Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


ÖĞRENCİ ADI SOYADI            :KERİM ENDEZ

BÖLÜMÜ                               :BİRLEŞİK DOKTORA

DÖNEM                                 :2014/2015

ÖĞRENCİ NO                         :14952705

KONU                                   :BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

            Bilginin sözlük manası ‘öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat’(1)demektir. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre ise bilgi:”Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve “Mâlum olanın, olduğu hâl üzere bilinmesidir.”

Bilginin bütünlüğü ise, bir konuyu anlamak ve anlamlandırmak için lazım olan metaryallerin tamamı demektir. Bu metaryaller,ortaya konulmuş olan yeni bilgileri kapsadığı gibi,daha önce ortaya konmuş olan bilgileri de kapsamaktadir.

Bütün ilimlerde olduğu gibi,tefsir alanında da ilmi bir araştırma ortaya koyabilmek; o alanda yapılan çalışmaları araştırmak,Kur’ân’ın  înzal edilmesinden günümüze kadar geçen tarihi süreç içerisinde,ortaya konulmuş olan mirası,bütüncül bir anlayışla değerlendirmekle mümkündür.Aksi takdirde yapılan çalışma ,zan ve tahminlerden elde edilmiş nazariye olmaktan,başka bir anlam ifade etmeyecektir.Ayrıca meseleyi bütüncül bir yaklaşımla ele almak,bilgiyi elde ederken yanlış anlamlardan ve değerlendirmelerden kurtulmamıza büyük katkı sağlayacaktır.

            Yüce kitabımız Kur’ân’ı bütüncül olarak değerlendirebilmek için,asr-ı saadetten günümüze kadar geçen zaman dilimini ele almak durumundayız.Asr-ı saadette Hz. Peygamber’in,bir taraftan kendisine vahyedilen Kur’ân bölümlerini muhataplarına okuduğunu,diğer taraftan manası anlaşılamayan hususları açıklayarak tebliğ ettiğini görmekteyiz.(2)Gerçi her ne kadar ilk muhataplar,ana dilleri Arapça olduğu için kur’an’ı genel çerçeve itibarıyla anlama imkanına sahip iseler de,yine de onun bir kısım mütaşabih lafızlarını ve bazı ayrıntıları anlamakta sıkıntı çekiyorlardı.Peygamber(s.a.v.)’de bazı vesileler ile hem onlara anlayamadıkları ayetlerin manalarını açıklıyor,hem de ameli hükümlerin uygulanış biçimlerini göstererek onlara rehberlik ediyordu.dolayısıyla yüce kitabımız kur’an hem tefsiri hem de uygulanması yönünden en güzel şekilde ashaba aktarılıyordu.

            Hem Kur’an’ın bütüncül bir yaklaşımla ele alınması bağlamında hem de sünnetin bu konuda ki önemine işaret olması için şu misallere yer vermek yerinde olsa gerektir.

”(Yahudiler ve hristiyanlar)Allah’ı bırakarak kendi hahamlarını ve papazlarını rehber edindiler.”(3)ayetini Peygamber (s.a.v.)”Yahudi ve hristiyanlar kendi din bilginlerinin helal saydığı şeyi helal,haram saydığı şeyleri haram saydılar.”şeklinde tefsir ve beyan etmiştir.

Yine Peygamber(s.a.v.)”O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır.”(4)ayetini “onun haberleri,sırtında taşıdığı her erkek ve kadın hakkında o falan gün falan şeyi yaptı diyerek şahitlik etmesidir.”şeklinde tefsir etmiştir.

            Rasülüllah (s.a.v.)ayetleri gelişi güzel tefsir etmiyor,bu tefsiri belli bir usul çerçevesinde yapıyordu.bunlar da mücmelin teybini,mübhemin tevziihi,mutlakın takyidi ve müşkilin te’lifi şeklindeydi.mesela rasülüllah(s.a.v.)”Haklı olmadıkça Allahın haram kıldığı cana kıymayın”(5)ayetini”Allahtan başka tanrı olmadığına ve benim Allahın rasülü olduğuma iman eden hiçbir müslümanın kanı helal olmaz.ancak 3 şeyden birini yaparsa(helal olur.)adam öldürmek,evli iken zina etmek,ve dinden çıkıp,Müslümanlardan ayrılmak.(6)yine peygamber(s.a.v.)”Namazlara(özellikle)orta namaza devam edin.”(7)ayetindeki (orta namaz)ifadesini”Orta namaz ikindi namazıdır.”(8)şeklinde tefsir etmiştir.

Hangi alanda olursa olsun bilgi bütünlüğünü sağlamak iki şekilde mümkündür.birincisi kişinin çalıştığı alanla ilgili olan diğer alanlarda da yeteri kadar donanıma sahip olmasıdır.meşkalelerin olabildiğince çoğaldığı,bir ilmi sahada ihtisaslaşmanın birçok alanda bilgi birikimi zaruri hale getirdiği günümüzde bu bütünlüğü yakalamak çok zordur.ikincisi ise birden fazla kişinin kolektif olarak çalışmasıdır.günümüzde bu bütünlüğü sağlamak için kolektif çalışmaktan başka çıkar yol olmasa gerektir.

            Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki:tefsir alanında çalışma yapmak isteyen bir kimse meseleye bütüncül bir yaklaşımla yaklaşmak zorundadır.bu bütüncül yaklaşımın ilk ayağında da hiç şüphesiz hadis ve sünnet gelmektedir.zira kur’an ile sünnet adeta et ile tırnak gibidir.dolayısıyla sünnet olmadan kur’an’ı,kur’an olmadan da sünneti anlamak imkansız gibidir.bütüncül yaklaşımın ikinci ayağında ise,başta ashab-ı kiram,tabiuun,ve tebei tabiin’den olmak üzere,günümüze kadar gelmiş olan büyük tefsir mirasını incelemek yer almaktadır.daha öz bir ifade ile: bu bütüncül yaklaşımın bir yatay,bir de dikey boyutu vardır.yatay boyutu;23 yıllık vahiy sürecini,esbab-ı nuzül ve konu ile ilgili ayetlerin tamamını dikkate almaktır.dikey boyutu ise,Kur’ân’ın nazil olmasından günümüze kadar,nesilden nesile Kur’ânı anlama ğayretlerinin sonucu olarak ortaya konan Tefsir litaratürünü dikkate almaktır.     

Selam ve saygılarımla..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

            


0 Yorum - Yorum Yaz


ÖĞRENCİ ADI SOYADI             :KERİM ENDEZ

BÖLÜMÜ                                :BİRLEŞİK DOKTORA

DÖNEM                                  :2014/2015

ÖĞRENCİ NO                          :14952705

KONU                                    :BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

            Bilginin sözlük manası ‘öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat’(1)demektir. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre ise bilgi:”Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve “Mâlum olanın, olduğu hâl üzere bilinmesidir.”

Bilginin bütünlüğü ise, bir konuyu anlamak ve anlamlandırmak için lazım olan metaryallerin tamamı demektir. Bu metaryaller,ortaya konulmuş olan yeni bilgileri kapsadığı gibi,daha önce ortaya konmuş olan bilgileri de kapsamaktadir.

Bütün ilimlerde olduğu gibi,tefsir alanında da ilmi bir araştırma ortaya koyabilmek; o alanda yapılan çalışmaları araştırmak,Kur’ân’ın  înzal edilmesinden günümüze kadar geçen tarihi süreç içerisinde,ortaya konulmuş olan mirası,bütüncül bir anlayışla değerlendirmekle mümkündür.Aksi takdirde yapılan çalışma ,zan ve tahminlerden elde edilmiş nazariye olmaktan,başka bir anlam ifade etmeyecektir.Ayrıca meseleyi bütüncül bir yaklaşımla ele almak,bilgiyi elde ederken yanlış anlamlardan ve değerlendirmelerden kurtulmamıza büyük katkı sağlayacaktır.

            Yüce kitabımız Kur’ân’ı bütüncül olarak değerlendirebilmek için,asr-ı saadetten günümüze kadar geçen zaman dilimini ele almak durumundayız.Asr-ı saadette Hz. Peygamber’in,bir taraftan kendisine vahyedilen Kur’ân bölümlerini muhataplarına okuduğunu,diğer taraftan manası anlaşılamayan hususları açıklayarak tebliğ ettiğini görmekteyiz.(2)Gerçi her ne kadar ilk muhataplar,ana dilleri Arapça olduğu için kur’an’ı genel çerçeve itibarıyla anlama imkanına sahip iseler de,yine de onun bir kısım mütaşabih lafızlarını ve bazı ayrıntıları anlamakta sıkıntı çekiyorlardı.Peygamber(s.a.v.)’de bazı vesileler ile hem onlara anlayamadıkları ayetlerin manalarını açıklıyor,hem de ameli hükümlerin uygulanış biçimlerini göstererek onlara rehberlik ediyordu.dolayısıyla yüce kitabımız kur’an hem tefsiri hem de uygulanması yönünden en güzel şekilde ashaba aktarılıyordu.

            Hem Kur’an’ın bütüncül bir yaklaşımla ele alınması bağlamında hem de sünnetin bu konuda ki önemine işaret olması için şu misallere yer vermek yerinde olsa gerektir.

”(Yahudiler ve hristiyanlar)Allah’ı bırakarak kendi hahamlarını ve papazlarını rehber edindiler.”(3)ayetini Peygamber (s.a.v.)”Yahudi ve hristiyanlar kendi din bilginlerinin helal saydığı şeyi helal,haram saydığı şeyleri haram saydılar.”şeklinde tefsir ve beyan etmiştir.

Yine Peygamber(s.a.v.)”O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır.”(4)ayetini “onun haberleri,sırtında taşıdığı her erkek ve kadın hakkında o falan gün falan şeyi yaptı diyerek şahitlik etmesidir.”şeklinde tefsir etmiştir.

            Rasülüllah (s.a.v.)ayetleri gelişi güzel tefsir etmiyor,bu tefsiri belli bir usul çerçevesinde yapıyordu.bunlar da mücmelin teybini,mübhemin tevziihi,mutlakın takyidi ve müşkilin te’lifi şeklindeydi.mesela rasülüllah(s.a.v.)”Haklı olmadıkça Allahın haram kıldığı cana kıymayın”(5)ayetini”Allahtan başka tanrı olmadığına ve benim Allahın rasülü olduğuma iman eden hiçbir müslümanın kanı helal olmaz.ancak 3 şeyden birini yaparsa(helal olur.)adam öldürmek,evli iken zina etmek,ve dinden çıkıp,Müslümanlardan ayrılmak.(6)yine peygamber(s.a.v.)”Namazlara(özellikle)orta namaza devam edin.”(7)ayetindeki (orta namaz)ifadesini”Orta namaz ikindi namazıdır.”(8)şeklinde tefsir etmiştir.

Hangi alanda olursa olsun bilgi bütünlüğünü sağlamak iki şekilde mümkündür.birincisi kişinin çalıştığı alanla ilgili olan diğer alanlarda da yeteri kadar donanıma sahip olmasıdır.meşkalelerin olabildiğince çoğaldığı,bir ilmi sahada ihtisaslaşmanın birçok alanda bilgi birikimi zaruri hale getirdiği günümüzde bu bütünlüğü yakalamak çok zordur.ikincisi ise birden fazla kişinin kolektif olarak çalışmasıdır.günümüzde bu bütünlüğü sağlamak için kolektif çalışmaktan başka çıkar yol olmasa gerektir.

            Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki:tefsir alanında çalışma yapmak isteyen bir kimse meseleye bütüncül bir yaklaşımla yaklaşmak zorundadır.bu bütüncül yaklaşımın ilk ayağında da hiç şüphesiz hadis ve sünnet gelmektedir.zira kur’an ile sünnet adeta et ile tırnak gibidir.dolayısıyla sünnet olmadan kur’an’ı,kur’an olmadan da sünneti anlamak imkansız gibidir.bütüncül yaklaşımın ikinci ayağında ise,başta ashab-ı kiram,tabiuun,ve tebei tabiin’den olmak üzere,günümüze kadar gelmiş olan büyük tefsir mirasını incelemek yer almaktadır.daha öz bir ifade ile: bu bütüncül yaklaşımın bir yatay,bir de dikey boyutu vardır.yatay boyutu;23 yıllık vahiy sürecini,esbab-ı nuzül ve konu ile ilgili ayetlerin tamamını dikkate almaktır.dikey boyutu ise,Kur’ân’ın nazil olmasından günümüze kadar,nesilden nesile Kur’ânı anlama ğayretlerinin sonucu olarak ortaya konan Tefsir litaratürünü dikkate almaktır.     

Selam ve saygılarımla..

 KAYNAKLAR:

 

1

   :http://www.dtk.gov.tr

            2    :Demirci,Muhsin,tefsir tarihi,s.56

            3    :tevbe 9/11

            4    :Zilzal 99/4

            5    :en’am 6/15

            6    :buhari,kasame,6

            7    :bakara 2/238

            8    :tirmizi,tefsir,sure,2

 

 

 

 

 

 

 

            


0 Yorum - Yorum Yaz

Bochra REFAS    18.04.2015

Bochra REFAS – 17922707 – DR

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ HAKKINDA 

Bilginin bütünlüğü, herhangi bir olgu ve durumu anlamlandırırken, yorumlarken ve uygulamaya aktarırken ona dair geçerli/güvenilir bilginin bütününün dikkate alınması ilkesini ortaya koyar. Özellikle Müslüman kimliği açısından bilginin bütünlüğü şer’i ilkelerin hayatında tatbikinde göz önünde tutulması gereken öncelikli bir meseledir.

Zira İslam dininin müntesipleri için geliştirdiği çerçeve, iman – amel bütünlüğü içerisinde kalmak kaydıyla anlaşılması gereken bir bilgiyi ortaya koymuştur. Bu bilginin kaynağı son tahlilde ilahi kaynaktan beslenen ve ilahi koruma altında olan vahiydir. Vahiy ve İslam kültür mirası içerisinde bu vahyin yorumlanması / uygulanmasından türeyen sünnet, icma ve kıyas gibi esaslar bilginin bütününe ulaşılmasını sağlayan ontolojik unsurlardır. İslam geleneğinde bunların bilgi kaynağı olarak değeri ontolojik olarak Kur’an, sünnet, icma ve kıyas olarak sıralansa da, pratikte bu sıralama tam tersten işler. Müslüman için mutlak bilginin kaynağı vahiydir. Bilimsel yöntem açısından eleştiri konusu edilebilecek olsa da, İslam dininin ürettiği bilginin odak kaynakları materyalist bilim felsefesi birebir örtüşebilir değildir ve metafizik boyutuyla müntesiplerini bağlayıcıdır.

Bu çerçevede kalmak üzere bilim yapacak olan Müslüman bilim adamlarının görevi, bilginin bütünlüğü ilkesini İslam kültür mirasına uyumlu olarak yorumlamaktan geçer. Öncüllerini kendi kültür mirasından almayıp, tamamıyla hegemon- oryantalist bir yaklaşımı benimsemiş olan Batılı yöntemler esas alınırsa son kertede içsel paradoksa yakalanmaktan kurtulmak söz konusu olmayacaktır. Burada tabi ki İslam bilgi kaynağı olan ‘nass’ın ilkelden aklı ve akletmeyi bir düstur olarak önerdiği dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Böylelikle Müslüman dünyası için öne sürülen temel eleştirilerden birisi bertaraf edilecek ve apalojist bir çerçeveye sıkışmadan bilim ve amel uzlaştırılacaktır.


0 Yorum - Yorum Yaz


Hatice Merve ÇALIŞKAN, 13922768 (DOKTORA)

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Elbette her bilgi kendi başına değerli, her birinin ihtiva ettikleri önemlidir; ancak her bilginin başka bilgilerle de yakından ilişkili olduğu göz ardı edilmemelidir. Çünkü tüm bilgiler bir bütünün farklı farklı parçalarını oluşturmaktadır. Bir meseleye farklı alanlardan bakmak, onun farklı tezahürlerini gösterecektir. Bu sebeple bilgiyi bütün olarak anlamak için onu tüm yönlerle ele almak gerekmektedir. Netice olarak bilgiyle özdeş olan varlığın kendisi gibi, ilimler veya bilgi şekilleri de birdir ve aynı zamanda bir düzene bağlıdır.[1]

İslam kendisini bilgi ile özdeşleştirip, bilgiyi, gerekli de kılar. Bilginin elde edilmesini ibadet ile eş görüp, teşvik eder. İslami bilgi, hakikati, akıl, tecrübe ve sezgi yoluyla kavramadır. Yeryüzü ve gökyüzünün, insanlığın ve tarihin birikimini tahlil eden dinamik bir bilgidir.[2]  İslam ilimleri tesadüfen ortaya çıkmamış, belli bir form içinde ortaya konmuşlardır.[3] Çeşitli bilgi şekillerinin birbirinden bağımsız olarak geliştirilmesine asla izin vermemesi islamın birleştirici yönünden kaynaklanmaktadır. Her türlü bilginin, bizzat hakikatin yapısını yansıtacak şekilde birbiriyle ilişkisi bulunmaktadır.[4] islam ilimlerinin sürekli gelişmesiyle yeni ilim şekil ve dalları meydana geldi, aynı zamanda islam öncesi medeniyetlerden gelen ilimler islami bilgi ile harmanlandı.[5]

Geçmişin zengin birikimi, aile ve çevreden aldığı bilgiler insan için bir taban oluşturduğundan o, bilgiye hiçten ve sıfırdan başlamaz. Üstelik onun hedefe ulaştırmayı kolaylaştıran doğuştan getirdiği bir takım kabiliyetleri vardır. Tüm bunların üzerinde de edinilen bilgiyi yönlendirme, karşılaştırma, sistemleştirerek eylem ile ilişkiye getirme vazifesini yüklenen eleştirel akıl melekesi vardır. İşte İslam, böyle bir özelliğe sahip insanın bütün bilgi kapasitelerini aynı anda kullanmasını ister.[6]

 

“İnsan gücü ve Arap dilinin verdiği imkân nisbetinde Allah’ın muradına delalet etmesi bakımından Kur'an-ı Kerim’in metninin içerdiği manaları ortaya koymak”[7] anlamına gelen Tefsir ilminin, Hz Peygamber’den nakledilen söz, fiil ve takrirler[8] demek olan Hadis ve Hadis İlminden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Nihayetinde bir vahiy mahsulü[9] olan Kur'an-ı Kerim’in anlaşılmayan yerlerini açıklayan, onun her hükmünü insanlara tebliğ etmekle yükümlü olan[10], sünnetine itaatin emredildiği[11] kişi Hz. Muhammed(sas)’dir. Öte taraftan Kur'an-ı Kerim ve sünnetten elde edilen bilgilerin adı demek olup, iman, ibadet, sosyal nizam ve ahlaka dair pek çok bilgi dalını kapsayan Fıkıh İlmi[12] de dolayısıyla Hadis İlmi ve Tefsir İlmi ile ilgilidir. Her üçü de Kur'an-ı Kerim’i temel alır. Ancak ele alışları farklı farklıdır. Bilginin bir bütün olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu üçünü birbirinden ayrı düşünmek, birbirleriyle ilişkilendirmemek doğru olmayacaktır. Konuları, alanları her ne kadar farklı da olsa, birbirlerinden bağımsız değildirler. Öte yandan Her zaman her devirde, dini, felsefi ve ilmi eserlerin muhataplar tarafından iyice anlaşılıp, kavranabilmesi için, onların, kendilerini iyi anlayanlar tarafından izah edilip, açıklanması gerekir.[13] Vahiy mahsulü olan Kur'an-ı Kerim’in de muhatapları olan biz insanlar için anlaşılması gerekiyordu. Bu açıklamayı yapmak tebliğ ile yükümlü olan Hz. Peygamber’e ait bir görevdir. Çünkü o Kur'an-ı Kerim’deki hakikatleri bize en iyi öğretecek olan, bizzat kendisine kitap gelen şahıstır.

Bilgi, karşılaşılan her kültürle, ilerleyen zamanla ve farklı düşüncelerin katkısıyla eklenerek büyür, zenginleşir. Dolayısıyla her konudan, her bilimden parçayı içinde barındırır. İslamın gelmesiyle onu anlama ihtiyacının doğması farklı ilim dallarının oluşmasını sağlamıştır. Ancak bu yapılırken ne var olan kültür birikimi hiçe sayılmış ne de zamanla oluşan yeni ilimlere sırt çevrilmiştir. İşte bu tavır, gelişme yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Bunun gibi bilginin bütünselliği göz ardı edilmeden yapılan her ilim de gelişmeye açık olacaktır.

 

KAYNAKÇA

 

KUR’AN-I KERİM

 

CERRAHOĞLU, Prof. Dr. İsmail, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. b.t.yok.

 

DEMİRCİ, Prof. Dr. Muhsin, Tefsir Tarihi, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İst. 2008.

 

FARKUÎ, İsmail Râci-Luis Lâmia, İslâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014.

 

KARAMAN, Hayreddin, Anahatlarıyla İslâm Hukuku, Ensar Neşriyat, İst. 2008.

 

KOÇYİĞİT, Talât, Hadis Usûlü, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ank. 1993.

 

NASR, Seyyid Hüseyin, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989.

 



[1] Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989, s.13.

[2] İsmail Râci Farukî-Luis Lâmia Farukî, İslâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014, s.271.

[3] Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.3.

[4] Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.4.

[5] Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, s.14.

[6] Farukî, İslâm Kültür Atlası, s.272.

[7] Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, M.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, İst. 2008, s.26.

[8] Talât Koçyiğit, Hadis Usûlü, A.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, Ank. 1993, s.15.

[9] 53. Necm, 4.

[10] 4. Nisa, 59.

[11] 3. Âl-i İmrân, 31; 4. Nisa, 80.

[12] Hayreddin Karaman,  Anahatlarıyla İslâm Hukuku, Ensâr Neşriyât, İst. 2008, s.32. 

[13] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. b.t.yok, s.210.


0 Yorum - Yorum Yaz

ahmed OBAID ödev 4    13.05.2015

Ahmed OBAID

Doktora Öğrencisi no / 13922724

Bahar Dönemi 2015

Bilginin bütünlüğü

ابتدأت العلوم الإسلامية بالقرآن، فالقرآن هو مصدر العلوم، وهو المنطلق الأول لنشأة العلوم الإسلامية التي تركزت حول دراسة القرآن وتوثيقه وحفظه وتفسيره وبيان إعجازه ومعرفة الناسخ والمنسوخ منه، والمحكم والمتشابه والأحرف السبعة، والقراءات الثابتة الصحيحة ووجوه بلاغته وفصاحته، ودراسة مفرداته ومعانيه.

ولم تكن هناك علوم مدونة بالمفهوم العلمي الذي عرف فيما بعد، فقد كانت اللغة تعتمد على السليقة العربية السليمة، فما استعمله العرب في كلامهم المنثور والمنظوم فهو حجة، وكان الأمر ميسرا، ولم يكن التدوين منتشرا إلا في نطاق ضيق، وكانت الأمية سائدة، ولم تتجه اهتمامات العرب في الجاهلية إلى التوسع في مجال العلوم، واقتصرت اهتماماتهم على لغة العرب التي كان شعراء الجاهلية يتفاخرون بإجادتها والتعبير عنها وبيان فصيحها.

ولما نزل القرآن كان معجزة النبي صلّى الله عليه وسلم، وتحدى الله العرب به، وعجز العرب عن الإتيان بمثله، بل عجزوا عن الإتيان بآية من آياته، ووقفوا مذهولين حائرين، يدرسون الظاهرة القرآنية في إطارها العام، ولا يجدون جوابا شافيا لتساؤلاتهم سوى التسليم بعظمة القرآن، وبأنه كلام الله.

وتوجهت الأنظار إلى هذا القرآن، باحثة عن معانيه، دارسة أسلوبه، مستخرجة منه قوانين اللغة، مدونة تاريخه، نزولا وكتابة وحفظا وجمعا، مسجلة أوجه قراءاته، محددة ما يجوز منها وما لا يجوز، معتمدة في ذلك على ضوابط ومعايير علمية موضوعية.

ما أعظم تلك البداية.

كتاب الله هو المنطلق.. ومواكب العلماء تلتف حول نصه، باحثة عن معانيه، مدونة تاريخه، مفسرة مفرداته اللغوية، مبينة أوجه الفصاحة والبلاغة فيه. وتتلاحق المواكب والأجيال، كل جيل يضع لبنة في صرح هذا التراث العلمي العظيم، معليا بها ذلك الصرح، مضيفا إلى جهود العلماء السابقين إضافة جديدة، في رحلة موفقة من جاهلية قاتمة المعالم، ضيقة الأفق قليلة العطاء إلى حضارة منيرة مشعة، وجدت في المعرفة امتدادها، وضاعفت بفضل الإسلام عطاءها، وتنافست عواصم الإسلام في رفع منارة العلم، وتزاحمت مواكب العلماء تغذي الفكر الإسلامي وتثري مدارسه

 

   


0 Yorum - Yorum Yaz


TAADDÜD-TAAHHÜR

(Veya Fetanet-i Nebi – Hikmet-i Hüda)

Tefsir ilminin ilgilendiği birçok problem mevcuttur. Nüzul sebebi ve anlam ilişkisi bağlamında çözülmesi veya anlaşılır bir hale getirilmesi gereken problemlerden Taaddüd ve Taahhür bu ilmin uğraşılarından bazılarıdır. Meseleyi önce tanımlamak ve daha sonra da örneklerle izah etmeye çalışmak gerekmektedir.

1. Taaddüt: Sebebin Taaddüdü, (yani birçok sebebe karşın bir ayetin nüzulüne denirken), Nüzulün Taaddüdü, (yani birkaç ayet bir sebebe binaen nazil olmuştur) olmak üzere iki kısımdan söz etmek mümkündür.[1]

İster sebebin taaddüdü, ister nüzulün taaddüdü olsun bunları ayırmadan taaddüt meselesini bir örnek muvacehesinde incelemeye çalışalım.

Ceza verecek olursanız, size verilen cezanın misli ile ceza verin. Sabrederseniz elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır.”[2]

Bu ayet büyük çoğunluğa göre uhud savaşının akabinde inmiştir.[3] Tirmizi’ye göre de Mekke’nin fethinden sonra inmiştir.[4]

Müfessirlerimiz iki sahih rivayet arasından birini tercih edemedikleri için taaddüt kavramıyla problemi çözmeye çalışmışlardır. Bu kavram ortaya atılınca ister istemez kabul edenin yanında reddedenler de olduğundan Kur’ân ilimleriyle uğraşanlar bu konuda ikiye ayırılmıştır.

Bir kısmı taaddüdün varlığını kabul etmeyerek bir kısım maddeler ileri sürerek görüşlerini akıllarına güvenerek ispat etmeye çalışmış ve taaddüdün reddine ilişkin maddelerini şu şekilde sıralamışlardır;

1-    Hâsılı tahsil etmek olduğundan,

2-    Mekke’de inen ayetin Medine’de de inmiş olması gerektiğinden,

3-    Cibril, her gelişinde Hz. Peygambere daha önce nazil olmamış ayetleri getirmekte olduğundan, aynı ayeti getirmesine gerek kalmadığından dolayı kabule şayan bir görüş değildir.” şeklinde üç madde öne sürmüşlerdir.

Buna mukabil taaddüdün varlığını kabul edenler de kabul etmeyenler gibi akıllarına güvendiklerini ispat edercesine varlığını ispat etmeye çalışmışlar ve şöyle cevap vermişlerdir.

1-    Taaddüdün varlığı bilineni bilmenin yararı yoktur anlamına gelmeyerek bazı âlimler faydalarından bahsetmişlerdir.[5]

2-    Mekkî ve Medenî olma gibi bir zaruret ortaya çıkma zorunluğu yoktur,

3-    Cibril’in her geldiğinde yeni ayetler getirmesi gereklidir diye bir şart öne sürülemez” şeklinde üç madde ve itiraz öne sürdükleri görülmektedir.

Nahl 16/126. Ayet hakkında Mahmut Zalt’ın İfadelerine ve aktarılan iki rivayetin sahihliğine değinmek suretiyle “bu iki rivayet arasında bir olgu olarak işlenen duyguyu, benzeri hadislerin cereyan ettiği her zaman ve zeminde görmek mümkündür. Binaenaleyh nüzulün tekrar etmesi için bir sebep söz konusu değildir.[6] şeklinde sonuca varılabilir. Gerek kabul edenler ve gerekse reddedenler olsun bu gibi görüşleri ispat ve ret açısından değerlendirmiş ve anlayış güçlerine de güvenerek problemin üzerine gitmiş olmaları takdire şayandır. Ancak Hz. Peygamberin aklını/zekasını hesaba katmadan bu en önemli bir meseleyi dile getirmeleri ise kınanması gereken bir durum olduğunu da vurgulamak gerekir. Halbu ki taaddüdün varlığını savunmak peygamber aklına en başta güvenmemek demektir diyerek bundan başka madde yazmadan mesele izah edilebilirdi. Zira yüce Allah, “biz sana okutacağız ve sende unutmayacaksın[7] diye birçok ayetle peygamberin aklına, zekasına ve hafızasına güvenerek peygamberin fetanet sıfatına dikkat çekmiştir. “Taaddüdü savunanlar, taaddüdün olmasına bir engel yoktur.”[8] diyenlere karşı bizim söylememiz gereken şudur; “yani yüce Allah bir olay hakkında bir ayet indirecek ve daha sonra başka bir benzer olay olduğunda da hazreti peygamber iki olay arasında bir ilişki kuramayacak kadar akıl ve zekasını çalıştıramayacak olduğundan yüce Allah “sen iki olay arasında ilişki kuracak kadar zekanı çalıştıramayacağından ben sana aynı ayeti tekrar indireyim mi demek istiyor ki taaddüde gerek olsun.” Oysa buna en büyük engelin peygamberin hafızası olduğunu görüyoruz. Taaddüd olayında; “ne unutkan adamsın! Daha önce benzer meseleler ve sebepler muvacehesinde indirdiğimiz ayeti al sana bir daha indirelim!” anlayışının önüne geçilerek son nokta konulmalıydı. Bu tutum peygamberin aklına güvenmemek ve olayları analiz edebilecek yetiye sahip olmamakla suçlamak anlamına geldiğinden taaddüdün varlığı asla kabul edilemez denerek sonuçlandırılması daha isabetli olacaktı.

 2. Hükmün Veya Nüzulün Taahhürü (Ertelenmesi)

Bu konuda ilk söz eden İmam Zerkeşi’dir. Daha sonra İmam Suyuti de Zerkeşi’yi takip ederek bu konuyu incelemiştir. Zekâtla ilgili ayetlerin Mekkî olduğu, ancak hükmün Medine döneminde uygulanmasını özellikle örnek olarak gösterdiklerine değinilmiştir.

b- Taahhür: olayını ayetin önce inmesi, hükmünün ise daha sonra uygulanması olarak ele aldığımızda bu olayı dile getiren Zerkeşi ve Suyuti’den bahsedilmekte ve Mennau’l-Kattan, bu konuda ki görüşlerine ulumu’l Kur’ân kitapları değinmektedir. Zerkeşi’nin verdiği örneklerle taahhürda ki hikmet şu ihtimallerle dile getiriliyor:

a- Ayet, birçok manayı ihtiva edebilir,

b- ihbar sığası ile gelecekte vuku bulacak bir olayı haber veren bir üslupta bulunabilir.” denerek kamer 54/45. Ayet örnek olarak gösterilmektedir. Taaddütte olduğu gibi Bu görüşe de itiraz edilmektedir: “halbuki bir anlayış ve yorum söz konusudur. Hz. Peygamber istidlal ve istişhad amacıyla bir ayeti tilavet buyurmuşsa ve ayetin nüzulü ile bu hadise arasında bir zaman farkı varsa hemen taahürden bahsedilmiştir.[9] Haklı olarak böyle bir itiraza yer verilebilir. Ancak yukardaki iki âlimin dikkatlerinden kaçan en önemli unsurun yüce Allah’ın hesapla ve hikmetle iş yapmasını dikkatlerinden kaçırmalarıdır.[10] Oysa taaddütte olduğu gibi burada da en önemli olan itirazın hikmetli iş yaptığının göz ardı edilmesidir.

 



[1] Zerkeşi, ibn Teymiyye ve Suyuti gibi alimler taaddüdün varlığını kabul etmektedirler. Serinsu, s. 98.

[2] Nahl 16/126

[3] Taberi 17/322

[4] Tirmizi 4/362

[5] a) cenabi hak kullarına tenbihatta bulunma,

b) ayetin muhtevasına dikkatleri çekmek,

c) adalet ilkeleri doğrultusunda amel etmeye tenbih ve teşvik

d) yüce Allah’a güvenip, dayanma gibi faydaları vardır.menahilu’l-İrfan, I/114; Serinsu, s. 157.

[6] Serinsu, s. 153-155.

[7] Â’la 87/6

[8] İbni Hacer, Fethu’l-Bari, VIII. 450; İmam Suyuti, el-İtkan, I.106.

[9] Serinsu, s. 162.

[10] Bakara 2/129; yaklaşık 97 yerde yüce Allah’ın planlı, programlı ve hikmetli iş yaptığına değinilmiştir.


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    17.05.2015

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

İslam Dini her zaman bilgiyi öncelemekte ve değer vermektedir. Bilgi ibadetle eşdeğer ve övgüye layıktır. Hz. Muhammed a.s. vahiy almaya başladıktan sonra, İslam dini iki kaynağa vahiy ve akla dayanmıştır. Bu sebeple Kur’an- Kerim’in pek çok yerinde bilgiye ve akletmeye vurgu yapılmıştır.“Kıraat” anlamını düşünerek ve anlayarak, hissederek okuma demektir. Kur’an “çok okunan metin” anlamıyla öncelikle Müslümanlardan, sonrasında da bütün insanlardan kendisini düşünerek, anlayarak ve hissederek okumalarını istemekte ve beklemektedir. Alak suresindeki ilk emir de anlayarak düşünerek okumayı emreder. Zümer Suresinde "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” denilerek bilgiye, okumaya özel bir vurgu yapılmıştır ve Hz. Peygamber(sav) ‘e  “Rabbim benim ilmimi artır” diye dua edilmesi emredilmiştir. Kur’an’ın açıklanması için geliştirilen disiplini tefsir olarak adlandırmaktayız. Tefsir ilmi ayetlerin indirildikleri zaman kastettikleri anlamları ortaya koyan bir ilimdir. Tefsir ayetlere açıklama getirirken birçok farklı ilimden yararlanmaktadır. Bunlar arasında hadis, tarih, dil bilimleri, fıkıh usulü, sosyal ve fen bilimleri sayılabilir. Tefsir yöntemi gereği dil bilimi kullanır.Bunun için Kur’an’ın kullandığı Arapçanın bilinmesi gerekir. Ayrıca Kur’an’ın doğru anlaşılması için onun indiği ortamın tarihî koşullarının bilinmesi gerekir. Tefsir ilmi de işte ayetlerin anlamlarını bu dil ve tarih malzemelerinin elverdiği ölçüde doğru bir şekilde ortaya çıkarır. Hadisten, Peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaları ve ayetlerin indiği koşulları öğrenmek için yararlanır. Hadis rivayetleri ayetlerin sebeb-i nüzul bilgilerini, ayetlerin iniş sırasıyla ilgili olarak nâsih ve mensuh bilgilerini ve doğrudan ayetlere açıklama getiren rivayetleri ve kıraat bilgilerini bize sağlamaktadır.

            Sonuç olarak bu bilgilerden İslam bilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya koyduklarını görmekteyiz. Görüldüğü gibi bilgi, ilim, bilim diye adlandırdığımız disiplinler bir bütündür ve ancak bir bütün olarak incelendiğinde doğru sonuca ulaşılabilir.


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    17.05.2015

Sema YİĞİT

14952706

Birleşik Doktora 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

İslam Dini her zaman bilgiyi öncelemekte ve değer vermektedir. Bilgi ibadetle eşdeğer ve övgüye layıktır. Hz. Muhammed a.s. vahiy almaya başladıktan sonra, İslam dini iki kaynağa vahiy ve akla dayanmıştır. Bu sebeple Kur’an- Kerim’in pek çok yerinde bilgiye ve akletmeye vurgu yapılmıştır.

“Kıraat” anlamını düşünerek ve anlayarak, hissederek okuma demektir. Kur’an “çok okunan metin” anlamıyla öncelikle Müslümanlardan, sonrasında da bütün insanlardan kendisini düşünerek, anlayarak ve hissederek okumalarını istemekte ve beklemektedir. Alak suresindeki ilk emir de anlayarak düşünerek okumayı emreder.

Zümer Suresinde "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” denilerek bilgiye, okumaya özel bir vurgu yapılmıştır ve Hz. Peygamber(sav) ‘e  “Rabbim benim ilmimi artır” diye dua edilmesi emredilmiştir. Kur’an’ın açıklanması için geliştirilen disiplini tefsir olarak adlandırmaktayız. Tefsir ilmi ayetlerin indirildikleri zaman kastettikleri anlamları ortaya koyan bir ilimdir. Tefsir ayetlere açıklama getirirken birçok farklı ilimden yararlanmaktadır. Bunlar arasında hadis, tarih, dil bilimleri, fıkıh usulü, sosyal ve fen bilimleri sayılabilir. Tefsir yöntemi gereği dil bilimi kullanır.Bunun için Kur’an’ın kullandığı Arapçanın bilinmesi gerekir. Ayrıca Kur’an’ın doğru anlaşılması için onun indiği ortamın tarihî koşullarının bilinmesi gerekir. Tefsir ilmi de işte ayetlerin anlamlarını bu dil ve tarih malzemelerinin elverdiği ölçüde doğru bir şekilde ortaya çıkarır. Hadisten, Peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaları ve ayetlerin indiği koşulları öğrenmek için yararlanır. Hadis rivayetleri ayetlerin sebeb-i nüzul bilgilerini, ayetlerin iniş sırasıyla ilgili olarak nâsih ve mensuh bilgilerini ve doğrudan ayetlere açıklama getiren rivayetleri ve kıraat bilgilerini bize sağlamaktadır.

            Sonuç olarak bu bilgilerden İslam bilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya koyduklarını görmekteyiz. Görüldüğü gibi bilgi, ilim, bilim diye adlandırdığımız disiplinler bir bütündür ve ancak bir bütün olarak incelendiğinde doğru sonuca ulaşılabilir.

 


0 Yorum - Yorum Yaz

BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ    19.05.2015

BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ

Zekariya EFE

14922723

Doktora

Yüce Allah, iradesini kullanabilen bir varlık olarak insanı yaratmıştır. İnsan annesinden doğduğunda hiçbir şey bilmez. İnsanoğlu kalbi tertemiz, beyni bomboş, hayat sayfaları çiziksiz bir şekilde dünyaya gelir. Bu durumu yüce Allah şöyle ifade eder:

وَاللّهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لاَتَعْلَمُونَ شَيْئاً وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَاْلاَبْصَارَ وَ الْاَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (78)

“Allah, sizi hiçbir şey bilmez halde analarınızın karınlarından çıkardı. Şükredesiniz diye size İşitme (kulaklar), gözler ve kalpler verdi.”[1]

İnsanın anlama ve idrak etme duyusu (aklı) boş bir levha gibidir. İnsanoğlu bilgilerini ona ihsan edilen duyma, görme ve anlama duyularıyla elde eder[2] ve sonradan kazanır. İşte burada elde edilen bilginin sağlıklı olabilmesi için bir takım etkenler devreye girmektedir. Müslümanlarda olduğu gibi her toplumda bilgi önemlidir. Bilginin varlığında sağlıklı bir sonuca ulaşmak, sağlam bir bilgi elde edebilmek için malumat çok önem arzetmektedir. Burada karşımıza “bilgi nedir, malumat bilginin oluşmasında nasıl bir etkiye sahiptir” şeklinde cevaplamamız gereken iki soru çıkmaktadır.

Bilgi; ilmin tanımı insanların farklılıkları göze alındığında çok farklılık arzetmektedir. Zira tanımda insanın mezhebi, meşrebi, dini, sosyokültürel yönü, çevresi ve daha sayamayacağımız birçok neden etkili olmaktadır. Sübjektif bir tanım ortaya koymak her ne kadar zor olsa da insanların en azında şu kadarında hemfikir olduklarını söyleyebiliriz; “Bilgi, herhangi bir şeyi birtakım verilerle tanımak veya verilerden yararlanarak kişinin nesnelere yüklediği anlamdır.” Sözlük anlamı olarak baktığımızda şu şekilde tanımlamakta mümkündür; Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili.[3]

Kur’an’a göre bilgi özel bir alana yerleşerek vahiy olarak karşımıza çıkmaktadır.[4] Zira buradaki ilim, zannın, tutarsız ve sahte bilginin zıddı olup şüphelerden arınmış, sağlam ve kesin bilginin adıdır.[5] Müslümanlar, öğretilerini vahyin çerçevesinde biriktirmeye başlamakla bilginin dar manası olan vahiyle bilgiyi birbirinden ayırarak vahiy, vahiy olarak kalırken; bilgi, vahyin çerçevesinde genişleyen bilginin adı olarak biraz daha genellemeye başladı. Böylece bilgi özel anlamdan genele doğru yürüdü.

Bu varlık içerisinde olan biteni ve var olanı tanıyabilme yeteneği insanoğluna verildiğini yukarıda ki ayeti kerime de ifade etmektedir. Burada bir başka husus daha vardır ki o da insanın, vahiy gerçekliğinin insana kazandırdığı hakikati sağlıklı bir şekilde zandan uzak durarak gerçek bilgiyi elde etmesidir. Bu da ancak sağlam malumatı elde etmekle mümkün olacaktır. İşte tam burada bilgi bütünlüğü devreye girmektedir. Bilgi bütünlüğünü iki şekilde anlamamız mümkündür.

a)           Bilgi bütünlüğü denince, bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin hiçbir şekilde değişikliğe uğramadan korunması durumu olarak anlaşılmaktadır. Bu kısmı bizim kültürümüzün ilk devrelerinde şifahi ve kısmen tedvin edilerek iletilen rivayet ilminde yer bulmaktadır.

b)           Diğeri ise bir konuyu anlamak, yorumlamak, sağlıklı bir şekilde sonuca varmak için gerekli olan kuşatıcı bir bilgiyi dikkate almaktır. Sözgelimi esbab-ı nüzulü dikkate almadan hatta esbab-ı nüzulün tenkit ve tasnifini yapmadan Kur’ân ayetlerini anlamak sağlıklı sonuç doğurmadığı gibi bazı problemlerini de beraberinde getirmesi mümkündür.[6] Zira Allah, bu dini beşeriyetin fıtratına yerleştirmekle kalmamış onu anlayabileceği kabiliyet ve imkânlarla donatmıştır ki sağlıklı bir bilgi elde edebilsin.[7] Bu yeteneklerle insan, bütün alanlarda ve herhangi bir ilimde, bütün prensip ve ilkeleri tüm dalları da göze alarak kavraması mümkün olabilmektedir.[8] Son zamanlarda dile getirilen konulu tefsir çalışmaları bilgi bütünlüğü açısından dikkate şayan bir çalışma olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ancak bu çalışmaya özellikle hadis ve İslam tarihi yanında diğer ilimlerinde incelenmesi bütünlük açısından sağlıklı bir sonuç verebilmesi mümkün olabilmektedir.

   Tarihi seyir içerisinde İslam dininin Müslümanlara bıraktığı maddi ve manevi miras, bilgi bütünlüğünün gerçekleştirilmesinde yüz yıllardır okutularak insanlığın hizmetine sunulmuştur.[9] Bu hizmetlerden yararlanılarak parçacı yaklaşımdan uzak durulmalıdır ki, bütünsel yaklaşımla daha sağlıklı bir sonuç alınabilsin. Bunu güzel bir örnekle anlatmaya çalışalım. Sütun gibi bir bacağa, geniş bir kulağa, kısa bir kuyruğa, uzun bir hortuma veya kocaman bir gövdeye bakılarak bir tanıma sağlıklı bir şekilde ulaşılması mümkün değildir. Bu barçalardan her hangi birisine bakılarak sağlıklı bir fil anlayışı ortaya çıkmaz. Ancak parçalar bütünleştirilip bir bütün halinde bakıldığında neticenin sağlıklı olması mümkün olacaktır. Bütün ilimlerde sağlıklı bir sonuç elde edebilmesi bu bütünlük ve çerçevede ele alınmasıyla ve en sağlıklı sonuçlara ulaşılabilmesi de bu bütünlük ve çerçeveden bakılmasıyla mümkün olabilmektedir.[10]

Bütün ilimlerde olduğu gibi Kur’ân’ın anlaşılmasında da Bilgi Bütünlüğü çok önem arzetmektedir. Tabi bunun olumsuz yönü ise ilimlere dalarak anlam kaymasına neden olmasıdır. Bu nedenle bunun en doğal yolu vahyin nazil olduğu sosyolojik ortamı, toplumsal yapıyı, o dönemde yaşayan insanların psikolojik durumlarını, ayetlerin  nüzul sebeplerini, o dönemin tarihini, ayetlerin tefsir rivayetlerini ve kuran ilimlerini bir bütün halinde iyi bilmek ve değerlendirilmekten geçmektedir.

       Günümüz müfessirleri için çok sayıda birikim ve kaynak malzemelerin mevcudiyeti bilgi bütünlüğü için bir avantaj olsa da tamamını inceleme imkânı olmaması ve vakit yetersizliği gibi bir dezavantajın olduğunu da unutmamak gerekir.

والله اعلمُ با لصواب

 

 

Kaynaklar

Bilgiz, Musa, Kur’ân’da Bilgi, İnsan Yay. İstanbul, 2003.

Faruki, İsmail Raci, Luis Lamia Faruki, İslam kültür Atlası, İnkilap yay., İstanbul, 2014.

Izutsu, Toshihiko, Kur’ân’da Allah ve İnsan, Çev, Süleyman Ateş, Yeni ufuklar Neş. İstanbul, tsz.

Nasr, Seyyid Hüseyin, İslam ve Bilim, İnsan yay., İstanbul, 2006.

Serinsu, Ahmet Nedim, Kur’ân ve Bağlam, Şule yay., 2012.

Türkçe Sözlük, “Bilgi” TDK Yayınları, Ankara, 2011.



[1]  Nahl, 16/78

[2]  Bu üçü, Maturidi kelamında bilginin kaynakları olarak sayılır.

[3] Türkçe Sözlük, “Bilgi” TDK Yayınları, Ankara, 2011.

[4] Bakara, 2/145.

[5] Musa Bilgiz, Kur’ân’da Bilgi, İnsan Yay. İstanbul, 2003; Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, Çev, Süleyman Ateş, Yeni ufuklar Neş. İstanbul, tsz, s. 55-58.

[6] Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule yay., 2012, s. 18.

[7] İsmail Raci Faruki, Luis Lamia Faruki, İslam kültür Atlası, İnkilap yay., İstanbul, 2014, s., 132.

[8] Faruki, s., 132.

[9] Seyyid Hüseyin Nasr, İslam ve Bilim, İnsan yay., İstanbul, 2006, s., 19.

[10] Serinsu, s., 60.



0 Yorum - Yorum Yaz




     BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

     Durmuş Erdal Atak

     NO: 14922720 

     BAHAR DÖNEMİ 2015  doktora

 

 

      Bilginin Bütünlüğü

    Konumuza başlarken bazı kavramları açıklamak yararlı olacaktır. ‘’bilgi’’ deyince ilk akla gelen nedir? ilim, İslami ilimler, Kavram, Terim gibi kelimeleri kısaca tarif etmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.

   Sözlükte bilgi; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat. Öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçek, vukuf.

  Felsefede bilginin tarifi; genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler.

  Bilimde ise; kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam Olarak tarif edilmektedir. [1] 

  İlim ise: Ayrıntı, özellik, nitelik, bilme, biliş, haber. Sözlükler de ilimle Bilim eşdeğer aynı manada tarif edilmektedir. Yunus 'un şu mısralarında olduğu gibi:

" İlim ilim bilmektir,

ilim Kendin bilmektir." [2]

İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır:                                                                         

 a- Naklî ilimler; Kur'an ve sünnete dayanan ilimler.

 b- Aklî ilimler; Müspet ilimler.

  İlimlerin ikili tasnifine ilişkin bilebildiğimiz en eski tasnif ünlü Müslüman filozof Kindî (ö. 252/866) tarafından yapılmıştır. Kindî ilimleri ilahî ilimler ve insanî ilimler şeklinde ikiye ayırır (ulûm-i ilâhiyye ve ulûm-i insâniyye) (3)

   İslami ilimler; İslam Dini ile alakalı olan, Kur'an, Tefsir, Belagat, Fıkıh, Hadis, Siyer, alet ilimleri, İslam Felsefesi , İslam sosyolojisi vs. ilim dallarına denilir. İslam dini bilgiye çok önem veren bir dindir. İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ an ve Sünnet’ e baktığımızda bunu çok rahat anlayabiliriz.  Kur’an’ı Kerim’de ilimle ilğili 700 civarında ayet vardır.(bakara;120,145,/ âl-i İmrân;7,18,19, / Nisâ ;162,/ Yûsuf ,22,76,/ra'd,37,/ nahl;43)

  Terim İse;  Bir bilim, sanat, meslek dalıyla veya  bir konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan kelimedir. Var olanı dilsel simge ile ifade etmektir.

Terminoloji terim kelimesinden türetilmiştir: Bilim dalları, sanat kolları, Çeşitli Uzmanlık alanları ile ilgili kavramları tespit edip onları adlandırmaya yarayan bilim dalının adıdır.

  Kavram; Bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva, konsept, nosyon.

   Felsefede Kavram: Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir Ortak ad altında toplayan genel tasarımdır. (4)

   Genel bir bakış açışı ile kavram: Bir var olanı diğer var olandan ayıran seçiklik özelliği, İfadesidir. Bir kavramın seçkiliği her zaman ve yerde aynıdır. Düşünmenin temel amacıdır.

  Kavramlar net olarak tarif edilirse birçok karışıklık giderilir. Veya hiç ortaya çıkmaz.

   Bütün detaylı tanımlardan sonra meseleyi konumuz olan ‘’ bilginin bütünlüğü’’ genelinde ama islami bilginin bütünlüğü özelinde toparlayarak özetlemeye çalışacağız.

  İlk insandan beri insanoğlu varlığını, her asrın, belki her yılın kendine göre yeniliklerle geldiği bir dünyada sürdürüyor. Yüce yaratıcı insanı ve muhatap olduklarını devamlı canlı ve hareketli olacak şekilde inşaa etmiş. Geçmiş zamanlara göre günümüzdeki insanlar, her gün daha çok bilgiye, daha farklı yöntemlerle, sesli, görüntülü, elektronik, basılı, internet vb. ulaşmaktadırlar. Hayat adeta artık böyle kaim olabilmektedir. Her gün okumak durumunda kaldığımız yazışmalar, e-postalar, raporlar, dinlemek ve cevaplamak zorunda kaldığımız diyaloglar, telefonlar bu bilgilere örnek olarak gösterilebilir. Bütün bu faaliyetler sonucunda insanlar, yoğun bir bilgi yüklemesi ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu bilgi bombardımanı altında insan için en büyük sorun kendileri için doğru bilgiye zamanında ulaşıp onu bir bütünlük içerisinde kullanabilmesidir.

    Bilgi aslında, işlenmiş bir “veri” dir. Veri, olguların harf, sayı, renk gibi sembollerle ifade edilmesi iken, bilgi, herhangi bir konu ile ilgili verilerin bir araya gelmesi ile oluşan açıklayıcı ifadeler bütünüdür. Örneğin; Ahmet, 1976, Ankara gibi ifadeler veri iken, bunların kullanıldığı “Ahmet, 1976 Ankara doğumludur.” şeklinde bir ifade bilgidir.

    Elde edilmiş bilgi başka bilgiler için veri olabilir ve olmalıdır. Herhangi bir karar verici, bazı verileri bir bütünlük içerisinde işlem sürecinden geçirerek bilgi haline getirirken, bir başka karar verici ise önceki aşamada ortaya çıkan bilgiyi veri olarak kullanır ve kendi sürecinden geçirerek kendine uygun yeni bir bilgi haline getirir. Örneğin yukarıdaki bilgiden faydalanacak olursak Ahmet objesinin 1980 yılında 4 yaşında olduğunu daha önce elde edilen bilgiye dayanarak söyleyebiliriz. Yukarıdaki örneği bir süreç olarak düşündüğümüzde bilginin kökeninin işarete, işaretlerin oluşturduğu veriye, verilerin bir araya gelmesiyle enformasyona ulaşıldığı söylenebilir. Bu süreçten sonra, elde edilen enformasyona dayanılarak insanın işine yarayacak bilgiye ulaşılır.

     Bilgiler, geçmişe ve şimdiki zamana ait olabileceği gibi geleceğe ait de olabilir. Sonuç itibariyle bilgi, kullanıcısının ihtiyacını karşıladığı sürece bir anlam ve değer ifade eder. O halde bilgi, ihtiyacı karşılama açısından bakıldığında, anlaşılır ve kullanılabilir olmalıdır. Bilginin bütünlüğü açısından biraz daha detaylandırarak meseleye bakacak olursak bilgi, gerekli olanların daha sonraki kullanımlar için saklanması ve üzerinde işlem yapılarak fiilen kullanılması sırasında ortaya çıkan verilerin, işlenerek faydalı ve anlamlı hale getirilmiş sonuçlarıdır.

       Bilgi karar vericinin belirsizliğini azalttığı oranda değerli olacaktır. Bilginin değeri karar verilecek sorunun önemi ile de yakın ilişki içindedir. Her ne kadar soruna ve karar ortamına göre istenilen bilgiler farklılık gösterirse de, hepsi için geçerli olan ortak özellikler vardır. Buna göre bilgi; doğru olmalı, tam zamanında, eksiksiz ve yerinde olmalıdır.

 Yanlış alınan bilgiler yanlış kararlar verilmesine yol açacağından doğruluk bilgide aranması gereken en önemli özelliktir.(13) Hele bütün bunları İslami bilgi için düşünecek olursak, fıkıh, hadis, tefsir vd. dini ilimlerin yerinde ve yeterince kullanılmaması, inanan insanın hayatını sıkıntıya sokacaktır. Bu manada Müslüman ilim adamlarının bilginin bütünlüğü içerisinde, ihtiyaç ve zaruret kadar bilerek yaşaması ve hareket etmesi gerekir. Dini saha diğer bütün alanlardan daha çok bütünlüğe ihtiyaç hisseder, çünkü bütünü Kur’an ve sünnet ’in açılımıdır.

   Sonuçta bilgi, bir çaba ve öğrenme ile edilen malumata deniliyor. İnsan yaşarken hayatın kendi tabii seyrinde, örneğin çocukların öğrenmesi de bir öğrenme, bilgilenme çeşididir. Bilgi ancak akıl sahiplerinde bir anlam ifade eder. Onun için Kur’an’ı Kerim, akıl sahiplerini düşünmeye davet eder. "Bakmazlar mı?" (Gâşiye Sûresi: 88:17.)

2- "Bakınız" (Âl-i İmrân Sûresi: 3:137.); (Nahl Sûresi: 16:36.); (Neml Sûresi: 26:69.); (Ankebut Sûresi: 29:20.); (Rûm Sûresi: 30:42.)

3- "Onlar hiç düşünmezler mi?" (Nisâ Sûresi: 4:82.); (Muhammed Sûresi: , 47:24).

4- "Hâlâ düşünmez misiniz?" (En'âm Sûresi: 6:80.); (Secde Sûresi: 32:4.)

5- "Düşünün." (Sebe' Sûresi: 34:46.)

6- "Farkında değiller." (Bakara Sûresi: 2:9); (Âl-i İmrân Sûresi: 3:69); (En'âm Sûresi: 6:26, 123); (Nahl Sûresi: 16:2.)

7- "Aklını kullanıyorlar." (Bakara Sûresi: 2:164;) (Ra'd Sûresi: 13:4;) (Nahl Sûresi: 16:12, 67); (Hac Sûresi: 22:46); (Furkân Sûresi: 25:44); (Ankebût Sûresi: 29:35); (Rum Sûresi: 30:24, 28); (Câsiye Sûresi: 45:5.)

8- "Aklını kullanıp anlamazlar." (Bakara Sûresi: 2:170, 171); (Mâide Sûresi: 5:87, 103); (Enfâl Sûresi: 8:22); (Yûnus Sûresi: 10:42, 100); (Ankebût Sûresi: 29:63); (Zümer Sûresi: 39:43.)

9- "Biliyorlar." (Bakara Sûresi: 2:75.) (Kur'an'da 32 yerde geçmektedir.)

10- "Bundan ibret alın, ey basiret sahipleri!" (Haşir Sûresi: 59:2.)

11- ey akıl sahipleri, ibret alınız!

.Allah, akıl sahiplerini muhatap alır, mükellef kılar ve hesapta sorumlu tutar.

      “Bilginin bütünlüğü” ise, kısaca Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun dediği gibi; belirli bir konuya ait bilgilerin bütününe denir. Yani sahip olunan birçok konuyla alakalı bilgilerle bir sonuca varabilmektedir. Bilgi sonuca götüremiyorsa tam öğrenilememiş eksiklikler var demektir.

  Bütünlük kelimesi ‘’ tam, eksiksiz, parçalanmamış, parçalandığında hüviyeti değişen bir takım niceliklerin toplamı anlamını ifade eden’’ bütün kelimesinden türemiştir.  Bütünlük sözcüğü, bütün olma hali ve bütün varlıkları kapsayan ve düşünülen şeyleri kaplayan anlamındadır.(5)

   Bilgiyi bir bütün olarak anlamak için tüm yönleri ile bakmak gerekir. Şimdi bütün bu bilgiler Işığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, Müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmıştı. Sahabe döneminin sonlarına doğru İslamiyet, daha doğrusu Kur'an-ı Kerim’in ulaştığı sınır Afrika’dan Azarbaycan’a ulaşıp, Arap olmayan kavimler de Müslüman olunca kültürel etkileşim başlamıştı. Bu Sorunlara çözüm üretme adına Tefsir, Fıkıh,  Hadis, Kelam gibi ilim dalları İslam’ı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır.

  İslam; tevhit inancına dayalı 7.yy da Hicaz topraklarında doğup, gelişerek Doğu'da Maveraunnehirin ötelerine, batıda Atlas Okyanusu'na, kuzeyde Kafkasya'ya, İspanyada Pirene dağlarına kadar uzanan, birçok kültür, ırk, medeniyet ve milletin inanç, gelenek ve göreneklerini içine alıp eriten ve geliştiren geniş bir medeniyettir. Neticede İslam medeniyetine sadece bir Arap medeniyetidir demek yanlış olur. Bilakis Müslüman olmuş; Arap, Türk, Fars, Hint ve Berberilerin katkısı olan bir medeniyettir. Anlaşılan o ki, ecdadımız asırlarca bu kollektif şuuru iyi geliştirmiş, ilmi bulduğu yerden ve milletten almış, Grek kültürü, Mısır anlayışı veya Yahudi bilgisi dememiş, onu kendi mihengine vurmuş, yanlışı atıp doğrusunu geliştirerek insanlığın hizmetine sunmuştur.

  İslam medeniyetini maddi ve manevi temelleri vardır, manevi temelleri Hz. peygambere Arapça olarak gönderilen Kur'an ve onun sünneti, hayatı ve hadisleridir.

   Maddi temelleri ise; İslam’ın bugün bile düşünen insanları hayrete düşüren hızlı yayılışıdır. Bu yayılış esnasında yapılan fetihler, yeni tanışılan kültür ve medeniyetler maddi olarak İslam medeniyetinin gelişmesine katkı sağlamıştır(6)

    Bu ilmi çeşitlilik, oluşan yeni Kavramlar, problemler, meselelere bütüncül ve doğru bakma adına bir disiplin oluşturmuştur. Bilimsel bütünlük aslında her ilim dalında kendi adına bir zaruretken İslami ilimlerde esas olan Kur'an ve hadisleri anlama kısaca İslam’ı doğru anlama adına bir gereklilik olarak ortaya çıkmış ve çıkmaktadır.

   Bütün bu etkenler Kur'an ilimlerinin doğmasına sebep olmuştur. Bu ilimlerin kaynağı Kur'an'dır. Çünkü Kur'an kendisinin anlaşılmasını, düşünülmesini ve yaşanmasını muhataplarından ister (bakara;2(7)

  Bu sebeple Kur'an Hz. Peygamber' e bizzat Tebliğ ve teybinle görevli olduğunu söyler.

Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı. Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir. (Ankebut;18)

   Hz. peygamberin Ümmi olduğunu okuma yazma bilmediğini Kur'an Kendisi söyler .

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِوَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْوَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْعَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنْزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

İşte onlar o kimselerdir ki, o ümmî Resul’e, o okuması yazması olmayan ümmî Peygamber'e bağlanıp gönüllü olarak ona uyacaklar. İleride belli bir kitapla göndereceğimiz o bütün kavimlerin müjdecisine, okuryazar olmadığı halde baştan sona bütün bilgileri göğsünde toplayıp, ümmetine her şeyi haber verecek olan o ümmî peygambere, böyle olağanüstü özellikler taşıyan mümtaz mucizelerin sahibi ahir zaman nebisine can u gönülden uyup itaat edecekler, yani sözde, işte ve inançta onun arkasından gidecekler.

( A'raf ;157)

  Sahabe U’Iumul Kur'ân 'ı biliyordu. Ama bu ilimlerin disiplinleri daha sonra ihtiyaçlar artıp Şartlar değişince ortaya çıktı. Nübüvvet döneminde ve sahabe döneminde vicahi olarak ve soru cevap şeklinde devam eden Kur'an ilimleri Sonra rivayetler şeklinde devam etmiştir. İbni Teymiyye,  Mekke ehlini Kur'an-ı en iyi bilen olarak tanımlar. ( 8)

     Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla bütün bilimlerin giderek daha fazla alt dallara ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilen bir anlayış ortaya çıkmıştır. Aslında bilimlerin dallandırılması olumsuz bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaştırmamasıdır. "Bütün" le olan mana münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını âlemde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

       Bilgi Bütünlüğü; Bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.(9)

         Müslüman bütüncül bir bilgi birikimine sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere ya da taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya, tek başına kalmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının birçok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda, gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak, ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkân dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

       Müslümanın dini kültürü de, topluluk halinde hareket etmeyi tavsiye eder. Günümüzde tam tersi iki durumla karşı karşıya olan bir islam alemi var, biri bilgiyi işleyememe, diğeri de bilgi bütünlüğünün etkin reçetesi olan kollektif çalışma ruhu, olmak üzere önemli iki eksiği bulunmaktadır. İman ve amel’den müteşekkil olan İslam bu iki vasfı besleyip ayakta tutacak sahih bilgidir. İmam Buharî, El-Camü’s-Sahîh adlı eserinde, “İlim”, iman ve amelden önce gelir demiş ve

فاعلم أنَّه لا إله إلا الله bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur(muhammed;19) anlamındaki ayet-i kerimeyi delil olarak göstermiştir. Bilgi olmadan Allah’ı, Peygamberi tanımak, gerçek anlamda iman ve ibadet etmek mümkün değildir. Müslüman kültürü, “Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.”

 وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ محيطاً

(Nisa;126)

Ayetinde yer alan Allah’ın kadim ve küllî sıfatından kendine yetecek orandaki hadis bilginin yansımasıdır. Müslüman kültüründe bilgi, iman ve amel layeteceze’ bir kül ’dür. Bütünlük arz eden bu rükünler birlikteliğin membaından (vahiy kaynağından) günümüze gelinceye kadarki tarihi seyir içerisinde bazen ilim olmadan amel tek başına yeterli olamama, bazen ise amel olmadan ilim tek başına kurtarıcı olamama gibi külli terkibin cüzleri yer değiştirmiştir.(10)

     Sonuç olarak, bilgiyi yönetmekte bu gün önem arzeden, zor bir konudur. Bilginin etkin kullanılması, belirli bir konu ile ilgili doğru ve tam bilginin, doğru kişiye, doğru zamanda ve doğru yerde ulaşması anlamını taşır. Bunun için bilginin yönetilmesi gerekmektedir.

    Bilgi yönetiminin birçok farklı tanımı yapılabilir. En genel tanımıyla, bilgi yönetimi hayati önem taşıyan bilginin açık ve sistematik yönetilmesi ve bu bilginin yaratma, organize etme, dağıtma, kullanma ve işleme süreci ile birleştirilmesidir.

       Dünya'da var olan bilgi, bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez.(11)Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Herkesin, her milletin onda bir payı, katkısı olmuştur.(12)

      İslami bilgi ya da Müslümanların ilim dünyası da yine Müslüman olan bütün milletlerin, Arap, Türk, Kürt, Hint ve Uzak Doğulu bütün Müslümanların ortak malıdır. Müslümanların bilgisi Kur’an'ın anlattığı ve bize öğrettiği üzere Hz. Âdem’le başlayıp bütün peygamberlerin vahiyle getirmesi ile oluşan vahye dayalı bir bilgiler bütünüdür.

O bilgide yalan, yanlış ve abartı yoktur.

الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُون

Bunlar(vahyin ürünü olan Kur’an dâhil bütün kitaplar),(Ey Muhammed) Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir (diğer geçmiş peygamberler). Sen de onların hidayetine uy. De ki: “Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. (En'am;90)

İslami ilimlerde esas gaye Kur'an-ı daha iyi anlamak olduğu için bütün ilimler onu me'haz alır ve onu anlatmaya çalışır. Asırlardır Oluşan bilgi de bütün ona inananların ortak cehdi ve kazancıdır.

ومن يعمل مثقال ذرة خيرا يره

Kim azıcık da olsa bir şey yaptı ise onun karşılığını görecektir.(zilzal;7)

   

KAYNAKÇA;

-Kur'ân 'ı  kerim

1-türkçe Sözlük. Türk dil kurumu yayınları. Ankara 2011. 11.baskı.

2- a.g.e

3-Kindî, Risâletü’l-Kindî fî kemmiyyeti kütübi Aristoteles ve mâ yuhtâcü ileyhi fî tahsîli’l- felsefe (Resâilü’l-Kindî el-felsefiyye içinde, nþr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde, Kahire: Dârü’l-fik- ri’l-Arabî, 1369/1950), s. 372-3.

4-türkçe Sözlük .Türk dil kurumu yayınları.ankara 2011. 11.baskı

5-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S. 20-25

6-Kayaoğlu, ismet. İslam kurumlar tarihi.Dms yay. Ankara

7-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.35

8-Serinsu , Ahmet Nedim. Kur’an ve Bağlam. Şule yayınları. İstanbul 2012. S.34

9-www.eticaret.com/bilgi- bütünlüğü-nedir

10-*Https://www.google.com.tr/url?sa=t&source=web&rct=j&ei=NXdLVLeeNKXMygOI0IHgAQ&url=http://www.aydinkudat.com/musluman-kulturunde-bilgi-butunlugu.htm&ved=0CCEQFjAE&usg=AFQjCNHKvSvFV3H8_FWz28TSCEKb79vslQ&sig2=4NM1muR5TegmAwSggXCcQA

11-dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/.../alakus.htm    

12-MAVİ ATLAS GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi •Güz 2013, S. 1 maviatlas@gumushane.edu.tr

13-https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=3&cad=rja&uact=8&ved=0CCcQFjAC&url=http%3A%2F%2Fiibf.erciyes.edu.tr%2Fguven%2Fveri%2Fbilgi_nedir.pdf&ei=chdbVeCaLoSssAGf1ID4Dw&usg=AFQjCNFZidgm3g6g2kiBvNlKTUi-ZOFxhQ&sig2=1bZQ0VaQvdRLcfMGw2umhA

 


0 Yorum - Yorum Yaz



Adı ve Soyadı: ALİ AKKUŞ

Öğrenci No: 14922706 ( DOKTORA)

Dönem: 2014/2015 BAHAR DÖNEMİ

Konu: ESBAB-I NÜZUL II- 4.ÖDEV

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜNE DAİR YAKLAŞIMLAR

Bilgi nedir? Kaynakları nelerdir? Elde etme yöntemleri ve doğruluğunun ölçütleri nelerdir? Bilginin amacı ve değeri nedir? Gibi sorular hem batı dünyası ve hem de doğu dünyasının üzerinde uzunca bir süredir durdukları sorulardır. Özünde cevaplanması çok zor olan bu sorular, insanoğlunun bilgi ve bilim macerasının da seyrini belirlemiştir. Sorulara verilen cevaplara göre ekoller oluşmuş ve bazen de ekollere göre sorulara cevaplar verilmiştir.

Batı dünyasında daha çok genel felsefe ve özelde ise bilim felsefesinin uğraştığı bu sorular, doğuda ve özellikle de İslam dünyasında kelam ve İslam felsefesinin ilgi alanına girmiştir. Batı dünyasının bilgi serüveni sadece insan aklı ve olanaklarına dayandığı için günümüze kadar ve halen de aynı şekilde gelişmektedir. Bu durum batıda ilerlemeci bir bilgi anlayışının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu açıdan bakılınca batıda bilgi geleceğe yönelik olarak daha büyük oranda doğruya yaklaşmaktadır. Ancak, eski yunandan başlatılan batı bilimi serüveni, bu gün ulaştığı noktaya göre öncesinden çok daha fazla ve hatta insanı dehşete düşürecek oranlarda niceliksel artış göstermiştir. Bu bilgi birikimi, bilginin doğal yapısından kaynaklanan bir özelliğidir. Bu gün batı bilimi, binlerce dallara ayrılmış, her bir dal kendi içinde yüzlerce şubelere ayrılmış ve bilimlerde ihtisaslaşma dönemi başlamıştır. Bu ihtisaslaşma öyle oranlara varmıştır ki, bazen aynı bilim dalındaki bilim adamlarının bile bir birini anlama olanağı kalmamıştır. Hâlbuki batı bilimi eski Yunanlılar döneminde henüz ihtisas dallarına ayrışmamış bir durumda ve bir bütünlük çerçevesinde işlemekteydi. Deneysel ve doğa bilimleri genel doğa felsefesinin konuları içinde, sosyoloji, psikoloji ve tarih gibi sosyal bilimler de insan felsefesinin içinde değerlendirilmekteydiler. Ortaçağ ve yeniçağdaki gelişen bilgi birikimi batı biliminde zengin bir malumat ortaya çıkarmıştır. İşte batı biliminin ihtisaslaşarak, başlangıçtaki bütünlüğünü bozmasının temel sebebi bilimsel bilginin zamanla birikerek zengin bir malumat haline dönüşmesidir. Bunun sonucu olarak da her bilim kendi malumat alanında kendi yöntemleri ile çalışmaya başlamıştır. Çeşitli uzmanlık dallarına ayrılmış batı bilimleri, bu gün artık birleşme ve bütün halinde hareket etme imkânını kaçırmıştır. İşte bu durum bilimlerin başlangıç ve kaynakları açısından bütünlük oluşturup oluşturamayacağı sorununu ortaya çıkarmıştır. Gelinen bu son nokta da batı bilimi, genel olarak, insan ve doğa bilimleri olmak üzere iki bölüme ayrılmış ve bu iki biliminde hem metotları, hem konuları ve hem de alanları birbirinden tamamen farklılaşmıştır. Her bilim artık kendi metodunun bağımsız olduğunu ortay koymuştur ve kendi içindeki gelişmesini sürdürmektedir. Kısaca söyleyecek olursak, başlangıçtaki kaynakları bakımından bir bütün olarak ortaya çıkan batı bilimi, zengin malumatın oluşması sonucu bir birinden ayrışarak bu bütünlüğünü kaybetmiş, yöntem, konu ve alan bakımından kendi içinde ihtisaslaşarak tamamen bağımsızlığını ilan etmiştir. Gelinen bu noktada ihtisaslaşan bilimlere baktığımızda, tekrar bir geriye dönüşle bütünleşme imkânının kalmadığını söylemek pek yanlış olmaz. Zaten bilimin, hep doğruya ve güzele doğru ilerlediğini söyleyen batı bilim adamlarının böyle bir kaygısının da olmadığı görünmektedir.

Bakışımızı doğuya ve özellikle İslam dünyasına çevirdiğimizde, temel farklılıklarına rağmen benzer gelişmelerin olduğunu görebiliriz. Bu noktada en önemli fark, Müslüman bilim adamlarının ortak ve değişmez bilgi kaynağı olan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bizzat kendisidir. Başlangıç noktasında, İslam bilimleri de doğuş ve kaynakları bakımından aynı bütünlüğü doğal olarak yaşamıştır. Bu bütünlüğün en temel kaynağı da hiç kuşkusuz Kur’an-ı Kerim idi. Bütün İslam bilimleri Kur’an’ın verdiği sonsuz ve ilahi ilhamın birer parçası olarak zuhur etmiş ve zaman içinde gelişerek kendi bağımsızlığına kavuşmuştur. İslami ilimler eski yunan kadar çok eskilere gitmemektedir. Oluşum süreci vahyin nüzulü ile başlamıştır. Nüzul dönemi bu nedenle bütün İslam bilimlerinin oluştuğu ve Hz. Peygamberin (a.s.) uygulamaları ile de genel olarak şekillendiği özellikli bir dönemdir. Bu dönemde bütün İslam bilimleri bir bütünün parçası olarak meczolmuş bir şekilde ve belli bir karmaşıklık hali içinde birlikte bulunmaktaydılar. Bu karmaşık yapı içinde bir veya birden çok ilme rastlamak mümkündü. Bu bütüncül durumun adını daha özel bir biçimde söyleyecek olursak, sünnet tabiri ile ifade edebiliriz. Bu şekilde, İslam bilimleri sünnet içerisinde uyumlu ve çelişkisiz bir bütünlük halinde birlikte işlemiş ve tarihin şahidi olduğu o büyük medeniyeti ortaya çıkarmıştır. Tekrar vurgulayacak olursak, başlangıç aşamasında İslam bilimlerinin bütüncül yapısı, öncelikle ve özellikle Kur’an’ın kendisindeki bütüncüllük ve çelişkisizlik özelliği, ikinci olarak da vahyi aynıyla anlayıp uygulayan peygamberin (a.s.) sünnetinin bütüncül ve kompleks yapısıdır. Bu nedenledir ki daha sonraki Müslüman bilim adamları, sünnetin içinden birden fazla ilim ve hüküm çıkarabilmişlerdir. Sahabeden hemen sonra gelen tabiin döneminde yazılı bir hale dönüşen ve sünnetin tam bir aktarımını içeren hadisler de aynı şekilde bu kompleks halini korumuş ve birden fazla ilmi ve sünneti-hükmü ihtiva edebilmiştir. Bilimlerdeki bu bütünlük hali sahabe döneminde, bütüncül bir dünya görüşünün oluşmasının zeminini de hazırlamıştır. Sahabe-i kiram yaptıkları içtihat ve toplumsal düzenlemelerde zihinlerinde bütüncül halde bulunan bu dünya görüşünün etkisi ile hareket etmişlerdir. İslam bilimleri, sahabe (r.a.) döneminde de peygamber (a.s) döneminde olduğu gibi bütüncül bir halde varlığını sürdürmüş, sadece yeni uygulamalarla kapsamını genişletmiş ve geniş bir bilgi birikimi olarak tabiin dönemine aktarılmıştır. Tabiin döneminde miras alınan bu bilgi birikimi, coğrafyanın genişlemesiyle karşılaşılan diğer kültürler karşısında koruma altına alınmak için çok hızlı bir şekilde yazıya aktarılmış, yapılan yeni içtihatlar ile de birikerek çok geniş bir malumat haline gelmiştir. Tabiin döneminde oluşan zengin malumat, diğer kültürlerin saldırılarına karşı cevap vermek için ustaca kullanılmış ve aynı zamanda kendi içinde de kısmen ayrışarak ehl-i rey ve ehl-i hadis gibi genel düzeyde ekolleri ortaya çıkarmıştır. Tabiin döneminin zengin malumatı 2. Ve 3. Asırlara tedvin ve tasnif hareketleri ile yansımış ve bu dönemlere damgasını vurmuştur. Tedvin hareketinin olgunlaşması ile 3. Asırda İslam ilimleri bütün haldeki sünnetin/hadisin içinden ayrılmış ve kendi metotlarını oluşturarak bağımsızlaşmışlardır. İşte bu nedenle, üçüncü asır İslam ilimlerinin ayrışma ve ihtisaslaşma dönemi olarak tarihte yerini almıştır. Gelinen bu aşama, gelişen ve zenginleşen bilgi malumatının doğal bir sonucudur. Sonuç olarak, bu dönemde İslam ilimleri, kelam, tefsir, hadis, fıkıh gibi temel ihtisas alanlarına ayrılmış ve tefsir alanında rivayet-dirayet, diğer alanlarda da Eşari, Maturidi, Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli gibi mezhep ve ekollere bölünerek ayrışma ve yöntemleşme aşamasını tamamlamıştır.

Doğu/İslam ve batı bilimlerini, başlangıç ve kaynakları açısından değerlendirecek olursak, her iki bilim dünyasının benzer bir şekilde, belli bir bütünün parçası olarak ortaya çıktığını, daha sonra gelişerek zengin bir malumat haline geldiğini, bu malumatın ilerleyen yıllarda daha da gelişerek bünyesindeki farklı bilimlere zemin hazırladığını ve bu bilimlerinde zaman içerisinde başlangıçtaki bütünlükten ayrışarak, bağımsız hale geldiğini ve sonuçta bilide ihtisaslaşma döneminin başladığını rahatlıkla görebilmekteyiz. Ancak, her iki bilim alanına baktığımızda çok temel farklılıkların da olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Öncelikle, batı bilimleri bugün artık aynı bütünlüğü yakalama şansına fazlaca sahip olmadığı gibi, ilerlemeci bilim anlayışının empoze ettiği bir kanı olarak, her şeyin daha doğruya gittiği bir dünyada artık geriye dönmenin anlamı ve faydası yoktur anlayışı ile sadece geleceğin planlarını yapmaktadır. Bu nedenle, batı bilimleri geri dönülmez bir ayrışmanın çıkmazı ve bilinmezi içinde seyrine devam etmektedir. Batının aksine olarak, İslam bilimleri her ne kadar kendi içinde bütünden ayrılarak ihtisaslaşmış olsalar bile, halen içinden çıktıkları bütünün bir parçası olmaya devam etmektedirler. Müslüman bilim adamları ilerlemeci bir anlayışa sahip olmamakla birlikte, işin özü ve esası olarak, bilimlerin geçmişine ve başlangıçtaki çıkış noktasına yani nüzul dönemine yaklaştıkça daha doğru bir anlamanın ortaya çıkacağı konusunda ittifak etmişlerdir. Doğruya yönelik seyir çizgisi, batı dünyasında ileriye yönelik iken İslam dünyasında geriye yani başlangıca yönelik bir hareket tarzı ortaya çıkarmıştır.

İslam bilim dünyasındaki bu bütüncül anlayış, İslam bilimlerinin Hiyerarşik yapısının önemli bir özelliği olarak da karşımıza çıkmaktadır. İslam bilimleri kelamdan felsefe ve hadise kadar, her alanda kendi bünyesinde bu hiyerarşik yapıyı bu güne kadar korumuştur. Öyle ki, bu yapı doğa bilimleri gibi deneysel bilimler söz konusu olunca bile kendi varlığını korumuştur. Dolayısı ile İslam bilimleri kendi malumatlarını geleceğe aktarma konusunda dahi sahip olduğu bütünlük anlayışını kaybetmemiş ve gelecek nesle aynısıyla aktarmayı başarmıştır. Daha sonra oluşan astronomi ve fizik gibi deneysel doğa bilimlerinin İslam’ın temel dünya görüşüne dayanması bunun en güzel ispatıdır. Hiyerarşi ilkesinin gereği olarak, Müslüman bilim adamları, doğa bilimlerinin çatısı olarak öncelikle İslam metafizik anlayışını kurmuşlar ve bunun altında doğa bilimlerini sıralamışlardır. Dolayısı ile Müslüman bilim adamlarının doğa ve evren anlayışları da bütüncül İslam bilim anlayışlarının doğal bir sonucu olmuş ve bu durum doğa bilimlerinde oluşacak olan evren ve doğanın anlaşılmasındaki temel amaç ve hedefini de oluşturmuştur. Dolayısı ile Müslüman bilim adamları, bilimlerin her dalında yüce yaratıcının eserlerini ve ayetlerini anlama kaygısını gütmüşlerdir. Bu açıdan bakılınca da İslam bilimlerinin temel amaç ve gayeleri bakımından da bütüncül bir anlayış ve hedefe sahip oldukları kolayca görülmektedir. 

Dördüncü ve son olarak İslam bilim anlayışındaki bütünlük sorununa bakılacak olursa, İslami bilimlerin, ilerleyen zamanlarda her ne kadar bir birinden ayrışmış ve ihtisaslaşmış olsalar da, bunun batı bilimlerinde olduğu gibi metot ve hedef bakımından tam bir ayrılığın ifadesi olmadığı, aksine tek ve bütüncül bir metodun sadece bir açılımı ve uzanımı olduğu rahatlıkla görebilecektir. İslam bilimlerinde ortaya çıkan metot ve hedef birliğinin de en temel sebebi, yazımızın başında da belitmiş olduğumuz gibi, her alanda Müslümanlara en temel kaynak olma otoritesine sahip olan Kur’an’ı Kerim’in bizzat kendisidir.

Yukarıda yaptığımız açıklamalar sonucunda, Müslüman bilim adamlarının günümüze kadar ortaya koymuş oldukları İslam bilim ve bilgi anlayışının, birinci olarak başlangıç ve kaynakları, ikinci olarak korunması geleceğe aktarılması, üçüncü olarak amaç ve gayeleri ve son olarak da temel metotları açısından tam bir bütünlük oluşturduğu ve bu bütünlüğün İslam bilimlerinin her alanında sistemli bir hiyerarşi anlayışı ortaya çıkardığı kolayca anlaşılacaktır. Günümüzde Müslüman bilim adamlarına düşen en büyük görev, bu zengin mirasın çağın ihtiyaçlarının karşılayacak şekilde güncellenmesi olacaktır.

      KAYNAKLAR;

      . Nasr,S.Hüseyin, İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş, Çeviri, İnsan Yayınları, İstanbul 1985

      . Nasr,S.Hüseyin, İslam ve İlim, Çeviri, İnsan Yayınları, İstanbul 1989

      . El-Faruki, İsmail Raci, İslam Kültür Atlası, çeviri, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1991

      . Capra, Fritjof, Fiziğin Tao’su, çev. Kaan H.Ökten, Arıtan Yayınevi, İstanbul 1991

      . Altıntaş, Hayrani, İbn Sina Metafiziği, T.C.Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1997

      . Serinsu, Ahmet Nedim,Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbabu’n Nüzulün Rolü, Şule Yayınları, 

        İstanbul 1994

 

        


0 Yorum - Yorum Yaz



    

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

ADI VE SOYADI: Turhan YOLDAŞ

PROĞRAM:   DOKTORA

ÖĞRENCİ NO: 14922720

DÖNEM:   2014/2015 BAHAR DÖNEMİ

                                                                                         

  BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ                     

             Bilgi bütünlüğü: bir konuyu anlamlandırırken, lazım olan  bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

 Müslüman kişi, önce iman sonra amel için yeteri derecede bilgi donanıma sahip olmayı gerektirdiği malumdur. Bilimsel  çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken veya ilim elde etmeye çalışırken çalışmasında, bütüncül bilgi, kişiyi hataya düşmekten korur.

 İslam’a bağlı gerek Kur'an, sünnet ve icma gibi asli ilimler olsun gerek gramer, edebiyat gibi feri veya tamamlayıcı diğer ilimler olsun, bütün ilimlerin güzergâhında ilmin tanımı yapılırken bütüncül bilgi kişiyi hata yapmamaya ve hata yapmaktan korur. İlim, insanın vahiy, akıl ve duyu organları aracılığıyla elde ettiği kesin bilgilere denir. İlim, ahret yolunu dost doğru gösteren bilgiler bütünüdür. İlimler, genel bir tasnife göre ikiye ayrılır: a- Nakli ilimler; Kur'an ve Sünete dayanan ilimlerdir.  b- Akli ilimler, Müspet ilimlerdir.  

Burada önemle üzerine durmamız gereken Kur'an ve sünnete dayanan ilimlerdir. Kur'an, bilgi kaynağı olarak, vahiy başta olmak üzere, doğru haberi, duyarlı ve akıl yürütmeyi göstermektedir. Hayatın gayesi, Allah'ı bilmek, O'na inanmak ve O'na ibadet etmektir. O'nu bilmek ve O'nu tanımak bilgilerin en üstünü ve en yücesidir. İnsan ancak bilgi vasıtasıyla Allah'a giden yolu bilir ve çevresini tanır. 

 Kur'an 14 asır evvel 23 sene zarfında Hz. Peygamber (a.s)a ilahi kelem olarak vahiy edilmiştir. Vahiy Hz. Peygambere yönetilen sorulara veya sadır olan olaylara binaen dönemin meselelerine çözüm ve cevap vermek üzere Allah Teâlâ tarafından elçisi Hz. Cebrail vasıtasıyla Sevgili kulu Hz. Muhammed'e (a.s) nazil olmuştur, bu da esbab-ı Nüzul ilmine neden olmuştur. Kur'an indiği dönemdeki insanlara ve sonra dünyaya gelen insanlara ta kıyamete kadar bütün nesillere ışık ve rehber olacak. Hz. Peygamber (a.s) döneminde Kur'an nazil olurken Hz. Peygamber (a.s) Kur'an'ın daha iyi anlaşılabilmesi için tefsir ve te'vilde bulunmuştur. Doha sonradaki dönemlerde birtakım farklılaşma ve gelişmeler oldu, bunun üzerine Fıkhi, Kelami ve itikadi mezheblerler ortaya çıktı. Bununun neticesinde Tefsir, Fıkıh, Hadis ve Kelam gibi ilimler doğdu. Bunlarla beraber esbab-ı Nüzul, nasih-mensuh, siyak-sibak gibi disiplinlerde ortaya çıktı. Bu ilim disiplinler başta içiçediler, daha sonra yani hicri ikinci asırdan itibaren bu disiplinler birbirinden bağımsız olarak birer disiplin haline geldiler. 

 Burada anlaşıldığı gibi  İslam bilgi bütünlüğünün ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Arap dilinin anlaşılması, İslami ilimlerin Anlaşılması ve nakli ilimler sonraki dönemlere ehemmiyet arz eder.

 Netice itibarıyla Hz. Peygamber (a.s) dönemi olsun veya sonraki dömenler olsun Kur'an-ı  ve sünneti anlamak, onlara göre yaşamak ve sonraki nesiilere aktarmak çok önemlidir. Bir Müslüman da bütüncül bir bilgiye sahip olmalıdır. Özelikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler sözkonusu olduğunda bu manadaki bütüncül bilgi bakışı ve bilin daha da önem arz etmektedir. Zira dini ilimlerde bütünlük hakikatten doğar. 

   Saygılarımla… 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                                                    


0 Yorum - Yorum Yaz


Ensar YILMAZ-Doktora

Öğrenci No:14922712

2014-2015 Bahar Yarıyılı

Tefsir Bölümü- Esbab-ı Nüzul II

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

 

Düşünce ve bilim tarihi incelendiğinde, insanın tarih boyunca kendisi, kainat ve hayat hakkındaki sorularına cevaplar aradığı gözlenmektedir. Elbette bu insani olgu bugün için de geçerlidir.(1) İnsan bu merakını gidermek için doğru bilgiye ihtiyaç duymaktadır. Doğru bilgi ise inanan kişiler için vahiy kaynaklı bilgidir. Genel manada bilgi; bir iş, konu olay ve herhangi bir şey konusunda bilinen malumat, vukuf, ilim, marifet (2) şeklinde tanımlanır. Doğru bilgiyi doğru şekilde analiz edebilmek ise o bilginin uzantısı bilgilere de hakim olmayı gerektirir. Bu; bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulü şeklinde ifade edilebilir. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

İlk insanla başlayan İslam dini, insanın bütünlük içinde ahlaklı ve dengeli bir varlık olmasını gaye edinir. Bu sebeple onun aklına ve kalbine hitap eder. Aklına hitabı doğru bilgiye dayalı bilinç sahibi olması, kalbine hitabı ahlakını tamamlamaya yöneliktir. Allah’ın istediği doğrultuda bir insan olmanın yolu bu iki merkezi(kalp-akıl) beslemekten geçer. Oku emriyle başlayan İslam bilgiye ve bilmeye çok ehemmiyet vermiş, insanın doğru bilgi ile istikamet bulacağını defaetle telkin etmiştir. İslam dini öğretilerine göre doğru bilginin kaynağı vahiy ve vahiy kaynaklı bilgi ve kültür birikimleridir. Vahiy Kur’an ve İmam-ı Şafiye göre Hz.Peygambere verilen hikmet, yani sünnettir. Tarihi seyir göz önüne alındığında tüm İslami ilimlerin bu iki kaynaktan neşet ettiği görülür. Her bir disiplin bu kaynaklardan devşirdiği malumatı kullanır. Hicri ikinci asrın ortalarına gelinceye kadar herhangi bir ayırım olmadan bu süreç devam etmiş, fakat bu dönemden sonra İslami disiplinler ayrışmaya başlamıştır. Bu oluşum süreci gözlemlendiğinde, İslam alimlerinin, bilgiyi, bütünlük haline uygun olarak, bütüncül bir yaklaşımla kullandıkları, meselelere, efradını cami şekilde yaklaştıkları görülebilir. Yani Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh, Siyer v.s disiplinler birbirinden kopamaz. Kaynağı ve hedefleri itibariyle kopamaz. Kişi İslami disiplinlerin hangisinde yol alırsa alsın, diğer disiplinleri kendisine yardımcı olmaları noktasında daima göz önünde bulundurmalıdır. İsmail CERRAHOĞLU hocamız bunu şu şekilde ifade eder. “Bu noktada tefsir ilmi düşünüldüğünde, bu gün insanlığın kullandığı bütün ilimler bu ilim için yardımcı mahiyettedir. Daha doğrusu usulü tefsir ilmi bütün ilimlerin yardımına muhtaçtır.”(3) A. Nedim SERİNSU hocamızın Kur’an ve Bağlam adlı eserinde ele aldığı gibi, bu ilimle iştigal eden bir kimse başta Kur’an-ı Kerimi iyi anlayacak kadar Arap dilini, doğru algılayacak şekilde vahiy ortamını, vahyin muhataplarını, vahyin tarihsel bağlamını, çevresel kültürleri, vahyin mübelliği ve mübeyyini olan Hz.Peygamberin siretini, ve diğer tüm unsur ve disiplinler hakkında donanıma sahip olmalıdır.  Halis ALBAYRAK hocamız ise “Kur’an-ı yorumlayanlar, Kur’an metni üzerindeki filolojik tetkiklerle, yorum için gerekli olan Kur’an metni dışındaki araştırmalar çerçevesinde Kur’an-ı yorumlamak durumundadırlar.” diyerek bu duruma ışık tutmaktadır.

Sonuç olarak şunu söylemeliyiz. İslami disiplinler birbirlerine kıyasla bir resmin bölümlerine benzer. Resimden bir kesiti çıkardığınız zaman ondan anlayacağınız şey o oranda hatta belki daha fazla oranda eksilecektir. İslami disiplinlerde de durum böyledir. Her biri diğerini tamamlamakta, ona  malzeme taşımaktadır. Birini çıkardığınız zaman bütünün anlattığı şeyden mahrum olabilirsiniz. Dolayısıyla bu alanda düşünce üretme çabasında olan herkesin tüm disiplinleri baz alarak çalışmasını yapması gerekir. Hatta öyle ki, günümüzde temel disiplinlerin yanı sıra yardımcı disiplinlerin de bu konuda işin içine katılması gereklilik olmuştur. Tarih bilimi, Antropoloji, Arkeoloji, Filoloji vs. bunlardan birkaçı olarak sayılabilir. Tabi bu noktada doğru bilgiye ulaşmak önem arz etmektedir. Bu da ayrı bir husus olarak göz önünde bulundurulmalıdır.

 

  1. Serinsu, Ahmet Nedim, Kur’an ve Bağlam, s.11

  2. Şemsettin Sami, Kamus, Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük

  3. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, s.8

  4. Albayrak, Halis, Tefsir Usulü, s.147


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    22.05.2015

2014-2015 Doktora Bahar Yarıyılı

Zeliha ÇİFTÇİ

Öğrenci No: 13922757

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

İslam dini kendisini bilgiyle özdeşleştirir. Bilginin elde edilmesini ibadetle eş görür ve över. İlim sahiplerini Allah’ın dostları ilan eder. Hz. Muhammed a.s. vahiy almaya başladıktan sonra, İslam dini iki kaynağa vahiy ve akla dayanarak oluşmaya başlamıştır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde bilgiye ve akletmeye vurgu yapılmıştır. Bilgi sahibi ve aklını kullanan kişiler üstün tutulmuştur.

Kur’an “çok okunan metin” anlamıyla öncelikle Müslümanlardan, sonrasında da bütün insanlardan kendisini düşünerek, anlayarak ve hissederek okumalarını istemekte ve beklemektedir. Bu haliyle kıraat “ anlamını düşünerek, anlayarak ve hissederek okumak” demektir. Alak suresindeki ilk emir de böyle bir okumayı ifade eder; yani kainatı okumak, keşfetmek, düşünmek ve anlamaya çalışmak.

هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Zümer suresindeki bu ayet-i kerimede bilgiye, okumaya özel bir vurgu yapılmıştır ve Hz. Peygamber’den  وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا “Rabbim benim ilmimi artır” diye dua edilmesi istenmiştir. Bu bilgi düzeyine ulaşabilmek için önce Allah’ın bizlere rehber olarak indirdiği Kur’an’ı en iyi şekilde anlamak gereklidir. Kur’an’ı anlamada ihtisas gerektiren ilimler ulûmu şer’iyye olarak adlandırılmıştır. Bunlar  dil, Kur’an, hadis ve şeriat ilimlerinin bölümlerini kapsar.

Kur’an’ın açıklanması için geliştirilen disiplini tefsir olarak adlandırmaktayız. Tefsir ilmi ayetlerin indirildikleri zaman kastettikleri anlamları ortaya koyan bir ilimdir. Tefsir ayetlere açıklama getirirken birçok farklı ilimden yararlanmaktadır. Bunlar arasında hadis, tarih, dil bilimleri, fıkıh usulü, sosyal ve fen bilimleri sayılabilir.

Tefsir yöntemi gereği dil bilimi kullanır. Bir ayetin zahirî anlamına, ayette kullanılan kelimelerin anlamlarını bilmek ve ayetin cümle yapısını doğru bir şekilde çözümlemekle ulaşırız. Bunun için Kur’an’ın kullandığı Arapçanın bilinmesi gerekir. Ayrıca Kur’an’ın doğru anlaşılması için onun indiği ortamın tarihî koşullarının bilinmesi gerekir. Tefsir ilmi de işte ayetlerin anlamlarını bu dil ve tarih malzemelerinin elverdiği ölçüde doğru bir şekilde ortaya çıkarır.

Hadisten, Peygamberimizin ayetlere getirdiği açıklamaları ve ayetlerin indiği koşulları öğrenmek için yararlanır. Hadis rivayetleri ayetlerin sebeb-i nüzul bilgilerini, ayetlerin iniş sırasıyla ilgili olarak nâsih ve mensuh bilgilerini ve doğrudan ayetlere açıklama getiren rivayetleri ve kıraat bilgilerini bize sağlamaktadır.

Tefsir de dâhil, bütün ilimlerin izleyecekleri yöntem, yani Kur’an ibarelerinin anlamlarını ve değerlerini belirleme, ortaya koyma ve bunları hayata yansıtmanın yöntemi fıkıh usulü tarafından geliştirilmiştir.

Sonuç olarak bu bilgilerden İslam bilimlerinin birlikte bir bütünlük ortaya koyduklarını görmekteyiz. Kur’an İslam bilimlerinin en başta gelen kaynağıdır. Onun doğru anlamlarına ulaşmak için Kur’an’ı konu edinen tefsir ilmi geliştirilmiştir. Tefsir de bu anlamları Peygamber ve onun ashabından öğrenmek amacıyla hadise ve onların konuştuğu Arapça ‘ya başvurmak zorundadır. Tefsir böylece, İslamiyet’in en başta gelen kaynağını açıklamış olmaktadır. Dolayısıyla tefsir, Kur’an’ı kaynak edinen kelam ve fıkıh gibi İslamî bilim dallarına da bir temel hazırlamıştır. Görüldüğü gibi bilgi, ilim, bilim diye adlandırdığımız olguları oluşturan disiplinler bir bütündür ve ancak bir bütün olarak incelendiğinde doğru sonuca ulaşılabilir ve anlamlı olur.

KAYNAKLAR:

İsmal Râci el-Farukî; Luis Lamia el-Farukî, İslam Kültür Atlası, İstanbul:İnkılap Yay.1999.

Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân ve Bağlam, Şule Yay., 2012.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


 

Bilginin bütünlüğünü İslamî ilimler açısından ifade edecek olursak; bir meseleyi yalnızca belirli bir ilmin sınırlarına dahil ederek had altına almanın mümkün olmadığı açıktır. Örneğin bir tefsir çalışması yapılırken konunun tarihi yönü tarih kaynaklarından, hadis usûlü yönü hadis kaynaklarından incelenir ve bir bütün halinde ele alınır. Veyahut belirli bir konu hem tarih ilmi açısından, hem tefsir ilmi açısından, hem de diğer birçok ilim açısından müstakil çalışmalarda ele alınabilir. Bütün bunlar bilginin keskin hatlarla birbirinden ayrılamayacağına bir kanıt teşkil eder.

Farklı bir örnek daha verecek olursak; elimizdeki bir tefsir rivayeti; senedinin ittisâli, senedindeki ravilerin adaleti ve zabtı yönünden değerlendirilecek olursa hadis ilmi açısından bir incelemeye tabi tutulmuş olur. Diğer taraftan bu rivayetin hangi ayet hakkında olduğu, ayeti açıklamak için Allah Rasûlü tarafından mı serd edildiği yoksa râvî sahabinin kendi açıklama çabasının bir sonucu olarak bu rivayet ile ilgili ayeti bir arada mı değerlendirdiği araştırması ise tefsir ilminin çabası kapsamına girer. Aynı şekilde etüd ettiğimiz tefsir rivayetinin hangi döneme/ hangi yıla ait olduğu; senetteki ravilerin ne zaman yaşadığı; o şartlardaki kültürel ortamın ne olduğu gibi soruları araştıracak olduğumuzda ise tarih ilminden yardım almamız gerekecektir.

Seyyid Hüseyin Nasr'a göre islamî ilimlerin bir bütün olmasının sebeplerinden birisi tek kaynaktan çıkmış olmalarıdır.1 Yani bütün İslâmî ilimlerin Allah'ın vahyi ve Hz. Peygamber'in sünnetinden kaynaklanması onları birbirinden koparmayı engellemektedir.

Yukarıda ifade edilenlerden çıkarılacak sonuçlardan bir tanesi: İslamî ilimler sahasında bir çalışma yapılırken ele alınan konuya icap eden bütün vechelerden bakmak gerekmektedir. Örneğin bir konu çalışılırken tarih ilminin verilerinden yararlanmak gerekiyorsa ve bu göz ardı edilmişse, bilginin bütünlüğüne riayet edilmediğinden dolayı çalışma eksik ve problemli bir vaziyet almaktadır.2

Diğer bir sonuç ise: Bugün diğer bilim insanlarının olduğu gibi İslâmî ilimler sahasında çalışıp herhangi bir problemi çözmeye çalışan kişilerin de kollektif çalışmalar yapmalarının gerekli olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Çünkü bugün ilimler derinleşmiş ve teferruatlı hale gelmiştir. Bu durum bir kişinin bir çok sahada uzmanlaşmasını engellemektedir. Nitekim Serinsu bunu Kur'an ve Bağlam adlı çalışmasının muhtelif yerlerinde ifade etmekte ve kollektif çalışmaları teklif etmektedir.3

1 Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve İlim, Çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İstanbul 1989, s. 5.


2 Örneği somutlaştırmak için bkz. Ahmet Nedim Serinsu, Kur'an ve Bağlam, Şule Yayınları, İstanbul 2008, s. 162-164.

3 Serinsu, a.g.e., s. 131, 142, 158,


0 Yorum - Yorum Yaz



Abdulkadir Demir

Doktora   14922701

Bilginin Bütünlüğü üzerine bir hülasa:

Her bilgi önemli ve değerlidir. Ancak bazı bilgiler daha elzemdir. Özellikle günümüz şartlarında bilgiye ulaşmak çok kolaylaşmıştır. Ancak bu bilgiyi ayıklamak, doğrusunu yanlışını tespit etmek, yerinde ve en uygun biçimde kullanmak çok zordur. En zoru da bilgiyi yaşama aktarmak, yani yaşamaktır.

Hiçbir bilgi tek başına ortaya çıkmamıştır. Mutlaka onu etkileyen ya da tetikleyen unsurlar olmuştur. Bilgi gelişimi sırasında da başka şeylerden etkilenmiş ve kendini oluşturmuştur. Öyleyse bilgiyi tek yönden değil her yönden ele almak ve değerlendirmek gerekmektedir.

Bilgi insan zihninin, aklının ortaya koyduğu bir sonuçtur aynı zamanda. İnsan ise etrafındaki her şeyle olumlu ya da olumsuz etkileşim içinde olan bir varlıktır. Öyleyse insanı bilgiye değerlendirirken çok farklı bakış açılarıyla yaklaşmalı ve anlaşılanın sadece bu olduğu fikriyle hareket etmekten uzak durulmalıdır.

İnsani bilgide olduğu gibi ilahi bilgide de durum bundan çok farklı değildir. Bir ayetin anlaşılmasında eğer bizi bağlayan başka ilahi bir bilgi yoksa o konuda çok farklı yorumlar ve değerlendirmeler olabilmelidir. Nitekim tefsir kitaplarımız bunun örnekleriyle doludur.  Nitekim günümüzde ihtiyaçlara cevap verecek gerçek bir tefsir için bir kişinin değil muhtelif bilim adamlarından oluşan bir heyetin çalışması fikri de bunu doğrulamaktadır.

Ortak akıl diye bahsedilen çalışma tam da bir bilginin bütünlüğü çalışmasıdır.

Ancak burada şunu da belirtmekte yarar görüyorum. İlahi vahiy bütünlük anlamında bilgiyi tam ifade eder. Çünkü bütün bilgilerin kaynağı Allah’tır. Her türlü bilgi onun Alim, Hakim isimlerinin birer tecellisidir.

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Abdulalim DEMİR

Tefsir doktora öğrencisi

Öğrenci No:149 227 50


             Bilimi, bilim insanları tarafından inşa edilen bir duvara benzetirsek, bilgi parçaları bu duvarı oluşturan tuğlalara benzer. Bilim insanının, tabiatta saklı tuğlaları ortaya çıkarıp, onlardan yeni bir duvar inşa ederken, tuğlalar üzerinde diğer insanlardan detaylı düşünmesi beklenir. Bu sebeple bilginin tarifi, ilmî çalışmadan önce gelmektedir. Eğer ilmî çalışmaya başlarken, kendi tarifinizi yapmıyorsanız, genel-geçer bilgi ve bilim tariflerini zımnen kabul etmiş ve kullanıyorsunuz demektir. Bu durumda, yapılan ilmî çalışma, konusu ne olursa olsun, bu bilgi ve bilim anlayışına hizmet eder. Günümüzde kabul gören bilgi ve bilim anlayışı Aydınlanma felsefesi tarafından şekillendirilmiştir.

            Geçmiş yüzyıllarda gerek İslâm âleminde, gerekse diğer coğrafyalarda varlık bir bütün olarak ele alınmış; ilim adamları ve mütefekkirler, matematikten fiziğe, tıptan astronomiye varlığın her alanıyla ilgilenip, insan ve kâinat arasındaki münasebetin bütünlüğüne vurgu yapmışlardır.


              İlk bakışta birbiriyle alâkasız konularda gibi görünen bu eserlerin, aslında varlığın bütüncül bir şekilde algılanmasından dolayı birbiriyle iç içe ve entegre olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum Aydınlanma dönemine kadar devam etmiştir.

              Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu bilim anlayışında, varlığı anlama adına daha detaylı konular çalışılıp derine inilirken, varlığın birbiriyle, en önemlisi de insanla olan bağlantısı ihmal edilmektedir. Neticede varlık âlemi bir bütün olarak görülememekte, elde edilen "parçalanmış bilgi", teknolojiyi ilerletme dışında insanoğlunun pek de işine yaramamaktadır.

             Aslında bilimlerin dallandırılması menfî bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mânâ münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah (cc)’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını mikro ve makro âlemlerde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.


            Son yıllarda bu durum, başta Batı olmak üzere, dünyada yaygın şekilde tenkit edilmeye başlanmış ve bunun neticesinde, farklı bilim dalları arasında etkileşimi ifade eden "disiplinler-arası çalışma" kavramı ortaya çıkmıştır. Yani iktisat tarihle, tarih sosyolojiyle daha yakınlaşır olmuştur. Aynı şekilde fizik, kimya ve biyoloji de birbirlerine giderek daha fazla yaklaşmıştır. Meselâ fizik, kimya, biyoloji gibi farklı sahalarda, çalışmalar nano-teknoloji boyutunda yürütüldüğünde, bu bilimler arasındaki sınırlar kalkmaktadır. Dolayısıyla, eğer varlık âlemine, Allah (cc) hesabına bakmayı başarabilirsek, ilimler arasındaki bu yakınlaşma bizi bütüncül bilgiye götürecektir.


             Günümüzde ilmî çalışmalar, varlığın daha küçük parçasına ait bilgi edinmek mânâsına gelen "parçalanmış bilgi" yerine, daha "bütüncül bilgi"ye (holistic knowledge) doğru değişim göstermektedir. Bu ise, fiziki âlemin daha bütüncül bir şekilde incelenmesi ve anlaşılması neticesini doğurmaktadır. Bir başka ifadeyle, bugüne kadar yan yana incelenmesi "bilimsel" kabul edilmeyen üç temel varlığın, yani insan, dünya ve uzayın bir arada ve bir bütün olarak incelenmeye başlanması mânâsına gelmektedir. Tıpkı İbn Sina ve çağdaşlarının zamanında olduğu gibi. Oysa bu hakikat, Peygamber Efendimiz (sav) tarafından "ilmin kapısı" yani referans/başlangıç noktası olarak vasıflandırılan Hz. Ali'nin (ra): "İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı." sözüyle asırlar önce ifade edilmişti.


              Modern bilim, varlığı araştırmaya yanlış bir "nokta"dan başlamıştır. Günümüzün "Yeni İnsan"ına düşen en önemli vazifelerden biri, bütüncül bilgiyi oluşturmak ve "nokta"yı tekrar elde etmektir. Bu açıdan üniversite ve araştırma merkezlerinin en temel misyonu, Aydınlanma felsefesinin ürünü olan eski bakış açısını devam ettirmek ve yaşatmak değil; varlığın üç temel kategorisi olan insan, dünya ve kâinatı, Allah (cc) adına yorumlamak olmalıdır.


0 Yorum - Yorum Yaz


Celaleddin GÜL

DOKTORA 

ÖĞRENCİ NO: 14922708

2014/2015 BAHAR DÖNEMİ

BİLGİNİ BÜTÜNLÜĞÜ

Bilgi bir bütündür. Bilgi, havass-ı selime, haber-i sadık ve akıl yoluyla elde edilir. Bunu İslamî ilimler açısından yorumlayacak olursak; bir meseleyi yalnızca belirli bir ilmin sınırlarına dahil ederek had altına almanın mümkün olmadığı açıktır. İlk olarak bilgi; insan aklının erebileceği olgudur.

Bilgi bilim çevrelerince kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam olarak tarif edilmektedir.[1] Bilgiyi bütün olarak anlamak için onu tüm yönlerle ele almak gerekmektedir. Netice olarak bilgiyle özdeş olan varlığın kendisi gibi, ilimler veya bilgi şekilleri de birdir ve aynı zamanda bir düzene bağlıdır.[2]

Günümüzde ilmi bir araştırma ortaya koymak ve tutarlı bir sonuca ulaşabilmek için, o mevzuda, daha önce yapılmış çalışmaları araştırmak, tarihi süreç içerisinde insanlığın ortaya koymuş olduğu mirası değerlendirmek hayati önem arz etmektedir. Böyle bir metot takip edildiği sürece yapılan araştırmada bütünlüğe ve tutarlılığa ulaşılmaktadır. Aksi takdirde zan ve tahminlerden elde edilen düşünceler nazariye olarak kabul edilecektir.

Bir müslümanın, önce iman sonra amel için yeteri derecede bilgi donanıma sahip olmak zorundadır. Bilimsel  çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken veya ilim elde etmeye çalışırken çalışmasında, bütüncül bilgi, kişiyi hataya düşmekten korur.

 

Bilgi, müslüman toplumda önemli olduğu kadar diğer toplumlarda da önemlidir. Bilginin varlığında sağlıklı bir sonuca ulaşmak, sağlam bir bilgi elde edebilmek için malumat çok önem arz etmektedir. Burada karşımıza “bilgi nedir, malumat bilginin oluşmasında nasıl bir etkiye sahiptir” şeklinde cevaplamamız gereken iki soru çıkmaktadır.
“Bilgi, herhangi bir şeyi birtakım verilerle tanımak veya verilerden yararlanarak kişinin nesnelere yüklediği anlamdır.” Sözlük anlamı olarak baktığımızda şu şekilde de tanımlanabilir; Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünüdür.

Bilginin bütünlüğü noktasında klasik kaynaklara baktığımız zaman karşımıza Havass-ı Selime (Duyular), Akl-ı Selim ve Haber-i Sadık (Vahiy ve mütevatir haberler) olarak üç tür başlık çıkmaktadır.    

Bu üç kaynağın yanında keşif, ilham ve rüyanın bilgi kaynağı olup olamayacağı tartışıla gelmiştir.[3]

İlim, insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliklerinden biri olmanın yanında bireyin hemcinslerinin arasından temayüz etmesine vesile olan bir alamettir. Yüce Allah bu gerçeğe dikkat çekerek “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” [4] demiştir.

Kuran tefsir edilirken bilginin bütünlüğünün ifade ettiği diğer bir anlam ise, tefsir literatürü araştırılarak ve dikkate alınarak tefsir çalışmalarının yapılmasıdır. Yani Kur’an yorumcusunun Kur’an'ı doğru anlayıp anlamlandırması indiği dönemden günümüze kadar yapılmış çalışmaları incelemesi ilk muhatapların anladığı manaya ulaşması, yapılan çalışmaları araştırmasına bağlıdır. Yorumcu bu çalışma esnasında tarih içerisinde ayetlere Hz. Peygamber efendimizden ve sahabe neslinden itibaren müfessirlerin yapmış olduğu tefsirlerin, yorumların hangilerinin tarihi ve dönemsel ve yerel olduğunu ve hangilerinin evrensel ve tutarlı olduğunu tespit etme fırsatını elde etmiş olacaktır. 

Bakışımızı doğuya ve özellikle İslam dünyasına çevirdiğimizde, temel farklılıklarına rağmen benzer gelişmelerin olduğunu görebiliriz. Bu noktada en önemli fark, Müslüman bilim adamlarının ortak ve değişmez bilgi kaynağı olan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bizzat kendisidir. Başlangıç noktasında, İslam bilimleri de doğuş ve kaynakları bakımından aynı bütünlüğü doğal olarak yaşamıştır. Bu bütünlüğün en temel kaynağı da hiç kuşkusuz Kur’an-ı Kerim idi. Bütün İslam bilimleri Kur’an’ın verdiği sonsuz ve ilahi ilhamın birer parçası olarak zuhur etmiş ve zaman içinde gelişerek kendi bağımsızlığına kavuşmuştur.[5]

Aile ve çevreden aldığı bilgiler, geçmişin zengin birikimi insan için bir taban oluşturduğundan o, bilgiye hiçten ve sıfırdan başlamaz. Üstelik onun hedefe ulaştırmayı kolaylaştıran doğuştan getirdiği bir takım kabiliyetleri vardır. Tüm bunların üzerinde de edinilen bilgiyi yönlendirme, karşılaştırma, sistemleştirerek, değerlendirme ve eylem ile ilişkiye getirme vazifesini yüklenen eleştirel akıl melekesi vardır. İşte İslam, böyle bir özelliğe sahip insanın bütün bilgi kapasitelerini aynı anda kullanmasını ister.[6]

Bütün bu bilgiler ışığında İslam kültüründe bilginin bütünlüğü denilince, müslümanlar için ilk dönem itibarı ile olmasa bile ilerleyen zaman içerisinde gelişen ve değişen şartlar çeşitli sorunları ortaya çıkarmıştır. Bu durum sahabe döneminin sonlarına doğru arap olmayan kavimlerin de müslüman oluşuyla kültürel etkileşim başlatmıştır. Bu yüzden sorunlara çözüm üretme adına tefsir, fıkıh,  hadis, kelam gibi ilim dalları islamı daha iyi anlama ve anlatma adına ortaya çıkmıştır.

Bilgi insanlığın ortak ürünüdür. Dünya'da var olan bilgi bir milletin ya da bir medeniyetin tek başına ürünü olarak görülemez. Herkesin, her milletin onda bir payı ve katkısı olmuştur.

İslamî ilimlerin bir bütün olmasının sebeplerinden birisi Seyyid Hüseyin Nasr'a göre tek kaynaktan çıkmış olmalarıdır.1 Yani bütün İslâmî ilimlerin Allah'ın vahyi ve Hz. Peygamber'in sünnetinden kaynaklanması onları birbirinden koparmayı engellemektedir.[7]

Bilgi de hakikate ulaşmak ve anlam arayışında istikamette olabilmek için bilgiyi kaynağından koparmadan ve doğru yöntemlerle (Yaratıcının bize verdiği melekeleri doğru kullanarak, anaç birliğini gözeterek) bir bütünlük içinde elde ederek yorumlamak ve değerlendirmek gerekir. 
Amacından koparılarak, aslından uzaklaşılarak ve keyfilik ya da menfaatler çerçevesinde yapılacak çalışmalar ne bilgiyi ne de bu bilgideki bütünlüğü ifade eder. 
Bilgi ancak bir bütün olarak tam anlamıyla işlev görür. Meselelere parçacı yaklaşımlar nasıl ki o meselenin anlaşılması için yeterli değilse, meseleleri anlamak ve onları çözmek için kullandığımız bilginin de parça parça kullanılması bizi ulaşmak istediğimiz çözümden alıkoyabilir.

 Meseleyi Kur’an-ı Kerim açısından incelediğimizde; İslami ilimlerin ana kaynağını oluşturan Kur’an-ı Kerimi anlama gayreti, onun manalarını ve ondan çıkabilecek fıkhi hükümeri talep etme arzusu, daha pek çok ilim dallarının ortaya çıkarak gelişmesine sebep olmuştur. “Şâtıbi (790/1388) Kur’an-ı Kerimdeki anlamları istihraç etmeye “araç” ve Allah Teâlâ’nın muradının bilinmesine yardımcı olan ilimlerden bahsetmektedir. Bu ilimler şunlardır: Arap dil bilimleri, kıraat, nâsih mensuh, fıkıh usûlu, esbâb-ı nüzul, Mekki-Medeni… O bu ilimlerin hepsinin bütün âlimler nezdinde Kur’an’ın anlaşılmasına yardımcı ilimler olarak kabul edildiğini söylemektedir.”[8]

Bilginin bir bütün olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu üçünü birbirinden ayrı düşünmek, birbirleriyle ilişkilendirmemek doğru olmayacaktır. Konuları, alanları her ne kadar farklı da olsa, birbirlerinden bağımsız değildirler. Öte yandan Her zaman her devirde, dini, felsefi ve ilmi eserlerin muhataplar tarafından iyice anlaşılıp, kavranabilmesi için, onların, kendilerini iyi anlayanlar tarafından izah edilip, açıklanması gerekir.[9]

İslam kendisini bilgi ile özdeşleştirip, bilgiyi, gerekli de kılar. Bilginin elde edilmesini ibadet ile eş görüp, teşvik eder. İslami bilgi, hakikati, akıl, tecrübe ve sezgi yoluyla kavramadır. Yeryüzü ve gökyüzünün, insanlığın ve tarihin birikimini tahlil eden dinamik bir bilgidir.[10]



[1] Türkçe Sözlük, Türk dil kurumu yayınları, Ankara 2011, 11.baskı.

[2] Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989, s.13.

 

[3] Faruki, İsmail Raci, İslam Kültür Atlası, çev: M. Okan Kibaroğlu, Zerrin Kibaroğlu, İnkılab Yay.

[4] Zümer 39/9

 

[5] Nasr, S. Hüseyin, İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş, Çeviri, İnsan Yayınları, İstanbul 1985

[6] Farukî, İslâm Kültür Atlası, s.272.

[7] Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve İlim, Çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İstanbul 1989, s. 5.

 

[8] Ahmet Nedim Serinsu,, Kur’an ve Bağlam, Şule yay., İstanbul 2012, s. 43

[9] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ank. b.t. yok, s.211.

[10] İsmail Râci Farukî-Luis Lâmia Farukî, İslâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014, s.272.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


                                                                        ŞERİF GEDİK 14922746

                                                      2015 BAHAR DÖNEMİ/ DOKTORA

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Bilgi", günlük hayatta sıkça kullandığımız bir kelimedir: "bilgili insan", ""bilgi edinme hakkı", "ilmî bilgi" gibi Ancak bu kelimeyle çoğu zaman ne kast ettiğimizi bilmeyiz veyahutta kısır bir anlam çerçevesinde bu kavramı kullanırız.

Bilgiyi, en basit olarak şöyle tarif edebiliriz: varlık hakkında insan zihninde oluşan şeydir.

Kuran’ı Kerim’e baktığımızda da bu kavramın daha çok ilim kelimesiyle ifade edildiğini görmekteyiz. Bilginin bir bütünlük arz etmesi gerekir. Kuran ilimlerine baktığımızda ilimlerin kendi içlerinde teşekkül ettiğini görmekteyiz ancak hiçbir ilimi diğerinden bağımsız değerlendirmemiz mümkün değildir. Biz tefsir, fıkıh, hadis, kelam ilimlerine baktığımızda bu ilimlerin birbirleriyle ilişkilerinin olduğunu ve bu ilimlerin kaynaklarının bir olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu ilimlerin temel kaynakları Kuran ve Sünnettir.

Kuran Allah katından gönderilmiş kendisinde hiçbir şek ve şüphenin olmadığı ve Müslümanların bir sorun karşısında başvurdukları ilahi bir kitaptır. Kuran’daki meselelere bütüncül bir bakış acısıyla bakmamız gerekir. Kur’an’ın bütünlüğü derken, herhangi bir konunun veya herhangi bir ayetin ilgili olduğu diğer ayetler göz önünde bulundurularak araştırma yöntemi kastedilmektedir. Kur’an’ın tertibi alışılmışın dışında bir yapıya sahiptir. Bilindiği gibi Kur’an, bölümleri, bölümlerin altında başlıkları olan bir kitap değildir. Bu yüzden diğer kitaplardan yapı ve içerik bakımından farklılık arz eder. Kur’an tefsirinin kaynakları arasında ilk sırayı hiç şüphesiz ki yine Kur’an’ın kendisi alır. Bir ayet açıklanırken o ayetle ilgili çok sayıda ayetin bir araya getirilip incelenmesi gerekir. Kur’an bütünlük arz eden ,çelişki ve tutarsızlıktan uzak insicamlı bir yapıya sahiptir.Bu bütünlük arz eden yapıyı; ayet çerçevesi, siyak-sibak çerçevesi ve Kur’an’ın bütünlüğü çerçevesi içinde ele alınıp incelersek en sağlıklı ve sağlam sonuçlara ulaşmamız mümkün olacaktır.

Sonuç olarak İslami ilimlerin ve bilginin bütünlüğü konusunda

0 Yorum - Yorum Yaz


Hikmet MAVİYILDIZ

14922748

Doktora – 2015 Bahar Dönemi

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Bilgi, Türk Dil Kurumu web sayfasında, öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat olarak gösterilirken, ayrıca, herhangi bir şeyi birtakım verilerle tanımak veya verilerden yararlanarak kişinin nesnelere yüklediği anlam olarak tanımlanır.

 Bilgilerin bir bütünün parçalarından müteşekkil olması, bir konuya farklı açılardan bakılmasını gerektirmektedir. Zira bir konuyu kâmilen anlamanın yolu, o konuyu bütün yönleriyle ele almaktan geçmektedir. Bu nedenle, bilgiyle özdeş olan ilimler de aynı şekilde kendisini oluşturan cüzlerin ele alınması ile kâmilen anlaşılabilir.

Dolayısıyla bilimsel çalışmalarda şümullü bir çalışmanın ortaya konması yararlanılan bilgi bütünlüğüne bağlıdır. Bu bütüncül bakış, elde edilen sonuçların mümkün olduğunca hatadan uzak olmasına katkı sağlayabilecektir. Örneğin, tefsir alanında çalışan kişinin gramer, tarih, belağat, hadis ve senet gibi ilimleri bilmesi ona daha doğru bir yorumlama imkânı sunabilecektir.

İslami bilgiye gelince, hakikatin akıl, tecrübe ve sezgi yoluyla kavranması olarak tanımlayabiliriz. Buna göre, yeryüzü ve gökyüzünün, insanlığın ve tarihin birikimini tahlil eden dinamik bir bilgiyi bu kapsamda anlayabiliriz.

Belirli bir form içerisinde olan İslam ilimleri kendi bünyesinde birleştirici bir özellik taşımaktadır. Dolayısıyla İslam ilimlerinin birbirleriyle çok yakın ilişki içerisinde oldukları görülecektir. Diğer yandan, İslam ilimlerinin zamanla gelişmesi sonucu farklı dallara ayrışmalar olmuş ve hatta farklı medeniyetlere ait bilgiler de dâhil olmuştur

Esasen tefsir, hadis, fıkıh gibi İslami ilimlere genel olarak baktığımızda, her birinin Kur’an’ın bir yönüyle anlaşılmasına yönelik ortaya çıktığı görülmektedir. Zira Kur’an’da mücmel ya da mübhem bırakılan hususların hadisler ile tamamlanması; yine Müslümanların sosyal ve bireysel olarak hayatlarını düzene koymaya yönelik kurallar ile ibadet yaşamını düzenleyen hususların yine Kur’an’dan ve akabinde sünnet ve icmadan çıkarılması; öte yandan hadis ve fıkıh verilerinin  yanı sıra siyer, tarih, Arapça gibi ilimlerin verilerinden faydalanan tefsir ilminin bünyesinde barındırdığı bilgileri yine Müslümanların itikadi ve ameli hayatlarında çok önemli bir yere sahip olan kelam ve fıkıh gibi alanlara sunması; bu ilimlerin birbirleriyle olan sıkı ilişkilerini göstermektedir.

Bu ilimlerin birbirleriyle çok yakın ve zaman zaman içiçe bir görüntü sunmasının yanı sıra Hz. Peygamberden nakledilen bir kısım hadislerin Hz. Peygamberin tefsir faaliyeti kapsamında olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sünnet ve hadis bir anlamda tefsir işlevi de görmektedir. Hatta bir kısım hadis kitapları içinde tefsir bir bab olarak da ele alınmıştır. Yine hicri ikinci asırdan itibaren “ahkam’ul Kur’an” adıyla bir kısım fıkıh konularını ele alan tefsir kitaplarının yazılması da fıkıh ve tefsirin nasıl içiçe olduğunun kanıtıdır.  

Hz. Peygamber ve sahabe ile kaynak olarak Kur’an ve sünnet ile başlayan İslami ilimler; hicri 143 yıllarında başlayan ve yaklaşık bir asır süren tedvin asrında, tedvin ve tebvib edilmiştir. Bu dönemde belli başlı ilim merkezi şehirler bulunmaktadır. Bunlar; Mekke, Medine, Şam, Basra, Kûfe ve Yemen’dir. Bu merkezlerde ilimler tedvin işleminden sonra bablara ayrıldı ve bilahare tefsir, hadis, fıkıh, lügat ve tarih ilimleri olarak tasnif edildi. Bu asırda geçmiş rivayetler toplanmakla kalmamış reyler ile Arap kültür mirası zenginleşmeye başlamıştı.

Dolayısıyla kaynak olarak bir olan bu ilimler, daha sonra ihtisas alanları haline gelmiştir. Ancak bu ihtisaslaşma, bu ilimleri birbirlerinden bağımsız olarak koparmadığı gibi sürekli birbirlerine müdahil olmuşlardır. Müfessirler aynı zamanda muhaddis ya da fakih olabiliyordu. Dolayısıyla tefsir faaliyetinde bulunan âlim diğer ilimlere de hâkim idi.

Bu bakımdan, tefsir, fıkıh ve hadis ilimlerini birbirlerinden bağımsız ve ayrı düşünmenin imkânı olmayacağı gibi bu ilimlerin birbirinden kopuk olarak ortaya koyacakları eserler eksik olacaktır.

Geçmişte farklı ilimlere vakıf olan âlimlerin bu avantajlarını ortaya koydukları eserlerinde sergilemelerinin tersine, günümüzde bu imkanlar gerek zaman kıtlığı ve gerekse verilen eğitimin müfredat sorunları nedeniyle bulunmamaktadır. Dolayısıyla ortaya konan çalışmalarda bilginin bütünlüğü çerçevesinde hareket etmek zordur. Ancak günümüzde bu sorun kolektif çalışma ile üstesinden gelinebilecek bir konudur. İlim alanlarına vakıf olmaya çalışmanın yanı sıra, günümüzün avantaj yönleri olarak kabul edilen bilgiye kolay ve hızlı ulaşma imkânları ile birlikte farklı disiplinlerin yapacağı ortak ve kolektif çalışmalar daha doğru, bütüncül ve şümullü eserler ortaya koyabilecektir.

 

 

KAYNAKÇA:

1.  http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5566e5fa44b924.65054906
2.Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989
3. İsmail Râci Farukî-Luis Lâmia Farukî, İslâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014
4. EL-CÂBIRÎ, Muhammed Âbid. Arap Aklının Oluşumu, çev. İbrahim Akbaba, İz Yayınları, İstanbul, 1997.
5. Yücel, Ahmet. (2014) Hadis tarihi. İstanbul
6. Keskinoğlu, Osman. (1979)Fıkıh tarihi ve İslam hukuku. Ankara
7.  Demirci, Muhsin. (2014) tefsir tarihi. istanbul

 

          

 


0 Yorum - Yorum Yaz


RECEP TURAN-11912710 (DOKTORA-OZEL OGRENCİ)

ÖNSÖZ

 

İnsan hayatını anlamlandırma sürecinde zemin teşkil edecek bir kavram olarak bilgi, “ilim” olarak yeni ahlaki yapıya bürünmesiyle bu olguya değer veren bir dine mensup bireylerin, dinin teşekkül devrinden itibaren hayatlarında nirengi noktasını teşkil etmiştir. Bilgiye/bilime değer veren islami düşünce, müslümanların mevcut birikimleri toplama-muhafaza etme-tasnif etme-aktarma faaliyetlerini yerine getirmesinde tetikleyici unsur olmuştur. Biz de bu çalışmamızda bu süreci (özelde tefsir tarihi-hadis tarihi-fıkıh tarihi olmak üzere) islam bilimleri bağlamında özetlemeye çalıştık.

 

Bu çalışmanın yapılması noktasında bizleri teşvik eden değerli hocamız Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu’ya teşekkürlerimi sunarım.

 

 

                                                                               Recep Turan

  Ankara - 2015

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İSLAM BİLİMLERİ’NDE BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

 

A.    BİLGİ VE BİLİM KAVRAMLARININ İÇERİĞİ

 

A.1. Bilginin Kavramsal İçeriği

Bilgi, kendi varlığının farkında olan insanın, kendisini, kendi iç dünyasında ve etrafında olup bitenleri, evreni anlama ve anlamlandırma çabasının sonucu olarak, bilinçlilik halini doğuran bilme faaliyetini anlamlı kılan, bilme eyleminin karşılığı olan her şeydir. İnsanın varlığını sürdürebilmesi, '' bilme ''sine bağlıdır. ''Bilme'' de ancak ''bilgi'' ile gerçekleşebilir. İnsanın insanlığını gerçekleştirmesi de, kültür ve uygarlık yaratması da, ancak bilgi ile mümkün olabilir.

 

İnsan, özne olarak bilen ve bilmeyi isteyen bir varlıktır. Kendini ve kendisi dışındaki şeyleri, nesneleri bilmek ister. Çünkü nesneler bilinmesi gereken şeylerdir. Öyle ise, nesne araştırılan şeydir, yani insan bilgisinin konusudıur. Dolayısıyla bilgi, özne ile nesne arasında kurulan bir bağdan doğmaktadır. İnsan bu bağı, bilgi edimleri (fiil/act) ile kurar. Yani bilgi özneden nesneye, insandan nesneye doğru yönelen bilinçlilik halidir. Bilgi fiilinin olabilmesi için öznenin bilgi konusuna yönelmesi şarttır. Çünkü yönelme olmadan bilgi olmaz. Bilginin elemanları, özne, nesne, öznenin duyularla elde ettiği duyu verileri, onların soyutlanmasından elde edilen kavramlar ve bu kavramlardan kurulan yargılardır.

ÖZNE (İNSAN)      GG           NESNE (VARLIKLAR)                          BİLGİ

                   yönelim aşaması                                  sonuç aşaması

 

 

 

A.2. Bilimin Kavramsal İçeriği

Kaynak ve aidiyet açısından açısından bilginin sağlamlığı, güvenilir ve sağlam bilgiye ulaşabilmenin ön kuşulu gibidir. Bilimsel bilgi, birikimli bir bilgidir ; bütün bilim dallarında daha önce oluşmuş birikimin üzerine yeni bir şeyler ilave edilerek yeni bilgiler, teoriler üretilir. Her bilim adamı, tutarlı ilmi faaliyet için, öncelikle sahip olduğu, üretim için esas alacağı bilginin kaynağını iyi bilmek zorundadır. Çünkü, kaynağı bilinmeyen bilginin içerik bakımından sağlıklı bir değerlendirilmesini yapmak her zaman mümkün olmaz.

 

İçerik açısından bilginin sağlam olup olmadığı tespit edilmeden, bilginin bilimselliğinden söz etmek mümkün değildir. Müslümanlar, on dört asırlık zaman diliminde, hayatın bütün alanlarından hiç de küçümsenemeyecek bir birikim oluşturmuşlardır. Bu birikimin her ne kadar Fıkıh, Kelam, Tefsir, Hadis gibi üretildiği alanların bir kısmı belli ise de, bu dar alanlarda bile, malumat-bilim ayrımını gerçekleştirebilmek pek mümkün değildir. O halde “doğru yöntem”, bize, ulaşabildiğimiz bilginin içerik açısından vahyi bilgi-beşeri bilgi şeklinde tasnifi işimizi büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Bu durumda, beşeri bilginin içeriğinin sağlamlığının araştırılmasının önünde hiçbir engel kalmamaktadır.

 

Kavramların güvenilirliği sorunu, İslam Düşünce Tarihi'nin en temel problemlerinden birisidir. Özellikle toplumsal boyut taşıyan kavramların, mezheplere, gruplara, cemaatlere verilen isimlerin tarihsel akış içerisinde nasıl anlam değişikliklerine uğradıkları, ve nasıl keyfi olarak kullanıldıkları zaman zaman gözden kaçırılmıştır. Bunun sebebi, belki de '' süreç '' mantığının çok fazla önplana çıkmayışı olabilir. İslam Bilimleri dediğimiz bütün alanlarda, öncelikle kavramlar konusuna özen göstermek, İslam Düşüncesinin tarihi seyrini anlamayı kolaylaştıracağı gibi, Müslümanların bilim dünyasına yapmış oldukları katkının ortaya çıkmasına da imkan sağlayacaktır.

 

 

Nesnel olgu-nesnel olgu arasındaki ilişkinin gözardı edilmesi, zaman, mekan ve fikir kaynamasının farkında olunmaması, müslümanların mevcut birikimini doğru değerlendirmeyi güçleştiren bir husustur. Hiçbir fikir, görüş ve düşünce boşlukta doğmaz; her fikrin mutlaka sosyal, siyasal, teolojik, felsefi vb. dayanak noktaları, ya da beslenme kaynakları ve oluştukları ortamları vardır. İslam Bilimlerinin hangi dalında araştırma yapılırsa yapılsın, kavram konusuna ve '' olay-olgu '' ilşkisine dikkat edilmediği sürece, geçmiş hakkında doğru bilgi sahibi olmak, pek mümkün olmayacaktır. Bu da ancak, İslam Bilimleri alanında metodoloji konusunda bir ortak paydanın sağlanması ile gerçekleştirebilir.

                                          DEĞERLENDİRME-1                              OLGU-1

OLAY                               DEĞERLENDİRME-2                              OLGU-2

                                          DEĞERLENDİRME-3                              OLGU-3

 

B.     İSLAM BİLİMLERİNİN TANIMI

 

İlim genel anlamda, kendine özgü hedefleri, temel önermeleri, araştırma alan ve yönetmeleri olan ve bir disiplini oluşturan düzenli bilgi şeklinde tanımlanır. İlk dönemlerde Müslümanlar tarafından başlangıçta parça parça ve belli konularda düzensiz bir şekilde ortaya konulan bilgilerin veya ilmi faaliyetlerin, daha sonra kendine özgü hedefler ve temel önermeler oluşturarak ve belli yöntemler kullanarak düzenli bilgiye veya bağımsız ilmi disiplinlere dönüşmesiyle islam bilimlerinin kurumsallaşmaya başladığı görülmektedir. Başka bir deyişle islam bilimi veya bilimlerinin doğası ve tarzı bu aşamadan itibaren kendi öz kimliğine ve farklı karakterine kavuşmaktadır. Dolayısıyla islam bilimleri temelinde amacında yaklaşımında alanına ve tutumunda kendine özgüdür. Aslında müslümanların sadece İslam’ı anlamaya-yorumlamaya- savunmaya- yaşamaya yönelik ilmi faaliyetlerde bulunmadıkları buna ilaveten insan kapasitesinin kavrayabildiği bütün bilgi alanlarına yöneldikleri ve her alanda ilmi faaliyette bulundukları bir gerçektir. Genel anlamda belli metotlar kullanarak elde edilen savunulabilir sistemli bilgi için kim tarafından üretilirse üretilsin herhangi bir nitelemede bulunmaksızın ilim veya bugünkü tanımıyla bilim kavramı kullanılabilir. Bu anlamda bilim evrenseldir ve tüm insanlık için ortak kullanım sahasına sahiptir.

 

İslam bilimleri olarak görülebilecek disiplinler kelam, fıkıh ve fıkıh usulü, tefsir ve hadistir. Bu bilimler, din olarak doğrudan İslam’a ait inanç, ibadet,  ahlak, haram-helal konularını incelemektedir. Hz. Peygamber’in hayatı (siyer) ve sonraki islam tarihi, tarih boyunca ortaya çıkan düşünce ekollerini inceleyen mezhepler tarihi, islam bilginlerinin hayatını ele alan rical tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında kullanılan arap dili ve belağatı islam bilimleri çerçevesine dahil edilmektedir.

 

İSLAM BİLİMLERİ/DİSİPLİNLERİ

 

      islam tarihi                                                                         rical tarihi

       Sünnet/hadis

İlahi vahiy/Kur’an

fıkıh                               kelam

 

    mezhepler tarihi                                                            arap dili ve belağatı

 

 

 

 

C.    İSLAM BİLİMLERİNİN TASNİFİ

Kuruluş Şeması

 

Müslümanlar bu üçüncü devreye Abbasilerin 1. asrında ulaştılar. Daha önceleri alimler hafızalarından konuşuyorlar veya münferit bir konudaki bilgileri bir risalede topluyorlar veya ilmi, çeşitli sahifelerden naklediyorlardı. bu durum hicri 150’lere kadar devam etmiştir. Müslüman alimlerin tefsir, hadis, fıkıh, arapça, tarih ve megazi kitaplarını tasnife başlamaları bu zaman rastlar.

 

İslam düşüncesinde bilimlerin tasnif edilmeye başlandığı 3. asrın sonları ile 4. asrın başlarına kadar pekçok siyasi ve itikadi mezhepler oluşmuş ve farklı görüşleri destekleyen çok sayıda kelami eser kaleme alınmıştır. İlimlerin tasnifinden önceki dönemde yazılan eserlerin büyük bir kısmı hadis, fıkıh ve kelamla ilgiliydi. İlim kavramının sıklıkla kullanıldığı ve merkezi bir yer işgal ettiği eserleri başında hadis literatürü gelmektedir. Esasen ilk dönemde ilmin kapsamına Kur’an ve hadis hakkındaki bilgilerle fıkıhla ilgili dini bilginin girdiği anlaşılmaktadır. Fakat sonraları hadis taraftarlarınca ilim kavramıyla daha çok hadis kastedilmeye başlandı. Fıkıh, kelam ve tefsir terimleri daha sonraki dönemlerde bağımsız bir bilim dalı anlamında teknik anlamlarını kazandılar. Aristo’nun eserlerinin arapçaya tercümesiyle birlikte islam dünyasında sistemli dini bilginin dışında müslümanlara ait olmayan biliginin varlığı anlaşıldı ve felsefe ve diğer yabancı bilimler de “ilimler” sınıfına dahil edilidi. Bu sayede önceleri islam dini hakkındaki bilgiler anlamında kullanılan “ulûm” terimi, bilimler ve ilmi disiplinler manasına gelmeye başlamıştır.

 

Nakli/dini İlimlerden tesfir, esas itibariyle Kur'an ilimleri denilen çeşitli disiplinlerin birikimi üzerine inşa edilmiş olduğundan bu ilimler tefsir ilmi için bir bakıma usule ait disiplinlerdir. Tesir ilmi literatürü, kendi içinde rivayet ve dirayet tefsirleri olmak üzere iki kategoride değerlendirilmiştir. Hadis ilmi de rivayetü'l-hadis ve dirayetü'l-hadis (ulümü'l-Hadis) şeklinde ikiye ayrılır. Ulümü'l- Hadis tabiri, Kur'an ilimleri gibi Hadis usülünün temel disiplinlerini oluşturmaktadır. Fıkıh İlmi, şeri-ameli hükümlerin furu denilen ayrıntılı kısmını incelerken fıkıh usülü, bu feri hükümlerin kesinlik ifade eden icmali delillerden nasıl çıkarılacağını ortaya koyar. Fıkıh usülü içinde alt disiplinler arasında cedel ve hilaf ilmi ve feraiz gibi disiplinler de vardır. Usülü'd-Din de denilen Kelam ilminin bölümleri ise, zaman içinde felsefeyle iç içeliğinin sonucu olarak felsefi ilimleri andırır biçimde şekillenmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

D.    İSLAM BİLİMLERİ (ÖZELDE TEFSİR, HADİS VE FIKIH)’ NİN TARİHSEL BAĞLAMDA DEĞERLENDİRİLMESİ

 

Dini İlimlerin omurgasını oluşturan tefsir-hadis-fıkıh sahasındaki ilmi faaliyetler Medine döneminde ve Emevi çağının başlangıcında, temelde Kur'an ve Sünnet üzerindeki incelemelerle başlamıştı. Emevilerin sonları ve Abbasilerin birinci döneminde, alimlerin çoğunluğu, dini ilimlerle meşgul oldu. Bu asırda iki tür ekol ortaya çıktı. Birinci grubun ilmi çalışmalarında, nakilcilik ve mevcut ilmi birikimi öğrenip aktarmak hakim idi. Bunlara Ehl-i Hadis denirdi. İkinci grubun çalışmalarında ise, yeni görüşler ve akli temellendirmeler üretme anlayışı hakimdi. Bunlara da akılcı denirdi. İslam bilimleri, bu iki ekolün gayretleri ve çalışmalarıyla oluşmaya başladı.

 

Bu sebeple İslam düşüncesinde yaklaşık h.143 yılı İslam bilimlerinin oluşmasının ve tedvin faaliyetinin başlangıç tarihi olarak belirlenmiştir. H.136-150 yılları arasında hilafet makamında oturan Abbasi halifesi Mansur döneminde bizzat devletin gözetiminde başlatılan faaliyetlerdir. Bu çalışmalar, Mansur sonrası İslam toplumunun sosyal ve düşünsel hayatının yaklaşık bir asrına damgasını vurmuştur. Bu bir asrı aşkın hummalı düşünsel faaliyet dönemi Tedvin Asrı olarak adlandırılmaktadır. (Eğer tedvinden sırf bazı meseleleri kaydetmek kastedilirse bunun için oldukça gerilere, ilk halifelerin ve Allah'ın Resulünün dönemine gitmek gerekir.)

 

Tedvin faaliyetinin başladığı belli başlı ilk şehirler veya kültür merkazleri Mekke, Medine, Şam, Basra, Kufe ve Yemen'dir. Ellerinde yazılı belgeler ve zihinlerinde İslam mirasını taşıyan alimler, daha çok buralarda toplanmışlardı. Ancak onların sahip olduğu miras, belli konulara göre ayrılmamış, sınıflandırılmamış ve ayıklanmamış düzensiz bilgi, haber ve yorumlardan oluşuyordu. Bu alimlerin çalışmalarıyla, bu bilgi birikimi ele alınarak konularını konularına göre ayrılmaya ve düzenlemeye başlandı. Bu düzenleme ve sınıflandırmalar sonucunda, mevcut bilgiler tefsir, hadis, fıkıh, kelam, lügat ve tarih ilimleri olarak tasnif edildi. Alimler, bu dönemde hakim olan bir yöntem olarak, '' hafızalardan ve ellerindeki tertip edilmemiş sahih sahifelerden rivayette bulunmak suretiyle bu ilimleri oluşturuyorlardı. Bu dönemde alimlerin ellerinde bulunan yazılı metinler, düzenli ve gereken konu bütünlüğü, gözetilerek yazılmış metinler değildi. Burada önemli olan husus, ilmin üretilmesi değil, ilmin tedvin edilmesi ve bablara ayrılmasıdır. Bu yüzden ilmin tedvininden şu anlaşılmaktadır: Ortada teşekkül etmiş, hazır bir ilim vardır. Tedvin yapacak (=müdevvin) alime düşen görev; neredeyse bu ilmin toplanması ve sınıflandırılmasıyla sınırlıdır. İlim kavramı o dönemde genellikle hadis ve ona bağlı tesfir ve fıkıh için kullanılıyor idiyse de lügat, meğazi ve benzeri yardımcı bilim dalları için de ilim ifadesi kullanılabilir. Bu bağlamda temelde ortak zemin ve çerçeveye sahip disiplinler bu dönem itibariyle belli başlı kategorik disiplinler haline gelmiştir.

 

 

 

 

 

  


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    31.05.2015

Nazım Çetin, Doktora

Öğrenci No: 12912769                                         

Bilginin Bütünlüğü  

 

      

 

       Bilgi Bütünlüğü  bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur. Bilginin saklanması veya açık/kapalı iletişim ağlarından iletimi sırasında içerik açısından herhangi bir değişime uğratılmamış olması, özgün halinde korunmasıdır.

 

        Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

İslâmî terminolojide genel olarak el-ilm ve el-ma'rife terimleriyle ifade edi­len bilgi daha ziyade bilen (özne) ile bili­nen (nesne) arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürün­müş sonucu olarak anlaşılmıştır.

        İlim devam etmekte olan bir süreçtir. Geçmişi, anı ve geleceği vardır. Bu bakımdan onu bu bütünlük içinde ele almak lazım. Konusu Allah’ın kelamı olan Kur’an  ve onun lafızlarından murad edilen manayı bulup ortaya çıkarmak olduğu için “ Eşrefu’l ulum” diye  nitelenen tefsir de böyle bir bütünlüğe sahiptir.

        Kur’an, insanlık tarihinde en önemli medeniyetlerden biri olan İslam kültür be medeniyetinin temel kaynağıdır. Kur’an ilmin insan için bir şeref vesilesi olduğunu söylemektedir.[1] Öncelikle Kur’an’a göre ilmin  ne olduğuna bir bakalım. Kur’an vahye ilim demektedir.[2] Hz. Peygamber’e  şöyle dua etmesini söylemektedir ; “ Deki : Rabbim ilmimimi artır.”[3]Bütün bunlar İslam’ın ilme, bilgiye ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

        Sahabe-i Kiram Kur’an ve vahiy sevdalısı kimselerdi. Aynı şekilde onlar  Hz. Peygamber’e  de büyük bir muhabbetle bağlıydılar. Vahiy onların hayatının bir parçası idi. Vahye bu kadar bağlılıkları onların hayatını değiştirdi. Vahiy geldikçe hayatları anlam kazanıyordu. Hatta gelen vahyi kaçırmamak için hane-i saadette nöbet tutuyorlardı.

       Şu olay, Sahabe’nin Kur’an sevgisini bizlere güzel bir şekilde anlatmaktadır: Hz. Peygamber daha yeni ebedî âleme irtihal etmişti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’le birlikte Ümmü Eymen’in ziyaretine gitmişlerdi. Yanına vardıklarında bu yaşlı kadın ağlıyordu. Onu bu halde görünce  “Niçin ağlıyorsun, Allah’ın Rasûlü’nün Allah katında ereceği mükâfatın daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun? Diyerek onu teselli etmek istediler. Bunun üzerine vahiy sevdalısı bu kadıncağızın dilinden şu sözler döküldü: “ Bilmez olur muyum? Elbette ki Allah’ın elçisi, sonsuz güzelliklere ve yüceliklere ermiştir. Ben onun ölümüne değil, onun ölümüyle vahyin kesilmesine ağlıyorum.” Bu söz onları da hüzünlendirdi ve onlar da ağlamaya başladılar.[4]

       Şu ayet , ashabın vahiy karşısındaki durumunu  münafıklarla mukayeseli bir şekilde anlatmaktadır: “ Yeni bir sure indirildiğinde münafıklardan bazıları; ‘ Bu inen kısım hanginizin imanını artırdı acaba? diterekvahyi küçümserler. Fakat mü’minlere gelince, bu, onların imanını ve sebatını artırır, sevinip birbirlerini müjdelerler.’[5]

       Kur’an, ilk Müslümanların karşılaştığı engeller, muhaliflerle yaptıkları savaşlar ve İslam davetinin geçirdiği aşamalarla ilgili bizlere önemli tespit ve uyarılarda bulunur. Bütün bu anlatımlarda Kur’an’ın kalplere işleyen ve vicdanları harekete geçiren bir anlatım tarzı vardır. Dolayısıyla bunlarda esas olan tarihi bir hadisenin nakledilmesi değildir. Aksine bütün çağ ve dönemlerde yaşayan müminlere yönelik ikaz ve ibretler söz konusudur.Hadiselerin ötesinde gizlenmiş bulunan değerler ortaya konuluyor ve böylece insana çıkarması gereken dersler hatırlatılıyor. Müminlerin savaş atmosferinde  yaşadıkları iç çalkantılar , imani hayatlarındaki teslimiyet veya gevşeklikler, işte bütün bunlar ayetlerde  tasvir edilmektedir. Böylece nesiller boyunca insanın karşılaşacağı benzer zorluklar, psikolojik gelgitler karşısında izleyeceği yol ve yöntemler  ortaya konmaktadır.

       Bilgi Bütünlüğünü Kur’an açısından ele aldığımızda vahyin nazil olduğu sosyolojik ortam, toplumsal yapı, o dönemde yaşayan insanların psikolojik durumları, ayetlerin  sebebi nüzûlleri, ayetlerin bize ulaştırılması esnasındaki nakil durumu, ayetleri  Hz. Peygamber (s.a)değerlendirilmesi, ayetleri   sahabenin değerlendirilmesi, ayetlerin  hadislerle birlikte  değerlendirilmesi, bizden önce yaşamış olan alimlerimizin ayetleri değerlendirmeleri ve bu hususta göz önünde bulundurulması gereken her şeyin bir bütün halinde değerlendirilmesidir.

       Günümüzde tefsir ve müfessir için çok muazzam bir birikim, malzeme ve kaynak bolluğu mevcuttur. Bu hazine en güzel şekilde  tümü birlikte değerlendirilmelidir.Tefsirin salt bir rivayet, nakilcilik ve hikaye etme olmayıp, yorumlama; Kur’an’ın lafız ve manaları üzerinde, muteber yöntemlerle kafa yorma, görüşler ve öneriler üretme, “tedebbür”, “ta’akkul” ve  “tezekkür”de bulunma anlamlarını kapsadığından haraketle, kendi çağımızın ihtiyaç ve meselelerini, onların  ibare ve terkiplerini tekrarlamakla değil, ama, onların sorun çözücü , dinamik yöntemlerinden ilham alarak karşılama yoluna girmeliyiz.[6]



[1]  Bakara; 2/31.

[2]  Bakara; 2/120.

[3]  Taha; 20/114.

[4]  Müslim, Fedâilü’s-sahabe, 103.

[5]  Tevbe; 9/124.

[6]  Roger Garaudy, 20.yy Biyografisi,çev.A.Zeki Ünal, Fecr Yayınları,1989,s.292.


0 Yorum - Yorum Yaz


Sakına ONEN

13912744

Bilginin Bütünlüğü Meselesi

 

Bu yazıda “bilginin bütünlüğü” hakkında neler anladığım açıklanacaktır:

1.     Bilginin bütünlüğü ile neyi kastediyoruz?

2.     Bilginin bütünlüğü tabiri ile neleri anlayabiliriz?

 

Derslerde Nedim Hoca’nın söylediklerinden anladığıma göre:

1.     Bilginin bütünlüğü ile “İlim, İrfan ve Hikmet” kelimelerini birbirine bağlı düşünmemiz gerekir. Bu üç tabir bir arada bütünlük oluşturur.Bilginin bütünlüğü ile bunu kastederiz.

2.     Bilginin bütünlüğü ile bu üç disiplinin bir arada uygulanış halini anlamamız gerekmektedir.

 

Sonuç olarak bilgiyi öğrenirken, düşünceleri açıklarken bütünlük unsuruna dikkat etmek zorundayız.

İlim, İrfan ve Hikmet bilginin bütünlüğünü tamamlayan üç önemli şarttır.

Kur’an, Hadis, Kur’an ilimleri için özellikle bu şartlara önem verilir. 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Adı ve Soyadı:  Mehmet UZUN

                                 (Doktora Öğrencisi)

Dönemi           : 2014-2015

Öğrenci No      : 14922717

Konu               : Bilginin Bütünlüğü Hakkında Bir Hülasa

  İslam düşüncesinde bilgi bir bütündür. Bilginin Kaynağı Allah olduğu için, farklı alanlardaki bütün bilgiler teker teker bir bütünün parçalarıdır. Bu Hz. Adem'e yapılan talim-i esma'da da böyledir. Onun için İslam Bilgi sistematiğinde dini ilim, gayr-i dini ilim tasnifi yoktur. Bütün ilimlerin kaynağı birdir.

    Bilgiye bütüncül bakmak, bizi parçalarla uğraşıp, parçalar üzerinden bir sonuca gitmemizi engeller. Bir meseleyi değerlendirirken, o mesele ile ilgili bütün parçaları birleştirerek kesin ve güvenilir sonuçlara ulaşabiliriz.


0 Yorum - Yorum Yaz


Bilginin bütünlüğü:

Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf.

Bilgi bütünlüğü: Bir bilgiyi yorumlarken lazım olan bilgi şümulü.

Bilimsel çalışmalarda kişi herhangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması "bilgi bütünlüğü"ne bağlıdır. Bu bütüncül açı kişiyi hataya düşmekten korur.

Alim olmak bir ilim sahasında ihtisaslaşırken o saha ile irtibatlı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Örneğin tefsir ilmi ile iştigal eden bir kimsenin gramer, tarih, belagat, hadis, senet vb. ilimleri bilmesi gerekir.

Bilim tarihine genel hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin olmadığını müşahade ederiz. Bu bilginler günümüzdekinin aksine, birçok alanda söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.

Günümüz tasnifinde yer alan ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen ayrı ve bağımsız bir özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve fıkıh adeta iç içe gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis kitaplarımızdaki "tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.

Fakat zamanla bu birliktelik ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya başlamıltır.

Gerek tefsir, gerek hadis, gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri aynı şahıslar olduğu dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde söhret bulmuşlardır. 

İslam dininde bilimler her ne kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gigi farklı alanlara ve branşlara ayrılsa da öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen bütün ilimler kur'an'ı merkeze alarak, onun çerçevesinde, ona göre gelişmişleridir. Kur'an ilahi kökenli olması hasebiyle mü'minler için kesin bilgi ifade eder.

Günümüzde dini ilimlerin her birinde mutahassıs olmak oldukça zordur. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kollektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. 

Kaynaklar:

Müslüman kültüründe bilgi bütünlüğü: Aydın kudat

İslam bilimlerinde yöntem, ünite 3

Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir tarihi
0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi