir. Esbab-ı nüzulde ictihada ve fikir beyanına mahal yoktur. Ancak işitme ve görme yoluyla sahabilerden  gelen rivayetlerle bilinebilir. Bu da Efendimizden gelmiş olarak addedilir. Demek ki sahabiden nakledilen sebeb-nüzul rivayeti onu bilmenin yoludur. Suyuti bu olguyu, sahabenin, olayları kuşatan şartları bilmekle elde ettiklerini söyler. Şöyle zihnimizde bir tablo tasavvur ettiğimizde, vahiy, nüzul ortamı, Hz peygamber, sahabiler ve nüzul ortamı bu olguyu oluşturduğunu tasavvur edebiliriz.

HADİS USULÜ AÇISINDAN ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİ

  Bu açıdan ele alınıp incelenmesi, bu rivayetlerin hadis usulü açısından hükmünün ne olduğunun, söylenenleri ortaya koymak amacını güder.

   Daha evvel bahsettiğimiz gibi nüzul sebebini, ayetlerin nüzulünü müşahede eden sahabeden sema ve nakl yoluyla sonraki nesillere aktaran sahabiler olduğunu, esbab-ı nüzulü de en sağlıklı yolu bu olduğunu söylemiştik.

  Buna binaen sahabeden gelen rivayetler Musned(zahiren muttasıl bir senetle sahabenin resulullah’a ref’ ettiği haber)  olarak geldiği gibi Mürsel (sahabinin düşüp tabiinin Resulullah’a ref’ettiği) olarak gelen rivayetlerdir.Bu açıdan ele alındığında esbab-ı nüzul tasnif edilmiş, tasnifinde ihtilafa düşülmüştür.       

               Ayrıca esbab-ı nüzul ile ilgili bazı problemli meseleler vuku bulmuştur. Bunlar tasnif sırasında, taaddüt ve taahhür meselesi ile, nüzule sebep olan hadiseye bağlı olarak nüzul eden ayetin has mı olduğu, yoksa umum mu ifade ettiği meselesidir.    

  ESBAB-I NÜZULLE İLGİLİ DİSİPLİNLER (İLİMLER)

  Esbab-ı nüzulle ilgili bir takım  disiplinler söz konusudur. Bunlar hikmet-i teşriiye, mübhemat, tenasüb ve insicam birer disiplindir. Bu disiplinlerde esbab-ı nüzulden farklı olarak en önemli husus, aklın, yani re’y-ictihad’ın söz konusu olmasıdır. Bu da şu demektir; bu disiplinlerin ihtilafa açık olmalarıdır.

 

       2. BÖLÜM

KUR’AN-I KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRMESİNİN SONUÇLARI

  Kur’an’ın evrensel mesajı gözetilmesi, yorum zenginliğine  açık olduğu bilinmesi bu gölgelenmemesi gerekir. Aksi olduğunda o zaman ilkesiz bir yaklaşım olur.

Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul ’un yetersiz kalma sebepleri ;

  Rivayetler açısından yetersiz olabilir. Bu da senedde sahabe veya tabiinin birsinin düşmesi sonucu senedde bir kopukluğun oluşması bir eksikliği doğurabilir.

  Senedlerin hazf edilmesi veya rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme veya rivayet siygalarına dikkat göstermeme yetersizliğe sebebiyet verebilir.

 Ayrıca Kur’an’ın Umum değil husus ifade ettiği anlamı verilmesi çabalarıdır.

Taaddüt-taahhür açısından yanlış değerlendirme yapılması da sebepleri doğuran unsurlardandır.

Tarihi gerçekler ile zamansal uyumsuzluk   bir başka sebebi teşkil eder.

  KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBABI NÜZUL RİVAYETLERİNİN DOĞURDUĞU  OLUMSUZ SONUÇLAR

  Bu olumsuzlukların başında yorum zenginliğine engel olmasıdır.  Kur’an’ın evrensel hedefi olan Kur’an-İnsan hayat bütünleşmesini engelleyebilir. Kur’an en önemli özelliği evrensel olmasıdır. Kur’an ferde ve topluma, bütün insanlığa ,bütün memleketlerde bütün devirlerde insanın hem maddi hem de manevi yönüne hitap ederek hidayete vesile olur.Kur’an anlaşılmasında bazen tarihçiler, rivayet tefsiri yazarları vaaz eden kussas çıkarları doğrultusunda esbab-ı nüzul konusu istismar edilebilir.

3.BÖLÜM

ESBAB- NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM

  Sahabe döneminde kitabet ve tedvin hareketi ortaya çıkmadan ,nüzul ortamına ait bilgilerin şifahi olarak aktarıldığını hatırlarsak, selef alimlerinin esbab-ı nüzule önem vermeleri daha iyi anlaşılmış olacaktır.

 Efendimiz ve ashabın tefsirle ilgili açıklamaları rivayet yoluyla nakledilmiş ,bu da İslam tarihinde büyük tesir oluşturmuştur. Çünkü esbab-ı nüzul hem tarihi hem de aktüel bir gerçek olarak nüzul ortamına ait gerçekleri de bünyesinde barındırmaktadır.

  Kur’an’ ın anlaşılması çabasında Kur’an nüzul  asrı insanını yansıtan esbab-ı nüzul rivayetlerinin aktüel fonksiyonunu tespit etmek, çağımız Kur’an araştırmacılarını ilgilendirmektedir. Bunu gerçekleştirmek için esbab-ı nüzule ihtiyaç duyulan noktaları belirlemek gerekir. Mesela nüzul asrının ;sosyal, fikri, iktisadi, siyasi şartları ve dönemin insanını inceleyen araştırmalar esbab-nüzulden Kur’an’ı anlamak  için daha fazla faydalanmamızı sağlayacaktır.

ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

Esbab-ı nüzul bilgisine birebir bağlı kalınmayacağı gibi, tamamen de uzak serbest bir şekilde ilkesiz değerlendirilme yapılması da doğru değildir. Her iki durum da Kur’an’ın anlaşılmasında ciddi problemler doğurur. Bu nedenle esbab-ı nüzul  rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesi gerekir. Değerlendirilme ilkeleri de belirlenip ortaya konmalıdır.

 Bu ilkeler belirlenirken esbab-ı nüzul rivayetleri ihata edilemeyeceğinden; Kur’an’ı bir bütün içinde okumak ve onu anlamaya çalışmak gerekir.

  Sebeb-i nüzulü bilmenin gereklerini tespit ederken, Arap dilinde kasıt ve manayı araştırıp, ifade ettiği manayı belirlemek gerekir. Kur’an’ın anlaşılmasında zahir nassları, mücmel naslardan ayırt etmek  gerekir.

  KUR’AN-I KERİM’İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE ALINMASI

Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolü açısından Kur’an’ın bütünlüğünü en iyi ifade eden ‘’Bütün olarak Kur’an’ı kerim’ dir. Bütün olarak Kur’an tamamen birleşik bir bütün olarak kavranmalıdır. Çünkü Allah-insan–evren ilişkisinin anlaşılması ve de Kur’an’daki kelimelerin, cümlelerin, ayetlerin ve surelerin manaları ve de kazandıkları yeni manaları hep Kur’an’ın bütünlüğü dahilindedir.

Kur’an’ın bütünlüğü dikkate alınırken onun bir hidayet rehberi olduğu unutulmamalı ,bundan kasıt onunla yaşamak veya onu anlamak isteyen insan ,   o anda iniyormuş gibi ele almaktır. Esbab-ı nüzulün yeri bu bağlamda anlaşılmalıdır.

SİYAK-SİBAK ‘IN GÖZÖNÜNDE BULUNDURULMASI

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulden yararlanırken siyak-sibak‘ın göz önünde bulundurulması Kur’an’ın bütünlüğü açısından önemlidir.

  Sibak :Bir şeyin öncesi geçmişi, bağ, sözün baş tarafı gibi anlamlara gelir. Siyak ise: İfade üslup, sözün gelişi gibi anlamlara gelir.  

  Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Ayetlerin bağlamı ile münasip olmayan rivayetlere itibar edilmemesi gerekir. Nass-siyak-sibak-rivayet uyumuna  kesinlikle dikkat etmek gerekir.

ESBEBI NÜZUL VE TARİHİLİK KAVRAMI

  Kur’an’ı Kerim’in muhatabı insan olup, onun ana gayesi de insana hidayet rehberi olmaktır. Bu bağlamda tarih ve tarihlilik karakteristiği ortaya koymaktadır. Yani insan tarihi bir varlıktır. Yaptıkları ‘’şimdi’’ içinde olup bitmez.  Yaptıkları  zamanın safhalarına yayılmışlardır.  Bu yayılma insanın tarihselliğini oluşturur. Yapıp etmeler, amaçlar, değerler, dinsel inançlar… vb. faktörler insanın bütünlüğünü oluşturur.

       İKİNCİ KİTAP

      SA’LEBE KISSASI

    ESBAB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM

Esbab-ı nüzul daha önce de bahsettiğimiz üzere, nüzul ortamında meydana  gelen bir hadise veya Hz. Peygambere yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir veya daha fazla ayetin, hadiseyi veya soruyu cevaplamak veya hükmünü açıklamak üzere inmesine teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadisedir.

Bu sebeple esbab-ı nüzul ,nüzul zamanı ve ortamında meydana gelen Kur’an-insan ilişkisini gösteren olaylar ve oluşan  süreçtir. Bu süreçteki olayları bilmek Kur’an’ı   anlamada ve anlaşılmasında önemli bir yer alır.  Ancak sadece bu olumlu yönünü alıp eleştiriden uzak bir yaklaşımdan çok, medar-ı iftiharımız olan kültür mirasımızı bırakan alimlerimizin düşünceleri, eserleri doğrultusunda ,geçmişi hırpalamadan ,yıpratmadan yeni bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu da günümüzde Kur’an’ın daha kolay ve de daha sağlıklı anlaşılmasına  vesile olacaktır.

  SALEBE KISSASI

 Hemen her müfessirin Tevbe süresi 75. Ayetin nüzul sebebi olan Sa’lebe kıssası, bilinen bir kıssa olup özetle şöyledir:

 Sa’lebe  peygamberimizin huzuruna gelmiş:

‘’Ya Resul Allah, Allah’a dua et de bana çok mal versin’’ demiş.

Hz. Peygamber de :

"Ya Sa’lebe ,hakkını eda ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır’’ diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini tekrarlamış ve demiş ki:

-Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki Allah bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.

Bunun üzerine Efendimiz dua etmiş, o da bir davar edinmiş. Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış. Bir vadiye yerleşmiş ve böylece cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış. Bunun üzerine Hz. Peygamber sual buyurmuş:

"Malı çoğaldı, vadi almaz oldu"

Hz. Peygamber:  -Vay Sa’lebe ’ye!  buyurmuş ve sadakaları toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara sadakalarını vermişler. Ancak Sa’lebe‘ye  Hz. Peygamber’in farzlarını açıklayan fermanını okuyup sadakayı istediklerinde :

‘’Bu cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi ,hele siz gidin de düşüneyim’’ demiş. Tahsildarlar dönüp Resulullah’a geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden iki kere vay Sa’lebe’ye buyurmuş. İşte bu sebeple bu ayetler nazil olmuş. Sonra Sa’lebe sadakayı alıp kendisi getirmiş, fakat Hz. Peygamber:

-Allah Teala beni senin sadakanı kabulden men eyledi. diyerek kendisi hakkındaki hükmü açıklamış . O zaman Sa’lebe başına toprak saçmağa başlamış, Hz. Peygamber de :

-Bu senin amelindir. Emrettim itaat etmedin. şeklinde cevap buyurmuş. Sa’lebe, zekatını Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr’e, Hz. Ömer’e getirmiş onlar da kabul etmemiş. Sa’lebe daha sonra Hz. Osman zamanında helak olmuş. 

  Kıssa sire ,rical, tarih, hadis, tefsir kitaplarında  yer almış. Kıssanın gerçek olduğu veya gerçek olmadığı açıklanmış. Bu kıssa Tevbe 75. ayetinin anlaşılmasında bize pek müşahhas bir kanaat vermemiştir. Kur’an’ın anlaşılmasında yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır. Bu yeni yaklaşım yapılırken

-Hadis usulü açısından tenkid edilmeli

-Rivayetler tasnif edilmeli

-Tarih ilminden faydalanılmalı

-Kur’ ani bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak bu kıssa Kur’an’ın anlaşılmasında bir örnektir. Bu örnek ve benzerleri yukarıdaki değerlendirmeler göz önünde bulundurularak yapıldığında , Kur’an’ın mana zenginliği anlaşılacaktır. Kur’an’la aydınlanacak hayatımızın zenginliği, Kur’an’ın zengin bir biçimde yorumlanmasıyla ve hayata geçirilmesiyle mümkündür.

  3.KİTAP

TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL

Tarihsellik kavram olarak, tarihi oluşturan insanın tarih ile ilgili yaşam tecrübesinden elde ettiği bilgidir. Bir başka ifadeyle tarihsellik, insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, hayata geçirdiği bir vakıa ile, tarihle ilgilidir.

Filozoflarda bu alanda faaliyette bulunmuşlardır. Tarih hakkında hüküm ve değerlendirmelerde bulunmuşlar, içeriğini belirlemişlerdir. Bu kavramı  belirlerken, anlam yüklerken kişisel yaklaşım arz etmektedir. Kişinin hayatı algılayışına , dünya görüşüne ve anlama kabiliyetine bağlıdır. Fertlere ,zamana göre değişim gösterir.

Bu sebeple tarihsellik, birçok şekilde tarif edilmiş, hepsi de tarihselliğin bir yönünü ele almıştır.

Kur’an, insan ve tabiat arasında bir ilişkiye işaret eder. Birbirinden ayrı tutmaz. Her ikisi de fıtratlarına uygun hareketi vahiyden alır.

  Kur’an’ın ana muhatabı insan oluşu ve onu doğru yola iletme ana gaye edinmesi, tarih  ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple  Kur’an, geçmişi, yaşanılan zamanı , ve geleceği ile bir bütün halinde ele alır. Bunu da hemen hemen her sürede ele alır. İnsanın tarihsel bir varlık olduğunu  bunun da insanın varlık koşullarından biri bulunduğunu belirtir.

  Kur’an’ın nüzul ortamına yönelik üslubuna gelince ; Mekke’de olsun ,Medine’de olsun, Kur’an ,vahiy-insan-hayat bütünlüğünü esas alır. İşte nüzul asrında muhatap olan insanlar dünyevi hayatı sürdürüp gündelik işlerini  görürlerken bu Kur’ani ilke işlevini yerine getirmiştir. Esbab-ı nüzul doğrudan doğruya nüzul ortamında fiili olanı gerçek hayatı gösterme konusunda aracı olmuştur. Yani esbab-ı nüzul vahiyle beraber birebir münasebet içerisindedir. Vahiy tamamlanmasıyla bu münasebet son bulmuştur. Fakat Kur’an-insan-hayat münasebeti  devam edeceğini Kur’an beyan etmiştir.

Sonuç olarak:

-Esbab-ı nüzul-tarihsellik kavram ilişkisinde vurgulanması gereken, Kur’an’ın yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hidayet rehberi olduğudur.

-   Başka özgü kültürlere ait kavramlar kullanılırken ,kavramların tarihleri, içerikleri ,kullanıcının dünya görüşü göz önünde bulundurulmalı.

-Kullanılan kavramların hangi manada kullanıldıkları belirtilmelidir.

Esbab- nüzul rivayetleri ile yazılacak orijinal tarih nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkanı sunacaktır. Tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri ile yazılacak düşünülmüş tarih, Kur’an’ı anlamaya çalışan insanın ufkuna sunacaktır. Bu da insanın varlık bilincine katkı sağlayacaktır.        

 

 

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi