Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)



BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ


Muhammet Ali ÖZER


14922747 DOKTORA


            İslami ilimler kaynağı itibariyle tek bir kitaba dayandığı için, ister akademik çalışma yapsın ister herhangi bir konuyu araştırsın herkesin başvuruda odak noktası Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an her İslami ilmin çıkış noktası olduğu için farklı alanlarda elde edilen bilgiler de bütünlük arz edecektir. Bizler ilmi bir bütünün birbirinden ayrılmaz parçaları olarak görmeliyiz ve çalışmalarımızı yaparken ilgili her alandan en azından haberdar olmalıyız diye düşünüyorum. Zira Kur’an’ın gönderiliş amacını az çok hepimiz biliyoruz. Kur’an kendi üzerinde tefekkür edilmesini isterken sadece tefekkür boyutunda kalmayı istememektedir. Allah bu tefekkürden elde edilen kazanımın hayata yansıması oranında bizlere karşılık vereceğini bildirmektedir. O halde Kur’an bazı ilimlerin üzerinde test edildiği, birilerinin bilgisinin derinliğini etrafına gösterebilmek için fırsat alanı haline getirdiği bir platform olarak telakki edilmemelidir. Bu manada diğer ilimlerin verilerinin de bizler için resmin tamamını görebilmek adına önemli olduğu kanaatindeyim. Teşekkür ederim.



0 Yorum - Yorum Yaz


BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

 

Bilgi kısaca, öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat olarak adlandırılabilir. Aynı zamanda, herhangi bir şeyi birtakım verilerle tanımak veya verilerden yararlanarak kişinin nesnelere yüklediği anlam olarak da tanımlanır.

 Bilgilerin bir bütünün parçalarından müteşekkil olması, bir konuya farklı açılardan bakılmasını gerektirmektedir. Zira bir konuyu kâmilen anlamanın yolu, o konuyu bütün yönleriyle ele almaktan geçmektedir. Bu nedenle, bilgiyle özdeş olan ilimler de aynı şekilde kendisini oluşturan cüzlerin ele alınması ile kâmilen anlaşılabilir.

Dolayısıyla bilimsel çalışmalarda şümullü bir çalışmanın ortaya konması yararlanılan bilgi bütünlüğüne bağlıdır. Bu bütüncül bakış, elde edilen sonuçların mümkün olduğunca hatadan uzak olmasına katkı sağlayabilecektir. Örneğin, tefsir alanında çalışan kişinin gramer, tarih, belagat, hadis ve senet gibi ilimleri bilmesi ona daha doğru bir yorumlama imkânı sunabilecektir.

Evrenin bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi olarak tanımlanan bilimin tarihsel gelişimine bakıldığında, bütüncül bir yapıdan parçalara ayrılarak ve gelişerek ilerlediği görülecektir. Yine bilime bütün olarak bakıldığında, diğer varlıklar gibi alt birimlerden ve parçalardan oluştuğu görülecektir. Dolayısıyla, parçaları teşkil eden müstakil her bir disiplinin bilimin bütününü kuşatamayacağı açıktır.

Öte yandan ihtisaslaşmanın hâkim olduğu günümüzde, insan kabiliyet ve kapasitesi tüm ilimleri ihata etmesi de mümkün olamamaktadır. Bu nedenle, bir insanın bilimi bütün boyutlarıyla bütüncül olarak analiz ve sentez yapmasının zorluğu onu, parçacı yaklaşıma yani bilimin bir yönüne yönelmeye ve ihtisas yapmasına itmektedir.

Bilimin sürekli gelişmeye olan meyli ve doğruya ulaşma çabası, kendi sınırlarını aşarak daha da tekâmül etmeye zorlamaktadır. Bu durum, araştırma yapılan alanda daha bütüncül analiz ve sentezlerin yapılması için bir disiplinin diğer disiplinlerden de yararlanmasının önünü açmaya başlamıştır. Günümüzde “interdisipliner” ya da “disiplinler arası” olarak tanımlanan yaklaşımla bilimler, indirgemeci anlayıştan bütüncü anlayışa geçmeye başlamıştır. İnterdisipliner yaklaşım, bir disiplinin başka bir ya da daha fazla akademik disiplin ile çalışma yapmasıdır. Biyofizik, biyokimya, nöroekonomi gibi alanlar bu yaklaşımın bir sonucudur. Çünkü bu disiplinler birbiriyle bağlantılı ve etkileşim hâlindedir.

İslami bilgiye gelince, hakikatin akıl, tecrübe ve sezgi yoluyla kavranması olarak tanımlayabiliriz. Buna göre, yeryüzü ve gökyüzünün, insanlığın ve tarihin birikimini tahlil eden dinamik bir bilgiyi bu kapsamda anlayabiliriz.

Belirli bir form içerisinde olan İslam ilimleri kendi bünyesinde birleştirici bir özellik taşımaktadır. Dolayısıyla İslam ilimlerinin birbirleriyle çok yakın ilişki içerisinde oldukları görülecektir. Diğer yandan, İslam ilimlerinin zamanla gelişmesi sonucu farklı dallara ayrışmalar olmuş ve hatta farklı medeniyetlere ait bilgiler de dâhil olmuştur. Zira Hz. Peygamber döneminde bütün İslami ilimler bir bütün halindeydi.

Esasen tefsir, hadis, fıkıh gibi İslami ilimlere genel olarak baktığımızda, her birinin Kur’an’ın bir yönüyle anlaşılmasına yönelik ortaya çıktığı görülmektedir. Zira Kur’an’da mücmel ya da mübhem bırakılan hususların hadisler ile tamamlanması; yine Müslümanların sosyal ve bireysel olarak hayatlarını düzene koymaya yönelik kurallar ile ibadet yaşamını düzenleyen hususların yine Kur’an’dan ve akabinde sünnet ve icmadan çıkarılması; öte yandan hadis ve fıkıh verilerinin  yanı sıra siyer, tarih, Arapça gibi ilimlerin verilerinden faydalanan tefsir ilminin bünyesinde barındırdığı bilgileri yine Müslümanların itikadi ve ameli hayatlarında çok önemli bir yere sahip olan kelam ve fıkıh gibi alanlara sunması; bu ilimlerin birbirleriyle olan sıkı ilişkilerini göstermektedir.

Bu ilimlerin birbirleriyle çok yakın ve zaman zaman iç içe bir görüntü sunmasının yanı sıra Hz. Peygamberden nakledilen bir kısım hadislerin Hz. Peygamberin tefsir faaliyeti kapsamında olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sünnet ve hadis bir anlamda tefsir işlevi de görmektedir. Hatta bir kısım hadis kitapları içinde tefsir bir bab olarak da ele alınmıştır. Yine hicri ikinci asırdan itibaren “Ahkam’ul Kur’an” adıyla bir kısım fıkıh konularını ele alan tefsir kitaplarının yazılması da fıkıh ve tefsirin nasıl iç içe olduğunun göstergesidir.  

Hz. Peygamber ve sahabe ile kaynak olarak Kur’an ve sünnet ile başlayan İslami ilimler; hicri 143 yıllarında başlayan ve yaklaşık bir asır süren tedvin asrında, tedvin ve tebvib edilmiştir. Bu dönemde belli başlı ilim merkezi şehirler bulunmaktadır. Bunlar; Mekke, Medine, Şam, Basra, Kûfe ve Yemen’dir. Bu merkezlerde ilimler tedvin işleminden sonra bablara ayrıldı ve bilahare tefsir, hadis, fıkıh, lügat ve tarih ilimleri olarak tasnif edildi. Bu asırda geçmiş rivayetler toplanmakla kalmamış reyler ile Arap kültür mirası zenginleşmeye başlamıştı.

Dolayısıyla kaynak olarak bir olan bu ilimler, daha sonra ihtisas alanları haline gelmiştir. Ancak bu ihtisaslaşma, bu ilimleri birbirlerinden bağımsız olarak koparmadığı gibi sürekli birbirlerine müdahil olmuşlardır. Müfessirler aynı zamanda muhaddis ya da fakih olabiliyordu. Dolayısıyla tefsir faaliyetinde bulunan âlim diğer ilimlere de hâkim idi.

Bu bakımdan, tefsir, fıkıh ve hadis ilimlerini birbirlerinden bağımsız ve ayrı düşünmenin imkânı olmayacağı gibi bu ilimlerin birbirinden kopuk olarak ortaya koyacakları eserler eksik olacaktır.

Geçmişte farklı ilimlere vakıf olan âlimlerin bu avantajlarını ortaya koydukları eserlerinde sergilemelerinin tersine, günümüzde bu imkânlar gerek zaman kıtlığı ve gerekse verilen eğitimin müfredat sorunları nedeniyle bulunmamaktadır. Dolayısıyla ortaya konan çalışmalarda bilginin bütünlüğü çerçevesinde hareket etmek zordur. Ancak günümüzde bu sorun kolektif çalışma ile üstesinden gelinebilecek bir konudur. İlim alanlarına vakıf olmaya çalışmanın yanı sıra, günümüzün avantaj yönleri olarak kabul edilen bilgiye kolay ve hızlı ulaşma imkânları ile birlikte farklı disiplinlerin yapacağı ortak ve kolektif çalışmalar daha doğru, bütüncül ve şümullü eserler ortaya koyabilecektir.

 

 

KAYNAKÇA:

  1. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5566e5fa44b924.65054906

  2. https://en.wikipedia.org/wiki/Interdisciplinarity

  3. Serinsu, Ahmet Nedim. Kur’ân ve Bağlam, Şule yay., 2012,

  4. Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve ilim, çev. İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İst. 1989

  5. İsmail Râci Farukî-Luis Lâmia Farukî, İslâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılâb Yayınevi, İst. 2014

  6. EL-CÂBIRÎ, Muhammed Âbid. Arap Aklının Oluşumu, çev. İbrahim Akbaba, İz Yayınları, İstanbul, 1997.

  7. Yücel, Ahmet. (2014) Hadis tarihi. İstanbul

  8. Keskinoğlu, Osman. (1979)Fıkıh tarihi ve İslam hukuku. Ankara

  9. Demirci, Muhsin. (2014) Tefsir Tarihi. istanbul

 


0 Yorum - Yorum Yaz




0 Yorum - Yorum Yaz


Faruk ÇELİK

15922721

TEFSİR/DOKTORA

23.10.2015

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

İlim tıpkı bir zincirin halkaları gibi birbirine eklenerek büyümekte ve gelişmektedir. İnsanların deney, tecrübe ve uğraşlarıyla gelişme devam etmektedir. Zincirin halkalarının birbirine tutunduğu, destek içerdiği ve bağlantılı olduğu gibi ilim halkaları da birbirini destekler ve birbiriyle bağlantılıdır. Geriye doğru gittiğinizde halkanın tek olduğuna, temelin bir olduğuna ulaşırsınız.

Dini bilginin temeli tevhide dayanır. Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin ortak mesajı tevhittir. Evreni, insanı yaratan Allah varlıkla uyumlu olan ilahi yasaları seçtiği elçileri vasıtasıyla insanlığa bildirmiştir. Hz. Adem’le başlayan ilahi mesaj Hz. Muhammed’le kemale ermiştir. Son gelen mesaj/kitap önceki mesaj/kitapları doğrulayıcı ve koruyucu olarak gelmiştir. Böylece zincirin halkaları tamamlanmıştır.

İslamiyetin ilk yıllarında bilgi Kur’an merkezliydi. Sahabe Kur’an’ı “aşr” halinde öğreniyor, sindiriyor ve hayata tatbikini de uygulamalı olarak yapıyordu. İlimlerin tedviniyle birlikte, ihtisaslaşma başlamış, hadis, tefsir, fıkıh, kelam vb. ilimler ayrı ayrı tedvin ve tasnif edilmiştir.

İlimler farklı şekilde tedvin ve tasnif edilseler de zincirin halkaları gibi birbirine bağlı oldukları ve bir bütünü teşkil ettikleri unutulmamalıdır.

Hangi alanda araştırma yapılırsa yapılsın, bu bütünü gözden kaçırmamamız gerekmektedir. Tefsirle ilgili araştırma yaparken hadis kitapları, siyer kaynakları, fıkhi eserleri de incelememiz gerekmektedir. Zira bu kaynaklarda önemli ölçüde tefsir bilgileri de mevcuttur.


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    23.10.2015

Adı Soyadı: NİZAMETTİN BAYRAKCI

                    Doktora

Dönem: 2015-2016 Güz Dönemi

Öğrenci No: 15922718

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

 

Makalemizin başlığı teşkil eden   bilginin bütünlüğü” terkibinde yer alan kavramları vuzuha kavuşturmak amacıyla biraz irdelemekte fayda mülahaza etmekteyiz. Şimdi bu terkibi biraz açalım. Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bilgi, malumat.Doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevaları.[1]

Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.[2]

İslâmî terminolojide genel olarak el-ilm ve el-ma‘rife terimleriyle ifade edilen bilgi daha ziyade bilen (özne) ile bilinen (nesne) arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır. Aynı şekilde sonuç olarak “bilinmiş” olduğu için bilginin mâlumat kelimesiyle de karşılandığı görülür. Bilenin, yöneldiği konuyu bütün yönleri ve alanlarıyla kuşatıp anlamasına ihata, onu tam olarak kavramasına vukuf, aynı konuda derinleşip uzmanlaşmasına da rüsuh denilmektedir. Bilgide kesinliği ifade etmek üzere kullanılan yakīn terimine karşılık zan, şek (şüphe-reyb), vehim gibi terimler de bilgide kesinliğe yaklaşılan veya uzaklaşılan durumları ifade etmek üzere kullanılır. Bilginin tam zıddı olan bilgisizlik ise cehl kelimesiyle ifade edilir.[3]

Kur’ân-ı Kerîm’e bilginin değeri açısından bakıldığında “bilgide kesinlik” mefhumunun öne çıktığı görülür. İlme’l-yakīn (kesin zihnî bilgi), ayne’l-yakīn (kesin, açık seçik gözlem), hakka’l-yakīn (kesin tecrübe, bilginin yaşanarak tahakkuku) terimlerinin geçtiği âyetler bu bakımdan dikkat çekicidir (bk. et-Tekâsür 102/5, 7; el-Hâkka 69/51). Zan, şek ve reyb terimlerinin de yine “kesinlik” kavramıyla ters yönden alâkalı olduğu hemen farkedilebilir (bk. el-Bakara 2/2; Âl-i İmrân 3/9; en-Nisâ 4/157; el-En‘âm 6/116; Hûd 11/62; İbrâhim 14/10; en-Necm 53/28). Ayrıca bilginin hissî veya aklî idrakle ilişkisini gösteren veya bu iki çeşit idraki özdeş kılan şuur, fehm ve fıkh gibi terimlere de dikkat çekilmelidir (bk. el-Bakara 2/154; el-İsrâ 17/44; el-Enbiyâ 21/79). Kur’ân-ı Kerîm’deki duyma, algılama, düşünme, kavrama, bilme ve inanma hadiselerine ait çok sayıda âyeti bilgi kavramı açısından yorumlamak mümkündür. Bu âyetler, bilgi hakkında ortaya atılabilecek meselelerin disiplinli ve sistemli bir şekilde tahlilini mümkün kılar.[4]

Bilgi, en basit tarifiyle, varlık hakkında insan zihninde oluşan şeydir. Burada bir başka soru akla gelmektedir. Varlık, var olan her şey ise, varlık hakkındaki bilgi bir bütün olarak varlığın genelini mi, yoksa tek tek var olan ve varlığın parçaları olarak eşyaların her birini mi ifade etmektedir? Bu sorunun cevabı da varlığın nasıl algılandığıyla alâkalıdır.

Bilimsel çalışmalarda kişi her hangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması ve iyi meyve vermesi, “Bilgi Bütünlüğü”ne bağlıdır. Çalışmasına bütüncül bir bakışla giriş yapabilmesi de buna bağlı olduğu gibi. Bu bütüncül açı, kişiyi ilim ederken ve işlerken hataya düşmekten korur.

Günümüzde biri, bilgiyi işleyememe, biri de bilgi bütünlüğün etkin reçetesi olan kolektif çalışma ruhu olmak üzere İslam toplumunun iki eksiği bulunmaktadır. 

Bilimler birliği mi Bilimsel tasnifimi? Bir alanda bilgi bütünlüğü iki şekilde sağlanabilir. Biri birden fazla kişinin teşrik-i mesayi etmek suretiyle kolektif çalışma yapmaları. Diğeri ise kişinin çalıştığı alan ile ilgili olan diğer ilimler konusunda da yeteri oranda donanıma sahip olmasıdır. Bir ilim dalının bir çok ilim alanlarıyla girift halde bağlı hale geldiği, bir ilmi sahada yapılan ihtisaslaşmanın bir çok alanda bilgi birikimini zaruri hale getirdiği, ayrıca meşgalelerin alabildiğine sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamanın ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. Bilgi bütünlüğü, özellikle Kuran ilimlerinde, bilimlerin bölünmesini uygun görülmemektedir. Zira Kur’an’ın anlaşılmasında, özellikle Kuranın kendini bağlı addettiği bilimler bütünlüğünü gerektirir.[5]

Geçmiş yüzyıllarda gerek İslâm âleminde, gerekse diğer coğrafyalarda varlık bir bütün olarak ele alınmış; ilim adamları ve mütefekkirler, matematikten fiziğe, tıptan astronomiye varlığın her alanıyla ilgilenip, insan ve kâinat arasındaki münasebetin bütünlüğüne vurgu yapmışlardır. Sadece İbn Sina'nın eserlerine baktığımızda bile, onların geniş bir bilim ve felsefe alanını içine aldığını görürüz. Meselâ; El-Kanun fi't-Tıp (Tıp), Kitabü'l-Necat (Metafizik) , Risale fi-İlmü'l-Ahlâk (Ahlâk), Kitabü'ş-Şifa (Mantık, Matematik, Fizik ve İlâhiyat).

İlk bakışta birbiriyle alâkasız konularda gibi görünen bu eserlerin, aslında varlığın bütüncül bir şekilde algılanmasından dolayı birbiriyle iç içe ve entegre olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum Aydınlanma dönemine kadar devam etmiştir.

18. yy'dan itibaren Batı'da Aydınlama felsefesiyle şekillenen modern bilim anlayışı, bilginin önce farklı dallara göre tasnifinin yapılmasını, daha sonra da, her bilim dalında detaylara inilerek alt uzmanlık alanlarının oluşturulmasını savunur. Sosyal bilimlerde ise -özellikle Fransız Devrimi sonrasında- içtimaî alan; devlet, iktisat ve toplum olmak üzere üçe ayrılmış; bu alanlarla da sırasıyla siyaset, iktisat ve sosyoloji ilgilenmiştir. Bu durum, günümüzde öyle bir hâl almıştır ki, meselâ fiziğin bir dalıyla uğraşan fizikçiler, fiziğin diğer dallarıyla doğrudan ilgilenmez olmuştur. Sosyolojiyle ilgilenen bir kişi; siyaset, spor veya din sosyolojisi gibi pek çok alt alandan sadece biriyle veya birkaçıyla alâkadar olmakta, diğer sahalardan ise, giderek uzaklaşmaktadır. Bu da varlık hakkındaki bilgimizin giderek daha fazla parçalanması problemini beraberinde getirmektedir.

Batı'da 17–18. yy'larda Aydınlanma dönemiyle başlayan önemli bir başka gelişme ise, bilim ve düşüncenin (felsefenin) birbirinden ayrılmasıdır. Bu da din ile bilimin ayrışmasına, hattâ birbirleriyle çatışır gibi algılanmasına sebep olmuştur. Bu şekilde gelişen yeni kâinat algısında ise, Tanrı yerine "akıl", İlâhî bilgi yerine "bilimsel bilgi" konmuştur.

Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu bilim anlayışında, varlığı anlama adına daha detaylı konular çalışılıp derine inilirken, varlığın birbiriyle, en önemlisi de insanla olan bağlantısı ihmal edilmektedir. Neticede varlık âlemi bir bütün olarak görülememekte, elde edilen "parçalanmış bilgi", teknolojiyi ilerletme dışında insanoğlunun pek de işine yaramamaktadır.

Aslında bilimlerin dallandırılması menfî bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mânâ münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Yüce Yaratıcı'nın (celle celâluhu) ilim, kudret, hikmet ve sanatını mikro ve makro âlemlerde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.

Son yıllarda bu durum, başta Batı olmak üzere, dünyada yaygın şekilde tenkit edilmeye başlanmış ve bunun neticesinde, farklı bilim dalları arasında etkileşimi ifade eden "disiplinler-arası çalışma" kavramı ortaya çıkmıştır. Yani iktisat tarihle, tarih sosyolojiyle daha yakınlaşır olmuştur. Aynı şekilde fizik, kimya ve biyoloji de birbirlerine giderek daha fazla yaklaşmıştır. Meselâ fizik, kimya, biyoloji gibi farklı sahalarda, çalışmalar nano-teknoloji boyutunda yürütüldüğünde, bu bilimler arasındaki sınırlar kalkmaktadır. Dolayısıyla, eğer varlık âlemine, Yaratıcı (celle celâluhu) hesabına bakmayı başarabilirsek, ilimler arasındaki bu yakınlaşma bizi bütüncül bilgiye götürecektir.

Günümüzde ilmî çalışmalar, varlığın daha küçük parçasına ait bilgi edinmek mânâsına gelen "parçalanmış bilgi" yerine, daha "bütüncül bilgi"ye (holistic knowledge) doğru değişim göstermektedir. Bu ise, fiziki âlemin daha bütüncül bir şekilde incelenmesi ve anlaşılması neticesini doğurmaktadır. Bir başka ifadeyle, bugüne kadar yan yana incelenmesi "bilimsel" kabul edilmeyen üç temel varlığın, yani insan, dünya ve uzayın bir arada ve bir bütün olarak incelenmeye başlanması mânâsına gelmektedir. Tıpkı İbn Sina ve çağdaşlarının zamanında olduğu gibi. Oysa bu hakikat, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından "ilmin kapısı" yani referans/başlangıç noktası olarak vasıflandırılan Hz. Ali'nin (ra): "İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı." sözüyle asırlar önce ifade edilmişti. 

Modern bilim, varlığı araştırmaya yanlış bir "nokta"dan başlamıştır. Günümüzün "Yeni İnsan"ına düşen en önemli vazifelerden biri, bütüncül bilgiyi oluşturmak ve "nokta"yı tekrar elde etmektir. Bu açıdan üniversite ve araştırma merkezlerinin en temel misyonu, Aydınlanma felsefesinin ürünü olan eski bakış açısını devam ettirmek ve yaşatmak değil; varlığın üç temel kategorisi olan insan, dünya ve kâinatı, Yaratıcı (celle celâluhu) adına yorumlamak olmalıdır. [6]

 

Müslüman bütüncül bir bilgi birikime sahip olmalıdır.  Özellikle kalp ve vicdanı aydınlatan dini ilimler söz konusu olduğunda bu manadaki bütüncül bakış açısı ve bilinç  önem arz etmektedir.  Zira dini ilimlerde bütünlükten hakikat doğar.  Bu noktadaki eksiklik ya şüphe ve hilelere yada taassup ve dünyadan kopmaya, yalnızlaşmaya yol açar. Müslümanların heyulalarını süsleyen bu ideal bütünlük ümmetin sorunlarını çözen içtihat ölçüsüydü. Kurgulanan böyle bir donanım, bir ilim dalının bir çok ilim alanlarıyla girift halde iç içe olduğu, ayrıca meşgalelerin alabildiğine hayatın her tarafını sarmaladığı günümüzde ferdi bazda gerçek manada bilgi bütünlüğü sağlamak ulaşılabilir zor bir meziyettir. Zira ilim dallarının geliştiği günümüz şartlarında bir kişinin bütün ilimleri ihata etmesi imkan dışıdır. Bunun yerine aynı amaç ve ideali paylaşan birden fazla kişinin kolektif çalışması bu meziyeti kazandıracak bir metot olabilir. İlim, irfan ve hikmet ayakları üzerinde mebni olan ideal Müslüman kültüründe bilgiyi işleyememe eksikliği kolektif çalışma şuuruyla mümkün hale gelebilir.

 



[1] DİA, c.6, s. 157.

[3] DİA, c.6, s. 157.

[4] DİA, c.6, s. 158.

[6] Sinan Karakoçak http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/bilginin-butunlugu-agustos-2014.html

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Bilginin Bütünlüğü Üzerine…

Sosyal Bilimlerde süje ve obje arasındaki bağ olarak tanımlanan bilgi, Kur’an’ a geldiğinde çok daha başka bir manaya gelebiliyor. Buna en büyük kanıt, zumer suresi 9.ayetinde gösterir kendini.Burda bilenlerle bilmeyenler bir olmaz derken ayetin arkasında gece teheccüd namazına kılan müminlerden bahseder.Bu demek oluyor ki, Kur’an bilgi denince doğrudan salih ameli kastediyor. Peki başka ayette bilgi!? Mesela bir diğer ayette ‘size bilmediğinizi öğreten bir Peygamber… ’ ifadesi ise bilginin gaybi malumatı manasını taşır. Bir diğer ifade de ise ‘ …bilmediğin şeyin ardından gitme çünkü kafa göz ve kalp onlardan sorumludur’ diyerek de dünyevi malumat manası taşır. Daha ilk basamak da –bilginin tanımı- bütünlük ile okuma prensibine uymak zorunda kalıyoruz. Bütünlük bir diğer adıyla holistik bakış açısı bir meseleyi anlamada veya ilmi çalışmaları doğru ve sağlam ilerletmek için hayati bir yere sahiptir. Özellikle Kur’an gibi bir kitabı yani hitap ve metin denkleminde kalan bir kitabı. Hatip-muhatap, zaman-mekan, vakıa, insanın durumu meselelerini ele alınca bütüncül okumanın da değeri anlaşılıyor. (Bu konuda Halis Albayrak’ın Kuran’ın bütünlüğü kitabına ayrıca Mustafa Öztürk ün Kur’an mealleri çalışmasına bknz.)

Bilginin bütünlüğü derken birbirinden bağımsız gibi görünen bir çok ayetin aynı şemsiye altında okunması ve değerlendirmesi gerektiğini iddia ediyoruz.Sözgelimi Kur’an’daki savaş ayetleri tamamen holistik bakış açısıyla okunmak zorundadır.Bunun aksi birçok meseleyi yanlış ,hatalı izah etmek olur. Zamanın mekanın değişmesini göz önünde bulundurursak tefsir de ki sebeb-i nuzülü anlamanın böylece Kur’an metodolojisini kurarken nelere dikkat etmemiz gerektiğinin tekrar idrakine varmış oluruz.

Bilginin bütünlüğü derken sadece bir kitaba yoğunlaşmayı da kastetmiyoruz. Mesela fi tarihinde kaleme alınan bir kitaptaki x maddesini anlamaya çalışıyor isek burada yapılması gereken o kitaptaki manayı yine kitabın içinde aramaktır. İkinci yöntem ise x maddesinin sözlüklerde geçen anlamına vakıf olmaktır. Daha sonra ise o dönemin insanlarının x maddesini nasıl anladıklarıdır. Burda ‘ne dedi?’ ve ‘ne demek istedi?’ altın kuralını da es geçmemek lazımdır.Ayrıca bu x maddesini araştırırken başka bilimlerden de yararlanmak tabiidir.

Felsefi bir meseleyi, sosyoloji ve psikolojiden ;dini bir meseleyi ise tarihten bağımsız okumamak gibi.

Kur’an’ı yine merkeze alarak meseleyi vuzuha kavuşturmak icap ederse, bir diğer misal Hz.Peygamber (a.s) ın örnekliği ve siyeri ile Kur’an arasındaki ilişkiyi kavramaktır.Hz.Peygamber, kur’an ı bize ileten Örnek İnsandır. Bazen bizzat kendisinin yaptığı amellerden dolayı Allah, ayet gönderek onu bazı meselerde takdir, bazı meselerler de ise tahzir etmiştir. Hz. Peygamberin kişiliği, ahlakı bilinmeden bu ayetlerin izahı çok güçtür.Abese suresi ve Ahzap suresi bu konuda verilecek örneklerdrndir. Yine sahabilerin durumu onların yaşadıkları vakıalar da anlama da önemli bir yer tutar.

Bir diğer mesele o dönemin sosyo- ekonomik durumuna vakıf olmaktır. Tarihsel durumu kavramak ile ancak doğru ve sağlam bir yol izleyebiliriz. Sözgelimi Kur’ an da bir çok yerde müşrikler, münafıklar, Yahudiler, Hristiyanlar dan bahsetmektedir. Bu gruplar hakkında bilgi sahibi olunmadan holistik bir okuma sağlanamaz. Onların toplumdaki konumlar, ekonomik durumları, entelektüel yönleri vs.

Bu kısa izah ile bilginin bütünlüğü ve Kur’an mevzuunu tartştık.Bilginin kendi içinde bütünlüğü taşıdığından başlayarak, kur’an üzerinden örneklerle izah etmeye çalıştık. Muvaffakiyet Allah’tandır.


0 Yorum - Yorum Yaz

bilginin bütünlüğü    06.11.2015

 

 

Adı ve Soyadı: Habib BAYGIN

Öğrenci No: 14952703 (B.DOKTORA)

Dönem: 2014/2015 GÜZ DÖNEMİ

Konu: Bilgiinin Bütünlüğü

 

Bilimsel çalışmalarda kişi her hangi bir alanda çalışma yaparken çalışmasından bütüncül bir sonucun ortaya çıkması ve iyi meyve vermesi, “Bilgi Bütünlüğü”ne bağlıdır. Çalışmasına bütüncül bir bakışla giriş yapabilmesi de buna bağlı olduğu gibi. Bu bütüncül açı, kişiyi ilim ederken ve işlerken hataya düşmekten korur. İslam dinine müteallik gerek Kur’an, Sünnet  gibi asli ilimler olsun gerek gramer, edebiyat gibi fer’i veya tamamlayıcı diğer ilimlerde olsun, bütün ilimlerin girizgahlarında o ilmin tanımı yapılırken “hata Yapmama” veya “Kişiyi Hata Yapmaktan Koruma” şeklindeki gaye-ı illiye’ye vurgu yapıldığını görmekteyiz. Onun için özellikle İslam kültür tarihinde, kadim bir gelenek olan medrese ilimleri öğrenme hiyerarşisine henüz maddi ve suri ilel’ler aşamasında bile fail ile’sinde bu gaye-ı illiye’ye hassasiyetle uyulduğunu görmekteyiz. Bu şuur ve ideal  “Alim” kavramıyla benzeşmektedir. Zira Alim olmak bir ilmi sahada ihtisaslaşırken o saha ile lüzumlu irtibatı olan ilimlerde de yeteri oranda bilgi birikimini gerektirir. Tabi ki, bu vasfın fikri, ahlaki, içtimai gibi mütemmim  yanları da vardır. Kişiyi, ilmi sahasında bilgiyi işlerken, pratiğe yansıtırken hataya düşmekten korur.  Bilgi bütünlüğüne misal, bir kişi tefsir alanında ihtisaslaşmaya dönük bir çalışma yaparken mesela gramer, tarih, belağat, hadis ve senet gibi ilimleri bilmelidir.

            Bilgi: Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf. İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat.

                Kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü. İnsana ilişkin bir kavram olarak kültür, tarih içerisinde yaratılan bir anlam ve önem sistemidir. Bir grup insanın bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenlemede ve yapılandırmada kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir

             Bilgi Bütünlüğü: Bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken, lazım olan bilgi şümulüdür. Ayrıca bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur.

            Müslüman Kültürü: Tarihi seyir içerisinde İslam dininin Müslümanlara bıraktığı maddi ve manevi miras zenginliğidir. Bu zengin miras Müslüman olan bütün kavimlerin ortak eseridir. Müslüman kültürü ilmiyle, imanıyla ameliyle bir bütündür. Bu bütünlüğü ilim, irfan ve hikmet şeklinde formülize edenler de vardır.

         

                  Müslüman kültüründen ve pratik hayatından müşahhas bir misal vermek gerekirse; Müslüman’a yapılması farz olan bir şeyi, onu yerine getirebilmek için bilgi donanıma sahip olması üzerine farzdır.    Farz olan namazı hakkıyla eda etmek için bu ibadetinin bütünlüğünü sağlayan erkan ve şartlarını bilmek ve yerine getirme de farzdır.

            Kuran’ın muhatabı olan bizler Kuran’ın tefsiri ile ilgilenirken bilginin bütünlüğü Kuran’ın doğru anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Kuran üzerine araştırma yapan bir insan ele aldığı bir konuyu incelerken bütüncül bir anlayışla değerlendirmesi gerekmektedir. Kuran naslarının bütünlüğü konusu müfessir ve araştırmacıların görmezden gelemeyecekleri bir konudur. Zira Kuran dikkatle incelendiği zaman görülecektir ki onu oluşturan parçalar en küçüğünden en büyüğüne kadar birbiri ile bağlantılı bir yapı oluşturmaktadır. Bir başka ifade ile Kuran’ın parçaları yerine göre birbirini tamamlayan yerine göre birbirini açıklayan nitelikleriyle ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır. Bundan dolayı eş-Şatıbi Kuran’ın bütünlüğü bağlamından hareketle  sözgelimi namazın farziyetini sadece ‘namaz kılınız’ şeklindeki ilahi emirlerden değil namazla ilgili Kuran’da yer alan bütün delillerden çıkarmaktadır

Kuran tefsir edilirken bilginin bütünlüğünün ifade ettiği diğer bir anlam ise,yukarda anlatılan tarihi süreçte ortaya konan tefsir literatürü araştırılarak ve dikkate alınarak Tefsir çalışmalarının yapılmasıdır. Yani kuran yorumcusunun Kuran’ı doğru anlayıp anlamlandırması indiği dönemden günümeze kadar yapılmış çalışmaları incelemesi ilk muhatapların anladığı manaya ulaşması, yapılan çalışmaları araştırmasına bağlıdır. Yorumcu bu çalışma esnasında tarih içerisinde ayetlere Hz. Peygamber efendimizden ve sahabi neslinden itibaren müfessirlerin yapmış olduğu tefsirlerin, yorumların hangilerinin tarihi ve dönemsel ve yerel olduğunu ve hangilerinin evrensel ve tutarlı olduğunu tespit etme fırsatını elde etmiş olacaktır. 

       .

           Sonuç olarak   Müslüman ve İslami alanda ihtisas yapacak olan  akademisyenlerin ve araştırmacıların  bütüncül bir bilgi birikimine  sahip olmaları gerekir. Çünkü İslami ilimlerin tamamı birbiriyle yakından ilişkilidir. Nitekim bütün İslami ilimlerin ana kaynağı Kuran ve ilahi muradın anlama  ameliyesi  olan  Tefsir olunca  Bilginin Bütünlüğü daha da önem kazanmaktadır. Zira diğer İslami ilimlerin tamamı ya kuranın anlaşılması için  birer araç ya da Kuranı anlama tekniklerini öğretmeyi gaye edinmiş amaçlardır.

 


[1]Faruki, İsmail Raci, İslam Kültür Atlası, çev: M.Okan Kibaroğlu,Zerrin Kibaroğlu, İnkılab Yay.

[2] Demirci,Muhsin, Tefsir Usulü, İFAV, İstanbul 2013

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Öğrenci Adı ve Souadı          :Hacı Ekbar FERGANİ

Öğrenci No                            : 15922720

Bölümü                                  :DOKTORA

Dönem                                   :2015-16 güz

Konu                                     :BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

           

 Bilgi sözlükde ‘öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen malumat’ manasını ifade eder. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre ise bilgi:”Bir şeyin hakikatini idrak etmek” ve “Mâlum olanın, olduğu hâl üzere bilinmesidir.”

Bilginin bütünlüğü ise, bir konuyu anlamak ve anlamlandırmak için lazım olan bilgilerin tamamı demektir.Bu bilgiler o konu hakkında araştırmacının çağdaşları tarafından ortaya konan yeni bilgileri kapsadığı gibi daha önce ortaya konmuş bilgileri de içine almaktadır.

Diğer ilimlerde olduğu gibi, tefsir alanında da ilmi bir araştırma ortaya koyabilmek; o alanda yapılan çalışmaları araştırmak, Kur’ân’ın  nazil edilmesinden günümüze kadar geçen tarih içerisinde, ortaya konulmuş olan mirası, bütüncül bir anlayışla değerlendirmekle mümkündür. Aksi takdirde yapılan çalışma, zan ve tahminlerden elde edilmiş nazariye olmaktan, başka bir anlam ifade etmeyecektir. Ayrıca meseleyi bütüncül bir yaklaşımla ele almak, bilgiyi elde ederken yanlış anlamlardan ve değerlendirmelerden kurtulmamıza büyük katkı sağlayacaktır.

Yüce kitabımız Kur’ân’ı bütüncül olarak değerlendirebilmek için, asr-ı saadetten günümüze kadar geçen zaman dilimini ele almak durumundayız. Asr-ı saadette Hz. Peygamber’in, bir taraftan kendisine vahyedilen Kur’ân bölümlerini muhataplarına okuduğunu, diğer taraftan manası anlaşılamayan hususları açıklayarak tebliğ ettiğini görmekteyiz. Peygamber(s.a.v.) bazı vesileler ile hem onlara anlayamadıkları ayetlerin manalarını açıklıyor, hem de ameli hükümlerin uygulanış biçimlerini göstererek onlara rehberlik ediyordu. Dolayısıyla yüce kitabımız kur’an hem tefsiri hem de uygulanması yönünden en güzel şekilde ashaba aktarılıyordu.

Sonuç olarak : tefsir alanında çalışma yapmak isteyen meseleye bütünüyle  yaklaşmak lazım. Böyle yaklaşımında ilk başta hadis, ashab-ı kiram, tabiin,ve tebei tabiin olmak üzere, günümüze kadar gelmiş olan büyük tefsir mirasını incelemek yer almaktadır. Yanı 23 yıllık vahiy sürecini,esbab-ı nuzül ve konu ile ilgili ayetlerin tamamını dikkate almak ve Kur’ân’ın nazil olmasından günümüze kadar,nesilden nesile Kur’ânı anlama ğayretlerinin sonucu olarak ortaya konan Tefsir litaratürünü dikkate almak gerekir.     



0 Yorum - Yorum Yaz

ihtilaf    29.11.2015

İHTİLÂF                                                                                                          HİKMET KIRATLI

                                                                                                                     DOKTORA/ 15922719

 

(الإختلاف)

Bir meselede ayrı ayrı görüşlerin ortaya çıkması anlamında terim.

Sözlükte “geride kalmak ve biri diğerinin yerine geçmek” anlamındaki half kökünden türeyen ihtilâf, masdar ve isim olarak “bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak, görüş ayrılığı, anlaşmazlık” gibi mânalara gelir. Bütün bu anlamlarda çeşitli fiil kalıpları ve türevleriyle Kur’an’da birçok yerde geçen kelime hadislerde de aynı anlamlarda kullanılmıştır (Wensinck, el-MuǾcem, “iħtelefe” md.). Terim olarak ihtilâf, “söz veya davranışta birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak” demektir. Bedreddin el-Aynî ihtilâfı “her kişinin kendi başına bir görüşe sahip olması” şeklinde tanımlar. İhtilâf ve hilâf terimleri bazan benzer veya eş anlamlı olarak kullanılırsa da aralarındaki ince fark genellikle korunmaya çalışılmıştır. İhtilâfın daha çok “farklı bir görüşe sahip olma, farklı görüşlerden birini benimseme” anlamı taşımasına mukabil hilâfın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği söylenebilir. Buna göre ihtilâf maksat aynı olmakla birlikte yöntemin farklı olmasını, hilâf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder. Bir diğer tanıma göre de delile dayanmayan aykırı görüşe hilâf, delile dayanana ise ihtilâf denmiştir .

Yaratılıştan olması bakımından “tabii ihtilâf” diye de adlandırılabilecek olan cinsler ihtilâfı varlıkların zatlarına ilişkin farklılıklardır. Bu tür ihtilâfın dünya ve âhiret nizamının esasını teşkil ettiğini belirten bazı âlimlere göre, “Ümmetimin ihtilâfı rahmettir” hadisi (belli bir senedi bulunmayan bu söz için bk. Aclûnî, I, 64-66), ümmetin fertlerinin ilimler ve sanatlar konusunda farklı eğilimlere sahip olmalarını ifade eder.

Fıkıh ilminde ihtilâf icmâ ve ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta, Kur’an ve Sünnet’in temel ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, “müctehedün fîh” denilen ictihada açık konularda muhtelif sebeplerle ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir. İhtilâfın sonuçları usûl-i fıkıhta çeşitli açılardan ele alınmış olup bu çerçevede aynı konuda farklı sonuçlara ulaşan müctehidlerden yalnız birinin mi hepsinin mi isabet etmiş sayılacağı, isabet etmeyenlerin günahkâr olup olmadığı (bk. İCTİHAD), mukallidin istediği ictihadı benimsemesinin yahut mezheplerin ruhsatlarını araştırıp uygulamasının cevazı ve yanlış ictihada uymaktan kaçınmak için ihtiyaten herkesin birleştiği şeyleri yapmanın müstehaplığı (mürâât-ı hilâf) gibi konular anılabilir.

İslâm tarihinde ortaya çıkan ilk ihtilâfın Sakīfe günü halife seçiminde yaşanan, bazı uygulamaları sebebiyle Hz. Osman’ın hilâfetinin son günlerinde ortaya çıkan, Resûl-i Ekrem’in vefat edip etmediği ve ardından nereye defnedileceği konusunda veya Hz. Peygamber’in ölüm döşeğinde iken tavsiyelerini yazdırmak üzere kâğıt kalem istemesi ve Hz. Ömer’in hastalığın etkisiyle bu istekte bulunduğunu söylemesi üzerine yaşanan ihtilâf olduğuna dair çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de bu ilk ihtilâf tartışmasının bütün İslâm toplumunu ilgilendiren ayrılıklar etrafında yapıldığı anlaşılmaktadır.

İslâmî ilimlerin teşekkül etmeye başlamasıyla fıkhî ihtilâfların bilinmesi fıkıh ilminin bir gereği olarak görülmüştür. İlmi icmâ ve ihtilâf olmak üzere iki kategoride ele alan İmam Şâfiî müctehidin muhalifini dinlemekten kaçınmaması gerektiğini, onu dinlemesi halinde farkında olmadığı şeylerin farkına varıp düşüncesini daha sağlamlaştıracağını belirtir (er-Risâle, s. 40). Ona göre müctehid, muhalifinin neye dayanarak görüş ileri sürdüğünü ve terkettiği görüşü niçin terkettiğini anlamak için gayret sarfetmeli ve insaflı olmalıdır ki kendi kabullendiği görüşün benimsemediği görüşten üstünlüğünü anlayabilsin.

Dinin fürû meselelerinde ihtilâf yasaklanmış değildir. Belli bir konuda insanların farklı durumlarına göre farklı hükümler koyan naslar bulunduğuna göre bu tür konularda görüş ayrılıklarına yol açacak ictihadın câiz olması imkânsız değildir. İhtilâfın tamamı kötü olsaydı şeriatın naslarda açıkça belirtilen ahkâmında ihtilâfın da câiz olmaması gerekirdi. Nasta emsali câiz olan ictihadda da câizdir (Cessâs, Aĥkâmü’l-Ķurǿân, II, 314).


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    07.12.2015

Bülent EROĞLU

Doktora Öğrencisi

Tefsir Bölümü No: 15922722

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

  Bilgi, en basit tarifiyle, varlık hakkında insan zihninde oluşan şeydir. Terim anlamı itibarıyla ise; insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü,  öğrenme ve  araştırma yolu ile elde edilen gerçeğe erişme olarak ifade edilmektedir.

Bilgi bütünlüğü: bir konuyu anlamlandırırken, lazım olan  bilgi şümulüdür. Bilgi bütünlüğü; bilginin saklanması veya iletilmesi sırasında içeriğinin herhangi bir şekilde değişikliğe uğramamış olması durumudur. Dolayısıyla bilginin bütünlüğü denince akla şey, alt dallara ayrılan ve ayrıldıkça artışa neden olan bilgi verilerinin bütünden uzaklaşmamasıdır. Bilgilerin bir bütünün parçalarından müteşekkil olması, bir konuya farklı açılardan bakılmasını gerektirmektedir. Zira bir konuyu kâmilen anlamanın yolu, o konuyu bütün yönleriyle ele almaktan geçmektedir. Bu nedenle, bilgiyle özdeş olan ilimler de aynı şekilde kendisini oluşturan cüzlerin ele alınması ile kâmilen anlaşılabilir. Dolayısıyla bilimsel çalışmalarda şümullü bir çalışmanın ortaya konması yararlanılan bilgi bütünlüğüne bağlıdır. Bu bütüncül bakış, elde edilen sonuçların mümkün olduğunca hatadan uzak olmasına katkı sağlayabilecektir.      

İslami bilgiye gelince, hakikatin vahiy, akıl, tecrübe yoluyla kavranması olarak tanımlanabilir. Zaten bu bağlamda islami ilimler akli ve nakli olmak üzere iki kısma ayrılmış, Kur’an ve Sünnete dayalı ilimler, nakli ilimler; müspet verilere dayalı ilimler ise akli ilimler olarak sınıflandırılmıştır.

Kur’an ve sünnet ile başlayan İslami ilimler; hicri 2. asırda tedvin edilmiştir. Bu dönemde belli başlı ilim merkezlere oluşmuş ve bu merkezlerde ilimler tedvin işleminden sonra bölümlere ayrılmış ve bilahare tefsir, hadis, fıkıh, lügat ve tarih ilimleri olarak tasnif edilmiştir.

Dolayısıyla kaynak olarak bir olan bu ilimler, daha sonra ihtisas alanları haline gelmiştir. Ancak bu ihtisaslaşma, bu ilimleri birbirlerinden koparmadığı gibi sürekli birbirlerine müdahil olmuşlardır. Müfessirler aynı zamanda muhaddis ya da fakih olabiliyordu. Dolayısıyla tefsir faaliyetinde bulunan âlim diğer ilimlere de hâkim idi.

Bu bakımdan, tefsir, fıkıh ve hadis ilimlerini birbirlerinden bağımsız ve ayrı düşünmenin imkânı olmayacağı gibi bu ilimlerin birbirinden kopuk olarak ortaya koyacakları eserler eksik olacaktır.

Sonuç olarak elde edilen bilginin çokluğu ve karmaşıklığı karşısında bu verilen bütüncül bir şekilde değerlendirilerek somut faydalar sunmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Bu da bilginin bütünlüğünü gerekli kılmaktadır. Yoksa çok fazla, sınırları belirsiz, karmaşık ve bir netice ortaya koymayan bilgi verisi pratikte bir anlam kazanmayacaktır.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Abdulalim DEMİR

Tefsir doktora öğrencisi

Öğrenci No:149 227 50


             Bilimi, bilim insanları tarafından inşa edilen bir duvara benzetirsek, bilgi parçaları bu duvarı oluşturan tuğlalara benzer. Bilim insanının, tabiatta saklı tuğlaları ortaya çıkarıp, onlardan yeni bir duvar inşa ederken, tuğlalar üzerinde diğer insanlardan detaylı düşünmesi beklenir. Bu sebeple bilginin tarifi, ilmî çalışmadan önce gelmektedir. Eğer ilmî çalışmaya başlarken, kendi tarifinizi yapmıyorsanız, genel-geçer bilgi ve bilim tariflerini zımnen kabul etmiş ve kullanıyorsunuz demektir. Bu durumda, yapılan ilmî çalışma, konusu ne olursa olsun, bu bilgi ve bilim anlayışına hizmet eder. Günümüzde kabul gören bilgi ve bilim anlayışı Aydınlanma felsefesi tarafından şekillendirilmiştir.

            Geçmiş yüzyıllarda gerek İslâm âleminde, gerekse diğer coğrafyalarda varlık bir bütün olarak ele alınmış; ilim adamları ve mütefekkirler, matematikten fiziğe, tıptan astronomiye varlığın her alanıyla ilgilenip, insan ve kâinat arasındaki münasebetin bütünlüğüne vurgu yapmışlardır.


              İlk bakışta birbiriyle alâkasız konularda gibi görünen bu eserlerin, aslında varlığın bütüncül bir şekilde algılanmasından dolayı birbiriyle iç içe ve entegre olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum Aydınlanma dönemine kadar devam etmiştir.

              Bilimlerin giderek daha fazla alt-dala ayrılması, ilerlemenin en önemli kıstası kabul edilmiştir. Bu bilim anlayışında, varlığı anlama adına daha detaylı konular çalışılıp derine inilirken, varlığın birbiriyle, en önemlisi de insanla olan bağlantısı ihmal edilmektedir. Neticede varlık âlemi bir bütün olarak görülememekte, elde edilen "parçalanmış bilgi", teknolojiyi ilerletme dışında insanoğlunun pek de işine yaramamaktadır.

             Aslında bilimlerin dallandırılması menfî bir şey değildir. Elbette, bilim ve teknoloji ilerledikçe bu olacaktır. Burada önemli olan husus, izlenecek yolun bütünden uzaklaşmaya yol açmamasıdır. "Bütün"le olan mânâ münasebeti koparılmadan çalışılacak yeni bilim dalları, bizi varlığın yaratılmasında, Allah (cc)’ın ilim, kudret, hikmet ve sanatını mikro ve makro âlemlerde müşahedeye götüreceğinden, müspet neticelere vesile olacaktır.


            Son yıllarda bu durum, başta Batı olmak üzere, dünyada yaygın şekilde tenkit edilmeye başlanmış ve bunun neticesinde, farklı bilim dalları arasında etkileşimi ifade eden "disiplinler-arası çalışma" kavramı ortaya çıkmıştır. Yani iktisat tarihle, tarih sosyolojiyle daha yakınlaşır olmuştur. Aynı şekilde fizik, kimya ve biyoloji de birbirlerine giderek daha fazla yaklaşmıştır. Meselâ fizik, kimya, biyoloji gibi farklı sahalarda, çalışmalar nano-teknoloji boyutunda yürütüldüğünde, bu bilimler arasındaki sınırlar kalkmaktadır. Dolayısıyla, eğer varlık âlemine, Allah (cc) hesabına bakmayı başarabilirsek, ilimler arasındaki bu yakınlaşma bizi bütüncül bilgiye götürecektir.


             Günümüzde ilmî çalışmalar, varlığın daha küçük parçasına ait bilgi edinmek mânâsına gelen "parçalanmış bilgi" yerine, daha "bütüncül bilgi"ye (holistic knowledge) doğru değişim göstermektedir. Bu ise, fiziki âlemin daha bütüncül bir şekilde incelenmesi ve anlaşılması neticesini doğurmaktadır. Bir başka ifadeyle, bugüne kadar yan yana incelenmesi "bilimsel" kabul edilmeyen üç temel varlığın, yani insan, dünya ve uzayın bir arada ve bir bütün olarak incelenmeye başlanması mânâsına gelmektedir. Tıpkı İbn Sina ve çağdaşlarının zamanında olduğu gibi. Oysa bu hakikat, Peygamber Efendimiz (sav) tarafından "ilmin kapısı" yani referans/başlangıç noktası olarak vasıflandırılan Hz. Ali'nin (ra): "İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı." sözüyle asırlar önce ifade edilmişti.


              Modern bilim, varlığı araştırmaya yanlış bir "nokta"dan başlamıştır. Günümüzün "Yeni İnsan"ına düşen en önemli vazifelerden biri, bütüncül bilgiyi oluşturmak ve "nokta"yı tekrar elde etmektir. Bu açıdan üniversite ve araştırma merkezlerinin en temel misyonu, Aydınlanma felsefesinin ürünü olan eski bakış açısını devam ettirmek ve yaşatmak değil; varlığın üç temel kategorisi olan insan, dünya ve kâinatı, Allah (cc) adına yorumlamak olmalıdır.


0 Yorum - Yorum Yaz

Bilginin Bütünlüğü    19.12.2015

Bilginin Bütünlüğü

Adı ve Soyadı: İdris Sami Sümer

Öğrenci No: 14922749 (B.DOKTORA)

Dönem: 2015/2016 GÜZ DÖNEMİ

Konu: Bilginin Bütünlüğü

 

 

http://www.dil-bilgisi.net/wp-content/uploads/2014/12/Karikatur-Yorumlama.jpg

Yaratan ile yaratılanlar arasındaki epistemolojik farklardan birisi, parçayı ve bütünü okuma ve değerlendirme farkıdır.

Yaratıcının ilmi her şeyi kuşattığı için her şeyi doğru okur ve mutlak hakikati ifade eder. Yaratılanlar ise bütünü okumaktan acizdir. Bütünün okunamaması sorunu biz insanlar için çoğu zaman hatalı yargılar ve sonuçlar peyda eder.

Esasen bu problem, sadece insan cinsi için değil şeytan ve melekler için de geçerlidir. Kur’an-ı Kerim’in verilerine göre insanın yaratılış aşamasında ve vücuda gelmesinde üç farklı sınıf değerlendirme okuması yapmış ve parçacı okuma üçünü de yanıltmıştır. Melekler, muhtemelen insan cinsinin hammaddesinebakarak bu yeni varlığın maddi yapım taşları olan karbon, demir, bakır vb. maddelerden insanı değerlendirmeye kalkmışlar ve yanılmışlardır. Şeytan da insanı ve onun yapım taşlarını okumuş ve insanın değerini takdir etmekte yanılmıştır. İnsan (Adem ve Havva) yaratıldıktan sonra kendilerine verilen görev ve değeri parçacı okumuş ve onlar da yanılmışlardır. Allah Teala, insan, melek ve şeytan arasında dönen bu süreçte olayları bütün okuyan olduğu için karar ve hükmünde yanılmamıştır.

Bilginin bütünlüğü ifadesi insan cinsi için oldukça zor bir durumdur ama elde edilmeye değer önemli bir nimettir. İnsanlar, olay ve olguları kendi çevrelerinden, durdukları yerlerden, bilgi, birikim ve tecrübelerinden okurlar. Bu durum insan cinsi için zamanın, mekanın ve şartların getirdiği tabii bir zorunluluktur. Fakat insanın potansiyeli durmaya ve duraklamaya değil ilerlemeye ve genişlemeye kurgulanmıştır. Kâinat nasıl her geçen zaman genişleyip ilerliyorsa[1] insan da iradeli varlık olarak bunu başarabilir.

Kendi zindanlarını yıkabilen insanlar, ilim ve bilim faaliyetlerinde bütüncül okumaya en fazla yaklaşan insanlar olur. İnsan kendini ( ve düşüncelerini) merkeze koyar ve çevreyi kendi merkezinden okursa değerlendirmelerinin çapı ve doğruluğu ancak kendi merkezinin kalibresi kadar olur. Fakat kendini merkeze almak yerine hakikati merkez edinirse bilgi, söylem ve eylemlerinin parçalı hali bile hakikat bütününden bir iz taşır. Burada Celalettin Rumi’nin insan ve çevre üzerine verdiği bir metaforu zikretmek istiyorum. Bir gün bir süvari atıyla yolculuk yaparken çamurluk bir alandan geçerler. At bir ayağını çamura basar ve çamurda atın ayak hacmi kadar bir çukur oluşur. Bu çukura sızıntıyla su birikir ve çukur su ile dolar. Biraz sonra bir saman çöpü rüzgarın tesiriyle çukurdaki suya düşer. Bir karınca bu saman çöpünün üstüne biner ve çukurdaki suya bakarak şu ifadeyi kullanır. ‘Şu deryalara bak ve seyret.’

Gerek tabi bilimlerde gerekse metafizik ilimlerde insanların elde ettiği bilgi birikiminin bilginin bütünlüğünde ne kadar yer kapladığı insan zihninde sürekli durması gereken bir filtre olması lazım. Olay, olgu ve parametreleri parçalı ve tarafgir okumalarla değil bütüncül okumalarla değerlendirmek gerekir. Çünkü bütün herkesin, parça bizimdir. Bizim olanı paylaşmak esas, dayatmak haramdır.



[1]Göğü elimizle biz kurduk ve onu genişletmekteyiz.’ Zâriyat, 51/47


0 Yorum - Yorum Yaz


BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

A.    BİLGİ VE BİLİM KAVRAMLARININ İÇERİĞİ

A.1. Bilginin Kavramsal İçeriği

Bilgi, kendi varlığının farkında olan insanın, kendisini, kendi iç dünyasında ve etrafında olup bitenleri, evreni anlama ve anlamlandırma çabasının sonucu olarak, bilinçlilik halini doğuran bilme faaliyetini anlamlı kılan, bilme eyleminin karşılığı olan her şeydir. İnsanın varlığını sürdürebilmesi, '' bilme ''sine bağlıdır. ''Bilme'' de ancak ''bilgi'' ile gerçekleşebilir. İnsanın insanlığını gerçekleştirmesi de, kültür ve uygarlık yaratması da, ancak bilgi ile mümkün olabilir.

İnsan, özne olarak bilen ve bilmeyi isteyen bir varlıktır. Kendini ve kendisi dışındaki şeyleri, nesneleri bilmek ister. Çünkü nesneler bilinmesi gereken şeylerdir. Öyle ise, nesne araştırılan şeydir, yani insan bilgisinin konusudıur. Dolayısıyla bilgi, özne ile nesne arasında kurulan bir bağdan doğmaktadır. İnsan bu bağı, bilgi edimleri (fiil/act) ile kurar. Yani bilgi özneden nesneye, insandan nesneye doğru yönelen bilinçlilik halidir. Bilgi fiilinin olabilmesi için öznenin bilgi konusuna yönelmesi şarttır. Çünkü yönelme olmadan bilgi olmaz. Bilginin elemanları, özne, nesne, öznenin duyularla elde ettiği duyu verileri, onların soyutlanmasından elde edilen kavramlar ve bu kavramlardan kurulan yargılardır.

A.2. Bilimin Kavramsal İçeriği

Kaynak ve aidiyet açısından açısından bilginin sağlamlığı, güvenilir ve sağlam bilgiye ulaşabilmenin ön kuşulu gibidir. Bilimsel bilgi, birikimli bir bilgidir ; bütün bilim dallarında daha önce oluşmuş birikimin üzerine yeni bir şeyler ilave edilerek yeni bilgiler, teoriler üretilir. Her bilim adamı, tutarlı ilmi faaliyet için, öncelikle sahip olduğu, üretim için esas alacağı bilginin kaynağını iyi bilmek zorundadır. Çünkü, kaynağı bilinmeyen bilginin içerik bakımından sağlıklı bir değerlendirilmesini yapmak her zaman mümkün olmaz.

İçerik açısından bilginin sağlam olup olmadığı tespit edilmeden, bilginin bilimselliğinden söz etmek mümkün değildir. Müslümanlar, on dört asırlık zaman diliminde, hayatın bütün alanlarından hiç de küçümsenemeyecek bir birikim oluşturmuşlardır. Bu birikimin her ne kadar Fıkıh, Kelam, Tefsir, Hadis gibi üretildiği alanların bir kısmı belli ise de, bu dar alanlarda bile, malumat-bilim ayrımını gerçekleştirebilmek pek mümkün değildir. O halde “doğru yöntem”, bize, ulaşabildiğimiz bilginin içerik açısından vahyi bilgi-beşeri bilgi şeklinde tasnifi işimizi büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Bu durumda, beşeri bilginin içeriğinin sağlamlığının araştırılmasının önünde hiçbir engel kalmamaktadır.

Kavramların güvenilirliği sorunu, İslam Düşünce Tarihi'nin en temel problemlerinden birisidir. Özellikle toplumsal boyut taşıyan kavramların, mezheplere, gruplara, cemaatlere verilen isimlerin tarihsel akış içerisinde nasıl anlam değişikliklerine uğradıkları, ve nasıl keyfi olarak kullanıldıkları zaman zaman gözden kaçırılmıştır. Bunun sebebi, belki de '' süreç '' mantığının çok fazla önplana çıkmayışı olabilir. İslam Bilimleri dediğimiz bütün alanlarda, öncelikle kavramlar konusuna özen göstermek, İslam Düşüncesinin tarihi seyrini anlamayı kolaylaştıracağı gibi, Müslümanların bilim dünyasına yapmış oldukları katkının ortaya çıkmasına da imkan sağlayacaktır.

Nesnel olgu-nesnel olgu arasındaki ilişkinin gözardı edilmesi, zaman, mekan ve fikir kaynamasının farkında olunmaması, müslümanların mevcut birikimini doğru değerlendirmeyi güçleştiren bir husustur. Hiçbir fikir, görüş ve düşünce boşlukta doğmaz; her fikrin mutlaka sosyal, siyasal, teolojik, felsefi vb. dayanak noktaları, ya da beslenme kaynakları ve oluştukları ortamları vardır. İslam Bilimlerinin hangi dalında araştırma yapılırsa yapılsın, kavram konusuna ve '' olay-olgu '' ilşkisine dikkat edilmediği sürece, geçmiş hakkında doğru bilgi sahibi olmak, pek mümkün olmayacaktır. Bu da ancak, İslam Bilimleri alanında metodoloji konusunda bir ortak paydanın sağlanması ile gerçekleştirebilir.

 

B.    İSLAM BİLİMLERİNİN TANIMI

İlim genel anlamda, kendine özgü hedefleri, temel önermeleri, araştırma alan ve yönetmeleri olan ve bir disiplini oluşturan düzenli bilgi şeklinde tanımlanır. İlk dönemlerde Müslümanlar tarafından başlangıçta parça parça ve belli konularda düzensiz bir şekilde ortaya konulan bilgilerin veya ilmi faaliyetlerin, daha sonra kendine özgü hedefler ve temel önermeler oluşturarak ve belli yöntemler kullanarak düzenli bilgiye veya bağımsız ilmi disiplinlere dönüşmesiyle islam bilimlerinin kurumsallaşmaya başladığı görülmektedir. Başka bir deyişle islam bilimi veya bilimlerinin doğası ve tarzı bu aşamadan itibaren kendi öz kimliğine ve farklı karakterine kavuşmaktadır. Dolayısıyla islam bilimleri temelinde amacında yaklaşımında alanına ve tutumunda kendine özgüdür. Aslında müslümanların sadece İslam’ı anlamaya-yorumlamaya- savunmaya- yaşamaya yönelik ilmi faaliyetlerde bulunmadıkları buna ilaveten insan kapasitesinin kavrayabildiği bütün bilgi alanlarına yöneldikleri ve her alanda ilmi faaliyette bulundukları bir gerçektir. Genel anlamda belli metotlar kullanarak elde edilen savunulabilir sistemli bilgi için kim tarafından üretilirse üretilsin herhangi bir nitelemede bulunmaksızın ilim veya bugünkü tanımıyla bilim kavramı kullanılabilir. Bu anlamda bilim evrenseldir ve tüm insanlık için ortak kullanım sahasına sahiptir.

İslam bilimleri olarak görülebilecek disiplinler kelam, fıkıh ve fıkıh usulü, tefsir ve hadistir. Bu bilimler, din olarak doğrudan İslam’a ait inanç, ibadet,  ahlak, haram-helal konularını incelemektedir. Hz. Peygamber’in hayatı (siyer) ve sonraki islam tarihi, tarih boyunca ortaya çıkan düşünce ekollerini inceleyen mezhepler tarihi, islam bilginlerinin hayatını ele alan rical tarihi ve dini metinlerin anlaşılmasında kullanılan arap dili ve belağatı islam bilimleri çerçevesine dahil edilmektedir.

 

C.    İSLAM BİLİMLERİNİN TASNİFİ

İslam düşüncesinde bilimlerin tasnif edilmeye başlandığı 3. asrın sonları ile 4. asrın başlarına kadar pekçok siyasi ve itikadi mezhepler oluşmuş ve farklı görüşleri destekleyen çok sayıda kelami eser kaleme alınmıştır. İlimlerin tasnifinden önceki dönemde yazılan eserlerin büyük bir kısmı hadis, fıkıh ve kelamla ilgiliydi. İlim kavramının sıklıkla kullanıldığı ve merkezi bir yer işgal ettiği eserleri başında hadis literatürü gelmektedir. Esasen ilk dönemde ilmin kapsamına Kur’an ve hadis hakkındaki bilgilerle fıkıhla ilgili dini bilginin girdiği anlaşılmaktadır. Fakat sonraları hadis taraftarlarınca ilim kavramıyla daha çok hadis kastedilmeye başlandı. Fıkıh, kelam ve tefsir terimleri daha sonraki dönemlerde bağımsız bir bilim dalı anlamında teknik anlamlarını kazandılar. Aristo’nun eserlerinin arapçaya tercümesiyle birlikte islam dünyasında sistemli dini bilginin dışında müslümanlara ait olmayan biliginin varlığı anlaşıldı ve felsefe ve diğer yabancı bilimler de “ilimler” sınıfına dahil edilidi. Bu sayede önceleri islam dini hakkındaki bilgiler anlamında kullanılan “ulûm” terimi, bilimler ve ilmi disiplinler manasına gelmeye başlamıştır.

Nakli/dini İlimlerden tesfir, esas itibariyle Kur'an ilimleri denilen çeşitli disiplinlerin birikimi üzerine inşa edilmiş olduğundan bu ilimler tefsir ilmi için bir bakıma usule ait disiplinlerdir. Tesir ilmi literatürü, kendi içinde rivayet ve dirayet tefsirleri olmak üzere iki kategoride değerlendirilmiştir. Hadis ilmi de rivayetü'l-hadis ve dirayetü'l-hadis (ulümü'l-Hadis) şeklinde ikiye ayrılır. Ulümü'l- Hadis tabiri, Kur'an ilimleri gibi Hadis usülünün temel disiplinlerini oluşturmaktadır. Fıkıh İlmi, şeri-ameli hükümlerin furu denilen ayrıntılı kısmını incelerken fıkıh usülü, bu feri hükümlerin kesinlik ifade eden icmali delillerden nasıl çıkarılacağını ortaya koyar. Fıkıh usülü içinde alt disiplinler arasında cedel ve hilaf ilmi ve feraiz gibi disiplinler de vardır. Usülü'd-Din de denilen Kelam ilminin bölümleri ise, zaman içinde felsefeyle iç içeliğinin sonucu olarak felsefi ilimleri andırır biçimde şekillenmiştir.

 

D.    İSLAM BİLİMLERİ (ÖZELDE TEFSİR, HADİS VE FIKIH)’ NİN TARİHSEL BAĞLAMDA DEĞERLENDİRİLMESİ

Dini İlimlerin omurgasını oluşturan tefsir-hadis-fıkıh sahasındaki ilmi faaliyetler Medine döneminde ve Emevi çağının başlangıcında, temelde Kur'an ve Sünnet üzerindeki incelemelerle başlamıştı. Emevilerin sonları ve Abbasilerin birinci döneminde, alimlerin çoğunluğu, dini ilimlerle meşgul oldu. Bu asırda iki tür ekol ortaya çıktı. Birinci grubun ilmi çalışmalarında, nakilcilik ve mevcut ilmi birikimi öğrenip aktarmak hakim idi. Bunlara Ehl-i Hadis denirdi. İkinci grubun çalışmalarında ise, yeni görüşler ve akli temellendirmeler üretme anlayışı hakimdi. Bunlara da akılcı denirdi. İslam bilimleri, bu iki ekolün gayretleri ve çalışmalarıyla oluşmaya başladı.

Bu sebeple İslam düşüncesinde yaklaşık h.143 yılı İslam bilimlerinin oluşmasının ve tedvin faaliyetinin başlangıç tarihi olarak belirlenmiştir. H.136-150 yılları arasında hilafet makamında oturan Abbasi halifesi Mansur döneminde bizzat devletin gözetiminde başlatılan faaliyetlerdir. Bu çalışmalar, Mansur sonrası İslam toplumunun sosyal ve düşünsel hayatının yaklaşık bir asrına damgasını vurmuştur. Bu bir asrı aşkın hummalı düşünsel faaliyet dönemi Tedvin Asrı olarak adlandırılmaktadır. (Eğer tedvinden sırf bazı meseleleri kaydetmek kastedilirse bunun için oldukça gerilere, ilk halifelerin ve Allah'ın Resulünün dönemine gitmek gerekir.)

Tedvin faaliyetinin başladığı belli başlı ilk şehirler veya kültür merkazleri Mekke, Medine, Şam, Basra, Kufe ve Yemen'dir. Ellerinde yazılı belgeler ve zihinlerinde İslam mirasını taşıyan alimler, daha çok buralarda toplanmışlardı. Ancak onların sahip olduğu miras, belli konulara göre ayrılmamış, sınıflandırılmamış ve ayıklanmamış düzensiz bilgi, haber ve yorumlardan oluşuyordu. Bu alimlerin çalışmalarıyla, bu bilgi birikimi ele alınarak konularını konularına göre ayrılmaya ve düzenlemeye başlandı. Bu düzenleme ve sınıflandırmalar sonucunda, mevcut bilgiler tefsir, hadis, fıkıh, kelam, lügat ve tarih ilimleri olarak tasnif edildi. Alimler, bu dönemde hakim olan bir yöntem olarak, '' hafızalardan ve ellerindeki tertip edilmemiş sahih sahifelerden rivayette bulunmak suretiyle bu ilimleri oluşturuyorlardı. Bu dönemde alimlerin ellerinde bulunan yazılı metinler, düzenli ve gereken konu bütünlüğü, gözetilerek yazılmış metinler değildi. Burada önemli olan husus, ilmin üretilmesi değil, ilmin tedvin edilmesi ve bablara ayrılmasıdır. Bu yüzden ilmin tedvininden şu anlaşılmaktadır: Ortada teşekkül etmiş, hazır bir ilim vardır. Tedvin yapacak (=müdevvin) alime düşen görev; neredeyse bu ilmin toplanması ve sınıflandırılmasıyla sınırlıdır. İlim kavramı o dönemde genellikle hadis ve ona bağlı tesfir ve fıkıh için kullanılıyor idiyse de lügat, meğazi ve benzeri yardımcı bilim dalları için de ilim ifadesi kullanılabilir. Bu bağlamda temelde ortak zemin ve çerçeveye sahip disiplinler bu dönem itibariyle belli başlı kategorik disiplinler haline gelmiştir.


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi