Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri I 4. Ödev: Kur’an ve Bağlam kıraati hülasası nedir? Yazınız.
“Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap ve beş makale adı (literatür) veriniz. (Tekrar olmamalıdır.)
Hedef tarih: 28 Kasım 2014 “Esbab-ı nüzul”
hakkında beş kitap ve beş makale adı (literatür)
Hafize ELDERŞEVİ /Özel Öğrenci Y.Lisans
1. Esbab-ı nüzul : Kur’an ayetlerinin iniş sebepleri ve
tefsirleri. / H. Tahsin Emiroğlu. -- [y.y. : y.y.], 1965.
(Konya : Yeni Kitap Basımevi) 1. c. (XXIII, 300 s.) ; 24 cm.
1. Ayetler ve sureler (Tefsir)
2.
Esbab-ı nüzul : Kur'an-ı Kerim'in iniş sebepleri. / Ebü'l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed en-Nisaburi Vahidi,
468/1076 ; trc. Necati Tetik, Necdet Çağıl. -- Erzurum : İhtar Yayıncılık,
[t.y.] 568 s. ; 24 cm. -- (İhtar yayıncılık ; 20. Kaynak eserler serisi ; 1) 1.
Kur’ân ilimleri_Esbâbü'n-nüzûl
3.
Fatiha’dan Nas’a esbab-ı nüzul : Kur’an Ayetlerinin iniş sebebi. / Bedreddin Çetiner. -- İstanbul : Çağrı Yayınları, 2002. 1.
c. (VIII, 510 s.) ; 25 cm. -- (Çağrı yayınları ; 75. Kaynak eserler ; 9)
1. Kur'an_Kronoloji 2. Kur’ân
ilimleri_Esbâbü'n-nüzûl
4.
Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul'ün rolü. / Ahmed Nedim Serinsu. -- İstanbul : Şule
Yayınları, 1994. 380 s. -- (Şule yayınları ; 15. İslam düşüncesi dizisi ; 7)
1. Kur’ân ilimleri_Esbâbü'n-nüzûl
5.
Şevkani’nin Fethu’l-Kadir’inde esbab-ı nüzul ve Kur’ân’ın anlaşılması (ayetlerin iniş
sebepleri). / Yakup Bıyıkoğlu. -- İstanbul : Rağbet Yayınları,
2005. 160 s. ; 21 cm.
1. Kur’ân ilimleri_Esbâbü'n-nüzûl
“Esbab-ı nüzul” Hakkında makaleler
1.
Ersöz, İsmet
Kur’an ve ilmu esbabi’n-nüzul, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları III,
2002, s. 315-323
2.
Demirci, Muhsin
Esbâbu’n-Nüzulün Kur’an Tefsirindeki Yeri, Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1993-1994, sayı: 11-12, s. 7-25
3.
Türcan, Selim
Tefsir Tarihçiliği Bağlamında Klasik Esbab-ı Nüzul Yaklaşımının Değerlendirilmesi, İslâmî
İlimler Dergisi, 2007, cilt: II, sayı: 1, Kur’an Özel Sayısı: 2, s. 119-138
4.
Aydemir, Abdullah
Esbabü'n-Nüzul, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet
Dergisi], 1972, cilt: XI, sayı: 1, s. 28-36
5.
Çetin, Mustafa
Nüzûl Sebepleri (Esbâbü'n-Nüzûl ), Diyanet
İlmi Dergi, 1994, cilt: XXX, sayı: 2, s. 95-120
“Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap ve beş
makale adı (literatür) veriniz. (Tekrar olmamalıdır.)
Hamdi KARANFİL
Öğrenci No: 14912718
Tezli
Yüksek Lisans
A.MAKALELER
1.Hikmet
Koçyiğit,Kur’an’ın Nuzul Sırasına Göre Tefsir Edilmesi,Hitit Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi 2013/1, c.12, sayı:23, ss.183-201.
2.Burhan
Baltacı, Taberî’nin
(v. 310/922) 96/Alak Suresi 1–5. Ayetlerin Tefsirinde Yer Verdiği Rivayetlerde Nüzul Sürecine İlişkin Veriler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
51:2(2010), ss. 215-240
3.İshak Yazıcı,
“Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki Önemi”, Ondokuzmayıs
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II, Samsun 1987, s. 117-128
4.Draz, Muhammed Abdullah,
“Kur’an‐ı Kerim’in Nüzul Sırasına
göre Tertip
Edilmesi Teklifine Edebi Eleştiri”, AÜİF Dergisi, çev.: Ahmet Nedim Serinsu, Ankara 1997.
5.Yaşar Kurt, Kur’an’ın Nuzul
Süreci ve Nuzul Sırasını Esas Alan Tefsir Üzerine , Ondokuz Mayıs
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
2012, sayı:33, ss.5-39.
B.KİTAPLAR
1.Abdulfettah
Abdulğanî Kadî, Esbab-ı Nüzûl Trc. Salih Akdemir, Fecr Yay.
2.Abdurrahman
Elmalı, Fahreddin er-Razi’de Esbab-ı Nüzûl Değerlendirmesi, Şanlıurfa : Harran
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1998
3.Ahmet
Nedim Serinsu, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl, Şule Yayınları,
4.Duman, M. Zeki, Beyânü’l‐Hak (Kur’an‐ı Kerîm’in Nüzûl Sırasına Göre Tefsiri), Ankara 2006. 5.Derveze, M. İzzet, et‐Tefsîru’l‐Hadîs, Nüzûl Sırasına Göre Kur’ân Tefsiri, çev.: Ahmet Çelen, Mehmet Çelen, İstanbul 1998.
“Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap ve beş
makale adı (literatür) veriniz. (Tekrar olmamalıdır.)
Hamdi KARANFİL
Öğrenci No: 14912718
Tezli
Yüksek Lisans
A.MAKALELER
1.Hikmet
Koçyiğit,Kur’an’ın Nuzul Sırasına Göre Tefsir Edilmesi,Hitit Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi 2013/1, c.12, sayı:23, ss.183-201.
2.Burhan
Baltacı, Taberî’nin
(v. 310/922) 96/Alak Suresi 1–5. Ayetlerin Tefsirinde Yer Verdiği Rivayetlerde Nüzul Sürecine İlişkin Veriler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
51:2(2010), ss. 215-240
3.İshak Yazıcı,
“Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki Önemi”, Ondokuzmayıs
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II, Samsun 1987, s. 117-128
4.Draz, Muhammed Abdullah,
“Kur’an‐ı Kerim’in Nüzul Sırasına
göre Tertip
Edilmesi Teklifine Edebi Eleştiri”, AÜİF Dergisi, çev.: Ahmet Nedim Serinsu, Ankara 1997.
5.Yaşar Kurt, Kur’an’ın Nuzul
Süreci ve Nuzul Sırasını Esas Alan Tefsir Üzerine , Ondokuz Mayıs
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
2012, sayı:33, ss.5-39.
B.KİTAPLAR
1.Abdulfettah
Abdulğanî Kadî, Esbab-ı Nüzûl Trc. Salih Akdemir, Fecr Yay.
2.Abdurrahman
Elmalı, Fahreddin er-Razi’de Esbab-ı Nüzûl Değerlendirmesi, Şanlıurfa : Harran
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1998
3.Ahmet
Nedim Serinsu, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl, Şule Yayınları,
4.Duman, M. Zeki, Beyânü’lHak(Kur’anı Kerîm’in Nüzûl Sırasına Göre Tefsiri), Ankara 2006.
5.Derveze, M. İzzet, etTefsîru’lHadîs, Nüzûl Sırasına Göre Kur’ân Tefsiri, çev.: Ahmet Çelen, Mehmet Çelen, İstanbul 1998.
FAHRİYE ERDĞMUŞ
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
Öğrenci No :14912714
1- Çetiner Bedreddin, Fatiha’dan Nas’a Esbab-ı Nüzûl (Kur’an Ayetlerinin iniş sebebi),İstanbul, Çağrı Yayınları, 2002
2- Emiroğlu,Hasan Tahsin, Esbab-ı Nüzûl, Konya 1983
3-- el-Humeydan,İsam Abdulmuhsin Esbab-ı Nüzûl ve Eseruha fi't-Tefsir
4-Vahıdî(468/), Esbabun-Nüzûl trc. Necati Tetik, Necdet Çağıl. Erzurum, İhtar Yayıncılık
5-Abdulfettah Abdulğanî Kadî, Esbab-ı Nüzûl Trc. Salih Akdemir, Fecr Yay.
“Esbab-ı nüzul” Hakkında makaleler
1-Muhammed b. Es’ad Iraki, Esbabü’n-Nüzûl ve'l-kasasü'l-Furkaniyye, dirase ve tahkik; İsam Ahmed Ahmed Ganim. Riyad 2007, Matbu tez (Master)
2- Halid b. Süleyman el-Müzenî, el-Muharrir fi Esbabi Nüzûli'l-Kur'an (min hilali Kütübi't-Tis'a),Riyad 1429
3-ÖZDEŞ, Talip, SOSYAL DEĞİŞİM OLGUSUNDAN HAREKETLE KUR’AN’IN TARİHSEL
OLDUĞU TEZİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME, Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi
Cilt: VII / 1, s. 183-198
Haziran-2003-SİVAS
4-DEMİRCİ, Muhsin, ·EsBABU'N-NÜZÜLÜN KUR'AN TEFSİRİNDEKİ YERİ, MARMARA ÜNİVERSİTESİ
iLAHiYAT F AKÜL TESİ • • DERGI I
SAYI: ll- 12
1993- 1994
İstanbul – 1997
5-PARLAK,Ali, Esbâb-ı Nuzûl Bağlamında Hārūt ve Mārūt
Kıssasının Mahiyet Analizi
, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 55:1 (2014), ss.1-15
DOI: 10.1501/Ilhfak_0000001402
KERİM ENDEZ
BİRLEŞİK DOKTORA
ÖĞRENCİ NO=14952705
DÖNEM=2014/2015 GÜZ
ESBAB-I NUZÜL İLE İLGİLİ
YARARLANABİLECEĞİMİZ LİTARATÜRLER
1=Türcan, Selim Tefsir Tarihçiliği Bağlamında Klasik Esbab-ı Nüzul Yaklaşımının Değerlendirilmesi, İslâmî İlimler Dergisi, 2007,
cilt: II, sayı: 1, Kur’an Özel Sayısı: 2, s. 119-138( (http://ktp.isam.org.tr/ )
2-Recep
Çetintaş, Tefsirde Esbab-ı Nüzûl Problemi, 1999, Yüksek lisans tezi,
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tez danışmanı: Prof. Dr. M.
Zeki Duman(http:// http://literatur.gen.tr/)
3-Muhammed b.
Es’ad Iraki, Esbabü’n-Nüzûl
ve'l-kasasü'l-Furkaniyye, dirase ve tahkik; İsam Ahmed Ahmed
Ganim. Riyad 2007, Matbu tez (Master) (http:// http://literatur.gen.tr/)
4- Merve Dilek Yolcu, İbn
Kesir Tefsirinde Esbab-ı Nüzûl, Atatürk Ünv. (http://
http://literatur.gen.tr/)
5-İshak Yazıcı, “Nüzûl
Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki Önemi”, Ondokuzmayıs Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II, Samsun 1987, s. 117-128
ESBAB-I NUZÜL İLE
İLGİLİ YARARLANABİLECEĞİMİZ KİTAPLAR
1-Abdurrahman
Elmalı, Fahreddin er-Razi’de Esbab-ı Nüzûl
Değerlendirmesi, Şanlıurfa
: Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1998
2-Bedreddin
Çetiner, Fatiha’dan Nas’a Esbab-ı Nüzûl (Kur’an Ayetlerinin iniş
sebebi),İstanbul, Çağrı Yayınları, 2002
3-Hasan
Tahsin Emiroğlu, Esbab-ı Nüzûl, Konya 1983
5-Ahmet Nedim
Serinsu, Sa'lebe kıssası (Esbab-ı Nüzûl'e yeni
bir yaklaşım),Şule Yayınları,
6-Ahmet Nedim
Serinsu, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl, Şule Yayınları
7-Yakup
Bıyıkoğlu, Şevkani’nin Fethu’l-Kadir’inde Esbab-ı Nüzûl ve Kur’ân’ın anlaşılması(ayetlerin iniş sebepleri), Rağbet Yayınları
MEHMET VEYSİ ÖZLÜK
ÖĞRENCİ NO: 13952753
BİRLEŞİK DOKTORA
ESBAB-I NÜZUL İLE İLGİLİ
FAYDALANABİLECEĞİMİZ KİTAP VE MAKALELER
1. Hanefî,Hasan, Esbab-ı Nüzul’ ün Anlamı Nedir?, çeviren:
Ahmet Nedim Serinsu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi,1998, cilt: XXXVIII,s.225-232
2. Mennau’l-Kattan, Esbab-ı Nüzul, çeviren: Erdoğan
Pazarbaşı, İbrahim Görener, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
2001, sayı:11, s. 153-172
3. Yazıcı, İshak, Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân
Tefsirindeki Önemi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 1987, sayı: 2, s. 117-128
4. Demirci,
Muhsin, Esbâbu’n-Nüzulün Kur’an
Tefsirindeki Yeri, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 1993-1994, sayı: 11-12, s. 7-25
5. Gül,
Ali Rıza,Kur’ân Ayetlerini Tarihlendirmede Nüzul Sebeplerinin
Rolü, Dinî Araştırmalar, 2004, cilt: VII, sayı: 19, s. 191-220
6. Serinsu, Ahmet Nedim, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul, Şule
Yayınları
7. El-Vahidi, Esbab-ı Nüzul, çeviren: Necdet Çağıl,
Necati Tetik, İhtiyar Yayınları
8. El-Kadi, Abdulfettah, Esbab-ı Nüzul, çeviren: Salih
Akdemir, Fecr Yayınları
9. Bıyıkoğlu,
Yakup, Esbab-
ı Nüzul ve Kur'an'ın Anlaşılması, Rağbet Yayınları
10.Çetiner, Bedrettin, Fatiha'dan
Nas'a Esbab- ı Nüzül Kur'an Ayetlerinin İniş Sebepleri, Çağrı Yayınları
Habib Baygın
14952703 (B.Doktor)
Esbabı Nüzul İle İlgili Literatür
Makaleler
1. POLAT,
Selahattin, Esbab-ı Nüzul Üzerine, I. Kur’an Haftası Kur’an
Sempozyumu, 03-05 Şubat 1995, 1995, s. 110-117.
2. Türcan,
Selim
Tefsir Tarihçiliği Bağlamında Klasik Esbab-ı Nüzul Yaklaşımının
Değerlendirilmesi, İslâmî İlimler Dergisi, 2007, cilt: II, sayı: 1, Kur’an Özel
Sayısı: 2, s. 119-138
3. Köktaş,
Yavuz
Esbâbu Vurûdi’l-Hadîs İlmi: Kapsamı ve İçeriğine Yeni Bir Bakış, Usûl: İslâm
Araştırmaları, 2005, sayı: 4, s. 131-156
4. Abdurrahman Elmalı, Fahreddin er-Razi’de Esbab-ı Nüzûl
Değerlendirmesi, Şanlıurfa : Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1998
5.
Gül, Ali Rıza,Kur’ân Ayetlerini Tarihlendirmede Nüzul Sebeplerinin Rolü, Dinî Araştırmalar, 2004, cilt: VII, sayı: 19, s.
191-220
Kitaplar
1. Ahmet
Nedim Serinsu, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl, Şule
Yayınları
2. Yakup
Bıyıkoğlu, Şevkani’nin Fethu’l-Kadir’inde Esbab-ı Nüzûl ve
Kur’ân’ın anlaşılması(ayetlerin iniş sebepleri), Rağbet Yayınları
3. es-SUYUTİ,
İmam Celaleddin, Lubabu’n-Nukûl fi Esbabi’n-Nüzul, Fatih Yayınevi:
2/722. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/571.
4. el-VÂHİDÎ, Esbâbu'n-Nüzûl,
II. Bsk., Beyrut 1991, s. 190.
5. Abdulfettah Abdulğanî Kadî, Esbab-ı Nüzûl Trc. Salih Akdemir,
Fecr Yay.
6. Bıyıkoğlu,
Yakup, Esbab- ı Nüzul ve Kur'an'ın Anlaşılması, Rağbet Yayınları
MEHMET VEYSİ ÖZLÜK
ÖĞRENCİ NO: 13952753
BİRLEŞİK DOKTORA
KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZUL’ÜN ROLÜ
Kur’ân’ın anlaşılması bağlamında bütün Kur’ân ilimlerinin
birbirleriyle etkileşim halindedir. Hepsi aynı gayeye yönelmişlerdir. Ulumu’l-Kur’ân;
konusu her yönüyle Kur’ân-ı Kerim olan, Kur’ân’la ilgili veya Kur’ân’ın
içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’ân’ın en doğru şekilde
anlaşılmasını gaye edinen bilgi alanıdır. Esbâb-ı nüzul ise; doğru anlama
çabasının oluşturduğu bu ilimlerin en sık kullandığı yöntemdir. Çünkü esbâb-ı
nüzul, nüzul çağı ve ortamını, dönemin sosyal, iktisadî ve siyasî yapısını, o
dönem insanın zihniyetini ve onu dolduran, oluşturan kavramları sonraki
nesillerin anlamasında en önemli kaynaktır. Bu bilgi ancak sahih nakille elde
edilebilir.
Esbâb-ı nüzul’ün ilk kayda geçirildiği eserler hadis
mecmualarıdır. Esbâb-ı nüzul eserlerinin telif sebebi; sahabenin nüzul sebebini
bilmeye önem vermesi ve bu bilginin sonraki nesillere aktarımını sağlamaktır.
Âyetlerin
nazil olduğu vasata mümkün olan en yüksek derecede vâkıf olmak, Kur'ân'ın mânâ-i
maksûdunu anlama ve tefsir etme adına tartışılmaz derecede önemlidir. Buna örnek
olarak Nur Sûresi'nin 61. âyetinde yer alan "...Birlikte veya ayrı ayrı
yemek yemenizde günah yoktur." cümlesini vermek mümkündür. Nitekim bu
âyetin anlamı nüzûl sebebi bilindiğinde birlikte veya ayrı ayrı yemek yemenin
ne demek olduğu çok daha sağlıklı bir zemine oturmaktadır. Katâde ve Dahhâk, bu
âyetin nüzûl sebebi hakkında şu tespiti paylaşırlar: Bu âyet, kendilerine Leys
bin Amr oğulları denen Kinaneli bir kabile hakkında nazil olmuştur. Onlar bir
insanın kendi başına yemek yemesini sakıncalı bulurlar, hattâ günah sayarlardı.
Bazen öyle olurdu ki, kişi yemeği önünde sabahtan akşama kadar durur, yemeğine
iştirak edecek bir misafir beklerdi. Akşama kadar kimse gelmezse, ancak o zaman
yemeğini yerdi. Bu alışkanlık üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi. Bu âyet
misafiriniz gelirse birlikte yer, gelmezse kendi başınıza da yemeğinizi
yiyebilirsiniz, bunda bir sakınca yok diyerek bir rahatlama getirdi.
Konunun belki en az bu kadar önemli
olan bir diğer katkısı da şudur ki, esbâb-ı nüzûlü bilmek Kur'ân'ı anlamak
isteyen kimsenin yanlışa düşmesine, yanlış hüküm ve davranış şekilleri istinbat
etmesine mâni olur. Böylece hem o kişiyi, hem de o kişi vesilesiyle hatalı
düşünce ve davranış içine girecek başkalarını da muhafaza etmiş olur. Misalen; Hz. Ömer'in (r.a) Bahreyn'e vali
olarak görevlendirdiği Kudâme b. Maz'ûn hakkında içki içip sarhoş olduğuna dâir
şikâyetler gelmiştir. Cezalandırılmak üzere Medine'ye çağırılan Kudâme içki
içtiğini itiraf etmiş; ancak bunun bir günah olmadığını, kendisinin bunu
yaparken Mâide Sûresi'nin 93. âyetine dayandığını ifade etmiş ve şu âyeti
okumuştur:"İman edip salih işler yapanlara takvalı olduklarında, iman edip
salih işler yaptıklarında, sonra yine takvalı davranış sergileyip iman
ettiklerinde, yine takvalı davranıp ihsan ettiklerinde yedikleri ve içtiklerinden
dolayı bir günah olmaz." Kudâme bu âyete dayanarak içki kullandığını ifade
etmiş, hattâ kendisinin tam da âyetin bahsettiği iman edip amel-i salih işleyen
kimselerden olduğunu, takvalı davranışlar sergilediğini ve yediği ve içtiği bir
şeyin kendisine günah olmayacağını ileri sürmüştür. Valisini cezalandırmayı
düşünen Hz. Ömer, bu sözlerle tabir yerindeyse şok olmuş, bir an için ne
diyeceğini bilememiştir. Nihayet Abdullah b. Abbâs'ın (r.a): "Bu âyetler
henüz içki haram olmadığı dönemde içki kullandıkları hâlde ölenlere bir
mazeret, sonrakilerin aleyhine ise bir huccet olarak indi." demesi üzerine
mesele anlaşılmış ve Kudâme'nin âyeti yanlış anlayıp yorumladığı ortaya
çıkmıştır. Nitekim bu âyet, henüz içki haram kılınmadığı için alkol kullanan ve
bu hâldeyken vefat etmiş olan Müslümanlara bir mazeret olarak inmiştir.
Ayrıca esbâb-ı nüzûlü bilmekle hükümlerin
hikmetleri daha iyi anlaşılır. Hükümleri madde plânında hazırlayan sebepleri ve
vasatı bilmek, o hükümlerin hikmetlerini, illetlerini daha sağlıklı görmeyi
sağlar. Bu zemin üzerine bina edilecek anlama ve yorumlamalar, sahihliğini,
istikrar ve tutarlılığını temin etmiş olur.
Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinin
sonuçlarında bazı olumsuzluklarla karşılaşıldığı gözlemlenilmiştir. Kur’ân-ı
Kerim’in tamamının esbâb-ı nüzul çerçevesinde anlamaya çalışılması, bazı
zorlama anlamların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu da Kur’ân’ın anlam
zenginliğine zarar vermiştir. Ayrıca tarihi gerçekliklere aykırılık da farklı
bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Konunun istismar edilmesi, esbâb-ı
nüzul’ün yetersiz kaldığı konular kapsamında istismara açık hale gelmiştir. En
belirgin olarak nüzul sebebi olan şahısların ısrarla zikredilmesidir. Oysa
Kur’an’ın evrenselliği noktasından Kur’an’ın yorum zenginliği yakalanmalıdır.
İstismarın bir alanı da mezhep taassubudur.
SA’LEBE KISSASI – ESBÂB-I NÜZUL’E YENİ BİR YAKLAŞIM
Tevbe Suresi 75. Ayet hakkında sebeb-i
nüzul olarak gerek hadis gerekse tefsir rivayetlerinde Sa'lebe bin Hatıb'ın
başından geçen olaylar anlatılmaktadır. Hadis ve tefsir rivayetlerinde bu konu
oldukça şöhret bulmuş Sa'lebe bin hatıb adeta ayetle özdeşleşmiştir. Hadis
ilminin münekkdileri hadisin zayıflığına işaret etmişlerdir. Müfessirlerden
Taberi, yaşadığı dönemde isnad ilminin gelişmesinden dolayı sahih ve zayıf pek
çok malumat ve rivayeti kaybolup yok olmasın diye tefsirine almıştır.
Rivayetlerin kritiğini ise uzmanlarına bırakmış tefsirinin mukaddimesinde de bu
hususa temas etmiştir. Kurtubinin de dediği gibi bu rivayet( Salebe kıssası)
müfessirler ve kussas arasında meşhur olmuştur.
Burada esbabı nüzul rivayetleri
konusunda bir tasnife gidilmesi gerektiği lüzumu açıkça kendini göstermektedir.
Zira müsned ve merfu olan esbabı nüzul rivayetleri ile tefsir için olan esbabı
nuzül değerlendirmelerini birbirinden ayırmak gerekir. Tevbe Suresi 75.ayetin
sebebi nuzulü olarak zikredilen rivayet sahabenin tabiunun kendi rey ve
ictihatları ile yaptıkları bir sebebi nüzul değerlendirmesidir. Fakat bu tasnif
yapılmadığından nuzül asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.
Salebe kıssası ile ilgili rivayetlere
bakıldığında sebeb ifade etmede nass olmayan rivayet kalıplarının da gösterdiği
üzere ikinci tür tefsir için olan esbabı nuzül değerlendirmesi türünden bir
rivayet olduğu anlaşılmaktadır. Yani bu olay sanılanın aksine cereyan etmemiş,
ayetin nüzulüne sebeb olmamıştır. Rivayetin gerçek olmadığı Hamidullah'ın da
belirttiği üzere; hicri 9.asrın tarihsel gerçekliğiyle bağdaşmamaktadır.
Sa'lebe kıssasını, tefsirlerinde
naklederek bu ayetleri yorumlayan bir çok müfessir siyak-sibakı ihmal etmişler
ve yanlış anlamalara düşmüşlerdir. Halbuki bağlam çerçevesinin Kur'an ın
anlaşılmasındaki yerine özen gösterselerdi, Tevbe suresinin bu ayetlerini doğru
anlayacaklardı. Çünkü siyak-sibak münafıklardan bahsetmektedir. Dolayısıyla ayet;
bu bağlamda Allah'a ahdini bozan, ahdinin hilafına hareket eden ve bu
eylemlerin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterlerinden
bahsedildiği görülecektir.O halde Tevbe suresinin bu ayetlerinin bağlamı
münafık insan tipine ait birtakım sıfatlardır.Verilmek İstenen mesaj belli bir
şahsın kınanması değil evrensel bir karakterin sıfatlarını sayarak müminleri
bunlardan sakınmaya çağırmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı
nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin Siyak-sibakına mutlaka
bakılmalıdır. Ayetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivayetlere, yukarıdaki
örnekte olduğu gibi itibar etmemekte yarar olduğu açıktır.
TARİHSELLİK
VE ESBAB-I NÜZUL
Tarihçilik ve tarihsellik kavramı batı
kültürüne ait kavramlardır. Bu kavram oluşum süreci bakımından ortak kültüre
aitken; açıklık özelliği dolayısıyla da özgü kültüre ait bir kavramdır. Batılı
filozoflar mensup olduğu milletlerin ortak kültürüne, değerlerine ait
kavramlarla kişiliklerini ve yaşantılarını yoğurmuşlar olaylara bu çerçeveden
bakıp yorumlar getirmişlerdir. Dolayısıyla da bu zemin üzerine oturan fikir ve
ortak kültürleri tamamıyle İslam kültürüne taşıyıp içselleştirmemiz mümkün
değildir. İslam kültürünün kendi farklılığı ve yapısı göz önüne alınmalıdır. Öte
yandan tarihsellik kavramı her ne kadar Batı’nın özgü kültürüne ait bir kavramsa
da ortak kültürle de etkileşim halindedir.
Kur’an’ı Kerim insanı tarihsel varlık
olarak kabul eder. Bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir. Bu nedenle
Kur’an-ı Kerim hemen hemen her suresinde insan ve insan topluluklarından bu
topluluklarda yaşanan olay ve olgulardan bahseder. Kur’an’ı Kerim tarih ve tarihsel
olanı yani geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği bir bütün olarak insanın
faaliyet sahası olarak görmektedir.
Esbâb-ı nüzul ile tarihsellik
kavramı arasında nasıl bir ilişki olduğuna gelince Kur’an insanı ana konu
edinmekle tarihselliğini ortaya koymaktadır, çünkü insan az önce de ifade
ettiğimiz gibi varlık koşullarından biri olarak tarihsel bir varlıktır. İnsanı
insan yapan bu varlık koşulları hep aynıdır. Nüzul asrı insanının varlık
koşullarını yöneten ise Kur’anî değer duygusudur. Yani Kur’an tüm insani yapıp
etmeleri, ilahi bir mesajla oluşturmak ister. İşte bu yapıp etmeler nüzul
ortamıdır. Yapıp etmeler, şimdi içinde olup bitmez zamana yayılmıştır. Şimdiki zaman,
yapıp etmeler için bir orta noktadır ve
dün ile yarın arasında bağ kurar.
Esbâb-ı nüzul, tarihsel olanın
varlık biçimidir. Esbâb-ı nüzulün tarihselliği hakkında zamana bağlılık, gelip
geçicilik tanımı isabetli değildir. Çünkü Kur’an vahyi insanı ve varlık
koşullarını onaylar ve onları geliştirmesine imkan sağlar.
Esbâb-ı nüzul tarihsel olmakla birlikte
tarihe bağımlı değildir. O orijinal bir yorum, orijinal tarihtir; yani sahabe
şahit oldukları olayları merfu-müsned bir şekilde aktarmaktadır. Nüzul ortamına
ait olmayan tefsir için yapılan rivayetlerle de düşünülmüş yorum-düşünülmüş
tarihtir. Kur’an’a göre hayatın tarihsel gerçeği geçmiş, yaşanılan zaman ve
geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahasıdır. Esbâb-ı nüzul, nüzul
ortamında bilfiil vuku bulmuş hâdiseleri gösterdiğine göre gerçekten tarihsel
olarak varolmuş bir olgudur.
Şunu da söylemekte fayda vardır ki; Esbâb-ı
nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle Kur’an’ın soyut bir düşünce
veya düşünüş biçimi olmadığı vurgulanmalı, başka özgü kültürlere ait kavramları
kullanırken kavramların tarihleri içerikleri ve kullananların dünya görüşleri
göz önünde bulundurulmalı, bu kavramları kullanan ilim adamları ve düşünürler
kullandıkları kavramları tarif etmelidirler.
İSA TÜNÇ
YÜKSEK LİSANS
ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO: 13912773
Esbab-ı Nuzul Hakkında Kitaplar
1.
Ali b. el-Medinî(234/), Esbabu'n-Nüzûl
2.
Vahıdî(468/), Esbabun-Nüzûl
3. Ebû’l-Ferec
Abdurrahman Ali b. el-Cevzî (ö. 597 h.) : Kitâbu Esbâbi’n-Nüzûl
4. İbn Hacer el-Askalânî (ö. 852 h.)
: Kitâbu Esbâbi’n-Nüzûl(el-Ucâb fi Beyâni’l Esbâb)
5.
Celaleddin
Abdurrahman b. Ebî Bekr Suyûtî (ö. 911 h.) : Lübâbü’n-Nukûl
Esbab-ı Nuzul
Hakkında Makaleler
1.
Yazıcı,İshak
Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki
Önemi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1987, sayı: 2, s. 117-128
2.
Yıldırım,Suat
Kur’ân’ın Nüzûlünden Sonraki Târihî Hâdiselere
Tatbik Edilmesi Hakkında, Atatürk
Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, 1975, sayı: 1, s. 79-102
3.
Selim Türcan: Tefsir
Tarihçiliği Bağlamında Klasik Esbab-ı Nüzul Yaklaşımının Değerlendirilmesi, İslâmî İlimler Dergisi, 2007, cilt: II,
sayı: 1, Kur’an Özel Sayısı: 2, s. 119-138.[1]
4. Burhan
Baltacı: Taberî’nin
96/Alak Suresi 1–5. Ayetlerin Tefsirinde YerVerdiği Rivayetlerde Nüzul Sürecine
İlişkin Veriler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2(2010),
ss. 215-240
5.
Yavuz Köktaş, Esbâbu Vurûdi’l-Hadîs İlmi: Kapsamı ve İçeriğine Yeni Bir
Bakış, Usûl: İslâm
Araştırmaları, 2005, sayı: 4, s. 131-156
KUR ‘AN VE BAĞLAM KİTABININ HULASASI
BİRİNCİ KİTAP
KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA
ESBAB-I-NÜZUL’ÜN ROLÜ
Kur’an-Kerim’in etkinliği kıyamete kadar
sürdürecek en son vahiydir. Esbab-ı Nuzul ilmi, Kur’an-ı Kerim-i pasif bir
düşünce metni biçimi olmaktan çıkarıp, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak etkin
bir gerçekliğe ve insanlığa yol gösterecek hidayet rehberine
dönüştürmüştür. Bu bağlamda Kur ‘anın anlaşılmasında usul ilminin yanında
özellikle esbabı nuzül konusunun önemi kavranıldı.
1.BÖLÜM
KUR’AN İLİMLERİ VE ESBAB-I NÜZÜL İLMİ
Esbâb-ı Nüzûl İlmi“Usûlü’t-Tefsir”
veya“Ulûmü’l-Kur’ân” konuları içinde mütâlaa edilmiştir. Kur’an ilimleri
konusu Kur’ân’la ilgili veya Kur’ân’ın içerdigi ilim ve araştırmalardan oluşan,
Kur’ân’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi
alanıdır.
Esbabab-ı Nüzül İlmi nakli
ilimlerdendir. Dolayısıyla bilgin sahabiler nuzul ortamında bizzat yaşamış, o
ortamın olaylarının içinde bulunmuş ve olayların meydana geliş
sebeplerine yani Kur’an-ı Kerim tarihine bizzat tanıklık etmiş ve kendinden
sonraki nesillere aktarılmasına büyük çabalar göstermişlerdir. Tabiin döneminde
de esbab-ı nüzüle verilen ehemmiyet devam etmiştir. Dolayısıyla başlangıçta
tefsir ilmi esbab-ı nüzülü bilmek ile eş tutulmuş ve‘Tefsir ilmi esbab-ı
nüzülü bilmekten ibarettir.’denilmiştir.
2. BÖLÜM
KUR’AN-I KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I
NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRMESİNİN SONUÇLARI
Esbab-ı nüzül rivayetlerinin
Kur’an’ın anlaşılması sürecinde değerlendirilmesinde bu tutumların doğuracağı
birçok sonuç olması tabiidir.
A. Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı
nüzul ’un yetersiz kalma sebepleri
Esbab-ı nüzul rivayetler açısından
yetersiz olabilir. Bu da senette inkita olup olmamasına bağlı oalarak bir
eksiklik doğurabilir.
Senedlerin hazf edilmesi veya
rivayet lafızlarına dikkat edilmemesi nedeniyle yetersiz kalabilir.
Taaddüt-taahhür açısından yanlış
değerlendirme yapılması da sebepleri doğuran unsurlardandır.
Esbab-ı nüzul Umum değil husus
ifade ettiği anlamı verilmesi çabalarıdır.
Tarihi gerçekler ile zamansal
uyumsuzluk bir başka sebebi teşkil eder.
Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbabı Nüzul
Rivayetlerinin Doğurduğu Olumsuz Sonuçlar
Esbab-ı Nüzulde
bazı tarihi uyuşmazlıklar göze çarpmaktadır. Tarihi olaylarla uyuşmayan bu
nakillerin tahkiki yapılmadan bazı tefsirlere girdiği görülmektedir.Nüzul
sebepleri fırkaların ortaya çıkmasında rol oynayan amillerden biri
olmuştur.Nüzul sebeplerinin kendi muhtevası içinde bazı karışık ve izahı güç
meseleleri bulunmaktadır. Bu karışıklık ve güçlük, nüzul sebebini ve
hadisesini, Rasulullah veya ondan sonraki dönemlere de dayandırma anlayışından
kaynaklanmaktadır.
3.BÖLÜM
ESBAB- NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
Esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeniden ele
alınıp değerlendirilmesi ve Arap dilinde kasıt ve manayı araştırıp, ifade
ettiği manayı belirlemek gerekir. Kur’an’ın anlaşılmasında zahir nassların,
mücmel naslardan ayırt edilerek değerlendirilmelidir.
Bu yeni yaklaşımlar ele alınırken;
kur’an-ı kerim’in bütünlüğünün dikkate
alınması
siyak-sibak‘ın gözönünde bulundurulması
değerlendirmeyi daha nesnel hale getirir.
Esbabı Nüzul Ve Tarihsellik Kavramı
Kur’an-ı Kerim sadece tarihi varlık
koşuluyla değil bütün varlık koşullarıyla uyumlu ve koşullara cevep veren bir
ilahi mesajdır.
İKİNCİ KİTAP
SA’LEBE KISSASI
Çerçevesi çizilen yeni esbab-ı nuzûl
yöntemi ışığında bir örnek olsun diye sâ‘lebe kıssaı ve bu konudaki sebebi
nüzuller ele alınmıştır. Bu sebeple esbab-ı nüzul ,nüzul zamanı
ve ortamında meydana gelen Kur’an-insan ilişkisini gösteren olaylardan oluşan
süreçtir. Bu süreçteki olayları bilmek Kur’an’ı anlamada ve
anlaşılmasında önemli bir yer alır.
3.KİTAP
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
Tarihsellik, insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir. Bu bölümde Esbab-ı nuzûl konusu felsefi metodlar çerçevesinde incelenmeye çalışılmıştır
Ad-Soyad: ABDULBARİ
FAİK
ÖĞRENCİ
NUMARAM: 14912701
Alan: Tefsir,
Yüksek Lisans Öğrencisi
Esbab-ı nüzul”
hakkında beş kitap ve beş makale adı
Ersöz, İsmet
Kur’an ve ilmu esbabi’n-nüzul, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları III,
2002, s. 315-323
Aldemir, Halil
Esbabı Nüzul Rivayetleri Arasında Görülen Çelişkiler ve
Geliştirilen Çözüm Yolları Tahlili, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler -,
2011, cilt: XV, sayı: 48, s. 141-159
A. Nedim Serinsu,
Kur'ân'ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzûlün Rolü, İstanbul 1994, s. 68.
Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, II. Bsk., Beyrut 1991, s. 190.
أسباب نزول القرآن للإمام علي
بن أحمد الواحدي (ت468
لباب النقول في أسباب النزول
لجلال الدين السيوطي (ت911هـ)
العُجابُ في بيان
الأسباب للحافظ المحدث أحمد بن علي بن حجر العسقلاني (ت852هـ))
تسهيل الوصول إلى معرفة أسباب
النزول ، لخالد عبدالرحمن العك
المحرر في أسباب نزول القرآن
في الكتب التسعة للدكتور خالد المزيني
Ahmet YILMAZ – 13912772
(Yüksek Lisans)
DEMİRCİ,
Muhsin, “Es-Babu'n-Nüzülün Kur'an Tefsirindeki Yeri”, Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 86, 07-25, 1993-1994,
http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruifd/article/viewFile/1012001958/1012001648
İshak
Yazıcı, “Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Kur’ân Tefsirindeki Önemi”, Ondokuzmayıs
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II, Samsun 1987, s. 117-128;
http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/432934283_198702070336.pdf
Mennâu'l-Kattân,
çev.: Erdoğan Pazarbaşı, İbrahim Görener, “Esbab-ı Nüzûl,” Erciyes Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Kayseri-2001, sayı: 11, s. 153-171
http://eruifd.erciyes.edu.tr/sayilar/200101/20010112.pdf
YILDIRIM,
Suat, “Kur’ân’ın Nüzûlünden Sonraki Târihî Hâdiselere Tatbik Edilmesi Hakkında”,
Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, 1975, sayı: 1, s. 79-102
http://e-dergi.atauni.edu.tr/atauniilah/article/view/1020004734/1020004553
ALDEMİR,
Halil, “Esbâb-ı Nüzûl Rivayetleri Arasında Görülen Çelişkiler ve Geliştirilen
Çözüm Yollarının Tahlili”, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 15 Sayı: 48 (Yaz 2011),
s.141-159
Ebü'l-Fazl
Şihabüddin Ahmed bin Ali bin Muhammed el-Askalani, tahkik: Fevvaz Ahmed
Zemerli, el-Ucâb fî Beyâni’l-Esbâb (Esbab-ı Nüzul), Dâru’l-İbn-i Hazm, Demmam, 2002, 1 cilt, 533
Sayfa
http://www.archive.org/download/waq3629993091/93091.pdf
Ali
b. Ahmed el-Vahidi en-Nisaburi Ebu’l-Hasen, tah. Kemal Bisyuni Zağlul,
Esbabu’n-Nüzul, Daru’l-Kitabü’l-İlmiyye-1991, 1 cilt, 568 sayfa
http://ia700506.us.archive.org/17/items/waq28359/28359.pdf
Mukbil
b. Hâdî el-Vâdiî, es-Sahihul’l-Müsned Min Esbâbi’n-Nüzûl, Mektebetu Sınai
Eseriyye-2004, ikinci Baskı, 286 sayfa
Selim
b. 'Abdul el-Hilalî-Muhammed b. Musa Âl-i Nasr, El-İsti'ab Fi Beyani'l-Esbab,
Daru İbn Cevzi, Şaban 1425, 544 sayfa
http://www.alminbr-al3elmy.com/books/quraan/Aleste3ab_Fi_Byan_AlAsbab.pdf
Halid
b. Süleyman el-Müzenî, el-Muharrir fi Esbabi Nüzûli'l-Kur'an min hilali
Kütübi't-Tis'a Dirasetü'l-esbab rivayeten ve dirayeten, Dar’u ibn Cevzi-1427,
Birinci Baskı, İki Cilt, 1202 sayfa
http://www.archive.org/download/waq70337/70337.pdf
ÖNSÖZ
Yazar (Hocamız
Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU), Kur’an ve Bağlam isimli kitabının önsözünde; insanın tarih boyunca olduğu gibi şuanda da
kendisi, kainat ve hayat hakkındaki sorulara cevap aradığını, İlâhî vahyin, bu
insanî ihtiyaca cevap vermek üzere Peygamberler vasıtasıyla indirildiğini, Kur’ân-ı
Kerîm’i bu bağlamda anlamak isteyen insanların, Kur’ân-ı Kerîm’i özellikle
Esbâb-ı Nüzul ile tefsir etmiş olmalarının, bu bilgi kaynağının tefsir
ilmindeki yerini ortaya koyduğuna dikkat çekerek; Birbirini tamamlayan üç ayrı
çalışmadan oluşan bu kitapta; Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul’ün
yüklendiği işlevi yeniden ele aldığını, Kur’an ilimleri ve Esbab-ı Nüzul
kavramlarını tanımlayarak, yeni bir yaklaşımla bütün yönleriyle ortaya
koyduğunu belirtmiştir.
Kur’an’ı Kerim’i
anlamaya çalışan araştırmacıların Esbab-ı Nüzul’den nasıl faydalanacakları
hususunda alanında ilk olan bu kitaptan yararlanmaları amacıyla kaleme aldığını
belirten hocamız; bu eserin ikinci bölümünde araştırmacıların, esbab-ı nüzul’le
ilgili sistemsiz malumatların içinden rahatça çıkabilmeleri için Sa’lebe
Kıssası’nı inceleyerek usülün uygulanmasını göstermiş, kavramların doğru bir
şekilde kullanılmasının öneminden dolayı kitabın üçüncü bölümünde ise
Tarihsellik kavramı ile ilgili sorulara cevap aranmıştır. Ancak cevaplar
aranırken tarihsellik kavramı esbab-ı nüzul bağlamında incelediğini belirterek
kitabı hakkında bilgi vermiştir.
Hocamız,
kitaptan daha çok istifade edilmesi için uzaktan öğretim tekniklerini kısmen
kullandığını ifade ederek, sayfalardaki işaretlerin ne anlamlara geldiği
hakkında bilgi vermiştir.
ARAŞTIRMANIN
KONUSU VE ÖNEMİ
Esbâb-ı nüzul
bilgisi, Kur’ân-ı Kerîm’in nüzul ortamının aslî bir unsurudur. Çünkü esbâb-ı
nüzul, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında gerekli bir bilgi olarak
değerlendirilmiş, Sahabe, tâbiûn ve tebe-i tâbiîn’den olan müfessirler Kur’ân’ı
özellikle esbâb-ı nüzul ile tefsir etmişler, hatta, “başlangıçta tefsir ilmi,
esbâb-ı nüzulü bilmekten ibaretti”
denilmiştir.
İbn-i Mes’ûd ve
İbn-i Abbas gibi bazı sahabiler, “Kur’ân’dan inen her ayetin ne hakkında, kim
hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerine” dair sözler söylemişlerdir.
Çünkü onlar nüzul ortamında bizzat yaşamış olmanın avantajı ile o ortamın
hadiselerinin içinde bulunmuşlar ve hadiselerin zuhur sebeplerini müşahede
etmişlerdi. Dolayısıyla ayetlerin hangi olaylar üzerine indiğinin bilgisine
sahiptiler. Onun için esbâb-ı nüzul hakkında tek kaynak sahabedir. Daha sonraki
nesillere de bu anlayış etki etmiştir.
Bu yüzden
kitabın birinci bölümünde; Kur’an ilimleri ve esbab-ı nüzul rivayetlerinin
İslam kültür tarihinde kullanım alanlarına genel bir bakış yapılmış, ikinci
bölümde Kur’an’ı Kerim’in anlaşılması çabalarında esbab-ı nüzül olgusunun
oluşturduğu çerçeve ve sonuçlar ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise esbab-ı
nüzule yeni bir yaklaşım denemesinde bulunulmuştur.
Bu çalışma, Kur’ân-ı
Kerîm’in anlaşılması ile bağlı olarak esbâb-ı nüzul meselesine, bazı prensipler
vaz ederek açıklık getirmeye çalışması bakımından önem taşımaktadır. Emîn
el-Hûlî, “ayetin sebeb-i nüzulü işte bu hâdisedir” demeden önce ciddi bir
araştırma yapmanın şart olduğunu, bu hükmü vermeden önce epeyce düşünmek
gerektiğini söylemektedir. O halde bu ilkeleri pratiğe aktarmanın nasıl mümkün
olacağına yönelik bir araştırmanın önemi bir kez daha anlaşılmış olmaktadır.
ARAŞTIRMANIN
AMACI
Araştırmada; Esbab-ı Nüzul ilmi, Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında gerekli
bir kaynak olduğu için, ona olan ihtiyacımızın boyutlarının tespit edilmesi de
gereklidir. Bunun için ise esbab-ı nüzul rivayetlerinin bir muhasebesinin
yapılması gereklidir. Bu yüzden esbab-ı
nüzul gibi kavramların tanımlanması, Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında
kullanılırken yapılan hatalara dikkat çekmek, ayrıca bu yapılırken de esbab-ı
nüzule bütüncü bir yaklaşımla bakılarak, günümüze nasıl taşınabileceği amaçlanmıştır.
ARAŞTIRMANIN
METODU
Esbâb-ı nüzul
ilmine, sahabe döneminden bugüne kadar çeşitli yönlerden yaklaşılmıştır. Bu
araştırmada; sadece Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul bilgisi
gösterilmeye çalışılmış, böylece esbâb-ı nüzul ilminin alanı sınırlanmış ve
onunla ilgili birçok konuya lüzumlu değinmelerle geçmek, ayrıntılara girilmemiştir.
Çünkü “hiçbir ilmî inceleme belli bir yer ve zamanda gözlenebilir fenomenlerin
tamamını aynı anda kucaklayamaz; kaçınılmaz olarak bir seçim yapar. Bu şartlarda,
neticelerin ancak bu seçimin sınırları içinde değer kazanacağı açıktır.” Öte
yandan esbab-ı nüzul ilmi alanında çalışmak isteyenler iki olgu ile
karşılaşırlar:
1.
Malumat
çokluğu,
2.
Bu malumattaki
sistemsizlik.
Bu sebeple
konuyu Kur’an’ın anlaşılması ile sınırlamak, bilgi felsefesi, tarih felsefesi
ve kültür felsefesi, hikmet-i teşriiye, münâsebât-insicam ve mübhemât
alanlarının kesiştiği ve iç içe geçtiği bir meseleyi bu yönden görmeyi mümkün
kılar. Bu da araştırmanın özel çalışmaları gerektirecek genişlik ve önemdeki
bazı başlıklarının, anılan çerçevenin sınırlayıcılığını göz önünde tutarak,
sadece konuya ilişkin yönüyle incelenmesi ve anlatımını ilke edinmeyi
gerektirmiştir.
Metodu bu
şekilde temellendirip, yorumlayıcı olmayı, sadece bilgi verici olarak kalmamayı
usûl edinince, esbâb-ı nüzul ilminin Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasındaki rolü olarak
“esbâb-ı nüzulün faydalarını esas alan klasik bir araştırma yapılamazdı. Bu
yüzden bu kitapta uygulanan bu yöntem ile esbâb-ı nüzul ilmine;
1.
Vâkıasını
tesbit,
2.
Onun tenkidi,
3.
Yeni bir
yaklaşım ilkeleri ile yönelmek, esbâb-ı nüzulden yararlanacak ihtisas sahibi
olsun veya olmasın araştırmacılara, esbâb-ı nüzul ve faydaları alanında
bütüncül bir değerlendirme imkânı verecektir.
Esbâb-ı nüzul
vâkıasını tesbit etmekle, inşa edilecek yeni yaklaşımın malzemelerinin bir ilk
adımı atılmış oldu.
Kitapta birçok
konunun her üç bölümde ayrı ayrı ele alındığı görülecektir. İlk bakışta bu
durum öncekinin tekrarı gibi algılanabilir. Ancak dikkat edilirse durumun böyle
olmadığı yukarıdaki metodun ilke edinildiği tesbit edilecektir Meselâ esbâb-ı
nüzul rivâyetlerinin tasnifi konusu her üç bölümde vardır. Esbâb-ı nüzul
konusunu eserlerinde inceleyen âlimler esbâb-ı nüzul ilminin yararlarından
bahsederlerken esbâb-ı nüzul rivayetlerini beş kısma ayırırlar. Ortaya çıkan
problemleri (taaddüt, taahhür, umum-husus gibi) beş kısmın içinde halletmeye
çalışırlar. Klasik olanı, gösterilen yolu değil, çözümü aramaktır. İşte bu
nedenle esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tasnifi başlığı altında bu olgu incelenmiştir.
Birinci bölümde esbâb-ı nüzul rivâyetlerine olgusal bir yaklaşımda bulunuldu.
İkinci bölümde esbâb-ı nüzul rivâyetleri olgusalını eleştirildi. Son bölümde de
terkibi bir yaklaşımla Kur’ân’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivayetlerini
nasıl kullanması gerektiği hakkında çıkarılan sonuçlar ortaya koyulmuştur.
İnsan hayatına
yön vermek, anlam vermek için var olan Kur’ân-ı Kerîm’i anlama çabasında
esbâb-ı nüzulün teorik temellerini bilmek ve onun ilkelerine uymak
gerekmektedir. O zaman nüzul ortamı tanınmış ve o döneme tarihi açıdan bakılıp,
nüzul ortamına getirilecek açıklamalarla bu insani varlık alanına ait yapıp
etmeleri günümüze taşınıp anlamlandırılabilir.
KUR’ÂN İLİMLERİ VE ESBÂB-I NÜZUL İLMİ
Kur’ân-ı Kerîm’m
anlaşılmasında esbâb-ı nüzul ilminin rolünü inceleyebilmek için bazı kavramları
açıklığa kavuşturmak gerekir. Bu kavramların ilki esbâb-ı nüzul ilminin de bir
disiplini olarak takdim edildiği Kur’ân ilimleri kavramıdır. Bu ilk bölümde Kur’ân
ilimleri kavramım, doğuşu ve gelişmesi ile incelemekle;
1.
“Ulûmu’l-Kur’ân
denildiği zaman ne kast olunuyor?”,
2.
“Tarih boyunca bu
kavramdan ne anlaşılmış?” soruları açıklığa kavuşmuş olacaktır. Böylece Kur’ân’ın
anlaşılması meselesinde Kur’ân ilimlerinin ifade ettiği anlam tespit edilecektir.
Kur’ân ilimleri
kavramının aydınlanması esbâb-ı nüzul ilminin, onun bir dalı olarak,
açıklanmasına ve daha net bir şekilde tanımlanmasına imkân verecektir; yani
esbâb-ı nüzulü, içinde bulunduğu bütünlük çerçevesinde görebilmek mümkün
olacaktır. Bundan sonraki merhale ise esbâb-ı nüzulü, girişte belirtildiği
gibi, çeşitli yönlerden ele alarak, konumuz açısından yakalanması ve
gösterilmesi gerekli yanları ile ele almak olacaktır. Bu bölümde söylenenler,
ikinci bölümdeki eleştirilere ve üçüncü bölümdeki alternatif arayışlara temel
teşkil edecektir.
KUR’ÂN
İLİMLERİNİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ
Kur’ân-ı Kerîm,
Hz. Peygamber’e “tebliğ” ve “tebyîn” ile görevli olduğunu bildirmiştir. Ümmî
Peygamber’e ilk gelen vahyin okuma ve yazmayı emretmesi pek anlamlı ve ilham
vericidir.
Tamamıyla
insanı anlatan ve insanî olanı tespit eden ayetler, Müslümana, yaşam boyu
eğitimi zorunlu kılmaktadır. O Ümmî Peygamber de bütün hayatı boyunca bu ilkeyi
tatbik etmiş, ümmetini kadın-erkek ilim tahsiline yönlendirmişti.
Hz. Peygamber’in
maarif siyasetinin temelini “kıraat-kitâbet” oluşturmuştur. Bedir Savaşı sonrasında
harp esirlerine konulan fidye-i necat okuma yazma bilenlerin on Müslüman çocuğuna
okuma yazma öğretmesi idi. Bundan önce Hz. Peygamber’in Medine’ye gelir gelmez
ilk iş olarak Mescid ve Suffe inşasına girişmiştir.
Medine’de
hicretin ikinci senesinde diğer yatılı bir mektebin mevcut olduğunu bildiren
rivayetler vardır. Ayrıca o dönemde
Medine’de varolan dokuz mescidin, ilmin yayılması için kullanıldığı tahmin
edilmektedir.
Bu maarif
politikasının sadece erkeklere has olmadığını, kadınları da kapsamaktaydı. Öyle
ki bu yeni yapılanmada yazı yazan ve okuyan kadınlar da eksik olmamıştır.
Kur’an-ı Kerim’in
nazil olduğu sıralarda Müslümanlar kutsal kitaplarını Hz. Peygamber veya
muallimler vasıtasıyla ezberliyorlardı. Hz. Peygamber gelen vahyi tebliğ
etmekte, canlı ve hayatla iç içe kişiliği ile Kur’ân-ı Kerîm’i hem haliyle hem
de kavliyle tefsir etmekteydi .
Zerkeşî bu
noktadan hareketle bazı sahabîlerin belli bir ilim sahasında mütehassıs
olduğunu söyler. Mesela Hulefâ-i Râşidîn, İbn Abbas, İbn Mes’ûd, Zeyd b. Sabit,
Ebû Musa el-Eş’ârî, Abdullah b. Zubeyr Ku’ân ve ilimleri hususunda daha o devirde
temeyyüz etmişlerdi.
Ancak onların
ve fethedilen bölgelere muallim olarak gönderilen sahabîlerin bütün gayretleri
talebe yetiştirmeye, yani İslâm Peygamber’inin maarif siyasetini oralara
taşımaya yönelik olmuştur. Dolayısıyla hem Hz. Peygamber döneminde hem de ashab
döneminde Kur’ ân ilimlerinin telifine gerek duyulmamıştır. Çünkü nüzulü
müşahede edenler, bizzat İlk Muallimin tedrisinden geçenler o sıralar hayattadır
ve düzgün konuşma alışkanlıklarını henüz muhafaza etmektedirler. Mesajı
anlayabilmekte veya anlayamadıklarını soracak kimseleri bulabilmektedirler. Kur’ân-ı
Kerîm’le karıştırılabilir endişesiyle telif hareketine sıcak bakmamaktadırlar.
“Ulûmu’l-Kur’ân”
olarak adlandırılacak olan bahisler Hazreti Peygamber ve ashabı tarafından bilinmekteydi.
Çünkü bu bahislerin hepsi iki kaynağa dayanmaktadır.
1.
Arap dili
(Garibu’l-Kur’ân, İ’câzû’l-Kur’ân, Mecâzu’l-Kur’ân...).
2.
Gözleri önünde
cereyan eden hâdiseler . (Hz. Peygamber’in tefsiri, esbâb-ı nüzul, muktezây-i
hal, vucûhu’l-Kur’ân...).
Hz. Peygamber ve
sahabe Kur’ân-ı Kerîm’i hem sözleriyle hem de eylemleriyle tefsir etmişlerdi.
Yani yaşanan hayata uyarlamışlar, onun ahkâmını elle tutulur, gözle görülür bir
hale koymuşlardı. Bu durum elbette gelecek nesillerin de yapması ve
gerçekleştirmesi gereken bir görevdi.
Mushafın çoğaltılması
de kıraat ilmi ve resmu’l-Kur’ân ilminin ele alınan ilimler olduğu bilinmektedir
. Kur’ân’ın lügâvî yönden ele alınması ise Ebu’l-Esved ed-Duelî’nin Kur’ân’a
noktalama ile hareke koymasıyla başladı. Böylece İ’râbu’l-Kur’ân ilmi neşet
etmiş oldu. Ayrıca esbâb-ı nüzul, Mekkî-Medenî, nâsih-mensuh ve garîbu’l-Kur’ân
ilimleri ilk tedvin edilen, kayda geçirilen Kur’ân ilimleridir.
Kur’ân ilimleri
sahasında eser vermiş müelliflerin listesini veren kitaplara bakıldığında
tedvin döneminin başlarında âlimlerin, Kur’ân ilimleri terimini sözlük anlamında
ele aldıklarını ve Kur’ân-ı Kerîm ile alâkası bulunan bütün bilgilere delâlet
eden bir anlam yüklemiş bulundukları tespit edilmektedir.
Kur’ân
ilimlerinin bütününü kapsayacak yani bu ilimlere Zerkânî’nin deyimiyle “fihrist
ve delil” olacak bir ilim kavramına ihtiyaç doğmuştur. Çünkü hadis ilmi
sahasında yapılan çalışmalar ve ortaya konulan eserler bu ihtiyaca yön verecek,
ilham kaynağı olacak düzeyde ve mahiyette idi.
İşte bu
sebeplerle “Ulûmu’l-Kur’ân” başlığı altında Kur’ân ilimlerinin tek bir eserde
muhtasar olarak toplanması zarureti hasıl oldu. Bunu ilk gerçekleştiren ise
Zerkeşî olmuştur. Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân isimli eserinde 74 Kur’ân
ilmini ele alıp incelemektedir. Onun takipçisi Suyûtî ise el-İtkânfî Ulûmi’l-Kur’ân
isimli eserinde 80 Kur’ân ilmini inceler.
KUR'ÂN İLİMLERİ
VE TEFSİR İLİMLERİ KAVRAMLARI
a. Kur'ân
İlimleri Kavramı
Ulumu’l-Kur’an
kavramı bugünkü şekliyle ilk olarak Zerkeşi tarafından ortaya konulmuştur. İbn
Teymiyye Kur’ân ilimlerini, "Kur'ân'ın anlaşılmasına yardımcı olan küllî
kurallar" olarak tanımlamaktatır. Taberî, İbnu Berrecân el-Lahmî ve
Zerkeşî; Kur'ân ilimlerinden kast olunan
"üç şeydir" diyerek esasta aynı fakat ibareleri farklı tasnifler
yapmışlardır. Zerkeşî'nin muasırı Şâtibî "Kur'ân ilimleri"
kavramından "Kur'ân-ı Kerîm'e izafe olunan ilimler olarak bahseder. Ona
göre Kur'ân-ı Kerîm'e izafe olunan ilimler birçok bölüme ayrılır. Muhyiddin
el-Kâfiyecî'nin eserine, "Birinci Bab: Kavramlar hakkındadır" diyerek
başlaması Kur'ân ilimlerinde hadîs usûlüne benzer bir yol izlendiğini
göstermektedir. Suyûtî, el-İtkân fi Ulûmi'l-Kur'ân isimli eserinde iki
selefinin -Zerkeşî ve el-Burkînî'nin- metodunu takip ettiğini söyler. Suyûtî,
Kur'ân ilimlerini üçe ayırır:
1.
Allah Teâlâ'nın
zâtına mahsus eylediği kısım.
2.
Peygamberine
öğrettiği kısım.
3.
Peygamberine
öğretmekle birlikte Kitab'ına açık-gizli yerleştirdiği ve öğrenimini emir
buyurduğu kısmı. Suyûtî bunu da ikiye ayırır:
a.
Sema metodundan
başka söz söylemenin câiz olmadığı kısmı: Esbâb-ı nüzul, nâsih-mensûh, kıraat
ilimleri gibi.
b.
Tedebbür,
istidlal, istinbat, istihraç yapılabilecek kısım.
Zerkânî'de "Ulûmu'l-Kur'ân" kavramını şöyle tarif
etmektedir: "Kur'ân olması, hidayet rehberi oluşu, veya i'câzı açılarından
Kur'ân-ı Kerim'le alâkalı olan bütün ilimler "Ulûmu'1-Kur'ân'dandır."
O halde Kur’an ilimleri, konusu her yönüyle Kur'ân-ı Kerîm olan, Kur'ân'la ilgili veya Kur'ân'ın içerdiği ilim
ve araştırmalardan oluşan, Kur'ân'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı
olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır.
b. Tefsir
ilimleri Kavramı
Kur'ân
ilimleri, kapsamı çok geniş olan bir kavramdır. Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili
ilimlerden ve araştırmalardan oluşur. Dolayısıyla konusu her yönüyle Kur'ân-ı
Kerîm'dir. Tefsir ilmi ise, Kur'ân-ı Kerîm'in izahını amaçlayan bir ilimdir.
Yani İlmu't-Tefsir veya İlmu Tefsîri'l-Kur'ân, Kur'ân-ı Kerîm'i her bakımdan
(gramer, belâgat, tarih vs.) tetkik edip açıklamaya ve bildirmeye yarayan
ilimdir. Bu ilmin de konusunu Kur'ân-ı Kerîm teşkil eder.
Muhammed Ebû
Şahbe, Kur'ân ilimlerinin ilk tedvin edileninin tefsir ilmi olması pek tabiî
bir olgu olarak görür. Çünkü Kur'ân'ın anlaşılmasında ve Kur'ân üzerine
tedebbür etmede bu ilim temeldir. Ayrıca ahkâmın istinbâtı ile helâl ve haramın
bilinmesi bu ilimle mümkün olmaktadır.
Kur'ân ilimlerinin
çoğu tefsir ilmine yardımcı ilimlerdir diyen Dr. Adnan Zarzûr ise şunları
söyler: 'Kur'ân ilimlerinin çoğu, Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yönünün tefsiri
etrafında dönmekte veya bu yönlerinin Şerhini kapsamakta veya ona imkân
hazırlamaktadır.
Kur'ân ilimleri
ve tefsir ilimleri kavramları tedvin döneminin başlarından itibaren aynı manâda
kullanılmışlardır. Ez-Zerkeşî'nin Kur'ân ilimlerini tek bir kitapta ve bütün
konularını kapsayacak şekilde toplaması ile bu iki kavram arasında bir farkın
ortaya çıkarmaktadır. Tefsir ilimleri artık müfessirin Kur'ân tefsirine
yöneldiğinde bilmesi gereken ilimleri kavram olarak ifade ederken, Kur'ân
ilimleri daha kapsamlı bir mefhum olarak Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili bütün
ilimleri ve bu ilimlerle ilgili umumî kaideleri içeren bir kavramı ifade
etmektedir.
KUR'ÂN İLİMLERİ
ARASINDA ESBÂB-I NÜZUL İLMİNİN YERİ
Kur'ân
ilimlerinden biri olarak esbâb-ı nüzul ilmi, İslâmiyet'in ilk asrından bu yana
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında önemli bir ilim olarak mütalaa edilmiştir.
Sahabe ve tâbiûn dönemlerinde bu ilmin müstakil olarak ele alındığı ve Kur'ân-ı
Kerîm'i anlama gayreti içine girenlerin mutlaka bilmesi gereken bir ilim olarak
zikredildiği görülmektedir.
Kur'ân-ı
Kerîm'in nüzulünü müşahede etmiş olmalarını daima ön plana çıkaran sahabe,
esbâb-ı nüzulü çok kullanmaktadır. Bu gayet doğaldır. Çünkü onların ilmî
gayretlerinin hedefinin Kur'ân-ı Kerîm'ı anlamak ve yaşamak olduğu tarihî bir
gerçektir.
Sahabe her
âyetin nüzul sebebini bilmek iddiasında olmamıştır. Bir insan için bunca geniş
zaman diliminde ve muhtelif mekânlarda nâzil olmuş âyetlerin sebeplerini ihata
etmek elbette imkânsızdır. Bilgin sahabilerin her nüzul sebebini bilme, her
âyeti tefsir edebilme gibi bir iddiaları da olmamıştır. Onlara bu alanda
yöneltilen sorulara "bilmiyorum" cevabını vermeleri bunu ifade eder.
Esbâb-ı nüzul ilmi naklî ilimlerdendir. Dolayısıyla bilgin sahabîler tarafından
tabiîlere "öğretim (talim) yoluyla sözlü olarak" aktarılmıştır.
Tâbiîlerin Kur'ân-ı Kerîm'i bilen âlimler olarak tanınmış bilginleri, esbâb-ı
nüzule vâkıf olduklarını ve bu ilmi hangi sahabîden aldıklarını
söylemektedirler.
ESBÂB-I NÜZUL
İLMİNİN TANIMI
Bir âyetin
sebeb-i nüzulü bu hadisedir dendiğinde “Âyetin varoluşu, indirilişi o hâdise
sebebiyledir” denmek istenmez. Çünkü Kur’an-ı Kerim, insanların kurtuluşu için
hidayet rehberi olarak gelmiştir.
Esbab-ı Nüzul
için şu tanımlar yapılmaktadır:
Vahidî: Kurân-ı Kerîm’in anlaşılmasına imkân sağlayan
çok güvenli bir yoldur.
Zerkeşî ise Kur’ân-ı
Kerîm tefsirinde bilmeye muhtaç olduğumuz bir ilim olarak takdim eder. Ona göre
esbâb-ı nüzul ilmini tarih ilminin gidişatıyla benzer görmek ve bu sebeple
ondan bir fayda beklememek hatalı bir tavırdır.
Suyûtî’ye göre
esbâb-ı nüzul, hadisenin vuku bulduğu günlerde âyetin nazil olması durumunda
gerçekleşir.
Kâfiyecî ise
şöyle demektedir: “Nüzul sebebine gelince o, Kur’an’ın iniş sebebidir.
Şâtibî, esbâb-ı
nüzulü “muktezây-ı hali bilmek” olarak tanımlar.
T. İbn Âşûr
esbâb-ı nüzulü “âyetlerin hükmünü beyân etmek, onunla ilgili olayları hikâye
etmek, reddetmek veya benzeri maksatlarla indiği rivayet olunan hadiseler”
şeklinde tarif eder.
Zerkâni esbâb-ı
nüzulü şöyle tarif etmektedir: Vukû bulduğu günlerde ondan bahseden veya onun
hükmünü açıklayan âyet veya âyetlerin inmesine sebep olan ve Hz. Peygamber
zamanında meydana gelmiş bir hadîse veya O’na yöneltilmiş bir sorudur.
Buraya kadar
yapılan tanımlarda açıklanması gereken bir nokta vardır. O da bir hadîse veya
sorunun akabinde âyetin inmesi şartının öne sürülmüş olmasıdır. Burada önemli
olan âyetin muhtevasının hadiseyi kapsamasıdır. Yoksa hadisenin hemen ardından
doğrudan inzal edilmesi, veya bir müddet sonra inmiş olması arasında bir fark
yoktur.
Böylece esbâb-ı
nüzule dahil olmayan bazı rivâyetleri ayırmak mümkün olmaktadır. Bu rivâyetler
şunlardır:
1.
Geçmiş
ümmetlere ait tarihî malûmat,
2.
Geleceğe ait
haberlerdir.
Nüzul ortamında
meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku
bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin cevap vermek veya hükmünü
açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı
resmeden hadiseye sebebi nüzul denir.
Bu tarifte
esbâb-ı nüzul kavramı sınırlanmış (nüzul ortamında meydana gelen ve o ortamı
resmeden bir hadîse), belirlenmiş (vuku bulduğu günlerde nazil olmuş âyet veya
âyetler), ve içeriğini kuran belirtiler gösterilmiştir.
DOĞUŞU VE
GELİŞİMİ
Kur’an-ı Kerim’in
ilk muhatabı olan o dönemin Arab’ının kültürel hayatında sebep teriminin yerini
tesbit etmek, esbabı nüzulün kaynaklandığı bir temele ulaştırabilir. Söz ve söz
sanatlarının çok önemsendiği bir toplumda Araplar, hayat tecrübesine ait
yaşantıları sebebiyle söyledikleri sözü veya şiiri benzer olaylar için daima
tekrarlamışlardır. Dolayısıyla birçok edebi ürün, bir sebep sonucu vücut bulmuş
olmaktadır. Arap, bir darb-ı mesel’i veya şiiri, onların varoluşuna sebep olan
hadiseye benzeyen her sosyal ve psikolojik durum ve ortamda hatırlamakta ve
söylemektedir.
Tedricî inişi
sayesinde Kur’ân-ı Kerîm, insan kalbine ve şuuruna derinden nüfuz etmek
imkânını bulabilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in i’cazı Arab’ın edebî geleneklerini,
edebî zevklerini harekete geçirmiştir. Kurân’ın bu i’câzî yönü Araplar’ı, edebî
geleneklerini ve edebî zevklerini Allah’ın kelâmını anlamada kullanmaya
yöneltti.
Kur’ân-ı Kerîm’i
anlamada Arab diline vukufiyetten başka eski Arab şiirini de bilmek lazım
geldiğini, zira eski Arab şiirinde kullanılmış bulunan bazı garîb kelimelerin,
Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı kelimelerin anlaşılmasına yardım edebileceğini bir
kısım sahabe bilmekteydi.
Tabiun
döneminde de esbab-ı nüzul rivayetleri toplanmaya devam edilmiştir. İslamiyet’e
yeni giren kavimler ve elh-i kitapla olan münasebetleri sebebiyle rivayetlerde
artış olmuştur. Esbab-ı nüzul rivayetleri sonraki nesillere, öğretim ve sözle
ağızdan nakledilmeye devam etti.
Hz. Muhammed’in
vefatından sonra yeni Müslüman olanlara bu benzeri olayların açıklanması
gerekiyordu. Daha önceki peygamberlere dair kıssalar hakkında da birtakım
açıklamaların yapılması icab ediyordu. Toplum üyelerinin çoğu belki bu kıssalar
hakkında bazı şeyler biliyorlardı ama onları daha iyi bilen Müslümanlar bu
bilgi boşluklarını doldurabilir ve bu konudaki hataları düzeltebilirlerdi.
Tedvin dönemine böyle gelinmiş ve ilk tefsirler yazılmaya başlanmıştır. Bu
tefsirlerin ekseriyetinin rivâyet tefsiridir.
İlk müfessirler
ayetin tefsirine sebeb-i nüzulünü zikrederek başlamayı adet edinmişlerdir.
Rivâyet çokluğu sebebiyle ayetin muhtevasına münasip gördükleri rivâyetleri
naklediyorlardı.
Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin
ilk kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değildir. Hadîs mecmuaları
tefsirlerden önce telif edilmiş ve bu eserlerin bir bâbı da tefsire ait
olmuştur. Bu bâblar hemen hemen sebeb-i nüzule tahsis edilmiş gibidir.
ESBAB-I NÜZUL ESERLERİNİN TELİF SEBEPLERİ
1.
Sahabenin nüzul
sebeplerini bilmekle övünmeleri, yani önemi vurgulanmış bir ilim olması
2.
Bu bilgiyi
sonraki nesillere ve onların da sonrakilere nakletmelerini sağlama
3.
Tedvin dönemi
ve hadis mecmualarına, tefsir eserlerine girmesi, yazılı olarak kaydedilmesi
ESBÂB-I NÜZULÜ
BİLMENİN YOLU
Esbâb-ı nüzul
ancak sahih nakille bilinebilir. Dolayısıyla bu alanda ictihada mahal yoktur.
Yani nüzul sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme veya
görme suretiyle bilinebilen ve sahabîden gelen rivâyettir. Bu rivâyet adeta
Hazreti Peygamberden bildirilmiş hükmünde kabul edilir. Bunun için hadîs usûlünde
hükmen merfû sayılır.
Sahabenin bu
tecrübesine onlardan ilim almak suretiyle iştirak eden tabiîler de esbâb-ı
nüzul rivâyetleri nakletmişlerdir. Bu rivâyetler hadîs usûlünde mürsel
hükmündedir. Dolayısıyla esbâb-ı nüzulü bilme açısından onlar da sahabeden
sonra kaynaktırlar. Ancak bu kabil rivâyetlerin bazı şartları haiz bulunmaları
gerekmektedir.
HADİS USÛLÜ
AÇISINDAN ESBÂB-I NÜZUL RİVAYETLERİ
Bilindiği gibi
ayetlerin nüzulünü yakından müşahede edenler sebeplerini bilip nüzul
keyfiyetinden bahsedenler sahabiler olmuştur. Bunların bu husustaki haberleri ‘el-hadîsu’l-musned’
addolunmuştur. Musned hadîsler, “zahiren muttasıl bir senet ile sahabînin
Rasûlullah’a ref ettiği haber’lerdir. Buna göre, bir hadîsin musned olabilmesi
için iki şart vardır: Senedin ittisali ve merfu olması.
Peygamberimizin,
Kur’ân’ın hemen hemen tamamım izah ettiğini kabul edenler, umumiyetle sahabe
tefsirinin hükmen merfû olduğunu kabule mütemâyildirler. Mesela îbn Teymiyye bu
görüştedir. Sahabenin sebeb-i nüzul dışındaki tefsir rivayetleri ise mevkuf
haberler olarak mütalaa edilir. Mevkûf ise sahabeye ait söz, filil ve
takrirlere denir. Ancak sahabeden rivâyet edilen bu gibi haberler, Hz.
Peygamber zamanına izafe edilirse veya Hazreti Peygamber’den öğrenilen herhangi
bir meseleye istinat ederse, bunlara merfu denilir.
Sahabeye mevkuf
tefsirin özellikle sebeb-i nüzulün Hz. Peygamber zamanına izafe edilmesi ref’
yoluyla olmuyorsa, sahabînin içtihat ettiği sabit olur. Sahabe de içtihadında
diğer müctehidler gibidir. Çünkü hüküm re’ye dayanmaktadır. Ehlinden sâdır
olunca bir re’y diğerine tercih edilemez; her ictihad aynı derecede muteberdir.
Sahabenin
sebeb-i nüzul dışındaki tefsirleri, belâgat ve fasâhatta zirvede bulunmaları
sebebiyle Arapça’ya ve kelimelerin delâlet ettiği manâlara vâkıf olmalarından
kaynaklanabileceği gibi bir şer’î hükümle de alâkalı olabilir, işte bu
tefsirlerin hepsi ictihad alanında cereyan eder. Dolayısıyla bu kabil
tefsirlere, merfû diyemeyiz.
Sebeb-i nüzul
rivâyetlerini incelendiğinde bir kısmının da tâbiûn’dan geldiğini görülür.
Hadîs usûlünde tâbiûnun bu kabil rivâyetlerine mürsel denilmektedir. Mürsel
hadîs: Birçok sahabîye mülâki olmuş tâbiûnun, Rasûlullah şöyle dedi, yahut
şöyle yaptı gibi sözlerle rivâyet ettiği ve senette sahabî atlanmış bulunan
hadîstir. Bir diğer ifadeyle sahabînin ismini anmaksızın tâbiînin hadîsi ref’
etmesidir.
ESBÂB-I NÜZUL
RİVÂYETLERİNİN KALIPLARI
Rivâyet
sıygalarım (kalıplarını) iki ana başlık altında incelemek mümkündür.
1.
Sebep ifade
etmede “nass” olan rivâyetler.
2.
Sebep ifade
etmede “nass olmayan” rivâyetler.
Sebep İfade Etmede Nass Olan Rivâyetler:
1.
“Sebeb-i nüzul”
ibaresi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları içinde kalan
rivâyetlerdir.
2.
“Sebebi budur”
denilerek yapılan rivâyetlerdir: Bu âyetin nüzul sebebi şöyledir. Bu âyetin
nüzul sebebi şudur.
3.
Sıyga, nüzul
sebebi olduğunu gösterir. Başka bir tarafa hamledilemez.
4.
“Şu olay vuku
buldu da...” denilerek yapılan rivâyette olay anlatıldıktan sonra “ “Fe” harfi
ile başlayan ibareler
5.
“Sebeb”
ifadesinin kelâmın gelişinden ve ibaredeki açık bir delilden anlaşıldığı
rivâyetler: Rasûlullah’a şu mesele
hakkında soruldu da…. Bu grup rivayetlerde “sebeb-i nüzul” ibaresi ve “Fe”
zikredilmeyebilir.
Sebeb ifade Etmede Nass Olmayan Rivâyetler
1. “Sebeb”i
budur denilerek yapılmayan, olay anlatıldıktan sonra “Fe” gelmemiş ve kelâmın
gelişinden nüzul sebebi rivâyeti olduğu anlaşılamayan rivâyetler. Bu
rivâyetlerde sıyga, sebebin ihtimal dahilinde olduğu ifadesini taşır.
2. “Sıyga”dan
rivâyetin kesinlikle nüzul sebebi olduğu anlaşılmaz; sadece âyetin içerdiği
manâ ve manâlardan birini beyân ettiği anlaşılır .
3. Âyet şu
olay hakkında inmiştir. Âyetin şu olay hakkında indiğini zannediyorum, Âyetin
ancak şu olay hakkında indiğini zannediyorum
4. Bu
ayetten Allah’ın muradı budur, Ayet şu hususa delalet etmektedir ibareleri de
bu gruptandır. Açık tefsir ibareleri olarak tanımlanırlar.
5.
Yukarıda bu grup rivayetlerde sıyga, sebebin ihtimal dahilinde
olduğu ifadesini taşır denilmişti. Bunun anlamı; Bu konu hakkında ibaresi hem
sebeb-i nüzul ve hem de tefsir ibaresi olabilen bir sıyga olmasıdır. Peki
hangisinin murad olunduğunu nasıl anlayabileceğiz? Dihlevi bu ibarenin kullanıldığı
yerleri sayarken bu soruya da cevap vermiş olmaktadır. Hz. Peygamber zamanında
veya O’ndan sonra meydana gelen ve ayetin muhtevasının geçerli olduğu hâdise
hakkında kullanılabilir. Hz. Peygamber zamanında vuku bulmuş bir hâdise ve bu
hâdise dolayısıyla Hz. Peygamber’in hükmünü istinbat eylediği âyeti, bu mevzuda
tilavet buyurması mümkündür. Aynı durun, sahabe için de söz konusudur.
Dolayısıyla “Bu âyet şu olay üzerine indi” ve “Bunun üzerine Allah Teâlâ bu
âyeti inzal buyurdu” kalıpları Hz. Peygamber veya sahabîlerin istinbâtına
işaret etmektedir. İbn-i Teymiyye bu durumu onların sanki “bu âyetle şu murad
olunmuştur demek istedikleri şeklinde açıklamaktadır.
6.
Müfessirlerin “Nezelet hezihilayet fi keza” gibi ibarelerle ilgili
olarak Zerkânî, bu ibarelerde “nass olabilecek bir cihet olmadığını” söyler.
ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN
TASNİFİ
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri şu şekilde sıralanabilir:
1.
Esbâb-ı nüzul rivayetleri “vürûdu” itibariyle tasnif etmek,
2.
Bir âyet için çeşitli sebepler zikredildiğinde hadîs usûlü
kriterleri uygulanarak yapılan tasnif,
3.
Şah Vehyullah Dihlevî’nin tasnifi,
4.
Tahir b. Aşur’un senedi sahih olan esbab-ı nüzul rivayetlerini beş
kısma ayırması
5.
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerini nevüleri açısından tasnif etme:
e1. Esbâb-ı nüzul rivâyetleri,
e2. Tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri,
değerlendirmeleri
Dihlevi ve T. İbn Aşur’un yaklaşımları geleneksel yaklaşımı aşan
çabalar olarak nitelendirilebilir. Özellikle Şah Veliyullah ed-Dihlevi’nin
söyledikleri Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması bağlamında önemli kriterler
içermektedir. Son tasnif ise yeni bir yaklaşım olarak Kur’ân ilimleri
bilginlerinin genel hatlarıyla yaptıkları tasnifdir. Fakat sistemli bir şekilde
ifade edilmediği için esbâb-ı nüzul rivâyeti ile tefsir rivâyeti arasındaki
fark ve Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması çabasında nasıl değerlendirileceği
gereğince açıklanmamıştır.
a. Vürûdu İtibariyle Tasnif Etme
Esbâb-ı nüzulü vürûdu itibariyle kısımlara ayırmak mümkündür.
Çünkü Kur’ân ayetlerinin bir kısmı bir sebebe binâen nâzil olmuştur. Ekseriyeti
ise bir sebebe mebni olmaksızın “ibtidâen” nâzil olmuştur. Bu kısımlar ise
şunlardır:
1. Soruya
cevap olarak vârid olanlar:
a. bir sual sorma,
b. Fetva istemek maksadıyla sorma.
2. Hükmü
beyân maksadı ile varid olanlar:
a. bir hal veya durum sebebiyle,
b. bir hâdisenin meydana gelmesi sebebiyle.
b. Hadîs Usûlü Kriterleri
Uygulanarak Yapılan Tasnif
Bir âyet için çeşitli sebeb-i nüzuller zikredilirse hadîs usûlünde
rivâyetlerin tenkit edilmesinde uygulanan yönteme göre tasnif yapılabilir.
3.
Rivâyetlerden biri sahîh, diğerleri sahih değildir. Bu durumda bir
problem söz konusu olamaz. Çünkü hadîs metodolojisi uygulanarak “sahih” olan
rivayet bulunur.
4.
İki rivâyet de sahihtir; bir rivâyet için tercih sebebi vardır.
Mesela nüzul ortamında cereyan eden hadiseyi bizzat gören ve yaşayan râvinin naklettiği
veya ondan nakledenin rivayeti tercih edilir.
5.
İki rivâyet de sahîh, biri için “tercih sebebi” yok, fakat iki
rivâyet arasında “cem” yapmak mümkün (iki hadisenin zaman bakımından
yekdiğerine yakın olması şartı ile). Bu durumda sebebin taaddüt ettiğine
hükmedilir.
6.
İki rivâyet de sahîh, biri için tercih sebebi yok, aralarının cem
edilmesi mümkün değil (iki hadîse arasında zaman farkı sebebiyle), o halde
nüzulün tekerrür ettiğine hükmedilir”.
Şah Veliyyullah Dihlevi’nin Tasnifi
Sebeb-i Nüzul rivayetlerini iki kısma ayırmıştır. Birinci kısım
rivayetleri bilmek gerekli ancak ikinci kısım rivayetleri bilmek gereksizdir.
1.
Kur’an-ı Kerim metninde hususi durumlarına ima bulunan gazveler ve
benzeri kıssaların bilinmesi
2.
Kur’an metnindeki umumi ifadeyi tahsis etmeye sebep olacak kıssa
veya kelamın zahirinden çevrilmesi vecihlerinden biri dolayısıyla ortaya çıkan
problemi yani ayetten maksud olanı anlamak ancak sebebi nüzulü bilmekle
mümkündür.
Tahir b. Aşur’un Tasnifi
Tahir b. Aşur, senedi sahih olan esbab-ı nüzul rivayetlerini beş
kısma ayırmıştır:
1.
Âyet ve maksûdunun anlaşılması, sebeb-i nüzulü bilmeye bağlıdır.
Mübhematü’l Kur’an tefsirleri, özel bir durum dolayısıyla gelen ayetler ve
Metninde “Amenen Nas” ibaresi bulunan ayetler.
2.
Ahkâmın teşriine sebep olan hadîseler kısmıdır. Bu hadiselerin
özelliği mücmel olanı beyân ermesidir. Âyetin medlûlüne tahsis, ta’mim veya
takyîd yönlerinden muhalif bulunmamasıdır.
3.
Bir ferdin işlemesi ile birlikte insanî yapıp-etmeler cümlesinden
olan, dolayısıyla da çok sık meydana gelen hadîseler kısmıdır. Âyet, böyle
hadiseleri ilan etmek, hükümlerini açıklamak ve bu hatalı fiili işleyen insanı
uyarmak üzere nâzil olmuştur.
4.
Nüzul ortamında birçok hâdise olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm, bu
hadiselerden önce veya sonra nazil olmuş ve manâları bu olaylarla ilişkili veya
benzer âyetler içermektedir.
5.
Mücmel olanı beyân eden ve müteşâbih olma ihtimalini uzaklaştıran
kısımdır. Ayetlerin birbirleriyle münasebet yönlerini açıklayan rivâyetler de
bu kısımdandır.
Esbâb-ı Nüzulü Nevileri Açısından
Tasnif Etme
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri:
Bu rivâyetler nüzul ortamına ait suretlerdir. O ortamın
özelliklerini yansıtırlar. Mutlaka musned-merfû hadîs olmalı ve “sıhhat”
şartlarını taşımaları gerekir.
Tefsir için olan esbâb-ı nüzul
rivâyetleri:
Bu rivâyetler, âyetin anlaşılma çabası sürecinde manâsının
kapsamana giren re’y ve ictihad ile misal getirmeye imkân veren rivâyetlerdir.
Rivâyetlerin sıygaları ve üslûplarından anlaşılacağı üzere râvi,
1.
nüzul asrında vuku bulmuş bir olaya,
2.
kendi dönemlerinde meydana gelen bir hâdiseye anlamı uygun düşen bir
âyeti kendi yargısı, re’yi ile alâka kurarak nakletmiştir.
ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNDE
İHTİLAF EDİLMESİ
Tefsirde iki türlü ihtilaf vardır:
1.
Nakle dayanan ihtilaf: Sahih, zayıf ve uydurma haberlerden
kaynaklanan ihtilaf.
2.
İstidlalden doğan ihtilaf: Nakle dayanmayan ve akılla (re’y ve
ictihadla) yapılan yorumlardan kaynaklanan ihtilaf.
Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf edilmesi iki temel sebepte
toplanabilir:
1.
Her âyete sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri,
şahısların ebedîleştirilmesi, israilî haberler ve uydurma rivâyetlerin esbâb-ı
nüzul alanına dahil edildiği görülmektedir. Örnekler: İsrailoğulları’nın
sığırının erkek mi dişi mi olduğunu, Ashâb-ı Kehf’in köpeğinin rengi alacalı mı
yoksa kırmızı mı; Nuh’un gemisinin büyüklüğü ve tahtası gibi şeyleri beyan eden
rivâyetler.
2.
Esbâb-ı nüzul rivayetleri nüzul ortamına ait olanlar ve tefsir
için yapılan değerlendirmeler olarak tasnif edilmezse bu rivayetler de ihtilafa
sebep olmaktadır. Nüzul ortamında cereyan etmediği halde bir hâdise o döneme
mâl edilebilmektedir. Veya sahabenin, tâbiûnun tefsir için kendi re’y ve
içtihadı ile yaptığı bir sebeb-i nüzul değerlendirmesi, aynı şekilde nüzul asrında
olmuş gibi kabul edilmektedir.
ESBÂB-I NÜZULLE İLGİLİ MESELELER
Esbâb-ı nüzul ilminin alanı dahilinde bazı problemli hususlar
vardır. Bunlardan ikisi taaddüt ve taahhür meseleleridir. Bir diğeri ise nüzule
sebep olan hâdise dolayısıyla inen âyetin bu hâdiseye hâs mı olduğu, yoksa umum
mu ifade edeceği meselesidir.
TAADDÜT MESELESİ
Rivâyetlerin arasını te’lif edemeyen veya birini tercih edecek
sebep bulamayan âlimler, bu âyetler için nüzulün taaddüt ettiği tezini öne
sürmüşlerdir. Nüzulün taaddüt ettiğine dair rivâyetlerde iki türden bahsedilmektedir.
Birçok nüzul sebebi dolayısıyla bir âyet nâzil olmuş ise buna “sebebin taaddütü”
denilmektedir. Tam tersi bir durumda, yani birkaç âyet tek sebep için inmiş
olabilir. Bu durum da “nüzulün taaddütü” olarak ifade edilmektedir.
Nüzul Sebebinin Taaddütü
Taaddüt meselesinin varlığından söz edilen rivâyetler mutlaka
sahih rivâyetler olmalıdır. Dolayısıyla sebep ifade etmede nass olan rivâyetlerden
olmaları gerekmektedir. Böyle bir durumda hüküm, sebebin taaddüt etmesidir. Çünkü
durum bunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca bu hükmü
engelleyecek bir mani de bulunmamaktadır.
Zerkânî’ye göre iki rivâyet:
a.
Sıhhat bakımından eşitse,
b.
birini tercih etmek için sebep yoksa,
c.
iki sebebin de bilfiil vuku bulması dolayısıyla aralarını cem
etmek mümkün oluyorsa;
ayet bu iki hâdisenin akabinde nazil olmuştur. Burada önemli bir
şart vardır. O da iki hâdisenin zaman bakımından yakınlığıdır. Örnek: Nûr
sûresinin 6-9. âyetlerinin nüzul sebebi olarak zikredilen hâdiselerdir. İlk
rivâyete göre Hilâl b. Umeyye, Hz. Peygamber’in huzurunda karısını zina etmekle
itham etti. Hz. Peygamber onu delil getiremezse hadde maruz kalacağı şeklinde
uyardı. Fakat Hilâl: “Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki, ben doğru
söylüyorum ve Allah da sırtımı hadden kurtaracak vahyi mutlaka indirecektir”,
diyerek karşılık verdi. Bu sırada Cibril hemen iniverip, ona âyet-i kerîmeleri
getiriverdi.
İkinci rivâyete göre Uveymir, kabilesinin lideri olan Âsim b.
Adiyy’e gelip bir adam karısıyla birlikte birisini bulup öldürürse, onu öldürdü
diye ona kısas uygulanıp uygulanmayacağını kendisi için Hz. Rasûlullah’a
sormasını istedi. Âsim da O’na sordu. Ancak Hz. Peygamber böyle sorular
sorulmasını ayıpladı. Uveymir durumu öğrenince Hz. Peygamber’e giderek sordu.
Hz. Peygamber: “Senin ve karın hakkında âyetler nâzil oldu” buyurdu .
Üçüncü rivâyette ise Ensâr’dan biri, karısını zinâ halinde
yakalayan adamın halini tasvir ederek bu adamın ne yapması gerektiğini Hz. Peygamber’e
sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Allah’ım! bu konuda hüküm beyan et”, diye
dua etmeye başladı. Bunun üzerine Liân âyeti nâzil oldu.
İşte sebebin taaddüdü Zerkânî’nin açıklamasına göre böyle
oluşmaktadır.
Nüzulün Taaddütü
Bununla, bir hâdise sebebiyle birden çok âyeti kerîmenin nâzil
olması murad olunmaktadır. Usûlcü âlimlerimiz ve müessirlerimiz buna “sebep bir
iken inen çoğaldı” derler. Örnek: İki âyetin nâzil olmasına sebep olan bir
hâdise şudur: Hz. Peygamber bir ağaç gölgesinde oturuyordu. Yanında Müslümanlardan
bazı kimseler vardı. Yanındakilere: “Şimdi size biri gelecek, size şeytan
gözüyle bakacak. Size geldiği zaman sakın onunla konuşmayın”, buyurdu. Derken
çok geçmeden, tek gözü kör, diğeri mavi, bir adam karşılarına çıkageldi. Hz. Peygamber
onu görünce, çağırdı ve ona: “Sen ve arkadaşların bana niçin sövüyorsunuz?”
diye sordu. O zaman adam: “Beni bırak da sana onları getireyim”, diyerek oradan
uzaklaştı. Onları Hz. Peygamber’in huzuruna çağırdı. Hepsi de Hz. Peygamber’in
huzurunda ona sövmediklerine, böyle bir şey yapmadıklarına yemin ettiler.
HÜKMÜN VEYA NÜZULÜN TAAHHÜRÜ
MESELESİ
Bu meseleden bahseden iki âlim Zerkeşî ve Suyûtî’dir. İlkinin
söyledikleri aynıyla ikincisinde tekrar edilmiş ve bazı ilaveler yapılmıştır. Zerkeşî
nüzulün, hükümden önce olabileceğini şöyle ifade eder: Örnek: A’lâ Suresi 14.
âyetidir: Bu âyetle, Beyhâkî’nin İbn Ömer’den rivâyet ettiğine göre fıtır
sadakasına istidlâl olunmuştur. Halbuki bu âyet Mekkî’dir. Mekke döneminde ise
ne fitre sadakası ne de bayram vardır.
Bagavî bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Nüzulün hükümden önce olması
mümkündür.” Misal olarak da Beled 1-2 âyetlerini zikretmektedir. Bagavî’ye göre Mekkî olan bu âyetteki “حل” sözcüğünün anlamı, Mekke’nin fethi gününde
zâhir olmuştur. İbn-i Abbas’ın rivâyet ettiğine göre Hz. Peygamber o gün, “Bana
Mekke’de (müşriklerle) harp etmek, gündüz vakti bir süre için mübah kılınmıştır”
demiştir.
Suyuti ise bu meseleyi iki yönlü olarak ele alır. O, önce hükmün
taahhürünü sonra nüzulün taahhürünü inceler. Hükmün taahhüründe Zerkeşi’nin
söylediklerini nakleder. Nüzulün taahhüründe ise mevcut rivayetleri ve bunlar
üzerinde yapılan yorumları kendi yorumlarıyla aktadır. Cuma namazı ve zekatın
farz oluşlarıyla ilgili ayetlerin indirilişinden önce hükümleriyle amel
ediliyor olmasını nüzulün taahhürü olarak açıklar.
UMUM-HUSUS MESELESİ
Âlimlerimizin ekseriyeti, usûlcü ve fakihlerimizin lisanında çok
meşhur olan şu kuralı kabul etmişlerdir: “Muteber olan lâfzın umûmudur, sebebin
husûsu değildir.” Yani o sebeplerden biri nedeniyle vârid olan “âmm” lâfız,
umûmu üzere bâkidir. Buna göre nass, amm sıyga ile varid ise, nassın umumuyla
amel etmek lazımdır. Bu umumi nassın vürûduna sebep teşkil eden nüzul sebebi
halleri nazarı dikkate alınmaz. “Çünkü nassın umûm sıygasıyla vârid olması
demek Şeriat Sahibinin, nassın hükmünün umûmî olmasını istemesi, sebebine hâs
ve mahsûs olmamasını dilemesi demektir.
Örnek: Liân âyetinin (Nûr sûresi 6, 7, 8, 9, 10. âyetleri),
zevcesinin zinakâr olduğunu iddia ederek, bunu şahitlerle ispat edemeyen Hilâl
b. Umeyye hakkında veya bu hâdise sebebiyle inmiş olduğu rivâyet edilmiştir.
Böyle olsa bile âyet, karılarının zinakâr olduğunu iddia eden bütün kocalar
hakkında umûmîdir, âmmdır.
Alimlerin ekseriyeti hükmün, sebebinin hususîliğine değil, lâfzın
umûmîliğine göre olduğunda icmâ vardır demektedirler. Hz. Peygamber zamanından
beri sahabe ve müctehit imamların anlayış ve tatbikatı bu olmuş ve buna hiçbir
zaman karşı çıkan bulunmamıştır. Çünkü hüccet nassların kendisidir, sebepleri
değildir.
ESBAB-I NÜZULLE İLGİLİ DİSİPLİNLER (İLİMLER)
“İlimler” terimi yerine niçin “disiplinler”
teriminin kullanılmasının sebebi; iki terimin tanımından kaynaklanmaktadır.
İlim, bilimler topluluğu ve ilmî bilgilerin tümüdür. Disiplin ise bu bütünü
oluşturan ve belirli alanlarda ihtisaslaşmış bilgiler bütünü alt bilimdir. Bu
anlamda hikmet-i teşriyye, mübhemât, tenâsüb ve insicam birer disiplindir. Yani
bunlar Kur ân ilimleri kavramını oluşturan belirli alanlardaki bilgiler bütünü
alt bilimlerdir.
Esbab-ı nüzul ilmi hikmet-i teşriyye ve
tenasub-insicam ilimleri ilişkisinde belirtilmesi gerekli en önemli husus, bu
alanlarda aklın yani re’y-i ctihad’ın söz konusu olmasıdır. Bunun ihtilafa açık
olması demektir.
Sahabe, sebep oluşunca, Hazreti
Peygamber’e soruyor ve Şari’nin maksadını gösteren durumları da görmüş ve yaşamış
oluyorlardı. Sonraları fukahanın Hazreti Peygamber’in eserlerini ve amellerini,
sahabenin ve onları gören tâbiûnun fiillerini görüp öğrenmek için Medine’ye
gittikleri bilinmektedir.
Tâhir b. Âşûr bu vâkıayı şöyle değerlendirir: “Böylece lâfızların delâletinde
ortaya çıkan birçok ihtimali gideren durumlar açıklık kazanıyor, hikmet ve
gayeleri bilmeye bağlı olarak belirlenen illetler açığa çıkıyordu.”
Selef, bazı âyetlerin manâları hakkında güçlükle karşılaştığında
nüzul sebeplerine başvurarak bu hikmet ve gayelere vâkıf olmuş, böylece
tereddütten kurtulmak istemiştir. Onlar bu sayede şer’i ahkâmın hikmetini de
belirlemiş oluyorlardı.
Hikmet-i teşrîiyye ilmini diğer bir ifadeyle “teşri felsefesi”
olarak da adlandırmak mümkündür. Çünkü hikmet kelimesi Arapça’da, Yunan
dilindeki “sophia” kelimesine delâlet eden felsefe kelimesi ile eşanlamlıdır
Bu ilmi Ömer Nasuhi Bilmen “Tefsir ile Sıkı Alâkaları Olan Bir
Kısım İlimler” konusunda “İlmu Ma’rifeti Hikemi’ş-Şerâi” başlığı altında
inceler.
“İslâm Dini, ilâhî dinlerin
sonu ve hepsinin tamamlayıcısıdır. O halde Müslümanlıktaki dinî hükümlerin,
emirlerin, nehiylerin hikmetten hâlî olamayacağı pek açıktır. Bundan dolayı
birçok şer’î hükmün hikmeti araştırmak câiz, bu alanda filozofça görüşler
serdedilmesi kabildir. Müfessirler eserlerinde hikmet-i teşrîiyyeye dair
açıklamalarda bulunmuşlardır. Bununla beraber bazı âlimlerimiz, bu sahada
müstakil eserler de telif etmişlerdir.
Mübhemâtu’l-Kur’ân ilmi nakli ilimlerdendir. Dolayısıyla sebeb-i
nüzul ilminde olduğu gibi bilinmesi sadece nakle dayanır. İçtihada mahal
yoktur. Zerkeşî ve Suyûtî selef âlimlerinin bu ilme çok önem verdiğini
söylerlerse de bu konunun istismar edilmiş olduğu yaygın olan kanaattir.
Esbâb-ı nüzul
ilmi hikmet-i teşrîiyye ve tenâsüb-insicâm ilimleri ilişkisinde belirtilmesi
gerekli en önemli husus, bu alanlarda aklın, yani re’y-ictihad’ın söz konusu
olmasıdır. Bunun anlamı ise bu alanların ihtilafa açık olması demektir.
Lûgatçiler ise “hikmet” kelimesini şu şekilde tarif ederler: “En iyi ilim
vasıtası ile, en iyi şeyin bilinmesi” ve “Eşyânın hakikatini olduğu gibi bilmek
ve gereğine göre hareket etmek.”
Kâtip Çelebi
hikmet ilmini şöyle tarif etmektedir: “Beşer kudretinin erişebildiği yere
kadar, konunun sebeplerini (illetlerini), hakikatini aslında oldukları gibi
arayan ilimdir.”
MÜBHEMÂTU’L-KUR’ÂN İLMİ
Mübhemâtu’l-Kur’an
ilmi Kur’ân-ı Kerîm’de müphem bırakılan bazı kelimeleri açıklamayı konu edinen
ilimdir. Tanımlamada “bazı kelimeler” ibaresi ile kasdolunan ise:
a.
İsm-i işâretler,
b.
ism-i
mevsûller,
c.
zamirler,
d.
cins isimler,
e.
belirsiz zaman
zarflan,
f.
belirsiz mekân
zarflan,
g.
belirsiz miktar
bildiren kelimelerdir.
TENÂSÜB VE
İNSİCÂM İLMİ
Âyetler ve
sûreler arasındaki tenâsüb ve insicâmı konu edinen bu ilmi Zerkeşî, mantıkî bir
gerçeklik ve kelâm’ın akışını düzenleyen bir olgu olarak tanımlar. Bu ilim,
bağlaç (râbıt) işlevini yüklenen
a.
umumî veya
hususî,
b.
aklî,
c.
hissî veya
hayalî,
d.
zihnî
(sübjektif) veya haricî (objektif) anlamlar üzerinde durmaktadır. Yani sûreler
ve âyetler arasında birtakım irtibatlar bunlarla kurulabilir.
Selef âlimleri
münâsebet-insicâm ilmi ile uğraşmamışlardır. Onlara göre beyân âlimleri
tenâsüb-tenâsuk konusunda söylenebilecekleri incelemişler ve en güzel şekilde
açıklamışlardır. O nedenle münâsebet konusunda araştırma yapmayı “tekellüf’
kabul etmişlerdir. Ancak halef âlimleri onların bu tavrına karşı çıkmışlar ve
münâsebet-insicâm ilmi ile uğraşmayı pek önemli görmüşlerdir.
Kur ân
okuyucusu münâsebet-insicâm hususunda sunulan ilkeler ışığında bir noktaya kadar
varabilir. Ancak onun ötesine geçmemelidir. Çünkü âyetler ve sûreler arasındaki
münâsebet ve insicâmı derinlemesine incelemek çok ince ve çok dikkat gerektiren
bir alandır. Aksi halde zorlamaya düşülme ihtimali belirir.
ESBAB-I NÜZUL
RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Esbâb-ı nüzul
ilmini inceleyen âlimlerimiz “metodik” olarak nitelediğimiz bu yön üzerinde
ayrıntılı olarak durmamışlardır. Birinin önemle aldığı bir konuyu diğeri bu
tartışmalara değinmeden geçebilmiştir. Halbuki esbâb-ı nüzul ilminin ve genel
olarak Kur’an âlimlerinin taliplerine en yararlı bir şekilde takdim edilmesi,
ancak metodik yönlerinin ayrıntılı tartışılmasıyla sağlanabilirdi.
Tefsirin
nakille başlamış olması ve akabinde bundan ileri gidilmemesi, ilk zamanlarda az
sayıda rivâyet, olduğunu ortaya koymaktadır. Sonraları bu rivâyetler çoğalmış
ve genişlemiştir. Hatta zamanla daha ileri gidilerek, sağlam olmayan rivâyetler
bile bunlara ilave edilmiştir. Daha sonra, bu rivâyetlerin yanına, şahsî
anlayış denemeleri de girmiş; önceleri bunlardan dil ve kelimelerin delâletiyle
ilgili olanlarına makbul gözüyle bakılmıştır. İşte bu şekilde tefsir
rivâyetleri (ve doğal olarak esbâb-ı nüzul rivâyetleri) hakkında tenkitler
doğmuştur.
KUR’ÂN-I KERİM’İN
ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZULÜN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ
RİVAYETLER
AÇISINDAN
Esbâb-ı nüzul
rivâyetierinin yetersiz kalma sebepleri birçok bakımdan söz konusudur. Bunların
başında bu rivâyetler, hadîs usûlü açısından incelendiğinde ulaşılan sonuçtur.
a.
Merfû-Musned
Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri Üzerine
Esbâb-ı nüzul
rivâyet ve sema yoluyla nakl ve izah edilmektedir. Bu keyfiyeti icra edenler
ise sahabîlerdir. Onların bu husustaki haberlerinin hükmü meselesi konunun odak
noktasını teşkil eder. Mesela “mevkuf denilen sahabî sözleri ile “maktu”
denilen tabiî sözlerinin merfu-musned” tarifinin dışına çıkarılmış olması hangi
rivâyetlerin sebeb-ı nüzul rivayeti olduğunu tespit bakımından açıklığa
kavuşturulması gerekli bir kriterdir.
Bunun anlamı; sahâbe
ve tâbiûndan rivâyet edilmiş sözler ve ef’âl hakkında “musned” terimi
kullanılamayacağıdır. O sebeple de bunlardan nakledilen esbâb-ı nüzul
rivâyetleri hadîs usûlü açısından “musned” haberler olamaz. Dolayısıyla bu
rivâyetler tefsir için yapılmış rivâyetlerdir. Yani sahabe Kur’ân’ı anlamak
hususunda çaba harcamış, ictihad etmiş ve böyle bir yoruma varmıştır.
b.
Mursel
Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri Üzerine
Mursel hadîs
konusu onun hüccet olup olamayacağı bakımından âlimler arasında tartışılmıştır.
Mursel esbâb-ı nüzul rivâyetleri hakkında söylenmesi gereken hususlar ise
şunlardır:
1.
Sebeb-i nüzul
rivâyetini nakleden mursil “sikâ”dan rivâyetle irsâl’de bulunuyorsa bu mursel
kabul edilir (“makbul” olur).
2.
Mursil, sikâ ve
gayr-i sikâ’dan rivâyet etmekle maruf ise, rivâyeti de hali meçhul olandan
yapıyorsa bu mursel “mevkuf olur.
3.
Sikâ râvilerin
rivâyetlerine muhalif murseller ise “merdud”dur.
Senedlerin
Hazfedilmesi
Kur’ân-ı Kerim’in
anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir
başka sebebi de senetsiz rivâyetlerin bir dönem mevcut olmasıdır. Suyûtî,
sahabeden senetsiz yapılan sebeb-i nüzul rivâyetleri için “mıunkatı” dedikten
sonra bu kabil rivâyetleri “bakılması gerekmeyen” haberler olarak
nitelemekledir. Aslında bu konu hadîs tarihçilerini ilgilendirmektedir. Çünkü
hadîste, konumuz itibariyle esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde kusur en fazla senette
bulunmakla beraber, bu kusurun metinde de bulunabileceğini söylemeyi ihmal
etmeyen münekkit âlimlerîmizin tespit ettiği ilkeler çerçevesinde bütün sebeb-i
nüzul rivâyetleri tenkide tâbi tutulmalıdır. Böylece hangi rivâyetlere itimat
edilebileceği bilinmiş, “mevzu” olanlar ayıklanmış olur. Sebeb-i nüzul rivâyetlerinin;
a.
Esbâb-ı nüzul
rivâyetleri,
b.
Tefsir için
yapılan esbâb-ı nüzul rivâyetleri (değerlendirmeleri)
şeklinde iki nevi halinde incelenmesi en makûl yol görünüyor. Başka
bir yolla da esbâb-ı nüzulden kaynaklanan meselelerin çözüme kavuşturulmasının
mümkün olamayacağını zannediyoruz. Bunun sebeplerini açıklamaya çalışalım: rivâyetin
sahih olması şartı yanında bir de “sebebiyet” ifade etmesi gerekmektedir.
Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnifi konusunda bu hususa özellikle işaret
edilmişti. Şimdi bu bilgiye, onu tamamlayan ve orada ifade edilenleri
kuvvetlendiren yeni bir bilgi olarak sebeb-i nüzul rivâyetinin sıygasının “sebeb ifade etmede nass olması” ilkesini ekliyoruz.
O halde tartışmanın odağını muteber olan sebebin hususiyetidir görüşü muteber
olan lafzın umumiyetidir görüşü teşkil etmektedir.
Birinci görüşte
olanlara göre lâfız, umumîliği üzere baki kalamaz. Vürûduna sebep olan hal
üzere sınırlı (maksûrun aleyh) kalır. Böylece lâfız “husus”un murad edildiği “umûm”u
ifade eder.
Bunlar, yani
sebebin hususiyetine kail olanlar, hükmün kendi nevinden olan gayrında sâbit bulunmasını
ancak “kıyas” yoluyla mümkün görürler. Nass, her ne kadar kimin hakkında nâzil
olmuşsa ona mahsus “hâs” ise de, âyetin hükmü, bu sebeb-i nüzul nevinden olan
benzer her olguda “kıyasen” geçerlidir, derler.
İkinci görüşte
olanlar ise âlimlerin ekseriyetini (cumhuru ulemâ) teşkil ederler. Birinci
bölümde bu görüş benimsenerek anlatılmaya çalışılmıştı.
Umumun
hususileştirilmesi hatasına düşenler, nassın lâfızlarının umum ifadesinin,
vârid olmasına sebep olan hadiseye has olduğunu söylemekle Kur’ân’ın
anlaşılmasını güçleştirmektedirler. Çünkü âyetin hükmü benzer bir hâdise
dolayısıyla ancak kıyas yoluyla gerçekleşebilecektir. Bunun anlamı kıyas
yapabilmek için esbâb-ı nüzule vakıf olmak demektir. Halbuki herkesin Kur’ân-ı
Kerîm’i anlama yolunda böyle zorunlu bir bilgi ile mücehhez olması gerçekleşebilir
bir durum değildir. Ayrıca böyle bir sorumluluk da yoktur. Sahabe ve onları
takip eden tâbiûn ve tebe-i tâbiîn âlimleri hep “umum” ile delil
getirmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerim’de
nüzulü tekerrür (taaddüt) eden âyet bulunmadığını söyleyenlere göre bu durum:
a.
Hasıl olanı
tahsil, bilinen olayı veya olguyu tekrarlamak olduğu için faydasız bir şeydir.
b.
Mekke’de nâzil
olan bir âyetin Medine’de bir kere daha nâzil olması demektir. Halbuki Cibril, Hz.
Peygamber’e Kur’ân’ı her sene arz ediyordu.
c.
Cibril her
gelişinde Hz. Peygamber’e daha önce nâzil olmamış bir Kur’ân parçasını
getiriyordu. Bu sebeplerle taaddüt anlamsızdır.
Dr. Kusbî
Mahmud Zait, Tirmizî ve Bevnaki’nin rivayetleri arasında bir tercih yapma
yolunu ararken, bu meselenin içinden çıkılması yolunda bir örnek vermiş
oluyordu. İşte bu çabanın bütün rivâyetler için gösterilmesinin çözüm
getireceğine inanıyoruz. Bu da tefsirci araştırmacılar ile hadîsci araştırmalar
arasında ortak çalışmalar ile mümkün olabilir. Şayet Zerkânî tefsir ve Kur’ân
ilimlerinde olduğu kadar hadîs ilminde de mütehassıs olsa idi, Nahl sûresinin
son âyetleri hakkında taaddütten bahsetmezdi. Ancak bu durum onun ilmî
şahsiyetinde tenkise gidilmesi amacıyla değil de her âlimin kendi alanına
yardımcı alanlardaki âlimlerle yardımlaşma gereğini vurgulamak olarak
algılanmalıdır, değerlendirilmelidir.
TAAHHÜR
AÇISINDAN
Kurân-ı Kertm’in
anlaşılmasında esbab-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de nüzulün
taahhürü meselesidir. Taahhür meselesinin taaddüt meselesi ile benzer yanları
bulunmaktadır. Bu nedenle taaddüt’e yöneltilen eleştiriler taahhür için de bazı
bakımlardan doğrudur. Mesela rivâyetlerin tasnifi ve rivâyet sıygalarına dikkat
etme zarureti, nüzulün taahhür ettiği ileri sürülen rivâyetlerde de geçerli bir
ilkedir.
Zerkeşî ve
Suyûtî’nin ifadelerinden anlaşıldığı gibi eğer bu iki alanda sahabe ve sonraki
âlimlerin anlayıştan, değerlendirmeleri varsa ancak tasnif yöntemiyle ortaya
çıkarılabilir. Yine onların ifadesinden anlaşıldığına göre, nüzulün taahhür
ettiği ileri sürülen âyetler hakkında yapılan te’villeri bazı âlimlerin anlayamadıkları
ve karşı çıktıkları görülmektedir. Bu durumu da taahhür meselesinin büyük
ölçüde kişisel yorumlarla (te’vil) dolu bulunduğu kanaati olarak açıklamak
mümkündür. Veya bu âlimlerin (Zerkeşî ve Suyûtî gibi) zihinlerinde taahhür
meselesi hakkında oluşmuş sorular sebebiyle karşı görüşleri aktarmış
olabilirler şeklinde bir yorum mümkün olabilir. Taahhürden bahsederken kesin
ifadeli bir üslûp kullanmamaları, bu karşı görüşleri çürütmek için âdetleri
üzere cevaplar arama çabasına girişmemeleri yukarıdaki ifadeleri doğrular
nitelikte değerlendirilebilir.
TARİH İLMİNDEN
YARARLANMA
Kur’ân-ı Kerim’in
anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de bu
rivâyetlerin bir kısmında görülen tarihî gerçeklere aykırılık ile zamansal
uyumsuzluktur. Bu konuda en çarpıcı misal Bakara 114. âyetinin nüzul sebebi
olarak Taberi ve Vâhidî dahil birçok âlimin Katâde’den naklettikleri
rivâyettir. Haber şöyledir: Allah’ın mecsitleri içinde Allah’ın isminin
anılmasını men eden ve o mescitlerin harap olmasına çalışandan daha zalim kim
vardır?” Bakara 114. âyeti Babilli Buhtunnars ve avenesi hakkında nazil
olmuştur. Yahudilere saldırmışlar, Beyt i Makdis’i tahrip etmişlerdi. Onlara
hıristiyan Rumlar yardımcı olmuşlardı. Burada tarihî gerçeklere aykırılık ve
zaman bakımından uyumsuzluk söz konusudur. Çünkü tarihte Buhtunnasr adlı iki
kişi vardır. Hangisi olduğu hakkında tarihçi âlim Taberî dahi bir açıklama getirmektedir.
Nabonassar veya Nabukadnezar ile Nabuchodonosor veya Nabukadnezar II iki ayrı
Bâbil kralıdır. İlki M.Ö. 12. yüzyılda yaşamıştır. İkincisi ise M.Ö. 604-561
yılları arasında yaşamış, Kudüs’ü işgal edip yahudileri Bâbil esaretine
düşürmüş (M.Ö. 586-587) bir diğer Bâbil kralıdır. Dolayısıyla Katâde’nin
rivâyetinde sözü edilen Buhtunnasr veya Arapça olarak Buhtunnassar ikinci şahıs
olmalıdır.
Fakat Hz. İsa’dan
önce hıristiyanlar bulunmadığına göre hıristiyan Rumlar’dan bahsedilmesi nasıl
açıklanabilir? Bu nedenle Muhammed Abduh ve Dr. Subhi Salih, Vâhidî ve Taberî’yi
eleştirmektedirler. Her ne kadar Vâhidî tarihçi olmaması sebebiyle tarih bilgisi
eksikliği kabul edilebilirse de Taberî’nin aynı hataya düşmesi ne ile izah
edilebilir, demektedirler.
YORUM
ZENGİNLİĞİNE ENGEL OLMASI
Kur’ân-ı Kerîm,
içinde bulunan lâfızların manâlarını bilmek istemelerinin insanların fıtrî bir
gereksinmesi olduğunu dikkate alır. Bu nedenle de onları âyetleri üzerinde
tefekküre, tezekküre, tedebbüre davet eder. O, insanların karşısına duygu ve
düşüncelerine uygun düsen, inanç ve eylemlerine cevap veren ve kafalarını
kurcalayan büyük meselelere tam bir çözüm getiren, kendine has bir cazibe ile
çıkmıştır. Bu gerçek, Kur’ân-ı Kerîm’in yorum zenginliğine tanıdığı imkânları
gösterir.
Esbâb-ı nüzul
rivâyetleri yorum zenginliğini şu şekillerde engeller:
1.
Her âyete nüzul
sebebi arama çabaları,
2.
Âyetin manâ
bakımından birçok veçhesi olabilir diye düşünmek varken, nüzul sebebi ile
sınırlı kalma ihtimali,
3.
Âyetin sebeb-i
nüzulündeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalmak.
Örnek: Hemen
her müfessir Tevbe sûresi 75. âyetinin nüzul sebebi olarak zikredilen Sa’lebe
b. Hâtıb kıssasını değerlendirmiş ve eserlerinde nakletmişlerdir. Onların bu
Kur’ân âyetini sadece anılan olayın sınırları içerisinde ele almış olmaları
tabiî olarak yorum zenginliği açısından bir eksikliktir.
Kur’ân-ı Kerîm’in
birçok mümeyyiz sıfatından biri evrenselliktir. Kur’ân-ı Kerîm, ferde ve
topluma, bütün insan sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde,
insan hayatının bütününe maddî olduğu kadar manevî bir hidayet rehberi olduğunu
söyler. Her insan, Kur’ân’da kendisiyle ilgili olan bilgiyi bulur ve
eylemlerini mükemmele yönlendirebilir. Bunun böyle olduğunu ispat için M.
Hamidullah şunları söyler: “Kur’ân-ı Kerîm’in kanun olarak, birkaç mazlumdan
ibaret ilk İslâm cemaatini de, Atlantik’ten Pasifik’e kadar veya hemen hemen o
büyüklükteki tek muazzam imparatorluğa hükmettiği zamandaki cemaati de tatmin
ettiğini hatırlatmak kâfidir.
Örnek: Nahl 24-30
ayetler: “Ve onlara: Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman dediler ki:
Evvelkilerin efsanelerini. Ve ittika edenlere: “Rabbiniz ne indirdi?” denildi
de dediler ki: Hayr’ı.” Bu örnekten de anlaşıldığı gibi bu âyetlere sebeb-i
nüzul aramak evrensel boyutu gölgelemek olur. Âyette anlatılan olgu ne ise ona
aynen veya bazı özellikleri ile uyan bütün suretler onun manâ sınırları
içindedir.
KONUNUN
İSTİSMAR EDİLMESİ
Kur’ân-ı Kerîm’in
anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin değerlendirilmesi sırasında
istismara tevessül edilebildiği bir vakıadır. İstismardan murad olunan ise
esbâb-ı nüzul rivâyetlerini eserlerinde çokça nakleden;
a.
tarihçiler,
b.
rivâyet tefsiri
yazarları,
a. Şahısların
Ebedîleştirilmesi
Esbâb-ı nüzul
rivâyetlerinin bir kısmı âyet veya âyetlerin nüzul sebebi olarak şahısları
hedef gösterir. “Falan şahıs hakkında nazil olmuştur” kaydıyla kaynaklarda
nakledilen rivâyetler,
1.
hadîs
metodolojisi açısından kritiğe tâbi tutulmadıkça,
2.
nüzul ortamına
ait veya tefsir için sebeb-i nüzul değerlendirmesi olup olmadığı tasnif sonucu
anlaşılmadıkça, dikkatler fani kişiler üzerinde toplanacaktır. Bunun sonucu
ise, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında görüş açısının daralması demektir.
Örnek: Suyûtî,
Leyl 17-18. âyetlerinin Hz. Ebû Bekir hakkında nâzil olduğunu, hatta ona has
bulunduğunu söyler. Ona göre bir âyetin lafzı umum ifade ediyorsa, kim hakkında
nâzil olursa olsun, umum ifadesi bakîdir. Fakat muayyen bir kişi hakkında nâzil
olup da manâsı umum ifade etmiyorsa o halde indiği kişi hakkında husus ifade
eder.
b. Mezhep
Hareketlerine Etkisi
Kur’ân-ı Kerîm’in
anlaşılmasına yani muhtevasını prensiplerini akl-ı selîm ile idrak etmeye engel
olan bir diğer şey mezhep taassubudur. Çünkü bu tavır sahipleri mezhebi
fikirlerini Kur’an-ı Kerim’e haml etme çabası içerisinde olurlar. Mezhep
taassubu zihniyeti, Kur’ân’ı anlamadaki bu tavırlarının oluşmasında esbâb-ı
nüzul rivayetlerini de kullanmıştır. Mezhep mutaassıpları,
a.
Esbâb-ı nüzul
ilmine vâkıf olmamaları,
b.
Rivâyetleri
kasdi olarak tahrif etmeleri,
ve genel olarak Kur’ân’ın anlaşılmasında yukarıda anlatılan
zihniyette olmaları sebepleriyle tefsirlerinde yanlış hükümler vermişlerdir. Örnek:
İmâmiye şiası âlimlerinden Ebû Ali et-Tabresî, Mecmaul-Beyû Li Ulûmi’l-Kur’ân
adlı eserinde Mâide sûresi 55. âyetinin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu
söylemekte ve senediyle birlikte uzun bir haber nakletmektedir. Bu haberin bir
bölümüne göre Hz. Peygamber, Hz. Musa’nın Taha suresi 25-32. âyetlerindeki
duasını eder. Bunun üzerine Kasas 35. âyeti nazil olur. Sonra Hz. Peygamber,
Cenâb-ı Hak’tan Hz. Ali’nin kendisine yardımcı ve sırtını kuvvetlendirici
olarak verilmesini niyaz eder. Bunun üzerine Maide sûresinin 55. âyeti nâzil
olur. Tabresî haberin sonunda Mâide sûresinin bu âyetinin Hz. Ali’nin
velayetine delâlet ettiğini ileri sürmektedir. O, anılan sebeb-i nüzul
rivayetini de görüşünü desteklemekte hüccet olarak kullanmaktadır.
ESBÂB-I NÜZULE
OLAN İHTİYACIN SINIRLARINI BELİRLEYEN İLKELER
a. Genel
İlkeler
1.
Esbâb-ı nüzul
rivâyetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir.
2.
Esbâb-ı nüzulü
bilmeden de Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak mümkündür.
a.
Kur’ân-ı Kerîm’i
bütünlüğü içinde okuyarak,
b.
zahirinden
gücümüzün yettiğini anlamaya gayret ederek çözümü
b. Özel İlkeler
Kur’ân-ı Kerîm’in
anlaşılmasında esbâb-ı nüzule ihtiyacın sınırlarını esas belirleyecek olan bu
ilkelerdir.
1.
Arap dilinde
kelâmın anlaşılması, birçok unsurun bir arada veya tek tek düşünülmesine bağlı bulunmaktadır.
Hitap eden, hitap edilen ve hitabın durumuna, keyfiyetine (niteliğine) veya
hepsinin birden mütalaa edilmesine göre kelâmın anlamı farklılık
göstermektedir. Meselâ istifham tek lâfızdır. Ama bu tek lâfız birçok manâ
taşıyor olabilir: Takrir (beyân etme) ve tevbîh (kınama, azarlama) gibi. Ve
mesela emir lâfzı, ibâha (serbest bırakma, mubah hale getirme), tehdit veya
taciz (kaçındırma) için olmuş olabilir. Bu nedenle istifham lâfzı veya emir
lâfzı ile murat olunan manânın bilinmesi haricî karinelerin bilinmesi ile
mümkündür
2.
Zahir olan
nassın mücmel nass olarak anlaşılması ise ihtilafların 7 doğmasına sebep
olmuştur. Bu olgu üzerine düşünen Hz. Ömer kendi kendisine şu soruyu
yöneltmiştir. “Peygamberi tek, kıblesi aynı olan bu ümmet nasıl olur da ihtilaf
eder?” O bu soruyu İbn-i Abbas’a da sormuştur: İbn-i Abbas’ın cevabı şöyledir “Ey
müminlerin emiri, biz öyle bir toplumuz ki Kur’ân bize inzâl olundu; biz de onu
öylece okuduk (öğrendik). Kur’ân’ın ne için, hangi konuda, ne sebeple inzâl
olunduğunu biliyorduk. Ancak bizden sonra öyle toplumlar gelecek ki Kur’ân’ı
okuyacaklar, ama hangi konuda ve ne sebeple indiğini bilmeyecekler. O sebeple
herkesin bir re’yi olacak. Kur’ân âyetleri hususunda herkesin bir re’yi olunca
da ihtilafa düşecekler. İhtilafa düşünce de birbirleriyle çatışacaklardır.” Hz.
Ömer, Hz. İbn-i Abbas’ın bu cevabını pek beğenmez ve bunu da ona söy1er. Ama
sonradan üzerinde düşünür ve İbn-i Abbas’m ne demek istediğini anlar. Onu
çağırtarak bu açıklamasını anladığım ve takdirle karşıladığını söyler.
3.
Bu ilke önceki
iki ilkeyi kapsayan bir niteliktedir. Buna göre: Kur’ân-ı Kerim’in
anlaşılmasında esbâb-ı nüzule ihtiyacı ilk planda Kur’ân belirlemelidir. Kur’ân-ı
Kerîm’i okuyan veya dinleyen kimse bu eylemi sırasında âyet ve âyetlerde
bulunan üstü kapalı bir ifade (ima, telmih) hakkında manâyı yakalamak için bir
bekleyişe, arayışa giriyorsa o zaman sebeb-i nüzulü nakletmeye, olayı
ayrıntılarıyla anlatmaya ihtiyaç var demektir.
Örnek: Ömer had cezası uygulanmasını emretti. Adam bunun üzerine: “Bana
niçin had cezası veriyorsun? Aramızda Allah’ın kitabı (hakem olarak) var.”
deyince Hz. Ömer sordu: “Allah’ın hangi âyeti sana had cezası tatbik etmemi
engelliyor?” Adam: “Cenâb-ı Hakk Kitabında; “İman edip amel-i sâlih işleyenler
bundan böyle sakındıkları ve güzel işlere devam ettikleri, sonra takva ve
imanlarında sebat ettikleri, daha sonra da takva ile beraber ihsanda
bulundukları takdirde, önceden tattıklarında kendilerine bir günah yoktur.
Allah, muhsinleri sever.” buyuruyor. İşte ben de iman edip amel-i sâlih
işleyen, sonra takva sahibi olan ve iman eden, daha sonra da takva ile beraber
ihsanda bulunan biriyim. Allah Teala da muhsinleri sever. Ben Rasûlullah’ın yanında
Bedr’i, Uhud’u, Hendek’ı ve birçok meşâhidi yaşadım.” dedi. Bunun üzerine Ömer
(yanında bulunan sahabîlere yönelerek): “Onun bu söylediklerine cevap
vermeyecek misiniz?” demesi üzerine İbn-i Abbas dedi ki: “Bu âyetler (içkinin
haram kılınmasından önce) vefat edenler için mazeret, münafıklar aleyhine
hüccet olarak indirilmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hakk: “Ey iman edenler, sarhoş eden
içki, kumar, putlar, kısmet çekilen zarlar hep şeytanın işinden, pis birer
şeydir. Ondan kaçınız ki felâha (kurtuluşa, saadete) eresiniz.” buyurmaktadır.
Allah Teâlâ içki içmeyi yasaklamıştır.” Hz. Ömer: “Ne güzel söyledin! Şimdi
görüşünüz nedir?” diye sordu. Hz. Ali dedi ki: “Bir kimse içki içtiğinde sarhoş
olur. Sarhoş olunca saçma sapan sözler eder. Saçmalamaya başlayınca iftira
eder. İftira eden kimseye de seksen değnek vurulur.” Bunun üzerine Ömer hükmünü
verdi ve adama seksen değnek had cezası tatbik olundu .
Esbâb-ı nüzul
rivâyetleri hadîs usûlü açısından nasıl ele alınmalıdır sorusunun cevabı şöyle
olabilir:
a.
Esbâb-ı nüzul
rivâyetleri, rivâyet tefsirine ait olmak bakımından bu tefsirin zaaf noktalarını
taşır.
b.
Rivâyet
tefsirinde uydurma haberlerin çokluğu söz konusu ise bu esbâb-ı nüzul
rivâyetleri için de geçerlidir. Hadîs usûlünün kriterleri ciddiyetle
uygulandığında sağlam isnatlı haberlerle, zayıf ve uydurma olanları birbirinden
ayrılacaktır.
c.
Birçok esbâb-ı
nüzul rivâyetinin senetsiz veya kesintili senetle nakledilmiş olması üzerinde
önemle durulması gereken bir husustur. Hadîs usûlünde bu kabil haberlerin hükmü
incelenmiştir. Bu konuda hadîs usûlünden yararlanmak ve esbâb-ı nüzul
rivâyetlerini bu açıdan da kritiğe tâbi tutmak gerekir.
d.
Çeşitli sapık
mezheplere mensup kimselerin, kendi görüş ve kanaatlerine mesnet teşkil etmek
üzere vaz’ ettikleri sözleri hadîs ismi altında ileri sürmüş olmaları rivâyet
tefsirinde bir vakıadır. Bu olgunun esbâb-ı nüzul için de mevcuttur. Hadîs
usûlünde sahîh hadîslerle, merdud-mevzû haberlerin temel özellikleri ve
nitelikleri oldukça kesin hatlarla tespit edilmiştir. Bu kriterlerden yararlanarak
esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ayıklamak icab eder.
e.
Bir rivâyetin
sebep ifade etmede nass olabilmesi ve nüzul ortamına ait olabilmesi için
musned-merfû olması lazımdır.
f.
Sahabenin
esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri sebep ifade etmede nass olmayan rivâyetlerdir.
Bu kabil haberlerin hükmünün “mevkûf’ olduğu bilinmelidir.
g.
Tâbiûnun
esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri aynen sahabeninkiler gibi sebep ifade etmede
nass değildirler. Bu kabil haberlerin hükmünün ise “mürsel” olduğu bilinmelidir.
h.
Metin tenkidi
yapılmalıdır. Metin isnadın kendisinde son bulduğu kısmıdır. Hadîs’in, haberin
aslını oluşturur. Dolayısıyla metnin nakledilmesine vasıta olan senedin tenkidi
yapılır ve metnin tenkidi yapılmazsa rivâyetin değerlendirilmesi, eleştirisi
eksik kalacaktır. Çünkü hadîsçiler sened tenkidine (haricî tenkid) ne kadar
önem vermişlerse metin tenkidine de (dahilî tenkid) o kadar önem vermişlerdir.
Onlar, Kur’ân’a, meşhur Sünnet’e, tarihî gerçeklere aykırı düşen, te’lif imkânı
olmayan birçok hadîsi reddetmişlerdir. Bir hadîsin te’vile imkân vermeyecek
şekilde akla, hisse ve müşahedeye ters düşmesini mevzu hadisin emaresi olarak
görmüşlerdir.
RİVAYETLERİ
TASNİF ETME
Esbâb-ı Nüzul
Rivâyetleri,
a.
Bu rivayetler
âyet veya âyetlerin gerçek nüzul sebebi olan kıssaları, nüzul asrında ve nüzul
ortamında meydana gelmiş hâdiseleri ihtiva ederler. Sahabînin re’y ve içtihadı
söz konusu değildir.
b.
Sened ve metin
bakımından sıhhat şartlarını taşıyan musned-merfû hadîslerdir.
c.
Rivâyet
sıygaları sebep ifade etmede nass olan sıygalardandır.
d.
Burada önemli
bir husus da, rivâyetleri muayyen kişiler veya olaylar sebebiyle nâzil olan
âyet veya âyetlerden söz etse bile, aslolanın “umum” olduğunu unutmamaktır.
Tefsir İçin
Olan Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri
Kur’ân-ı Kerîm’in
anlaşılması amacıyla yapılmış nüzul sebebi değerlendirmeleridir. Bunlar nüzul
asımda ve ortamında cereyan etmiş olsa bile sonucunda âyetin inmesine sebep
olmuş hâdiseler değildirler. Tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetlerini
incelendiğinde üç grup değerlendirme görülecektir:
1.
Hz. Peygamber’in
yaptığı sebeb-i nüzul değerlendirmesi.
2.
Sahabe ve
tâbiûnun yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri.
3.
Müfessirlerin
(âlimlerin) yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri.
Mütekaddimûn,
tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ihtimal ifade eder üslûpta
kaydetmişlerken, müteahhirûn bu rivâyetleri sebep ifade etmede nass olan
rivâyet kesinliğinde anlamış ve kaydetmişlerdir. Dolayısıyla bir âyet için
birçok nüzul sebebi zikretmişler; bu da bazı problemlerin ortaya çıkmasına
sebep olmuştur.
Bu noktada
esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin rivâyet sıygaları son derece önemlidir. Sebep
ifade etmede nass olmayan rivâyet kalıplan sebep ifade etmede ihtimal
belirtirler. Bu da bu kalıplarla yapılan esbâb-ı nüzul değerlendirmelerinin
tefsir için olduğu anlamım belirtir. Bu sebeple esbâb-ı nüzul rivâyetlerini
yeniden değerlendirirken yapılacak tasnifte rivâyetlerin sıygalarına
gösterilecek dikkat birçok problemi çözecektir.
Görüldüğü üzere
her iki tür esbâb-ı nüzulün amacı aynı noktada, Kur’ân’ın anlaşılması
noktasında birleşmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması meselesinde birini
diğerine tercih etmekten çok iki türün ayrı ayrı özelliklerini iyice bilip değerlendirmek
lazımdır.
KUR’ÂN-I
KERİMİN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE ALINMASI
Kur’ân-ı Kerîm’in
anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rolü açısından Kur’ân’ın bütünlüğü kavramına
bakıldığında sadece bir vecih ön plana çıkmaktadır: “Bütün olarak Kur’ân-ı
Kerîm”. Bu vecih diğer veçheleri de kapsayan, bir niteliğe sahiptir. Yani Kur’ân’ın
bütünlüğü kavramının en geniş olan veçhesi budur. Kavrama dahil olan bütün
veçhelere şâmildir. Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik manâda varlık
kazanır. O halde “bütün olarak Kur’ân-ı Kerîm” kavramı, Kur’ân’ın tüm özelliklerini,
yanlarını ve bütünlüğüne ait veçheleri ve bunlar arasındaki ilişkileri
kucaklayan, kendisinin hususî, mu’cîz vahiy mahsulü karakterini belirleyen
tastamamlık, kendi iç kesinliği ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistem
anlamındadır.
1.
Allah-insan-evren
hakkındaki Kur’anî kavramların idrak edilmesi,
2.
Kur’ân’daki
kelimelerin, Kur’ânî cümlelerin, âyetler ve sûrelerin manâ çerçeveleri,
kazandıkları yeni manâların kavranması, hep Kur’ân’ın bütünü içinde mümkün
olmaktadır
esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin Kur’ân’ın bütünlüğü çerçevesinde
değerlendirilmesi konusu ile esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tasnifi konusu
birlikte düşünülmelidir. Böylece Kur’ân’ın nüzul ortamına ait rivâyetler ile
sahabe ve tâbiûnun tefsir için yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri Kur’ân’ın
anlaşılması çabalarında tam yerlerini bulmuş olacaktır. Her âyete bir nüzul
sebebi arama gibi hatalara düşülmeyecektir.
Müfessirlerin
bir âyet için birçok nüzul sebebi zikretmeleri, filan şahıs hakkında nâzil
olmuştur gibi ibareleri bütünlük çerçevesinde anlamak gerekir. Aksi halde Kur’ân-ı
Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden doğan mevcut problemler devam
edecektir. Kur’ân-ı Kerîm’in üslûbu kavranırsa bütünlüğü de dikkate alınırsa
müfessirlerin bu tavırları sağlıklı değerlendirilebilir.
En’âm sûresi 82.
Âyeti nâzil olduğunda sahabîler bu âyeti tek
başına anlamaya, âyetteki “Zulm “ sözcüğünü kavramaya çalıştılar ve
dediler ki: “İçimizde nefsine zulmetmeyen kim var?” Bu anlayışlarını Hz.
Peygamber’e arz ettiler. Rasûlullah “âyetleri tek başlarına ele almanın zaman
zaman kişileri Kur’ân’ın zihniyetine uygun düşmeyen sonuçlara vardıracağını,
dolayısıyla ifadeleri, Kur’ân’ın bütünlüğüne arz etmenin gerekli olduğunu,
Ashab’ının şahsında bütün Kur’ân araştırıcılarına öğreten” şu cevabı verdi: Zannettiğiniz
gibi değil, buradaki zulüm Lokman’ın oğluna dediğidir: Evladım Allah’a şirk
(ortak, eş) koşma. Çünkü şirk elbette büyük zulümdür.’’ Bu misalde de görüldüğü
gibi esbâb-ı nüzul rivâyetleri ile Kur’ân-ı Kerîm’in bütünlüğü arasında sıkı
bir ilişki vardır.
Kıssadaki soru
âyetin nüzul sebebidir. Hadîs sahihtir. Hâdise nüzul ortamında cereyan
etmiştir. Rivâyetin sıygası sebep ifade etmede nass olan türdendir. Dolayısıyla
Kur’ân’ın bütünlüğü kavramı çerçevesinde esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin nasıl
değerlendirilebileceğine gayet çarpıcı bir misaldir.
SİYAK-SİBAK’IN
GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI
“Sosyal Bağlam
(social context): Bir sosyal olgu veya ilişkiyi ortaya çıkaran, çevreleyen ya
da biçimlendiren değer ve koşullardır. Kontekst (bağlam) coherence anlamında
anlaşılırsa Latince “cahaerentia: cohaerare=... ile bağlı olmak” demektir. Eski
Türkçe insicâm sözcüğü ile karşılanır. Kavram olarak: “Bir düşüncenin, bir
yapıtın, bir öğretinin bölümleri arasındaki çelişmeye yer vermeyen bağlantı”
anlamına gelir.
Bağlam olgusuna
Kur’ân-ı Kerîm’in bütünlüğü içerisinde bakıldığında siyâk-sibak gerçeği görülür.
Çünkü “bağlam” olgusu mantıkî bir gerçekliktir. Burada söz konusu edilmesi
gereken, anlaşma araçlarının tümü olarak “dil”in insan topluluğundaki
etkilerini nasıl gerçekleştirdiği sorusudur.
a.
ifade şekli ve
tarzı,
b.
sözün gelişi,
başı ve sonu ile uygunluğu,
c.
tutarlılığı,
d.
sözlerin uygun
bir şekilde birbirini takip etmesi,
Kur’ân-ı Kerîm’in
doğrudan veya bir sebebe mebni olarak parça parça inişi sonrasında kazandığı
tertib, onun siyâk-sibak’ının nasıl oluştuğunu gösterir. Bu mu’ciz kelâm
üzerinde düşünen nüzul ortamında yaşamış Araplar şu iki hususa elbette dikkat
etmiş olmalılar:
1.
Kur’ânî
cümleler arasındaki siyâk-sibak’a (bağlam’a) dair özne beraberliğine;
cümlelerin biri haber cümlesi ise diğerinin de haber veya biri inşâ cümlesiyse
diğerinin de inşâ cümlesi olması.
2.
ilâve olarak
bunlar arasındaki aklî, hayalî, hissî veya vehmî bir birleştirme yönünün
bulunması.
Sahih plan
bütün esbâb-ı nüzul rivâyetleri, nüzul sebebi olarak zikredilen sebep
haricindeki benzer olaylara uygulanabilir. Çünkü sebeb-i nüzulle oluşan olgu ve
sosyal bağlam, Kur’ân’ın bütünlüğü meselesinde de temas edildiği üzere insanî
örnek oluşturan, insan hayatının doğal bir kesitini yansıtan ve zaman-mekân
unsurlarının ötesinde mütalâa edilmelidir. Böylece Kur’ân’ın bütünlüğü ve ona
dahil olan siyâk-sibak kolaylıkla görülecektir. Bu tarz bir bakış açısından
yoksun olunduğunda bazı esbâb-ı nüzul rivâyetlerini sağlıklı değerlendirmek
kâbil olmaz. İfadeleri, siyâk-sibak çerçevesinde anlamanın önemini ve bu
çerçeve ile ilgisi bulunmayan esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tutarsızlığını
göstermesi bakımından Sa’lebe kıssası bir örnektir. Sa’lebe kıssasını
tefsirlerinde naklederek bu âyetleri yorumlayan birçok müfessir siyâk-sibakı
maalesef ihmal etmişler ve yanlış anlamaya düşmüşlerdir. Halbuki bağlam
çerçevesi-Kur’ân’ın anlaşılmasındaki yerine özen gösterilse idi Tevbe sûresinin
bu ayetlerini doğru anlayacaklardı. Çünkü âyetlerin siyâk-sibakı münafıklardan
bahsetmektedir. Dolayısıyla sûrenin 75’inci âyetine bu bağlamda bir yaklaşımla
Allah’a ahdini bozan, va’dinin hilafına hareket eden ve bu eylemlerinin sonunda
da kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterinden bahsedildiği görülecektir.
O halde Tevbe sûresinin bu âyetlerinin bağlamı münafık insan tipine ait
birtakım sıfatlardır. Verilmek istenen mesaj belli bir şahsın kınanması değil
evrensel bir karakterin sıfatlarını sayarak mü’minleri bunlardan sakınmaya
çağırmaktır. Bir diğer ifade ile söz konusu âyetlerin konteksti Kur’ân’ın,
münafıklarla ilgili zihniyetinin bir cephesini ele almaktadır.
Kur’ân-ı
Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivâyetlerini değerlendirirken âyetlerin
siyâk-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Âyetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan
rivâyetlere, yukarıdaki örnekte olduğu gibi, itibar etmemekte yarar olduğu
açıktır. Nass-siyâk-sibak-rivâyet uyumu kesinlikle göz ardı edilmemelidir.
ESBÂB-I NÜZUL
VE TARİHİLİK KAVRAMI
Kur’ân-ı Kerîm insana
hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihîlik bağlanımda temel
karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü insan her zaman, geçmişe mal
olacak bir “şimdi”nin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak, kendini
sürdürmeye, aynı zamanda, bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini,
kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır. Bir başka deyişle,
insan, tarihî bir varlıktır ve bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir.
Esbâb-ı
nüzul-tarihîlik münâsebetine bu noktada insanın tarihî bir varlık oluşu bakımından
yaklaşmak zarureti doğmaktadır. Çünkü insanın yapıp-etmeleri “şimdi” içinde
olup bitmez, onlar zamanın boyutlarına yayılmışlardır. Zamanın boyutları ise
uzayıp giden boyutlar değil, yapıp-etmelerle, onların ürünleriyle, olaylarla
doludur. “Bu, insanın zamanın boyutları arasında bir bağ kurmasını, onları birbirine
bağlamasını gerektirir. Bu da ancak bilen bir varlığın işi olabilir. Bunun
içindir ki, insan tarihî bir varlıktır. Eğer insan hayvan gibi yalnızca “şimdi”
içinde yaşasaydı, o zaman insanın yapıp-etmeleri arasında bir süreklilik söz
konusu olmayacaktı.
Tarihîlik
kavramı Felsefe Terimleri Sözlüğü’nde şöyle tanımlanmaktadır:
“Tarihsellik
[Alm. Geschichtlichkeit] [Fr. historicite] [Es. t. tarihîlik]:
1.
Tarihsel olanın
varlık biçimi.
2.
Zamana
bağlılık, gelip geçicilik.
3.
Tarihsel
koşulluluk, tarihe bağlı olma. (Ör. Tinin, törenin tarihselliği.)
4.
Bir şeyin
gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu. (Or. isa’nın tarih-selliği.
SA’LEBE KISSASI
Sa'lebe kıssası
sîre, ricâl ve tarih kitaplarında farklı tarîklerle ve hicrî 9. yıl hâdiseleri
arasında rivayet edilmektedir. Ulemânın kıssa üzerine yaptıkları
değerlendirmeler incelediğinde iki husus ortaya çıkmaktadır:
a.
Sa'lebe'nin
vasıfları,
b.
Hâdisenin
sıhhat derecesi.
c.
Sa'lebe'nin
vasıfları üzerine sîre, ricâl ve tarih kaynaklarında şunlar söylenmektedir:
d.
Sa'lebe, Benî
Umeyye b. Zeyd'e mensuptur. Yani Evsli olan ensârdandır.
e.
Bedir
ehlindendir.
f.
Uhud
ehlindendir. Belâzûrî, bu konuda birbiriyle çelişik haber kaydetmektedir.
Bunların ilkine Sa'lebe kardeşi ilee birlikte Uhud Harbi’nden kaçmıştır.
Diğerine göre Uhud'da öldürülen Ensâr'dan biridir.
g.
Mescid-i Dırâr
kuranlardandır. Aynca Sa'lebe'nin bu mescidi tamir ettiği de nakledilmektedir.
h.
Tebûk
Gazvesi'ne katılan münafıklardandır.
Sîre, ricâl ve
tarih kitaplarında Sa'lebe kıssasının sıhhat derecesi üzerine söylenenleri ise
üç grupta mütalaa edilebilir:
a.
Sa'lebe
kıssasının sıhhatine kâil olanlar veya bunu îmâ edenler. Bu alimlere göre Tevbe
Suresi 75. Ayeti Sa’lebe hakkında nazil olmuştur. Çünkü o Cenab-ı Hakk’a
ahdedip de ahdinden dönen biridir.
b.
Nüzul asrında
böyle bir hâdise cereyan etmiştir. Ancak kıssanın kahramanı başka bir şahıstır.
c.
Kıssanın
sıhhatinden şüphe edenler ve bu yönde fikir beyan edenler.
İbn-i Hişâm her
ne kadar Sa'lebe'yi münafıklardan göstermiş ise de Sa'lebe hakkındaki kanaati
bu yönde değildir.
İbn-i Sa'd'ın Sa'lebe'nin,
Bedir ve Uhud ehlinden olduğunu söylemekle yetinmesi de onun kıssanın
sıhhatinden şüphe ettiğinin delili olarak anlaşılmalıdır. Çünkü İbn-i Sa'd cerh
ilminde söz sahibi ve bu ilmin kurallarını tatbik etmekte taviz vermeyen bir
âlimdi. Dolayısıyla cerh ilminde söz sahibi bir âlimin üzerinde tereddüt edilen
Sa'lebe kıssası konusunda söz söylememiş olması tabiî bir tavırdır.
İbnu'l-Esîr de
Sa'lebe kıssasının doğru olup olmadığına dikkat çeken âlimlerdendir. Ona göre
bu kıssa doğru değildir. Çünkü hicretin 3. yılında cereyan eden bir harpte ölen
bir kimsenin hicretin 9. yılında cereyan eden bir hâdisenin kahramanı olması
mümkün değildir.
Zehebî, Sa'lebe
kıssasını "munker hadîs" olarak değerlendirmektedir.
İbn-i Hacer,
Hz. Peygamber'in Sa'lebe'nin zekâtını kabul etmeden vefat etmiş olmasını, Hz. Ebûbekir
ile Hz. Ömer'in de onun gibi davranmalarını makûl görmemekte ve haber sahih
değildir, demektedir. Ona göre haber sahih olsa bile üzerinde bir tereddüt
vardır.
HADİS
KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI
İlk devirde
tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edildiği için, Hadis kitaplarında bu
kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. El-Halimî
bu mesele üzerinde iki izahla çıkış yolu bulduğunu düşünmektedir:
1.
Sa'lebe'nin
zekât toplama memurunu eli boş çevirmesi kalbine nifak konulmasına sebep
olmuştur. Hz. Peygamber'in huzurunda başına toprak saçarak pişmanlık göstermesi
zekâtın zorla alınma cezasına uğratılacağı korkusundandı. Ayrıca zekâtı
almayanın Hz. Peygamber olduğunu ispatlamak istiyordu. Ama Cenâb-ı Hakk,
Peygamberine onun nifakını bildirdi. Halifeler ise, Hz. Peygamber'e muhalefet
etmeleri için bir sebep olmadığından, O'na uydular.
2.
Sa'lebe'nin çok
mal arzusu münafıklığının muhtemel sebebidir. Hz. Peygamber kendisini uyardığı
halde bu yoldan dönmemiştir. O, Hz. Peygamber'in huzurunda zengin olursa hak
sahibinin hakkını vermeye ahdetmiş, ama zengin olunca da münafıklığını
göstermiş ve zekâtını vermemiştir.
Muhaddislerden
bazıları da Sa'lebe kıssasını, hadîs ve senedi hakkında mülahazalarını da ifade
ederek rivâyet etmişlerdir. Beyhakî, hocası el-Halîmî ile aynı rivayetleri
naklettikten sonra Sa'lebe kıssası hakkında şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
"Bu, tefsir ehli arasında bir “meşhur hadis''tir. Zayıf senedlerle mevsuf
olarak rivâyet edilmiştir.
TEFSİR
KİTAPLARINDA SALEBE KISSASI
Hâfız es-Sahâvî
ona bu noktada şu tenkidi yöneltmektedir: "İbnu'l-Cevzî, vaaz, nasihat ve
buna benzer konulardaki eserlerinde, mevzu veya ona yakın hadîsler
nakletmiştir." el-Uceylî ise tefsirinde diğer müfessirlerde görülmeyen bir
üslûpla kanaatini açıkça belirtmiştir. Ona göre Sa'lebe başlangıçta iyi bir
Müslüman ise de sonradan münafık olmuştur.
Müfessirlerin
bir kısmı da Sa'lebe kıssasının sıhhatine şüphe ile bakmışlardır. Bunlardan
biri İbn-i Cerîr et-Taberî'dir. Onun tefsir metodu, âyet hakkında Hz. Peygamber'den,
sahibeden ve tâbiûndan her ne rivâyet edilmişse bunları öncelikle nakletmek,
sonra da bunlar arasında muhakeme yaparak bu farklı yorumlardan tercih ettiğini
belirtmek şeklinde özetlenebilir. Taberî, bu metodunu Sa'lebe kıssasına da
tatbik etmiş ve Tevbe 75. âyetinin nüzul sebebi olarak rivâyet ettiği haberleri
üç grupta değerlendirmiştir. Taberî, Sa'lebe kıssası ve Tevbe 75. âyetini şu
şekilde değerlendirmektedir: “Bu âyette, Cenâb-ı Hakk tarafından nifâk ehlinin
alâmetleri ortaya konulmuştur.”
Sa'lebe
kıssasının sıhhati hakkında şüphe duyan ve bunu tartışan bir müfessir de
Fahreddin er-Râzî'dir. O, Sa'lebe kıssasını kendi tefsir metodu üzere ele
almaktadır. Râzî'ye göre de Tevbe 75. âyetinin sebeb-i nüzulü olarak meşhur
olan Sa'lebe kıssasıdır. O, Sa'lebe kıssasını naklettikten sonra bu hâdisede
aklına takılan ve zihnini meşgul eden sorulara cevaplar aramaktadır. Daha
sonra, âyetin zahirinin, Allah Teâlâ'ya zengin olduklarında mallarının hakkını,
yani zekâtını vereceklerini vaad eden ama zengin olunca da bu ahdini yerine
getirmeyen münafıklara delâlet ettiğini söylemektedir. Ardından bu yorumu
üzerine bazı sorular ortaya atmakta ve cevaplamaktadır. Râzî, Sa'lebe kıssasını
ve kahramanının kıssada sergilemiş olduğu münafık tavırlarını söz konusu etmemektedir.
Râzî, Sa'lebe kıssasını müfessirler arasında meşhur bir haber olarak
değerlendirmiş ve bu sebeple de nakletmiş; Tevbe 75. ayeti anlamasını ise bu hâdise
üzerine bina etmemiştir.
ESBÂB-I NÜZUL'E
YENİ BİR YAKLAŞIM IŞIĞINDA SA'LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
İlk olarak
Sa'lebe kıssası rivâyetleri hadis usûlü açısından tenkid edilmelidir. Zikredildiği
üzere bu hadisin senedi zayıftır. O halde, tefsir tarihinin en mühim
tefsirlerinde böyle bir rivâyet nasıl olmuş da nakl edilegelmiştir? Bunun
sebebini Zâhid-i Kevserî'nin el-Makâlat'ında, müfessirler hakkındaki şu
sözlerinde bulmak mümkündür: "Müfessirlerin birçoğunun fayda umarak birçok
rivayeti kaydettiklerini görürsün. Onlar, Yahudi ve diğerlerinden tevarüs
edilen kendi zamanlarının bilgilerini, Kurân-ı Kerîm'in haberlerinin bazı
yönlerini açıklamak için, bu haberlerin getirdiği problemleri kendilerinden
sonra gelecek tenkidçilere bırakarak nakletmişlerdir. Kurân-ı Kerîm'in mücmel
bırakılmış bazı mânalarının izahında birçok faydaların bulunması ihtimali
sebebiyle bu malûmatın kendilerinden sonra gelecek olanlara ulaşmasını çok arzu
etmişlerdir. Müslümanlar nazarında bu rivayetlerin sıhhatine itikad olunan ve
iyice incelenmemizin bütün illetleri ile hüccet olarak alınan birer gerçeklik
olmasını amaç edinmemişlerdir”.
Süleyman b.
Abdilkaviyy et-Tûfi’ye göre müfessirler, kendilerinden sonrakileri bu haberleri
kabul etmekle mesul tutmamışlardır. Cem etmeye muktedir oldukları şeyin
kaybolup yitmesinden korkarak ve bu haberlerin tenkidini, iyice incelenmesini
kendilerinden sonrakilere bırakarak her şeyi yazıya aktarmışlardır.
Hafız ibn-i
Hacer'in Lisânu'l-Mîzân'da söyledikleri konuya daha da açıklık getirecektir: "ilk
muhaddisler mevzû hadisleri rivâyet etmede senedi zikretmeye çok önem
veriyorlar, ona güveniyorlardı. İnanıyorlardı ki, hadisi, senedi ile
naklettikleri zaman sorumluluklarından kurtulacaklar ve hadisin durumunu,
senedini incelemeye yüklemiş olacaklardı.
Ibnu's-Salâh da
müsned müelliflerinin rivayetleri cem etmede ilkelerinin bu olduğunu
söylemektedir. İlk muhaddisler, müfessirler ve tarihçiler de bu ilkeyi benimsemişlerdir.
Kendi alanlarıyla ilgili ne kadar rivâyet varsa, senedi sahih olsun olmasın
veya batıl isnadını bilerek rivâyet etmişlerdir. Senedi zikretmiş olmakla
mesuliyetten ve muaheze edilmekten kurtulacaklarını ümit etmişlerdir.
Şah Veliyyullah
ed-Dihlevi eserinde hadis kitaplarını birkaç tabakaya ayırarak incelemiştir.
Tasnifinin dördüncü tabakasını oluşturan kitaplarının ortak özelliği, müelliflerinin
bu ilmi bilmeyenlerden oluşmasıdır. Bu musannifler kendilerinden önceki
tabakada bulunmayanları asırlar sonra toplamaya niyet etmişlerdir. Dihlevî,
onların tavırlarından şöyle bahseder:
1.
Kur'ân veya
sahîh hadisin mânası dahilinde olan bir hususu, sâlihler topluluğunun
-rivayetin muhtevasındaki incelikleri bilmeksizin- mâna ile rivâyet
etmeleridir. Böylece mânaları merfû hadîs kılmış olurlar.
2.
Kur'ân veya
Sünnet'in işaretinden anlaşılan bir mânayı kasten tek başına müstakil bir hadîs
kılıverirler.
Şah Veliyullah'ın
oğlu Abdulazîz Dihlevî ise bu rivayetlerin hicrî birinci asırda bilinmediğini,
sonradan ortaya çıktığını söylemektedir. Ona göre Selef âlimlerinin bu
haberleri nakl etmelerinin iki sebebi vardır:
1.
Bu haberlerin
rivâyetleriyle ilgilenmelerine imkân verecek bir sebep (bu haberlerin
asıllarını) bulamamışlardır.
2.
Veya
rivâyetlerin asıllarını bulmuşlar, ancak bunlarla haberlerin terk edilmesine
sebep olan bir illet görmüşlerdir.
Abdulfettâh Ebû
Gudde el-Leknevî; tefsir rivâyetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerin
birçoğu ilmî yeterliliklerine, salâh ve takvâ ehli oluşlarına rağmen zayıf,
garîb, münker ve İsrâilî birçok hadîs rivâyet etmişlerdir. Hatta mevzû hadîs
dahi naklettikleri vâkidir. O halde alimlerin bir tefsir haberini eserlerinde
rivâyet etmiş olmaları o rivâyetin sıhhatine delil teşkil etmemelidir,
demektedir.
İbn-i Teymiyye,
ehl-i ilmin bu ilke üzerinde ittifak ettiklerim söylemektedir.
Tefsir
rivâyetlerini eserlerinde nakleden âlimlerden bir kısmı, senedleri hazfedilmiş
rivâyetleri çok kullanmışlardır. Mesela ez-Zemahşerî'nin el-Keşşâfı,
el-Beydâvî'nin Envâru't-Tenzî’li, Ebu's-Suud'un İrşâdu'l-Akli's-Se-lîm ilâ
Mezâyâ'l-Kurân’ıl-Kerim'i bunlar arasındadır. Bunun sebebi, bu eserlerin
müelliflerinin hadis ilmi alanında tefsir ve Kurân ilimlerinde olduğu kadar
mütehassıs olmamalarıdır. Bu sebeple bu kabil tefsirlerde nakledilen rivâyetlere,
hadis kaynaklarına ve tahrîc kitaplarına müracaat edilmeden itimad
edilmemelidir.
Esbâb-ı nüzul
rivâyetlerini senedsiz nakleden bu takvâ ve salâh ehli âlimler, bu tavırları
ile bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.
Hadis
mecmualarının tefsir bablarında ve tefsir kitaplarında bir âyetin sebeb-i
nüzulü olarak birçok rivâyet görmek mümkündür. Bu rivâyetlerin aynı hâdiseyi
şahıslar ve mekân, bazen de zaman itibariyle farklı bir şekilde naklettikleri
görülmektedir. Bu durum esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde ihtilaf olarak adlandırılır.
Sa'lebe kıssası da buna bir örnek teşkil etmektedir. Esbâb-ı nüzul
rivâyetlerinde ihtilaf edilmesi iki temel sebepte toplanabilir:
1.
Her âyete
sebeb-i nüzul arayanların tatumları sonucu İsrâilî haberler ve uydurma rivâyetler,
esbâb-ı nüzul alanına dahil edilmiştir. Oysa bu rivayetler Kurân'ı anlamada
vazgeçilmez nakiller olarak ele alınmalıdır.
2.
Esbâb-ı nüzul
rivâyetlerinin tasnif edilmesi de ihtilafa sebep olmaktadır. Şayet esbâb-ı
nüzul rivâyetleri; tefsir için olan esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri olarak
tasnif edilmezse nüzul ortamında cereyan etmemiş veya etse bile nüzule sebep
olmamış bir hâdise o döneme mal edilebilmektedir. Sahâbenin, tâbiûnun kendi
re'y ve içthadları ile yaptıkları bir sebeb-i nüzul değerlendirmesi, nüzul
asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.
Sa'lebe
kıssası, rivâyet kalıplarının da gösterdiği üzere ikinci tür esbâb-ı nüzul
rivâyetlerindendir. Yani bu kıssada nakledilen olay nüzul ortamında cereyan
etmemiştir veya etmişse bile âyetin nüzulüne sebep olmamıştır.
Tarih İlminden
Faydalanılmalıdır
Taberî, Sa'lebe
kıssasını, dokuzuncu hicrî yıl hâdiseleri arasında ve "zekâtın farz
kılındığı sene, Sa'lebe hakkında nazil olmuştur" diyerek nakletmektedir.
Hz. Peygamber
hicretin 9. yılında İslâm Devletinin malî idaresiyle ilgili köklü reformlara
girişmiştir. "O ana kadar bu İslâm ülkesinde resmen "vergiler"
mevzu bahis değildi. Müslümanlar "sadaka" vermek ve "Allah
yolunda mal ve paralarını sarfetmek" hususunda teşvik edilmekteydiler.
Tabiatıyla halk, sadakalarını en iyi bir şekilde istediği gibi sarfetmesi için
Hz. Peygamber'e getirip teslim ediyordu. Bazı gayri müslim bölgeler
"haraç" ödüyorlardı. Ancak bu nevî ödemeler, buhran ve sıkıntı
zamanlarında toplumun ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamamaktaydı. Yukarıda da
bahsettiğimiz gibi bir Müslüman elçi Bizans topraklarında katledilmiş ve bunu
cezalandırmak üzere Hz. Peygamber 3.000 kişilik bir savaşçı kuvveti yola
çıkarmış ancak bunlar, Mu'te'de karşılaştıkları düşman kuvvetler kendilerinden
otuz üç misli fazla sayıda olduğundan zâyiat vererek geri dönmüştü. Bunun
üzerine Hz. Peygamber, 30.000 kişilik bir ordu toplayıp Tebûk seferine
çıkmıştı.. İşte bu şart ve durum içinde bulunuluyordu ki eski günlerin
"sadaka"sı artık müesseseleştirilmiştir: Toprak mahsulleri, ticarî
emtia ve sermaye, ithalat, ihracat, hayvan sürüleri, madenler vs. diğer çeşitli
mal ve emtia üzerine asgarî ödeme nisbetleri tayin edilmiş malî mükellefiyetler
konmuş, yıllık ödemeler için bir tahsilat zamanı tesbit edilmiş, tahsilata
karşı gelenler devlet kuvveti kullanılarak yola getirillmişlerdir. Buna rağmen
bu malî fedâkârlıkların yerine getirilmesi, bir zühd ve takvâ meselesi olmaya
devam ediyor ve dinin bir unsuru mahiyetini muhafaza ediyordu. Bununla beraber
o şimdi bir "Devlet Vergisi" haline inkılâp etmişti. Eski terimler
olan "Zekât" ve "Sadaka" adları yine kullanılıyor ve fakat
şimdi buna bir "müeyyide", "Devlet cebri" bulunuyordu.
Artık bunlar, sarfetmek mecburiyetinde bulunan kimselerin gönül ve
takdirlerine, şahsî hesaplarına bırakılmış sadece dinî-malî mükellefiyetlerden
değildi."
Hamidullah'ın
bu izahlar çerçevesinde Sa'lebe kıssasına bakıldığında; Sa'lebe'nin bu
eyleminin bir müeyyidesi olması ve kendine "devlet cebri"nin
uygulanmış bulunması gerekmektedir. Ancak böyle olmadığım kıssanın seyrinden anlaşılmaktadır.
Buradan da anlaşılıyor ki tarihî hakikatler Sa'lebe kıssasının gerçekliğini
tasdik etmemektedir .
Kur'ânî
Bütünlük ve Siyak-Sibak Bağlamında Değerlendirilmelidir
Tevbe sûresinin
75. ayetini "bütün olarak Kur'ân kavramı" ve siyak-sibak bağlanımda
mütalaa edildiğinde âyet-i kerime şu şekilde anlaşılmaktadır;
1.
Allah Teâlâ'ya
ahd edip de ahdini bozan,
2.
Vaadinin
hilafına hareket eden,
3.
Bu eyleminin
sonucunda kalplerine nifâkın yerleştiği kişiler (yani insanlar) karakterize
edilmektedir.
4.
Kurân-ı Kerîm,
insana, âyetlerindeki hakikatleri belli bir kişi veya anlayışa hasretmeden,
yani şahısları ebedîleştirmeden, herkes için geçerli evrensel mesaj nokta-i
nazarından ilâhî ufuk'u yakalama imkânı sunmaktadır.
SONUÇ
İslâm kültür
tarihinde esbâb-ı nüzul rivâyetleri Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılması sürecinde ve
çabalarında izlenen bir yol olmuştur. Ancak bu yolda kullanılan metodun,
ilkeleriyle birlikte ortaya konulmadığı da bir gerçektir. Usûl açısından vâki
olan bu eksiklik, esbâb-ı nüzul rivâyetleri, genel olarak da tefsir rivâyetleri
üzerinde tereddütlerin zuhuruna sebep olmuştur.
Tefsir rivâyetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerden birçoğu ilmî yeterliliklerine, salâh ve takvâ ehli oluşlarına rağmen zayıf, garîb, münker ve İsrailî birçok hadis zikretmişlerdir. Hatta mevzû hadis naklettikleri vâkidir. Esbâb-ı nüzul tefsir rivayetleri bilgisayar teknolojisinin imkânlarından yararlanarak toplanması gerekmektedir.
KERİM
ENDEZ
BİRLEŞİK
DOKTORA
NO: 14952705
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
KUR’AN
VE BAĞLAM
Yüce
Mevla insanı en güzel surette yaratıp ona, aklı düşünsün diye bahşetti. Bu
düşünce incelendiği andan itibaren, tarih boyunca insanın kainat ve hayat
hakkında hep sorular sormuş ve cevap aramıştır. Bugün de aramaktadır.
Hz. Allah bu sorulara cevap vermek üzere
keremi ve de lütfuyla resul ve enbiyayı ilahi vahiyle vazifelendirmiştir.Bu
görev halkalarının sonuncusu Kur’an’dır, bu Kur’an on dört asır evvel Hz.
Muhammed vasıtasıyla nazil olmuştur. İnsan da Kur’an’dan çözüm aramak
zorundadır.
Bu bağlamda kur ’andan faydalanmak isteyen
başta, sahabiler, tabiiler, ve tebe-i tabiiler, Esbab-ı Nüzul ilminden
yararlanmayı düstur edinmiş, onu tefsir etmiş ve de anlamaya çalışıp, onu
yaşama gayreti içinde olmuşlardır. Bu da Kur’an’ın yaşanmış, yaşanabilir ve
yaşanacak bir hidayet rehberi olduğunun delilidir.
BİRİNCİ
KİTAP :KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NUZÜL’ÜN ROLÜ
Esbab-ı
Nüzul ilmi, Kur’an’ın nüzul safhasında ana unsuru teşkil etmiştir. Çünkü
Kur’an’ın anlaşılmasında sahabe, tabiin, tebe-i tabiin esbab-ı nüzulü Kur’an-ı
tefsir ederken kullanmışlardır.
Hz.
Ali, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas gibi sahabiler, ‘’Kur’an’da inen her
ayetin kim hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerine dair ‘’rivayetler de
vardır.
Esbab-ı
Nüzul ilmi, madem Kur’an’ın anlaşılmasında önemli bir yer alıyor, bu sahadaki
sağladığı etki ve katkı ve ona olan ihtiyaç ortaya konmak üzere bu tespit gayet
önem arz ediyor. Muhammed İkbal şöyle diyor: ‘’Akli zihni mirasımıza yeniden
kıymet takdir etmeliyiz. Bunun için umumi İslam tefekkürüne hususi bir şey
ilave edemsek de hiç olmazsa, sağlam muhafazakar, tenkit yoluyla, İslam
aleminde alabildiğine yol alıp gitmekte olan hareketi kontrol altında tutacak
bir hizmette bulunabilelim.’’
BİRİNCİ
BÖLÜM: KUR’AN İLİMLERİ VE ESBAB-I NÜZUL İLMİ
KUR’AN’IN
DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
Kur’an ilimlerinin kaynağı yine Kur’an’dır.
Kur’an üzerinde tefekkür edilmesini[1], anlaşılmasını[2] ve açıklanmasını[3] isteyen muhataplarından
isteyen yaşanılır bir ilahi kitaptır.Ümmi olan
efendimize tebliğ ve tebyin vazifesi yüklendiği, Kur’an’da ifade
edilmiştir.
Ümmi olan bu peygambere inen ilk emrin
‘’Yaratan Rab’ının adıyla oku…[4] olması oldukça manidardır.
Efendimiz bu siyaseti bu ilk vahiyle birlikte ortaya koymuş, Bedir deki
esirlerin okuma yazma bilenlerin on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmeleri
karşılığı serbest bırakılmaları bunun en güzel örneğidir.Ayrıca Mescidi Nebevide eğitim öğretim için ‘’suffe ‘’ denen
yerleri inşa etmesi bu siyasetinin bir başka öneli destekçisidir.
Açık bir dille peyderpey inen Kur’an’ı
öğrenen ashab, anlayamadıkları yeri efendimize sorarak öğreniyorlardı.
Öğrendiklerini yaşadıktan sonra ezberliyor, başka ayetlere öylece geçiş
yapıyorlardı.
İlk Muallimin içlerinde yaşıyor olması Kur’an
ve ilimlerini tedvin ihtiyacı olmamıştır. Bu ilimler Arap dili ve meydana gelen
vakıalara binaen Resulullah’ın tefsiridir. İlk şahitleri olan ashab elbette
bunları en iyi bilenlerdi.
Hz.
Ebubekir döneminde Kur’an bir araya getirildi.Hz.Osman döneminde çoğaltıldı.Hz.
Ali ve sonraki dönemlerde harekeleme-
noktalama işine başlandı.
Tabiin
de sahabilerin öğretisine binaen hal ve hareketleriyle ve de kavilleri ile
Kur’an’ı tefsir etmeye çalışmışlardır. Adeta
bunu da arkadan gelen nesillere telkin etmişlerdir. Zaten hemen sora gelen
nesillerde bunun semeresini görmekteyiz. İlk semereler Kur’an ilimlerine
yönelik Kur’an’a noktalama ve hareke konmasıyla neş’et etmiş, diğer Kur’an
ilimleri olan esbab-ı nüzul, Mekki-Medeni,nasih-mensuh gibi ilimler takip
etmiştir. Kur’an’ın anlaşılmasında diğer disiplinler müteakip asırlarda
çoğalmıştır. Bu da tabi bir sonuçtur.
Ulumu’l-Kur’an’ın
sistematik olarak h.8.asırda vuku bulduğu, tercih edilen bir görüştür.Ancak
selefi salihinin ve mütekaddimun alimlerinin de sistematik olmayarak bu ilmi
kullandıkları gözlemlenir.
Bununla
beraber Ulumu’l-Kur’an ile Ulumu’t-Tefsir arasında bir ilişki söz konusudur. Ulumu’l-Kur’an
Kur’an’ın bütün ilim ve araştırmalarıyla alakalı iken, Ulumu’t-Tefsir ise
sadece Kur’an’ın anlaşılmasına yönelik bir ilimdir.
Kur’an
ilimleri arsında esbab-ı nüzul ilminin sahabiler kanalıyla müşahede olunan
olaylara binaen zuhur etmesi, tabiine şifahi olarak öğretilmesi ehemmiyetini
ortaya koymaktadır.Ayrıca Esbab-ı nüzul ilminin nakli ilimlerden olduğunun da
göstergesidir.
ESBAB-I
NUZUL İLMİ TANIMI,DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
Esbab-ı Nüzulün tarih boyunca birçok tarifi olmuştur. Farklı tariflerden
yola çıkarak esbab-ı nüzulün tarifini yapacak olursak :
‘’ Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye
veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir veya
daha fazla ayetin, hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek,
cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin
nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.’’
Gelişim ve Doğuşuna gelince;Esbab-ı nüzul
Kur’an’la paralel olarak gelişim göstermiştir. Tedrici inen Kur’an, hayatla
beraber canlı örnekler ve derslerle, insanın kalbine ve şuuruna hitap
etmiştir.Kur’an nüzul olurken,dönemin edebi geleneklerini, zevklerini kaile
alarak hitap etmiş, etkisini edebi yönden de göstererek bu alanda da icazını
göstermiştir. Bu da bizlere Kur’an’ın anlaşılmasında Arap dili belağatının ve
de şirinin anlaşılması önemini ortaya koymaktadır. Bundan anlaşılıyor ki,
dönemin insanları bu bilgilere vakıf oldukları için Kur’an’ı daha iyi
anlıyorlardı. Doğal olarak ayetlerin hangi şartlar çerçevesinde nazil
olduklarını öğrenmek istemişlerdir.
Efendimizin
vefatından sonra İslamiyet’i kabul edenler Peygamberler ve Kur’an’da ki
kıssalar hakkında bilgiyi sahabilerden öğrenmeye çalışmışlardır. Bu da zamanla
bu ilimleri tedvin edecek insanlar çıkmış, bu bilgilerde bir disiplin halini
almıştır.
Sonuç
olarak birçok ilimle( hadis, kur’ an ilimleri, tarih...) münasebeti bulunan
esbab-ı nüzul ilmini, tarihi seyrinde görülen bu münasebetlerden soyutlamak
mümkün değildir.Ancak bütünlük çerçevesi içinde ele alınırsa en sağlıklı
sonuçlara ulaşılabilir.
ESBAB-I
NÜZUL RİVAYETLERİ
ESBAB-I
NÜZULÜ BİLMENİN YOLU
Esbab-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir.
Esbab-ı nüzulde ictihada ve fikir beyanına mahal yoktur. Ancak işitme ve görme
yoluyla sahabilerden gelen rivayetlerle bilinebilir. Bu da Efendimizden gelmiş
olarak addedilir. Demek ki sahabiden nakledilen sebeb-nüzul rivayeti onu
bilmenin yoludur. Suyuti bu olguyu, sahabenin, olayları kuşatan şartları
bilmekle elde ettiklerini söyler. Şöyle zihnimizde bir tablo tasavvur
ettiğimizde, vahiy, nüzul ortamı, Hz peygamber, sahabiler ve nüzul ortamı bu
olguyu oluşturduğunu tasavvur edebiliriz.
HADİS
USULÜ AÇISINDAN ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLRİ
Bu
açıdan ele alınıp incelenmesi, bu rivayetlerin hadis usulü açısından hükmünün
ne olduğunun, söylenenleri ortaya koymak amacını güder.
Daha evvel bahsettiğimiz gibi nüzul sebebini,
ayetlerin nüzulünü müşahede eden sahabeden sema ve nakl yoluyla sonraki
nesillere aktaran sahabiler olduğunu, esbab-ı nüzulü de en sağlıklı yolu bu
olduğunu söylemiştik.
Buna
binaen sahabeden gelen rivayetler Musned(zahiren muttasıl bir senetle sahabenin
resulullah’a ref’ ettiği haber) olarak
geldiği gibi Mürsel (sahabinin düşüp tabiinin Resulullah’a ref’ettiği) olarak
gelen rivayetlerdir.
Bu
açıdan ele alındığında esbab-ı nüzul tasnif edilmiş, tasnifinde ihtilafa
düşülmüştür.
Ayrıca
esbab-ı nüzul ile ilgili bazı problemli meseleler vuku bulmuştur. Bunlar tasnif
sırasında, taaddüt ve taahhür meselesi ile nüzule sebep olan hadiseye bağlı
olarak nüzul eden ayetin has mı olduğu, yoksa umum mu ifade ettiği meselesidir.
ESBAB-I
NÜZULLE İLGİLİ DİSİPLİNLER (İLİMLER)
Esbab-ı nüzulle ilgili bir takım disiplinler
söz konusudur. Bunlar hikmet-i teşriiye, mübhemat, tenasüb ve insicam birer
disiplindir. Bu disiplinlerde esbab-ı nüzulden farklı olarak en önemli husus,
aklın, yani re’y-ictihad’ın söz konusu olmasıdır.Bu da şu demektir; bu
disiplinlerin ihtilafa açık olmalarıdır.
2.
BÖLÜM
KUR’AN-I
KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRMESİNİN
SONUÇLARI
Kur’an’ın evrensel mesajı gözetilmesi, yorum zenginliğine açık olduğu
bilinmesi bu gölgelenmemesi gerekir. Aksi olduğunda o zaman ilkesiz bir
yaklaşım olur.
Kur’an’ın
anlaşılmasında esbab-ı nüzul ’un yetersiz kalma sebepleri ;
Rivayetler
açısından yetersiz olabilir. Bu da senedde sahabe veya tabiinin birsinin
düşmesi sonucu senedde bir kopukluğun oluşması bir eksikliği doğurabilir.
Senedlerin
hazf edilmesi veya rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme veya rivayet
siygalarına dikkat göstermeme yetersizliğe sebebiyet verebilir.
Ayrıca Kur’an’ın Umum değil husus ifade ettiği
anlamı verilmesi çabalarıdır.
Taaddüt-taahhür
açısından yanlış değerlendirme yapılması da sebepleri doğuran unsurlardandır.
Tarihi
gerçekler ile zamansal uyumsuzluk bir başka sebebi teşkil eder.
KUR’AN’IN
ANLAŞILMASINDA ESBABI NÜZUL RİVAYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR
Bu
olumsuzlukların başında yorum zenginliğine engel olmasıdır. Kur’an’ın evrensel hedefi olan Kur’an-İnsan
hayat bütünleşmesini engelleyebilir. Kur’an en önemli özelliği evrensel
olmasıdır. Kur’an ferde ve topluma, bütün insanlığa bütün memleketlerde bütün
devirlerde insanın hem maddi hem de manevi yönüne hitap ederek hidayete vesile
olur.
Kur’an anlaşılmasında bazen tarihçiler,
rivayet tefsiri yazarları vaaz eden kussas çıkarları doğrultusunda esbab-ı
nüzul konusu istismar edilebilir.
3.BÖLÜM
ESBAB-
NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
Sahabe döneminde kitabet ve tedvin hareketi
ortaya çıkmadan nüzul ortamına ait bilgilerin şifahi olarak aktarıldığını
hatırlarsak selef alimlerinin esbab-ı nüzule önem vermeleri daha iyi anlaşılmış
olacaktır.
Efendimiz ve ashabın tefsirle ilgili
açıklamaları rivayet yoluyla nakledilmiş bu da İslam tarihinde büyük tesir
oluşturmuştur. Çünkü esbab-ı nüzul hem tarihi hem de aktüel bir gerçek olarak
nüzul ortamına ait gerçekleri de bünyesinde barındırmaktadır.
Kur’an’
ın anlaşılması çabasında Kur’an nüzul asrı insanını yansıtan esbab-ı nüzul
rivayetlerinin aktüel fonksiyonunu tespit etmek, çağımız Kur’an
araştırmacılarını ilgilendirmektedir. Bunu gerçekleştirmek için esbab-ı nüzule
ihtiyaç duyulan noktaları belirlemek gerekir. Mesela nüzul asrının;sosyal,
fikri, iktisadi, siyasi şartları ve dönemin insanını inceleyen araştırmalar
esbab-nüzulden Kur’an’ı anlamak için daha fazla faydalanmamızı sağlayacaktır.
ESBAB-I
NÜZUL RİVAYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
Esbab-ı nüzul bilgisine birebir bağlı
kalınmayacağı gibi, tamamen de uzak serbest bir şekilde ilkesiz değerlendirilme
yapılması da doğru değildir. Her iki durum da Kur’an’ın anlaşılmasında ciddi
problemler doğurur. Bu nedenle ilk yapılması esbab-ı nüzul rivayetlerinin
yeniden değerlendirilmesi gerekir. Değerlendirilme ilkeleri de belirlenip
ortaya konmalıdır.
Bu
ilkeler belirlenirken esbab-ı nüzul rivayetleri ihata edilemeyeceğinden;
Kur’an’ı bir bütün içinde okumak ve onu anlamaya çalışmak gerekir.
Sebeb-i
nüzulü bilmenin gereklerini tespit ederken, Arap dilinde kasıt ve manayı
araştırıp, ifade ettiği manayı belirlemek gerekir. Kur’an’ın anlaşılmasında
zahir nassları, mücmel naslardan ayırt etmek
gerekir.
KUR’AN-I
KERİM’İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DiKKATE ALINMASI
Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolü
açısından Kur’an’ın bütünlüğünü en iyi ifade eden ‘’Bütün olarak Kur’an’ı
kerim’ dir. Bütün olarak Kur’an tamamen birleşik bir bütün olarak
kavranmalıdır. Çünkü Allah-insan –evren ilişkisinin anlaşılması ve de Kur’an’daki
kelimelerin, cümlelerin, ayetlerin ve surelerin manaları ve de kazandıkları
yeni manaları hep Kur’an’ın bütünlüğü dahilindedir.
Kur’an’ın
bütünlüğü dikkate alınırken onun bir hidayet rehberi olduğu unutulmamalı bundan
kasıt onunla yaşamak veya onu anlamak isteyen insan o anda iniyormuş gibi ele
almak gerekir. Esbab-ı nüzulün yeri bu bağlamda anlaşılmalıdır.
SİYAK-SİBAK
‘IN GÖZÖNÜNDE BULUNDURULMASI
Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı
nüzulden yararlanırken siyak-sibak ‘ın göz önünde bulundurulması Kur’an’ın
bütünlüğü açısından önemlidir.
Sibak :Bir şeyin öncesi geçmişi, bağ, sözün
baş tarafı gibi anlamlara gelir. Siyak ise: İfade üslup, sözün gelişi gibi
anlamlara gelir.
Kur’an’ın anlaşılmasında
esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin siyak-sibakına mutlaka
bakılmalıdır. Ayetlerin bağlamı ile münasip olmayan rivayetlere itibar
edilmemesi gerekir. Nass-siyak-sibak-rivayet uyumuna kesinlikle dikkat etmek gerekir.
ESBEBI
NÜZUL VE TARİHİLİK KAVRAMI
Kur’an’ı
Kerim’in muhatabı insan olup, onun ana gayesi de insana hidayet rehberi olmaktır.
Bu bağlamda tarih ve tarihlilik karakteristiği ortaya koymaktadır. Yani insan
tarihi bir varlıktır. Yani yaptıkları ‘’şimdi’’ içinde olup bitmez.Yaptıkları zamanın
safhalarına yayılmışlardır. Bu yayılma
insanın tarihselliğini oluşturur. Yapıp etmeler, amaçlar, değerler, dinsel
inançlar… vb. faktörler insanın bütünlüğünü oluşturur.
İKİNCİ
KİTAP
SA’LEBE
KISSASI
ESBAB-I
NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
Esbab-ı nüzul daha önce de bahsettiğimiz
üzere, nüzul ortamında meydana gelen bir
hadise veya Hz. Peygambere yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir
veya daha fazla ayetin, hadiseyi veya soruyu cevaplamak veya hükmünü açıklamak
üzere inmesine teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadisedir.
Bu
sebeple esbab-ı nüzul; nüzul zamanı ve ortamında meydana gelen Kur’an-insan
ilişkisini gösteren olaylardır, oluşan süreçtir. Bu süreçteki olayları bilmek
Kur’an’ı anlamada ve anlaşılmasında önemli bir yer alır. Ancak sadece bu olumlu yönünü alıp eleştiriden
uzak bir yaklaşımdan çok, medar-ı iftiharımız olan kültür mirasımızı bırakan alimlerimizin
düşünceleri eserleri doğrultusunda geçmişi hırpalamadan yıpratmadan yeni bir
yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu da günümüzde Kur’an’ın daha kolay ve de daha
sağlıklı anlaşılmasına vesile olacaktır.
SALEBE
KISSASI
Hemen
her müfessirin Tevbe süresi 75. Ayetin nüzul sebebi olan Sa’lebe kıssası,
bilinen bir kıssa olup özetle şöyledir:
Sa’lebe efendimizin huzuruna gelmiş:
-‘’Ya
Resul Allah, Allah’a dua et de bana çok mal versin’’ demiş.
-
Hz. Peygamber de :
-Ya
Sa’lebe!hakkını eda ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır’’
diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini tekrarlamış ve demiş ki:
-Seni
Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak
sahibinin hakkını veririm.
Bunun
üzerine Efendimiz dua etmiş, o da bir davar edinmiş. Derken çoğaldıkça
çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış. Bir vadiye yerleşmiş ve böylece
cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış. Bunun üzerine Hz.
Peygamber sual buyurmuş, denilmiş ki :
-Malı
çoğaldı, vadi almaz oldu.
Hz.
Peygamber: -Vay Sa’lebe ’ye! buyurmuş ve
sadakaları toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara
sadakalarını vermişler. Ancak Sa’lebe ‘ye
Hz. Peygamber’in farzlarını açıklayan fermanını okuyup sadakayı
istediklerinde :
‘’Bu
cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi,hele siz gidin de düşüneyim’’ demiş.
Tahsildarlar dönüp Resulullah’a geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden
iki kere vay Sa’lebe’ ye buyurmuş. İşte bu sebeple bu ayetler nazil olmuş.
Sonra Sa’lebe sadakayı alıp kendisi getirmiş, fakat Hz. Peygamber:
-Allah
Teala beni senin sadakanı kabulden men eyledi. diyerek kendisi hakkındaki hükmü
açıklamış.O zaman Sa’lebe başına toprak saçmağa başlamış, Hz. Peygamber de :
-Bu
senin amelindir. Emrettim itaat etmedin.şeklinde cevap buyurmuş.Sa’lebe,
zekatını Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr’e, Hz.
Ömer’e getirmiş onlar da kabul etmemiş. Sa’lebe daha sonra Hz. Osman zamanında
helak olmuş.
Kıssa
sire ,rical, tarih, hadis, tefsir kitaplarında
yer almış. Kıssanın gerçek olduğu veya gerçek olmadığı açıklanmış. Bu
kıssa Tevbe 75. ayetinin anlaşılmasında bize pek müşahhas bir kanaat vermemiştir.
Kur’an’ın anlaşılmasında yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır. Bu yeni
yaklaşım yapılırken
-Hadis
usulü açısından tenkid edilmeli
-Rivayetler
tasnif edilmeli
-Tarih
ilminden faydalanılmalı
-Kur’ani
bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
Sonuç
olarak bu kıssa Kur’an’ın anlaşılmasında bir örnektir. Bu örnek ve benzerleri
yukarıdaki değerlendirmeler göz önünde bulundurularak yapıldığında Kur’an’ın
mana zenginliği anlaşılacaktır. Kur’an’la aydınlanacak hayatımızın zenginliği,
Kur’an’ın zengin bir biçimde yorumlanmasıyla ve hayata geçirilmesiyle
mümkündür.
3.KİTAP
TARİHSELLİK
VE ESBAB-I NÜZUL
Tarihsellik kavram olarak, tarihi oluşturan
insanın tarih ile ilgili yaşam tecrübesinden elde ettiği bilgidir. Bir başka
ifadeyle tarihsellik, insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan imkan ve
yetenekleri ile bizzat yaşadığı, hayata geçirdiği bir vakıa ile tarihle
ilgilidir.
Filozoflarda
bu alanda faaliyette bulunmuşlardır. Tarih hakkında hüküm ve değerlendirmelerde
bulunmuşlar içeriğini belirlemişlerdir. Bu kavramı belirlerken anlam yüklerken
kişisel yaklaşım arz etmektedir. Kişinin hayatı algılayışına dünya görüşüne ve
anlama kabiliyetine bağlıdır. Fertlere ve zamana göre değişim gösterir.
Bu
sebeple tarihsellik, birçok şekilde tarif edilmiş, hepsi de tarihselliğin bir
yönünü ele almıştır.
Kur’an,
insan ve tabiat arasında bir ilişkiye işaret eder. Birbirinden ayrı tutmaz. Her
ikisi de fıtratlarına uygun hareketi vahiyden alır.
Kur’an’ın
ana muhatabı insan oluşu ve onu doğru yola iletme ana gaye edinmesi, tarih ve
tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu
sebeple Kur’an; geçmişi,yaşanılan zamanı
, ve geleceği bir bütün halinde ele alır. Bunu da hemen hemen her sürede ele
alır. İnsanın tarihsel bir varlık olduğunu bunun da insanın varlık
koşullarından biri bulunduğunu belirtir.
Kur’an’ın
nüzul ortamına yönelik üslubuna gelince ; Mekke’de olsun Medine’de olsun
Kur’an; vahiy-insan-hayat bütünlüğünü esas alır. İşte nüzul asrında muhatap
olan insanlar dünyevi hayatı sürdürüp gündelik işlerini görürlerken bu Kur’ ani
ilke işlevini yerine getirmiştir. Esbab-ı nüzul doğrudan doğruya nüzul
ortamında fili olanı gerçek hayatı gösterme konusunda aracı olmuştur. Yani
esbab-ı nüzul vahiyle beraber birebir münasebet içerisindedir. Vahiy
tamamlanmasıyla bu münasebet son bulmuştur. Fakat Kur’an-insan-hayat münasebeti
devam edeceğini Kur’an beyan etmiştir.
Sonuç
olarak:
-Esbab-ı
nüzul-tarihsellik kavram ilişkisinde vurgulanması gereken, Kur’an’ın yaşanmış,
yaşanabilir ve yaşanacak bir hidayet rehberi olduğudur.
-Başka
özgü kültürlere ait kavramlar kullanılırken ,kavramların tarihleri, içerikleri
,kullanıcının dünya görüşü göz önünde bulundurulmalı.
-Kullanılan
kavramların hangi manada kullanıldıkları belirtilmelidir.
Esbab-
nüzul rivayetleri ile yazılacak orijinal tarih nüzul asrını en sahih şekilde
izleme imkanı sunacaktır. Tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri ile
yazılacak düşünülmüş tarih, Kur’an’ı anlamaya çalışan insanın ufkuna
sunacaktır. Bu da insanın varlık bilincine katkı sağlayacaktır. Bu da esbab-ı
nüzulün Kur’an’ın anlaşılmasındaki önemini ortaya
koymaktadır. Bu yaklaşım Kur’an-insan-hayat bütünleşmesinin canlı örneğini
ortaya sermektedir. Bu da Kur’an’ın yaşana bilirliğini göstermektedir.
Selam ve Saygılar.
http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/1994_c30/1994_c30_2/1994_c30_2_CETINM.pdf
http://isamveri.org/pdfdrg/D01704/2005_4/2005_4_BARM.pdf
http://isamveri.org/pdfdrg/D01704/2004_8/2004_8_MUKRIA.pdf
http://isamveri.org/pdfdrg/D01704/2004_17/2004_17_SEYHA.pdf
1.Meymun b. Mihran(118/), Tafsil li Esbabi'n-Nüzûl, Yazma eser
2.Ali b. el-Medinî(234/), Esbabu'n-Nüzûl
3.Vahıdî(468/), Esbabun-Nüzûl trc. Necati Tetik, Necdet Çağıl. Erzurum, İhtar Yayıncılık
4.Ebu'l-Muzaffer Muhammed b. Esad el-Irakî el-Hanefî(567/), Esbabu'n-Nüzûl ve'l-Kısasu'l-Ferkaniyye
5.Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Şehr et-Taberî(588/), Esbabu'n-Nüzûl ala mezhebi Ali'r-Resul
Rukiye Çelep
14912731
Tezli Yüksek Lisans
1. KİTAP
KUR’ANIN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-U NÜZULÜN ROLÜ
Esbabı
nüzul bilgisi kuran kerimin nüzul ortamının asli unsurlarındandır. Bu nedenle o
İslam’ın başlangıcından beri bilinen ve İslami ilimlerin birçok alanın da âlimlerce
önemle üzerinde durulan bir vakıadır. Sahabe, Tabiun ve Tebeitabiinden olan
müfessirler kuranı özellikler Esbâb-ı Nüzul ile tefsir etmişlerdir. Hz. Ali, İbn
Mes’ud ve İbn Abbas gibi bazı sahabeler kurandan inen her ayetin ne hakkında,
kim hakkında ve nerede nazil olduklarını bildiklerine dair sözler
söylemişlerdir. Dolayısıyla sahabe ayetlerin hangi olaylar üzerine indiğinin
bilgisine sahip olan tek kaynaktır.
Seleften
bazıları, Esbâb-ı Nüzulü Kur’an-ın anlaşılmasında en emin yol olarak
görmüşlerdir.
I.BÖLÜM
KUR’AN İLİMLERİ VE ESBÂB-I NUZÛL İLMİ
a-
Kur’an
İlimleri Hakkında
Kur’an
ilimleri kavramının aydınlanması Esbâb-ı Nuzûl ilminin onun bir dalı olarak
daha net bir şekilde tanımlanmasına imkân verecektir. Kur’an ilimlerinin
kaynağı bizzat Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü Kur’an-ı Kerim kendisi üzerinde
düşünülmesini, anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyen neticede yaşanılır
kılınmasına okuyucularını, muhataplarını teşvik eden vahiy mahsulü bir
kitaptır.
Hz.
Peygamber’in maarif siyasetinin temelini “ kıraat-kitabet ” oluşturmuştur.
Bedir savaşı sonrasında harb esirlerine konulan fidye-i necat oku yazma bilen
esirlerin 10 Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmesiydi. Bu basit bir tesadüf
değildi. Belki ilminin yayılması için hazırlanmış geniş bir planın ikmaline doğru
atılmış ilk adımdı. Bundan önce de Hz. Peygamberin Medine’ye gelir gelmez ilk
iş olarak Mescid ve Suffe denilen üstü hurma dalları ile örtülü bir kısmın
inşasına giriştiği hatırlanmalıdır.
Ashab-ı
Suffe Hz. Peygamberin dediğinin ve yaptığının bilgisini elde etmek için can
atıyorlardı. Mesela Ebu Hureyre onun dediklerini ve yaptıklarını görüp işitmek
için üç yıl bütün dünyevi meşguliyetlerini terk edip devamlı olarak onun
yanında bulundu. Fakat buna rağmen Hz. Peygamber döneminde kuran ilimlerinin
telifine gerek duyulmadı. Çünkü nüzulü müşahede edenler bizzat ilk muallimin
tedrisinden geçenler o sıralar hayatta idi ve lisan selikası dediğimiz düzgün
konuşma alışkanlıklarını henüz muhafaza etmekteydiler. Kur’an-ı kerimle
karışabilir endişesi ile telif hareketine sıcak bakmamaktaydılar.
Sonradan
Ulûmu’l-Kur’an olarak adlandırılacak olan bahisler Hz. Peygamber ve ashabı
tarafından bilinmekteydi. Çünkü bu bahislerin hepsi iki kaynağa dayanmaktaydı:
Arap dili ve gözleri önünde cereyan eden hadiselerdir.
Kısacası
Kur’an İlimleri önceleri Kur’an tefsir edilirken onu anlama çabaları sürecinde
bir ihtiyaç sonucu ortaya çıkmış olan Kur’an ile ilgili hususi araştırmalardır.
Mushaf’ın
çoğaltılması ve kıraat ilmi ile Resmü’l-Kur’an ilminin ilk ele alınan ilimler olduğu
bilinmektedir. Kuranın lugavî yönden ele alınması ise Ebu’l-Esved Ed-Düelî’nin
Kur’an’a noktalama ile hareke koymasıyla başlamıştır. Böylece İ’rabu’l-Kur’an
İlmi neşet etmiştir. Ayrıca Esbâb-ı Nuzûl, Mekkî-Medenî, Nasih-Mensuh ve
Garibu’l-Kur’an ilimleri ilk tedvin edilen kayda geçirilen Kur’an ilimleridir.
Ulûmu’l-Kur’an
kavramının bugünkü araştırmalarda kullanıldığı şekilde billurlaşması hicri 8.
Asırda Zerkeşî sayesinde vukuu bulmuştur.
Suyutî
Kur’an İlimlerini üçe ayırır: Allah zatına mahsus
eylediği kısım, Peygamberin öğrettiği kısım ve Peygamberin öğretmekle birlikte
Kitab’ına açık-gizli yerleştiği ve öğrenimi açık emir buyurduğu kısım.
Tefsir
ilmi Kur’an-ı Kerim’in izahını amaçlayan bir ilimdir. Yani İlmu’t-Tefsir veya İlmu
Tefsiri-l-Kur’an, Kur’an-ı Kerimi her bakımdan tetkik edip açıklamaya ve
bildirmeye yarayan ilimdir. Bu ilmin de konusunu Kur’an-ı Kerim teşkil eder.
Kur’an
ilimlerinden biri olan Esbâb-ı Nuzûl ilmi İslamiyet’in ilk asrından bu yana
Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında önemli bir ilim olarak mütalaa edilmiştir.
Esbâb-ı nüzul bilgisi sahabeye müşahede ettikleri ortamda insani yapıp
etmelerin sonunda inen ayet ve ayetle gelen hükümlerin sebeplere bağlanması
yeteneğini kazandırmıştı. Bunun anlamı onların Kur’an ilmini, onu hayata tatbik
etme usulüyle birlikte öğrenmiş olmalarıdır. Bu açıdan Esbâb-ı Nuzûl çok önemli
bir bilgi olarak görülmüş ve Kur’an’ı anlamayı bu bilgiye sahip olmakla eş
değerde görmüşlerdir. Sonraki asırlarda da Esbâb-ı Nuzûl ilmi Kur’an ilimleri
arasındaki bu önemli yerini korumuştur. Tedvin döneminde ilk tedvin edilen
eserler arasında Esbâb-ı Nuzûl eserleri bulunmaktadır.
b-
Esbâb-ı
Nuzûl İlmi
Sebeb
sözcüğü ip halat, bağ anlamlarına gelmektedir. Bilahere gaye edilene veya
arzulanan her şeye sebeb denilmiştir.
Vahidî
Esbâb-ı nüzul ilmini Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasına imkân sağlayan çok güvenli
bir yol olarak tanımlamaktadır.
Esbâb-ı
nüzul ilminin doğuşu ve gelişimi Kur’an ilimlerinin doğuşu ve gelişimi
sürecinden ayrı ve ondan soyutlanarak mütalaa edilemez.
Esbâb-ı
nüzul ancak sahih nakille bilenebilir. Dolayısıyla bu alanda içtihada mahal
yoktur. Yani Nuzûl sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan ve sadece işitme
veya görme suretiyle bilinebilen ve sahabeden gelen rivayettir. Bu rivayet
adeta Hz. Peygamberden bildirilmiş hükmünde kabul edilir. Bunun için hadis
usulünde hükmen merfu sayılır.
Hadis
mecmualarında, tefsirlerde, tarih kitaplarında sebeb-i nüzul rivayetleri
zikredilirken kullanılan rivayet cümleleri önemlidir. Sebeb-i nüzulün kavramsal
tanımı ile rivayet sıygaları arasında bir bağ vardır ve bu bağ mutlaka
kurulmalıdır. Tanımın sınırlarına girmeyen rivayetler sebeb-i nüzul rivayeti
olarak ele alınmamalıdır. Dolasıyla rivayet sıygalarında bu hususa açıklık
getiren noktalar iyi tespit edilmelidir.
Esbâb-ı
nüzul rivayetlerinde bazı ihtilaflar yaşanmaktadır. Bu ihtilaf meselesi aslında
tefsir ilminin geneli içerisinde ele alınması gereken ve bu ilme ait bir
problemdir.
Tefsirde
iki türlü ihtilaf vardır: birincisi nakle dayanan ihtilaftır ki buna sahih,
zayıf ve uydurma haberlerden kaynaklanan ihtilaf denir, ikincisi istidlalden
doğan ihtilaftır ki buna nakle dayanmayan ve akılla yapılan yorumlardan
kaynaklanan ihtilaf denir.
Esbab-ı
nüzul ile ilgili bazı meseleler vardır ki bunların başında teaddüt meselesi
gelmektedir. Tekrar tekrar nazil olan ayet şanının yüceliğini vurgulamak,
taşıdığı manaların unutulmaması gerektiğini hatırlatmak hikmetine binaen
indirilmektedir. Böylece benzeri her sebepte, olayda bu ayetin muhtevasına
dikkat çekilmiş olmaktadır.
Sebebin
teaddüt edebileceğini kabul etmekle nazil olan ayetin tekrar tekrar indirilmiş
olduğu kabul edilmiş olmaktadır. Yani ayetin nüzulü tekerrür etmiştir. Zerkeşî,
İbni Teymiyye ve Suyûtî de bu olguyu tekerrür olarak tanımlamaktadırlar.
Nüzulün teaddüdü nedeniyle birden çok ayet-i kerimenin nazil olması murad
olunmaktadır.
Esbâb-ı
nüzul ile ilgili meselelerden bir diğer ise hükmün veya nüzulün taahhuru
meselesidir. Bu meseleden bahseden iki âlim Zerkeşî ve Suyûtî’dir. İlkinin
söyledikleri aynıyla ikincisinde tekrar edilmiş ve bazı ilaveler de
yapılmıştır. Zerkeşî bu meseleye şöyle bir örnek vermektedir: Hz. Ömer Mekkî
olan “Fakat o topluluk hezimete uğratılacak ve geriye dönüp kaçacaklardır”
(Kamer 54/45) ayetinde yenilecek olan gurubun kimler olduğunu anlayamamış;
ancak Bedir Savaşından Hz. Peygamber bu ayeti okuyunca kimin yenileceğini
anladığını söylemiştir. Suyutî ise bu meseleyi iki yönlü olarak ele almıştır;
hükmün taahhüründe Zerkeşî’nin söylediklerini naklettikten sonra İbnu’l-Hassar’ın
şu görüşünü aktarır: “ Allah Teâlâ zekâtı Mekkî surelerde açıkça ve ima yoluyla
zikretmiş, Allah’ın Rasûlü’ne vaadini yerine getirerek dinini namaz, zekât ve
şer’î hükümleri farz kılarak destekleyeceğini buyurmuştur. Böyle olmasına
rağmen zekât Medine-i Münevvere de alınmaya başlanmıştır. Bunda bir ihtilaf
yoktur.”
Esbâb-ı
nüzulle ilgili meselelerden bir diğeri de umum ve husus meselesidir. Bu
meseleye göre nass âmm sıygası ile varid ise nass’ın umumu ile amel etmek
lazımdır. Bu umumî nass’ın vüruduna sebep teşkil eden nüzul sebebi nazar-ı
dikkate alınmaz. Çünkü nass’ın umum sıygasıyla varid olması demek, şeriat
sahibinin nass’ın hükmünün umumî olmasını istemesi sebebine hass ve mahsus
olmamasını dilemesi demektir.
II. BÖLÜM
A-
KUR’AN-I
KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZULÜN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ
Kur’an-ı
kerimin anlaşılmasında Esbâb-ı Nuzûlün yetersiz kalma sebeplerinin başında,
rivayetler meselesi gelmektedir. Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kalma
sebepleri, birçok bakımdan söz konusudur. Bunların başında bu rivayetler hadis
usulü açısından incelendiğinde ulaşılan sonuçtur.
Merfu-Müsned
Esbab-I Nüzul Rivayetleri Üzerine: Esbâb-ı Nuzûlün rivayet
ve sema’ yoluyla nakl ve izah edildiği malumdur. Bu keyfiyeti icra edenler ise
Sahâbîler olmuştur. Onların bu husustaki haberlerinin hükmü meselesi, konunun
odak noktasını teşkil etmektedir.
Mursel
Esbab-I Nüzul Rivayetleri Üzerine: Kur’an-n anlaşılmasında
Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri de
Tâbilerden yapılan ve onların Hz. Peygamber’e veya dönemine izafe ettikleri
Esbâb-ı nüzullerdir. Mursel olan rivayette Tabiî Sahâbînin ismini anmaz.
Senedlerin
Hazf Edilmesi: Kur’an-n anlaşılmasında Esbâb-ı nüzul
rivayetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri de şudur; senedsiz
rivayetlerin bir dönem mevcud olmasıdır. Suyutî sahabeden senedsiz yapılan
sebeb-ı nüzul rivayetleri için munkatı’ dedikten sonra bu kabil rivayetleri
bakılması gerekmeyen rivayetler olarak nitelendirmektedir.
Rivayetlerin
Tasnifine Dikkat Etmeme: Kur’an-n anlaşılmasında esbab-ı
nüzul rivayetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri ise rivayetlerin
tasnifine dikkat etmeme ve rivayetleri karıştırmadır. Bu durum geçerlilik
iddiası taşıyan çok sayıda rivayetin bulunmasından kaynaklanmaktadır. Kısacası
rivayet çokluğu vardır ve sebeb-i nüzul probleminin temel motifi bu çok sayıda
rivayetlerin rekabetidir. O nedenle bu rivayetlerin tasnif edilmesi zorunlu
hale gelmektedir.
Rivayet
Sıygalarına Dikkat Göstermeme: Kur’an-n anlaşılmasında
esbab-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri ise
rivayetlerin sıygalarına dikkat göstermeme yanlışlığıdır. Sebeb ifade etmede
nass olan rivayetler ile ihtimal ifade eden yani nass olmayan rivayetler aynı
derecede mütalaa edilemezler.
Kur’an-ı
Kerimin anlaşılmasında Esbâb-ı Nuzûlün yetersiz kaldığı bir diğer husus da
sebebiyet ifade eden Sebeb-i Nuzûlün nass olarak umum değil de husus ifade
ettiği şeklinde anlaşılması çabasıdır. Diğer bir sebep ise bir ayet için birçok
rivayet bulunması sebebiyle ortaya çıkan Nuzûlün taaddüdü ve taahhuru
meselesidir.
Bir
diğer sebep ise rivayetlerin bir kısmında görülen tarihi gerçeklere aykırılık
ile zamansal uyumsuzluktur.
B-
KUR’AN-I
KERİM’ÎN ANLAŞILMASINDA ESBAB-ı NÜZUL RİVAYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR
Yorum
Zenginliğine Engel Olması: esbab-ı nüzul rivayetleri yorum zenginliğini
şu şekillerde engeller;
-
Her ayete nüzul
sebebi arama çabaları,
-
Ayetin mana
bakımından birçok veçhesi olabilir diye düşünmek varken nüzul sebebi ile
sınırlı kalma ihtimali,
-
Ayetin sebeb-i
nüzulündeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalmaktır.
Kur’an-I
Kerim’in Evrensel Hedefi Olan Kur’an-İnsan-Hayat Bütünleşmesini Önlemesi:
Esbab-ı nüzul rivayetleri ile aktarılan nüzul ortamı hadiselerinin ve hatta
sahabe ve tabilerin kendi dönemlerinin izlerini taşıyan ve bunların tefsir için
yaptıkları esbab-ı nüzul rivayetlerinde anlatılan olayların gelecekte aynı
durumlar ile karşılaşacak insanlar için de geçerli olduğunu görmemiz
gerekmektedir. Çünkü bir ayetin anlamı-anlamları, nazil olduğu zaman-mekân
bağlamının ifade ettiklerinden daha fazla anlam ifade etmektedir.
Konunun
İstismar Edilmesi: istisnadan murad olunan esbab-ı nüzul
rivayetlerini eserlerinde çokça nakleden tarihçiler, rivayet tefsiri yazarları
ve vaazlarında aktaran kıssacıların bu alanda kendi çıkarları doğrultusunda
hareket etmiş olmalarıdır. Esbab-ı nüzulün istismara imkân veren bazı
hususiyetleri de onların bu çabalarına imkân sağlamıştır. Her ayete bir nüzul
sebebi arama çabaları, senedleri hazfederek rivayet etmeleri, esbab-ı nüzul
rivayetlerini tasnif etmemeleri, rivayet sıygalarına dikkat etmemeleri, tarih
ilminden yararlanmamaları esbab-ı nuzûlün istismara açık yönleri ve bu tavrı
sergileyen âlimlerin en belirgin özellikleridir.
III.
BÖLÜM
A-
ESBAB-I
NÜZUL RİVAYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
Kur’an-ı
Kerim’in özünü bir bağlam bütünü olarak genel anlamını, mesajını tanımak ve
kavramak mümkündür. Yani insan Kur’an-ı bir hidayet rehberi olarak kendisine
sunduğu mesajın temel ilkelerini, genel anlamını tanıyabilir, kavrayabilir.
Selef-halef bütün âlimlerin nüzul sebeplerini bilmenin önemi üzerinde
durdukları bilinmektedir. Bunu da ayetin manasının veya manalarının daha iyi
anlaşılmasına bağlamışlardır. Onların bu tavrı ayet, nüzul sebebini bilmeden
anlaşılamaz anlamına gelmez. Nüzule sebeb olan hadisenin veya sorunun cevabı
olan Kur’an-ı kerim elimizdedir.
B-
KUR’AN-I
KERİM’İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE ALINMASI
Kur’an-ı
Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nuzûlün rolü açısından Kur’an-ın bütünlüğü
kavramına bakıldığında sadece bir vecih ön plana çıkmaktadır; “ bütün olarak
Kur’an-ı Kerim”. Bu vecih diğer veçheleri de kapsayan, içeren bir niteliğe
sahiptir. Yani Kur’an-ın bütünlüğü kavramının en geniş olan veçhesi budur.
Kavrama dâhil olan veçhelere şamildir. Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik
manada varlık kazanır. Bütün olarak Kur’an-ı Kerim kavramına göre Kur’an salt
parçalarının toplamına indirgenmek yerine birleşik bir bütün topyekün bir
gestalt olarak kavranmalıdır.
C-
SİYAK-SİBAKIN
GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI
Siyak-sibakın
kavram karşılığı olarak günümüz Türkçesinde bağlam, kontekst sözcükleri
kullanılmaktadır. Bağlam olgusuna Kur’an-ı Kerim’in bütünlüğü içerisinde
bakıldığında siyak sibak gerçeği elbette görülecektir. Çünkü bağlam olgusu
mantıki bir gerçekliktir.
D-
ESBAB-I
NÜZUL VE TARİHİLİK KAVRAMI
Kur’an-ı
kerim insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih
ve tarihilik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü
insan her zaman geçmişe mal olacak “şimdi”nin kalıcı ve belirgin izlerini
yaşatarak kendini sürdürmeye aynı zamanda bu gününü dünle doğrulamak için
nereden geldiğini kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan varlıktır. Bir
başka değişle insan tarihi bir varlıktır. Ve bu insanın varlık koşullarından
bir tanesidir. Esbab-ı nüzulü tarihi koşulluluk, tarihe bağlı olma olarak
tanımlamak mümkün değildir. Esbab-ı nüzul bilgisi Kur’an-ı Kerim’in nüzul
ortamının temel bir parçası olabilir. Ama yokluğu halinde Kur’an gerçeğinin
vücut bulması mümkün olamaz diye de bir şey söz konusu olamaz.
Netice
itibariyle esbab-ı nüzul Kur’an-ı Kerim’in soyut bir düşünce veya düşünce
biçimi olarak kalmadığının, aksine yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir
hakikat ve hidayet rehberi olduğunun en büyük delilidir.
2.
KİTAP
SA’LEBE
KISSASI
Hadis
kitaplarında Sa’lebe kıssasının ele alınışı tefsir tarihi açısından önem arz
etmektedir. Çünkü ilk devirde tefsir hadis ilmi çerçevesinde mütalaa
edilmekteydi.
Esbab-ı
nüzule yeni bir yaklaşım ışığında Sa’lebe kıssasının değerlendirilmesinde ilk
olarak Sa’lebe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkid edilmelidir. Bu
hadisin senedi zayıf olduğu halde tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle
bir rivayet nakledile gelmiştir. İkinci olarak bu rivayetler tasnif
edilmelidir. Üçüncü olarak ise tarih ilminden faydalanılmalıdır. Son olarak ise
Kur’an-î bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
Tevbe
suresi 75. Ayet-i kerimesini anlama çabasında doğruyu bulma maksadıyla
nakledilen Sa’lebe kıssası ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hadisenin
sınırları içerisinde bırakmıştır. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki
yorumları birbirine zıt olmuş ve tahdid etmiştir. Hâlbuki Tevbe Suresi 75.
Ayetine ve sebeb-i nüzulü olarak zikredilen Sa’lebe kıssasına daha önce
önerilen ilkeler ışığında bakılmış olsaydı Kur’an-ı Kerim’in mana zenginliği
anlaşılacaktı. Çünkü Kur’an-ı Kerim’le aydınlanacak hayatımızın zenginliği onun
zengin bir biçimde yorumlanmasıyla, pratiğe taşınmasıyla mümkündür.
3.
KİTAP
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
A-
TARİHSELLİK
KAVRAMININ DOĞUŞU VE GELİŞMESİ
Tarihsellik
ve tarihselcilik kavramlarının 17. Yy. ile 19. Yy arasında tarih ilminin amacı,
eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde
ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
Tarihsellik
ve tarihselcilik kavramlarının içinde doğup geliştiği ortam ve şartlar göz
önüne alındığında bu terimlerin batı düşünce sistemine ait çok geniş anlam
alanına sahip olan kavramlar olduğu gerçeği anlaşılmalıdır.
B-
TARİHSELLİK
VE ESBAB-I NÜZUL
İnsan
tarihsellik kavramı üzerine fikir beyan ederken bir var olan hakkında bilgisini
ifade etmektedir. Tarihsel olan ne ise onun hakkında bilgi vermektedir.
Zihindeki diğer kavramlar arasında bağ kurarak bilgi aktarmakta, böylece
tarihsellik kavramını belirginleştirmektedir. Ancak tarihsel olanı tanıdıkça bu
kavrama nüfuz etmekte, yeni hükümleri zihnine bir kütüğe kayıt eder gibi kayıt
etmektedir. Bu yüzden tarihsellik ’in anlam içeriği sürekli değişmektedir. O
halde kavramın anlam çerçevesinin değişmesi insanın fıtratından, varoluş
şartlarından ve kavramın mahiyetinden kaynaklanmaktadır.
Kur’an-ı
Kerim insanı ana konu ve insanı hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle
tarihi ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymaktadır.
Çünkü insan her zaman geçmişe mal olacak bir şimdinin kalıcı ve belirgin
izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye aynı zamanda bugününü dünle doğrulamak
için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir
varlıktır. Yani insan tarihsel bir varlıktır. Ve bu insanın varlık
koşullarından bir tanesidir.
Kur’an
tarih ve tarihsel olanı, geçmişi, yaşanan zamanı ve geleceği ile bir bütün
halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.
Sahabe, bizzat şahit oldukları nüzul asrı olaylarını esbab-ı nüzul olarak Merfu-Müsned hadis olarak aktarmakla orijinal tarihi meydana getirmişlerdir. Bu orijinal tarih Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında insani suretleri sonraki benzer insanî suretlere taşımakta temel unsurdur. Dolayısıyla Kur’an daima yaşanan, hayatla iç içe ve insan sorunlarına cevap veren bir kutsal kitap olma özelliğini sürdürmektedir.
Esbâb-ı Nuzûl ile İlgili Kitaplar
1. el-Vahidî,
Esbâbu’n-Nuzûl, Mısır, 1315.
2. Abdulfettah el-Kâdî, Esbâbu’n-Nuzûl, Çev. Prof. Dr. Salih Akdemir, Fecr Yay. 2013.
3. Hasan Tahsin Emiroğlu, Esbâbu’n-Nuzûl, Yasin Yay., 2013.
4.Bedrettin Çetiner, Fatiha’dan Nas’a Esbâbu’n-Nuzûl, Çağrı Yay. 2010.
5.İmam Suyutî, Esbâbu’n-Nuzûl, Çev. Seyfi Oymalı, Osmanlı Yay-Gül Neşriyat.
Esbâb-ı Nuzûl ile İlgili Makaleler;
1. Parlak, Ali, Esbâb-ı Nuzûl Bağlamında Hârût ve Mârût Kıssasının Mahiyeti Analizi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi [AÜİFD], 2014, cilt: LV, sayı: 1, s. 1-15
2. Mennâu'l-Kattân, Esbab-ı Nüzûl, çeviren: Erdoğan Pazarbaşı, İbrahim Görener, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, sayı: 11 [Prof. Dr. Şaban Kuzgun’un Anısına], s. 153-172
3. Köktaş, Yavuz, Esbâbu Vurûdi’l-Hadîs İlmi: Kapsamı ve İçeriğine Yeni Bir Bakış, Usûl: İslâm Araştırmaları, 2005, sayı: 4, s. 131-156
4. Aydemir, Abdullah, Esbabü'n-Nüzul, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1972, cilt: XI, sayı: 1, s. 28-36
5. Âli Şeyh, Abdülaziz b. Abdullah b. Muhammed, el-İrhâb Esbâbühû ve Vesâilü’l-’İlâc, Mecelletu Mecmai’l-Fıkhi’l-İslâmî: Râbıtatü'l- Âlemi'l- İslâmî, 1425/2004, cilt: 15, sayı: 17, s. 25-49
ADEM
ORHAN
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
ÖĞRENCİ NO:13912778
KUR ‘AN VE BAĞLAM KİTABININ HULASASI
BİRİNCİ KİTAP
KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I-NÜZUL’ÜN ROLÜ
Ulumu’l-Kur’ân, Kur’ân’ın anlaşılması bağlamında
birbirleriyle etkileşim halindedir. Hepsi aynı gayeye yönelmişlerdir.
Ulumu’l-Kur’ân; konusu her yönüyle Kur’ân-ı Kerim olan, Kur’ân’la ilgili veya
Kur’ân’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’ân’ın en doğru şekilde
anlaşılmasını gaye edinen bilgi alanıdır. Esbâb-ı nüzul ise; doğru anlama
çabasının oluşturduğu bu ilimlerin en sık kullandığı yöntemdir. Çünkü esbâb-ı
nüzul, nüzul çağı ve ortamını, dönemin sosyal, iktisadî ve siyasî yapısını, o
dönem insanın zihniyetini ve onu dolduran, oluşturan kavramları sonraki
nesillerin anlamasında en önemli kaynaktır. Bu bilgi ancak sahih nakille elde
edilebilir.
Esbâb-ı nüzul’ün ilk kayda geçirildiği eserler hadis
mecmualarıdır. Esbâb-ı nüzul eserlerinin telif sebebi; sahabenin nüzul sebebini
bilmeye önem vermesi ve bu bilginin sonraki nesillere aktarımını sağlamaktır.
Âyetlerin nazil olduğu sebebe vâkıf olmak, Kur'ân'ın
mânâ-i maksûdunu anlama ve tefsir etme adına tartışılmaz derecede önemlidir.Ayrıca
esbâb-ı nüzûlü bilmekle hükümlerin hikmetleri daha iyi anlaşılır. Hükümleri
madde plânında hazırlayan sebepleri ve vasatı bilmek, o hükümlerin
hikmetlerini, illetlerini daha sağlıklı görmeyi sağlar. Bu zemin üzerine bina
edilecek anlama ve yorumlamalar, sahihliğini, istikrar ve tutarlılığını temin
etmiş olur.
Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinin
sonuçlarında bazı olumsuzluklarla karşılaşıldığı gözlemlenmiştir. Kur’ân-ı
Kerim’in tamamının esbâb-ı nüzul çerçevesinde anlamaya çalışılması, bazı
zorlama anlamların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu da Kur’ân’ın anlam
zenginliğine zarar vermiştir. Ayrıca tarihi gerçekliklere aykırılık da farklı
bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Konunun istismar edilmesi, esbâb-ı
nüzul’ün yetersiz kaldığı konular kapsamında istismara açık hale gelmiştir. En
belirgin olarak nüzul sebebi olan şahısların ısrarla zikredilmesidir. Oysa
Kur’an’ın evrenselliği noktasından Kur’an’ın yorum zenginliği yakalanmalıdır.
İKİNCİ KİTAP
Esbab-ı
nüzule yeni bir yaklaşım ışığında Sa’lebe kıssasının değerlendirilmesinde ilk
olarak Sa’lebe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkid edilmelidir. Bu
hadisin senedi zayıf olduğu halde tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle
bir rivayet nakledile gelmiştir. İkinci olarak bu rivayetler tasnif
edilmelidir. Üçüncü olarak ise tarih ilminden faydalanılmalıdır. Son olarak ise
Kur’an-î bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
Tevbe suresi
75. Ayet-i kerimesini anlama çabasında doğruyu bulma maksadıyla nakledilen
Sa’lebe kıssası ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hadisenin sınırları
içerisinde bırakmıştır. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki yorumları
birbirine zıt olmuş ve tahdid etmiştir. Hâlbuki Tevbe Suresi 75. Ayetine ve
sebeb-i nüzulü olarak zikredilen Sa’lebe kıssasına daha önce önerilen ilkeler
ışığında bakılmış olsaydı Kur’an-ı Kerim’in mana zenginliği anlaşılacaktı.
Çünkü Kur’an-ı Kerim’le aydınlanacak hayatımızın zenginliği onun zengin bir
biçimde yorumlanmasıyla, pratiğe taşınmasıyla mümkündür.
3.KİTAP
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
Tarihsellik kavram olarak, tarihi oluşturan
insanın tarih ile ilgili yaşam tecrübesinden elde ettiği bilgidir. Bir başka
ifadeyle tarihsellik, insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan imkan ve
yetenekleri ile bizzat yaşadığı, hayata geçirdiği bir vakıa ile tarihle
ilgilidir.
Filozoflarda bu alanda faaliyette bulunmuşlardır.
Tarih hakkında hüküm ve değerlendirmelerde bulunmuşlar içeriğini
belirlemişlerdir. Bu kavramı belirlerken anlam yüklerken kişisel yaklaşım arz
etmektedir. Kişinin hayatı algılayışına dünya görüşüne ve anlama kabiliyetine
bağlıdır. Fertlere ve zamana göre değişim gösterir.
Kur’an, insan ve tabiat arasında bir ilişkiye işaret
eder. Birbirinden ayrı tutmaz. Her ikisi de fıtratlarına uygun hareketi
vahiyden alır.
Kur’an’ın ana muhatabının insan oluşu ve onu doğru
yola iletmeyi ana gaye edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında temel
karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple Kur’an; geçmişi,yaşanılan
zamanı , ve geleceği bir bütün halinde ele alır. Bunu da hemen hemen her sürede
ele alır. İnsanın tarihsel bir varlık olduğunu bunun da insanın varlık
koşullarından biri bulunduğunu belirtir.
Kur’an’ın nüzul ortamına yönelik üslubuna gelince ;
Mekke’de olsun Medine’de olsun Kur’an; vahiy-insan-hayat bütünlüğünü esas alır.
İşte nüzul asrında muhatap olan insanlar dünyevi hayatı sürdürüp gündelik
işlerini görürlerken bu Kur’an’i ilke işlevini yerine getirmiştir.Esbab-ı nüzul
vahiyle beraber birebir münasebet içerisindedir. Vahiy tamamlanmasıyla bu
münasebet son bulmuştur. Fakat Kur’an-insan-hayat münasebeti devam edeceğini
Kur’an beyan etmiştir.
Sonuç olarak:
-Esbab-ı nüzul-tarihsellik kavram ilişkisinde
vurgulanması gereken, Kur’an’ın yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hidayet
rehberi olduğudur.
Esbab- nüzul rivayetleri ile yazılacak orijinal tarih,
nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkanı sunacaktır.Böylece insanın varlık
bilincine katkı sağlayacaktır. Bu da esbab-ı nüzulün Kur’an’ın anlaşılmasındaki
önemini ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım Kur’an-insan-hayat bütünleşmesinin
canlı örneğini ortaya sermektedir. Bu da Kur’an’ın yaşana bilirliğini
göstermektedir.
ESBÂB-I NUZÛL İLE İLGİLİ MAKALELER
·
Aydemir, Abdullah, Esbabü'n-Nüzul, Diyanet İlmi
Dergi [Diyanet Dergisi], 1972, cilt: XI,
sayı: 1, s. 28-36
·
Demirci, Muhsin,Esbâbu’n-Nüzulün
Kur’an Tefsirindeki Yeri, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 1993-1994, sayı: 11-12, s. 7-25
·
Merve Dilek Yolcu, İbn Kesir
Tefsirinde Esbab-ı Nüzûl, Atatürk Ünv. (http://
http://literatur.gen.tr)
·
Köktaş, Yavuz Esbâbu Vurûdi’l-Hadîs İlmi:
Kapsamı ve İçeriğine Yeni Bir Bakış, Usûl: İslâm Araştırmaları, 2005, sayı: 4,
s. 131-156
·
Burhan Baltacı: Taberî’nin
96/Alak Suresi 1–5. Ayetlerin Tefsirinde YerVerdiği Rivayetlerde Nüzul Sürecine
İlişkin Veriler, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2(2010),
ss. 215-240
ESBÂB-I NUZÛL İLE İLGİLİ KİTAPLAR
·
Bedrettin Çetiner, Fatiha’dan
Nas’a Esbâbu’n-Nuzûl, Çağrı
Yay. 2010.
·
Vahıdî, Esbabun-Nüzûl
·
Esbab-ı nüzul : Kur'an-ı Kerim'in iniş sebepleri. /
Ebü'l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed en-Nisaburi Vahidi, 468/1076 ; trc. Necati
Tetik, Necdet Çağıl. -- Erzurum : İhtar Yayıncılık, [t.y.] 568 s. ; 24 cm. --
(İhtar yayıncılık ; 20. Kaynak eserler serisi ;
·
Esbab-ı nüzul : Kur’an ayetlerinin iniş sebepleri ve tefsirleri :
Ali İmran suresi. / H. Tahsin Emiroğlu. -- [y.y., t.y.] (Konya:KuzucularOfset)2.c.(311,XXIVs.);24cm.
·
Esbab-ı nüzul : Kur’an ayetlerinin iniş sebepleri ve tefsirleri :
Yunus, Hud, Yusuf, el-Raid, İbrahim, el-Hicr Sureleri. / H.
Tahsin Emiroğlu. -- [y.y. : y.y.], 1972. (Konya : Yeni Kitap Basımevi) 6. c.
(XVI, 494 s.) ; 24 cm.
İBRAHİM UÇAN
13912777
YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ
Kur’an’ın
Anlaşılmasında Esbâb-I Nüzul’ün Rolü
Kur'ân ilimlerinden biri olarak esbâb-ı nüzul ilmi, İslâmiyet'in ilk
asrından bu yana Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında önemli bir ilim olarak
mütalaa edilmiştir. Sahabe ve tâbiûn dönemlerinde bu ilmin müstakil olarak ele
alındığı ve Kur'ân-ı Kerîm'i anlama gayreti içine girenlerin mutlaka bilmesi
gereken bir ilim olarak zikredildiği görülmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulünü müşahede etmiş olmalarını daima ön plana çıkaran
sahabe, esbâb-ı nüzulü çok kullanmaktadır. Bu gayet doğaldır. Çünkü onların
ilmî gayretlerinin hedefinin Kur'ân-ı Kerîm'ı anlamak ve yaşamak olduğu tarihî
bir gerçektir.Bir âyetin sebeb-i nüzulü bu hadisedir dendiğinde “Âyetin
varoluşu, indirilişi o hâdise sebebiyledir” denmek istenmez. Çünkü Kur’an-ı
Kerim, insanların kurtuluşu için hidayet rehberi olarak gelmiştir.
Yapılan tanımlarda açıklanması gereken bir nokta vardır. O da bir hadîse
veya sorunun akabinde âyetin inmesi şartının öne sürülmüş olmasıdır. Burada
önemli olan âyetin muhtevasının hadiseyi kapsamasıdır. Yoksa hadisenin hemen
ardından doğrudan inzal edilmesi, veya bir müddet sonra inmiş olması arasında
bir fark yoktur.
Böylece esbâb-ı nüzule dahil olmayan bazı rivâyetleri ayırmak mümkün
olmaktadır. Bu rivâyetler şunlardır: Geçmiş ümmetlere ait
tarihî malûmat, Geleceğe ait haberlerdir.Nüzul ortamında meydana
gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu
günlerde, bir veya daha fazla ayetin cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere
inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye
sebebi nüzul denir.
Tabiun döneminde de esbab-ı nüzul rivayetleri toplanmaya devam edilmiştir.
İslamiyet’e yeni giren kavimler ve elh-i kitapla olan münasebetleri sebebiyle
rivayetlerde artış olmuştur. Esbab-ı nüzul rivayetleri sonraki nesillere,
öğretim ve sözle ağızdan nakledilmeye devam etti.Hz. Muhammed’in vefatından
sonra yeni Müslüman olanlara bu benzeri olayların açıklanması gerekiyordu. Daha
önceki peygamberlere dair kıssalar hakkında da birtakım açıklamaların yapılması
icab ediyordu. Toplum üyelerinin çoğu belki bu kıssalar hakkında bazı şeyler
biliyorlardı ama onları daha iyi bilen Müslümanlar bu bilgi boşluklarını
doldurabilir ve bu konudaki hataları düzeltebilirlerdi. Tedvin dönemine böyle
gelinmiş ve ilk tefsirler yazılmaya başlanmıştır. Bu tefsirlerin ekseriyetinin
rivâyet tefsiridir.İlk müfessirler ayetin tefsirine sebeb-i nüzulünü zikrederek
başlamayı adet edinmişlerdir. Rivâyet çokluğu sebebiyle ayetin muhtevasına
münasip gördükleri rivâyetleri naklediyorlardı.
Esbâb-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir. Dolayısıyla bu alanda
ictihada mahal yoktur. Yani nüzul sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan,
sadece işitme veya görme suretiyle bilinebilen ve sahabîden gelen rivâyettir.
Bu rivâyet adeta Hazreti Peygamberden bildirilmiş hükmünde kabul edilir. Bunun
için hadîs usûlünde hükmen merfû sayılır. Sahabenin bu tecrübesine onlardan ilim
almak suretiyle iştirak eden tabiîler de esbâb-ı nüzul rivâyetleri
nakletmişlerdir. Bu rivâyetler hadîs usûlünde mürsel hükmündedir. Dolayısıyla
esbâb-ı nüzulü bilme açısından onlar da sahabeden sonra kaynaktırlar. Ancak bu
kabil rivâyetlerin bazı şartları haiz bulunmaları gerekmektedir.
Tefsirde iki türlü ihtilaf vardır:
- Nakle dayanan ihtilaf: Sahih, zayıf ve uydurma haberlerden kaynaklanan
ihtilaf.
- İstidlalden doğan ihtilaf: Nakle
dayanmayan ve akılla (re’y ve ictihadla) yapılan yorumlardan kaynaklanan
ihtilaf.
Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf
edilmesi iki temel sebepte toplanabilir:
- Her âyete sebep arayanların tutumları
sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebedîleştirilmesi, israilî haberler ve
uydurma rivâyetlerin esbâb-ı nüzul alanına dahil edildiği görülmektedir.
- Esbâb-ı nüzul rivayetleri nüzul
ortamına ait olanlar ve tefsir için yapılan değerlendirmeler olarak tasnif
edilmezse bu rivayetler de ihtilafa sebep olmaktadır. Nüzul ortamında cereyan
etmediği halde bir hâdise o döneme mâl edilebilmektedir. Veya sahabenin,
tâbiûnun tefsir için kendi re’y ve içtihadı ile yaptığı bir sebeb-i nüzul
değerlendirmesi, aynı şekilde nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.
Esbâb-ı nüzul ilminin alanı
dahilinde bazı problemli hususlar vardır. Bunlardan ikisi taaddüt ve taahhür
meseleleridir. Bir diğeri ise nüzule sebep olan hâdise dolayısıyla inen âyetin
bu hâdiseye hâs mı olduğu, yoksa umum mu ifade edeceği meselesidir.
Taaddüt Meselesi
Rivâyetlerin arasını te’lif edemeyen
veya birini tercih edecek sebep bulamayan âlimler, bu âyetler için nüzulün
taaddüt ettiği tezini öne sürmüşlerdir. Nüzulün taaddüt ettiğine dair
rivâyetlerde iki türden bahsedilmektedir. Birçok nüzul sebebi dolayısıyla bir
âyet nâzil olmuş ise buna “sebebin taaddütü” denilmektedir. Tam tersi bir
durumda, yani birkaç âyet tek sebep için inmiş olabilir. Bu durum da “nüzulün
taaddütü” olarak ifade edilmektedir.
Hükmün Veya Nüzulün Taahhürü Meselesi
Suyuti,bu meseleyi iki yönlü olarak ele
alır. O, önce hükmün taahhürünü sonra nüzulün taahhürünü inceler. Hükmün
taahhüründe Zerkeşi’nin söylediklerini nakleder. Nüzulün taahhüründe ise mevcut
rivayetleri ve bunlar üzerinde yapılan yorumları kendi yorumlarıyla aktadır.
Cuma namazı ve zekatın farz oluşlarıyla ilgili ayetlerin indirilişinden önce
hükümleriyle amel ediliyor olmasını nüzulün taahhürü olarak açıklar.
Umum-Husus Meselesi
Alimlerin ekseriyeti hükmün, sebebinin
hususîliğine değil, lâfzın umûmîliğine göre olduğunda icmâ vardır
demektedirler. Hz. Peygamber zamanından beri sahabe ve müctehit imamların
anlayış ve tatbikatı bu olmuş ve buna hiçbir zaman karşı çıkan bulunmamıştır.
Çünkü hüccet nassların kendisidir, sebepleri değildir.
Esbab-I Nüzul Rivayetlerin Değerlendirilmesi
Tefsirin nakille başlamış olması ve akabinde bundan ileri gidilmemesi, ilk
zamanlarda az sayıda rivâyet, olduğunu ortaya koymaktadır. Sonraları bu
rivâyetler çoğalmış ve genişlemiştir. Hatta zamanla daha ileri gidilerek,
sağlam olmayan rivâyetler bile bunlara ilave edilmiştir. Daha sonra, bu
rivâyetlerin yanına, şahsî anlayış denemeleri de girmiş; önceleri bunlardan dil
ve kelimelerin delâletiyle ilgili olanlarına makbul gözüyle bakılmıştır. İşte
bu şekilde tefsir rivâyetleri (ve doğal olarak esbâb-ı nüzul rivâyetleri)
hakkında tenkitler doğmuştur.
Esbâb-ı nüzul rivâyetierinin yetersiz kalma sebepleri birçok bakımdan söz
konusudur. Bunların başında bu rivâyetler, hadîs usûlü açısından incelendiğinde
ulaşılan sonuçtur. Esbâb-ı nüzul rivâyetleri hadîs usûlü
açısından “musned” haberler olamaz. Dolayısıyla bu rivâyetler tefsir için
yapılmış rivâyetlerdir. Yani sahabe Kur’ân’ı anlamak hususunda çaba harcamış,
ictihad etmiş ve böyle bir yoruma varmıştır. Mursel hadîs konusu onun hüccet olup
olamayacağı bakımından âlimler arasında tartışılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in
anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka
sebebi de senetsiz rivâyetlerin bir dönem mevcut olmasıdır. Çünkü hadîste,
konumuz itibariyle esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde kusur en fazla senette
bulunmakla beraber, bu kusurun metinde de bulunabileceğini söylemeyi ihmal
etmeyen münekkit âlimlerîmizin tespit ettiği ilkeler çerçevesinde bütün sebeb-i
nüzul rivâyetleri tenkide tâbi tutulmalıdır. Böylece hangi rivâyetlere itimat
edilebileceği bilinmiş, “mevzu” olanlar ayıklanmış olur. Sebeb-i nüzul
rivâyetlerinin; Esbâb-ı nüzul rivâyetleri, Tefsir için yapılan
esbâb-ı nüzul rivâyetleri (değerlendirmeleri) şeklinde iki nevi halinde
incelenmesi en makûl yol görünüyor. Başka bir yolla da esbâb-ı nüzulden
kaynaklanan meselelerin çözüme kavuşturulmasının mümkün olamayacağını
zannediyoruz. Bunun sebeplerini açıklamaya çalışalım: rivâyetin sahih olması
şartı yanında bir de “sebebiyet” ifade etmesi gerekmektedir. Esbab-ı nüzul
rivayetlerinin tasnifi konusunda bu hususa özellikle işaret edilmişti. Şimdi bu
bilgiye, onu tamamlayan ve orada ifade edilenleri kuvvetlendiren yeni bir bilgi
olarak sebeb-i nüzul rivâyetinin sıygasının “sebeb ifade etmede nass
olması” ilkesini ekliyoruz. O halde tartışmanın odağını muteber olan sebebin
hususiyetidir görüşü muteber olan lafzın umumiyetidir görüşü teşkil etmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma
sebeplerinden biri de bu rivâyetlerin bir kısmında görülen tarihî gerçeklere
aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur.
Kur’ân-ı Kerîm, içinde bulunan lâfızların manâlarını bilmek
istemelerinin insanların fıtrî bir gereksinmesi olduğunu dikkate alır. Bu
nedenle de onları âyetleri üzerinde tefekküre, tezekküre, tedebbüre davet eder.
O, insanların karşısına duygu ve düşüncelerine uygun düsen, inanç ve
eylemlerine cevap veren ve kafalarını kurcalayan büyük meselelere tam bir çözüm
getiren, kendine has bir cazibe ile çıkmıştır. Bu gerçek, Kur’ân-ı Kerîm’in
yorum zenginliğine tanıdığı imkânları gösterir.
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri yorum zenginliğini şu şekillerde engeller:
- Her âyete nüzul sebebi
arama çabaları,
- Âyetin manâ bakımından
birçok veçhesi olabilir diye düşünmek varken, nüzul sebebi ile sınırlı kalma
ihtimali,
- Âyetin sebeb-i nüzulündeki olayın
çerçevesinde sıkışıp kalmak.
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin
değerlendirilmesi sırasında istismara tevessül edilebildiği bir vakıadır.
İstismardan murad olunan ise esbâb-ı nüzul rivâyetlerini eserlerinde çokça
nakleden; tarihçiler, rivâyet tefsiri yazarları.
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması amacıyla yapılmış nüzul
sebebi değerlendirmeleridir. Bunlar nüzul ortamında cereyan etmiş olsa bile
sonucunda âyetin inmesine sebep olmuş hâdiseler değildirler. Tefsir için olan
esbâb-ı nüzul rivâyetlerini incelendiğinde üç grup değerlendirme görülecektir:
1. Hz. Peygamber’in yaptığı sebeb-i
nüzul değerlendirmesi.
2. Sahabe ve tâbiûnun yaptıkları
sebeb-i nüzul değerlendirmeleri.
3. Müfessirlerin (âlimlerin)
yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri.
Mütekaddimûn, tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ihtimal ifade eder
üslûpta kaydetmişlerken, müteahhirûn bu rivâyetleri sebep ifade etmede nass
olan rivâyet kesinliğinde anlamış ve kaydetmişlerdir. Dolayısıyla bir âyet için
birçok nüzul sebebi zikretmişler; bu da bazı problemlerin ortaya çıkmasına
sebep olmuştur.
Bu noktada esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin rivâyet sıygaları son derece
önemlidir. Sebep ifade etmede nass olmayan rivâyet kalıplan sebep ifade etmede
ihtimal belirtirler. Bu da bu kalıplarla yapılan esbâb-ı nüzul
değerlendirmelerinin tefsir için olduğu anlamım belirtir. Bu sebeple esbâb-ı
nüzul rivâyetlerini yeniden değerlendirirken yapılacak tasnifte rivâyetlerin
sıygalarına gösterilecek dikkat birçok problemi çözecektir.
Görüldüğü üzere her iki tür esbâb-ı nüzulün amacı aynı noktada, Kur’ân’ın
anlaşılması noktasında birleşmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması
meselesinde birini diğerine tercih etmekten çok iki türün ayrı ayrı
özelliklerini iyice bilip değerlendirmek lazımdır.
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rolü açısından Kur’ân’ın
bütünlüğü kavramına bakıldığında sadece bir vecih ön plana çıkmaktadır: “Bütün
olarak Kur’ân-ı Kerîm”. Bu vecih diğer veçheleri de kapsayan, bir niteliğe
sahiptir. Yani Kur’ân’ın bütünlüğü kavramının en geniş olan veçhesi budur.
Kavrama dahil olan bütün veçhelere şâmildir. Bunların bir araya gelmesiyle
ontolojik manâda varlık kazanır. O halde “bütün olarak Kur’ân-ı Kerîm” kavramı,
Kur’ân’ın tüm özelliklerini, yanlarını ve bütünlüğüne ait veçheleri ve bunlar
arasındaki ilişkileri kucaklayan, kendisinin hususî, mu’cîz vahiy mahsulü
karakterini belirleyen tastamamlık, kendi iç kesinliği ve bunların tümünün
oluşturduğu bir sistem anlamındadır.
Bağlam olgusuna Kur’ân-ı Kerîm’in bütünlüğü içerisinde bakıldığında
siyâk-sibak gerçeği görülür. Çünkü “bağlam” olgusu mantıkî bir gerçekliktir.
Burada söz konusu edilmesi gereken, anlaşma araçlarının tümü olarak “dil”in
insan topluluğundaki etkilerini nasıl gerçekleştirdiği sorusudur. Kur’ân-ı Kerîm’in doğrudan veya bir sebebe mebni olarak parça parça inişi
sonrasında kazandığı tertib, onun siyâk-sibak’ının nasıl oluştuğunu gösterir.
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivâyetlerini
değerlendirirken âyetlerin siyâk-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Âyetlerin
bağlamı ile mütenasip olmayan rivâyetlere itibar etmemekte yarar olduğu açıktır.
Nass-siyâk-sibak-rivâyet uyumu kesinlikle göz ardı edilmemelidir.
Sa’lebe Kıssası
Sa'lebe kıssası sîre, ricâl ve tarih kitaplarında farklı tarîklerle ve
hicrî 9. yıl hâdiseleri arasında rivayet edilmektedir. Ulemânın kıssa üzerine
yaptıkları değerlendirmeler incelediğinde iki husus ortaya çıkmaktadır:
- Sa'lebe'nin vasıfları, - Hâdisenin sıhhat derecesi.
Sa'lebe'nin vasıfları
üzerine sîre, ricâl ve tarih kaynaklarında şunlar söylenmektedir:
Sa'lebe, Benî Umeyye b. Zeyd'e mensuptur.
Yani Evsli olan ensârdandır.Bedir ehlindendir. Uhud ehlindendir. Belâzûrî,
bu konuda birbiriyle çelişik haber kaydetmektedir. Bunların ilkine Sa'lebe
kardeşi ile birlikte Uhud Harbi’nden kaçmıştır. Diğerine göre Uhud'da öldürülen
Ensâr'dan biridir. Mescid-i Dırâr kuranlardandır. Aynca
Sa'lebe'nin bu mescidi tamir ettiği de nakledilmektedir.Tebûk Gazvesi'ne
katılan münafıklardandır.
İlk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edildiği için, Hadis
kitaplarında bu kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi açısından da önem arz
etmektedir. Muhaddislerden bazıları Sa'lebe kıssasını, hadîs ve senedi hakkında
mülahazalarını da ifade ederek rivâyet etmişlerdir. Beyhakî, hocası el-Halîmî
ile aynı rivayetleri naklettikten sonra Sa'lebe kıssası hakkında şu
değerlendirmeyi yapmaktadır: "Bu, tefsir ehli arasında bir “meşhur
hadis''tir. Zayıf senedlerle mevsuf olarak rivâyet edilmiştir.
Müfessirlerin bir kısmı da Sa'lebe kıssasının sıhhatine şüphe ile
bakmışlardır. Bunlardan biri İbn-i Cerîr et-Taberî'dir. Onun tefsir metodu,
âyet hakkında Hz. Peygamber'den, sahibeden ve tâbiûndan her ne rivâyet
edilmişse bunları öncelikle nakletmek, sonra da bunlar arasında muhakeme
yaparak bu farklı yorumlardan tercih ettiğini belirtmek şeklinde özetlenebilir.
Taberî, bu metodunu Sa'lebe kıssasına da tatbik etmiş ve Tevbe 75. âyetinin
nüzul sebebi olarak rivâyet ettiği haberleri üç grupta değerlendirmiştir.
Taberî, Sa'lebe kıssası ve Tevbe 75. âyetini şu şekilde değerlendirmektedir:
“Bu âyette, Cenâb-ı Hakk tarafından nifâk ehlinin alâmetleri ortaya
konulmuştur.”
İlk olarak Sa'lebe kıssası rivâyetleri hadis usûlü açısından tenkid
edilmelidir. Zikredildiği üzere bu hadisin senedi zayıftır. O halde, tefsir
tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle bir rivâyet nasıl olmuş da nakl
edilegelmiştir? Bunun sebebini Zâhid-i Kevserî'nin el-Makâlat'ında, müfessirler
hakkındaki şu sözlerinde bulmak mümkündür: "Müfessirlerin birçoğunun fayda
umarak birçok rivayeti kaydettiklerini görürsün. Onlar, Yahudi ve diğerlerinden
tevarüs edilen kendi zamanlarının bilgilerini, Kurân-ı Kerîm'in haberlerinin
bazı yönlerini açıklamak için, bu haberlerin getirdiği problemleri
kendilerinden sonra gelecek tenkidçilere bırakarak nakletmişlerdir. Kurân-ı
Kerîm'in mücmel bırakılmış bazı mânalarının izahında birçok faydaların
bulunması ihtimali sebebiyle bu malûmatın kendilerinden sonra gelecek olanlara
ulaşmasını çok arzu etmişlerdir. Müslümanlar nazarında bu rivayetlerin
sıhhatine itikad olunan ve iyice incelenmemizin bütün illetleri ile hüccet
olarak alınan birer gerçeklik olmasını amaç edinmemişlerdir”.
Tefsir rivâyetlerini eserlerinde nakleden âlimlerden bir kısmı, senedleri
hazfedilmiş rivâyetleri çok kullanmışlardır. Mesela ez-Zemahşerî'nin
el-Keşşâfı, el-Beydâvî'nin Envâru't-Tenzî’li, Ebu's-Suud'un
İrşâdu'l-Akli's-Se-lîm ilâ Mezâyâ'l-Kurân’ıl-Kerim'i bunlar arasındadır. Bunun
sebebi, bu eserlerin müelliflerinin hadis ilmi alanında tefsir ve Kurân
ilimlerinde olduğu kadar mütehassıs olmamalarıdır. Bu sebeple bu kabil
tefsirlerde nakledilen rivâyetlere, hadis kaynaklarına ve tahrîc kitaplarına
müracaat edilmeden itimad edilmemelidir.
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerini senedsiz nakleden bu takvâ ve salâh ehli
âlimler, bu tavırları ile bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.Hadis
mecmualarının tefsir bablarında ve tefsir kitaplarında bir âyetin sebeb-i
nüzulü olarak birçok rivâyet görmek mümkündür. Bu rivâyetlerin aynı hâdiseyi
şahıslar ve mekân, bazen de zaman itibariyle farklı bir şekilde naklettikleri
görülmektedir. Bu durum esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde ihtilaf olarak
adlandırılır. Sa'lebe kıssası da buna bir örnek teşkil etmektedir.
Tarihsellik Ve Esbab-I Nüzul
Esbâb-ı nüzul-tarihîlik münâsebetine insanın tarihî bir varlık oluşu
bakımından yaklaşmak zarureti doğmaktadır. Çünkü insanın yapıp-etmeleri “şimdi”
içinde olup bitmez, onlar zamanın boyutlarına yayılmışlardır. Zamanın boyutları
ise uzayıp giden boyutlar değil, yapıp-etmelerle, onların ürünleriyle,
olaylarla doludur. “Bu, insanın zamanın boyutları arasında bir bağ kurmasını,
onları birbirine bağlamasını gerektirir. Bu da ancak bilen bir varlığın işi
olabilir. Bunun içindir ki, insan tarihî bir varlıktır. Eğer insan hayvan gibi
yalnızca “şimdi” içinde yaşasaydı, o zaman insanın yapıp-etmeleri arasında bir
süreklilik söz konusu olmayacaktı. Esbâb-ı nüzul ile tarihsellik
kavramı arasında nasıl bir ilişki olduğuna gelince Kur’an insanı ana konu
edinmekle tarihselliğini ortaya koymaktadır, çünkü insan az önce de ifade
ettiğimiz gibi varlık koşullarından biri olarak tarihsel bir varlıktır. İnsanı
insan yapan bu varlık koşulları hep aynıdır. Nüzul asrı insanının varlık
koşullarını yöneten ise Kur’anî değer duygusudur. Yani Kur’an tüm insani yapıp
etmeleri, ilahi bir mesajla oluşturmak ister. İşte bu yapıp etmeler nüzul
ortamıdır. Yapıp etmeler, şimdi içinde olup bitmez zamana yayılmıştır. Şimdiki
zaman, yapıp etmeler için bir orta noktadır ve dün ile yarın arasında bağ
kurar.
Kitap isimleri
1-
Ahmet Nedim Serinsu, Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzûl.
2-
İbn Hacer
,El-ucab fi beyan-el-esbab.
3-
Suyuti,
Lubab’un-nukul fi esbab’in nuzul.
4-
İbrahim
Muhammed Ali, Sahih esbab’in nuzul.
5-
Abdul munim
çelebi, el-camiu fi esbab’in nuzul.
Makale isimleri
1- Mennâu'l-Kattân
Esbab-ı Nüzûl, çeviren: Erdoğan Pazarbaşı, İbrahim Görener, Erciyes
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
2001, sayı: 11 [Prof. Dr. Şaban Kuzgun’un Anısına], s. 153-172
2- Hanefî, Hasan
“Esbab-ı Nüzul” ün Anlamı Nedir?, çeviren: Ahmet Nedim Serinsu, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
1998, cilt: XXXVIII, s. 225-232
3- Recep Çetintaş, Tefsirde Esbab-ı Nüzûl Problemi, 1999,
Yüksek lisans tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tez
danışmanı: Prof. Dr. M. Zeki Duman
4- Merve Dilek Yolcu, İbn Kesir Tefsirinde Esbab-ı
Nüzûl, Atatürk Ünv.
5- Muhammed b. Es’ad Iraki, Esbabü’n-Nüzûl ve'l-kasasü'l-Furkaniyye, dirase ve tahkik; İsam Ahmed Ahmed Ganim. Riyad 2007,
Murat Gültekin Yüksek Lisans 14912727
“Esbab-ı nüzul” hakkında beş kitap ve beş makale adı (literatür) veriniz.
MAKALELER
HANEFİ, Hasan , “Esbab-ı Nüzul” ün Anlamı Nedir?, çeviren: Ahmet Nedim Serinsu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1998, cilt: XXXVIII, s. 225-232
TÜRCAN, Selim , Tefsir Tarihçiliği Bağlamında Klasik Esbab-ı Nüzul Yaklaşımının Değerlendirilmesi, İslâmî İlimler Dergisi, 2007, cilt: II, sayı: 1, Kur’an Özel Sayısı: 2, s. 119-138
YILDIRIM, Enbiya, Mulâane Ayetlerinin Nüzûl Sebebi, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, cilt: V, sayı: 1, s. 191-200
ALDEMİR, Halil , Esbabı Nüzul Rivayetleri Arasında Görülen Çelişkiler ve Geliştirilen Çözüm Yolları Tahlili, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler -, 2011, cilt: XV, sayı: 48, s. 141-159
ENSARİ, Abdurrahman, Sebeb-i Nüzûlün Tesbit ve Tercih Kuralları, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014/1, cilt: V, sayı: 9, s. 69-91
KİTAPLAR
SERİNSU,Dr Ahmet Nedim,Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü,Şule Yay.,İstanbul,1994.
El-KADİ,Abdulfettah,Sahabe ve Müfessirlere Göre Esbab-ı Nüzul, (çev. Salih Akdemir), Fecr Yay., Ankara 1986.
Es-SUYUTİ, Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr (911/1505), Lubabu’n-Nukul fi Esbabi’n-Nuzul, Daru İhyai’l-Ulum, Beyrut 1400/1980 3. baskı.
El-VADİİ, Mukbil b. Hadi, es-Sahihu’l-Müsned min Esbabi’n-Nuzul, Mektebetu ibn Teymiyye, Kahire 1408/1987 4. Baskı.
El-VAHİDİ, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed en-Neysaburi (468/1075), Esbabu’n-Nuzul, Alemu’l-Kutub, Beyrut (1316 Matbaay-ı Hindiyye basımından ofset)
KUR’AN VE BAĞLAM
KİTAP : KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL’ÜN ÖNEMİ
Kur’an ilimleri, Kur’an’ı anlama ve yorumlama çabasının ürünü olarak ortaya çıkan ilmi araçlardır. Kur’an’ın anlaşılması bağlamında bütün Kur’an ilimleri iç içedir. Kur’an ilimleri,VIII. asra kadar netleşmiyor.
Kur’an İlimleri;
Konusu her yönüyle Kur’an’ı Kerim olan bilgi alanıdır.
Kur’an’la ilgili bilgi alanıdır.
Kur’an’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan bilgi alanıdır.
Kur’an’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bilgi alanıdır.
Esbab-ı Nüzul ilmi ,Kur’an ilimleri içinde ilk sırada yer almıştır. Esbab-ı Nüzul, Kur’an’ı anlamakla eşdeğer görülmüş. Çeşitli tarifleri yapılmış .
Sebeb-i Nüzul:
Nüzul ortamında meydana gelen bir hadise var veya Peygamberimize yöneltilmiş bir soru var. Bu hadisenin meydana geldiği günlerde veya sorunun sorulduğu günlerde inen bir ayet veya daha fazla ayeti kerime var. Bu inen ayet(ler), meydana gelen hadiseyi veya sorulan soruyu kapsayan nitelikleri ve özellikleri tazammun ediyor ve soruya cevap veriyor veya hükmünü açıklıyor. İşte bu özellikleri taşıyan ayet(ler)in inmesine vesile teşkil eden hadise ve bu özellikleri taşıyan ayet(ler)in nazil olduğu ortamı resmeden hadise,sebeb-i nüzuldür.
Esbab-ı Nüzul,sadece sahih nakille bilinir. Re’y’e mahal yok.
Hadis ,tefsir ,tarih kitaplarındaki sebebi nüzul rivayetleri zikredilirken kullanılan rivayet cümlesi(siygası,kalıbı) meselesinin,tefsir usulü,Kur’an ilimleri, tefsir tarihi gibi eserlerde sistematize edilmeyişi problem oluşturmuştur.
Esbab-ı Nüzul rivayetlerine yeni bar yaklaşımla tasnif edersek,Kur’anı anlama noktasında sağlıklı değerlendirme yapabiliriz. Bunun için esbabı nüzul rivayetlerini ikili bir tasnife tabi tutabiliriz:
Nüzul ortamına ait olan ve bu ortamın özelliklerini yansıtan müsned-merfu hadislerden oluşan esbabı nüzul rivayetleri.
Ayet veya ayetlerin kapsamına giren, nüzul asrında meydana gelmiş veya bilahere meydana gelmiş bir hadisenin re’y ve ictihad ile misal getirildiği haberlerden oluşan (tefsir için) esbabı nüzul rivayetleri.
Esbabı nüzul rivayetleri ,sebebi nüzul ve tefsir için sebebi nüzul şeklinde tasnif edilirse ve bu rivayetlerin siygaları,kalıpları tetkik edilirse, hadis metodolojisi açısından da kritik edilirse, taaddüd ve taahhür meseleleri halledilebilir.
KİTAP : SA’LEBE KISSASI
Tefsir rivayetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerimizin çoğu, ilmi yeterliliklerine ,takva ehli oluşlarına rağmen, zayıf ,garib,münker, israili,hatta mevzu birçok rivayeti nakletmişlerdir. Bunu, toplamaya imkan buldukları şeylerin yok olmasını engellemek için yapmışlardır. O halde,rivayetlerin,sıhhatini araştırma bize düşmektedir.
Sa’lebe b. Hatıb kıssası, Tevbe suresi 75. ayetinin nüzul sebebi olarak tefsir kitaplarımızda zikredilmektedir.
Esbab’ı nüzul rivayetlerinden doğru şekilde istifade edebilmek için yeni bir yaklaşım ve anlayışla bu rivayetlere bakmalıyız. Buna göre; esbab-ı nüzul rivayetleri,
Hadis usulü açısından tenkide tabi tutulmalı,
Rivayetler, kendi içinde ikili bir tasnife tabi olmalı a) Esbab-ı nüzul rivayetleri, b) tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri/değerlendirmeleri.
Rivayetler,tarihi verilerle karşılaştırılmalı,
Ayet, Kur’ani bütünlük,siyak-sibak bağlamında değerlendirilmeli.
Bütün bu yollarla yapılan, Tevbe suresi 75. ayetinin sebebi nüzulünün Sa’lebe kıssası olup olmadığı araştırıldığında, Sa’lebe kıssasının, Tevbe suresinin 75. ayetinin iniş sebebi olmadığı ortaya çıkmaktadır.
KİTAP : TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
Tarihsellik , batıya özgü bir kavramdır. Kavramlar,kendini kuşatan kültürden etkilenirler. Bir kültürün kavramı,başka bir kültüre kolaylıkla nakledilemez. Anlam çerçevesi farklıdır.
Kavram,sürekli değişime uğrayabilir. Ama kavramın seçikliği (mahiyeti-diğer var olandan ayırıcı niteliği) değişmez,açıklığı (içeriği) değişir.
Kavram tariflerinde izafilik sözkonusudur. Yani,
Hiçbir tarif,kavramı bütün yönleriyle ifade edemez;
Bir kavramın tarifi her zaman değişebilir;
Bir kavram tarif edilirken hata yapılabilir.
Tarihsellik de,üzerinde görüş birliğine varılan bir kavram değildir. Türkçemizdeki kavram fakirliği de işi daha da zorlaştırmıştır. Özellikle ülkemiz düşünce dünyasında Tanzimat sonrası sorunları artıran iki durumdan söz edilebilir. 1. Kavramlar hangi Türkçeyle dilimize nakledilecek. 2. Terimler nasıl tarif edilecek.
Tarihsellik kavramı özetle şöyledir.
Tarihsellik,tarihsel olanın varlık biçimidir.
Tarihsellik,zamana bağlılıktır,gelip geçiciliktir.
Tarihsel koşulluluktur,tarihe bağlı olmaktır.
Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusudur.
Esbab-ı nüzulü birinci anlamda şöyle anlayabiliriz. Kur’an’ı Kerim,gerçekliğini, peygamberimiz ,ashabı ve onların yapıp etmeleri sonucu meydana gelen olaylardan alır. Sahih rivayetle bize ulaşmış,zaman –mekan içinde olduğu için gerçektir.
İkinci ve üçüncü anlamda esbab-ı nüzulü tanımlamak uygun değildir. Nüzul ortamında bilfiil vuku bulan hadiseleri göstermesi açısından esbab-ı nüzul,bu tarife girebilir.
Sahabenin müsned-merfu rivayetleriyle nakledilen nüzul ortamına ait esbab-ı nüzul rivayetleri, Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında orijinal yorumdur. Aynı rivayetler, Kur’an’ın anlaşılma sürecinde ve Kur’an’ı Kerim tarihinde ,orijinal tarihtir.
Tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri ve değerlendirmeleri, Kur’an’ın anlaşılmasında düşünülmüş yorumdur. Aynı rivayetler,Kur’an’ın anlaşılma sürecinde ve Kur’an’ın tarihinde düşünülmüş tarihtir.
- Kur'an ilimlerinin kaynağı bizzat
Kur'an'ı Kerim'dir . Çünkü Kur'an'ı Kerim, kendisi üzerinde düşünülmesini , anlaşılmasını
ve açıklanmasını isteyen, neticede yaşanılır kılınmasına okuyucularını-muhatablarını
teşvik eden vahiy mahsulu bir kitaptır .
- Kur'an ilimleri konusu her yönüyle
Kur'an'ı Kerim olan , Kur'anla ilgil, veya Kur'an'ın içerdği ilim ve
araştırmalardan oluşan , Kur'an'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı
olmayı gaye edinme bir bilgi alanıdır .
Tefsir ilmide , Kur'an-ı Kerim'in sözcüklerini ,
anlamlarını Kur'an'la ilgili ilimler gereğince araştıran bir ilimdir .
- Mushafın çoğaltılması ile kıraat
ilmi ve resmu-l Kur'an ilminin ilk ele alınan ilimler olduğu bilinmektedir .
Kur'an'ın lugavi yönden ele alınması ise Ebu'l-Esved ed-Dueli'nin Kur'an'an
noktalama ile hareke koymasıyla başldı . Böylece i'rabu'l-Kur'an ilmi neşet
etmiş oldu ç Ayruca esbab-ı nüzul, Mekki-Medeni, nasih-mensuh ve garib'l-Kur'an
ilimleri ilk tedvn edilen , kayda geçirilen Kur'an ilimleridir .
Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya
Hz.Peygamber'e yöneltilmiş bir souya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha
fazla ayetin, tazammun etmek (hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve
özellikleriiçermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile
teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir
.
- Esbab-ı Nuzul ilmi nakli
ilimleridir.Okuma yazma bilen sahabelerin sayısı çok olmadığından öğretim
‘talim’ yoluyla sözlü olarak aktarılmıştır. Esbab-ı nuzul rivayetlerinde sahabe nakli ve tabiun nakli öne
çıkar.Sahabe nakli merfudur.Sened ve metin sahihdir.Tabiun nakli ise mürsel
olup aranan şartlar; senedin ve metnin sahih olması,rivayeti destekleyen bir
başka tabii rivayeti, ravinin tefsir imamlarından olması (Mücahid,İkrime,Said
b.Cübeyir gibi),ve ilmi doğrudan bilginin sahibinden almış olması sayılır.
Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolü açısından
Kur’an’ın bütünlüğünü en iyi ifade eden ‘’Bütün olarak Kur’an’ı kerim’ dir.
Bütün olarak Kur’an tamamen birleşik bir bütün olarak kavranmalıdır. Çünkü
Allah-insan –evren ilişkisinin anlaşılması ve de Kur’an’daki kelimelerin,
cümlelerin, ayetlerin ve surelerin manaları ve de kazandıkları yeni manaları
hep Kur’an’ın bütünlüğü dahilindedir.
- Kur’an-ı
Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulden yararlanırken siyak-sibak ‘ın göz
önünde bulundurulması Kur’an’ın bütünlüğü açısından önemlidir.
Sibak
:Bir şeyin öncesi geçmişi, bağ, sözün baş tarafı gibi anlamlara gelir. Siyak
ise: İfade üslup, sözün gelişi gibi anlamlara gelir.
Kur’an’ın
anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin
siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Ayetlerin bağlamı ile münasip olmayan
rivayetlere itibar edilmemesi gerekir. Nass-siyak-sibak-rivayet uyumuna kesinlikle
dikkat etmek gerekir.
- Esbab-ı nüzulün tarihsel bir gerçek olması ile onun
tarihe bağımlı olması da birbirinden farklı şeylerdir . Çünkü esbab-ı nüzul
dini bir fenomen olarak, hakikati , tarihsellikten bağımsız olan bir gerçek
olarak da düşünülmelidir . Çünkü esbab-ı nüzul orijinal yorum -orijinal
tarihtir .
- Esbab-ı nüzul Kur'an'ı Kerimin soyut bir düşünce veya
düşünce biçimi olarak kalmadığının, aksine yaşanmış , yaşanabilir ve yaşanacak
bir hakikat , bir hidayet rehberi olduğunun en büyük delilidir .
Esbab-ı nüzulun Kur'an'ı Kerim'in anlaşılmasında tespit
edilen ilkeler çerçevesinde ve onlara uyarak değerlendirilmesi birçok faydalar
temin edecektir :
1- Kur'an'ı Kerim'in anlaşılmasında insanın bakış ufkuna
henüz girmemiş , insanın dikkatine açılmamış sınırsız sayıda olgu olduğu göz
önünde tutulacaktır .
2- Konulu tefsir çalışmalarında esbab-ı nüzulün, nüzul
ortamının ve şartlarını aksettiren yönünden sağılıklı bir şekilde istifade
olunacaktır .
3- Esbab-ı nüzul bilgisi ile oluşan nedensel halkaları
nüzul asrına doğru izleme imkanı doğacaktır . Bunun da insani davranışların
tarihini tespit etmede, yazmada yararlanılabilecektir .
4- Müfessirler üzerine yapılan monografik çalışmalarda
esbab-ı nüzulle ilgili zikredilen ilkelerin uygulanması çok isabetli olucaktır
. Bir kere müfessirin esbab-ı nüzul alanındaki ilkelerini ortaya koymak mümkün
olacaktır . Bu da Kur'an'ı Kerim'in anlaşılması sürecinde bu malzemenin nasıl
değerlendirildiğini tespit etme imkanı verecektir .
SA'LEBE KISSASI
Tevbe süresi 75.ayetinin nüzul sebebi olarak zikrettiği Sa'lebe b.Hatıb kıssası,rivayet farklılıkları bir yana bırakılırsa,özetle şöyledir.
Sa'lebe,Hz. Peygamber'in huzuruna gelmiş.Ya Rasulullah , Allah'a dua et de bana çok mal versin demiş.Hz. Peygamberde Ya Sa'lebe ,hakkını eda ettiğin için az,takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır diyerek cevap vermiş. Sa'lebe dilediğin tekrarlamış ve demiş ki seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.Bunun üzerine Rasulullah dua etmiş,oda bir davar edinmiş.Derken çoğaldıkça çoğalmış.Medine arazisi dar gelmeye başlamış.
Daha sonra Peygamberimiz kendisine zekat toplaması için tahsildar göndermiş.Sa'lebe zekatını vermemiş.Bunun üzerine Peygamberimiz vay Sa'lebe diye buyurmuş.İşte bu sebeple söz konusu ayeti kelime nazil olmuştur. Daha sonra Sa'lebe zekatını bizzat kendisi Peygamberimize getirmişse de Peygamberimiz,Allahu Teala beni senin sadakanı kabulden men eyledi diye buyurmuş.Peygamberimizin vafatından sonra Sa'lebe zekatını Hz.Ebubekir'e ve Hz. Ömer'e vermek istese de bu iki halife de onun zekatını kabul etmemiş. Sa'lebe Hz.Osman zamanında helak olmuş.
Ulema,Sa'lebe kıssasını farklı tariklerle rivayet etmişlerdir.Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. Çünkü ilk devirde tefsir hadis ilmi çerçevesinde mütala edilmekteydi. Esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım ışığında Sa'lebe kıssasını değerlendirecek olursak:
1.İlk olarak Sa'lebe kıssası rivayetleri hadis usülü açısından tenkit edilmelidir.
2.Rivayetler tasnif edilmelidir.
3.Tarih ilminden faydalanılmalıdır.
4.Kur'ani bütünlük ve siyak ve sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
Esbab-ı nüzul tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken konu Kur'an-ı Kerim'in soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış yaşanabilir ve yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi olduğudur.Esba-ı nüzul rivayetleri ile yazılacak orijinal tarih, nüzul asrını en sahiy şekilde izleme imkanı verecektir.Tefsir için yapılan Esbab-ı nüzul rivayetleri ile yazılacak düşünülmüş tarih de çok sayıda Kur'an-ı Kerimi anlamak isteyen insanın bakış ufkunu açacaktır.
Hamdi KARANFİL
Öğrenci No: 14912718
Tezli Yüksek Lisans
KUR’AN ve BAĞLAM
Kur’an tüm insanlığa hitab eden , tilavetiyle gönüllere tesir eden,
muhteviyatıyla ilim ehlini kendine aşık eden ilahi bir kitaptır.Bu sebeple
Kitabın lafzını okumaktan maksat muhtevasını ve anlamını ve vermek istediği
mesajı anlamak ve anlaşılan mesajları insanın hayatına aktarması ve neticede
insanın insani ve İslami evrensel değerlerle hayatını tanzim
edip , dünya ve ahirette huzuru elde etmesidir..Kur’an bu gerçeği şöyle
dile getirmektedir.
كِتَابٌ
اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا اٰيَاتِهٖ وَلِيَتَذَكَّرَ
اُولُوا الْاَلْبَاب
“Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar
diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (SÂD suresi 29. ayet) Bunun için
en önemli mesele ayetleri doğru anlama, kavrama meselesidir.Kur’an-ı doğru anlama adına yararlanabileceğimiz
sahalardan birisi de esbab-ı nuzul konusudur.Sahabe, tabiun ve tebe-i
tabiin’den olan müfessirler Kur’an-ı özellikle esbab-ı nuzul ile tefsir etmişlerdir.Hatta başlangıçta tefsir
ilmi esbab-ı nüzulu bilmekten ibaretti;
denilmiştir.Yalnız bu konudan azami olarak istifade edebilmek için, bu
sahada eser veren Prof.Dr.Ahmet Nedim Serinsu hocamızın “Kur’an
ve Bağlam” kitabının iyi mütalaa edilip
okunması ve esbab-ı nüzul ile ilgili gerekli olan
uyarılarını ve önerilerini dikkate almak
gerekmektedir.Bu gerçeği hocamız
kitabında, “Çalışmamızın Kur’an-ı Kerim’i anlama gayreti içerisindeki
araştırmacılara esba-ı nüzulden nasıl faydalanacakları, hangi ilkeler
doğrultusunda rivayetleri değerlendirecekleri
hususunda yararlı olacağı kanaatini taşıyoruz”
ifadesiyle dile getirmiştir.Bu sebeple
bizler de hocamızın “Kur’an ve Bağlam” kitabından istifade ederek,
anladıklarımızı kısaca özetlemiş olduk.
İnsan hayatına yön vermek, anlam vermek için var olan Kur’an-ı
Kerim’i anlama çabasında esbab-ı nüzulün teorik temellerini bilmek ve onun
ilkelerine uymak gerekmektedir.Bu sebeple Esbab-ı nüzul rivayetlerinin geçmişten günümüze bir nevi muhasebesinin
yapılması, konuyla ilgili kavramların
tanımlanması ve bu konuda yapılan hataları ortaya koymakla düşülebilecek
yanlışlıklara dikkat çekme ve esbab-ı
nüzul olgusunu günümüze nasıl taşınabileceği konusu araştırmanın amacı olarak
ifade edilmiştir.
KUR’AN İLİMLERİ VE ESBAB-I NÜZUL İLMİ
Kur’an ilimleri kavramının
aydınlanması esbab-ı nüzul ilminin, onun bir dalı olarak, açıklanmasına
ve daha net bir şekilde tanımlanmasına imkan verecektir; yani esbab-ı nüzulu ,
içinde bulunduğu bütünlük
çerçevesinde görebilmek mümkün olacaktır.Kur’an müslümana yaşam boyu eğitimi
zorunlu kılmaktadır.Bunun bir neticesi olarak ilk eğitim faaliyeti Suffede
başlamıştır.Hz Peygamberve sahabe döneminde, Hz Peygamber ve nuzule şahit
olanlar hayatta olmaları sebebiyle Kur’an ilimlerinin telifine gerek
duyulmamıştı.Sahabe döneminin sonlarına doğru Kur’an’ı Kerimin ulaştığı
sınırlar Kuzey Afrikadan Azerbeycan’a kadar ulaşıp, arap olmayan kavimlerin
Müslüman olmasıyla kültürel etkilenmeler başlamıştı.Böylece Ulumu’l Kur’an’ın
tedvini için gerekli ortam oluşmuştu.Mushafın çoğaltılması ile kıraat ilmi ve
resmu’l Kur’an ilminin ilk ele alınan ilimler olduğu bilinmektedir.Kur’an’ın
lügavi yönden ele alınması ise Ebu’l Esved ed-Düeli’nin Kur’an’a noktalama ile
hareke koymasıyla başladı böylece İ’rabu’Kur’an ilmi neşet etmiş oldu.Böylece hicri
I.asrın sonlarından itibaren Kur’an-ı Kerimle ilgili ilimlerin tek tek ele alındığı görülmektedir.Bu ilimler
aynı gayeye yöneldikleri için
birbirlerine geçmiş halde bulundukları bir hakikattir.Bu sahada Kur’an
ilimlerinin tek eserde muhtasar olarak toplanmasını sağlayan hicri VIII.asırda
Zerkeşi’nin telif ettiği ,(794/1391) “el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an” adlı
eseridir.Onun takipçisi Suyuti ise” el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an” adlı eseri
telif etmiştir.
Kur’an ilimleri Kur’an’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı
olmayı gaye edinen bir bilgi alanı olması hasebiyle tefsir ilmi ile meşgul olan
kimse, Kur’an ilimlerinden yararlanmak mecburiyetindedir.Esbab-ı nüzul ilmi ise
nakli ilimlerdendir.Bilgin sahabe tarafından tabilere öğretim yoluyla sözlü
olarak aktarılmıştır.Esbab-ı nüzul ilmi ilk dönemlerden itibaren Kur’an ilimleri arasında ayrıcalıklı
bir konuma sahip olmuş, bu ilmi bilmek Kur’an-ı Kerim’i anlamakla ve bilmekle
eşdeğer tutulmuştur.
Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya ,
vukuu bulduğu günlerde , bir veya daha fazla ayetin tazammum etmek, cevap
vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil
olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i
nüzul denir.Esbab-ı nüzul rivayetlerinin
ilk kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değildir.Hadis mecmuaları
tefsirlerden önce telif edilmiş ve bu
eserlerin bir babı da tefsire ait olmuştur.Bu bablar genellikle sebebi nüzule
tahsis edilmiştir.
Esbab-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir.Dolayısıyla bu alanda ictihada veya imal-i fikir etmeye
mahal yoktur.Yani nüzul sebebi akılla edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme
veya görme suretiyle bilinebilen ve
sahabiden gelen rivayettir.Kur’an’ın anlaşılmasında ilk gruptaki rivayetler
nass teşkil etmektedir.Tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri ise insani
yapıp etmeleri yansıtmasınve ayetteki manalara çeşitli vechelerden bakma
fırsatı vermesi açılarından değerlendirilmelidir.
Esbab-ı nüzülde , nüzule
sebep olan hadise dolayısıyla inen ayetin bu hadiseye has mı olduğu, yoksa umum
mu ifade edeceği meselesi ile taaddüt ve taahhür mesleleri problemli
meslelerdendir.Birçok nüzul sebebi dolayısıyla bir ayet nazil olmuş ise buna
sebebin taaddütü, birkaç ayet tek sebep için inmiş ise nüzulun taaddütü
denilir.Tekrar tekrar nazil olan ayet, şanının yüceliğini vurgulamak, taşıdığı
manaların unutulmaması gerekliliğini hatırlatmak hikmetine binaen
indirilmektedir.Böylece benzeri her sebepte , olayda bu ayetin muhtevasına
dikkat çekilmiş olmaktadır.
Esbab-ı nüzülde nüzule sebep olan hadise dolayısıyla inen ayetin bu
hadiseye has mı olduğu, yoksa umum mu ifade edeceği meselesine gelince bu
konuda genel ilke “Muteber olan lafzın
umumudur, sebebin hususu değildir.”Hüküm nasslara, nasların şümulündeki
hükümlere göredir; yoksa hüküm nasların varid olmasına vesile teşkil eden
sebeplere göre değildir.Alimlerin ekseriyeti hükmün, sebebin hususiliğine
değil, lafzın umumiliğne göre olduğunda icma vardır demektedirler.Hz Peygamber
zamanından beri sahabe ve müctehit imamların anlayış ve tatbikatı bu olmuş ve
buna hiçbir zaman karşı çıkan olmamıştır.Çünkü hüccet nassların kendisidir,
sebepleri değildir.Esbab-ı nüzul rivayetleri Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında
araç olarak kullanılmalıdır.Nüzul sebebi olan soru veya hadiseleri , tahsis
vasıtası olarak değerlendirmek bazı problemlere neden olabilir.
.
Esbab-ı nüzül ilmi Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında önemli bir
disiplin olan münasebet –insicam ilmine de, işlevini yerine getirmede yardımcı olmaktadır.Surenin
hangi gaye ile indiğini bilmek, bu gayaye götüren öncülleri araştırmak,
Kur’an’ı Kerim’deki
münasebet-insicamı tesbit için
önemlidir.Bu ise nüzul sebeplerine vakıf olmakla mümkündür.Kur’an’ı Kerim’in
genel mesajı kavranmalıdır.Zaman mekan şahıs unsurlarının ötesinde insani örnek
oluşturan , insan hayatının canlı, somut yönü, bu genel mesaj çerçevesinde ele
alınmalı ve üzerinde düşünülmelidir.
Tefsir rivayetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerimizin birçoğu
ilmi yeterliliklerine, salah ve takva ehli oluşlarına rağmen zayıf, garib,
münker ve israili birçok hadis zikretmişlerdir.Hatta mevzu hadis dahi
naklettikleri vakidir.O halde alimlerimizin bir tefsir haberini eserlerinde
rivayet etmiş olmaları , o rivayetin sıhhatine delil teşkil etmemelidir.Tefsir
kitaplarındaki bu tefsir ve esbab-ı nüzul rivayetlerinin tenkidinde
kullandıkları senet ve metin tenkidi
kurallarının sıkı eleğinden
geçirilmesi bugün zarurettir.Böylece tefsir kitaplarında kalmaya hakkı olmayan
pek çok rivayet temizlenmiş olacak ve Kur’an’ı Kerimdeki bir ayeti anlamak için
tefsir kitaplarına bakan kimseler, onlarla karşılaşıp hiçbir esası olmayan
haberlerle meşgul olmaktan kurtulmuş olacaklardır.
KUR’AN’I KERİM ‘İN
ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRMESİNİN SONUÇLARI
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında
esbab-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinin başında senetsiz
rivayetlerin bir dönem mevcut olaması
gelmektedir. Esbab-ı nüzul rivayetlerinde kusur en fazla senette
bulunmakal beraber, bu kusurun metinde de bulunabileceğini söylemeyi ihmal
etmeyen münekkit alimlerimizin tesbit ettiği ilkeler çerçevesinde bütün sebebi
nüzul rivayetleri tenkide tabi tututlmalıdır.Böylece hangi rivayetlere itimad
edilbileceği bilinmiş, mevzu olanlar ayıklanmış olur.
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında
esbab-ı nüzulün rivayetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi ise rivayetlerin tasnifine
dikkat etmeme ve rivayetlerin karıştırılmasıdır.Tasnif olarak rivayetler;
a.Esbab-ı nüzul rivayetleri
b.Tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri
olarak iki nevi halinde incelenmesi en makul yol olarak
gözükmektedir.
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında
esbab-ı nüzulün rivayetler açısından yetersiz kalmasının diğer sebepleri de rivayetlerin sıygalarına
dikkat göstermeme yanlışlığı, sebebi nüzulun nass olarak umum değilde husus
ifade ettiği şeklinde anlaşılması çabaları ve bir ayet için birçok
rivayetbulunması sebebiyle ortaya çıkan nüzulün taaddütü ve veya taahhürü
meselesidir.
Esbab-ı nüzul rivayetleri aslında Kur’an’ı yorumlamada zengin
malzeme kaynağıdır.Fakat rivayetlerin karıştırılması bir sorundur.Nüzul asrına
ait olan rivayetle, tefsir için olan rivayet ayrılmalı idi.Bu tür rivayetler
yorum zenginliğine imkan veren uyarıcı ve hatırlatıcı bir konum ifade etmelidir.Yoksa
tayin edici rol yüklenmeleri yorum zenginliğine engel teşkil edecektir.
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında
esbab-ı nüzulün rivayetlerinin değerlendirilmesi sırasında istismara
tevessül edilebildiği bir vakıadır.Her ayet bir
nüzul sebebi arama çabaları, senetleri hzfederek rivayet edilmesi, esbab-ı
nüzul rivayetlerinin tasnif edilmemesi,rivayet sıygalarına dikkat edilmemesi,
tarih ilminden yararlanılmaması esbabı nüzulün istismara açık yönleridir.
Bir hadise veya soru
sebebiyle inzal olunan ayet Müslümanlara belirli görevleri bildirmektedir.İşte
sebebi nüzulun bize ulaştırdığı hadise, durum veya soru, insan hayatının ve
varlık koşullarının evrensel boyutudur.Çünkü nered ve ne zaman insanla karşılaşsak , orada onun
fenomenleriyle karşılaşmaktayız.Yani nuzul asrı insanının insan olma bakımından
yapıp etmeleri ile çağımız insanının yine insan olma bakımından yapıp etmeleri
temelde birliktelik arz eder.
EBAB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir.Esbab-ı
nüzulu bilmeden de Kur’an’ı anlamak mümkündür.Kur’an’ı Kerim’in özünü, bir
bağlam bütünü olarak genel anlamını, mesajını tanımak ve kavramak
mümkündür.Yani insan, Kuran’ı bir hidayet rehberi olarak kendisine sunduğu
mesajın temel ilkelerini, genel anlamını
kavrayabilir.Yani ayetler sebebi nuzulü bilinmeden de anlaşılabilir.
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında
esbabı nüzul rivayetlerini değerlendirirken hadis metodolojisinden
yararlanarak yapılacak tenkit, senet metin bütünlüğü içinde yapılmalıdır.Hadis
Usulü ilmi bunu gerektirmektedir.Çünkü senet metin ikilisi bu ilmin bütün
meselelerini ilgilendirmektedir.Bu sebeple seneden bahsederken metin; ve
metinden bahsederken sened ihmal edilmiş olmaz.Sened, daha önce vurgulandığı
üzere, bir araçtır.Hedef ise hadisin sıhhat derecelerini tespit ederek sahibini
mevzuundan ayırmaktır.
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında
esbabı nüzulun rolü açısından Kur’an’ın bütünlüğü kavramına bakıldığında
sadece bir vecih ön plana çıkmaktadır.Bütün olarak Kur’an’ı Kerim.Bu vecih
diğer vecheleri de kapsayan , içeren bir niteliğe sahiptir.Yani Kur’an’ın
bütünlüğü kavramının en geniş olan vechesi budur.Kavrama dahil olan bütün
vechelere şamildir.Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik manada varlık
kazanır.Bu konu nuzul rivayetlerinin tasnifiyle beraber düşünülmelidir.
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında
ayetlerin siyak ve sibak olgusu Kur’an’ı Kerim’in bütünlüğü içerisinde
görülür.Bağlam olgusu mantıki bir gerçekliktir.Burada söz konusu edilmesi
gereken, anlaşma araçlarının tümü olarak dil ‘in insan topluluğundaki
etkilerini nasıl gerçekleştirdiği sorusudur.
Kur’an’ı Kerim insanın sadece tarihi varlık koşulu ile değil bütün varlık koşulları ile uyumlu
ve o koşullara cevap veren bir ilahi mesajdır.Yani o, Kur’an’i kavramı ile
fıtrata hitap eden, insanın fıtri ihtiyaçalrını en mükemmel şekilde göz önünde
bulunduran bir kitaptır.Bu son derece olağan durumun asıl nedeni insanı
yaratanve Kur’an’ı Kerim’i inzal eden arlığın tek ve bir Yüce Allah olmasıdır.
SA’LEBE KISSASI
Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya ,
vukuu bulduğu günlerde , bir veya daha fazla ayetin tazammum etmek, cevap
vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil
olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i
nüzul denir.
Sa’lebe kıssası Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul’e
yeni bir yaklaşımın ilkelerini bir sebebi nüzul rivayeti üzerinde tatbik
etmektir.Buradan da esba-ı nüzul’ün aktüel değerini tesbit etmektir.
Hemen her müfessirin Tevbe süresi 75. Ayetin
nüzul sebebi olan Sa’lebe kıssası, bilinen bir kıssa olup özetle şöyledir:
Sa’lebe efendimizin huzuruna gelmiş:
-‘’Ya Resul Allah, Allah’a dua et de bana çok
mal versin’’ demiş.
- Hz. Peygamber de :
-Ya Sa’lebe!hakkını eda ettiğin az, takat
getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır’’ diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini
tekrarlamış ve demiş ki:
-Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana
çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.
Bunun üzerine Efendimiz dua etmiş, o da bir
davar edinmiş. Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış.
Bir vadiye yerleşmiş ve böylece cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile
uzaklaşmış. Bunun üzerine Hz. Peygamber sual buyurmuş, denilmiş ki :
-Malı çoğaldı, vadi almaz oldu.
Hz. Peygamber: -Vay Sa’lebe ’ye! buyurmuş
ve sadakaları toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara
sadakalarını vermişler. Ancak Sa’lebe ‘ye Hz. Peygamber’in farzlarını
açıklayan fermanını okuyup sadakayı istediklerinde :
‘’Bu cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi,hele siz
gidin de düşüneyim’’ demiş. Tahsildarlar dönüp Resulullah’a geldiklerinde, daha
onlar bir şey söylemeden iki kere vay Sa’lebe’ ye buyurmuş. İşte bu sebeple bu
ayetler nazil olmuş. Sonra Sa’lebe sadakayı alıp kendisi getirmiş, fakat Hz.
Peygamber:
-Allah Teala beni senin sadakanı kabulden men
eyledi. diyerek kendisi hakkındaki hükmü açıklamış.O zaman Sa’lebe başına
toprak saçmağa başlamış, Hz. Peygamber de :
-Bu senin amelindir. Emrettim itaat
etmedin.şeklinde cevap buyurmuş.Sa’lebe, zekatını Hz. Peygamber’in irtihalinden
sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr’e, Hz. Ömer’e getirmiş onlar da kabul etmemiş.
Sa’lebe daha sonra Hz. Osman zamanında helak olmuş.
Kıssa sire ,rical, tarih, hadis, tefsir
kitaplarında yer almış. Kıssanın gerçek olduğu veya gerçek olmadığı
açıklanmış. Bu kıssa Tevbe 75. ayetinin anlaşılmasında bize pek müşahhas bir
kanaat vermemiştir. Kur’an’ın anlaşılmasında yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu
açıktır. Bu yeni yaklaşım yapılırken
-Hadis usulü açısından tenkid edilmeli
-Rivayetler tasnif edilmeli
-Tarih ilminden faydalanılmalı
-Kur’ani bütünlük ve siyak-sibak bağlamında
değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak, Sa’lebe kıssası, aynı ayet için
zikredilmiş, ibareleri birbirinden farklı esbab-ı nüzul
değerlendirmeleridir.Yapılan izahlardan anlaşıldığı üzere “bu ayet bu hadise dolayısıyla inmiştir.” Denilmesi isabetli
bir değerlendirme olarak gözükmemektedir.Sa’lebe kıssaı , rivayet
kalıplarınında gösterdiği üzere ikinci
tür esbab-ı nüzul rivayetlerindendir.Yani bu kıssada nakledilen olay nuzul
ortamında cereyan etmemiştir veya etmişse bile ayetin nüzulüne sebep
olmamıştır.Bilahere ya sahabileri ya tabiiler, ya tebe-i tabiiler veya
müfessirler tarafından bu ayetin anlaşılmasında
değerlendirmişlerdir.
Nticede “Esbabı nüzul tefsir rivayetlerinin
bilgisayar teknolojisinin imkanlarından yararlanarak toplanması gerekli olup,
bu gayeyi gerçekleştirecek malzeme kültür mirasımız elde mevcuttur.Ancak bu
fertlerin değil müesseslerin ve kurulacak enstitülerin çatısı altında çağın
imkanlarından yararlanan bir alimler grubunun gerçekleştireceği bir proje
olarak düşünülmelidir.”görüşünü bir öneri olarak hocamız sunmaktadır.
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
Tarihsellik ve tarihselcilik terimleri, Batıda
17 ve 19. Yüzyıllarda tabiat ilimleri ile beşeri ilimler arasındaki zıtlık,
epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır. Tarihsellik kavram olarak, tarihi oluşturan insanın tarih ile
ilgili yaşam tecrübesinden elde ettiği bilgidir. Bir başka ifadeyle
tarihsellik, insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan imkan ve yetenekleri ile
bizzat yaşadığı, hayata geçirdiği bir vakıa ile tarihle ilgilidir.
Kur’an’ı Kerim insanı ana konu ve insana
hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihsellik bağlamında temel
karekteristiğini ortaya koymuş olmaktadır.Çünkü insan her zaman geçmişe mal
olacakbir şimdinin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye,
aynı zamanda, bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce
neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır.Bir başka deyişle insan, tarihsal
bir varlıktır ve bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir.Kur’an, insan ve
tabiat arasında bir ilişkiye işaret eder. Birbirinden ayrı tutmaz. Her ikisi de
fıtratlarına uygun hareketi vahiyden alır.Kur’an’ın ana muhatabı insan oluşu ve
onu doğru yola iletme ana gaye edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında temel
karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple Kur’an; geçmişi,yaşanılan
zamanı , ve geleceği bir bütün halinde ele alır. Bunu da hemen hemen her sürede
ele alır. İnsanın tarihsel bir varlık olduğunu bunun da insanın varlık
koşullarından biri bulunduğunu belirtir.
Hayatta sürekli olarak yeni gerçekler, yeni
durumlar ortaya çıkar.Bunları biricik tarihsel gerçekler olarak ele almak
mümkün olmadığına göre hayatın tarihsel esasını, temelini açığa çıkarmak
gerekir.Kur’an’a göre hayatın tarihsel esası ve temeli ise geçmişi, yaşanılan
zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahası oalrak görmesidir.İşte esbab-ı nüzule bu bağlamda yaklaşırsak onun Kur’an’i bütünlüğe
ait bir olgu olduğunu görürüz.Bu sebeple esbab-ı nüzul, Kur’an’ı Kerim’i onun
anlaşılması meselesinde tarihsel bir görüş açısı içine koyar.
Prof.Dr.Ahmet Nedim Serinsu hocamızın “Kur’an ve Bağlam” kitabının
esbab- ı nüzul konusunda yeni bir bakış açısı getirdiğini, ve bu konuda büyük
bir boşluğu doldurduğunu görmekteyiz.Bu vesileyle hocamıza çok teşekkür ediyor
ve çalışmalarında başarılar diliyor, kendisine, ailesine ve sevdiklerine
sağlık ve huzur dolu bir ömür geçirmesini Yüce Allahtan niyaz
ediyoruz.
Fahriye erdoğmuş 14912714
Yüksek lisans
KUR’AN VE BAĞLAM
esbabı
nuzül vahyin başlangıcndan itibaren kuranın anlaşılması noktasında üzerinde
önemle durulmuş hatta başlngıçta tefsir, esbabı nuzulun bilinmesiyle
özdeşleşmiştir.kitabta bu konu bütüncül bir içimde ele alınmaya çalışılmış ve
günümüze nasıl taşınırın cevabı aranmıştır.kitabımız konuyu esbabı nuzulun
bilgisini ele alarak ve esbabı nuzulu
kuranın anlaşılmasına hasrederek sınırlamıştır. klasik kitaplarda bu konu esbabı nuzulun faydalarını sıralarken bu
kitap ,konu etrafında teorik temellerinin bilinip ona uyulmasını esas almıştır.
1. bölüm
esbabı
nuzul konusuna girmeden bu konunun bir
üst başlığı olarak kur’an ilimleri konusu ele alınıp bu ilimler içindeki esbabı
nuzulun yeri ele alınmıştır.
oku
emriyle başlayan bir dinin peygamberi olan rasulullah efendimiz ilmin öğrenilip
öğretilmesine bir maarif politikası olarak önem vermiştir.kuranı hem hali hemde
kavliyle açıklayan efendimiz (sav)öğretirken anlaşılıp yaşanmasını ön planda
tutuyordu.bu dönemde ashab kuran mesajını anlayabilmekte ve anlayamadıklarında
soracak kişileri bulabilmekteydiler.kuran ilimleri tabiri kullanılmasada
peygamber ve ashabı tarafından bilinmekteydi.
sahabe
dönemindede bilgilerin rivayet yöntemiyle aktarıldığını görmekteyiz.bu dönemde
kuran ilim ve amel yönleriyle beraber öğretilmektedir.
hicri
1. asrın sonlarından itibaren kuran ilimlerinin tek tek ve münasebet düştükçe
ele alındığını ve konunun derinlemesine işlendiğini görürüz.bu konuları ulumul kuran başlığı altında ilk toplayan el
burhan kitabıyla zerkeşi olmuş, onu da suyuti takip etmiştir.
suyutî kur’an ilimlerini üçe ayırır: allahın zatına mahsus eylediği kısım, peygamberin öğrettiği kısım ve
peygamberin öğretmekle birlikte kitab’ına açık-gizli yerleştiği ve öğrenimi
açık emir buyurduğu kısım.
şatıbi
ise kuran ilimleri kavramından kurana izafe olunan ilimler olarak bahsederek
kuranın anlaşılmasında araç ve yardımcı ilimlerden bahsederek ,bu gruptan
olmayacak ilimleri (razi ve ibn rüştün felsefeyi katması gibi) bu gruptan
sayanları eleştirir.
kuranın
anlaşılmasında farklı ilim dallarından faydalanılsa da (fizik-kimya-psikoloji
gibi) bu ilim dallarını kuran ilimleri arasında değil ,anlaşılması konusunda
yardımcı ilimler olarak değerlendirilir.
tefsir
ilmi: kur'ân-ı kerîm'i her
bakımdan (gramer, belâgat, tarih vs.) tetkik edip açıklamaya ve bildirmeye
yarayan ilimdir. bu ilmin de konusunu kur'ân-ı kerîm teşkil eder.
kuran
ilimleri ve tefsir ilimleri birçok eserde birbirlerinin yerine
kullanılmıştır.zerkeşi konuları bir bütün olarak kitabında toplamasıyla
aralarındaki fark ortaya çıkmıştır.tefsir; tefsir yapacak kişinin bilmesi
gereken bilim olarak daha hususi bir anlam taşırken kuran ilimleri, daha umumi
bir anlam yüklenmiştir.
kuran
ilimleri arasında esbabı nuzul ise vahyin başlangıcından itibaren kuranın
anlaşılması ve yaşanması konusunda öncelikli yerini almış ve alimlerimiz
konuyla ilgili ana kaideleri , ilkeleri ve nuzul rivayetleri hakkında
söylenmesi gerekenleri ele alıp incelemişlerdir.
esbâb-i nüzul ilminin tanimi
esbab-i nuzul
ilmi tanimi,doğuşu ve gelişimi
“sebeb “
kelimesinin sözlük anlamı,ip, halat, bağ, yol gibi manalara gelir.
bir ayetin
sebebi nuzulunun oluşu o ayetin o hadise
sebebiyle indirildiği anlamına gelmez.çünkü kuran hidayet rehberidir.
alimler sebebi
nuzulu için farklı tanımlar
yapmışlardır.ama kapsamlı bir tanım olarak
: vahy ortamında peygamberimizin yaşadığı bir olay yada ona yöneltilen
bir soru karşısında ,cevap vermek yada hükmünü açıklamak üzere vahyin inmesine
sebeb olan olayı resmeden hadiselerdir diyebiliriz.
tedrici inen
ayetleri sahabe anlamakta zorluk çekmiyor yeri gelince arap şiirlerinden
faydalanmasını biliyorlardı. sahabe açısından ayetlerin hangi şatlarda indiğini
bilmek önemliydi.ibn abbas sebebi nuzullerin kaynağı olarak bilinen bir
sahabiydi.tedvin dönemine gelindiğinde ilk tefsirlerin rivayet ağırlıklı olup
tefsire sebebi nuzulle başlamaları adet haline gelmişti. ama esbabı nuzulun ilk
kayda geçirilmesi hadis kitapları vasıtasıyladır.
esbab nuzul
kitaplarının müstakil olarak telif edilmeleri ali b. el-medini (234/848)ile
başlar.şu an elimizde matbu olarak bulunan en eski olanı ise “esbabu’n-nuzul”
adlı kitabıyla vahidinindir.vahidinin bu eserini “lubabu’n-nukul” isimli
kitabıyla suyuti takip eder.
esbab-i nüzulü bilmenin
yolu
nuzul sebebi
akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece rivayet yoluyla sahabeden
öğrenilen bir ilimdir. esbab-ı nüzulde ictihada ve fikir
beyanına mahal yoktur. ancak işitme ve görme yoluyla sahabilerden gelen
rivayetlerle bilinebilir. bu da efendimizden gelmiş olarak addedilir. demek ki
sahabiden nakledilen sebeb-nüzul rivayeti onu bilmenin yoludur. suyuti bu
olguyu, sahabenin, olayları kuşatan şartları bilmekle elde ettiklerini söyler.bu rivayetler rey ve ictihatla
bilinemeyeceği ilkesiyle rasulullahtan bildirilmiş kabul edildiğinden hükmen
merfu addedilir.yani suyutinin tabiriyle ictihada imkan bulunmayan
alanlardandır.
sahabenin merfu
olarak rivayet ettikleri esbabı nuzul hadislerini tabiun neslinin onlardan
nakilleri mürsel hükmündedir.
esbabı nuzul
rivayetleri sigaları
sebebi nuzulun
kavramsal tanımı ile rivayet sigaları arasında bir bağ vardır ve bu bağ mutlaka
kurulmalıdır.
rivayet
sigalarını iki ana başlıkta incelersek;
1-sebeb ifade
etmede nass olan rivayetler (“sebei nuzul “ terimi çerçevesi içinde kalan
rivayetlerdir.
2- sebeb ifade
etmede nass olmayan rivayetler.kelamın gelişinden nuzul sebebi rivayeti olduğu
anlaşılmayan,ihtimal dahilinde yada tefsiri olan rivayetlerdir.
esbabı nuzul
rivayetlerinin tasnifi
vurudu
itibariyle tasnif; bu ya soruya cevap
olarak yada bir hükmü beyan maksadıyladır.
hadis usulunde
rivayetlerin tenkid edilmesinde uygulanan yönteme gore yapılan bir tasniftir.
şah veliyyullah
dihlevinin tasnifi; şah veliyyullah dihlevinin tasnifi ise esbabı nuzulden bilinmesi gerekli olanlar ve olmayanlar olarak
ayrılmıştır.
tahir. aşurun
tasnifi ise ;nuzul ortamına ait olup olmama bağlamında sebeb olamada nass olan
yada tefsir olan olarak değerlendirebiliriz
esbabı nuzul
rivayetlerinde ihtilaf
bu konu tefsir
ilminin geneli içinde ele alınır.
tefsirde iki türlü ihtilaf
vardır:
- nakle dayanan ihtilaf: sahih, zayıf ve uydurma haberlerden
kaynaklanan ihtilaf.
- istidlalden doğan ihtilaf: nakle dayanmayan ve akılla (re’y
ve ictihadla) yapılan yorumlardan kaynaklanan ihtilaf.
esbab-ı nüzul
rivayetlerinde ihtilaf edilmesi iki temel sebepte toplanabilir:
- her âyete sebep arayanların tutumları
sonucu oluşan zaman israfı
- esbâb-ı nüzul rivayetleri nüzul ortamına ait olanlar
ve tefsir için olan rivayetletin ayrştırılmaması.
esbâb-ı nüzulle ilgili meseleler
esbâb-ı nüzul ilminin
alanı dahilinde bazı problemli hususlar vardır. bunlar taaddüt ve taahhür
meseleleri birde nüzule sebep olan hâdise dolayısıyla inen âyetin bu hâdiseye
hâs mı olduğu, yoksa umum mu ifade edeceği meselesidir.
taaddüt meselesi;
rivâyetlerin arasını te’lif edemeyen veya birini tercih edecek sebep bulamayan
âlimler, bu âyetler için nüzulün taaddüt ettiği tezini öne sürmüşlerdir.
nüzulün taaddüt ettiğine dair rivâyetlerde iki türden bahsedilmektedir. birçok
nüzul sebebi dolayısıyla bir âyet nâzil olmuş ise buna “sebebin taaddütü”
denilmektedir.burda nazil olan ayet tekrar indirilmiş olduğu kabul edilmektedir
tersi bir durumda, yani birkaç âyet tek sebep
için indiği durumda da“nüzulün taaddütü” olarak ifade edilmektedir.
hükmün veya nüzulün taahhürü
meselesi; bu konudan önce zerkeşi sonar suyuti bahseder. zerkeşi
nuzulun hükümden once olabileceğini söylerken suyuti buna sonrada olabileceğini ekler.
umum-husus meselesi; alimlerin
ekseriyeti hükmün, sebebinin hususîliğine değil, lâfzın umûmîliğine göre
olduğunda icmâ vardır demektedirler.
sebebin
hususiyeti görüşünü taşıyanlar ise hükmün aynı olan benzeri durumlarda sabit
olmasını kıyasla mümkün görürler.
esbab-i nüzulle ilgili
disiplinler (ilimler)
esbabı nuzul bazı
alanlarınkonusu veya malzemesidir. bunlar hikmet-i teşriiye, mübhemat, tenasüb
ve insicam. bu disiplinlerde esbab-ı nüzulden farklı olarak en önemli husus,
aklın, yani re’y-ictihad’ın söz konusu olmasıdır.esbabı nuzul ilmi kuranın anlaşılmasında önemli olan
münasbet-insicam ilminin işlevini yerine getirmede yardımcı olmaktadır . zira
surelerin gayesini anlamak sebebi nuzulunun bilinmesine bağlıdır.
mubhematul
kuran (anlaşılması belirli olmayan bazı kelimeleri açıklayan ilim
islam kültür
tariinde esbabı nuzul rivayetlerinin
değerlendirilmesine genel bir bakış
hz. peygamber
döneminde kuranın tefsir izahlarıyla yetinildiği malumdur.
ahmed b.
hanbelin “ üç şeyin(rivayette) aslı yoktur,tefsir melahim ve megazi” sözüyle bu
konudaki rivayetleri mercek altına almış ve bunu ibn teymiyye ,sıddiki ve fetteninin
yorumlarıyla bu görüşü
desteklemişlerdir.sonraki
devirlerde taberi gibi müfessirlerin bütün tefsir malzemesini eleme yapmadan
toplamış olmaları günümüz açısından bu konudaki rivayetlerin hadis tenkidçileri
tarafından sıkı bir senet ve metin tenkidi yapmaları gereğini doğurmuştur.
ıı. bölüm
kur’an-ı kerim’in anlaşılmasında
esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebepleri
1-rivayetler açisindan;bu sebeblerin en önemlilerinden biri hadîs usûlü açısından incelendiğinde
ulaşılan sonuçtur.bu konuyuda şu başlıklar
altında değerlendirebiliriz.
a-
mursel esbâb-ı nüzul rivâyetleri üzerine; bu konuda ilk olarak
sahabeden gelen yorumların hükmen merfu olup olmayacağı konusunda
ihtilaf edilmiş,ikinci olarakta her müsnet sebebi nuzul rivayetinin sahi
olamayacağının göz önüne alınması üzerinde durulmuştur.
b-
mursel esbâb-ı nüzul rivâyetleri üzerine; eğer sebeb-i nüzul rivâyetini nakleden mursil “sikâ”dan rivâyetle
irsâl’de bulunuyorsa bu mursel
(makbul).kabul edilir .
eğer, mursil, sikâ ve gayr-i sikâ’dan rivâyet etmekle maruf ise,
rivâyeti de hali meçhul olandan yapıyorsa bu mursel “mevkuf “olur.
sikâ râvilerin rivâyetlerine muhalif murseller ise “merdud”dur
c-
senedlerin hazfedilmesi;hadis tarihinde bir ara
senetsiz rivayetlerin varlığını biliyoruz.bu bilgiden hareketle hadislerin
tekide tabi tutulmaları gerekir.zira senedsiz rivayet edenler sayesindebu konu kıssacılara ve istismara
açık hale gelmiştir.
d-
rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme;bu konudaki rivayetlerin çokluğu ve gerektiği gibi
tasnifinin (nuzul ortamına ait olan-olmayan,sebebi nuzul-tefsir gibi)eldeki
malzelerin tasnifini zorunlu hale getirmektedir.
e-
rivayet sigalarına dikkat göstermeme
2-umumu hususileştrme
açısından.sahabeden itibren alimlerimiz nuzul sebebinin hususi oluşunun ayetin
umumiliğine engel olmayacağı konusunda cumhuru ulemanın görüş birliği vardır.
diğer bir görüş ise nass ne
şey üzereinmişse ona has iken diğerlerine şumulu kıyas iledir.
3-taaddüt-taahhur
açısından;taaddüt konusunu faydasız olduğunu cibrilin rasulullahla her ramazan
mukabele yapışını ve her gelişinde yeni ayetler indirdiğini delil getirerek kabul etmeyen alimler vardır.
taaddüdü kabul edenler
ise,allahu tealanın uyarı ,tenbih,dikkatleri çekme gibi hikmetlerle ihtiyaç
halinde olabileceğini savunurlar.
taahhur meselesi;bu konuda
taaddüt meselesine benzemekle beraber genelde yapılan tefsir taahhur olarak
algılanabilmiştir.
4-tarih ilminden yararlanma: esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biridetarihi gerçeklere aykırı veya uyumsuz
rivayetlerin varolmasıdır.
kur’an-i kerim’în anlaşilmasinda esbab-ı nüzul rivayetlerinin
doğurduğu olumsuz sonuçlar
yorum zenginliğine engel olması:
esbab-ı nüzul rivayetleri yorum zenginliğini şu şekillerde engeller; her ayete nüzul sebebi arama
çabaları,ayetin mana bakımından birçok veçhesi olabilir diye düşünmek varken
nüzul sebebi ile sınırlı kalma ihtimali,ayetin sebeb-i nüzulündeki olayın
çerçevesinde sıkışıp kalmaktır.
esbabı nuzul
rivayetleri kuranı yorumlamada zengin bir kaynak iken bunun
aksine nakilden öteye geçememe sebebi olarakta kabul edilebilmiştir.
kur’an-i kerim’in evrensel hedefi olan
kur’an-insan-hayat bütünleşmesini önlemesi:sebebi nuzulun bize kazandıracağı bakış açısından hareketle olaylara ve
hayata bu zaviyeden bakmayı öğretmesi asıl amaç iken,bu olayların penceresinden
bakışımızı genişletememizde sebebi nuzulden olumsuz yönde etkilenmemiz sonucuna
götürür.
. konunun istismar edilmesi: istismardan murad olunan ise esbâb-ı nüzul rivâyetlerini eserlerinde
çokça nakleden; tarihçiler, rivâyet tefsiri yazarları ve kıssacıların
kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmiş olmalarıdır.
her ayete sebebi nuzul
bulma çabası,senetlerin hazfiyle rivayet,tasnif etmeden ve rivayet sigalarına
dikkat etmeden yapılan rivayetler bu
cümleden kabul edilir.
istismarın en belirgin olduğuiki noktaise,şahısların
ebedileştirilmesi ve mezheb hareketlerine etkisidir.
ııı. bölüm
A-
esbab-ı
nüzul rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesi
B- esbâb-ı nüzule olan ihtiyacın sınırlarını belirleyen
ilkeler
genel ilkeler; 1-esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tamamını ihata etmek
mümkün değildir.
2- esbâb-ı nüzulü
bilmeden de kur’ân-ı kerîm’i anlamak mümkündür.
a. kur’ân-ı kerîm’i bütünlüğü
içinde okuyarak,
b. zahirinden gücümüzün
yettiğini anlamaya gayret ederek çözümü
özel ilkeler;a-arap dilinde kelamın anlaşılması birçok unsurn bir arada veya tek tek
düşünülmsine bağlıdır.anlamı yakalamaya delalet edecek birkaç şey kaçırılmışsa
kelamın anlaşılması bazı yönleriyle yada tamamen yitirilir.işte esbabı nuzul
buna benzer problemleri ortadan kaldırır.
b- zahir olan nassın
mücmel nass olarak anlaşılması şüphesi ve güçlüğünün bulunduğu haller
c- kur’ân-ı kerim’in anlaşılmasında
esbâb-ı nüzule ihtiyacı ilk planda kur’ân belirlemelidir. kur’ân-ı kerîm’i
okuyan veya dinleyen kimse bu eylemi sırasında âyet ve âyetlerde bulunan üstü
kapalı bir ifade (ima, telmih) hakkında manâyı yakalamak için bir bekleyişe,
arayışa giriyorsa o zaman sebeb-i nüzulü nakletmeye, olayı ayrıntılarıyla
anlatmaya ihtiyaç var demektir.bu
konuda sahabe döneminden bazı örnekler
ayetlerin yanlış anlaşılmasının önüne esbabı nuzulun bilinmesiyle
geçilebildiğini destekler niteliktedir.
esbâb-ı nüzul
rivâyetleri hadîs usûlü açısından tenkidi
a- esbâb-ı
nüzul rivâyetleri, rivâyet tefsirine ait olmak bakımından bu tefsirin zaaf
noktalarını taşır.
b. rivâyet
tefsirinde uydurma haberlerin çokluğu söz konusu ise bu esbâb-ı nüzul
rivâyetleri için de geçerlidir.
c. birçok
esbâb-ı nüzul rivâyetinin senetsiz veya kesintili senetle nakledilmiş olması
üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.
d. çeşitli
sapık mezheplere mensup kimselerin, kendi görüş ve kanaatlerine mesnet teşkil
etmek üzere vaz’ ettikleri sözleri hadîs ismi altında ileri sürmüş olmaları
rivâyet tefsirinde bir vakıadır. bu olgunun esbâb-ı nüzul için de mevcuttur.
hadîs usûlünde sahîh hadîslerle, merdud-mevzû haberlerin temel özellikleri ve
nitelikleri oldukça kesin hatlarla tespit edilmiştir. bu kriterlerden
yararlanarak esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ayıklamak icab eder.
e. bir
rivâyetin sebep ifade etmede nass olabilmesi ve nüzul ortamına ait olabilmesi
için musned-merfû olması lazımdır.
f. sahabenin
esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri sebep ifade etmede nass olmayan rivâyetlerdir.
bu kabil haberlerin hükmünün “mevkûf’ olduğu bilinmelidir.
g. tâbiûnun
esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri aynen sahabeninkiler gibi sebep ifade etmede
nass değildirler. bu kabil haberlerin hükmünün ise “mürsel” olduğu
bilinmelidir.
h. metin
tenkidi yapılmalıdır.metin hadîs’in, haberin aslını oluşturur. dolayısıyla metnin
nakledilmesine vasıta olan senedin tenkidi yapılır ve metnin tenkidi yapılmazsa
rivâyetin değerlendirilmesi, eleştirisi eksik kalacaktır. hadisçiler kur’ân’a,
meşhur sünnet’e, tarihî gerçeklere aykırı düşen, te’lif imkânı olmayan birçok
hadîsi reddetmişlerdir. bir hadîsin te’vile imkân vermeyecek şekilde akla,
hisse ve müşahedeye ters düşmesini mevzu hadisin emaresi olarak görmüşlerdir.
rivayetleri tasnif etme
esbâb-ı nüzul
rivâyetlerini iki grupta ele alabilriz.
esbâb-ı nüzul rivâyetleri; bu rivayetler âyet veya âyetlerin
gerçek nüzul sebebi olan kıssaları, nüzul asrında ve nüzul ortamında meydana
gelmiş hâdiseleri ihtiva ederler. sahabînin re’y ve içtihadı söz konusu
değildir.sened ve metin bakımından sıhhat şartlarını taşıyan musned-merfû
hadîslerdir, rivâyet sıygaları sebep ifade etmede nass olan
sıygalardandır.burada önemli bir husus da, rivâyetleri muayyen kişiler veya
olaylar sebebiyle nâzil olan âyetlerden söz etse bile, aslolanın “umum”
olduğunu unutmamaktır.
tefsir için
olan esbâb-ı nüzul rivâyetleri; kur’ân-ı kerîm’in anlaşılması amacıyla yapılmış nüzul
sebebi değerlendirmeleridir. bunlar nüzul asrında ve ortamında cereyan etmiş
olsa bile sonucunda âyetin inmesine sebep olmuş hâdiseler değildirler. bunlar
ya hz. peygamber’in, ya sahabe ve tâbiûnun yada müfessirlerein
(âlimlerin) yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleridir.
mütekaddimûn, tefsir için olan
esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ihtimal ifade eder üslûpta kaydetmişlerken,
müteahhirûn bu rivâyetleri sebep ifade etmede nass olan rivâyet kesinliğinde
anlamış ve kaydetmişlerdir. dolayısıyla bir âyet için birçok nüzul sebebi
zikretmişler; bu da bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
bu noktada esbâb-ı nüzul
rivâyetlerinin rivâyet sıygaları son derece önemlidir. sebep ifade etmede nass
olmayan rivâyet kalıplan sebep ifade etmede ihtimal belirtirler. bu da bu
kalıplarla yapılan esbâb-ı nüzul değerlendirmelerinin tefsir için olduğu
anlamını ortaya koyar.
kur’ân-i kerimin bütünlüğünün dikkate alinmasi
kur’ân-ı kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden yararlanırken asıl olan bütün olarak kuranın
gözönünde bulundurulması
gerekliliğidir.bütün olarak kuran,cümleler
ile oluşan bütünlük,teşrii bütünlük, surelerin dahili ve cümle ve sureler arası
bütünlük, siyak-sibak,tarihi bütünlük gibi kavrama dahil olan bütün vecheleri
içine alır. kuran kendisinden “ahsenel-hadis” sözlerin en güzeli olarak
bahsetmekle tek bir cümle gibi göstermektedir. müfessirlerin bir âyet
için birçok nüzul sebebi zikretmeleri, filan şahıs hakkında nâzil olmuştur gibi
ibareleri bütünlük çerçevesinde anlamak gerekir. aksi halde kur’ân-ı kerîm’in
anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden doğan mevcut problemler devam edecektir.
kur’ân-ı kerîm’in üslûbu kavranırsa bütünlüğü de dikkate alınırsa müfessirlerin
bu tavırları sağlıklı değerlendirilebilir.
siyak-sibak’in
göz önünde bulundurulmasi
siyak-sibakın
kavram karşılığı olarak günümüz türkçesinde bağlam, kontekst sözcükleri
kullanılmaktadır. bağlam olgusuna kur’an-ı kerim’in bütünlüğü içerisinde
bakıldığında siyak sibak gerçeği elbette görülecektir. çünkü bağlam olgusu
mantıki bir gerçekliktir. bir cümlenin kopuk bir
parçası anlamsız bir seslenmedir.gerçek bir cümle öğesi de görevini ancak cümle
bütünlüğünde yapabilir.
kurandaki siyak-sibakı görebilmeye imkan sağlayan
unsurlardan biri de esbabı nuzul bilgisidir.surenin veya ayetlerin nazil
olmasında ki sebeblerin bilinmesi siyak-sibakın bilinmesini mümkün kılmaktadır.
esbab-i nüzul ve
tarihilik kavrami
kur’an-ı
kerim ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve
tarihilik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır. insan tarihi bir varlıktır. yani yaptıkları ‘’şimdi’’ içinde
olup bitmez.yaptıkları zamanın safhalarına yayılmışlardır. bu yayılma
insanın tarihselliğini oluşturur.
esbabı nuzulun tarihi bir gerçeklik olmasıyla onun
tarihe bağımlı olması birbirinden farklı
şeylerdir. ikincisini kabul etmemiz mümkün değildir.
sonuç;netice itibariyle esbabı nuzul, kuranı kerimin
soyut bir düşünce olmadığının,aksine yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir
hakikat, bir hidayet rehberi olduğunun en büyük delilidir.
2. kitap
sa’lebe kıssası
bu çalışma kuranın anlaşılmasında esbabı nuzule yeni
bir yaklaşımın ilkelerini bir sebebi nuzul rivayeti üzerinde tatbik etmektir.
ilk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa
edildiği için, hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi
açısından da önem arz etmektedir. tevbe suresi 75. ayet hakkında sebeb-i nüzul olarak gerek hadis gerekse
tefsir rivayetlerinde sa'lebe bin hatıb'ın başından geçen olaylar
anlatılmaktadır. hadis ve tefsir rivayetlerinde bu konu oldukça şöhret bulmuş
sa'lebe bin hatıb adeta ayetle özdeşleşmiştir. hadis ilminin münekkdileri
hadisin zayıflığına işaret etmişlerdir. müfessirlerden taberi, yaşadığı dönemde
isnad ilminin gelişmesinden dolayı sahih ve zayıf pek çok malumat ve rivayeti
kaybolup yok olmasın diye tefsirine almıştır. rivayetlerin kritiğini ise
uzmanlarına bırakmış tefsirinin mukaddimesinde de bu hususa temas etmiştir.
kurtubinin de dediği gibi bu rivayet( salebe kıssası) müfessirler ve kussas
arasında meşhur olmuştur.
salebe hadisi hadis usulu açısından ele alındığında
senedinin zayıf olduğu,senede bulunan ali
b. yezid hakkında imam buharinin munkerul-hadis dediği ortaya
çıkar.(imam buhari “herkim hakkında munkerul-hadis demişsem ondan rivayet caiz
değildir demiştir”)
burada esbabı nüzul rivayetleri konusunda bir tasnife
gidilmesi gerektiği lüzumu açıkça kendini göstermektedir. zira müsned ve merfu
olan esbabı nüzul rivayetleri ile tefsir için olan esbabı nuzül
değerlendirmelerini birbirinden ayırmak gerekir.salebe kıssası ile ilgili
rivayetlere bakıldığında sebeb ifade etmede nass olmayan rivayet kalıplarının
da gösterdiği üzere ikinci tür tefsir için olan esbabı nuzül değerlendirmesi
türünden bir rivayet olduğu anlaşılmaktadır. yani bu olay sanılanın aksine
cereyan etmemiş, ayetin nüzulüne sebeb olmamıştır. rivayetin gerçek olmadığı hamidullah'ın
da belirttiği üzere; hicri 9.asrın tarihsel gerçekliğiyle bağdaşmamaktadır.
sa'lebe kıssasını,tefsirlerinde naklederek bu ayetleri
yorumlayan bir çok müfessir siyak-sibakı ihmal etmişler ve yanlış anlamalara
düşmüşlerdir. halbuki bağlam çerçevesinin kur'an ın anlaşılmasındaki yerine
özen gösterselerdi, tevbe suresinin bu ayetlerini doğru anlayacaklardı. çünkü
siyak-sibak münafıklardan bahsetmektedir. dolayısıyla ayet; bu bağlamda allah'a
ahdini bozan, ahdinin hilafına hareket eden ve bu eylemlerin sonunda da
kalplerine nifakın yerleştiği insan karakterlerinden bahsedildiği görülecektir.
sonuç olarak müfessirlerimiz, ilmi yeterlilik ve
takvalarına rağmen zayıf, garip , münker
hatta mevzu birçok rivayeti
nakletmeleri bu birikimin korunması amacıyla olmasından bu rivayetlerin
böylesine önemli tefsirlerde zikredilmiş olması sıhhatine delil teşkil etmez.
salebe hadisi bu ayeti bu kıssa içine hapsedilip
anlamının tahdidine yol açmıştır.
tarihsellik ve esbab-i nüzul
felsefeye ait bir kavram olarak tarihsellik;tarihle
ilgili edindiği tecrübelerin ve bu alana ilgili bütün durumların üzerinde
cereyan eden zihni faaliyetinin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere
işaret eden bir kavramdır. insanın tarih hakkında elde ettiği bilginin bir
boyutunu yani insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkan ve yetenekleri ile
bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumu ifade eder.tarihsellik kavramının
mahiyeti/seçikliği yani diğer varolanlardan ayıran niteliği değişmemekte ama
içeriği/açıklığı değişmektedir.
felsefeciler tarih üzerinde tasarımlarına ait bir
fikir olarak tarihsel olanın kendilerinde bıraktığı izlenime göre farklı
şekillerde ve her biri bir yönünü açıklayarak tarif yapmışlardır.
tarihselcilik kavramı batıda ilimlerin tasnifi ile ilgili olarak ,beşeri
ilimler-tabiat ilimleri ayrımı epistemolo çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkan
kavramlardır.halbuki islam beşeri ilimler ile tabiat ilimleri arasında organik
bir bağ görür. kur’an geçmişi, yaşanan
zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak
görmektedir.
yani
bakış açıları birbirinden tamamen farklıdır.bu farklılığı bilmeden kavramları
dile kazandırmak yanlış anlaşılmalara kapı aralayacaktır. kuran tarih ve tarihsel olanı insanın yaşam alanı olarak görür .insanın
tarihsel bir yapıda olduğunu ve bununda onun yaşam koşullarından biri olduğun
vurgular.
esbabı
nuzul kuranı onun anlaşılmasnda tarihsel bir görüş açısı içine koyar. esbabı
nuzul,kuran-insan insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp
etmelerdir.aslolan bu insan yapıp
etmelerden günümüz insanına yöneliki lkeleri tesbit etmektir.çünkü hayat
şekilleri değişse de insan ,insan karakteri, hadiseler, mes'eleler ve sorular
devam ediyor.
Kur’an ve Bağlam kıraati hülasası
Hafize ELDERŞEVİ Özel Öğrenci
Yüksek Lisans
Kur’an ilimleri, konusu her yönüyle Kur’an-ı Kerim
olan, Kur’an’la ilgili veya Kur’an’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan,
Kur’an’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi
alanıdır (Ahmet Nedim Serinsu, Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzulün Rolü,
54 – Şule Yayınları 1994).
Kur’an ilimlerinden Sebeb-i nüzul: nüzul ortamında
meydana gelen bir hâdise veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku
bulduğu günlerde, bir veya daha fazla âyetin, tazammun etmek (hadiseyi-soruyu
kapsayan nitelik ve özellikleri içermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak
üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye
denir .
Sebebi nüzul iki kısımdır. Birincisi, bir sebebe bağlı
olmadan nazil olan âyetler, ikincisi, bir sebebe bağlı olarak nazil olan
âyetlerdir. Sebeb-i nüzul konusunda iki yaklaşım vardır. Birincisi, Kur’an’ın
anlaşılması için esbab-ı nüzulü vazgeçilmez bir unsur olarak görür. İkincisi,
Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulü yardımcı öğelerden sayar. Biri ifrat
diğeri tefriti olan, Kur’an’ın anlaşılması için esbab-ı nüzule gerek yoktur ve
esbabı nüzul her şeydir fikirlerinin ikisi de ilmi bir değer taşımıyor. Biri
işin kolayına kaçmayı, diğeri ise meselenin ideolojik yanını temsil ediyor. Her
ikisi de Kur’an’ın anlaşılmasında ciddi sonuçlar doğurur. Sebebi nüzulden
faydalanmanın ilkeleri olmalıdır, Genel
ilkeler, özel ilkeler.
Genel ilkeler:
1. Esbab-ı nüzul rivayetlerinin hepsini ihata etmek mümkün değildir.
2. Esbab-ı nüzulü bilmeden de Kur’an’ı (genel mesajını) anlamak mümkündür.
Özel ilkeler:
1. Sebeb-i nüzulü bilmenin muktezayı hali (durumun gerektirdiğini) bilmek
durumunda.
2. Sebeb-i nüzulü bilmemenin Kur’an’ın zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna
getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde.
3. Bu ilke önceki iki ilkeyi kapsayan bir niteliktedir. Buna göre: Kur’an’ın
anlaşılmasında esbab-ı nüzule olan ihtiyacı Kur’an belirlemelidir.
Nüzul sebebi âyetin “kıssası”dır (Vahidi). Nüzul
sebebi, gerçek hayattan vuku bulmuş bir hikâyedir. Olayın geçtiği yeriyle,
zamanıyla, çıkmazları ve çözümleriyle, şahısları ve olaylarıyla gerçek bir
kıssadır. Onun sayesinde Kur'an âyetleri her zaman ve mekânda büyük bir şevk ve
istekle okunur. Geçmişlerinin başlarından geçen olayları ard arda arz etmekle
okuyucuların üzerindeki uyuşukluğu birden söküp atar. Sanki bu olaylar kendi
başlarından geçmiştir. Çünkü Allah'ın âyetlerini okudukları zaman sanki kendi
hikâyelerini okuyorlar! Onun içindir ki nüzul sebeplerini bilmemek çoğu zaman
onları şüphe ve müphem durumlara düşürmekte, âyetleri olduklarından başka
manalara çekmelerine sebep olmakta ve Allah'ın âyetleri indirdiği ilahi maksat
ve hikmetleri tespit edememekteler.
Kur’an’ın soyut bir düşünce olmadığını, yaşanabilir bir
hakikat ve hüküm kitabı olduğunu, Kur’an âyetlerinin iniş ortamını resmeden
nüzul sebeplerine sahip olması, göstermektedir. Ayrıca Kur’an’ın oluşumu esnasında
yaşanan olaylara dair bu bilgiler (nüzul sebepleri), Kur’an’ın hem ilk
muhataplar hem de sonradan gelenlerce anlaşılmasını sağlamıştır. Âyetlerin
nüzul sebebi âyetlerin sosyal/dış bağlamından başka bir şey değildir. Bu
sosyal/dış bağlamın içinde bulunan sahabelerin Hz. Peygamberle uzun
birliktelikleri olmuş ve bu dönemde gelen âyetlerin geliş sebeplerine şahit
olmuşlardır. Onlar, vahyin ne zaman, nasıl geldiğini, ne kastettiğini
biliyorlardı.
Vakıanın metinle anlam bağını Kur’an ilim esbab-ı
nüzuldür. Belagat kısaca: “Muktezayı hale mutabık söz söyleme” diye tanımlanır.
Âyet/ler veya sure/lerin iniş sebeb(ler)ini bilmek Allah’ın hangi vakıa üzerine
âyet(ler)i hangi maksadı gözeterek inzal ettiğini anlamak oluyor. Mushafa
dönüştürülen Kur’an’ın, maksadının anlaşılmasında sebeb-i nüzul büyük öneme
sahiptir. Sebeb-i nüzulden habersiz Kur’an’ı açıklamaya çalışmak Kur’an
metninin hangi anlam(lar)a geldiğini bilmemek demektir – bütün âyetler için
geçerli değildir-. Bir anlamda da metni gerçek anlamı dışında anlama
yanlışlığıdır. Ya da metindeki muradı ilahinin veya maksadın bilin(e)memesidir.
Metne vücut veren olaylar bilinmeden, metnin anlamı ve maksadı anlaşılamaz.
Çünkü beşeri olsun ilahi olsun her söz/kelam lafız-mana-maksat öğelerinden
oluşur. Anlamı anlaşılamayan metinlerin hayatı anlamlı hale getirmesi veya onu
yeniden inşa etmesi bir hayalden ibarettir.
Bu ilim çerçevesinde birbirinden oldukça farklı
değerlendirmelere rastlanmaktadır. Nüzul sebeplerine evrensellik açısından
baktığında Kur’an ile o dönem olayları arasındaki ilişkinin hepsi, nedensellik
şeklinde olmamıştır. Yani olgu ya da olay, yönlendiren ya da etkileyen, vahiy
de tabi olan konumda değildir. Şayet böyle olmuş olsaydı, Kur’an’ın bütün
isteklere cevap vermiş olması gerekirdi. Hâlbuki vakıa böyle değildir. Mesela;
Peygamberimizden isteklerde bulunulmuş, ancak vahiy onların beklediği anda
onların isteklerine, istedikleri şekilde cevap vermemiştir. Kur’an, indiği
ortamda meydana gelen hadiseleri sürekli gözetmiş, dikkate almış, ancak mutlak
anlamda her zaman o dönemdeki herhangi bir istek ve olay Kur’an’ın iniş
zamanını ve şeklini tayin edici olmamıştır. Yani nüzul sebepleri, belirleyici
ve zorlayıcı anlamda bir sebep olmayıp, ancak vahyin planına uygun olaylar ile
vahyin inişinin birbiri ile eş zamanlı olmasından ibarettir
Nüzul ortamının bilinmesi
Kur’an’ın indiği ortamın genel karakterinin bilinmesinin doğru anlamı bulma
çabasına önemli katkısı olacaktır. Zira Kur’an, mesajını indiği dönemin
kültüründen, geleneklerinden, insan ilişkilerinden, sosyal olaylardan bağımsız
bir şekilde dile getirmemiştir. Kur’an, öncelikle bir çekirdek yapı, bir örnek
toplum oluşturmayı amaçlamaktadır. Kişinin nüzul ortamı ile ilgili bilgisi
yoksa Kur’an mealini okuduğunda kafasında birçok soru ve sorunun oluşması muhtemeldir.
Ancak bu ortam hakkında bilgi sahibi olarak Kur’an mealini okuduğunda, konulara
daha fazla nüfuz etme imkânını elde edecektir.
Esbab-ı nüzul hadisleri, Kur’an'daki âyetlerin iniş sebeplerini anlatan
hadislere denir. Esbab-ı nüzul hadisleri hakkında ifrat tutum sergileyenler
olmuştur. Kendi fikirlerini doğrulatacak delilleri de getirmişlerdir. O
delillerden birisi şudur: “Esbabı nüzul konusunda tek bir doğru hadis yoktur”
(Ahmed Bin Hanbel). Bu, nüzul sebeplerine dair rivayetlerin hepsi doğrudur,
anlamına da gelmez. Araştırmalara göre bir sebep üzerine inen âyetlerin toplamı
472 dir. Nüzul sebebine dair her rivayeti nakledenlere göre bu sayı 888’dir.
Nüzul sebepleri ile ilgili yanlış telakkiler mevcuttur. Kur’an âyetlerinin
büyük çoğunluğu doğrudan inmiştir, diyenler olduğu gibi Kur’an’ın
tarihselliğini savunanlara göre durum tam tersidir
NÜZUL SEBEBİNİN ÖZEL İLKELERİNE DAİR MİSALLER
Kur’an’ı doğru anlayabilmek için Kur’an’ın iniş sebeplerini/sosyal bağlamlarını
iyi bilmek gerekir. Bunun misalleri çoktur fakat birkaç misalle yetineceğiz.
Nüzul sebeplerini bilen bir insan, Kur’an’ın kurgulanmış bir kitap olmayıp,
olayların seyrine göre ilahî iradenin eş zamanlı bir müdahalesi olduğunu fark
edecektir.
1. Nüzul sebebini bilmek, âyetlerdeki kapalılıkları çözmeye yardımcı olacaktır.
“Kur’an okunduğu zaman onu dikkatlice dinleyiniz...” (A’raf, 204) âyetini
okuyan bir insan, bu âyeti sadece Kur’an okunurken susup dinleme şeklinde anlayabilir.
Oysa, Ebû Hureyre, “İnsanlar İslâm’ın başlangıç döneminde namazda
konuşuyorlardı. Bu âyet namazda konuşmayı yasaklamak için indirildi.” demiştir.
Âyetin nüzul sebebini bilen bir kimse, âyetin, asıl maksadını anlar, başka
sonuçlar ve yorumlar da çıkarabilir (Taberi, Vahidi, Suyuti).
Aynı mevzuda başka bir misal: “Doğu da batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz
Allah'ın yönü orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar ve her şeyi bilir.”
(Bakara, 115) âyetinin sebeb-i nüzulü bilinmezse insanlar âyetinden ilk akla
gelenle amel eder ve namazda diledikleri yöne yönelirlerdi. Ancak nüzul
sebebini bilen âyeti doğru şekilde anlar. Söz konusu sebep şudur: Müminlerden
bir gurup zifiri karanlık bir gecede namaz kılmış ve kıblenin hangi tarafta
olduğunu kestirememişlerdir. Onun için her biri içtihadına uyarak durduğu yöne
namazını kılmıştır
Hâsıl-ı kelam: Allah, Kur’an’ın bir kısım âyetlerini indirmeye bir kısım
olayları vesile kılmıştır. Bu âyetlerin anlaşılma gerekliliği söz konusu
hadiselere müracaatı zorunlu kılmaktadır. Esbab-ı nüzulden yararlanmalar
ilkelere bağlanmalı çünkü ilkesiz faydalanmak da ayrı sorunları doğuracaktır.
Nüzul sebeplerinin varlığı yeni bir tefsir anlayışını öngörüyor.
2014-2015 Yüksek Lisans Ödevi
Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri I
Zeynep ARSLAN Öğrenci No:13912774
ESBAB-I NÜZUL İLE İLGİLİ MAKALELER
1. Divlekçi, Celalettin
Ahzâb Suresi 37. Ayetiyle İlgili Nüzul Sebebi Rivayetleri ve
İlmî Değeri, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler, 2014, cilt: XVIII,
sayı: 59, s. 89-106
http://isamveri.org/pdfdrg/D01777/2014_59/2014_59_DIVLEKCIC.pdf
2. el-Bekri, Hamza
er-Rivâyâtü’l-Vâride fi Sebebi Nüzûli Kavlihî Teâlâ: “ve mâ Kâne
Leküm en Tü’zû Resûlallahi ve lâ en Tenkihû Ezvâcehû min ba’dihî
Ebeden”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 2013, cilt: XIII, sayı:
3, s. 207-225
http://isamveri.org/pdfdrg/D03296/2013_3/2013_3_BEKRIH.pdf
3. Ensari, Abdurrahman
Sebeb-i Nüzûlün Tesbit ve Tercih Kuralları, Şırnak Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 2014/1, cilt: V, sayı: 9, s. 69-91
http://isamveri.org/pdfdrg/D03701/2014_9/2014_9_ENSARIA.pdf
4. Yıldırım, Ömer Faruk
Teyemmüm Kıssasının Tarihi ve Ayetinin Sebeb-i Nüzulü Üzerine -Hz.
Aişe’nin Gerdanlığını Düşürmesinin Mükerrerliği Bağlamında-, Hadis
Tetkikleri Dergisi, 2010, cilt: VIII, sayı: 2, s. 107-127
http://isamveri.org/pdfdrg/D02568/2010_2/2010_8_2_YILDIRIMO.pdf
5. Şyamsuddîn, Sahiron
Bintu’ş-Şâtî Perspektifinde Esbâbü’n-Nüzûl , çeviren: Orhan
Atalay, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler -, 1999, cilt: II, sayı: 1,
s. 103-118
http://isamveri.org/pdfdrg/D01777/1999_1/1999_1_ATALAYO.pdf
ESBAB-I NÜZUL İLE İLGİLİ KİTAPLAR
1. Yunus KAPLAN,’’Nüzul Sebepleri,
Muhtevaları ve Faziletleriyle Sureler’’Yasin yayınevi,2011
2. Bessam Cemel, Esbabü’n-Nüzûl Beyrut 2005
3. İbn Halife el-Uleyvî, Camiu'n-Nukûl fi Esbabi'n-Nüzûl
4. Selim b. 'İd Hilalî-Muhammed b. Musa Al-i
Nasr, el-İsti'ab fi beyani'l-Esbab
5.
Ebû Ömer Nadi b.
Mahmûd Hasan Ezheri, el-Makbul min Esbabi’n-Nüzûl, Kahire 199
KUR`ANIN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZULÜN ROLÜ
Esbab-ı nüzul, Kuranı Kerimin anlaşılmasındaki en önemli unsurlardan biridir.Sahabe,tabiin ve tebe-i tabiin Kur`anı esbab-ı nüzul çerçevesinde tefsir etmişlerdir.Yani ikinci asır ve sonrasında ise Kur`anı Kerimin ancak esbab-ı nüzul bilinirse bilineceği anlayışı hakim olmuştur.Bu sebeple kitabın ilk bölümünde esbab-ı nüzul nedir? sorusuna cevap aranmış, ikinci bölümde Kur`anı Kerim`in anlaşılması çabalarında esbab-ı nüzul olgusunun oluşturduğu çerçeve ve sonuçları ele alınmış, üçüncü bölümde ise esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım denemesinde bulunulmuştur.
Eserde araştırma metodu ise esbab-ı nüzul ilminde vakıa tesbiti,tenkidi ve yeni yaklaşım ilkeleri ile esbab-ı nüzul ve faydaları alanında bütüncül bir değerlendirme imkanını sağlayacak şekilde gerçekleştirilmiştir.Böylece esbab-ı nüzul rivayetlerinin tekrarlanmasından ziyade anlaşılması ve bu çerçevede yeni bir yaklaşımla Kur`anın anlaşılması sağlanmıştır.
1. BÖLÜM
KUR`AN İLİMLERİ VE ESBAB-I NÜZUL
A. KUR`AN İLİMLERİ HAKKINDA
Kur`an ilimlerinin kaynağı Kur`anı kerim`dir.Ulumül Ku`ran,Kur`anı anlama çabaları içinde bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Konusu Kur`anı Kerim olan ve Kur`anın anlaşılmasını amaç edinen bilgi Ulumül Kur`an olarak adlandırılır. Ulumül Kur`an kavramının bugünkü kullandığımız haliyle netleşmesi Zerkeşi sayesinde hicri 8.asırda olmuştur.
İlmut tefsir Kur`an ilimlerinden biridir. Kur`anı Kerim`i her bakımdan tetkik edip,açıklamaya ve bildirmeye yarayan ilimdir.
B.ESBAB-I NÜZUL İLMİ
Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz.Peygamber`e yöneltilmiş bir soruya,vuku bulduğu günlerde,bir veya daha fazla ayetin, tazammun etmek,cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebebi nüzul denir.
Esbab-ı nüzul ilmi ile Kur`an ilminin doğuşu ve gelişim süreçleri bir bütünlük arz etmektedir.Kur`anı Kerim ilk muhatabı olan Arab`ın akıl ,fikri yeteneklerini kullanmasına ve kültürel imkanlarını harekete geçirmesine imkan sağlamıştır. Bu muneccemen nazil oluşu ve icazı ile gerçekleşmiştir.
Kur`anın icazi yönü Arapları edebi geleneklerini ve edebi zevklerini Allah kelamını anlamada kullanmaya yöneltmiştir. Arap diline ve edebiyatına hakim olan sahabeler Kur`anı Kerim`i daha iyi anlıyorlardı ve ayetlerin hangi şartlar çerçevesinde nazil olduklarınıda bilmek istiyorlardı.Çünkü bu bilginin Kur`anın anlaşılmasındaki öneminin farkındaydılar. Tabiun döneminde de esbab-ı nüzul rivayetleri araştırılıp toplanmıştı. Bu rivayetlerin ilk kayda geçirildiği eser ise hadis mecmualarıydı.
C. ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİ
Esbab-ı nüzul tarihi bir vakıadır. Bu sebeple bilinebilmeside ancak Sahabeden ve tabiundan gelen rivayet yoluyla gerçekleşir. Ancak bu rivayetlerin bazı şartlarada sahip olması gerekir. Sahabe rivayetlerinde senedin ve metnin sahih olması gerekirken ,tabiun naklinde bu şartın yanında rivayeti destekleyen başka bir tabii rivayeti,ravinin tefsir imamlarından olması ve ilmini doğrudan bilgi sahibinden alması gerekmektedir.
Bir nüzul rivayetinin aşamalarını incelediğimizde ; özellikle Hz. Peygamberin sebeple ilgili olarak vahyolunan ayeti tilavet edip,gelen ahkamı tebliğ ve tebyin ettiğini, ashabın bunu dinleyip zihinlerinde sebep-ayet ilişkisini oluşturduğunu,tabiilerin ashabdan rivayet ettiğini ve bu şekilde rivayetlerin müfessirlere ulaştığını görmekteyiz.
Esbab-ı nüzul rivayetleri belirtirken kullanılan rivayet sıygaları önemlidir.Sebeb-i nüzul ve bu sıygalar arasında bir bağ vardir.Rivayet sıygaları sebep ifade etmede `nass` olan rivayetle ve sebep ifade etmede `nass olmayan ` rivayetler olmak üzere iki tanedir. Sebep ifade etmede nass olan rivayetler; sebebi budur denilerek yapılan rivayetlerdir. Sebebi nüzul ibaresi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları içinde kalan rivayetlerdir. Bu rivayetlerde sıyga , nüzul sebebi olduğunu gösterir. Ayrıca şu olay vuku bulduda… denilerek yapılan rivayette olay anlatıldıktan sonra ‘’f’’ ile başlayan rivayetlerdir. Sebep ifade etmede nass olmayan rivayetler ise; sebebi budur denilerek yapılmayan, olay anlatıkdıktan sonra ‘’f ‘’ gelmemiş ve kelamın gelişinde nüzul sebebi rivayet olduğu anlaşılmayan rivayetlerdir. Sıyga da rivayetin kesinlikle nüzul sebebi olduğu anlaşılmaz. Bu ayetten Allahın muradı budur, ayet şu hususa delalet etmektedir ibareleri bu gruptadır.
Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnifine baktığımızda ise bunların birçok açıdan gerçekleştiğini görmekteyiz.
a.Esbab-ı nüzul rivayetlerini ‘’vürudu ‘’ itibariyle tasnif etmek.
b.Bir ayet için çeşitli sebepler zikredildiğinde hadis usulü kriterleri uygulanarak yapılan tasnif. Bu iki grup tasnifi esbab-ı nüzul ilminden bahseden tüm eserlerde görmekteyiz.
c. Şah Veliyullah Dıhlevi’nin tasnifi,
d.Tahir b.Aşur’un tasnifi
e.Esbab-ı nüzul rivayetlerini ravileri açısından tasnif etme. Bu son tasnif yeni bir yaklaşım’dır.Bu yaklaşım esbab-ı nüzul sınıflandırmalarını değerlendiren sonuca bağlayan ve Kur’anın anlaşılmasında esbab-ı nüzulden en sahih şekilde yararlanmasını sağlamaktadır.
D. ESBAB-I NÜZULLE İLGİLİ MESELELER
Esbab-ı nüzul ilminde çeşitli problemli hususlar vardır. Bunlar; taaddüt,taahhür ,nüzule sebep olan hadise sebebiyle inen ayetin bu hadiseye has mı olduğu,yoksa umum mu olduğu meseleleridir.
Taaddüt meselesini iki’ye ayrabiliriz.Bunlar; sebebin taaddütü ve nüzulun taaddütüdir.Birçok nüzul sebebiyle bir ayet nasıl olmuşsa bu sebebin taaddütüdür. Tek sebep için birkaç ayet inmişse, bu da nüzulun taaddütüdür.
Taahhür meselesinden bahseden alimlerden Zerkeşi nüzulun hükümden önce olabileceğini belirtirken ; Suyuti bu meseleyi çift taraflı ele almakta önce hükmün taahhürünü ,sonrasında ise nüzulun taahhürünü incelemektedir.
Umum – husus meselesinde ise alimlerin çoğu hükmun,sebebinin hususuliğine değil, lafzın umumiliğine göre olduğunda icma vardır demektedirler.
E.ESBAB-I NÜZULLE İLGİLİ DİSİPLİNLER
Esbab-ı nüzul ilmi hikmeti teşriye ,tenasüb,insicam,mübhematül kur’an gibi çeşitli disiplinlerle ilişkilidir.Bunlardan mübhematül Kur’an tıpkı sebebi nüzul gibi sadece nakle dayanır. Mübhemat hakkındaki bilgiler rivayet yoluyla ulaşıldığından nakilde , senet ve metin tenkidi yoluyla sahih rivayetlerin saptanıp değerlendirilmesi gerekmektedir.İşte bu noktada esbab-ı nüzulle ortak bir noktada buluşur. Çünkü birçok rivayetler her iki ilimde de söz konusu edilir.
Hikmet-i teşriiye ve esbab-ı nüzul ilişkisine baktığımızda ise selefin ayetlerin manaları hakkında güçlükle karşılaşıldığında ,hikmet ve gayelerine vakıf olabilmek için nüzul sebeplere başvurmuşlarını görmekteyiz.
Ayetler ve sureler arasındaki tenasüb ve insicam incelenirken ‘’tarihi ortam ‘’ ve ‘’ edebi sıyak’’ a dikkat edilmiştir. Bunlarla da esbab-ı nüzul ile tenasüb ve insicam arasındaki ilişki ortaya çıkmıştır.
F. İSLAM KÜLTÜR TARİHİNDE ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNE GENEL BİR BAKIŞ
Esbab-ı nüzul ile ilgilenen alimlerimiz ‘’metodik ‘’ olarak nitelenen yön üzerinde ayrıntılı olarak durmamışlardır. Oysa esbab-ı nüzulun en iyi şekilde anlaşılıp,yararlanılması ancak metodik yönlerin ayrıntılı olarak ele alınmasıyla gerçekleşecektir.
Hz.Peygamber döneminde O’nun tefsir izahları ile yetinilmiştir. Sahabe döneminde ise Hz. Peygamberin tefsirini nakilden içtihatlarıyla yaptıkları yorumlardan ibaretti. Fakat Kur’anın anlaşılması ihtiyacı fetihlerle beraber artınca Kur’anı tefsir işine yönelinmiştir. Tefsir nakille başlamıştır ve ilk zamanlarda az sayıda olduğu görülmektedir..Sonra bu rivayetler çoğalmış hatta zaman içerisinde sağlam olmayan rivayetler dahi ilave edilmiş,şahsi anlayış denemeleri de buna eklenmiştir. Bu şekilde tefsir rivayetleri ve dolayısıyle esbab-ı nüzul rivayetleri hakkında tenkitler olmuştur. Tefsir rivayetlerinin çoğunluğu sağlam temeller üzerinde durmaktadır. Bunun bir sonucu olarakta bazı zayıf rivayetler İslam toplumuna çeşitli kaynaklardan girerek bütün dini kıssalardan etkilenmiş ve etkilemiştir. Tefsir kitaplarındaki bu tefsir ve esbab-ı nüzul rivayetlerinin detaylı bir biçimde incelenmesi ,zayıf rivayetlerin ayıklanması ve Kur’anı anlama çabaları içinde olanlara bu şekilde yardım edilmesi gerekmektedir.
2.BÖLÜM
KUR’ANI KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNİN SONUÇLARI
A.KUR’ANI KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZULUN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ
Kur’anı kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulun yetersiz kalması sebeplerini rivayetler açısından umumi hususileştirme açısından ,tarih ilminden yararlanma taaddüt-taahhür açısından inceleyebiliriz.
Kur’anın anlaşılmasında esbab-ı nüzulun yetersiz kalma sebeplerinin başında rivayetler meselesi gelmektedir.
-Merfu-müsned esbab-ı nüzul rivayetleri:
Sahabiler esbab-ı nüzulu rivayet ve sema yoluyla nakil ve izah etmişlerdir.Onların bu husustaki haberlerinin hükmü meselesi konunun temel noktasını oluşturmaktadır. Hadis usulu açısından esbab-ı nüzul rivayetleri ‘’müsned’’ haber olamazlar .Çünkü bu rivayetler tefsir için yapılmış rivayetlerdir. Sahabe Kur’anı anlamak için çalışmış, içtihad etmiş ve böyle bir yoruma varmıştır.
-Mürsel Esbab-ı Nüzul Rivayetleri:
Mürsel olan rivayette tabii ,sahabinin ismini anmaz . Bu mursel hadisin hüccet olup olmayacağı noktasında alimler arasında tartışmaya neden olmuştur.
-Senedlerin hazfedilmesi: senet ,ravinin Hz.Peygambere kadar ,hadisi nakleden her ravi’yi andığı bir isim silsilesi veya hadis metninin gittiği yoldur. Senetsiz rivayetlerin bir dönem mevcut olması Kur’anın anlaşılmasında esbab-ı nüzulun rivayetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebidir. Belirli ilkeler çerçevesinde bütün sebeb-i nüzul rivayetleri tenkide tabi tutulmalı ve mevzu olanların ayıklanması gerekmektedir.
-Rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme:
Esbab-ı nüzul rivayetlerinin çeşitli tasnifleri yapılmıştır. Fakat bunlar birçok anlamda problem teşkil etmektedir. Sebeb-i nüzul rivayetleri eğer ; esbab-ı nüzul rivayetleri ve tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri olarak iki şekilde sınıflandırılırsa bu problemlerde ortadan kalkar.
-Rivayet Sıygalarına Dikkat göstermeme:
Rivayet kalıplarına dikkat göstermemede Kur’anın anlaşılmasında esbab-ı nüzulun yetersiz kalmasının bir başka sebebidir. Oysa sebep ifade etmede nass olan rivayetler ile nass olmayan rivayetler aynı ölçüde mütaala edilemez. Sebep ifade etmede nass olmayan esbab-ı nüzul rivayetleri ayetin manasına dahil olan bir alanı ele almaktadır ve ravinin reyi,içtihadı vardır. Sebeb-i nüzul rivayetinin sıygasının ‘’sebep ifade etmede nass olması’’ gerekmektedir.
Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulun yetersiz kaldığı bir diğer hususta sebep ifade eden nassın umum değil husus ifade ettiği şeklindeki anlama çabalarıdır. Bu şekilde düşünenler nassın lafızlarının umum ifadesinin ,varid olmasına sebep olan hadiseye has olduğunu söylemekle Kur’anın anlaşılmasını güçleştirmektedirler. Çünkü ayetin hükmü benzer bir hadise sebebiyle ancak kıyas yoluyla gerçekleşebilecektir. Bunun anlamı kıyas yapabilmek için esbab-ı nüzule vakıf olmak demektir. Fakat herkes için böyle bir zorunluluk ve sorumluluk yoktur. Sahabe,tabiun,tebe-i tabiun ‘’umum ‘’ ile delil getirmişlerdir.
Bir diğer yetersiz kalma sebebi de bir ayet için birçok rivayet bulunması sebebiyle ortaya çıkan nüzulun taaddütü meselesidir. Nüzulun tekrarını kabul etmeyen alimler ,taaddütü faydası meçhul bir iş ve abesle iştigal olarak görmektedirler. Taaddütü kabul edenler ise taaddütün varlığında birçok fayda olduğunu belirtmişlerdir. Taaddüt meselesinin tam olarak halledilmesi ancak esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnife tabi tutularak, sebeb-i nüzul tefsir için sebeb-i nüzul ayrımı yapılarak ve bu rivayetlerin sıygaları tetkik edilerek gerçekleşecektir.
Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulun yetersiz kalma sebeplerinden biride bu rivayetlerin bir kısmında görülen tarihi gerçeklere aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur.
B.KUR’AN-I KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR
Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlarda ilki yorum zenginliğine engel olmasıdır. Her ayette nüzul sebebi arama çabaları, ayeti mana bakımından sadece nüzul sebebi ile sınırlı tutma ,ayetin sebeb-i nüzuldeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalması yorum zenginliğine engel olmaktadır. Oysa esbab-ı nüzul rivayetleri aslında Kur’anı yorumlamada zengin bir malzeme kaynağıdır. Fakat ortaya çıkan tablo bunun tam tersidir. Bunun temel sebebi nüzul asrına ait olan rivayetlerle tefsir için olan rivayetlerin karıştırılmasıdır.
Bir diğer olumsuz sonuç ise Kur’anı Kerim’in evrensel hedefi olan Kur’an-insan- hayat bütünleşmesini önlemesidir. Bir ayetin anlamları ,nazil olduğu zaman-mekan bağlamında ifade ettiklerinden daha fazla anlam ifade eder. Ayeti sadece esbab-ı nüzul çerçevesinde düşünmek evrensel boyutu göz ardı etmek olur.
Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlardan biri de konunun istismar edilmesidir. Esbab-ı nüzul rivayetlerini eserlerinde nakleden tarihçiler rivayet tefsiri yazarları kıssacılar bu alanda kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmişlerdir. Yine bir ayette bir nüzul sebebi arama çalışmaları,senetlerin hazfedilerek rivayret edilmesi, rivayetlerin tasnif edilmemesi,rivayet sıygalarına dikkat etmemeleri,tarih ilminden yararlanmamaları esbab-ı nüzulun istismarına imkan veren bazı noktalarıdır.
3.BÖLÜM
ESBAB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
Esbab-ı nüzul bilgisi mevcut haliyle Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında bazı problemlere sebep olmuştur. Bu problemlerin giderilmesi ve Kur’anı Kerim’in daha iyi anlaşılması ancak esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım ile gerçekleşecektir.
A.ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
Esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesi için özellikle esbab-ı nüzule olan ihtiyacın sınırlarını belirleyen ilkelerin belirlenmesi gerekir. Bu ilkeler genel ve özel olarak adlandıracak olursak genel ilkeler; esbab-ı nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmenin mümkün olmaması ve esbab-ı nüzul bilmeden de Kur’anı Kerim’i anlamanın mümkün olmasıdır. Özel ilkeler ise Kur’anın anlaşılmasında esbab-ı nüzule ihtiyacın sınırlarını belirleyecek olan esas ilkelerdir. Bu ilkeler ; Sebeb-i nüzulu bilmenin muktezay-ı hali bilmek gibi olduğu hallerde ,sebeb-i nüzul bilmemenin Kur’anın zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde olması ve Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzule ihtiyacı ilk planda Kur’anın belirlemesidir.
Esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeniden ele alınıp değerlendirilmesinde ikinci husus hadis usulünden yararlanılması gerekliliğidir. Bundan sonra ise rivayetlerin tasnifi gelmektedir. Rivayetlerin tasnifi ise esbab-ı nüzul rivayetleri ve tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri şeklinde yapılmaktadır. Her iki tür esbab-ı nüzul un amacıda Kur’anın anlaşılmasıdır.Kur’anın anlaşılmasında ikisinden birini tercih etmekten ziyade her ikisininde ayrı ayrı özellikleri bilinip,değerlendirilmelidir. Eğer esbab-ı nüzul rivayetleri tasnif edilmezse ; vahyin ilk yorumu ,vahyin ilk muhataplarının içinde bulundukları sosyal ve psikolojik şartlar ,vahyin ilk muhatabı olan sahabenin içinde bulundukları fikri durum ve bu fikri durumu dayanan yorumları tesbit etmek ,değerlendirmek mümkün olmayacaktır.
B.KUR’ANI KERİM’İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE ALINMASI
Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulun rolü açısından Kur’anın bütünlüğü kavramına bakıldığında sadece tek bir yön ortaya çıkmaktadır. ‘’Bütün olarak Kur’anı Kerim’’. Bu kavramı kur’anın tüm özelliklerini ,yanlarını ve bütünlüğüne ait vecheleri ve bunlar arasındaki ilişkileri kucaklayan ,kendisinin hususi,mu’ciz vahy mahsulü karekterini belirleyen tastamamlık ,kendi iç kesinliği ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistem anlamındadır.
Kur’an ana vurgusunu ‘’Allah merkezli’’ oluşu üzerinde odaklaştırmıştır. İnsan Kur’anın bu ana vurgusunu ancak ona bütün olarak yaklaştığında anlayabilir.
C.SİYAK-SİBAK’IN GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI
Siyak-Sibak’ın kavram karşılığı bağlam demektir. Kur’anı Kerim’in doğrudan veya bir sebebe mebni olarak müneccemen inişi sonrasında kazandığı tertip,onun siyak-sibakının nasıl olduğunu gösterir. Kur’anın bütünlüğünü koruyan ve bütünlük içerisinde siyak-sibakı dikkatlice değerlendirenler Kur’anı anlamakta sağlam ilkeler edinmiş olacaklardır.
Kur’andaki siyak-sibakı görebilmeyi sağlayan temel unsur esbab-ı nüzul bilgisidir. Ayetlerin nazıl olmasındaki sebeplerin bilinmesi siyak-sibakın idrak edilmesini mümkün kılmaktadır. Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Nass-siyak-sibak ve rivayet uyumuna dikkat edilmelidir.
D.ESBAB-I NÜZUL VE TARİHİLİK KAVRAMI
Kur’anı Kerim insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihilik bağlamında temel özelliklerini ortaya koymaktadır. Tarihilik kavramı içinde doğup geliştiği dünya görüşünün bir parçasıdır. Anılan çerçeveden soyutlanarak anlaşılmaları imkansızdır. Esbab-ı nüzul ve tarihilik münasebetine insanın tarihi bir varlık olması açısından bakabiliriz.
Esbab-ı nüzul,Kur’an – insan ilişkisinin bir bölümünde durmuş insani yapıp etmelerdir. Tüm mekan ve zaman’da insani yapıp etmeler ayrılık gösterir. Bu tarihi yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine yönelik ilkeler tespit edilmeli ve amel haline getirilmelidir.
Esbab-ı nüzul ,Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında insani formları ve benzer insani formları , sonraki benzer insani suretlere taşımakta temel unsur olması sebebiylede orijinal tarihdir. Nüzul ortamına ayit olmayan tefsir için yapılmış esbab-ı nüzul rivayetleri ise düşünülmüş tarihtir.
II. KİTAP
SALEBE KISSASI
Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul’u belirli bazı ilkeler çerçevesinde değerlendirmek sadece tekrardan öteye gidememeye sebep olmuştur.Oysa elimizde bulunan bilgiler değerlendirilmeli,eleştirilmeli ve yeni bir yaklaşım içinde olunmalıdır. Bu bölümde Sahabe kıssasına Kur’anı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımın ilkelerini bir sebeb-ı nüzul rivayeti üzerinde tatbik edilerek ortaya konulmuştur.
Bir çok müfessir Tevbe suresi 75. Ayetinin nüzul sebebi olarak Salebe b.Hatip kıssası nakledilmiştir.
Bu kıssayı ilk zikreden kaynaklar sire, ricel ve magazi kitaplarıdır. Salebe kıssası bu kitaplarda farklı tarihlerle ve hicri 9. Yıl hadiseleri arasında rivayet edilmektedir. Salebenin vasıfları ve hadisenin sıhhat derecesi bu eserlerde öne çıkan hususlardır. Hadis kitaplarında ise Salebe kıssasını bazı alimler sadece nakletmekle yetinirken bazıları da kıssanın sıhhati üzerinde durmuşlardır. Tefsirlerinde Salebe kıssasını anlatan müfessirlerin ise bir kısmı bu kıssayı kabul ederken diğer kısmı bu kıssayı kabul etmemiştir.
Tarih,hadis ve tefsir kitaplarında ele alınan Salebe kıssası ayetin anlaşılmasında bize tam bir kanaat vermemektedir. Bu sebeple Kur’anın anlaşılmasında değerlendirilmesi için yeni bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu yeni yaklaşımda öncelikle Salebe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkit edilmeli,senedi zayıf olan bu kıssa ile ilgili hadisin en önemli tefsir kaynaklarında nasıl nakledildiği üzerinde durulmalıdır.Sonrasında Salebe kıssası rivayetleri, esbabı nüzul rivayetleri ve tefsir için olan esbabı nüzul rivayetleri olarak iki şekilde tasnif edilmelidir.Ayrıca Salebe kıssası tarihi gerçeklikler çerçevesinde değerlendirilmeli ve varlığı bu şekilde sorgulanmalıdır.Son olarak Tevbe Suresi’nin 75.ayetinin Kur’an’ı bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirmeliyiz.Ancak bu ayete ve esbab-ı nüzulu olan Salebe kıssasına bu ilkeler çerçevesinde bakarsak Kur’an’ın mana zenginliğini anlarız.
III.KİTAP
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
Tarihsellik kavramının 17.ve 19.yüzyıl arasında tarih ilminin amacı,eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir.Tarihsellik kavramı önce aydınlanma sonrada modernitenin oluşturduğu ortam ve şartlarda ortaya çıkmıştır ve bu iki dönemin temsil ettiği dünya görüşüyle uyum içinde olmuştur. Batı düşüncesine ait olan bu kavram tarih içinde geçirdikleri değişimin,belirli bir kültürün,varlık anlayışının ve bir paradigmanın ürünüdür. Bir kültüre hakim olan kavramlar başka kültüre kolaylıkla çevrilemezler. Bununla beraber tarihsellik gibi kavramlar ortak kültürle etkileşim halindedirler, yani oluşum süreçleri açısından ortak kültüre aitlerdir. Esbab-ı nüzul ve tarihsellik arasındaki ilişkiye de bu çerçevede bakmalıyız.
Kur’anın temel konusunun insan oluşu ve insanı hidayete iletme rehberi olmayı ana gaye edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında onun temel karekterisliğini ortaya koymaktadır. Kur’an tarih ve tarihsel olan geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde görür. Kur’anı Kerim, insanın tarihsel bir varlık olduğunu belirtir ve o sadece insanın tarihsel varlık koşuluna değil, tüm varlık koşullarına cevap veren ilahi bir mesajdır. Kur’an nüzul ortamında var olan birçok insani probleme cevap vermiştir. Çünkü Kur’an insani yapı etmeleri ilahi bir mesaj ile oluşturmak ister. Vahiy-insan- hayat bütünlüğünü esas alır. Nüzul asrında Kur’an-insan- hayat ilişkisinde insani yapıp etmelerin bir kısmı nüzul sebebi olabilmiştir. Vahyin tamamlanmasıyla beraber esbab-ı nüzulde son bulmuş, fakat Kur’an-insan-hayat ilişkisi devam etmiştir. Esbab-ı nüzul tarihsel olarak Kur’an-insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp etmelerdir. Her zaman ve mekan’da benzeri insani yapıp etmeler benzerlik gösterir. Önemli olan bu tarihsel yapıp etmelerden, vahyin bugünün insan meselelerine yönelik ilkeler tespit edebilmektir. Çünkü hayat şekilleri değişken insan ve onun fıtratı bu sebeple meydana gelen meseleler,sorunlar devam etmektedir. İnsan esbab-ı nüzulu ve onun tarihselliğini bu bağlamda değerlendirirse Kur’anı anlamada yeni boyutlar keşfeder.
Fatih ÖRNEK
12912741
Y.Lisans
Genel Bilgiler
·
Kur’an, üzerinde düşünerek anlamamız ve hayatımıza
tatbik etmemiz gereken ilahi bir kitaptır.
·
Kur’an, Hz. Ebubekir döneminde cem edilmiş, Hz.
Osman döneminde çoğaltılmış, Hz. Ali döneminde de harekelenmiştir.
Kur’an İlimleri
·
Kur’an ilimleri, konusu her yönüyle Kur’an olan
ve Kur’an’ın en doğru şekilde anlaşılmasını amaçlayan bir bilgi alanıdır.
·
Hz.Peygamber ve ashab dönemlerinde Kur’an
ilimleri telif edilmemiştir. Kendileri bu süreci bizzat yaşadığından buna
ihtiyaç olmamıştır.
·
Ulumu’l-Kur’an’ın tedvini birinci asrın sonları
ile ikinci asrın başlarında başlamıştır. Tedvin faaliyetlerinin amaçları; Kur’an’ın
anlaşılmasına katkıda bulunmak, hadisleri tespit etmek ve hadislerin manalarını
açıklamaktır.
·
İlk tedvin edilen Kur’an ilimleri; kıraat ilmi,
resmu’l-Kur’an, i’rabu’l-Kur’an, esbab-ı nüzul, garibu’l-Kur’an ilimleridir.
·
İlk eserler, Kur’an ilimlerinin müstakil olarak
ele alınması ve konunun derinlemesine incelenmesi metoduna dayanmaktadır.
·
Ulumu’l-Kur’an kavramının bugünkü manada
şekillenmesi Zerkeşi zamanında olmuştur.
·
İbn Teymiye Kur’an ilimlerini Kur’an’ın
anlaşılmasına yardımcı olan temel kurallar olarak tanımlamıştır.
·
Zerkani Kur’an ilimlerinin sınırlarının ve
kapsamının genişlediğini belirtmiştir.
Esbab-ı Nüzul
İlimleri
·
Esbab-ı nüzule dair eserler, nüzul çağı ve nüzul
ortamını sonraki nesillere aktarmak için telif edilmişlerdir.
·
Esbab-ı nüzul bilgisi, nüzul ortamının asli bir
unsurudur. Kur’an’ın anlaşılmasında gerekli bir bilgidir.
·
Esbab-ı nüzulün tek kaynağı sahabedir. Bu alanda
içtihada yer yoktur.
·
Sebeb-i nüzul rivayetleri zikredilirken
kullanılan rivayet cümlesi çok önemlidir.
·
Esbab-ı nüzul rivayetleri Kur’an’ın yorum
zenginliğini şu şekillerde engeller:
1.
Her ayete nüzul sebebi arama çabası
2.
Ayetin mana bakımından çeşitliliğini düşünmek
yerine, sebeb-i nüzul ile sınırlı kalmak
3.
Ayetin inmesine sebep olan olayda sıkışıp kalma
tehlikesi
Tefsir İlimleri
·
Tefsir ilmi, Kur’an ilimlerinden biri olup Kur’an’ı
izah etmek amacıyla Kur’an’ın sözcüklerini ve anlamlarını gereğince araştıran
bir ilimdir.
·
Tefsir ilmi, tedvin edilen Kur’an ilimlerinin
ilkidir.
·
Başlangıçta tefsir ilimleri ve Kur’an ilimleri
aynı anlamda kullanılmışsa da, sonraları yeni ilimlerin türemesiyle Kur’an
ilimleri kavramının kapsamı genişlemiştir.
·
Birçok müfessir tefsirinde, garib, münker, mevzu
hadisler zikredip israiliyata yer vermişlerdir. Bu yüzden, tefsir eserlerindeki
her rivayet için sahih denemez.
Kur’an’ın
Tarihselliği Meselesi
·
Kur’an, insanın tarihsel bir varlık olduğunu
belirtir. Aslında Kur’an, insana sadece tarihsel varlık koşulu ile değil bütün
varlık koşulları ile hitap eder.
·
Kur’an, nüzul ortamındaki insanların
sıkıntılarına cevap vermiş, birçok insani probleme çözüm getirmiştir.
·
Vahyin tamamlanması esbab-ı nüzul olgusunu sona
erdirse de, Kur’an-insan-hayat ilişkisi bitmemiş, bilakis Kur’an bu ilişkinin
devam edeceğini beyan etmiştir.
·
Esbab-ı nüzul, Kur’an’ın inişinin esas sebebi
değildir. Esas sebep, Allah’ın iradesi ile vahyin inişinin takdir edilmesidir.
·
Kur’an’ın nüzul sırasına göre tertip edilmemesi
çok önemlidir. Çünkü Kur’an, bütün insanlara indirilmiş bir hidayet rehberidir.
Ad-Soyad: Abdulbari FAİK
Numara: 14912701
Alan: Tefsir, Yüksek Lisans
KUR’AN ve BAĞLAM
Bu ödeve de KUR’AN ve BAĞLAM kitabının özetini ve esbab-ı nuzül
hakkındaki bayanını yazacağız. Şu bir
gerçektir ki Kur’an Allah’ın kelamı olup 23 yıl da sevgili peygamberimiz
vasıtasıyla insanlığın aydınlanması için Cebrail yoluyla bize gelmiştir; fakat
bu kitap’ta ki gelen vahiylerin birçoğu bir olay üzere inmiştir. Fakat bu
sebepler kimi zaman kabul edilmiş kimi zaman ise tartışma konusu olarak ortaya
atılmış her ne kadar tartışmalı bir konu olsa da şunu söylemek gerekir ki birçok
ayetin iniş sebebi belli dir. Ki buna da esbab-ı nuzl denilmiştir. Bu ilim (Esbabı
nüzul) Kuran’ın anlaşılması için gerekli ve hangi nerde, ne zaman, ne için
indiğine dair bilgi vermekte ve Ali, İbn-i Mes’ûd ve İbn-i Abbas gibi
bazı sahabiler, bir ayetin nerde indiğine dair söz söylemişlerdir. Ancak İslam
âlimlerinin bu konudaki görüşlerine bir göz atalım; örneğin Şatibi:
“esbabı nüzulu bilen kimsenin Kur’an-ı kerimi de bileceğini” söylemiş. Emin
el-Hulli ise: “Ayetin sebebi nüzulu şu hadisedir” demeden önce iyice bir
araştırmak gerekir demiştir yani bir kaynak olmadan bunu söyleminin abes
olduğunu vurgulamış.
Araştırmanın amacı. Kur’an-ı
Kerim’in iyi anlaşılmasında yardımcı olan Esbabı nüzul konusuyla ilgili
kavramlar tanımlamak ve bu bu konuda yapılan hataları tespit edip düzeltmek ve
esbabı nüzul’den bahseden eserleri inceledikten sonra onaylamak veya reddetmeyi
gaye edindik.
Araştırmanın metodu.
Belli ki her ilim dalına araştırma yapmak için kendine özgü bir
metodunun olması şarttır onun için; biz burada Kur’an-ı kerimi daha iyi
anlaşılması için esbabı nüzul bilgisini göstermeye çalışacağız. Bu sebeple Kur’an-ı
Kerimi anlaşılması için sınırlamak, bilgi felsefesi, tarih felsefesi ve başka
ilimlerle iç içe geçtiği bir meseleyi bu yönden görmeyi mümkün kılar. Bu
araştırmada kavramların tanımı ve onların farklı karşılıkları, ayrıca
Türkçedeki karşılıkları ve yabancı dildeki karşılıkları lüzum görüldüğü yerde
verilmiştir.
Kur’an İlimlerinin
Doğuşu ve Gelişmeleri.
Kuran’a dair her bir ilmin kaynağı belli ki yine Kur’anın
kendisidir çünkü kendisi üzerine düşünülmesini, anlaşılmasını, yaşanılır
kılınmasını yine bizzat Kur’anın kendisi söylemiştir. Ancak peygamber
efendimizin zamanında ve sahabe devrinde bu ilimlere gerek duyulmamıştır çünkü
bizzat nüzulü müşahede edenler ve ilk kişinde öğrenenler hayattadır. Fakat
Kur’an ilmi hicri birini asrın ortalarında yavaş yavaş çıkmaya başlamış ancak
bunu ilk olarak eser haline getiren şahıs ise zerkeşi, البرهان فی علوم القرآن
adlı eserinde
is3 74 Kur’an ilmini incelemektedir. Fakat zaman bu ilme dair bazı mübalağalar
ortaya çıkmıştır mesela: Kur’anın kelimeleri sayısınca ilmi vardır. Fakat bunu
böyle olmadığı da bir hakikattir.
Kur’an ilimleri kavramı
Hicri 2. Asır’a baktığımız zaman bir müstakil
olarak eserler haline gelmiş ve bu ilim sahabe den tabiun’a şifahi olarak
nakledilmiştir. Fakat علوم القرآن tabirini ilk defa kimin kullandığını tespit
etmek zor olup kimisi ise bunu A.Zaruri, kimi ise İmam şafiî’ye
ait olduğunu söylemektedirler ancak kavramın bugünkü durumunu şeffaflaşmasını
sağlayan kişi ise zerkeşî sayesinde (794/1391) H.VIII asırda vuku
bulmuştur.
Peki, Kur’an ilimleri? Bu ilimler: Tevhid,
Tezkir, Ahkam olmak üzere bazı alimlerce otuza çıkartılmıştır ancak suyûtî
gibi bazı alimler ise Kur’an ilmini üçe ayırır ki bunları şu şekilde
sıralayabiliriz:
Allah Teâlâ’nın zatına mahsus eylediği kısım.
Peygamberine öğrettiği kısım
Öğretmekle kalmayıp açık gizli yerleştirdiği
ve onun öğrenimini emir buyurduğu kısım. Suyuti bunu da ikiye ayırır:
İşitme metodundan başka bir söz söylemenin
vaiz olmadığı,
Tedebbür, istidlal, istinbat. Yapabilecek
kısım.
Kısaca söylemek gerikirse Kur’an ilmi,
Kur’anın daha güzel b ir biçimde anlaşılmasına yardımcı olan bir ilimdir.
·
Yukarıda belirtildiği üzere Kur’an ilmi kapsamı çok geniş
olup yine de konusunu kuran teşkil etmektedir. Tefsir ilmi de Kur’an’ı Kerimi
daha açık ve onun muradını Allah’ın ne demek istediğini açıklamaya çaılışan bir
ilim olup yine konusu kur’andır ancak tefisr ile uğraşan kimse, Kur’an
ilimlerinden yararlanmak mecburiyetindedir. Çünkü zerkeşi’nin dediğine göre ü
ana noktada toplanır:
·
Kitabullah’ı anlamak,
·
Kitabullah’ın manalarını açıklamak,
·
Kitabullah’ın hükümlerini tespit edip çıkarmak,
Dolayısıyla tefsir ilmi Kur’an-ı daha özel bir
gayeye doğru ulaştırır ancak Kur’an ilimleri böyle olmayıp daha genel ve
okuyucu ile Kur’an-ı anlamak isteyen bir kişi için altyapı oluşturur.
·
Esbabı nüzul bilinmesi konusuna gelince bu ilmin
bilinmesi ancak sahih nakillerle mümkündür. Sadece işitme yol ile ve görme ile
anlaşılabilir ki bu da sahabe tarafından bize nakil olarak gelmiştir. Şimdi
ise, peygamber ve ondan sonrakilerin dönemini daha kolay anlaşılması için bir
şema ile anlatmaya gayret edelim.
NÜZUL ORTAMI
Hz. Peygamber (s.a.v)
(vahyi alan ve tebliğ eden insan)
Sahabeler
Vahyi işiten ve inişini ve olayları müşahede
eden insan
Yukarıda zikrettiğimiz gibi sebebi nüzul
sahabe yol ile bize nakil olarak gelmiştir demiştik fakat şimdi onu dönem
olarak bir tablo ile gösterelim.
ESBABI NÜZUL RİVAYETLERİ
Sahabe nakli
Tabiûn nakli
(merfü) (Mürsel)
Senedin ve metnin sahih olması
senedin ve metnin
Rivayetleri destekleyen ir Tabiî rivayeti
Ravinin tefsir imamlarından olması
(mücahit, İkrime, Sa’d b.Cubeyr gibi)
Yani ilmini doğru olarak bilgin sahabiden
alması gerekmektedir.
Hadis usulü açısından esbabı nüzul
rivayetlerinin sınıflandırmasına gelince sadece farklı açılardan bakıp esbabı
nüzul konusunu değerlendirmede bütüncül olarak yaklaşılmamızı sağlayacaktır.
·
Rivayet siygalarına geçmeden önce bir nüzul rivayeti
nasıl oluşur ona bir bakalım.
·
Nüzul sebebi
·
Hz. Peygamber
·
Ashabı
·
Tabiîler
·
Müfessirlere ulaşan rivayet
·
Şimdi ise rivayet siygalarını iki ana başlık altında inceleyebiliriz.
·
Bunlardan birisi ise: Nass olan rivayetler
·
Nass olmayan rivayetler.
·
Fakat bu iki ana başlık da kendi aralarında küçük
başlıklara ayrılıyor
Ancak konumuz özet olduğu için derine inemeden
şunu açıklığa kavuşturalım ki rivayetlerin tasnifine daha güzel bir biçimde
yazmaya çalışacağız.
·
Esbabı Nüzul Rivayetleri Tasnifi
Bu başlık altında çeşitli âlimlerin yaptığı
tasniflerden bahsederiz. Ve bunlar:
A. Vürudu itibarıyla
B. Hadis uslu kriterleri uygulandığında
C. Şah veliyullah dehlevî’nin yaptığı tasnif
D. Tahir b. Aşur’ün sebebi nüzulü beş kısıma
ayırması
E. Rivayetlerin nevileri açısından yapılan tasnif
F. Sebebi nüzul rivayetleri
G. Rivayetlerin değerlendirmeleri
Kur’an ilimleri bilginleri genel olarak bu
tasnifi yapmışlar, fakat sistemli bir şekilde ifade edilmediği için esbabı
nüzul rivayeti ile tefsir rivayeti arasındaki fark ve KUR’AN’I KERİM’İN
anlaşılması çabasında nasıl değerlendirileceği gereğince açıklanmamıştır.
Esbab-ı Nüzul İle İlgili Meseleler
Bu başlık altında esbabı nüzul problemlerinin
değerlendirilmesi yani bir hadise nedeniyle inen ayetin umum mu yoksa has mı
ifade edeceği meselesidir. Birinci nemli husus, Taadütü melesidir; yani taaddüt(bir
kaç ayet tek sebep için inmesi) meselesinin varlığından söz eden
rivayetlerin mutlaka sahih olması ve nass olan rivayetlerden olmasıdır. Ayrıca
bu meseleyi zerkeşi, İbn-i Teymiyye ve Suyuti, bunu tekerrür olarak
tanımlamışlar çünkü bu konuda mani olan bir şey söz konusu olmamaktadır لا مانع من تعددالاسباب
Bir
diğer husus ise, Nüzulün Teehhürü meselesidir ki bu konu hakkında Suyuti ve
zerkeşi olup örneklerle açıklamıştır ki biz burda sadece birisini el
alabiliriz. Örnek: قَد اَفلَح من تَزکَّی bey haki’nin İbn Ömer den naklettiğine göre
fıtır sadakasına delil olmuştur, hâlbuki bu ayet Mekki dır ve Mekke döneminde
ise fıtır ve bayram yoktur. Suyuti ise bu meseleyi iki yönlü olarak ele
almaktadır. Önce hükmün teehhürünü sonra ise nüzulün teehhürünü.
Bir diğer mesele, Esbab-ı nüzulün malzemesidii
ki buna da temas etmek yerinde olur. Fakat bunu küçük başlıklar altında
toplamak mümkündür.
Hikmet-i
Teşriyye İlmi
Bu konu hakkında söz söyleyen şahıs ise, Tahir
b Âşur dur ki, “lafızların delaletinde ortaya çıkan bazı ihtimaller açıklığa
kavuşur. Örnek: namazda kıbleye yönelmenin bir fariza olduğunu biliyoruz, fakat
“her nereye dönerseniz Allah’ın vechi ordadır” ayetinden önceki fariza zahiren
iptal edilmiş olur ki ancak bu ayetin yolcular için indiğini bilmemiz bu
şüpheyi ortadan atar.
Mübhematu’l
Kur’an İlmi
Bu ilim, Kur’an da belirsiz bırakılan ve
anlamı net olmayan ayetleri açılığa kavuşturan ilimdir mesela: İsmi işart,
İsmi mevsûller, Zemirler, Cins isimler belirsiz zaman zarfları, Belirsiz mekân
zarfları, miktar bildiren kelimeler, gibi konuları ele almaktadır. Şu bir
gerçektir ki Kur’an indikten sonra âlimler Kur’anın daha iyi anlaşılması
konusunda çeşitli yöntemler geliştirdi ve bugün bu ilimler sayesinde Kur’ânın
daha derinliklerine inmemize imkân sağladılar. Bunlardan bir diğeri ise:
Tenasüp ve insicam ilmidir. Zerkeşi kelamın akışını düzenleyen bir ilim
olarak tanımlar. Tahir el-Cezairî Kur’an-ı Kerimin parçalarının
tertibindeki illetleri bildiren bir ilim olarak tanımlar. Yukarıdaki ilkeleri
içeren bir diğere husus, Kur’nın bütünlüğünü dikkate almak, bu konuyu daha
açığa çıkarmak için Subhi Salih, insicam konusunu örneklerle açıklamıştır.
İslam Kültür Tarihinde Esbabı Nüzul
Rivayetlerinin Değerlendirmesine
Genel Bir Bakış
Sebebi
nüzul rivayetlerini tarihi süreç içerisinde değerlendirmek ve bu konuda hangi
nasıl bir görüş ileri sürmüş onu bir bakımda aktarmak olacaktır. Tefsir
tarihine bakıldığı zaman müfessirler esbabı nüzule çok önem verdiklerini
görmekteyiz. Fakat peygamber efendimiz zamanında sahabeler onun yaptığı
tefsirle yetinip daha sonra, fetihler çoğalınca ve Arapça bilmeyen insanlar
bile Müslüman olmaya başladıklar zaman peygamber efendimiz zamanında çekingen
davranan sahabeler ve bir tarafı da tabiiler tefsir ilmini genişlemesine
silsileli bir şekilde bildiklerini yazmaya ve insanlara aktarmaya başlayınca,
tenkitler de çoğaldı. Mesela imam Hanbel ise: üç şeyin aslı yoktur Tefsir, Melâhim
ve Megazi demiştir. İbn-i Teymiyye, İbn Hacer, Tûfi gibi âlimler
görüşlerini söyleyen âlimlerdendir. Kısaca şunu söyleyebiliriz ki tefsir
rivayetlerinin çoğu sahih rivayetler üzerinde durmamaktadır.
Kur’an-ı
Kerimin anlaşılmasında Esbabı nüzulün yetersiz kalma sebeplerine gelince, bunu
bir kaç madde halinde yazacağız.
1.Rivayetler açısından
A. Merfû Musned Esbab-ı Nüzul Rivayetleri üzerine
B. Mürsel Esbab-ı Nüzul Rivayetleri Üzerine
(Mürsel Hadisin Hüccet olup olamayacağı Âlimler arasında tartışılmıştır. İbni
Teymiyye ise: Esbab-ı Nüzul haberlerinin bir çoğu mürseldir Musned değildir
demiş).
C. Senedlerin hazfedilmesi (Abdullah b.Mubarek: “
İsnad dinin bir parçasıdır, isnad olamasaydı kim ne istiyorsa dilediğini
söylerdi” demiştir)
D. Rivayetlerin Tasnifine dikkat etmeme
E. Rivayet siygalarına dikkat göstermeme
2. Umumu Hususileştirme Açısından
Buna bir örnek: humeze suresinin Hz.
Peygamberi gördüğü zaman onu kaş göz hareketleriyle alay eden Umeyye b.
Halef ‘a nazil olduğu rivayet edilmiştir. Ancak başka rivayete göre Ahnes
b.Şurayk diğer bazıları da Cemil b.Âmir hakkında nazil olduğunu
söylerler.
3.
Taaddüt Teehhür açısından
4. Tarih ilminden yararlanma
Esbab-ı
nüzul rivayetlerinde böyle bir Tarihi bilgiden yararlanmama sebebiyle okuyucuyu
yanıltılabilecek hatalar yapılmıştır ve iki sebebi vardır.
1. Her ayette nüzul sebebi arama
2. Nüzul sebebini geçmiş ümmetlerin olaylarıyla
karıştırma
Esbab-ı nüzul’ün olumlu yanları olduğu gibi olumsuz
yanları da vardır. Örnek olarak: Kura’nın yorum zenginliğine engel olması ve
Kura’nın evrensel hedefi olan insan hayat bütünleşmesini engellemesi konunun
istismar edilmesi. Bu konuda bir örnek olarak Muhammed b. Yakut b. İshak
el-kuleyni’nin (329/940) Mâide süresi 3.ayetinin nüzul sebebi olarak Hz.
Ali’nin velayetinin tamam eylemek olarak açıklamasıdır.
Geçtiğimiz
bölümlerde Esbab-ı nüzul, Kura’nın anlaşılmasında ve zorunlu olan ilimlerin
başında geldiğini açıkladık fakat bu geleneksel bir yaklaşım idi ancak şimdi
ise genel ilkeleriyle izah etmeye çalışalım. Birincisi şu ki: Esbab-ı nüzul
rivayetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir ve bu ilmi (Esbab-ı
nüzul’ü) bilmeden Kura’nı anlamak da mümkün olmaz çünkü Kura’nı bir bütün
içinde okumak şarttır. Şimdi ise Esbab-ı nüzul’ü hadis usulü açısından nasıl
ele alacağız? Sorusuna cevap verelim: bir ayetin “sebep ifade etmede nass” ve
nüzul ortamına ait olabilmesi için Musned Merfû olması lazımdır. Bir diğer ilke
de Kura’nı Kerimin bütünlüğünü dikkate alınması meselesidir ki: Kura’nı
cümleler ile oluşan bütünlük, teşrii bütünlük, sürelerin dâhili bütünlüğü siyak
sibak ve tarihi bütünlük olmak üzere bu parçaları da dikkate almak
gerekmektedir. Ancak konu bununla kalmayıp bir bütünlük söz konusu dediysek
Esbab-ı nüzul ve tarihilik meselesini de göz ardı etmeyerek ki Kura’nın hemen
hemen her sürede mutlaka ya insan ve ya topluluktan ya da bunlarla ilgili
olguları ve olayları anlatmaktadır. Dolayısıyla Kur’an geçmişi ve geleceği de
bir bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.
Esbab-ı nüzule
yeni bir yaklaşım ve Sa’lebe kıssası
v Esbab-ı nüzulü genel bir değerlendirmeye tabi tutarsak ve
içerik olarak neyin kastedildiğine bakarsak özetle şunu söyleyebiliriz ki:
nüzul ortamında ve ya bir hâdise gereği ya da bir soruya cevap olarak inen ve
vahyin ortamını resim eden hâdisedir. Ve bu araştırmanın da iki hedefi vardır
ki bunlardan birincisi: Kura’nın anlaşılmasında Esbab-ı nüzulün rolü diğeri
ise, Kura’n-ı Kerimin anlaşılmasında Esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımın
ilkelerini bir sebebi nüzul rivayeti üzerinde tatbik etmesidir. Şimdi ise
sa’lebe kıssasını özetle aktarmaya çalışalım: Sa’lebe, Hz. Peygamberin
huzuruna gelmiş: Ya Rasulullah, “Allah’a dua et bana çok mal versin” demiş. Hz.
Peygamber de: “Ya Sa’lebe, hakkını eda ettiğin az, takat
getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır” diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dilediğini
tekrarlamış ve demiş ki: seni hak ile gönderene yemin ederim ki bana çok
verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm. Bunun üzerine
peygamber efendimiz dua etmiş ve malı çoğalmış ancak vad ettiği şeyler olmamış
ve Peygamber de ona şöyle demiş: vay Sa’lebe’ye daha sonra sadaka toplamak için
iki kişi gitmiş onlara da “düşüneyim” diyerek vermemiş; en sonunda peygamber buyurmuş
ki “bu senin emelindir emrettin itaat etmedin” ancak Peygamber efendimiz
irtihal ettikten sonra sırasıyla halifelere getirmişse de onlar kabul
etmemişler. Hadis âlimleri açısından, kimisi sadece bu kıssayı
zikretmiş bazı âlimler ise, kıssanın sıhhatini araştırmıştır. Müfessirle ise
sa’lebe kıssasını naklederken, iki yol takip etmişledir. Onarın çoğu kıssayı
Taberi’den nakletmişlerdir. Bazı müfessirler ise, muhtelif tariklere farklı
kaynaklardan almışlardır. Hadis usulü açısından bakıldığı zaman, bu kıssanın
senedi zayıftır bur da soru şu: zayıf olmasına rağmen neden bu kıssa,
müfessirlerin tefsirlerine zikredilmiştir? İster müfessirler isterse
muhaddisler olsun kendilerine ulaşan her bilgiyi almalarından maksat bilginin
kaybolup gitmesinden korkmalarıdır. Bunun için müfessirler bu konuda
titizliklerini her konu hakkında çok ciddi bir şekilde göstermişlerdir.
Tarihsellik ve tarihselcilik kavramına
geçmeden önce, önce bu kavramı bir tanıyalım daha sonra konunun ana başlıklar
altında alarak buradan ne kastedildiğine bakalım. Şimdi ise tarihsellik
kavramını tarifi: her şeyin kökenini tarihte arayarak insanı yenilikten
alıkoyan bir politik tutuculuk’un simgesidir. Demiş “Chalybaeus” ancak
bu kavramlar, (tarihsellik ve tarihselcilik) batı’nın özgü kültürüne ait
kavramlardır. Yine de bu kavramların yapıları gereği, ortak kültürle etkileşim halindedir.
Fakat bu ifadeden sonra Esbab-ı nüzul ile tarihsellik kavramı arasında nasıl
bir ilişki kurulabilir sorusunu cevaplandırmaya çalışalım. Esbab-ı
nüzul-tarihsellik ilişkisine insanı tarihsel bir varlık oluşu bakımından
yaklaşmak mecburiyeti doğmaktadır. Yani insanın yapıp etmeleri şimdi için
bitmez onlar zamanın boyutlarına yayılmıştır. Zamanın boyutları ise uzayıp
giden bir boyut değil insanın ürünleriyle ve olaylarla doludur. Bu, insanın zamanın boyutları arasında bir bağ kurmasını, onları
bir birine bağlamsını gerektirir, bu da ancak bilen bir varlığın işi olabilir.
Bunun içindir ki, insan tarihsel bir varlıktır. Eğer insan hayvan gibi şimdi
içinde yaşasaydı, o zaman insanın yapıp- etmeleri arasında bir süreklilik söz
konusu olamazdı. Şimdi ise tarihsellik ve insan ilişkisini inceledikten sonra,
Esbab-ı nüzul ve tarihsellik meselesine bakmamız gerekir. Felsefe açısından ele
alındığında: 1.tarihsel olanın varlık biçimi 2. Gelip geçicilik 3. Tarihe
bağlı olma 4. Bir şeyin tarihsel olarak var olduğu olgusu.
Görüldüğü üzere Esbab-ı
nüzul ve tarihsellik kavramı ilişkisinde vurgulanması gereken konu, Kura’nı
Kerimin soyut bir düşünce biçimi değil de insanın öz niteliğiyle örtüşen bir
hidayet rehberi olduğudur. Diğer bir husus ise: kültürlere ait kavramları kullanırken
ele alınan yaklaşım benimsenmeli ve kullananların dünya görüşü göz önünde
bulundurulalı yani bu kavramları kullanan ilim adamları böylesi bir yaklaşımı
benimsemeleri hem de kullandıkları kavramı tarif etmeleri gerekmektedir. Aksi
halde bu kavramları kullananlar ile onları anlamakta zorlananlar arasındaki
“tartışma” yapıcı bir zemine oturmayacaktır.
ALLAH’IN YARDIMIYLA TAMAMLADIM
Tefsir,hadis ve fıkıh usulleri hulasası ödevi 19.05.2015
SOYADI :ERDOĞMUŞ
DÖNEM : 2015 İLKBAHAR
BÖLÜMÜ :YÜKSEK LİSANS
ÖĞR.NO. :14912714
ÖDEV :TEFSİR,HADİS,FIKIH USULLERİ HULASASI
TEFSİR
Tefsir: Sözlükte "fesr" kökünden gelmekte olup, örtülü olan bir şeyin üstünü açmak demektir.
Terim olarak; Kur’ân-ı Kerim'in anlamlarını açıklamak demektir.
Tefsir öğrenmek, yüce Allah'ın şu buyruğu dolayısıyla vacip (farz)dır:
"(Bu) âyetlerini düşünsünler, tam akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz hayır ve bereketi bol bir kitaptır." (Sâd, 38/29)
"Onlar Kur’ân'ı iyiden iyiye düşünmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?" (Muhammed, 47/24)
İşte bu ümmetin geçmişi de, bu izlenmesi farz olan yolun izleyicileri idiler. Kur’ân'ın hem lafızlarını, hem manalarını öğreniyorlardı. Çünkü onlar bu yolla yüce Allah'ın gözettiği maksada uygun olarak Kur’ân ile amel etmek imkânını buluyorlardı. Çünkü anlamı bilinmeyen bir şey gereğince amel etmek imkânsız bir şeydir.
Ebu Abdurrahman es-Sülemî der ki: Bizlere Kur’ân'ı öğreten Osman b. Affan, Abdullah b. Mesud ve benzerlerinin anlattıklarına göre onlar, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'den on âyet öğrendiler mi, o on âyette bulunan ilim ve ameli iyice öğrenmedikçe başkalarını öğrenmeye geçmezlerdi. Dediler ki: Böylelikle bizler hem Kur’ân'ı, hem ilmi, hem de ameli birarada öğrenmiş olduk.
Kur’ân Tefsiri Hususunda Müslümanın Görevi
Kur’ân tefsiri hususunda müslümana düşen görev, Kur’ân'ı tefsir ederken yüce Allah adına tercümanlık yaptığının şuurunda olmasıdır. O, bu söyledikleriyle Allah'ın kelâmından neyi murad ettiğine dair şahitlik etmektedir. Böylelikle bu şahidliğin ne kadar büyük olduğunu iyice idrâk etmeli ve yüce Allah hakkında bilgisizce söz söylemekten korkmalıdır. Çünkü o takdirde Allah'ın haram kıldığı bir iş işlemiş ve bu sebeple kıyamet gününde de cezalandırılması sözkonusu olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"De ki: 'Rabbin ancak hayasızlıkları, onların açık olanını, gizli olanını, bununla beraber günahı, haksız isyanı Allah'a -hakkında asla bir delil indirmediği- herhangi bir şeyi ortak koşmanızı ve Allah'a bilmediğiniz şeyleri isnad etmenizi haram kılmıştır.'" (el-A’raf, 7/33)
Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:
"Kıyamet gününde Allah'a yalan söyleyenleri yüzleri kararmış görürsün. Büyüklük taslayanlara cehennemde yer mi yok?" (ez-Zümer, 39/60)
Kur’ân Tefsirinin Kaynakları
Kur’ân tefsirinde aşağıdaki kaynaklara başvurulur:
A- Yüce Allah'ın kelamı. Çünkü Kur’ân, Kur’ân ile tefsir edilir. Zira onu indiren Allah'tır ve Kur’ân ile neyi murad ettiğini en iyi o bilir.
B- Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in sözleri. Kur’ân-ı Kerim sünnet ile de tefsir edilir. Çünkü Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem yüce Allah'tan vahyi tebliğ edendir. Dolayısıyla yüce Allah'ın kelamıyla neyi murad ettiğini insanlar arasında en iyi bilen odur.
C- Ashab Radıyallahu anhum'un -özellikle de aralarında tefsiri bilen ve ona itina göstermiş olanların- sözleriyle tefsir etmek. Çünkü Kur’ân-ı Kerim hem onların dilleri ile hem onların dönemlerinde inmiştir. Ayrıca onlar peygamberlerden sonra hakkı talep etmek bakımından insanlar arasında en samimi, hevâlardan en çok kurtulabilmiş olanları, kişi ile doğruyu elde etme başarısı arasında engel teşkil eden muhalif davranışlardan en temiz olanlarıdır.
D- Ashab-ı Kiram Radıyallahu anh'dan tefsir öğrenmeye itina ve gayret göstermiş tabiînin sözleriyle tefsir etmek. Çünkü tabiîn ashab-ı kiramdan sonra insanların en hayırlıları, onlardan sonra hevâdan en uzak kalabilenleridir. Arap dili onların döneminde fazla değişikliğe uğramamıştır. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim'i anlamak bakımından kendilerinden sonra gelenlere nisbetle doğruyu bulma ihtimalleri daha ileri idi.
E- İfadelerin siyâkına (akışına) göre kelimelerin gerektirdiği şer'î ve lugavî manalara göre tefsir etmek. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak biz sana kitabı Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmetmen için hak olarak indirdik." (en-Nisâ, 4/105)
Eğer şer'i anlam ile sözlük anlamı arasında farklılık sözkonusu olursa, şer'i anlamın gerektirdiği ne ise o kabul edilir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim dile açıklık getirmek için değil, şeriatı açıklamak için inmiştir. Ancak sözlük anlamının tercih edilmesini gerektiren bir delil bulunursa, o vakit o anlam kabul edilir.
Me'sûr (Rivâyet Yoluyla) Tefsirde Görülen Ayrılıklar
Me'sûr (rivâyet yoluyla) tefsirde görülen ayrılıklar üç türlüdür:
1. Sadece lafızda farklılık olmakla birlikte anlamın bir olması. Bu ayrılığın âyetin anlamına herhangi bir etkisi yoktur. Mesela yüce Allah'ın: "Rabbim şunları hükmetti. Kendisinden başkasına ibadet etmeyin..." (el-İsra, 17/23) buyruğu hakkında İbn Abbas (hükmetti anlamını verdiğimiz) "kadâ" lafzını “emretti” diye açıklamıştır. Mücahid “tavsiye etti” er-Rabi b. Enes “vacip kıldı” diye açıklamışlardır. Bu tefsirlerin anlamı bir ya da birbirine yakındır. Bundan dolayı bu tür açıklama farklılıklarının âyetin anlamında herhangi bir etkisi olmaz.
2. Hem lafız, hem anlamın farklılığı ile birlikte aralarında çelişki olmadığından ötürü âyetin her iki anlama gelme ihtimalinin bulunması. Bu durumda âyet her iki anlama göre ele alınır ve bu iki anlama göre tefsir edilir. Böyle bir ayrılık; her bir görüşün âyet-i kerimenin ifade ettiği anlamı örneklendirmek ya da çeşitlerinden birisine işaret etmek için dile getirilmiş olduğu kabul edilerek telif edilir.
3. Lafız ve mana farklı olmakla birlikte âyetin aynı anda -aralarındaki çelişki dolayısıyla- her iki anlama gelme ihtimalinin bulunmaması. Bu durumda âyet ya siyâkın (ifade akışının) yahutta başka bir hususun delâleti ile ikisinden daha çok tercih edilenine göre yorumlanır.
Kur’ân'ın Tercümesi
Sözlükte tercüme hepsi beyan ve açıklama anlamı çerçevesinde değişik manalar hakkında kullanılır.
Terim olarak, bir sözü başka bir dille ifade etmektir.
Kur’ân tercümesi: Başka bir dille Kur’ân'ın anlamını ifade etmek, demektir.
Kur’ân tercümesi iki türlüdür: Birincisi harfî tercüme olup, herbir kelimenin diğer dildeki karşılığının konulması ile olur.
İkincisi ise anlam veya tefsir tercümesi. Bu da sözlerin anlamının, lafızlara ve sıraya riayet etmeden bir başka dil ile ifade edilmesi demektir.
Kur’ân Tercümesinin Hükmü
Kur’ân-ı Kerim'in harfî tercümesi çoğu ilim adamına göre imkânsız bir şeydir. Çünkü bu tür tercümede gerçekleşmesine imkân bulunmayan birtakım şartlar aranır. Sözkonusu şartlar şunlardır:
a- Kur’ân'ın tercüme edileceği dilde kendisinden tercüme edildiği dilin karşılığında harfiyyen kelimelerin varlığı.
b- Tercüme edilecek dilde kendisinden tercüme yapılan dil olan Arapçaya benzer edatların manalarını karşılayacak edatların varlığı.
c- Kendisinden tercüme edilen dil ile tercüme yapılacak dilin kelime sıralanışı itibariyle cümle, sıfat ve izafetlerde benzerlik arzetmesi.
Kimi ilim adamının görüşüne göre harfî tercümenin, bir âyetin bir bölümünde ya da ona benzer buyruklarda tahakkuku mümkündür. Fakat bu kadarında bile tahakkuku mümkün ise yine haramdır. Çünkü anlamın tamamını ifade etmesine imkân olmadığı gibi, Arapça ve herşeyi beyan eden Kur’ân'ın ruhlara yaptığı tesiri yapmasına da imkân yoktur. Ayrıca böyle bir tercümeyi gerektiren bir zorunluluk da bulunmamaktadır. Çünkü mana yoluyla tercüme ona ihtiyaç bırakmamaktadır.
Buna göre harfî tercüme, fiilen bazı kelimelerde mümkün olsa bile, şer'an kabul edilmemiştir. Ancak özel bir kelime, terkibin tamamı tercüme edilmeksizin muhatabın anlaması için muhatabın dili ile tercüme edilmesi hali müstesnâdır. Bunda bir sakınca olmaz.
Mana yoluyla Kur’ân'ın tercümesi ise, esas itibariyle caizdir. Çünkü bunda bir sakınca yoktur. Hatta arapça konuşmayan kimselere Kur’ân ve İslâmın ulaştırılmasına araç olacaksa vacip dahi olabilir. Çünkü bunların ulaştırılıp, tebliğ edilmesi vaciptir. Kendisi olmadan vacibin yerine getirilmesi mümkün olmayan herbir iş de vaciptir.
Fakat bunun caiz olabilmesi için bazı şartlar aranır:
1. Bu tercüme, Kur’ân'a ihtiyaç duyulmayacak şekilde alternatif haline sokulmamalıdır. Buna göre bu tercümenin yanıbaşında Kur’ân'ın arapça olarak yazılması da gerekir. Böylelikle bu tercüme Kur’ân'a tefsir gibi olur.
2. Tercümeyi yapan kimsenin her iki dildeki lafızların medlûlleri ve anlatım bağlamında neleri gerektirdiğini bilen kimse olması.
3. Kur’ân-ı Kerim'deki şer'î lafızların anlamını bilen bir kişi olması.
Kur’ân-ı Kerim tercümesi ancak bu hususta kendisine güven duyulan bir kişi tarafından yapılmışsa kabul olunur. Bu tercümeyi yapacak kimsenin dininde istikamet sahibi bir müslüman olması gerekir.
Ashab-ı Kiram'dan Tefsir Yapmakla Meşhur Olanlar
Tefsir ile ün kazanmış pekçok sahabi vardır. Suyutî bunlar arasında dört halifeyi zikretmekle birlikte, ilk üçünden gelmiş tefsir rivayetleri çok değildir. Çünkü onlar halifelik görevi ile meşgul olmuşlardı. Ayrıca tefsiri bilenlerin çokluğu dolayısıyla bu hususta onlardan nakilde bulunmaya ihtiyaç da azdır.
Yine ashab-ı kiram arasında tefsir ile ün kazanmış olanlardan Abdullah b. Mesud ile Abdullah b. Abbas da vardır.
Tabiînden Müfessir Olarak Ün Kazananlar
Tabiînden tefsir bilgileriyle meşhur olmuş pekçok kimse vardır. Bunların bir kısmı:
A- Mekkelilerden: Bunlar İbn Abbas'a tabi olanlardı. Mücahid, İkrime ve Ata b. Ebi Rebâh bunlardandır.
B- Medinelilerden: Bunlar Ubey b. Ka’b'a tabi olanlardı. Zeyd b. Eslem, Ebu'l-Âliye, Muhammed b. Ka’b el-Kurazî gibi.
C- Kûfelilerden: Bunlar da İbn Mesud'a tabi olanlardı. Katade, Alkame ve Şâbî gibi.
Muhkemlik ve müteşabihlik bakımından Kur'ân-ı Kerim üç çeşittir:
Birincisi yüce Allah'ın Kur’ân'ın bütünü için bir nitelik olarak sözkonusu ettiği genel muhkemlik.Buradaki "muhkemlik" lafız ve manaları itibariyle sağlamlık ve güzellik demektir. O fesahat ve belağatin en ileri derecesindedir. Verdiği haberlerin hepsi doğru ve faydalıdır. Bunlar arasında yalan, çelişki, boş ve hayırsız hiçbir şey yoktur. Onun bütün hükümleri adalettir. Onun hükmünde haksızlık, çelişki olmadığı gibi, akılsızca bir hüküm de yoktur.
İkinci tür: Kur’ân-ı Kerim'in tümüne nitelik olan genel müteşabihliktir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah sözün en güzelini müteşâbih, tekrar edilen (mesânî) bir kitap halinde indirmiştir. Ondan dolayı Rablerine kalbten saygı duyanların derileri ürperir. Sonra Allah anıldığı için derileri ve kalpleri yumuşar..." (ez-Zümer, 39/23) burada sözü geçen "müteşabihlik"in anlamı, Kur’ân'ın tümünün mükemmellik, güzellik ve öğülmeye değer amaçları bakımından birbirine benzediğidir. Esasen "eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı." (en-Nisâ, 4/82)
Üçüncü tür ise Kur’ân âyetlerinin bir bölümüne mahsus muhkemlik ile bir diğer bölümüne mahsus müteşâbihliktir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda dile getirildiği gibi:
"Sana kitabı indiren odur. Onun bir kısım âyetleri muhkemdir. Bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihtir ama kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onu tevil etmeye kalkışmak için onun müteşâbih olanına uyarlar. Halbuki onun (müteşabih âyetlerinin) tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşmiş olanlar ise: 'Biz ona inandık, hepsi Rabbimiz nezdindendir' derler. Olgun akıllılardan başkası ibretle düşünemez." (Âl-i İmran, 3/7)
Burada sözü edilen muhkemlik, âyet-i kerimenin herhangi bir kapalılığı sözkonusu olmadan açık seçik bir şekilde anlaşılması demektir
Kur’ân-ı Kerim'de Müteşabihler iki çeşittir.
Birinci tür, hakiki müteşâbihtir. Bu insanların bilmelerine imkân bulunmayan hususları kapsar. Yüce Allah'ın sıfatlarının hakikatleri gibi. Bizler her ne kadar bu sıfatların anlamlarını biliyor isek dahi, bunların hakikatlerini ve keyfiyetlerini idrâk edemeyiz. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Onlar onu bilgileri ile kuşatamazlar." (Tâhâ, 20/110)
"Gözler onu idrâk edemez. O ise bütün gözleri idrak eder (onları kuşatmıştır). O lütuf sahibidir, herşeyden haberdardır." (el-En'âm, 6/103)
Bundan dolayı İmam Malik 'e yüce Allah'ın: "Rahman arşâ istivâ etti." (Tâhâ, 20/5) buyruğu hakkında nasıl istivâ etti diye sorulunca, şöyle cevap vermiştir: “İstivâ bilinmeyen bir şey değildir. Fakat keyfiyeti akıl ile kavranılamaz. Ona iman etmek ise farzdır. Buna dair soru sormak da bid'attir.”
Bu kabilden olan müteşâbihlerin açıklanması için soru sormanın anlamı da yoktur. Çünkü böyle bir bilgiye ulaşmak imkansızdır.
İkinci tür müteşabih ise nisbî (göreceli) müteşâbih olandır. Bu ise bir kısım insanlar için müteşâbih görülmekle birlikte bazıları için öyle görünmeyendir. Bu durumda ilimde derinleşmiş olanlar bunu bilirken, başkaları bilmeyebilir. Bu tür müteşâbihlerin açıklanması ve vuzuha kavuşturulması için soru sorulabilir. Çünkü buna dair bilgiye ulaşmak mümkündür. Zira Kur’ân-ı Kerim'de insanlardan hiçbir kimse için manası açıklık kazanmayacak bir şey yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Bu insanlar için bir açıklama, takvâ sahipleri için de bir hidâyet ve bir öğüttür." (Âl-i İmran, 3/138)
Kur’ân-ı Kerim Âyetlerinin Muhkem ve Müteşâbih Türlerine Ayrılmasındaki Hikmet
Eğer Kur’ân'ın tamamı muhkem olsaydı, bu sefer hem tasdik hem de amel yönü ile Kur’ân'la sınama hikmeti sözkonusu olmazdı. Çünkü Kur’ân'ın anlamı açıkça ortada olacak olsaydı fitneyi aramak ve Kur’ân'ın tevili peşinde gitmek maksadı ile onu tahrif etmeye ve müteşâbihlere sarılmaya imkân bulunmazdı.
Şayet bütünüyle müteşâbih olsaydı, bu sefer Kur’ân'ın bütün insanlar için apaçık ve bir hidayet olması sözkonusu olmazdı. Gereğince amel etmeye de imkân bulunmazdı. Üzerine sağlam bir akîde bina edilemezdi.
Fakat yüce Allah hikmetiyle onun bir kısım âyetlerini muhkem olarak indirdi. Müteşâbih görülen âyetlerin açıklanması için bu muhkem âyetlere başvurulur. Diğer âyetler ise kullara sınav olmak üzere müteşâbihtirler. Böylelikle imanında samimi olanlar ile kalblerinde eğrilik bulunanlar birbirinden açık bir şekilde ayrılmış olur. İmanında doğru ve samimi olan bir kimse Kur’ân'ın bütünüyle yüce Allah tarafından geldiğini kesinlikle bilir. Allah tarafından gelen herşeyin hakkın ta kendisi olduğunu, onda bâtıl diye bir şeyin ya da çelişkinin bulunmasının imkânsız olduğunu kesin olarak bilir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Önünden de, arkasından da batıl ona erişemez. (Çünkü o) hikmeti sonsuz, her hamde lâyık olan tarafından indirilmedir." (Fussilet, 41/42)
Kur’ân'da Çelişki Olduğu İzlenimini Veren Buyruklar
Tearuz (çelişki, çatışma); iki âyetin birisinin ifade ettiği hususu, diğerinin ifade ettiğini imkansız kılması demektir. Meselâ; bir âyet bir hususu tespit ederken, diğeri aynı hususu nefyeder.
İkisinin de ifade ettiği muhteva haber vermek mahiyetinde olan iki âyet arasında bir teâruzun ortaya çıkması imkânsızdır. Çünkü bu durumda birilerinin yalan olması gerekir. Bu ise yüce Allah'ın verdiği haberler hakkında imkânsız bir şeydir. Yüce Allah: "Allah'tan daha doğru sözlü kimdir?" (en-Nisâ, 4/87) ve "Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?" (en-Nisâ, 4/122) diye buyurmaktadır.
Her ikisi bir hükme delâlet eden iki âyet arasında bir teâruzun olması da imkânsızdır. Çünkü bu iki âyetten sonra gelen âyet birinci geleni neshedicidir. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
"Biz bir âyeti nesheder veya unutturursak ya ondan daha hayırlısını ya da onun benzerini getiririz." (el-Bakara, 2/106)
Nesh sabit olduğuna göre birinci âyetin hükmü artık devam etmez ve ikinci âyetin hükmü ile çelişki arzetmez.
Bu kabilden tearuz izlenimi veren âyetler görüldüğü takdirde, her iki âyetin birlikte telif edilmesine gayret edilir. Eğer bu sağlanamayacak olursa, o takdirde bu hususta herhangi bir yargıya varmadan işi bilene havale etmek gerekir.
İlim adamları -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- teâruz (çelişki) izlenimini veren pekçok örnekler sözkonusu etmiş ve bu hususta âyetlerin birlikte nasıl telif edileceklerini açıklamışlardır
Kasem (Yemin)
Kasem; yemin demek olup, herhangi bir hususu tazim olunan bir sözü vav ya da benzeri diğer edatlardan birisini sözkonusu ederek tekid etmektir. Yemin edatları üç tanedir:
Vav: Yüce Allah'ın: "Göğün ve yerin Rabbi hakkı için (vav) o sizin konuştuğunuz gibi kesin bir gerçektir." (ez-Zâriyât, 51/23) buyruğu gibi.
Bu yemin edatı ile birlikte amilin hazfedilmesi vaciptir. Bu harfin akabinde ancak açık bir isim gelir.
Be: Yüce Allah'ın: "Hayır... kıyamet gününe yemin ederim (be)" (el-Kıyame, 75/1) buyruğu gibi, Bu durumda bu örnekte görüldüğü gibi âmilin sözkonusu edilmesi mümkündür. Yüce Allah'ın: "Dedi ki: İzzetin hakkı için (be) hepsini mutlaka azdıracağım." (Sad, 38/82) diye İblis’in söylediklerinin nakledildiği buyrukta olduğu gibi, hazfedilmesi de caizdir.
Yine verdiğimiz bu örnekte görüldüğü gibi bu edatın hemen akabinde açık bir ismin gelmesi de mümkündür: "Allah benim Rabbimdir ve ben ona (be) yemin ederek söylüyorum ki o, mutlaka mü'minlere yardımcı olacaktır." sözümüzde olduğu gibi, bu edattan hemen sonra zamir de gelebilir.
Te: Yüce Allah'ın: "Allah'a andolsun ki, huzura geldiğiniz şeylerden elbette sorguya çekileceksiniz." (en-Nahl, 16/56) Bu edat ile birlikte amilin hazfedilmesi vâciptir ve ondan sonra ancak Allah ya da Rab ismi gelir. Meselâ, Ka’be’nin Rabbi hakkı için (ve) yüce Allah'ın izniyle mutlaka hacca gideceğim.
Kasemin iki faydası vardır:
Birincisi, adına yemin edilenin (muksemun bih) azametini açıklamak.
İkincisi, kendisi sebebiyle yemin edilenin (muksemun aleyhin) önemini açıklamak ve onu tekid etmek istemek. Bundan dolayı kasem ancak aşağıdaki hallerde güzeldir:
1. Muksemun aleyhin önemli olması
2. Muhatabın bu hususta tereddüt içinde bulunması
3. Muhatabın böyle bir şeyi (yani hakkında yemin edilen hususu) inkâr ediyor olması.
Kasas (Kıssa Anlatmak)
Kasas ve kass (kıssa anlatmak) sözlükte izi takip etmek demektir. Terim olarak; ardı arkasına gelen birtakım aşamalara sahip bir hususa dair haber vermektir.
Kur’ân'da anlatılan kıssalar en doğru kıssalardır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah'tan daha doğru sözlü kimdir?" (en-Nisa, 4/87)
Bu ise Kur’ân kıssalarının vakıa ile eksiksiz bir uyum göstermesinden ileri gelmektedir.
Yine en güzel kıssalar da Kur’ân kıssalarıdır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Biz sana bu Kur’ân'ı vahyetmekle, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz." (Yusuf, 12/3)
Çünkü Kur’ân kıssaları belâğatta mükemmellik, anlamda üstünlük derecelerinin en yücesini kapsamaktadır.
Kur’ân kıssaları üç kısma ayrılır:
Bir kısmı peygamberler, rasûller, onların kendilerine iman edenlerle ve onları inkâr eden kafirlerle, başlarından geçen olaylarla ilgilidir.
Bir diğer kısım başlarından ibretli olaylar geçen fertler ve çeşitli gruplarla alâkalıdır. Yüce Allah onların bu kıssalarını bize nakletmiştir. Meryem ve Lukman kıssaları ile duvarları çatıları üstüne yıkılmış bomboş bir kasaba yanından geçen kimsenin kıssası (bk. el-Bakara, 2/259), Zulkarneyn, Karun, Ashab-ı Kehf, Ashab-ı Fil, Ashab-ı Uhdûd ve daha başka kıssalar gibi.
Bir başka kısım da Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem döneminde meydana gelmiş birtakım olaylar ve kimselerle ilgilidir. Bedir, Uhud ve Ahzab gazveleri, Kureyza oğulları, Nadir oğulları gazveleri, Zeyd b. Harise, Ebu Leheb ve başka kimselere ait kıssalar gibi.
Kur’ân-ı Kerim'deki kıssaların oldukça büyük, pekçok hikmetleri vardır. Bunların bazıları şunlardır:
1. Yüce Allah'ın bu kıssaların ihtiva ettiği hikmeti açıklaması. Çünkü yüce Allah: "Andolsun onlara kendisinde alıkoyucu özelliği olan haberler gelmiştir." (el-Kamer, 54/4) buyurmaktadır.
2. Yalanlayanları cezalandırmak suretiyle yüce Allah'ın adaletinin açıklanması. Çünkü yüce Allah yalanlayıcılar hakkında: "Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince Allah'ı bırakıp da tapındıkları ilâhları onlara bir fayda sağlamadı." (Hud, 11/101) diye buyurmaktadır.
3. Mü'minleri mükâfatlandırmak suretiyle yüce Allah'ın lütfunun açıklanması. Çünkü yüce Allah: "Biz üzerlerine ufak taş yağdıran bir rüzgar gönderdik. Lut’un ailesi müstesnâ. Onları seher vaktinde kurtardık. Tarafımızdan bir nimet olmak üzere (bunu yaptık). İşte şükredenleri biz böyle mükâfatlandırırız." (el-Kamer, 54/34-35) diye buyurmaktadır.
4. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in yalanlayıcıların kendisine yaptıklarına karşı teselli edilmesi. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Eğer seni yalanlıyorlarsa onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Peygamberleri onlara apaçık delillerle (mucizelerle), sahifelerle ve nur saçan kitaplarla gelmişti. Sonra kâfir olanları yakaladım. Şimdi onlara azabım nasıldır!?" (Fâtır, 35/25-26)
5. Mü'minlerin iman üzere sebat etmeleri ve imanlarını arttırmaları için teşvik etmek. Çünkü mü'minler kendilerinden önce geçen mü'minlerin kurtulduklarını ve cihad ile emrolunanların ilâhî yardıma mazhar olarak zafere eriştiklerini öğrenmiş bulunuyorlardı. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
"Biz de duasını kabul edip, kendisini gamdan kurtarmıştık. Biz mü'minleri işte böyle kurtarırız." (el-Enbiyâ, 21/88)
6. Kâfirleri küfürlerini sürdürmekten sakındırmak. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:"Acaba onlar yeryüzünde gezip kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah onları toptan helâk etmiştir. Kâfirlere de onların (âkıbetlerinin) benzerleri vardır." (Muhammed, 47/10)
7. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in risaletini ispatlama. Çünkü geçmiş ümmetlere dair haberleri ancak yüce Allah bilir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır:“Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onları bundan evvel ne sen biliyordun, ne de kavmin." (Hûd, 11/49)
Kıssaların Tekrarı
Bazı Kur’ân kıssaları sadece bir defa geçmektedir. Lukman kıssası, Ashab-ı Kehf kıssası gibi. Kimisi de görülen ihtiyaca ve maslahata binaen birkaç defa tekrar edilmektedir. Fakat bu tekrarlama tek bir şekilde olmaz. Aksine kısalığı, uzunluğu, yumuşaklığı, sertliği farklılık arzeder. Diğer taraftan kıssanın bazı yönleri bir yerde zikredilirken, diğer yönleri bir başka yerde sözkonusu edilmemektedir.
Kıssalarda bu tür tekrarın hikmetlerinin bazıları şunlardır:
1. Anlatılan bu kıssanın önemini açığa çıkarmak. Çünkü bu kıssanın tekrar edilmesi, ona itina gösterildiğini ortaya koyar.
2. İnsanların kalplerinde iyice yer etmesi için tekrar edilen kıssanın pekiştirilmesi.
3. Bu kıssalara muhatap olanların durumlarını ve zamanı gözönünde bulundurmak. Bu sebepten ötürü çoğunlukla Mekkî surelerde geçen kıssalarda anlatım özlü ve üslup serttir. Fakat Medine döneminde inen surelerde bunun aksini görüyoruz.
4. Kıssaların durumun gerektirdiğine uygun olarak kimi zaman böyle, kimi zaman öbür türlü anlatılması suretiyle Kur’ân belâğatinin açığa çıkması.
5. Kur’ân'ın doğru olduğunun ve onun yüce Allah tarafından gönderildiğinin açıkça ortaya konulması. Çünkü aynı kıssa, herhangi bir çelişki sözkonusu olmaksızın çeşitli şekillerde anlatılmış bulunmaktadır.
İsrâiliyât
İsrâiliyât, İsrailoğullarından olan yahudilerden -ki çoğunlukla görülen budur-, yahut hristiyanlardan nakledilen haberlerdir. Bu haberler üç türdür:
A. İslâmın kabul ettiği ve doğru olduğuna tanıklık ettiği kıssalar haktır.
Buna örnek: Buhârî ve başkalarının rivayetine göre İbn Mesud Radıyallahu anh şöyle demiştir: Yahudi alimlerinden birisi Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e gelip dedi ki: Ey Muhammed, bizler (kitabımızda) yüce Allah'ın semavatı bir parmağında, yerleri de bir parmağında, bütün ağaçları bir parmağında, suyu ve toprağı bir parmağında, diğer mahlukatı da bir parmağında tutarak ve: Benim melik! diye buyuracağına dair bilgi okuyoruz. Bunun üzerine Peygamber bu yahudi aliminin söylediklerini doğruladı. Ve azı dişleri görününceye kadar güldü. Daha sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem: “Onlar Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Halbuki kıyamet gününde arz bütünü ile onun kabzasındadır. Gökler ise onun sağ eli ile dürülmüş olacaktır. O, şirk koştuklarından münezzehtir ve çok yücedir." (ez-Zümer, 39/67) âyetini okudu.[41]
B. İslâm’ın kabul etmeyip, yalan olduğuna tanıklık ettiği haberler. Bunlar da bâtıldır.
Buna örnek: Buhârî, Câbir Radıyallahu anh'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Yahudiler erkek hanımıyla, arka tarafından cimâ’ ettiği takdirde çocuğun şaşı geldiğini ileri sürüyorlardı. Bunun üzerine: "Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın." (el-Bakara, 2/223) âyeti indi.[42]
C. İslâm’ın kabul etmemekle birlikte red de etmediği haberler hakkında ise hüküm vermemek icap eder. Çünkü Buhârî'nin[43] rivayetine göre Ebu Hureyre Radıyallahu anh şöyle demiştir: Kitap ehli Tevrat'ı İbranice okuyorlar ve müslümanlara arapça açıklıyorlardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bunun üzerine: Kitap ehlini tasdik de etmeyin, onları yalanlamayın da ve biz Allah'a, "bize indirilene ve size indirilenlere iman ettik" (el-Ankebut, 29/46) deyiniz.
İlim Adamlarının İsrâiliyâta Karşı Tutumları
İlim adamlarının, özellikle de müfessirlerin bu türden olan İsrâiliyâta karşı çeşitli tutumları vardır.
A- Kimileri İsrâiliyâttan olan bu tür rivayetleri senetleriyle birlikte çokça zikretmiş olup, senetlerini kaydetmek suretiyle bu hususta sorumluluktan kurtulduğunu kabul etmiştir. İbn Cerir Taberî gibi.
B- Kimileri bu tür İsrâiliyâtı çokça zikretmekle birlikte çoğunlukla senetlerini de kaydetmemiştir. Dolayısıyla böyle bir kimsenin durumu geceleyin odun toplayan kimsenin haline benzer. Beğavî buna örnektir. Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiye onun tefsiri hakkında şunları söylemektedir:[47] O Sa’lebi'nin Tefsirinin muhtasarıdır. Fakat Tefsirine uydurma hadisler ile bid'at ehlinin görüşlerini almamıştır. Sa’lebî hakkında da şunları söylemektedir: O geceleyin odun toplayan birisine benzer. Tefsir kitaplarında sahih, zayıf, uydurma ne bulduysa nakleder.
C- Kimisi de bu tür rivayetlerin pek çoğunu zikretmekle birlikte, bazılarının akabinde zayıf olduklarını belirtmiş ya da onları reddetmiştir. İbn Kesir gibi.
D- Kimisi de bu tür rivayetleri reddetmekte aşırıya gitmiş ve bunlardan Kur’ân'a tefsir olarak değerlendireceği hiçbir şey zikretmemiştir. Muhammed Reşid Rıza gibi.
Zamir
Zamir: Sözlükte ya zayıflık demek olan "ed-dumûr"dan gelmektedir. Çünkü harfleri azdır. Yahutta gizlemek anlamındaki "el-idmar"dan gelmektedir. Çünkü zamir gizli, saklıdır.
Terim olarak; ifadeyi kısaltmak amacıyla zâhir yerine kullanılandır. Zamir; (hazır ve gaib için kullanılan isimlerin) köklerinden olmamakla birlikte hazır ya da gaib oluşa delâlet edendir, diye de tanımlanmıştır.
Zamir Kullanılacak Yerde Açık İsmi Zikretmek
Aslolan zamir gelmesi gereken yerde zamir kullanmaktır. Çünkü böylesi anlamı daha açık ortaya koyar, lafzan daha kısadır. Bundan dolayı yüce Allah'ın: "Allah onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (el-Ahzab, 33/35) buyruğunda zamir kendisinden önce geçmiş yirmibeş kelimenin yerini tutmaktadır.
Bazen zamir yerine açıkça isim getirildiğide olur. İşte "zamir kullanılacak yerde açık isim kullanmak" diye adlandırılan husus da budur. Bunun, anlatımın akışına göre ortaya çıkacak pekçok faydaları vardır.
Fasıl Zamiri
Fasıl zamiri, munfasıl ref’ zamiri (özne konumundaki ayrı zamir) şeklinde bir harf olup, her ikisi de marife oldukları takdirde mübtedâ ile haber arasında yer alır.
Bunun üç faydası vardır:
1. Te'kid (ifadeyi pekiştirmek): Çünkü "Zeyd o senin kardeşindir" cümlesi, "Zeyd kardeşindir" cümlesinden daha vurguludur.
2. Hasr: Bu zamirden önceki ifadenin, zamirden sonra gelecek ifadeye has ve ona munhasır olduğunu anlatır. Çünkü; “Çalışan odur ki başarılı olur” (anlamındaki) ifade, başarının çalışana has olduğunu anlatır.
3. Fasl ifade eder. Yani zamirden sonra gelen ismin haber ya da tabi olduğunu anlatır. Çünkü "Zeydun el-fâdıl" ifadesinde "el-fâdıl"ın Zeyd'in sıfatı ve haberin sonra gelme ihtimali vardır. Bununla birlikte "el-fâdıl" lafzının haber olma ihtimali de vardır. Eğer "Zeyd huvel’l-fadıl" denilecek olursa, bu durumda arada fasıl zamirinin varlığı sebebiyle fazilet sahibinin Zeyd olduğu anlaşılır.
İltifât
İltifât: Böz üslubunu bir şekilden bir başka şekile dönüştürmek demektir. Bunun çeşitli şekilleri vardır. Bazıları şunlardır:
1. Gaibten muhataba iltifât (geçiş): Yüce Allah'ın: "Hamd, alemlerin Rabbi, rahman, rahim ve din gününün maliki olan Allah'ındır. Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz." (el-Fatiha, 1/2-5) buyruğunda ifade gaibden sözetmekte iken, "yalnız sana" ifadesiyle muhataba geçilmiş olmaktadır.
2. Muhatabtan gaibe geçiş şeklinde iltifât: Yüce Allah'ın: "Hatta siz gemilerde bulunduğunuz zaman onlar da içindekileri ... götürüp ..." (Yunus, 10/22) buyruğunda ifade muhatabtan "onlar da götürüp" ifadesiyle gaibe geçiş yapılmıştır.
3. Gaibten mütekellime iltifat (geçiş): Yüce Allah'ın: "Andolsun Allah İsrailoğullarından söz almıştı. Biz içlerinden oniki de nakîb (temsilci) dikmiştik." (el-Mâide, 5/12) buyruğunda ifadeler, gaib iken "dikmiştik" buyruğu ile mütekellime geçilmiştir.
4. Mütekellimden gaibe geçilerek yapılan iltifat: Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki biz sana Kevser’i verdik. O halde Rabbin için namaz kıl." (el-Kevser, 108/1-2) buyruğunda, mütekellimden "Rabbin için" buyruğu ile gaibe geçiş yapılmıştır.
İltifatın birtakım faydaları vardır. Bazıları şunlardır:
1. Üslîp değişikliği dolayısıyla muhatabın dikkat etmesini sağlamak.
2. Muhatabın anlam üzerinde düşünmesini sağlamak. Çünkü üslûbun değişmesi bunun sebebi üzerinde düşünmeye götürür.
3. Muhatabın usancını ve bıkkınlığını gidermek. Çünkü üslûbun aynı şekilde devam etmesi çoğunlukla usanç vericidir.
Bunlar bütün şekillerinde iltifâtın genel faydalarıdır.
Özel faydaları ise, anlatımda sözkonusu edilenlere uygun olarak, herbir şeklinde özel birtakım faydalar ortaya çıkar.
HADİS USULU
SÜNNET VE HADIS
1 . Sunnetin lugat ve ıstılah manası
Sunnet, Hazreti Peygamberin söz, fiil ve takrirlerine ıtlak edilmeden önce muhtelif manâlarda kullanılmıştır. Bu manâlar içerisinde en çok kullanılan"es-sira" (gidiş) ve et-tarik (yol) olmuştur. Sunnetin usulcüler arasında kazanmış olduğu manâ ise, onun lugat manasından daha farklıdır. Usulcülere göre sunnet denildiği zaman, Hazreti Peygamberden nakledilen söz, fiil ve takrirler akla gelir. Sunnetin, bir de hadisçiler arasında kazanmış olduğu ıstılah manası vardır. Bu manâ, usulcülerin verdiği manâdan daha umumidir ve Hazreti Muhammed (A.S.)e peygamberlik gelmeden önce, onun, dini veya gayri dini söz, fiil ve takrirlerinin hepsini de içine alır. Bu manasıyle sunnet, hadisin karşılığıdır. Söz, fiil ve takrir Gerek usulcülerin ve gerekse hadisçilerin tariflerinde sunnet karşılığı olarak verilen söz, Hazreti Peygamberin, her hangi bir mesele hakkındaki şifahi beyanıdır. Buna göre, hadis kitaplarında gördüğümüz ve" kâle Rasülu'llah" (A. S.) ibaresiyle başlıyan binlerce hadis, bu guruba dahil olmaktadır. Fiil, Hazreti Peygamberin, namaz, oruc, hacc, zeka t ... vb. çeşitli ibadetlerindeki davranışlarına ait sahabenin nakletmiş olduğu haberlerdir. Mesela, "Allah'ın Rasülü abdesti şöyle alırdı" gibi, sahabe tarafından verilen haberler, Hazreti Peygamberin sunnetine delâlet ederler. Takrir ise, sahabe tarafından söylenen bir sözü veya işlenen bir fiili, Hazreti Peygamberin reddetmeyip sükût etmesi, güzel karşılaması veya teyid etmesidir. Kitap veya sünnette hükmü bulunmayan her hangi bir mesele hakkındaki sahabe içtihadı da takriri sunnetten sayılır.
Sunnetin islam dinindeki yeri İslam dininin inkişafında ve onun kısa bir zaman içerisinde bütün Arap ülkesine yayılmasında sunnetin büyük rolü olmuştur. Bilindiği gibi ilk Islam hükûmeti, müslümanların 622 senesinde Mekke'den hicretinden sonra Medine'de kurulmuştur; fakat bu hükumet, ilk kurulduğu sıralarda, Medine'nin ancak bir kısmına hakimdi; diğer ve daha büyük kısımlarında ise müşrik araplar ve yahudiler yaşıyordu. Kur'ân, Medine'de yeni bir devletin temelini atarken, bu araplarda hala cahiliye devrinin bedevi hayati hüküm sürüyordu. Bunların bir hükûmetleri, kaza'i mercileri yoktu; aşiretler halinde yaşadıkları ve bu aşiretler de zamanla kabilelerden ayrıldığı için, aralarında ekseriya bir kan bağı ve aileyi bir karabet bulunuyordu. Mekke'de islamiyetin doğuşu ve Medine'de yeni bir Islam Devletinin kuruluşu, o zamana kadar bedevi hayatı yaşıyan ve sonra müslüman olan kabileleri yeni bir hayat sistemine bağladı. Bir taraftan evlenme (izdivac), boşanma (talak), alımsatım (beyi`), öldürme (katl), hırsızlık (sirkat) ve daha bir çok meselelerde Islam topluluğunun harekât hattı çizilirken, diğer taraftan, Mekke'de kısaca temas edilmiş olan itikad ve amele ait dini meseleler yeniden ele alınmış ve kesinleştirilmiştir. Müslümanlar, bu yeni sisteme kendilerini çabuk alıştırmışlardır. Bu intibak, kısa bir zaman içerisinde o kadar sür'atli olmuştur ki bu gün dahi buna hayret etmemek elden gelmez. Maamafih, bunun sebebini, islamiyetin, o günün insanına aşılamış olduğu ruh ile, o insanın bu dine olan bağlılığında ve bu bağlılığın samimiyetinde aramak gerekir.
Sunnet ise, yukarıda da tarifini verdiğimiz gibi, Hazreti Peygamberin söz, fiil ve takrirleridir.
Sahabe, Hazreti Peygamber devrinde, Islam dinine taalluk eden meseleleri, Kur'ânı Kerimden, Peygamber vasıtasıyle alıyordu. Çok defa, nazil olan ayetler mücmeldi; müslümanlar, onları anlamakta güçlük çekiyor ve ekseriya Hazreti Peygambere başvurarak bu ayetlerin kendilerine açıklanmasını, ifade etmek istediği manânın iyice ortaya konulmasını istiyorlardı. Mesela, Kur'ân, namazın muayyen vakitlerde mü'minler üzerine yazılmış bir farz olduğunu bildirmiş, sık sık da müslümanlara namaz kılmalarını emretmiştir. Sahabe, her ne kadar bu emirlerin zahiri manasım anlamış ise de namazın nasıl kılınması gerektiğini, hangi vakitlerde ve kaç rek`at kılınacağını öğrenmek için Hazreti Peygambere başvurmuştur.
Hazreti Peygamber, Kur'ânı Kerimde mücmel olarak zikredilen bu âyetleri, yine, ilahi emirle müslümanlara açıklamış ve açıklanan şekilde onların amel etmelerini istemiştir: "Biz, sana Kur'anı insanlara açıklayasın diye indirdik"(nahl 44) Yine Ilahi emir, onun, insanların ihtilaf etmiş oldukları şeyleri açıklamak için ve mü'minlere de hidâyet ve rahmet olarak indirildiğini beyan etmiştir: "Biz, sana Kitab'ı, insanların ihtilaf ettikleri şeyleri beyan etmek ve mü'minlere, hidayet ve rahmet olmak üzere indirdik". Kur'ânı Kerim, Hazreti Peygamberi, kendisine indirilen âyetleri müslümanlara tebliğ ve tebyin etmekle vazifelendirdiği gibi, müslümanlara da ona uymayı ve onun gösterdiği yoldan yürümeyi emretmiştir:" "Rasûlün size verdiklerini alınız ve nehyettiği şeylerden de çekininiz" (Haşr süresi, 7 )çünkü o, " ...onlara iyiliği emreder, onları kötülükten nehyeder; iyi olan şeyleri onlara halâl kılar, kötü olan şeyleri haram(A'râf süresi, ây. 156)Yukarıdan beri zikredilen bütün bu âyetler, sahabenin, çeşitli müşküllerinde Hazreti Peygambere baş vurmaları gerektiğini açık bir şekilde göstermektedir. Onun, gerek bu müşküllerin hallinde ve gerekse sahabenin, izahına ihtiyaç duyduğu bir çok âyetin tefsirinde ileri sürmüş olduğu fikir ve beyanlar, yukarıda tarifini verdiğimiz sunnetin, geniş bir külliyat olarak vücut bulmasına vesile olmuştur. Eğer biz, burada geçen sunnet kelimesini, hadisçilerin kullanmış oldukları ıstılah manâsına alacak olursak —ki bu, umumi manâsıyle hadistirHazreti Peygamber henüz hayatta iken, sahabenin, dini müşkillerinin anahtarı olarak geniş bir hadis külliyatına sâhip olduğu anlaşılır..
Ashab, Hazreti Peygamberden duymuş olduğu herhangi bir sözü veya görmüş olduğu herhangi bir fiili, kendi aralarında daima müzakere etmiş ve günlük hayatlarını bu söz ve fiilin ifade ettiği manâya intibak ettirmeğe çalışmıştır. Onların, sunnet ve hadise karşı gösterdikleri bu yakın ilgi, yukarıda bahsettiğimiz külliyatın süratle teşekkülünde büyük âmil olmuştur. Hazreti Peygamberin hayatında teşekkül etmiye başlıyan bu külliyatın, ilk sahabilerin elinde yazılı olarak bulunmadığı ve fakat hâfızalarda tutulduğu bir gerçektir. Mamafih, hemen şunu kaydetmek lâzımdır ki, Hazreti Peygamberden işitilen herhangi bir hadisi, herhangi bir kimseden gelişi güzel işitilen bir sözle karşılaştırmamak icab eder. Yukarıda da kaydettiğimiz gibi hadis ve sunnet, Kur'ânı Kerimin emir ve tavsiyeleri neticesi, ilk müslümanlar arasında en yüksek mertebeye ulaşmış ve onları aralarında müzakere ve münakaşa etmek suretiyle hâfızalarma yerleştirmişlerdir. Hazreti Peygamberden hadis dinlemek ve öğrenmek için onlarda bir nevi hırs, derin bir iştiyak belirmiştir. el-Buhari tarafından da nakledilen bir Ebû Hurayra hadisinde, hadise karşı duyulan bu hırsın açık misalini görebiliriz: Ebû Hurayre, kıyamet günü şefaatine nâil olacak kimseler hakkında Hazreti Peygambere bir sual sorduğu zaman "diğerlerine nisbetle hadise karşı daha fazla hırsın olduğunu bildiğim için, bu mevzuda bana ilk sual soracak olan kimsenin sen olacağım tahmin ediyordum" cevabını almıştır. Bizzat Hazreti Peygamber tarafından müşahede edilen bu hırs, belki bütün sahabilerde vardı,fakat Ebû Hurayre'de daha fazla idi. Bununla beraber Hureyre'nin Abdullah İbn Amr hakkındaki şu itirafını da zikretmek gerekmektedir; zira bu itiraf, hadis toplamak hususunda kendisinden daha hırslı kimselerin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bu itirafa göre Ebû Hureyre, Abdullah İbn Amr'in kendisinden daha fazla hadis bildiğini, zira onun, hadislerini yazdığını, kendisinin ise yazmadığını açıklamıştır.
Hazreti Peygamber henüz hayatta iken, yukarıda ismi geçen Abdullah İbn Amr gibi yazı bilen bazı sahabiler ve Hazreti Peygamberin vefat ından sonra yazı yazmasını öğrenmiş olan pek çok sahabi, ondan işitmiş oldukları hadisleri yazmışlar ve sahifelerde toplamışlardır. Şunu, burada hemen zikretmek icab eder ki İslâmiyetin ilk günlerinde yazı bilen sahabi adedi çok azdı. el-Belâzurinin rivayetine göre, bu sıralarda, Kureyş'ten ancak onyedi kişi yazı biliyordu. Bunlar: Omer ibnul-Hattâb, Ali İbn Ebi Tâlib, Osmân İbn Affân, Ebû Ubeyde İbnul-Cerrâh, Talha, Yezid İbn Ebi Sufyân, Ebû Huzeyfe İbn Utbe İbn Rabi`a, Hâtıb İbn Amr, Ebû Seleme İbn Abdi'l-Esed el-Mahzûmi, Ebân İbn Said İbn Umeyye, Hâlid İbn Said, İbn Ebi Serh el-Amiri, Huvaytıb İbn Abdi'l-Uzzâ el-Amiri, Ebû Sufyân İbn Harb, Muâviye İbn Ebi Sufyân, Cuheym ibnu's-Salt ve El-Alâ' ibnu'l-Hadrami idiler. Kadınlar arasında da ancak üç dört kişi yazı biliyordu; Hazreti Peygamberin zevcelerinden Aişe ve Ummu Seleme, yazamamakla beraber yazıyı okuyorlardı. Hazreti Peygamber de yazı bilmiyenler arasında idi. Kur'anı Kerim, bu hususa şehadet eder ve der ki: "Sen, bu Kitaptan önce bir kitap okumuş ve sağ elinle yazı yazmış değildin; yoksa, batıl söz söylemekle şöhret yapmış kimseler şüpheye düşerlerdi"( Ankebût sûresi, 48)
Sahabenin hadis yazmaktan menedilmesi
Hazreti Peygamberin, okuma yazma san'atının gelişmesi üzerindeki çalışmaları kısa bir zaman içerisinde semere vermeğe başlamış, bir çok sahabi yazıyı öğrenmişti; fakat şunu itiraf etmek lazımdır ki yazının yeni yeni inkişaf etmesi dolayısıyle sahabenin çoğu hatadan sâlim olarak yazı yazamıyordu. Bir ibarenin okunuş ve teleffuzunda ittifak etseler bile, ayni ibareyi muhtelif kimseler muhtelif şekillerde yazıyorlardı. İşte bu devirde hadislerin yazılması Hazreti Peygamber tarafından menedilmişti. Hazreti Peygamberin, ashabını hadis yazmaktan men'ine dair gelen haberlerin en meşhuru Ebu Said el-Hudri hadisidir. Bu meşhur sahabinin rivayetine göre Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: "Benden, Kur'ândan başka bir şey yazmayınız; her kim, benden, Kur'ândan başka bir şey yazdı ise onu imha etsin"." Yine Ebu Sa`id, bir başka hadisinde der ki: "Hadis yazmak için Rasülullah (A. S.) tan izin istedim; bana izin vermekten çekindi".
Hadis yazan bazı sahabiler
Hadis kitabetine ait nehyin ruhsata çevrilişi hakkında kaynaklar bize bol haberler muhafaza etmişlerdir. Mesela, bu haberlerden birisi muhtelif isnâdlarla Ebû Hurayra'dan rivayet edilmiştir: Ashabtan biri, işitmiş olduğu hadisleri ezberleyemediğini söyleyerek, Hazreti Peygambere hafızasından şikayet etmişti. Hazreti Peygamber, bu sahabiye "hafızana elinle yardım et" yani "yaz" demiştir. Yine Ebû Hurayra'dan rivayet edilen bir habere göre, Mekke'nin fethedildiği sıralarda Hazreti Peygamber, müslümanları toplamış ve onlara bir hutbe irad etmiştir. Hutbeyi dinleyenler arasında bulunan Ebû Şah isminde Yemenli bir şahıs, hutbenin kendisi için yazılmasını istemiş Hazreti Peygamber de orada bulunanlardan birisine "hutbeyi, Ebû Şah için yazınız" demiştir. Bu haberler içerisinde, Hazreti Peygamberin, hadis kitabetine müsaadesini en iyi ifade eden ibareler, yukarıda da temas etmiş olduğumuz Abdullah İbn Amr hadisidir. Bu meşhur sahabi, hadis yazmak için Hazreti Peygamberden izin istemiş o da "yaz" demiştir. Bunun üzerine Abdullah İbn Amr tekrar sormuştur: "Sen, rıda ve gadab halinde iken işittiğim hadisleri de yazayım mı?". Hazreti Peygamber, onun bu sualine de müsbet cevap vermiş ve "evet" demiştir, "çünkü ben, yalnız hak olanı söylerim". Bu devrede, Hazreti Peygamberin, hadis kitabeti hakkında takınmış olduğu tavrı müşahede ettikten sonra yazı bilen bir çok sahabinin hadis yazmağa başladığını ve Hazreti Peygamber henüz hayatta iken geniş bir hadis külliyatının vücuda geldiğini kabul etmemiz, bizi yanlış bir neticeye götürmez. Bununla beraber, hadis yazanların, sahabenin ekseriyetini teşkil ettiği de ileri sürülemez.
FIKIH USULU
KELIME VE TERIM OLARAK FIKIH
Fıkıh kelimesi ve türemişleri Kur'an'da yirmi yerde geçmektedir.Bu kelimenin üç manada kullanıldığını görüyoruz. Birincisi bilmek, ilim manasında kullanılmaktadır.Nitekim Kur'an'da (Hud süresi ayet 91) "Ey Şuayıb, dediğin birçok şeyin hakikatini bilmiyoruz" şeklinde geçmektedir. İkincisi mutlaka anlamak manasındadır. Kehif Süresi 93 de "Nerde ise laf anlamayacak bir kavim buldu".Üçüncüsü de kavramak, idrak etmek, zeka ve fıtnatla anlamak, akletmek demektir. Bu hususta Nisa Süresinin 78 inci âyetini zikretmek mümkündür. "Bu insanlara ne oluyor ki hiç bir söz kavramıyorlar" Bu ayeti kerimelerde geçen fıkıh kelimesinin genellikle Türkçeye anlamak manasında tercümesi görülmektedir. Bu üç manaya gelen bu ayeti kerimeleri tefsir kitaplarına dayanarak zikretmişsek de asıl bu manaları belirten lügat kitaplarıdır". Fıkıh kelimesi söylenen sözden, söyleyenin gaye ve maksadını anlamaya da denmiştir". Ancak bu kelimenin, Hz. Peygamberin devrinde ve hatta sahabenin devrinde sözlük manasının dışında çok kullanıldığına rastlanılmamaktadır. Bu devirde daha çok "kaza", "re'y" ve "içtihad" kelimelerinin kullanıldığı görülmektedir. Hz. Ebu Bekir ve Ömer ve diğer sahabe olsun, birinin fikrini sormak istedikleri zaman "re'yin" yani fikrin nedir veya "sen nasıl görürsün" ? gibi sorularla karşısındaki kimsenin bir mesele hakkındaki kanaatını ve fikrini sorardı. "Sen nasıl anlıyorsun, anlayışın nedir" ? gibi soruların karşılıklarında kullanılması gereken "fıkıh" ve "Fehm" kelimelerine rastlanılmamaktadır. İbn Haldun da buna işaret ediyor ve "sahabenin hepsi fetva sahibi değildi, din bilgisi de hepsinden öğrenilmezdi. Bu ancak Kur'an'ı hamil olan ve onu anlayanlara mahsustur. Bunun için Kur'an' ı okuyanlara "Kurra" denirdi. Çünkü araplar okumak bilmeyen bir millet idi. Kur'an'ı okuyanlara bu isim verilmiştir. Başlangıçta böyle olup sonra Islam'ın şehirleri çoğalıp, araplardan ümmilik (okumamazlık) kalkınca, istinbata kadir olmuşlar, fıkıh (anlayış) ilerleyince bu bir sanat olmuş, "Kurra" ismini bırakıp onun yerine fukaha (fakihler) ve ulema (âlimler) isimlerini koymuşlardı ". Hz. Peygamberin ve sahabenin devri sona erip fıkıh mezhepleri teşekkül etmeye başlayınca fıkıh kelimesi de yaygın olmaya başlamıştır
"Fıkıh" kelimesinin açıkladığımız lügat manasımn dışında sonraları terimleşmiş manasının başlangıcı olan "dini bilme"ye dendiğini hem Kur'an'ı Kerim'de ve hem de hadisi şerifte görmekteyiz. "Her toplulukta bir taifenin dını ıyi öğrenmek (dinde fakih olmak) ve geri döndüklerinde milletlerini uyarmak için savaşa gitmemeleri gerekmez mi ?" ". Hz. Peygamber de "Allah kime bir iyilik murad ederse onu dinde bilgin (fakih) yapar" buyurmuştur". Bu hadiste geçen fıkıh sözü lügat manasında bilmek demektir. "Fıkıh" kelimesi mutlak anlayıştan dini anlayışa tahsis edilmiş olduğu halde ilk devirlerde gördüğümüz gibi bu manada kullanılmamıştır. İkinci hicri yüz yılda bu kelimenin kullanılmasının yaygın hale geldiği ve bugün fıkıh dediğimiz terimsel manayı aldığını görüyoruz. Tesbit edebildiğimize göre bunu Hasan Basrrnin (ö. 110 =- 782) Farkad Sebhi'ye (ö. 131 = 748) vermi ş olduğu cevapta görüyoruz. "Fakih, ancak dünyaya rağbet etmeyip ahireti arzulayan, dinini iyi bilen, Rabbinin ibadetine devamlı olan, kendini müslümanların ırzlarından geri tutan, mallarına karşı iffetli olan ve onlara öğüt veren kimsedir". Gazali de bu tarifte kendi zamanında-ki bize kadar gelmiştir fıkhın, fetva kitaplarındaki meseleleri ezberlemeye denmediğini, ancak onlara şamil olmaması gerektiğini de kendisinin anlatmak istemediğini kaydeder. Gazali'nin naklettiği bu tarifin gerçekten "ahlaki" anlamda bir tarif olduğu açıktır. Bundan da anlaşılıyor ki fıkhın içinde insanın davranışına tesir eden psikolojik bir mana mündemiç bulunuyor veya ona öyle bir mana veriliyordu. Bunu en iyi ifade edecek İmam-ı Azam Ebu Hanifenin (ö. 150 = 767) fıkhı tarifidir. Ona göre fıkıh, insanın lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. Biz bu tarifi şu şekilde ifade etmek istiyoruz: "Fıkıh, insanın yapacağı ve yapmayacağı şeyleri bilmesidir". İmamı Azam'ın bu tarifi dinin bütün itikadi, ahlaki ve ameli emir ve yasaklarını, içine almaktadır. Bu tarif Hasan Basrininkinden daha şumüllü ve terim olmaya daha elverişlidir. Fıkhın terim olarak yani bugün İslam Hukuku denilen ilmin adı olarak tarifine gelince bu hususta birkaç tarif zikretmek suretiyle aralarındaki farkı göstermiş olacağız.
1— a) Fıkıh, İmam Haremeyne (478 = 1085) göre, İctihad yolu ile elde edilen hükümleri bilmektir".
b) Gazaliye (505 = 1111) göre, Fıkıh, yalnız mükelleflerin fiillerine sabit olan şer'i hükümleri bilmekten ibarettir .
c) Fahreddin Raziye (606 = 1209) göre, Fıkıh, dinden olduğu zorunlu olarak bilinmeyen bizzat istidlalle elde edilen ameli şefi hükümlerin bilinmesinden ibarettir".
d) Seyfuddin Âmidiye (631 = 1233) göre, fıkıh, istidltil ve fikir yoluyla elde edilen fer'i, şer'i hükümlerin tümünden meydana gelen ilimdir.
e) İbn Hacib (646 = 1284), Ebil Berekât Nesefi (710 = 1310) ve Şevkâni (1255 = 1839) ye göre, fıkıh, istidlâl yoluyla ayrı ayrı delillerinden elde edilen fer'i şer'i hükümleri bilmektir".
2— a) Ali b.Muhammed Pezdevi (482 = 1089) ve Ebu Sehl Serehsiye (490 = 1096) göre, ilim iki kısımdır. Tevhid ilmi ve şeriat ilmi• Birinci kısım için asil olan Kur'an ve sünnettir. İkinci kısım fıkıh ilmi olup üç kısma ayrılır. a) Hükümlerin sadece kendilerini bilmek, b) Nass'ları delilleriyle bilmek ve meselelerle kaideleri zabtetmek, c) O hükümlerle amel etmek ki sadece bilmenin kasdedilmiş olduğu anlaşılmasın. b) Abdülaziz Buhari (730 = 1329) ve Sadru ş Şaria (747 = 1346) İmam Azam'ın yukarda geçen tarifini tercih ediyor. "Fıkıh", insanın lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmektir. Buna "amel yönünden" sözü eklenerek itikat ve vicdanla ilgili ilimler istisna edilir"". c) Beyzaviye (685 = 1286) göre fıkıh, ayrı ayrı delillerden amelî şer'i hükümleri bilmek demektir".
d) Kemal b. Human kendine mahsus bir tarif getiriyor: “Fıkıh, inanç gerektirmeyen mükelleflerin işlerine ait şer'i kesin olan hükümleri istinbat etmek gücüne sahib olarak tasdik etmek (yani kesinlikle bilmektir)" .
İSLAM HUKUKUNDA OTORITE MENŞEİ İslâm'da hüküm menşei Allah'tır ve Peygamber onun aracısıdır. Bunun yanında hüküm otoritesi yani verdiği hükme uyulması, itaat edilmesi zorunlu olduğu bildirilen otorite Kur'an'ı Kerim'de açıklanmıştır. "Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi (Ululemr) olanlara itaat edin"( Nisa Suresi, 59) Bu âyeti kerimeye göre kimlerin hükümlerine uyulmasının farz olduğu bildiriliyor. Allah, Peygamber ve Ululemr. Her ne kadar ayetin devamında "her hangi bir meselede anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'ın ve Peygamber'in hükümlerine irca edin" deniyorsa da Ululemre itaat etme otoritesi de vaz edilmiş oluyor. İlk müslümanlar devlet başkanının yeni deyimiyle Cumhurbaşkanının, eski ve tarihi deyimiyle halifenin seçilmesini münakaşa ederken kimlerin bu seçim işlerine katılacağını da münakaşa etmişlerdir. Bilhassa Ebu Bekir ve Ömer hilafetleri zamanında yeni doğmuş meselelere çözüm yolu bulmak ve onları yeni bir hükme bağlamak için ileri gelen insanlara danışırlardı. Ve sonra mevkilerinin yani devlet başkanlığın verdiği otoriteye dayanarak varılan hükmü yürürlüğe kor ve onu infaz ettirirlerdi. Bu durum, Islam'da otoriteyi tayin ettiği gibi böyle bir otoritenin bulunduğunu da ortaya koymaktadır. Ancak bu devlet başkanlığı otoritesi Hz. Osman'ın hilafeti zamanında sarsılmış ve Hz. Osman'ın halife olmasına rağmen şehit edilmesine müncer olmuştu. Böylece doğan anarşi içinde devlet başkanhğını üzerine alan Hz. Ali otoriteyi sağlayamamış ve ondan sonra gelen Muaviye ise yetiştirdiği askeri birlikler sayesinde kuvvet kullanarak zahirde duruma hâkim olmuştu. Muaviye devlet başkanlığı (hilafet) otoritesini kurmağa çalışmamış ve sadece kendi idaresine karşı olanları bertaraf edip idareye önem vermiş, kaza'ya, yani adalet müessesesine aldırış etmemişti. Halk hükümleri ün yapmış ilim, fıkıh ve hadis adamlarına danışıyor ve işlerini görüyordu. Valiler sadece kendi idareleriyle ve karışıklığa ait meselelerdeki hükümlerle ilgileniyorlardı. Böylece Islam'da kaza yani adalet sisteminde bir anarşi havası esiyordu. Her kadı ve müctehit Kur'an ve hadise bağlı kalarak bunun dışında kendi fikir ve ictihadına göre hükmediyordu. Bir şehirde aynı mesele hakkında değişik karar ve hüküm veren müctehitler bulunuyordu. Bundan anlaşılıyor ki ya müslümanlar Iran'da, Suriye'de ve Mısır'da daha önce bulunan kaza (yargı) müesseselerinden istifade etmemişlerdir veya böyle müesseseler onlarda da yoktu. Yargı (kaza) organındaki bu anarşiyi ilk görenin -Ahmed Eminin fikrine göre- Emevi halifesi Ömer b. Abdulaziz olduğu ve bu anarşiyi önlemek maksadiyle "hadisler"in toplanmasını emrettiği ileri sürülmektedir. Bu, aynı zamanda Emevilerin içinde yargı (bu devirde din olarak anlaşılmaktadır, zira hükümler Kur'an ve Sünnete göre veriliyordu) organı ile ilgilenenin sadece Ömer b. Abdulaziz olduğunu göstermektedir. Daha açık ve belirli bir hale gelen yargı organının yanında diğer müesseselerdeki anarşiyi önlemek için bunları merkeze ve devlet başkanının tasdikinden geçirerek her hususta ve bu arada yargı organını tek kanun ve otorite altına almayı tavsiye eden bir muhtırayı (risale) Abdullah İbn Mukaffa (143 = 760) ın Ebu Cafer Mansur'a verdiğini görüyoruz . Bu risalenin fikir olarak tesir ettiği ve Harun Reşidin buna binaen İmamı Malike bu işi yüklemek istediği tarihçe sabittir. Ne yazık ki, bu fikir gerçekleşememiş ve yargı (kaza) organındaki anarşi devam etmiştir.
Idari ve siyasi otoritenin yargı organındaki anarşiye çare bulamadığı ve bunu yapabileceğine de belirti kalmadığı için fıkıh otoritelerinin kendileri buna bir çare buldular. Bu zamana kadar mezhepler teşekkül etmiş ve her birinin prensipleri açıklık kazanmıştı. Anarşiyi önlemek için merkezi bir otorite tesbit etmek gerekti. İşte mezhep bu anda imdada yetişti. Her fakih ve kadı istediği gibi hüküm veremiyecek, ancak tâbi olduğu mezhebin verdiği hükümleri uygulayacak, eğer mezhebin o hususta bir hükmü yoksa, mezhebin prensiplerinden hareket ederek bir hüküm verecekti. Yargı organındaki anarşiyi böylece ictihad kapısını kapayarak ve onu mezhebin bağlarıyla bağlayarak işlemez hale getirmişlerdi. Ebu Bekir ve Ömer zamanında onların iradesi ictihadi meselelere inzıman ediyor ve kanuniyet kazanıyordu. Onların tayin ettikleri kadıların iradesi de ictihadi hükümlere inzımam ederek kanuniyet kazanıyordu. Bundan sonraki devirlerde devlet başkanlarının ehemmiyet vermemeleri yüzünden tayin ettikleri kadıların otoritesi de olmuyordu. Mezhep hareketi ilim adamlarının ictihadını sıkı bağlarla mezhep otoritesine bağlamış, bu suretle hem onlar ictihaddan menedilmiş ve hem de mezhep kuvvet kazanmıştı İkinci merhale halkın bu mezheplerden birine uymak mecburiyetine tutulmalarıdır. Halk bir mezhebe bağlı olmakla o mezhebin hükümlerini yerine getirmek zorunda olduğunu kabul etmiş oluyordu. Halk için mezhep değiştirmek, din değiştirmekten daha zor hale getirilmişti. İşte islâm'da hukuk otoritesinin, böyle gayri resmi bir şekilde psiko-sosyal ihtiyaçlar altında mezhep merkez olmak üzere tesis edilmiş olduğu söylenebilir. Yukardan beri Usulcülerin ifadelerinden istifade ederek belirtmeğe çalıştığımız şeriat ve fıkıh ayırımı üzerinde burada da bir noktayı işaretlemek zorundayız. İşte mezheplerin, fıkıh ve ictihadlarının halk üzerinde bir otorite kurabilmeleri için fıkhın şeriatla aynileştirilmesi gerekmişti. Bunun için fıkha şeriat demek icab etmişti. Zira şeriat Kur'an ve hadisteki hükümler ise, fıkıh da onlara ve onların sebeb ve nedenleri göz önünde tutularak verilen hükümlerden ibarettir. Kur'an ve hadis asıl olduğuna göre onlara dayandırılan hükümler de onların tasvibine mazhar olmuş ve artık dini otoriteye sahib kılınmışlardı. Beşeri ve insani anlayışların ve temayüllerin neticesi olan fıkıh hükümlerinin böylece infaz edilmesini gerekli kılan bir otoriteye daha bağlanmaları sağlanmıştı. Fıkıh ile şeriat (din) arasında eskiden konan farkı ortaya koymağa çalışmamızın birkaç faydasını burada zikretmeyi uygun buluyoruz. Zira bu mesele üzerine bu kadar eğilmemizin sebebi zaten budur. a) Son asırlarda ve bilhassa günümüzde fıkhın, âniden gelişen olaylara cevap veremediği, zaten asırlarca dondurulduğundan bu durumda verme imkanı da görülmediği için Osmanlı Imparatorluğunun son devrinde ve ona paralel olarak Mısır'da Avrupa kanunlarından istianeye gidilmeye başlanmıştı. Fıkhın şeriat olduğunu kabul edenlere göre bu, dinden uzaklaşma olarak damgalanmıştı. Avrupa kanunlarını alan ve alanları destekleyen taraf da din (şeriat) ile fıkhı birbirinden ayıracak durumda olmadıklarından aldıkları kanunlarda fıkhı tenkit ederken dini tenkit etme durumuna düşmüşlerdi. Böylece yeni hukukçular arasında şeriat sevimsiz bir kelime oluvermişti Fıkhın tenkitlerinden din de zarar gördü Dinin kutsallığını tenkitten masun tutmak için fıkıh ile şeriatı (din) birbirinden ayırmak gereklidir. Bu, şimdiki durum karşısında zorunluluk arz ediyorsa da, aslında yukarda gösterildiği gibi ihtiyaç olunmayan devirlerde de ayırımına gidildiğini gösterdik. b) Fıkhın şeriat olduğuna inanan ve onu bugüne uygulamak emelinde olanlara veya fıkhın uygulanmamasından ötürü kalblerinde bir suçluluk ve eziklik bulunan kimselere eskilerin dillerinden fıkıh ile şeriat arasındaki farkı ortaya koyarak dine olan samimiyetlerine devam etmelerine, fıkhın değişen şartlara göre değişmesi gerekmesinden dinin değişmeye tâbi tutulamıyacağından emin olmalarına ışık tutmak istedik. c) Fıkhın aleyhinde olup dindar kalmaya veya olmaya devam etmek isteyenlerin fıkhı tenkit ederken onu dinle birleştirmemeleri gerektiğinin ve her ikisi arasında fark olduğunun bilinmesini temin etmek suretiyle onlara yardımcı olmak istedik. d) Yukarda temas ettiğimiz gibi birçok Islam memleketleri fıkıh hükümlerinden uzaklaşmışlardır Bunun için bugün, mezheplerin ictihadlarına dayanan fıkıh hükümlerini yerine getirmeyen kimsenin dinsizlikle itham edilmesinin doğru olmayacağının anlaşılmasını sağlamaya çalıştık. e) Islam dinine inanmayanların, fıkhı ve her hangi bir müctehidin ictihadını tenkit ederken -ki bunu inananlar da yapar- fıkhı dinden arrmaları ve dine tenkit yönelterek çoğunluğun vicdanım incitmekten uzak durmaları ilmi araştırmalarına mani teşkil etmez.
İSLAM HUKUK FELSEFESİNE AIT İLK YAZILI VESİKA: Hz. Ömer halife olduğu zaman kadılar tayin etmek ihtiyacını duymuş ve Kindeli Şureyh'i Kûfe kadılığına, Osman b. Kays b. Ebil-As'ı Mısır kadılığına ve Ebu Musa Eş'ariyi Basra Kadılığına tayin etmiş ve Ebu Musa'ya sonradan bir mektup yazmış ve bu mektupta bazı Usul kaideleri dercetmiştir. Bunu öneminden ötürü parağraflara ayırıp çeşitli kitaplardaki farklarını birleştirerek tam tercümesini vermeğe ve işaret ettiği prensipleri kısaca açıklamaya çalışacağız.
"Rahman ve Rahim Allah adıyla. Allah'ın Kulu, emir ul-Müminin Hattaboğlu Ömer'den Abdullah b.Kays Ebu Musa Eşari'ye" İmdi, 1) Yargı (kaza) ifası gerekli sağlam bir esas ve uyulan bir sünnettir. 2) Sana bir dava geldiğinde onu anla ve dinle, çünkü infaz edilmeyen gerçek söz söylemenin faydası yoktur. 3) Yanına almakta, duruşmada ve adalet esnasında taraflara eşit muamele et ki, kuvvetli zulmedeceğini ummasın ve zayıf olan da adaletinden ümidini kesmesin. 4) Delil getirme davacıya ve yemin etmek de davalıya (inkar edene) aittir. 5) Müslümanlar arasında haram olanı helal yapmayan ve helal olanı haram yapmayan bir sulh yapmak caizdir. 6) Kayıp bir hakkı veya delili olduğunu iddia eden kimseye belirli bir müddet ver. Eğer delilini getirirse hakkını alır verirsin, delil getirmekten aciz olursa, aleyhine hükmetme hakkına sahib olursun. Çünkü şüpheyi izale etmek ve cahilliği (körlük) kaldırmak ve mazur görülme hususunda tutulması en uygun yol budur.
7) Bugün hükmettiğin bir meseleyi, sonra tekrar düşünüp doğrusunu bulmuşsan, önceden vermiş olduğun hüküm, seni hak olana dönmekten asla alıkoymasın. Zira hak eskidir (kadimdir). Hakka dönmek batılda ısrar etmekten daha iyidir.
8) a— Kur'an ve Sünette olmayan meselelerde zihnine gelen fikirleri iyi tesbit et. b— Benzeyen ve benzeşen şeyleri öğren, sonra birbiriyle mukayese et ve Allah'ın hükmüne en yakın ve hakka en çok benzeyeni almaya dikkat et. 9) Sayacaklarmızın dışında müslümanlar birbirlerine karşı âdildirler: a) Yalancı şahitliği sabit olanın, b) Kur'an ve Hadiste belirtilen cezalardan birine çarpılmış olanın, c) Kendisine bir menfaatın gelmesini temin etmekle itham edilenin, ve d) Akrabanın akrabaya şahitliği (itham edilmişse) kabul edilmez. Çünkü Allah kullarının gönüllerinden geçeni üzerine almış, delil ve yemin olmadıkça hüküm vermeyi menetmiştir. Duruşma esnasında sakın kızma, söz kesme, usanç getirme, yüz çevirme ve incinir olma Çünkü adalet (hak) aranan yerlerde hak ile hükmetmeğe Allah büyük mükâfat verir ve onunla insanın şanını yükseltir. Hak uğrunda niyeti halis olana, Allah yeter. Kalbinde olmayan şeyle kendini süslemek isteyen kimseyi Allah rezil eder. Allah insanların işlerinden ancak halis olanı kabul eder. Allah'ın peşin rızkı ve rahmetinin hazinelerine göre onun katında sevabın nasıl olacağını zannedersin ? Allah'ın Rahmeti ve selamı sana olsun".
Bu mektubun uzun izahı Şemseddin Sarahsi ve İbn Kayyim Cevziye tarafından yapılmış ve daha uzunu da yapılabilir. Her maddenin Kur'an ve Hadise dayanıp dayanmaması yönünden incelenmesi mümkündür. Fakat verdiğimiz metnin tercümesi bir hukukçuya yetecek derecede açık olduğu için buna lüzum görmüyoruz. Yalnız bu mektubun İslam Hukuk Felsefesinin doğuşunda ilk yazılı vesikayı teşkil etmesi bakımından ilmi öneminin yanında tarihi bir değeri de vardır.
HUKUK
Hukuk kelimesi arapçada iki şekilde kullanılmaktadır. Biri mastar olup "gerçek, hak, sabit olmak" manasındadır. Ezheri, bunun "vacib olmak" yani vücubluk derecesinde sabit olmak anlamında olduğunu kaydeder°". Kur'an-ı Kerim'de Yasin 7 de "Söz çoğunun aleyhinde gerçekleşti" bu manadadır. "Şöyle yapmak zorundasın" gibi ifadelerde arapçada çok kullanılmaktadır. Diğeri, "hukuk" kelimesinin "hakk"ın çoğulu olmasıdır. "hakk" kelimesi de aslında masdardır. Birinci masdarla aynı anlamı taşırlar. Doğrusu hukuk ve hakk kelimelerinin her biri aynı fiilin masdarlarıdır. Zira arapçada bir filin harfleri üç olursa onun masdarları değişik olur. "Hakka" gerçekleşti, anlamındaki üç harfli fiilin masdarları "hakk ve hukuk" gelmektedir. Bu fiile verdiğimiz mana bu her iki masdara da aynen şamildir. Ancak, bu ikinci kısımda incelemek istediğimiz "hukuk" kelimesi "hakk"ın çoğulu olacağından önce "hakk"ın manasını biraz daha inceleyelim. "Hakk" (gerçek) hem sıfat ve hem isim olur. Sıfat olduğu zaman karşıtı "batıl" (gerçek olmayan) ve "gerçeklik" anlamında isim olduğu zaman karşıtı "butlan" haksızlık = gerçeksizlik demek olur. "Hakk"ın bir de karşıtı "yalan"dır ve bu durumda anlamı "doğru" sözü olur, ki "sadık" sözünün yerine kullanılır. "Hakk" (gerçeklik) ile "sıdk" (doğruluk) arasında fark gözetilmektedir. Vakıaya uygun olan hükme "hakk", denmekle beraber buna "sıdk" da denir. Ancak doğruluk (sıdk)ta hüküm yönü nazarı itibare alınır ve bir hükmün doğruluğu, onun vakıaya uyması olarak kabul edilir Fakat (hakk)ın gerçekte vakıa yönü nazari itibara alınır ve bir hükmün gerçekliği, vâkıanın kendisine uygun olarak vuku bulmasıdır ". Doğruluk (sıdk)ta merkez vâkıa, hüküm ona uyacak, gerçeklik (hakk) ta merkez hüküm, vâkıa ona uygun olarak vuku bulacaktır.
İSLAM HUKUKUNUN MENŞEİ VEYA KAYNAĞI
Islam hukukunda, hukukun menşeini Allah'ın iradesi olarak anlamak lâzımdır. Ancak Allah'ın iradesinin tezahür şekli Islâm hukuk filozoflarma göre ikiye ayrılır. Birinci kısım kaynaklar, doğrudan doğruya hükmü ispat eder yani hüküm inşa eder ve koyar. Bunlar Kur'an'ı Kerim ve Sünnettir. İkinci kısım kaynaklar hükmü keşif ve izhar eder, ortaya kor ve açıklar. Birinci çeşit kaynaklar ile ikinci çeşit kaynaklar arasında önemli olarak ileri sürülen fark birinciler inşa, hiç yokken yeniden bir hüküm vazederler, ki bu duruma göre Islam Hukuku'nun menşeini teşkil ederler. Bunlar bir yandan da bilfiil hukuki hükümler ve yasalar getirmiş olduklarından hukuk kaynağı da sayılırlar. İkinci çeşit kaynaklar, -ki bunlar, ictihad (kıyas), kamu yararı, istihsan, örf ve âdet vesaire- sadece hukuki hükümlere kaynak olurlar ve bunların inşa ve hüküm vazetme kabiliyetleri yoktur. Bunlarla ortaya konan hükümler açıklayıcı ve keşfedici durumdadırlar. Aslında hüküm mevcuttur ama bilinmemektedir. Dinin, diğer deyimle Kur'an ve Sünnetin koymuş olduğu bazı prensip ve âlâmetlerle hüküm bulunup çıkarılmaktadır. Tabiat kanunlarında olduğu gibi, nasılki fizikçiler tabiat kanunların koymayıp bulup ve keşfedip açığa vuruyorlarsa fakihler ve müctehitler de öyle yaparlar, aslında dinde prensip ve emarelerin arkasında bulunan hükümleri anlayıp ortaya koyarlar. İşte bu prensip ve emareler birer hukuki hüküm kaynağıdır
Yukarda açıkladığımız gibi bundan dolayı müctehitlerin çıkardıkları hükümler de şeriat hükmü ve din ahkamı sayılmışlardır. Anlattığımız bu görüş, islâm hukukçularında (fukaha) hâkim olan bir görüştür. Fakat ikinci çeşit kaynaklar hakkında mezhepler arasında ittifak yoktur. Bunların bir kısmı bazı mezheplerce hukuk kaynağı kabul edilmemiş ise de, onlara bedel kendileri başka yol takip etmişlerdir
İ C T İHA D: İslâm Hukukunun Yazısız Kaynağı : İctihad kelimesinin kökü "cehd" olup zorluk, meşakkat anlamına gelir. Bundan gelen "cühd" takat, güç demektir, "mechud" yağı çıkarılan süt, ki zahmetle çıkarılır, "cehad" pur, sert yer'e denir. Bu kökten türemiş olan ictihad, herhangi bir işi incelerken zahmet çekerek bütün gücü sarfetmek anlamına gelir. Bunun terim olarak manası bundan farklı değildir. O da şudur: Daha fazlasını yapmaktan aciz olduğunu hissedecek surette, şer'i hükümlerden birini zanni olan derecede elde etmek için, bütün gücü sarfetmeye ictihad ı" ve bunu yapan kimseye de müctehit denir. İctihadın terim manası ile lügat manası arasındaki fark sadece, bu çalışmanın her hangi bir şeye değil de dinî bir hükmü, yollarına başvurarak öğrenmeğe tahsis edilmiş olmasıdır. Bundan anlaşılıyor ki Hz. Peygamber ictihad ederken ve sahabeyi de ictihada teşvik ederken bu anlam mevcut idi. Ancak sonradan ilimler teşkil edilip geliştikçe terimler ve birtakım şartlar ileri sürülmüştür. İctihadın da sonradan şartlara bağlandığını görüyoruz. Elbette ki bir takım şartların ortaya çıkması zorunlu idi. Dini bilgilendiren bir konuda söz sahibi olmak şüphesiz diğer sahalardaki kadar serbest ve alabildiğine olamazdı. Her tabakadan her şahsi ayrı ayrı ilgilendiren bir konu olan dinde bir hüküm ortaya koyabilmek daha ağır şartlara bağlandı. Usul ül-Fıkh kitaplarında ileri sürülen şartlar ictihad aleyhinde olanlar tarafından o kadar zorlaştırılmışlardır ki, bu şartlar İmamı Azama ve İmamı Şafiiye uygulansa onların ictihadları şüpheye düşer. Hz. Peygamber sahabeyi ictihada teşvik ederken bu şartların hiç birini aklına getirmemişti. Şunu da ilave etmek gerekir ki, lalettayin bir kimseyi de içtihad etmeye teşvik etmemiş ve bir yere hâkim veya kadı tayin etmemiştir Zekâ ve anlayışta, tecrübede bir üstünlüğü olan, dilde edebi incelikleri anlayan ve aklını çalıştıran kimselere bu gibi işleri vermişti. İçtihadın verdiğimiz tarifinde bile biraz işi sıkıya almak ve içtihadı daha tarif ederken mübalağaya baş vurmak göze çarpmaktadır. Her ne kadar içtihadın kök kelimesi zorluk, zahmet ve güç, takat anlamında ise de aynı kökten türeyen içtihad sözü kendini zorlamak, emek sarfetmek anlamlarına gelir. Yoksa canına tak dedirtecek, âciz kaldığım hissedecek derecede zahmet çekmek ve güç sarfetmek anlamına gelmez. Bu, dile fikirlerin yüklediği bir manadır. Ama aynı kökten gelen "ıchad" gücü, takatı izale etmek ve bitirmek, son gücüne kadar dayandırmak anlamına gelir. Fakat her iki kelime ayrı sıgalardadırlar, birini diğerinin yerine kullanmak doğru değildir. Hz. Ömer bir mesele hakkında iki değişik ictihad yapmış ve kendisine, falan sene başka şekilde ve şimdi başka şekilde ictihad edip hüküm veriyorsun diye itiraz edilince, o zaman fikrimiz öyle idi, şimdi böyledir, cevabını vermişti. Eğer, Hz. Ömer bütün gücünü sarfetse ve aciz kalıncaya kadar çalışsaydı, belki de fikrini kolayca değiştiremiyecek bir hükme varacaktı. Demek ki, ictihad ettiği günde bilgisini bir derleyip toparlayarak varacağı hüküm ictihad sayılacaktır. Bir süre sonra başka bilgilerin eklenmesi ile veya başka düşüncelerle fikrini değiştirebilir ve bu da ikinci ictihad sayılır. Daha önceki ictihadla verilen hüküm nakzedilmez O yürürlüğe konmuş ise, artık o bitmiştir. Bunun için Usulcüler ictihad'ın ictihadı bozmayacağı kaidesini koymuşlardır. Taberinin rivayetine göre adamın biri Hz. Ömer'e rastlar ve mes'eleme Ali şöyle hüküm verdi de. yince, Ömer ben olsam şöyle hükmederdim diye karşılık verir. Adam sen halifesin, öyle hüküm vermekten seni alıkoyan nedir? diye sormuş, Ömer de eğer Kur'an ve Sünnette mevcut olan bir hüküm olsaydı, dediğini yapardım. Ama benimki de bir fikir ve ictihaddır, bu ise müşterektir. Hangisinin Allah katında doğru olduğunu bilmem, demişti.
İCTİHADIN MEŞRUİYETİ Dediğimiz gibi İslâm Hukukunun iki kaynağı vardır. Biri yazılı (şeriat) diğeri yazısız olan akıl prensipleri (ictihad)dır. İctihadın İslam hukukunun kaynağı sayılması, İslam dinini getiren Hz. Muhammed'e dayanır Madem ki O, bu dinin sahibidir, Onun dediği şeriat olur, şeriatın nasıl elde edildiğini ve ne olduğunu bildirmesi de onun hakkıdır. Öyle ise şeriatta (Kur'an ve Sünnette) olmayan hükümlerin nereden ve nasıl öğrenileceğini de bildirme hakkı ona aittir. O, hem kendisi ictihad etmiş ve hem de sahabenin ictihad etmesine cevaz vermiş ve hatta kendisinin hazır bulunduğu olaylarda bile sahabeye hüküm vermesini teklif etmiş ve sahabe sizin yanınızda da mi? diye sorunca Hz. Peygamber evet, benim yanımda da, isabet edersen bire on mükafaat (ecr), yanılırsan tek bir mükâfaat alırsın buyurmuştu . Böylece İslam hukuku iki karakter taşımaktadır. a) Din olarak Allah'Ia insanların ilişkilerini düzenleyen hükümleri teferruata kadar vazetmi ş olmasıdır. Bunlar Kur'an ve Sünnette ayrı ayrı anlatılmıştır. Bunlara taabbudi denir. Usulül-Fıkıh âlimleri bunun için ibadetlerde kıyas ve icmaın caiz olmadığını söylemişler ve bundan da ictihad ve kıyasla her hangi bir çeşit ibadeti ihdas etmeye hiç bir müctehidin hak ve salâhiyeti olmad ığını belirtmişlerdir. Ibadet şekillerinde her hangi tarzda bir değişiklik yapmak ve onları çoğaltmak veya azaltmak hususunda ictihada yer yoktur. Böylece Kur'an veya sahih sünnete dayanmayan ibadetler bâtıldır. Ama ibadetlerle ilgili hükümlerde ictihad yapılabilir. İslâm dininin bu kısmı değişmez. Değişirse başka bir din olur. b) islâm hukukunun fert ve toplum olarak insanlar arasındaki ilişkileri ilgilendiren hükümler hususunda iki ana kaynağı vardır. Biri nass (Kur'an ve Sünnet) olup bu hususta taşımış oldukları hükümler genel prensip olmayı aşmış olmamakla beraber pek mahdut sayılırlar. Diğeri ictihad yani akıl ilkeleridir. Bu ictihad sahası çok geniş olup zaman ve mekân'a göre değişen hükümler bu kaynak tarafından verileceği için zamana ve medeniyetlere bu kaynakla ayak uyduracak ve onların ihtiyaçlarına cevap verecektir. İslam dininin değişen ve değişmeyen kısımlarını böylece dayandıkları kaynaklarla tesbit etmek mümkündür. Eğer Hulefa-i Raşidinin (dört halife) tasarruflarına dikkat edilecek olursa, nasslarda açıklanmış olan genel prensipleri ne kadar geniş bir anlayışla tatbik ettikleri görülür ve şimdi içinde sıkışıp kaldığımız dar görüşlülük çerçevesini çok iyi anlarız
İctihad yapmak lazımdır ve yaşamak isteyen şahsın uymak zorunda olduğu bir meseledir, demek, bilir bilmez herkesin bir fikir ortaya atıp ictihad yapmaya kalkması anlamında değildir. Önce her hangi bir kimsenin bir konuda bir fikir sahibi olması, o sahada biraz birşeyler okuyup üzerinde düşünmesi lazımdır. Yoksa iki üç kelimeyi bir araya getirip bir cümle yapan kimsenin cümlesi bir fikir değildir. Sonra fikrin tutarlı ve kıymetli olması kendisini benimsetmeye ve savunmaya kifayetli olması ile ölçülür. İctihadın önemli iki şartı vardır. Gazali bunları zikretmiştir. Biri, şeriatın alındığı dört kaynağı (medarik el-Şer') bilmektir: Kur'an, Sünnet, icma ve akıl. Burada dikkati çekmek isteyeceğimiz husus, "kıyas"a akıl demiş olmasıdır, ki buna biz akli ilkeler veya ictihad demiştik. İkinci şart da müctehidin adil olması ve adalette leke kabul edilen günahlardan sak ınması lazımdır. Bu adalet , ictihadının başkalarınca kabul edilmesinin şartıdır. Yoksa ilmi ictihad kabiliyeti bu şarta bağlı olmadığı için kendi şahsi için adaletsizlik engel değildir". "Kur'an'da ahkâmla ilgili olan beşyüz âyeti ezberden değil, ihtiyaç anında nerede olduğunu bilmesi kâfidir Sünnetten de yalnız hükümler ihtiva edenleri bilmesi gerekir. Bunlar hakkında da Buhari, Muslim, Süneni Ebi Davud, ve diğer sahih hadis kitaplarında müracaat edilecek yerlerini bilmesi yeterlidir. Akıl ise nass'ın dayanağı ve hem de asil bir dayanak (mustened)tır. Doğrusu ictihad için zikredilen ilimleri üçe inhisar ettirir. Bunlar hadis, dil ve Usul ül-Fıkıhtır" . Gerçekten ictihadda lâzım olan biraz ilim ve bol samimiyettir.
Günümüze kadar gelen ilk Usulül-Fıkıh kitabı olan İmamı Sâfiin (204 H. — 819 M.) "el- Risale" adlı eserinde "ictihad" hakkındaki fikirlerini öğrenmemiz çok önemlidir. Zira bu eser "Hadis" kitaplarından da önce yazılmıştır.
a) İctihad ve kıyas aynı manadadır. Bir müslümanın başına gelen bir olayda belli bir hüküm yoksa ictihadla, ki kıyastır, o hususta doğru olan hüküm araştırılır.
b) Kıyas iki şekilde olur. Biri, bir şey asil manada bulunur ve bunda ihtilâf olmaz. Diğeri, bir nesnenin temelinde benzeşen şeyler olur. Bunlar içinde bir şey daha uygun ve daha çok benzerine ilhak edilir ve bunda kıyas yapanlar ihtilâf ederler .
c) Hükmü gerekli bir nass (söz) bulunmayan yerde kıyas ictihadı ile onu ararız ve bunda bize düşen bize göre gerçek olanı elde etmektir.
d) Kıbleyi bilmeyen iki kimsenin kıbleyi öğrenmek için ictihad etmeleri gerekir. Eğer, tam olarak bilmedikçe namaz kılmamaları gerekir dersen, hiç bir zaman gayib olanı tam bilemiyeceklerinden ya namazı terk edecekler veya kıble farziyeti kalkacak ve istedikleri gibi k ılacaklardır. Bu ikisini de ön göremem. 0 halde "her biri nasıl görürse (ictihad ederse) öyle namaz kılarlar ve bundan başkası ile de sorumlu tutulmazlar veya görünüşte ve gerçekte isabet etmekle sorumlu olup gerçekteki (gizli) hataları af edilir, görünüşteki hataları af edilmez.
e) Amr b. As'dan rivayet edilen hadiste Hz. Peygamber diyor ki: "Hâkim hükmederken ictihad eder, isabet ederse iki kat mükâfaat ı vardır, hükmederken ictihad eder de hata ederse bir mükâfaat ı vardır".
1- Hz. Peygamber iki durumdaki mükâfaatlardan birinin diğerinden çok olduğunu zikretmiştir. Oysa gücü olmayan hususta mükâfaat olmamalı ve kaldırılmış olan hataya da mükâfaat olmamalıdır. Çünkü hata ihtimaline rağmen "ictihad yap" anlamında olarak emrolunduğu gibi zahire göre ictihad etmiş ve af olmuş bir hata yapmışsa bu hatadan dolayı cezalanması doğru olur, ne var ki bunun çok musamahalı bir konu oluşu bu hatasının af olunmasıyla neticelenir, yoksa gücü altında olmayan bir hataya mükâfaat almasına benzemez'. f) İctihatta görünüş ile gerçek (zâhir ve bâtın) arasındaki hükmü ayırmışlar, hata etmiş olsa da, zahire göre ictihad eden müctehidden günahı lağvetmişler, ama kasden yap andan günahI kaldırmamışlardır" ğ) 1- Yüce Allah insanlara akıl ihsan etmiştir ve onunla muhtelif olanları ayırt etmelerini sağlamıştır; ve gerçeğe sözle (nass) ve istidlâlle varan yolu göstermiştir.
2- İnsanlar, Allah'ın yardım ve tevfikini dileyerek akılları ile ve delillere ait bilgileri ile ictihad ederek hükümleri elde etmeğe çalışırlarsa, kendilerine düşeni yapmış olurlar'"". Bu son madde, bizim İslâm hukuk kaynaklarını (nass) yazılı ve akıl (ictihad) olarak ayırmamızda birleştiğimizi gösteriyor. İctihadın üç kısım olduğu ileri sürülür: 1) Farzı ayın, 2) Farzı kifaye, 3) Men dub. 1)
a- Muctehidin kendi başına gelen bir hâdisede kendisi için ictihad etmesi ferdi farz (farzı ayırı)dır Çünkü müctehid kendisi ve başkası hakkında başkalarını taklit edemez.
b- Vuku bulan bir hâdisede başkası hakkında hüküm vermek gerektiğinde ve zaman da yoksa hemen ictihad etmesi müctehide ferdi farzdır.
2) a- Birinin başına bir iş gelmiş olsa da âlimlerden birine sorsa, alimlerin hepsinin ve özellikle sorulan kimsenin ictihad etmesi yeterli (kifai) farzd ır. Eğer cevap verilirse, hepsinden sorumluluk düşer. Eğer cevap vermezlerse, -cevabı buldukları halde- günâhkâr olurlar, cevabı bilmedikleri takdirde mazur sayılırlar, ama cevap verme sorumluluğu onlardan düşmez. Bu fertler arasında yaygın olan farzdır.
b) Sözde müşterek olan iki kadı arasında hüküm dolaşsa, hangisi cevap verirse ötekinden sorumluluk düşer.
3) a- Bir hadise vuku bulmadan önce hakkında hükmün ne olduğunu bilmek üzere ictihad yapması mendubdur.
b— Birinin başına henüz gelmemiş bir hadisenin hükmünü soran kimseye cevap vermek için ictihad yapmak da mendubdur.
İCTİHAD BÖLÜNMEZ BİR MELEKEDİR
Usulcüler ictihadın tecezzi edip etmiyeceğini münakaşa ederler. Bunda dayandıkları iki nokta vardır. Biri, önce müctehidleri tabakalara ayırmalarıdır. Mutlak müctehid ve mukayyed müctehit, yani mezheb kuran, usul ve prensip vazeden müctehit, bir de mezhebin prensiplerine bağlı olan müctehit ve sonra ictihad bölümlenir veya bölümlenemez diye söz ederler. Doğrusu böyle müctehitleri iki veya daha çok dereceye ayırmanın faydalı olup olmadığını düşünmek lazımdır. Bu derecelendirmeden sonra elbette ictihadın bölümlenip bölümlenemiyeceği sorunu kendiliğinden ortaya çıkar. İkinci sebebde müctehit olan bir kimsenin her meselede ictihad etmesi sorumluluğunu kendisine yüklemekten doğmaktadır. Demek oluyor ki müctehit müctehidi taklit edemez, ictihad yapmadığı bir meselede başkasına uyamaz, uyarsa müctehitliği mutlak olamaz. Bu görüşü savunanlar mezhepcilikte fayda görenlerdir. İctihad bölümlenemez diyenlere göre, bir konuda müctehit olan başka bir konuda diğer bir müctehidin fikrini ve ictihadını kabul eder, bu kendi ictihadına halel getirmez. Doğrusu budur.
İctihad bir melekedir. Meleke demek, elde etmiş olduğu bilginin kaidelerini bilmek ve uygulamak insanın alışkanlığı haline gelmesidir. Meleke "mâlik" olmaktan gelir ki, o ilme mâlik ve sahiptir, artık onun ilmidir, demeği anlatır. Burada söz konusu olan ictihad melekesi, bilfiil ictihad değildir. Müctehid bu meleke ile istediği zaman ictihad edebilir. Bir konuda bilfiil ictihad ederken başka bir konu ile uğraşmamış olabilir, ama o anda da bu melekeyi kullanabilir
USULCÜLERİN VE FAKİFILERIN AF EDİLMEZ BİR HATASI
Kur'an ve Hadiste mevcut olan ve her mezhep düşünürleri, usulcü ve fakihleri tarafından kabul edilen Usuli Fıkıh (Islam Hukuk Felsefesi) kaidesi vardır. Bir hüküm öğrenilmek istendiği zaman önce Kur'an'a, onda bulunmazsa Sünnete, onda bulunmazsa kıyasa (ictihad) gidilir. Bu kaide İslam Hukuk felsefesinin ilk kaidesidir ve aynı zamanda kaynakları kullanmanın metodunu veriyor. Buna göre meydana gelen bir hadise hakkında dinin hükmünün ne olacağının öğrenilmesi istendiğinde önce Kur'an'a, yoksa sünnete başvurmak lazım. Her ikisinde de yoksa ictihad yapılır. Bizim hata dediğimiz bu kaidenin kendisi değil, bu kaidenin terkedilmesidir ve kaideyi tam tersine uygulamalarıdır. Sonraki mezheb taassubuna kapılan Usulcüler imamlarının ictihadlarını birinci dereceye almışlar ve onları merkez kabul etmişler, Kur'an'ı ve Sünneti mezheplerinin fikirlerine ve ictihatlarına göre tevil etmişlerdir". Bütün mezhepler bu durumdan kurtulamamışlardır
TAKLID
İctihada ait sözümüzü burada bitirmeden önce taklid'in caiz olmad ığını da Muhiddin b.Arabi'den naklen zikredelim. Der ki "Bize göre ölüyü de diriyi de Allah'ın dininde taklid etmek caiz değildir. Insanlara gereken, ilim adamlarına Allah'ın hükmünü sormalarıdır"
KAYNAKLAR
1- TEFSİR USÛLÜNE GİRİŞ,Muhammed Salih el-Useymîn,Çeviren,M.Beşir Eryarsoy
2- HADIS USÜLU ,Dr. Tarât KOÇYİĞİT ANKARA ÜNİVERSITESİ BASIMEVI.1967
3- İSLAM HUKUK FELSEFESİ ,Abdulvahhâb HALL'AF Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İslam Hukuku Profesörü ,Giriş ve Notlar ekleyerek Çeviren Doç. Dr. Hüseyin ATAY
ADI :FAHRİYE
SOYADI :ERDOĞMUŞ
BÖLÜMÜ :YÜKSEK LİSANS
ÖĞRENCİ NO :14912714 KUR’AN VE BAĞLAM
BİRİNCİ BÖLÜM: KUR’AN İLİMLERİ VE ESBAB-I NÜZUL İLMİ
Bu kitapta esbab-ı nüzul ilminin neyi ihtiva ettiği ortaya konulmaktadır. Esbab-ı nüzul rivayetlerini kuranı anlamada ve anlamlandırmada nasıl kullanmalıyız, şimdiye kadar geleneğimizde bu rivayetler kitaplarımızda nasıl ele alınmıştır gibi sorular cevaplandırılmaya çalışılmaktadır.
KUR’AN’IN DOĞUŞU ,GELİŞİMİ
Kur’an ilimlerinin kaynağı yine Kur’an’dır. Kur’an üzerinde tefekkür edilmesini, anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyen muhataplarından isteyen yaşanılır ilahi bir kitaptır. Ümmi olan efendimize tebliğ ve tebyin vazifesi yüklendiği, Kur’an’da ifade edilmiştir.
Ümmi olan bu peygambere inen ilk emrin ‘’Yaratan Rab’ının adıyla oku" olması oldukça manidardır. Efendimiz bu siyaseti bu ilk vahiyle birlikte ortaya koymuştur.Bedirdeki esirlerin okuma yazma bilenlerin on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmeleri karşılığı serbest bırakılmaları bunun en güzel örneğidir. Ayrıca Mescidi Nebevide eğitim öğretim için ‘’suffe ‘’ denen yerleri inşa etmesi bu siyasetinin bir başka öneli destekçisidir.
Açık bir dille peyderpey inen Kur’an’ı öğrenen ashab, anlayamadıkları yeri efendimize sorarak öğreniyorlardı. Öğrendiklerini yaşadıktan sonra ezberliyor, başka ayetlere öylece geçiş yapıyorlardı.
Sahabiler,İlk Muallimin içlerinde yaşıyor olmasından dolayı Kur’an ve ilimlerini tedvin ihtiyacları olmamıştır. Bu ilimler Arap dili ve meydana gelen vakıalara binaen Resulullah’ın tefsiridir. İlk şahitleri olan ashab elbette bunları en iyi bilenlerdi.
Hz. Ebubekir döneminde Kur’an bir araya getirildi. Hz. Osman döneminde çoğaltıldı. Hz. Ali ve sonraki dönemlerde harekeleme- noktalama işine başlandı.
Tabiin de sahabilerin öğretisine binaen hal ve hareketleriyle ve de kavilleri ile Kur’an’ı tefsir etmeye çalışmışlardır. Adeta bunu da arkadan gelen nesillere telkin etmişlerdir. Zaten hemen sora gelen nesillerde bunun semeresini görmekteyiz. İlk semereler Kur’an ilimlerine yönelik Kur’an’a noktalama ve hareke konmasıyla neş’et etmiş, diğer Kur’an ilimleri olan esbab-ı nüzul, Mekki-Medeni , nasih-mensuh gibi ilimler takip etmiştir. Kur’an’ın anlaşılmasında diğer disiplinler müteakip asırlarda çoğalmıştır. Ulumu’l-Kur’an’ın sistematik olarak h.8. asırda vuku bulduğu, tercih edilen bir görüştür. Ancak selefi salihinin de ,mütekaddimun alimlerinin de sistematik olmayarak bu ilmi kullandıkları gözlemlenir.
Bununla beraber Ulumu’l-Kur’an ile Ulumu’t-Tefsir arasında bir ilişki söz konusudur. Ulumu’l-Kur’an Kur’an’ın bütün ilim ve araştırmalarıyla alakalı iken, Ulumu’t-Tefsir ise sadece Kur’an’ın anlaşılmasına yönelik bir ilimdir.
Kur’an ilimleri arasında esbab-ı nüzul ilmi ,sahabiler kanalıyla müşahede olunan olaylara binaen zuhur etmesi, tabiine şifahi olarak öğretilmesi ehemmiyetini ortaya koymaktadır. Esbab-ı nüzul ilminin nakli ilimlerden olduğunun da göstergesidir.
ESBAB-I NUZUL İLMİ TANIMI,DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
Esbab-ı Nüzulün tarih boyunca birçok tarifi olmuştur. Farklı tariflerden yola çıkarak esbab-ı nüzulün tarifini yapacak olursak :
‘’ Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir veya daha fazla ayetin, hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.’’
Gelişim ve Doğuşuna gelince ; Esbab-ı nüzul Kur’an’la paralel olarak gelişim göstermiştir. Tedrici inen Kur’an, hayatla beraber canlı örnekler ve derslerle, insanın kalbine ve şuuruna hitap etmiştir. Kur’an nüzul olurken ,dönemin edebi geleneklerini, zevklerini kale alarak hitap etmiş, etkisini edebi yönden de göstererek bu alanda da icazını göstermiştir. Bu da bizlere Kur’an’ın anlaşılmasında Arap dili belağatının ve de şİirinin anlaşılması önemini ortaya koymaktadır. Bundan anlaşılıyor ki, dönemin insanları bu bilgilere vakıf oldukları için Kur’an’ı daha iyi anlıyorlardı. Doğal olarak ayetlerin hangi şartlar çerçevesinde nazil olduklarını öğrenmek istemişlerdir.
Efendimizin vefatından sonra İslamiyet’i kabul edenler ,Peygamberler ve Kur’an’da ki kıssalar hakkında bilgiyi sahabilerden öğrenmeye çalışmışlardır. Bu da zamanla bu ilimleri tedvin edecek insanlar çıkmış, bu bilgilerde bir disiplin halini almıştır.
Sonuç olarak birçok ilimle (hadis, kur’ an ilimleri, tarih...) münasebeti bulunan esbab-ı nüzul ilmini, tarihi seyrinde görülen bu münasebetlerden soyutlamak mümkün değildir. Ancak bütünlük çerçevesi içinde ele alınırsa en sağlıklı sonuçlara ulaşılabilir
ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİ
ESBAB-I NÜZULÜ BİLMENİN YOLU
Esbab-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir. Esbab-ı nüzulde ictihada ve fikir beyanına mahal yoktur. Ancak işitme ve görme yoluyla sahabilerden gelen rivayetlerle bilinebilir. Bu da Efendimizden gelmiş olarak addedilir. Demek ki sahabiden nakledilen sebeb-nüzul rivayeti onu bilmenin yoludur. Suyuti bu olguyu, sahabenin, olayları kuşatan şartları bilmekle elde ettiklerini söyler. Şöyle zihnimizde bir tablo tasavvur ettiğimizde, vahiy, nüzul ortamı, Hz peygamber, sahabiler ve nüzul ortamı bu olguyu oluşturduğunu tasavvur edebiliriz.
HADİS USULÜ AÇISINDAN ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİ
Bu açıdan ele alınıp incelenmesi, bu rivayetlerin hadis usulü açısından hükmünün ne olduğunun, söylenenleri ortaya koymak amacını güder.
Daha evvel bahsettiğimiz gibi nüzul sebebini, ayetlerin nüzulünü müşahede eden sahabeden sema ve nakl yoluyla sonraki nesillere aktaran sahabiler olduğunu, esbab-ı nüzulü de en sağlıklı yolu bu olduğunu söylemiştik.
Buna binaen sahabeden gelen rivayetler Musned(zahiren muttasıl bir senetle sahabenin resulullah’a ref’ ettiği haber) olarak geldiği gibi Mürsel (sahabinin düşüp tabiinin Resulullah’a ref’ettiği) olarak gelen rivayetlerdir.Bu açıdan ele alındığında esbab-ı nüzul tasnif edilmiş, tasnifinde ihtilafa düşülmüştür.
Ayrıca esbab-ı nüzul ile ilgili bazı problemli meseleler vuku bulmuştur. Bunlar tasnif sırasında, taaddüt ve taahhür meselesi ile, nüzule sebep olan hadiseye bağlı olarak nüzul eden ayetin has mı olduğu, yoksa umum mu ifade ettiği meselesidir.
ESBAB-I NÜZULLE İLGİLİ DİSİPLİNLER (İLİMLER)
Esbab-ı nüzulle ilgili bir takım disiplinler söz konusudur. Bunlar hikmet-i teşriiye, mübhemat, tenasüb ve insicam birer disiplindir. Bu disiplinlerde esbab-ı nüzulden farklı olarak en önemli husus, aklın, yani re’y-ictihad’ın söz konusu olmasıdır. Bu da şu demektir; bu disiplinlerin ihtilafa açık olmalarıdır.
2. BÖLÜM
KUR’AN-I KERİM’İN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRMESİNİN SONUÇLARI
Kur’an’ın evrensel mesajı gözetilmesi, yorum zenginliğine açık olduğu bilinmesi bu gölgelenmemesi gerekir. Aksi olduğunda o zaman ilkesiz bir yaklaşım olur.
Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul ’un yetersiz kalma sebepleri ;
Rivayetler açısından yetersiz olabilir. Bu da senedde sahabe veya tabiinin birsinin düşmesi sonucu senedde bir kopukluğun oluşması bir eksikliği doğurabilir.
Senedlerin hazf edilmesi veya rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme veya rivayet siygalarına dikkat göstermeme yetersizliğe sebebiyet verebilir.
Ayrıca Kur’an’ın Umum değil husus ifade ettiği anlamı verilmesi çabalarıdır.
Taaddüt-taahhür açısından yanlış değerlendirme yapılması da sebepleri doğuran unsurlardandır.
Tarihi gerçekler ile zamansal uyumsuzluk bir başka sebebi teşkil eder.
KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBABI NÜZUL RİVAYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR
Bu olumsuzlukların başında yorum zenginliğine engel olmasıdır. Kur’an’ın evrensel hedefi olan Kur’an-İnsan hayat bütünleşmesini engelleyebilir. Kur’an en önemli özelliği evrensel olmasıdır. Kur’an ferde ve topluma, bütün insanlığa ,bütün memleketlerde bütün devirlerde insanın hem maddi hem de manevi yönüne hitap ederek hidayete vesile olur.Kur’an anlaşılmasında bazen tarihçiler, rivayet tefsiri yazarları vaaz eden kussas çıkarları doğrultusunda esbab-ı nüzul konusu istismar edilebilir.
3.BÖLÜM
ESBAB- NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
Sahabe döneminde kitabet ve tedvin hareketi ortaya çıkmadan ,nüzul ortamına ait bilgilerin şifahi olarak aktarıldığını hatırlarsak, selef alimlerinin esbab-ı nüzule önem vermeleri daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Efendimiz ve ashabın tefsirle ilgili açıklamaları rivayet yoluyla nakledilmiş ,bu da İslam tarihinde büyük tesir oluşturmuştur. Çünkü esbab-ı nüzul hem tarihi hem de aktüel bir gerçek olarak nüzul ortamına ait gerçekleri de bünyesinde barındırmaktadır.
Kur’an’ ın anlaşılması çabasında Kur’an nüzul asrı insanını yansıtan esbab-ı nüzul rivayetlerinin aktüel fonksiyonunu tespit etmek, çağımız Kur’an araştırmacılarını ilgilendirmektedir. Bunu gerçekleştirmek için esbab-ı nüzule ihtiyaç duyulan noktaları belirlemek gerekir. Mesela nüzul asrının ;sosyal, fikri, iktisadi, siyasi şartları ve dönemin insanını inceleyen araştırmalar esbab-nüzulden Kur’an’ı anlamak için daha fazla faydalanmamızı sağlayacaktır.
ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
Esbab-ı nüzul bilgisine birebir bağlı kalınmayacağı gibi, tamamen de uzak serbest bir şekilde ilkesiz değerlendirilme yapılması da doğru değildir. Her iki durum da Kur’an’ın anlaşılmasında ciddi problemler doğurur. Bu nedenle esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesi gerekir. Değerlendirilme ilkeleri de belirlenip ortaya konmalıdır.
Bu ilkeler belirlenirken esbab-ı nüzul rivayetleri ihata edilemeyeceğinden; Kur’an’ı bir bütün içinde okumak ve onu anlamaya çalışmak gerekir.
Sebeb-i nüzulü bilmenin gereklerini tespit ederken, Arap dilinde kasıt ve manayı araştırıp, ifade ettiği manayı belirlemek gerekir. Kur’an’ın anlaşılmasında zahir nassları, mücmel naslardan ayırt etmek gerekir.
KUR’AN-I KERİM’İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE ALINMASI
Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolü açısından Kur’an’ın bütünlüğünü en iyi ifade eden ‘’Bütün olarak Kur’an’ı kerim’ dir. Bütün olarak Kur’an tamamen birleşik bir bütün olarak kavranmalıdır. Çünkü Allah-insan–evren ilişkisinin anlaşılması ve de Kur’an’daki kelimelerin, cümlelerin, ayetlerin ve surelerin manaları ve de kazandıkları yeni manaları hep Kur’an’ın bütünlüğü dahilindedir.
Kur’an’ın bütünlüğü dikkate alınırken onun bir hidayet rehberi olduğu unutulmamalı ,bundan kasıt onunla yaşamak veya onu anlamak isteyen insan , o anda iniyormuş gibi ele almaktır. Esbab-ı nüzulün yeri bu bağlamda anlaşılmalıdır.
SİYAK-SİBAK ‘IN GÖZÖNÜNDE BULUNDURULMASI
Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzulden yararlanırken siyak-sibak‘ın göz önünde bulundurulması Kur’an’ın bütünlüğü açısından önemlidir.
Sibak :Bir şeyin öncesi geçmişi, bağ, sözün baş tarafı gibi anlamlara gelir. Siyak ise: İfade üslup, sözün gelişi gibi anlamlara gelir.
Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır. Ayetlerin bağlamı ile münasip olmayan rivayetlere itibar edilmemesi gerekir. Nass-siyak-sibak-rivayet uyumuna kesinlikle dikkat etmek gerekir.
ESBEBI NÜZUL VE TARİHİLİK KAVRAMI
Kur’an’ı Kerim’in muhatabı insan olup, onun ana gayesi de insana hidayet rehberi olmaktır. Bu bağlamda tarih ve tarihlilik karakteristiği ortaya koymaktadır. Yani insan tarihi bir varlıktır. Yaptıkları ‘’şimdi’’ içinde olup bitmez. Yaptıkları zamanın safhalarına yayılmışlardır. Bu yayılma insanın tarihselliğini oluşturur. Yapıp etmeler, amaçlar, değerler, dinsel inançlar… vb. faktörler insanın bütünlüğünü oluşturur.
İKİNCİ KİTAP
SA’LEBE KISSASI
ESBAB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
Esbab-ı nüzul daha önce de bahsettiğimiz üzere, nüzul ortamında meydana gelen bir hadise veya Hz. Peygambere yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir veya daha fazla ayetin, hadiseyi veya soruyu cevaplamak veya hükmünü açıklamak üzere inmesine teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadisedir.
Bu sebeple esbab-ı nüzul ,nüzul zamanı ve ortamında meydana gelen Kur’an-insan ilişkisini gösteren olaylar ve oluşan süreçtir. Bu süreçteki olayları bilmek Kur’an’ı anlamada ve anlaşılmasında önemli bir yer alır. Ancak sadece bu olumlu yönünü alıp eleştiriden uzak bir yaklaşımdan çok, medar-ı iftiharımız olan kültür mirasımızı bırakan alimlerimizin düşünceleri, eserleri doğrultusunda ,geçmişi hırpalamadan ,yıpratmadan yeni bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu da günümüzde Kur’an’ın daha kolay ve de daha sağlıklı anlaşılmasına vesile olacaktır.
SALEBE KISSASI
Hemen her müfessirin Tevbe süresi 75. Ayetin nüzul sebebi olan Sa’lebe kıssası, bilinen bir kıssa olup özetle şöyledir:
Sa’lebe peygamberimizin huzuruna gelmiş:
‘’Ya Resul Allah, Allah’a dua et de bana çok mal versin’’ demiş.
Hz. Peygamber de :
"Ya Sa’lebe ,hakkını eda ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır’’ diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini tekrarlamış ve demiş ki:
-Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki Allah bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.
Bunun üzerine Efendimiz dua etmiş, o da bir davar edinmiş. Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış. Bir vadiye yerleşmiş ve böylece cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış. Bunun üzerine Hz. Peygamber sual buyurmuş:
"Malı çoğaldı, vadi almaz oldu"
Hz. Peygamber: -Vay Sa’lebe ’ye! buyurmuş ve sadakaları toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara sadakalarını vermişler. Ancak Sa’lebe‘ye Hz. Peygamber’in farzlarını açıklayan fermanını okuyup sadakayı istediklerinde :
‘’Bu cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi ,hele siz gidin de düşüneyim’’ demiş. Tahsildarlar dönüp Resulullah’a geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden iki kere vay Sa’lebe’ye buyurmuş. İşte bu sebeple bu ayetler nazil olmuş. Sonra Sa’lebe sadakayı alıp kendisi getirmiş, fakat Hz. Peygamber:
-Allah Teala beni senin sadakanı kabulden men eyledi. diyerek kendisi hakkındaki hükmü açıklamış . O zaman Sa’lebe başına toprak saçmağa başlamış, Hz. Peygamber de :
-Bu senin amelindir. Emrettim itaat etmedin. şeklinde cevap buyurmuş. Sa’lebe, zekatını Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr’e, Hz. Ömer’e getirmiş onlar da kabul etmemiş. Sa’lebe daha sonra Hz. Osman zamanında helak olmuş.
Kıssa sire ,rical, tarih, hadis, tefsir kitaplarında yer almış. Kıssanın gerçek olduğu veya gerçek olmadığı açıklanmış. Bu kıssa Tevbe 75. ayetinin anlaşılmasında bize pek müşahhas bir kanaat vermemiştir. Kur’an’ın anlaşılmasında yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır. Bu yeni yaklaşım yapılırken
-Hadis usulü açısından tenkid edilmeli
-Rivayetler tasnif edilmeli
-Tarih ilminden faydalanılmalı
-Kur’ ani bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak bu kıssa Kur’an’ın anlaşılmasında bir örnektir. Bu örnek ve benzerleri yukarıdaki değerlendirmeler göz önünde bulundurularak yapıldığında , Kur’an’ın mana zenginliği anlaşılacaktır. Kur’an’la aydınlanacak hayatımızın zenginliği, Kur’an’ın zengin bir biçimde yorumlanmasıyla ve hayata geçirilmesiyle mümkündür.
3.KİTAP
TARİHSELLİK VE ESBAB-I NÜZUL
Tarihsellik kavram olarak, tarihi oluşturan insanın tarih ile ilgili yaşam tecrübesinden elde ettiği bilgidir. Bir başka ifadeyle tarihsellik, insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, hayata geçirdiği bir vakıa ile, tarihle ilgilidir.
Filozoflarda bu alanda faaliyette bulunmuşlardır. Tarih hakkında hüküm ve değerlendirmelerde bulunmuşlar, içeriğini belirlemişlerdir. Bu kavramı belirlerken, anlam yüklerken kişisel yaklaşım arz etmektedir. Kişinin hayatı algılayışına , dünya görüşüne ve anlama kabiliyetine bağlıdır. Fertlere ,zamana göre değişim gösterir.
Bu sebeple tarihsellik, birçok şekilde tarif edilmiş, hepsi de tarihselliğin bir yönünü ele almıştır.
Kur’an, insan ve tabiat arasında bir ilişkiye işaret eder. Birbirinden ayrı tutmaz. Her ikisi de fıtratlarına uygun hareketi vahiyden alır.
Kur’an’ın ana muhatabı insan oluşu ve onu doğru yola iletme ana gaye edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple Kur’an, geçmişi, yaşanılan zamanı , ve geleceği ile bir bütün halinde ele alır. Bunu da hemen hemen her sürede ele alır. İnsanın tarihsel bir varlık olduğunu bunun da insanın varlık koşullarından biri bulunduğunu belirtir.
Kur’an’ın nüzul ortamına yönelik üslubuna gelince ; Mekke’de olsun ,Medine’de olsun, Kur’an ,vahiy-insan-hayat bütünlüğünü esas alır. İşte nüzul asrında muhatap olan insanlar dünyevi hayatı sürdürüp gündelik işlerini görürlerken bu Kur’ani ilke işlevini yerine getirmiştir. Esbab-ı nüzul doğrudan doğruya nüzul ortamında fiili olanı gerçek hayatı gösterme konusunda aracı olmuştur. Yani esbab-ı nüzul vahiyle beraber birebir münasebet içerisindedir. Vahiy tamamlanmasıyla bu münasebet son bulmuştur. Fakat Kur’an-insan-hayat münasebeti devam edeceğini Kur’an beyan etmiştir.
Sonuç olarak:
-Esbab-ı nüzul-tarihsellik kavram ilişkisinde vurgulanması gereken, Kur’an’ın yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hidayet rehberi olduğudur.
- Başka özgü kültürlere ait kavramlar kullanılırken ,kavramların tarihleri, içerikleri ,kullanıcının dünya görüşü göz önünde bulundurulmalı.
-Kullanılan kavramların hangi manada kullanıldıkları belirtilmelidir.
Esbab- nüzul rivayetleri ile yazılacak orijinal tarih nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkanı sunacaktır. Tefsir için yapılan esbab-ı nüzul rivayetleri ile yazılacak düşünülmüş tarih, Kur’an’ı anlamaya çalışan insanın ufkuna sunacaktır. Bu da insanın varlık bilincine katkı sağlayacaktır.