Adı ve Soyadı: MÜNÜR AKKUŞ
Dönem: 2015/2016 GÜZ DÖNEMİ
Konu: ESBAB-I NÜZUL- I
KUR’AN VE
BAĞLAM KIRAATI HÜLASASI
Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU’nun yazmış
olduğu, Şule Yayınevinden 2012 yılında İstanbul’dan çıkmış olan “Kur’an ve Bağlam” isimli kitabının
önsözünde; insanın tarih boyunca olduğu gibi şuanda da kendisi, kainat ve
hayat hakkındaki sorulara cevap aradığını, İlâhî vahyin, bu insanî ihtiyaca
cevap vermek üzere Peygamberler vasıtasıyla indirildiği, Kur’ân-ı Kerîm’i bu
bağlamda anlamak isteyen insanların, Kur’ân-ı Kerîm’i özellikle Esbâb-ı Nüzul
ile tefsir etmiş olmaları gerekliliği belirtilir.
Birbirini tamamlayan üç ayrı çalışmadan oluşan
bu kitapta; Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul’ün yüklendiği işlevi
yeniden ele aldığını, Kur’an ilimleri ve Esbab-ı Nüzul kavramlarını
tanımlayarak, yeni bir yaklaşımla bütün yönleriyle ortaya koyduğunu belirtmiştir.
Müellif Birinci Kitabında, Kur’an’ı
Kerim’i anlamaya çalışan araştırmacıların Esbab-ı Nüzul’den nasıl
faydalanacakları hususunda alanında ilk olan bu kitaptan yararlanmaları
amacıyla kaleme aldığını belirterek Esbab-ı Nüzulün rolü incelenmiştir. İkinci
kitabında yeni bir esbab-ı nüzül yaklaşım yönteminin örneklemi için Sa’lebe
Kıssası’nı inceleyerek usulün uygulanmasını göstermiştir. Üçüncü kitapta ise
Tarihsellik kavramı ile ilgili sorulara cevap aranmış, cevaplar aranırken
tarihsellik kavramı, esbab-ı nüzul bağlamında incelenmiştir.
BİRİNCİ
KİTAP
Kuranın anlaşılmasında sebeb-i nuzülun
rolünü belirleyebilmek için bazı kavramların belirlenmesi gereklidir. Bu
kavramlar öncelikle ulumul Kur’an ve esbab-ı
nuzüldür.
Kur’an ilimleri Kur’anı anlamak için bir
araç olarak değerlendirilmiştir. İlk asırdan beri bütün alimlerin dikkatini
çekmiştir. Tedvin döneminin başlarında, Kur’an ile ilgili bütün manalara
delalet eden bilgiler anlamında kullanılmıştır. Ancak Kur’an ilimleri tek tek
ele alınmış ve muayyen bir alanda uzmanlaşmış özel bir bilgi alnı olarak
görülmüştir. Mesela garibul Kur’an, kuranın bütün müphem kelimlerini inceleyen
bir ilim dalı olmuştur. Aslında bu anlamda bütün Kur’an ilimleri içiçe geçmiş
bir durumdadır. İlk asırlarda ulumul Kur’an bu nedenle ulum’ut-tefsir olarak
anlaşılmıştır. Ulumul Kur’an kavramını ilk kez kimin kullandığı kapalı bir
konudur. Ancak Zerkeşi (v. 794),
Hicri 8.yüzyılda Kur’an ilimlerini sistemleştirdiği bilinmektedir.
Kur’an ilimlerinin kuranın işaret ettiği
bütün bilgi sahalarına şamil olmasını düşünmek hatalı bir durumdur. Çünkü bu
bizi bütün tecrübi bilimleri Kur’an ile irtibatlandırmaya götürür. Bunun Kur’an
araştırmalarına bir yararı yoktur. Diğer yandan Kur’an ilimlerinin sayısına
herhangi bir sınır konulamaz. Her alimin kendi döneminin kültür ve bilim
anlayışı ile doğru orantılı olarak artabilir. Bu anlamda her alanın uzmanları
ile yardımlaşmak faydalı olacaktır.
Kur’an
ilimlerini şöyle tanımlayabiliriz; konusu her yönüyle Kur’anı
Kerim olan, Kur’an ile ilgili veya kuranın içerdiği ilim ve araştırmalardan
oluşan, kuranın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen
bilgi türüdür.
Esbab-ı nuzül ilmi, Kur’an ilimlerinin
bir parçası olarak Zerkeşi tarafından beyan edilmiştir. Bu anlamda ulumul Kur’an
tabiri genel anlamda, esbab-ı nuzül ilmi ise özel anlamda kullanılmıştır.
Esbab-ı nuzül ilmi kuranın
anlaşılmasında çok önemli olan ilim dallarından birisidir. Hatta sahabilerin Kur’anı
anlaması ve tefsiri sebeb-i nuzülü bilmekle eş değer görülmüştür.
Sebe-i nüzülun tanımını şöyle
yapabiliriz; nüzül ortamında meydana gelen bir hadise veya Hz. Peygambere
yöneltilen bir soruya vuku bulduğu günlerde bir veya birkaç ayetin cevap vermek
ve hükmü açıklamak için nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebebi nuzül
denir.
Esbab-ı nuzülü kayıda geçip nakleden ilk
eserler hadis mecmualarıdır. Hadis kitaplarının tefsir bölümlerinde bunlar
zikredilmiştir. Amaç nuzül ortamındaki hadiseleri gelecek nesle aktarmaktır.
Bunlar kuranın anlaşılmasında yeni boyutlar ve derinlik sağlar.
Esbab-ı nuzül ancak sahih nakille bilinebilir. Bu anlamda içtihata ve rey’e yer yoktur.
Sebebi nuzül akılla idral edilmesi mümnkün olmayan, sahabilerden müsned-merfu
olarak nakledilen rivayetlerdir. Sahabinin müsned-merfu
olmayan rivayetleri ise tefsir rivayeti yerine geçer ve mevkuf olarak
isimlendirilir. Bunlara sahabenin sebeb-i nuzül değerlendirmesi diyebiliriz. Bu
anlamda sahabenin içtihadı söz konusudur. Sahabiler mevkuf rivayetlerde ayetten anladıklarını ifade etmişlerdir. Bizzat
Hz. Peygamberden alınmış bir bilgi değildir.
Tabiundan gelen esbab-ı nuzül
rivayetleri “mürsel rivayetler”
olarak adlandırılır. Bu rivayetlerde sahabi ismi anılmaz ise ref adını alır ve
bu yine mürsel olarak bilinir.
Hadis mecmualarında zikredilen
rivayetlerin sıgaları yani kalıpları
çok önemlidir. Ancak bu mesele tefsir kitaplarında sistematik olarak ele
alınmamıştır. Bu nedenle esbabı nuzül rivayetlerini tasnife tabi tutumamız,
hadiseleri ayırt edip değerlendirmemiz lazımdır. Böylece sebebi nuzül
rivayetlerini iki gruba ayırarak inceleyebiliriz:
1. Sebep
ifade etmede nass olan kalıplar
2. Sebep
ifade etmede nass olmayan kalıplar
Nass ifade eden kalıplar, nuzül ortamı
rivayetleri kapsamında bir delil olarak kullanılır. Ancak nass olmayanlar bu
dönemin kapsamı dışında kalırlar. Sadece içeriksel manasına delalet ederler. Bu
ikinci tür rivayetlerin tefsir için olduğunu bilmek lazımdır.
Sebebi nuzül rivayetleri bir çok açıdan
tasnife tabi tutulabilir. Bunlardan Tahir
B. Aşur ve özellikle Dehlevi’nin
tasnifleri geleneksel yaklaşımı aşabilecek niteliktedir.
Yukarıda belirtilen birinci bölümdeki,
nass olan kalıplar müsned-merfu olan
ve nuzül ortamına ait olan sebe-i nuzül rivayetleridir. İkinci kısım, nass
olmayan rivayetler ayetin manası kapsamına giren, tefsir için söylenmiş ve
nuzül ortamına dahil olmayan mevkuf ve
mürsel rivayetlerdir.
Sebeb-i nuzül rivayetlerinde ihtilaf
edilmiştir. Bunun sebebi her ayet için bir sebep bulma isteği ve rivayetlerin
nuzül ortamını yansıtıyor gibi yorumlanmasıdır.
Rivayetlerde ihtilafa düşülmesi,
umum-husus, teahhür ve teaddüd gibi problemler ortaya çıkarmıştır. Aslında bu
açıdan bakılınca nuzül ilmi, kuranın, tenasüp-insicam
ilminin bir alt dalı olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu alt bilim dalları
içiçe bir durum arz etmektedirler. Tenasüp ilimlerinde akıl ve rey kullanılmaktadır.
Bu nedenle ihtilafa yer vardır. Ancak bu durumda kuranın bütünlüğü göz önünde
bulundurulmalıdır.
Müfessirlerin sebebi nuzül rivayetleri
hadisçiler tarafından tenkit edilmiştir. mesela Ahmet bin Hambel “üç şeyin aslı
yoktur; melahim, megazi ve tefsir” demekle bu durumu tespit etmek istemiştir. Çünkü
bu eserlerde tenkit edilen bol miktarda zayıf ve mevzu rivayet bulunmaktadır.
Müfessirlerimizin hadis bilgilerinin zayıf olması nedeniyle, zayıf, garip,
münker ve israili bir çok hadis zikretmişlerdir. Bu nedenle rivayetin tefsirde
bulunması onun sahihliğine delalet etmez. Müfessirlerin bu zayıf rivayetlere
aktarmalarının sebebi, topladıkları bilgilerin yok olup gitmesidir. Bu endişe
ile her bilgiyi kitaplarına yazarak gelecek nesle aktarmayı düşünmüşlerdir.
Bu alimler senedi zikretmiş olmakla
sorumluluktan kurtulduklarını düşünmüşlerdir. Bunların değerlendirilmesini de
gelecek nesillere bırakmışlardır. Ancak kendilerinden sonra gelenleri bu
rivayetleri kabul etmekle yükümlü tutmamışlardır.
O halde tefsir kitaplarındaki sebeb-i
nüzül ile ilgili rivayetler hadis alimlerinin ortaya koyduğu hadis sened
tenkidi yöntemleri ile sıkı bir elemeden geçirilmelidir. Bunun için enstitü
çalışması yapılmalı, bilgisayarlardan ve teknolojiden yararlanılmalıdır.
Nuzül rivayetlerinin sistemli bir
şekilde değerlendirilmemesinden dolayı bazı sorunlar ortaya çıkmıştır. Nuzül
sebeplerinde ortaya çıkan ihitilaflar hadis tenkidi ile giderilebilir.
Sahabenin mevkuf olan tefisr için bildirdiği rivayetler müsned-merfu kabul
edilip sahih rivayet yerine konulamazlar. Aynı şekilde Tabiinlerin mürsel
rivayetleri de sahih nass olarak kabul edilemez.
Diğer bir problem senedsiz
rivayetlerdir. Müfessirlerimiz tefsirlerinde senedi kaldırmışlar ve senedsiz
rivayetler nakletmişlerdir. Bu tutum sonraları istismar edilmiş ve birçok
problem ortaya çıkmıştır. Başka bir problem de rivayetlerin tasmifine dikkat
edilmemesidir. Çok sayıdaki rivayet birbiri ile etmektedir. Hepsi geçerlilik
iddiasındadır. Bu nedenle sağlıklı bir
tasnife tabi tutulmalıdır. Ancak
bunların klasik yöntemler ile tasnif edilemsi problemi ortadan
kaldırmayacaktır. Zaten problemler bu yüzden ortaya çıkmıştır. Bu nedenle yeni
bir tasnif yöntemi tercih edilmelidir.
Kuranın anlaşılmasında sebeb-i nuzülün
yetersiz kaldığı başka bir alanda rivayeti umum değil husus ifade etmesidir. Âlimlerimizin
çoğunluğu “muteber olan, lafzın umumudur,
sebebin hususu değildir” kuralına tabi olmuşlardır.
Diğer bir konu bir ayet için bir
rivayetin bulunması nedeniyle taadüt ve taahür sorunudur. Bu sorunu çözmenin
yöntemi rivayet kalıplarının (siğalarının) tasnife tabi tutulmasıdır.
Rivayetlerin yetersiz kalmasının bir
diğer sebebi de bunların bir kısmında görülen tarihi gerçeklere aykırılık ve
zaman bakımından uygunsuzluktur. Bu sorunun çözülmesinde, tasnifin faydasının
yanında tarih ilminin verileri de çok büyük kolaylık sağlayacaktır. Böylece
çelişkiler giderilecektir.
Sebeb-i nuzülün bazı olumsuz yönleri de
vardır. Bu olumsuz yönlerden birisi, kuranın anlaşılmasında yorum zenginliğini
engellemesidir. Bu engelleme, her ayete bir sebep arama çabaları, ayetin
çeşitli yönlerinin tek nedene indirgenmesi ve ayetin nuzül dönemindeki olaya
sıkıştırılması şeklinde ortaya çıkabilir.
Kuranın anlaşılmasında esbab-ı nuzülün
diğer bir olumsuz yönü, kuranın evrensel hedeflerinin, Kur’an-isan-hayat
bütünleşmesini engellemesidir.
Herhangi bir hadiseye cevap ve açıklama
için inmiş olan ayet insan hayatının ve varlık koşullarının evrensel boyutudur.
Bu nedenle ebab-ı nuzül rivayetleri gelecekte de aynı durum ve halleri
yaşayacak olan insanlar için de geçerli olmaktadır. Çünkü bir ayetin anlamı,
nazil olduğu zaman ve mekan bağlamından çok daha fazla şey anlatmaktadır.
Esbab-ı nuzül rivayetlerinin olumsuz
sonuçlarından birisi de konunun istismar edilerek, mezhep hareketlerinde ve
şahışların ebedileştirilmesinde kullanılşmıştır. Bu sorun da yine hadi tenkidi
metodolojisi ile aşılabilir. Bu nedenle esbab-ı nuzülün değerlendirilmesinde
bazı ilkelerden söz edebiliriz.
Genel ilkeler;
1.
Esbab-ı
nuzül rivayetlerinin bütününü kuşatmak imkansızdır.
2.
Esbab-ı
nuzülü bilmeden Kur’anı anlamak mümkündür.
Kuranın bir hidayet rehberi olması
nedeniyle, Allah, Peygamber, iman esasları, kulluk görevleri, ibadet esasları
ile ilgili evrensel ilkeleri kuranın bütünlüğü çerçevesinde anlaşılabilir.
Özel
ilkeler;
1.
Durumun
gerektirdiğini bilmek için esbab-ı nuzül gereklidir.
2.
Kuranın
zahir nasslarının mücmel konumuna düşmesi durumunda esbab-ı nuzül bilinmelidir.
3. Esbab-ı nuzüle olan ihtiyacı ilk
etapta Kur’an belirlemelidir.
Kur’an okurken üstü kapalı bir bekleyiş
ortaya çıkıyorsa sebeb-i nuzüle ihtiyaç vardır.
Esbab-ı nuzül rivayetlerinin hadis usulü
açısından da değerlendirilmesi çok önemlidir. Bu konudaki ilkeleri şöyle
özetleyebiliriz.
1.
Bir
rivayetin nass olması ve nuzül ortamını ifade etmesi için müsned-merfu olması
lazımdır.
2.
Sahabenin
sebeb-i nuzül değerlendirmeleri nass değildir ve mevkuf olduğu unutulmamalıdır.
3.
Tabiun’un
esbab-ı nuzül değerlendirmeleri de sahabeninkilerle aynıdır ve mürsel
hükmündedir.
4.
Rivayet
tenkidi sened-metin bütünlüğü çerçevesinde olmalıdır.
Bunları yapabilmek için akademik projelerin
hazırlanması gereklidir. Hadis tenkidinden sonra bu rivayetleri iki şekilde
tasnif edebiliriz.
1.
Esbab-ı
nuzül rivayetleri
2.
Tefsir
için olan esbab-ı nuzül rivayetleri, değerlendirmeleri
Tefsir için olanlar 3 gruptur; Hz.
Peygamberin, Sahabe ve Tabiun’un ve müfessirlerin yaptığı nuzül
değerlendirmeleridir. Bunların dışında iki önemli ilke daha vardır. bunlar
“kuranın bütünlüğü ve siyak ve sibakın göz önünde bulundurulmasıdır. Aslında
kuranın bütnlüğü bütün yönleri içermektedir. cümle bütünlüğü, sure bütünlüğü,
teşri bütünlüğü, tarih bütünlüğü, siyak-sibak bütünlüğü…zaten kuranın tertibi
de nuzüle göre değil kuranın bütünlüğüne göre yapılmıştır. Bu arada kuranın
nuzül asrı için olan bakış açısı bugun için de geçerlidir. Çünkü hayat insan ve
onun karaketeri ve sorunları hala devam etmektedir.
Sürenin nuzül sebebinin bilinmesi siyak
ve sibak konusunun da anlaşılması için faydalı olmaktadır. Böylece
ayetin-surenin bağlamı oluşmaktadır. Esbab-ı nüzul insan yapıp etmeleri olması
nedeniyle her insanı fiilde olduğu gibi tarihsellik içermektedir. her çağdaki
insani formlar yakalanacak benzer olaylara aynı ilkeler uygulanabilir. Bu
anlamda sebebi nüzül, orijinal yorum-orijinal tarihtir. Çünkü bunlar kuranın
soyut bir düşünce değil yaşanmış yaşanabilir bir hakikat olduğunu ortaya koyar.
Bu nedenle esbab-ı nuzülün faydaları da vardır.
1. Kuranın
anlaşılmasında bakış ufkuna girmemiş çok sayıda unsurun olduğunu bildirir.
2. Konulu
tefsir çalışmalarında istifade edilebilir.
3. Nedensel
halkarı geriye doğru izleme fırsatı veriri.
4. Müfessirlerin
monografik çalışmalarında faydalı olur.
İKİNCİ
KİTAP
Kur’anı kerimin anlaşılmasında esbab-ı
nuzül rivayetleri çok faydalı olmuştur. Ancak, seneddeki zayıflıkları yüzünden
birçok teaddüdü de beraberinde taşımıştır. Bu nedenle müfessirlerin rivayetleri
sahih bir nass olarak değerlendirilmesi gerekmemektedir.
Müfessirler her rivayeti, zayıf olsun,
mevzu olsun, olmasın kitaplarında aktarmışlardır. Bunun nedeni buldukları
şeylerin yok olmasından korkmalarıdır. Sonra gelenleri de bunları kabule
zorlamamışlardır. Hadisçilerin bunları nakletme sebepleri ise senedini
zikrettikten sonra kendilerinden sorumluluğun kalkmış olduğunu düşünmeleridir.
Bu nedenle Ahmet bin Hanbel başta olmak olmak üzere birçok hadisçi tarafından
eleştirilmişlerdir.
Bu rivayetlerin örneklerinden biri de SA’LABE
Kısassıdır. Tevbe suresi 75. Ayetin anlaşılması için zikredilmiştir. Olayın
özü, Sa’labenin zekatının Hazreti Peygamber ve daha sonraki halifeler
tarafından alınmayıp reddedilmesidir. Başta söylenen ilkeler uygulandığı zaman
bu rivayetin sahih nass olmadığı ve dolayısı ile nüzul dönemine ait olmadığı
görülecektir. Ancak kuranın mana zenginliklerini anlaşılması ve benzer olaylar
açısından değerlendirilebilir ancak nass ifade etmez.
ÜÇÜNCÜ
KİTAP
Tarihselik kavramı, tarih yapan bir
varlık olarak insanı tarih hakkındaki tecrübelerinden elde ettiği bilginin bir
boyutunu ifade eder. Yani insanın varlık şartlarından kaynaklanan, tecrübe
ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir.
Bu nedenle filozoflar da bu konuda
görüşlerini bildirmişlerdir. Kendilerine göre kavramlar geliştirmişlerdir.
Ancak her kavram izafidir ve değişebilir. Buna kavramların AÇIKLIK
özelliği
denir. Kavramların değişmeyen yönüne ise
SEÇİKLİK denir. Bu bir varolanı
diğerlerinden ayıran yönüdür aynı zamanda. Tarihsellik kavramını da felsefi
kılan bu iki yöndür. Tarihsellik nedir? sorusuna felsefeciler, hukukçular,
epistemoloji, hermeneutik, linguistik değişik cevaplar vermektedir. Tarihsellik
kavramı 18.yüzyılda insan bilimleri ile doğa bilimlerinin ayrıştırılma
çabaları sonucu ortaya çıkmıştır. Dilthey iki bilimin konuları bakımından
değil, yöntemleri bakımından ayrıldıklarını söyler ve insan bilimlerinin
tarihle özdeş, tarihin kendisi olduğunu ve bunun ancak dil ile
öğrenilebileceğini hatta anlaşılabileceğini söyler.
Sonuçta batı düşüncesine ait bu
kavramların tarih içerisinde geçirdikleri bu değişimin belirli bir kültürün,
paradigmanın ürünü olduğu unutulmamalıdır. Böyle bir geçmişe sahip olmayan
müslümanlar için aynı problemi aynı bir tarazda tartışmak çok tutarlı
olmamaktadır.
Kur’an, insanlar tabiat arasında organik
bir bağ görür. Kainata, tabiata ve insana tamamen farklı bir dünya görüşü ile
bakar. Bu nedenle tarihselcilik ve esbab-ı nuzül değerlendirilirken hangi bakış açısı ile
baktığımıza dikkat etmeliyiz. Kültürler arası kavram aktarmalarına dikkat
etmeliyiz. Bu anlamda Thomas S. Kuhn
(1922-1996) dil ve kültür bağlantısına vurgu yapmaktadır. Problemin çözümü
dilden geçmektedir. Dünya görüşünün oluşmasını da kültür sağlar. Tarihsellik de
bir kavram olarak bir oluşum süreci bakımından ortak kültüre aittir. Anlam
içeriği dolayısıyla özgü kültüre aittir. O halde esbab-ı nuzül ve ortak kültür
bağlantısı nasıl kurulur? Bunun için kuranın genel ilkelerini zikredelim.
Öncelikle kuranın temel konusu insandır.
İnsanı hidayete iletme gayesi kuranın tarihsellik bağlamının temel karakterini
de ortaya koyar. Böylece Kur’an geçmişi, şimdiyi ve geleceği insan eyleminin
bir alanı olarak görür. Yani kurana göre insan tarihsel bir varlıktır. Aslında Kur’an
insanın sadece tarihsel değil, bütün varlık koşullarına cevap veren ilahi bir
mesajdır.
Nuzül ortamı da kuranın hayatı göstermek
konusunda aracı deliller olarak görülebilir. Bu nedenle Kur’an- hayat
bağlantısı kopmuş değildir, hala devam etmektedir. Nuzül ortamının tarihsel bir unsuru olan
esbab-ı nuzül, tarihsel bir şart değildir. Yani kuranın inzali esbab-ı nuzülün
varlığına veya yokluğuna bağlı değildir. Kuranın nuzülü ilahi iradeye
bağlıdır. Sebebi nuzül kuranın inzalinin gerçek sebebi değildir. Ayrıca Kur’an
nuzül sırasına göre vey nuzül sebeplerine göre tertip edilmemiştir. Çünkü amacı
insanın hidayetidir.
O halde nuzül sebepleri-tarihsellik
ilişkisine,
1.
esbab-ı
nuzülün kuranın bütünlüğü içindeki yeri
2. insanın tarihsel bir varlık olması
bağlamında bakılmalıdır.
Bunun için de nuzüle önerilen şekilde
bakılması gerekmektedir.
1.
Esbab-ı nuzül rivayetleri orijinal
tarihtir. Sahabenin rivayetleri
ile aktarılan bu nuzül ortamı bilgisi Kur’anı Kerimin orijinal yorumu, kuranın
tarihine de orijinal tarih denilebilir.
2.
Tefsir için olan esbab-ı nuzül
rivayetleri düşünülmüş tarihtir.
İncelendiğinde görülecektir ki esbab-ı nuzül Kur’an-insan ilişkisinin
bir bölümünde oluşmuş, insanı yapıp etmelerdir. Buradan insan ve hayatla
ilgili, genel ilkeler tespit edilebilmektedir.
Sonuç
olarak;
a. Esbab-ı
nuzül, kuranın soyut bir düşünce değil, yaşanmış bir hakikat olduğunu ortaya
koyar.
b. Başka
kültürlerin kavramları kullanılırken içerikleri dikkate alınmalıdır.
c. Her
yazar kullandığı kavramı açıklık-seçiklik olarak ortaya koymaldır.
d. Hermeneutik,
semantik ve linguistik gibi kavramları bu şekilde içselleştirirek
kullanmalıyız.
e. Esbab-ı
nuzülden tarih-siyer yazımında
faydalanmak da ancak bu şekilde olur.
Esbab-ı nuzül rivayetleri ile yazılacak
orijinal tarih nuzül asrını en sahih şekilde izleme imkanını verebilir. Orijinal tarih kuranın hayatla
bütünleşmesini verirken, yorumlanmış tarih, kuranın yaşanabilir
olduğunu anlamada faydalı olabilir.
Hazırlayan: Osman Gül (2015-2016 Güz Dönemi Yüksek Lisans)
No: 1510ZL318
KUR’AN VE BAĞLAM KIRAATİ HÜLÂSASI VE ESERE GENEL BİR BAKIŞ
1.KİTAP
KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I
NÜZÜLÜN ROLÜ
Öncelikle esbab-ı nüzül ilmi, Kur’an-ı Kerim’in soyut bir düşünceden ibaret olmadığını ve yaşanılması hedeflenen bir hakikatlar kitabı olduğunu göstermesi açısından ulumü’l-Kur’an’ın çok mühim bir dalıdır.Öyle ki sahabe, tabi’ın ve tebe-i tabi’ın Kur’an’ı esbab-ı nüzül ile tefsir etmişlerdir.Yani esbab-ı nüzülü bilmek tefsiri bilmek idi diyebiliriz.İşte bu yüzden olmalı ki 1. Bölümde esbab-ı nüzül ve Kur’an ilimlerine yer verilmiştir.
Baktığımızda böylesi önemli bi konuda bazı kriterlerin aranması kaçınılmazdır.Esbab-ı nüzül hakkında tasavvur yoluyla konuşmak yasak edilmiş.Sema ve müşahede ise şart koşulmuştur.
Bu eser hazırlanırken de bu konuyla ilgili kavramların tanımlanması, sıkça yapılan hatalar, esbab-ı nüzüle bütüncül bakabilmek ve esbab-ı nüzül olgusunu günümüze taşıyabilmek gibi amaçlar gözetilmiştir.
Zikredilen bu konuların nasıl bir metotla sunulması da önemli bir meseledir tabi ki.Bu eserde alışılagelmiş esbab-ı nüzül konulu kitaplardan farklı bir yol , yöntem geliştirmeye ihtiyaç duyulduğunu hisseden müellif özellikle şu ilkeleri göz önünde bulundurmuştur:
-Vakıasını tesbit
-Vakıanın tenkidi
-Yeni yaklasım ilkeleriyle yönelmek
*Yeni yaklaşımdan kasıt bir şey söylemek gerekirse; nüzül ortamına ait hadiseleri günümüze taşıyıp anlamlandırabilme ve yorumlayabilme çabası, bunladan biridir.
1. BÖLÜM
İlk olarak “Ulumu’l- Kur’an ‘’ nedir? sorusu üzerinde durulmaktadır.Burada Kur’an ilimlerinin kaynağının yine Kur’an olduğu bildiriliyor.Ulumu’l-Kur’an adı altında zikredilenleri aslında Hz.peygamber ve ashabı da biliyordu.Çünkü bu bahisler ;
-Arap dili
-Nüzül ortamında yaşanan hadiseler ,olarak iki kaynağa dayanmaktadır.
Hz.Peygamber Kur’an ilimlerinin esaslarını söz ve eylemleriyle ortaya koymuşlardı. Sahabe ve sonrasında gelen kuşaklar Hz. Peygamber in hayata uyarladığı şekilde Tefsir ilmini nakletmişlerdir.Geçen doğal süreç içerisinde bu ilmi birikim tedvin edilmiştir.Örneğin süreç içersinde Kur’an ilimlerinin cem’ ve tedvinine ihtiyaç duyulması üzerine Zerkeşi “Ulumu’l- Kur’an ‘’ başlığı altında ilk Kur’an ilimleri kitabını yazmıştır.Dikkat çekilmesi gereken bir hususa burada değinmek gerekiyor. O da Kuran İlimleri kayramıyla Tefsir İlimleri kavvramını ayırmak.İlkdevirlerde “Ulumu’l-Kur’an “ kavramı “Ulumu’t-Tefsir “ manasında kullanılıyordu.Bugün anladığımız şekilde bir mana kazanması ise Zerkeşi’nin (794) “Ulumu’l-Kur’an’ını kaleme alması sayesindedir.Yapılan tetkiklerden çıkan sonuca göre Kur2an İilimlerine ;Kuran’la ilgili, veye Kuranın içerdiği ilim ve araştırmalarda oluşan Kur’anın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı amaçlayan bilim alıdır, diyebiliriz.
Tefsir ilimleri kavramına gelince; bu ilim Kur’an ilimlerinden bir ilimdir. Kur’an tefsirine yönelen kimsenin bilmesi gereken ,müfessirine ait bilgiyi içeren ilim dalıdır.
Kur’an ilimlerinden biri olan esbab-ı nüzül ilmi ise Şatıbinin de belirttiği üzere Kur’an’ı bilmek (anlayıp kavramak) le eşdeğerdir.Esbab-ı nüzül ilmi nakli bir ilimdir.Dolayısıyla sahabilerden bilgin olanların sözlü nakilleriyle aktarılagelmiştir.
ESBÂB-I NÜZÜL İLMİ
Esbab-ı nüzül
kavramını tanımlarken “Bu ayetin sebeb-i nüzülü bu hadisedir “ sözünden zahiren anlaşılan anlam yanlış bir tanımlamaya yol açar.Çünkü O
insanların ama kıyamete kadar gelecek bütün insanların hidayeti için
indirilmiştir.Bu duruma dikkat çeken Suat Yıldırım şöyle bir de tanımlama
getirir: “Sebeb-i nüzül , semadan gelen vahyi ilahinin yeryüzünde istikbal
ediliş çerçevesidir.Yani sebeb-i nüzül , vahyin nazil olduğu ortamı resmeden
hadisedir, diyebiliriz.
Doğuşu ve Gelişimi
Arap toplumunun sahip olduğu kültür ,dini anlayış ve edebi birikimine uygun bir şekilde tedricen ve muhteşem fesahatıyla , belağatıyla nazil olan Kur’an ayetleri dinin tebliği ve hayata tatbiki açısından en uygun zaman ve hadiselere müteakkip iniyordu.
Böyle bir ortamda arap dili, kültürü ve edebiyatına vakıf olan sahabeden itibaren şifahi olarak nakledilen sebeb-i nüzül tabiün zamanında tedvin edilmeye başlanmıştır. İslamiyet’e yeni katılan topolumlar ve ehli kitabın da rivayetleriyle birlikte esbab-ı nüzül rivaetleri hayli genişlemiştir.
Kayda geçirilen rivayetler ilk olarak bir tefsir kitabında toplanmamıştır.Hadis mecmuaları tefsirlerden önce telif edilmiş ve bu eserlerin bir babı da tefsire ayrılmıştır.Ancak zamanla rivayetlerde boş kalan yerleri tamamlama iştiyakıyla esbab-ı nüzül rivayetleri kabartılmıştır.
Esbab-ı Nüzül
Eserleri Hakkında Malumat
-Günümüze birç oğu ismen ulaşabilmiş, el yazmaları günümüze ulaşmamıştır.
-Esbab-ı nüzülden evvel Garibü’l-Kur’an ,Mübhematü’l-Kur’an gibi ilimler tedvin edilmiştir.
-Rivayetlerinin bazı eserlerde isnatsız zikredilişi ve sebeb-i nüzül hadisesinin yanında başaka ilgili hadiseler de nakledilince bunlar karışıklığa sebep olmuştur.
Esbab-ı Nüzülü
Bilmenin Yolu
Esbab-ı nüzül ilmini bilmek nakille olacak bir iştir.Sahabeden gelen sahih sebeb-i nüzül rivayeti merfu hükmündedir.Tabiün ise bu durumda mürsel hükmündedirler ve kaynak konumundadırlar.Ancak tabiün rivayetinde ek olarak; rivayeti destekleyen başka rivayet bulunması, ravinin tefsir imamlarından olması,doğrudan bilgin sahabiden rivayet etmesi , gibi şartları haiz olması gerekmektedir.
*Burada Hadis usulü açısından esbab-ı nüzülün müsned rivayet kapsamına girmesi için doğrudan sahabiden ya da ilim sahibi tabiündan gelmesi şartı unutulmamalıdır.Müsned tabiri ise ancak senedi muttasıl olmakla birlikte merfu olan rivayetlere denilebilmektedir.
Esbab-ı Nüzül Rivayetlerinin Kalıpları
Esbab-ı nüzül rivayetlerinin ‘’rivayet’’ olması hasebiyle rivayet kalıplarının iyi tespit edilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde nüzül sebebini tanımamız güçleşmektedir.Rivayet sigalarını iyi anlamak için iki ana başlık açılabilir.
-Sebep ifade etmede nass olan rivayetler:
a)Sebeb-i nüzül tanımmı içine giren rivayetler
b) “Sebebi budur “ şeklinde gelenler
c)Başka bir manaya hamledilemez şekilde açık olanlar
d)Olay anlatıkldıktan sonra ‘‘ fe ’’ zamiriyle başlayan ibareler
e)Sebep ifadesinin cümlenin gelişinden anlaşıldığı rivayetler ( “ Raasululllah’a şu mesele hakkında soruldu da… “gibi )
- Bir de sebep ifade etmede nass olamayan rivayet kalıpları vardır:
a)Sebep olduğu cümlenin gelişinden yada ‘’fe’’ zamiri , ‘’sebebi budur’’ gibi açık olarak bildirilmeyen rivayetler
b)Ayet şu olay hakkında inmiştir yada zannediyorum gibi ibarelerle nakledilen rivayetler ihtimali rivayetler olup nass kabul edilmez.
Esbab-ı Nüzül Rivayetlerinin Tasnifi
a)Vürudu itibariyle tasnif etme
-bir soruya cevap olarak varid olanlar
-fetva maksadıyla inenler
-hükmü beyan maksadıyla inenler
b)Hadis usulü kriterlerine göre tasnif
-sahih- sahih olmayan
-tercih sebebinin olup olmaması
-cem edilip edilememesi
*Esbab-ı nüzül rivayetlerinden bir de bilinmesi gerekli olmayanlar vardır. Şöyle ki ayetten kastedilen mananın açık lafızlarla sunulmasına rağmen manaya uygun bazı sebeb-i nzül hadiseleri nakledilmektedir, bunlara gerek görülmemektedir.
c)Nevileri açısından tasnif etme
-esbab-ı nüzül rivayetleri
-tefsir için esbab-ı nüzül rivayetleri
Esbab- Nüzülle İlgili Meseleler
1)Taaddüt Meselesi
Bu mesele iki farklı rivayetin telif edilememesi üzerine nüzülün teaaddüt ettiği fikrinin ortaya çıkarmasından ileri gelir.Bu konuda iki durum türden bahsedilebilir.Birçok nüzül sebebi dolayısıyla inen bir ayet nazil olmasına sebebinn teaddüdü , birkaç ayet tek sebep üzerine inmişse de nüzülün teaddüdüolarakisimlendirilmiştir.
-Sebebin Teaddüdü
Bu hadiseyle sebeplere müteallık ayetin nüzülünün tekerrür etmesi kabul edilir.Burada sebeplerin biribiriyle ilişkilendirilmesinde gerekli şartlar olacaktır.
-Nüzülün Teaddüdü
Bir sebep için iki farklı ayet nazil olması gibi.
2)Hükmün veya Nüzülün
Teahhürü Meselesi
Zerkeşi ve Suyuti bu konudan bahseden kişilerdendir.Zerkeşi nüzülün hükümden önce olabileceğini kabul eder.Mesela (Kad eflaha men tezekkâ) ayetinin fıtır sadakasına istidlal olunmuştur. Oysa ayet Mekkidier ve henüz ne fıtır nebayram vardır.Bu durumdan Beğavi, nüzülün hükümden önceye takdim edildiği sonucunu çıkarır.
3)Umum ve Husus Meselesi
Bu konuda ulamanın geneli ‘’ Muteber olan lafzın umumudur,sebebin hususu değildir.’’ Kaiddesini kabul ederler.Buradan nassların sebebe bağlı kalmayıp mana şümulünce içerdiği bütün hükümleri kapsadığı kabul edilir.En meşhur örneklerden biri de lian konusunda Hilal B.Ümeyye’nin karısı hakkında inen umumi manalı ayettir.İmam Şafii’ de bu konuda “ Sebep bir şey ortaya koymaz,Bir şey ortaya koyan lafız ve ibarelerdir, sözüyle meseleye açıklık getiriyor.Sebeplerin ayetleri tahsis edemeyeceği ve yalnızca ayetleri anlamada yardımcı olabileceği kabul edilen görüştür.
Esbab-ı Nüzülle İlgili Disiplinler
a)Hikmet-i Teşriiye İlmi
Ayetlerin kastettiği manaları tespit açısından sahabe döneminde nüzül ortamının sosyal, psikoojik şartları da dikkate alınarak hükmün verilmesi gerektiğine vurgu yapan bir disiplidir.
b)Müphematü’l- Kur’an İlmi
Bu ilimde nakli ilimlerdendir.Kaynak yine sahabenin müşahedesidir.
c)Tenasüb ve İnsicam İlmi
Bu ilimle sure ve ayetler arasında akli ve zihni bağlar kurmak hedeflenir. Bu husus Kuran’ın edebi bir mucize oluşuna da delil olarak gösterilir.Böyle bir meziyete sahip olmak bazı şartlara bağlı olmalıdır:
-edebi zevk sahibi olmak
-Arap dilinde lisan zevki olmak
-Kuran’ın bütünlüğünü dikkate almak, bunlardan sayılabilir.
Ayrıca esbab-ı nüzül bu ilmin işlevini yerine getirmesinde yardımcı olmaktadır.Surenin hangi gayeyle indiğini bilmek Tenasüp ve insicam açısından fazlzzca yarar sağlayacaktır.
II. BÖLÜM
İSLAM KÜLTÜR TARİHİNDE ESBAB-I NÜZÜL RİVAYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Kuran-ı Kerimin anlaşılmasında esbab-ı nüzülden yararlanırken bu alanın ilkelerine uymamaktan kaynaklanan problemler esbab-ı nüzülün bu konuda yetersiz kalmasına neden olmuştur.Bu durum maddeler halinde şöyle açıklanabilir:
1)Rivayetler Açısından
a- Merfu- Müsned rivayetler açısından
Hadis usulü açısından esbab-ı nüzül rivayetleri müsned haber olamaz. Çünkü saahabe ve tabinden rivayet edilen haberlerdir.Tefsir için yapılmış ,rivayet ,ictihad ve Kuranı yorumlma çabalarından oluşan kavillerdir.Diğer yandan sahabeden aktarılan bütün rivayetler sahih kabul edilemez. Bunlar Hadis Usulü açısından kritize edilip ayıklanmalıdır.
b)Mürsel Esbab-ı Nüzül Rivayetleri
Bu şartlarda gelen rivayetlerin huccet alınması gayet ihtilaflı ve şartları değişken bir hale geldiğini görüyoruz.Kısaca bu şekilde gelen rivayetleri Kuranı anlamada ufuk açıcı bilgiler olarak görmek en yerinde hareket olmalıdır.
c)Senetlerin Hazfedilmesi
Sahabeden senetsiz yapılan böyle rivayetleri Suyuti munkatı ve baakılması gerekmeyen haberler olarak nitelendirir.
d)Rivayetlerin Tasnifine dikkat Etmeme
Esbab-ı nüzül kapsamında rivayet çokluğu vebu rivayetlerin rakebete tabi tutulması bir sorun oluşturur. Çözümü ise bu rivayet yığınının tasnife tebi tutulması olmalıdır.Bu konuda en makul tasnif ;
-Esbab-ı nüzül rivayetleri
-Tefsir için yapılan esbab-ı nüzül rivayetleri ,
Şeklindeki tasnif olmalıdır.Çünkü esbab-ı nüzül Kuranın bütünlüğüne dair bir olgudur.Bir bakıma esbab-ı nüzül Kurana tarihi bir görüş açısıyla bakmaktır.Ayetlerin ima yoluyla bildirdikleri, umum- tahsis meselesi gibi konularda bizi bu ilim aydınlatabilir.
Müfessirler eğer Kuranı tek bir yönden ele alıp farklı gözden rivayet etmeselerdi bu gün Kuran ilimleri alanında araştırmalar ve ilahi evvrensel mesajın her çağdan her insana hitap etmesi kısıtlanmiş olurdu.Dolayısıyla bu ilimde rivayetleri bazen çakışması doğaldır . Fakat bu yolda sınırlandırıcı , yön veren ilkelerin de belirlenmesi gereklidir.
e)Rivayet Sıygalarına Dikkat Göstememe
Rivayetlerin sahih olması yanında bir de sebebiyet ifade etmesi gerekmektedir.Şu da unutulmamalıdır ki, bütün sebeb-i nüzül rivayet siygaları nüzül sebebini beyan etmede nass değildir.Bu meselenin kaideleri yukarıda açıklanmıştı.
2)Umumu Hususileştirme Açısından
Problem sebebiyet ifade eden esbab-ı nüzül rivayetlerinin umum değil de hususiyet ifade ettiğine inanılmasıdır.Bu durum Kuran’ın anlaşılmasında güçlükler ortaya çıkarır.Her kimsenin Kuranı anlamak için esbab-ı nüzül bilgisinesahip olması zorunlu hale getirilmemelidir.Çünkü böyle bir sorumluluk da yoktur.Sahabe ve tabiin hep umum ile delil getirmişlerdir.
3)Taaddüt- Taahhür Açısından
Bu meselenin halledilmesi için öncelikle sebeb-i nüzül ve tefsir için sebeb-i nüzül olarak rivayetlerin tasnif edilmesi şarttır.Bu konuda problemlerin kaynağını görme açısından Zerkeşinin tespiti kayda değerdir.Zerkeşiye göre, aslında müşahede edilen olay-nas ilişkisi, ayet ve hadis , alimlerin ezberinde olsa dahi önceden akıllarına geleyen bir vecihle zihinleriiine doğabilir.Böyle bir insani olgu , müfessirlerin bir ayet için birçok nüzül sebebi rivayet etmelerinin sebebinni açıklamaktadır.
4)Tarih İlminden Yararlanma
Baı rivayetlerde görülen tarihi uyumsuzluklar kabul edilemez hatalara yol açabiliyor.Bu hataların iki sebeptan kaynaklandığı söylenebilir.
1)Her ayette bir sebeb-i nüzül arama çabası
2)Geçmiş ümmetler hakkındaki rivayetlerle sebeb-i nüzül rivayetlerini karıştırma. Bu hata aslında sahabe ve tabiinin ayetleri tefsir ederken ve yorumlarken bildikleri geçmiş kavimlerin ilgili hikayeleri ve cahiliyeden kalan hatıralarından yaralanmalarından kaynaklıdır.
KURAN-I KKERİMİN ANLAŞILMASINDA ESBAB-I NÜZÜL RİVAYETLERİNİN OLUMSUZ
ETKİLERİ
1)Yorum Zenginliğine Engel Olması
2)Kuran-ı Kerim’in Evrensel Hedefi Olan Kuran-İnsan Hayat Bütünleşmesini Engellemesi
3)Konunun İstismar Edilmesi
-Şahısların ebedileştirilmesi şeklinde
-Mezhep hareketlerine etkisi yönüyle
ESBÂB-I NÜZÜLE YENİ BİR YAKLAŞIM
Esbab-ı nüzül bilgisinin mevcut haliyle Kur’an’ın anlaşılmasında problemler çıkarmasından hareketle bu alanda yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır.
Esbab-ı üzül ilmi, hem tarihi hem de aktüel bir gerçek olarak Kuran-ı Kerim’in nüzül ortamına ait haberleri içermektedir.
a)Esbab-ı Nüzül Rivayetlerinin Yeniden Değerlendirilmesi
Esbab-ı nüzüle olan ihtiyaç ve barındırdığı rivayetler açısından problemlerin çözümü açısından bu alanın nası değerlendirilebileceği ilkelere bağlanmalıdır.Bu konuda şu ilkeler yol gösterici olabilir:
-Rivayetlerin tamamını ihata etmek mümkün değildir.
-Esbab-ı nüzülü bilmeden de Kur’an’ı anlamak mümkündür.
-Arap dili ve mukteza-i hali iyi bilmek gerkmektedir.
-Sebeb-i nüzülü bilmemek ayetlerin zahir nasslarını mücmele çevirir
2)Esbab-ı Nüzül Rivayetlerinin Hadis Usulü İlmi Açısından Tenkidi
Bu başlık altında , sebeb-i nüzül rivayetleri için de hadis rivayetlerinin senet-metin tenkidine tabi tutularak yapılan kriterlerin uygulanması gerektiği konusu vurgulanmakktadır.Hadis metedolojisinden yararlanarak sağlam bir tenkit yapılmalıdır.
3)Rivayetleri Tasnif Etme
-Esbab-ı nüzül rivayetleri
-Tefsir için olan esbab-ı nüzül rivayetleri
*Esbab-ı nüzül rivayeleri tasnif edilmediği sürece ;
-vahyin ilk yorumu
-sahabenin sosyal ve psikolojik şartları
-sahabenin fikri durumu
-bu fikri duruma dayalı yorumlarıtespit edip değerlendirmek mümkün olmayacaktır. Bu durum da Kuran’ın anlaşılmasında oldukça önemli bir olumsuz hali beraberinde getirecektir.Fakat bütün bunların yanında Kur’an’ı anlamada aslolan sebepler değil metin yani Kur’an’nın lafzı olmalıdır.
Kur’an’ı Kerimin Bütünlüğünün Dikkate Alınması
Kuran’ın bütünlüğü denince bu kapsamda şu başlıklar sayılabilir:
-Kur’i cümlelerle oluşan bütünlük
-Tarihi bütünlük
-Teşrii bütünlük
-Siyak-sibak bütünlüğü
-Surelerin dahiliği bütünlüğü
-Kurani cümleler ve sureler arasındaki bütünlük
İnsanın varlık koşulları aynı olması itibariyle Kuran’ın değişen dünyaya hakim değişmeyen ilkeler getirdiği bir gerçektir.Kuran hayatla içiçe dinamik bir rehberdir.Esbab-ı nüzül ilmini de bu perspektiften bakarak değerlendirmek birçok problemi halledecektir.Mesele Kuran’ı kendi vakıalarımmıza indirebilmede.Kuran’ın üslübu kavranıp bütünlüğü dikkate alındığı zaman daha sağlıklı değerlendirmeler kendiliğinden gelecektir.
Siyâk – Sibakın Göz Önünde Bulundurulması
Bu prensip aslında Kuran’ın bütünlüğü başlığı altında incelenebilir.Sebeb-i nüzülle oluşan olgu ve sosyal bağlam ,insaniörnek oluşturan, zaman –mekan unsurlarının ötesinde mütalaa edilmelidir.BU şekilde siyak- sibak da ortaya konmuş olacaktır.
Esbab-ı Nüzül ve Tarihsellik Kavramı
İnsan için hayat rehberi olan Kuran ,insanın tarihi bir varlık olması hasebiyle tarih ve tarihsellikle alakalandırılır.Esbab-ı nüzül vahyin nüzül ortamına ait o günün gerçeklerinden kaynaklı bir ilimdir. Bu da onun tarihselliğini gösterir.Esbab-ı nüzülün tarihselliği ile onun tarihe bağlı olduğu fkri karıştırılamamalıdır.Çünkü bu rivayetler, dini bir fenomen olarak , orijinal tarih-orijinal yorum olarak düşünülmelidir.
Esbab-ı nüzül Kuran – insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani eylemlerdir.Aslolan bu eylemlerden insani ilkeler çıkarabilmektir.Daha önemlisi ise bu ilkeleri hayata geçirebilmektir.
1. BÖLÜMÜN HÜLÂSASI
* Bu çalışma esbab-ı nüzül ilminin doğru tanımı, kapsamı ve mahiyetini zihnimizde ihata edebilme fısatı vermektedir.
* Esbab-ı nüzül ilminin bir ihtiyaç olmasının yanında belli ilke ve kriterlere riayet edilmezse Kuran’ı anlamada birçok problemlerin yaşanabileceği beyan ediyor
*Söz konusu ilke ve kriterler, gerekçe ve örnekleriyle tanıtılıyor.
* Esbab-ı nüzülün Kuran’ı anlmadaki etkin rolünün Kuran’ın bağlamı, siyak-sibakıyla olan ilişkisini ortaya koyuyor.
*Esbab-ı nüzül ilminin tarihi gelişim süreci ortaya konarak bu ilme nasıl bir perspektiften bakılması gerektiği de açıklanmış oluyor.
*Esbab-ı nüzül ilminde süreç içersinde oluşan problemler, bu ilmin istismar edilişiyle ilgili farkındalıklar dikkatlere sunuluyor.
*Bu ilimle ilgili yanlış yorumlamalar, hata ve eksikliklerle beraber bunların saikleri de ortaya çıkarılarak yapıcı tespitlerde bulunuluyor.
*Bu gibi yapıcı tespitler ve Kuran’ı anlamada yetersiz kalınan noktalara temas ederek Tefsir ilmiyle uğraşanlara bir rehberlik etme özelliği kazanıyor.
*Esbab-ı nüzül ilmine sadece dıştan – genelleyici bir gözle bakmak yerine bu ilimle ilgili üslup ve rivayet sıygalarına kadar yapılan tespitlerle bu alanda sahih bilgiye ulaşmanın yol, yöntem ve tekniklerini öğretiyor.
*Yeni yaklaşım,ilke ve teknikler önerilerek ihtiyaç duyulan yeni çalışmalara işaret ediliyor.
* Kuran’ bütüncül anlayışla yaklaşmak, bağlamdan kopmadan Kuran’ın ruhuna uygun yorumlar getirebilmek konusunda esbab-ı nüzül ilmiyle sağlam bir ilişki kuruluyor.
İKİNCİ KİTAP
SA’LEBE KISSASI (Esbab-ı Nüzüle Yeni Bir Yaklaşım )
Araştımanın bu bölümünde , önceki bölümde açıklanan esbab-ı nüzüledair yeni yaklaşımlar ve ilkelrinin bir sebeb-i nüzül rivayeti üzerinde tatbik edilerek somut bir şekilde okura sunulduğunu görüyoruz.
Öncelikle Tefsir ve Hadis ilimlerinde hayli meşhur olmuş bu rivayetin sire-rical ve tarih eserlerinde, hadis mecmualarında , tefsir eserlerine nasıl ele alındığı ele alınmış.Sonra İbni Hazm ve İmam Buhari gibi otorite olan ulema tarafından zayıf kabul edilişinden bahsediliyor.Burada dikkat çekilmesi gereken bir hususa da yer veriliyor. Şöyle ki; bir rivayetin en muteber kabul edilen Tefsir kaynaklarında yada hadis mecmualarında geçmesi o rivayetin sahih olduğuna delalet etmez.Taberi gibi rivayet kitabetine , nakil yaparak geleneği aktarmaya özen gösteren alimler senedin sağlam olması şartıyla birçok zayıf riayeti nakletmişlerdir.
Sa’lebe kıssasında rivayetlerde düşülen ihtilafa gelince araştırma bunun iki saikten ötürü olduğunu açıklıyor:
-Her ayete bir sebebi nüzül bulma çabası
-Daha önce zikredilen iki tasnif grubuna ayırmadan rivayetlerin karışık bir şekilde nakladilmesi
Sa’lebe kıssası riayet kalıplarının da gösterdiği vechile ikinci tür bir rivayet çeşididir. Yani bizzat nüzül sebebi değildir, yorumlama rivayetler arasında nakledilmiş olmalıdır.
Diğer yandan ayete bu sebeb-i nüzülü dayattığımızda ayetin anlam alanı daralmaktadır.
Sonuç olarak ;
Esbab-ı nüzül ilmine yeni ve yapıcı bir perspektiften bakmak için elverişli bir rivayet olan Sa’lebe kıssası üzerinden şu ilkelere dikkat çekiliyor:
-Rivayet Hadis Usulü kriterleri açısından değerlendirilmeli
-Rivayetler tasnif edilmeli
-Tarih ilminden faydalanılmalıdır.
-Kur’anî bütünlük ve siyak sibak bağlamında değerlendirilmelidir.
ÜÇÜNCÜ KİTAP
TARİHSELLİK PROBLEMİ VE
AÇIKLANMASI
Öncelikle tarihsellik kavramından kastedilen mana , insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkan ve yetenekleriyle bizzat yaşadığı bir durumla ,tarihle ilgilidir. İşte Kuran-ı Kerim de insanı ana konu edinerek tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymaktadır.Çünkü insan herdaim dünü ve bugünüyle beraber yaşamasının yanında geleceğe doğru yaşanmışlıklar bırakmaya devam etmektedir.Kuran tarih ve tarihsel olanı , geçmiş ve yaşanıllan zamanı ve geleceğiyle bir bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.Kuranın tarih anlayışı bu şekildedir.
Bundan sonra tarihsellik ile esbab-ı nüzülün bağlantısı kurulması gerekiyor.Nüzül asrı insanları belli kültür ve değer yargılarına sahip bilinçli insanlardı.Kuranın getirdiği değerler sistemini kavrayıp Hz.peygamberin örnekliğinde tarihe mal ettiler.Baktığımız zaman Kuran vahyi nazil olduğu fikri , sosyal ve manevi çerçevedevar olan insani problemlere cvap vermiştir.Bu durum 23 yıl sürmüştür.
İnsanın yapıp etmeleri onun tarihselliğini oluşturur.Tarihsellik kavramının kapsamına giren manalar açısından:
-Tarihsel olanın varlık biçimi; esbab-ı nüzülün gerçekliğine vahyin ilk muhataplarıının yaşanmışlıklarından ulaşırız.
-Zamana bağlılık , gelip geçicilik; esbab-ı nüzül hadiseleri zamana bağlı hadiselerdir.Fakat bu ayetler için geçerli bir durum olamaz.
-Tarihsel koşulluluk, yani nüzül sebepleri olmazsa ayetler anşılamaz gibi bir anlayış kabul edilemez.
-Birşeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu…
Sonuç olarak;
Esbab-ı nüzül Kuran – insan ilişkisinin ilk aşamasında meydana gelmiş, bütün zamanlarda insani ilişkilerde görülmesi doğal olan beşeri ilİşkilerden teşekkül eden yaşanmışlıklardır.Önemli olan bu olay ve olguları şimdinin insan meselelerine uyarlayıp ilkeleri tespit edebimektir.Ve en genel ve geçerli gaye de Kur’an -insan –hayat bütünlüğünün sağlanması ve bu doğrultuda yapılan çalışmalardır.Söz konusu çalışmalar yapılırken gözden kaçırılmaması gereken bazı farkındalıklar zikredilebilir :
*Kuran soyut biz düşünceden ibaret değil, insanın özüyle örtüşen bir kitaptır.
*Kavramlara anlam vermek konusunda da bu ilke göz önüne alınmalıdır
*Esbab-ı nüzül rivayetlerine ‘’orijinal tarih’’ ile ‘’düşünülmüş tarih arasındaki ayrım yapılarak yaklaşılmalıdır.Ayrıca bu ayrım , esbab-ı nüzülden tarihsel bir olgu olarak yararlanmada da gereklilik arzetmektedir.
Kur'ân ve Bağlam
Kur'ân ilimleri:
Kur'ân ilimleri Kur'ân la ilgili veya Kur'ân'ın içerdiği ilim ve
araştırmalardan oluşan, Kur'ân'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı
olmayı gaye edinen bilgi alanıdır.
Sahabenin yetiştirdiği
tâbiin âlimleri ve diğerleri Kur'ân ilimlerinin esaslarını koyan bilginlerdir. Kur'ân
ilimleri önceleri Kur'ân tefsir edilirken, onu anlama çabaları sürecinde bir
ihtiyaç sonucu ortaya çıkmış olan Kur'ân'ı Kerîm'le ilgili hususî
araştırmalardır. Kur'ân ilimleri İslâmiyet'in ilk döneminden itibaren âlimlerimizin
husûsî alakasını çekmiştir. İhtiyaç hasıl olduğu için daha sonraları Kur'ân
ilimleri Zerkeşî tarafından tek bir eserde muhtasar olarak toplanmıştır.
Esbâb-ı nüzûl ilmi:
Esbab-ı nüzûl Kur'ân ilimlerinden biridir.
Sebebi Nüzûl : Nüzûl ortamında meydana gelen bir hâdiseye veya Hz
Peygamber'e yöneltilmiş bir soruyu vahyin nâzil olduğu ortamı resmeden hâdiseye
sebeb-i nüzûl denir.
Esbab-ı nüzûl bilgisi, Kur'ân'ı Kerîm'in nüzûl ortamının aslî bir
unsurudur. İslâm'ın başlangıcından beri bilinen, ve âlimlerce önemle üzerinde
durulmuştur. Çünkü Kur'ân'ı Kerîm'in anlaşılmasında gerekli olan bir bilgidir. Sahabe,
tabiûn ve tebe-i tabiin'den olan müfessirler Kur'ân'ı özellikle esbab-ı nüzûl
ile tefsir etmişlerdir. Ayetlerin hangi olaylar üzerine indiğinin bilgisine
sahiptiler. Onun için esbab-ı nüzûl
hakkında tek kaynak sahabedir.
İnsan hayatına yön vermek için var olan Kur'ân'ı Kerîm'i anlama çabasında
esbab-ı nüzûl'un teorik temellerini bilmek ve onun ilkelerine uymak
gerekmektedir. O zaman nüzûl ortamını tanımış ve o döneme tarihi açısından
bakıp nüzûl ortamına getireceğimiz açıklamalarla bu insanî varlık alanına ait
yapıp etmeleri günümüze taşıyıp anlamlandırabiliriz.
Dolayısıyla esbab-ı nüzûl bilgisi Kur'ân'ı anlama çabalarında göz ardı
edilmesi mümkün olmayan bir ilimdir.
Sonuç :
Genel ilkeler :
- Esbab-ı nüzûl rivayetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir.
- Esbab-ı nüzûl bilmeden de Kur'ân'ı Kerîm'i anlamak mümkündür.
Özel ilkeler :
- Esbab-ı nüzûl bilinmelidir.
Ayrıca siyak-sibak ilkesi'de göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü esbab-ı
nüzûl rivayetleri Kur'ân'ın bütünlüğü kavramı çerçevesinde değerlendirilirken
Kur'ân'daki siyak-sibakı görebilme imkânı sağlayan unsurlardır. Sûrenin veya
ayetlerin nâzil olmasındaki sebeplerin bilinmesi siyak-sibak'ın yani bağlamın
idrak edilmesini mümkün kılmaktadır.
Esbab-ı nüzûl, Kur'ân'ı Kerîm'in soyut bir düşünce biçimi olarak
kalmadığının, aksine, yaşanmış
yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat, bir hidayet rehberi olduğunun en büyük
delilidir.
KUR’AN
İLİMLERİ VE ESBABI NUZUL İLMİ
Bu bölümde Ulumul Kur’an kavramının tanımı ve tarihi
gelişimine yer verilmiştir.(Nübüvvet dönemi ulumul kuran ilminin
gelişimi,sahabe dönemi ulumul kuran kavramının gelişimi)
Her konuyla ilgili ayrı bir ilmin oluşması ayrıntıların
gereksiz uzatmaların doğmasına sebep olmuştur.(Nesh ile ilgili ayrı bir kitabın
yazılışı,darbı meselle ilgili ayrı eserlerin kaleme alınması)
Kuran ilimleri kavramı ilk olarak Zerkeşi tarafından ortaya
atıldığı belirtilmiş tefsir ilmi ile ulumul Kur’an arasındaki ilişkiye
değinilmiştir.
Esbabı nuzul ilminin çeşitli alimlerce ortaya atılan
tanımlarına yer verilmiştir.Kur’an tedrici inmesi hayatla akıp giden bir kitap
olması olarak yorumlanmıştır.Her ayetin bir nuzul sebebinin bir nuzul sebebi
olmadığı belirtilmiş esbabı nuzule dair
esaslar ve bu eserler hakkındaki yorumlara verilmiştir.
Esbabı nuzul rivayetlerinin sahih rivayet yoluyla
bilinebileceğine değinilmiş ve sebebi nuzul rivayetlerinde kalıbın önemi
hakkında açıklama yapılmıştır.
Sebebi nuzuldeki taaddüt incelenmiş sebepleri ortaya konmuş
ve müfessirlerin görüşlerine yer verilmiştir.(Esbabın taaddüt etmesine engel
olacak bir şey söz konusu değildir ‘’İbn
Hacer’’)
Esbabı Nuzulle ilgili disiplinler şöyle sıralanmıştır:
·
Hikmeti teşriiye ilmi:
Miras ayetlerindeki hikmetin insanların mali adalete kavuşturulmasıdır.
·
Mübhematül Kuran ilmi:Belirsiz ifadeleri açıklama
ilmi.
·
Tenasüp ilmi:Ayetler arasında bir uyum olması. (Bu
ilme Kur’an gelmeden önce de Araplar önem veriyordu) Kur’anı Kerimin genel
mesajının kavranması ile ilgilidir.
KURANI KERİMİN ANLAŞILMASINDA
ESBABI NUZULUN YETERSİZ KALMA SEBEBİ
·
Rivayetlerle ilgili
sorunlar. (Rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme ,senedlerin hazfedilmesi)
Rivayetlerin tasnifi ile ilgili de esbabı nuzul iki başlık altında incelenmelidir.
1. Esbabı nuzul rivayetleri
2. Esbabı nuzul değerlendirmleleri
· Sebebi nuzulun umum değil husus ifade ediyor olarak algılanmsası
· Rivayetlerde görülen tarihi gerçekliklere aykırılık (Tarih bilgisinin önemi)Örneğin Sa’lebe kıssasının tarihi gerçeklikle uyuşmadığı ile ilgili görüşler mevcuttur.Bu görüşü savunanlara göre o dönemde zekat zorla alınan önemli bir vergiydi.Bu verginin ödenmemesi gibi bir durum tarihi gerçekliğe aykırıdır görüşü mevcuttur.
KURANI
KERİMİN ANLAŞILMASINDA ESBABI NUZUL RİVAYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR
· Yorum zenginligine engel olması (Rivayete bağlı balmak)
· Kuran-İnsan-Hayat bütünleşmesini önlemesi (İnsan kendi anlayış kapasitesi düzeyinde Kuranı anlamaya çalışmalıdır)
· İstismar (Müfessirlerin konuyu kenid çıkarları doğrultusunda yorumlamaları,mezhep hareketleri)
ESBABI NUZUL RİVAYETLERİNİN
YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
· Esbabı nuzule olan ihtiyacı Kur’an belirlemelidir.
· Esbabı nuzul rivayetleri hadis tenkidi açısından tenkid edilmelidir.(Senet metin bütünlüğü dikkate alınmalı)
· Kuran bir bütün olarak ele alınmalıdır.Böyle yapılırsa ayetleri anlamada sebebi nuzule bile ihtiyaç duyulmayabilir.
· Siyak sibak göz önünde bulundurulmalıdr.
KUR’AN
İLİMLERİ VE ESBABI NUZUL İLMİ
Bu bölümde Ulumul Kur’an kavramının tanımı ve tarihi
gelişimine yer verilmiştir.(Nübüvvet dönemi ulumul kuran ilminin
gelişimi,sahabe dönemi ulumul kuran kavramının gelişimi)
Her konuyla ilgili ayrı bir ilmin oluşması ayrıntıların
gereksiz uzatmaların doğmasına sebep olmuştur.(Nesh ile ilgili ayrı bir kitabın
yazılışı,darbı meselle ilgili ayrı eserlerin kaleme alınması)
Kuran ilimleri kavramı ilk olarak Zerkeşi tarafından ortaya
atıldığı belirtilmiş tefsir ilmi ile ulumul Kur’an arasındaki ilişkiye
değinilmiştir.
Esbabı nuzul ilminin çeşitli alimlerce ortaya atılan
tanımlarına yer verilmiştir.Kur’an tedrici inmesi hayatla akıp giden bir kitap
olması olarak yorumlanmıştır.Her ayetin bir nuzul sebebinin bir nuzul sebebi
olmadığı belirtilmiş esbabı nuzule dair
esaslar ve bu eserler hakkındaki yorumlara verilmiştir.
Esbabı nuzul rivayetlerinin sahih rivayet yoluyla
bilinebileceğine değinilmiş ve sebebi nuzul rivayetlerinde kalıbın önemi
hakkında açıklama yapılmıştır.
Sebebi nuzuldeki taaddüt incelenmiş sebepleri ortaya konmuş
ve müfessirlerin görüşlerine yer verilmiştir.(Esbabın taaddüt etmesine engel
olacak bir şey söz konusu değildir ‘’İbn
Hacer’’)
Esbabı Nuzulle ilgili disiplinler şöyle sıralanmıştır:
·
Hikmeti teşriiye ilmi:
Miras ayetlerindeki hikmetin insanların mali adalete kavuşturulmasıdır.
·
Mübhematül Kuran ilmi:Belirsiz ifadeleri açıklama
ilmi.
·
Tenasüp ilmi:Ayetler arasında bir uyum olması. (Bu
ilme Kur’an gelmeden önce de Araplar önem veriyordu) Kur’anı Kerimin genel
mesajının kavranması ile ilgilidir.
KURANI KERİMİN ANLAŞILMASINDA
ESBABI NUZULUN YETERSİZ KALMA SEBEBİ
·
Rivayetlerle ilgili
sorunlar. (Rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme ,senedlerin hazfedilmesi)
Rivayetlerin tasnifi ile ilgili de esbabı nuzul iki başlık altında incelenmelidir.
1. Esbabı nuzul rivayetleri
2. Esbabı nuzul değerlendirmleleri
· Sebebi nuzulun umum değil husus ifade ediyor olarak algılanmsası
· Rivayetlerde görülen tarihi gerçekliklere aykırılık (Tarih bilgisinin önemi)Örneğin Sa’lebe kıssasının tarihi gerçeklikle uyuşmadığı ile ilgili görüşler mevcuttur.Bu görüşü savunanlara göre o dönemde zekat zorla alınan önemli bir vergiydi.Bu verginin ödenmemesi gibi bir durum tarihi gerçekliğe aykırıdır görüşü mevcuttur.
KURANI
KERİMİN ANLAŞILMASINDA ESBABI NUZUL RİVAYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR
· Yorum zenginligine engel olması (Rivayete bağlı balmak)
· Kuran-İnsan-Hayat bütünleşmesini önlemesi (İnsan kendi anlayış kapasitesi düzeyinde Kuranı anlamaya çalışmalıdır)
· İstismar (Müfessirlerin konuyu kenid çıkarları doğrultusunda yorumlamaları,mezhep hareketleri)
ESBABI NUZUL RİVAYETLERİNİN
YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
· Esbabı nuzule olan ihtiyacı Kur’an belirlemelidir.
· Esbabı nuzul rivayetleri hadis tenkidi açısından tenkid edilmelidir.(Senet metin bütünlüğü dikkate alınmalı)
· Kuran bir bütün olarak ele alınmalıdır.Böyle yapılırsa ayetleri anlamada sebebi nuzule bile ihtiyaç duyulmayabilir.
· Siyak sibak göz önünde bulundurulmalıdr.
İsim: Meliz Yeşilyurt · Öğrenci No: 15912732 · Yüksek Lisans
Kur’an ve Bağlam Hulasâsı
1. Bölüm: Kur’ân İlimleri ve Esbâb-ı Nuzûl İlmi
A.
Kur’ân İlimleri
Hakkında
1.
Kur’ân
İlimlerin Doğuşu ve Gelişmesi
Kur’ân ilimerin kaynağı bizzat Kur’ân-ı Kerîm’dir. Müslümanlar
hayatlarını anlamdıracak olan bu Kitabı, nâzil olmaya başladığında Hz.
Peygamber veya muallimler aracılığı ile ezberliyorlardı. Hz. Peygamber kendisine
gelen vahyi tebliğ ederken haliyle hem de kavliyle tefsir etmekteydi. Daha
sonra „Ulûmu’l-Kur’ân“ olarak adlandırılacak olan konular Hz. Peygamber ve
ashabı tarafından bilinmekteydi. Çünkü bu konuların hepsi iki kaynağa
dayanmaktadır. 1- Arap Dili - 2. Gözleri önünde cereyan eden hâdiseler.
Sahabe döneminin sonlarına doğru Kur’an’ın ulaştığı sınırlar
genişlemiş, arap olmayan toplumlar da müslüman olmuı ve böylelikle kültürel
etkilenmeler de başlamıştı. Cereyan eden bu olaylar Ulûmu’l-Kur’ân’ın tedvinini
hazırlayan ortamı meydana getirmişti. Bu
yüzden birinci asrın sonları ile ikinci asrın başları „tedvin asrı“nin
başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
Hz. Peygamber ve sahabe Kur’ân’ı hem sözleriyle hem de eylemleriyle
tefsir etmişlerdi. Ancak Kur’an ilimlerinin esaslarını koyanlar, tâbiûn
ulemasıdır. Esaslar belirlenmeden önce Kur’an ilimlerinin temeli bir ihtiyaç
sonucu olarak İslamiyetin ilk dönemlerinde şekillenmeye başlamıştı. Bu ihtiyaç
sonucu Kur’ân Hz. Ebû Bekir döneminde
cem edildi, Hz. Osman döneminde coğaltıldı ve Hz. Ali sonrası dönemde
harflerin noktalanması ile harekelenmesine başlandı. Dolayısıyla mushafın
çoğaltılması, kıraat ve resmu’l-Kur’an ilmi ilk ele alınan ilimler olmuştur.
Ebu’l-Esved ed-Duelî ile birlikte Kur’an lugavî yönden ele alındı, noktalandı
ve harekelendi. Sonuç itibariyle İ’rabu‘-Kur’an zuhur etmiş oldu. Bunların yanı
sıra esbâb-ı nuzûl, Mekkî-Medenî, nâsih ve mensuh ve gârîbu’l Kur’an ilimleri
ilk tedvin edilen Kur’an ilimleridir. Kur’an ilimlerini, „Ulûmu’l-Kur’an“
başlığı altında toplayan ilk kimse Zerkeşî olmuştur.
2.
Kur’ân İlimleri
ve Tefsir İlimleri Kavramları
a.
Kur’an İlimeri
Kavramı
Hicrî ikinci asırda Kur’an ilimleri kavramına dahil olan ilimler
müstakil eserler halinde telif edilmiştir. Kur’an ilimleri sahabeden tâbiûna
nakil yoluyla aktarıldığından dolayı henüz Ulûmu’l-Kur’an ıstılahı ortaya
çıkmamıştı. Ulûmu’l-Kur’an kavramı ilk defa el-Hûfî’nin eserinde kavram olarak
kullanılmıştır. Kur’an ilimleri, konusu her yönüyle Kur’an olan, Kur’an ile
ilgili veya onun içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’an’ın en doğru şekilde
anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır.
b.
Tefsir
İlimleri Kavramı
Tefsir ilmi, Kur’an’ın izahını amaçlayan bir ilimdir. Yani Kur’an’ı
her yönden (gramer, belâgat, tarih vs.) tetkip edip açıklamaya ve bildirmeye
yarayan ilimdir. Bununla birlikte Tefsir, Kur’an ilimlerinden biridir. Bir
diğer tanım ise, Kur’an’ın sözcüklerini, anlamlarını Kur’an ile ilgili ilimler
gereğince araştıran bir ilimdir.
Kur’an ilimleri ve tefsir ilimleri kavramları tedvin döneminin
başlarından itibaren aynı anlamda kullanılmıştır. Zerkeşî ile birlikte bu iki
kavram arasında bir farkın ortaya çıktığı gözlemlenmektedir. Dolayısıyla artık
Tefsir ilimleri Kur’an‘ı tefsir ederken bilinmesi gereken ilimleri ifade
ederken, Kur’an ilimleri daha kapsamlı olarak Kur’an ile ilgili bütün ilimleri
ve bu ilimlerle ilgili umumî kaideleri içeren bir kavramı ifade etmektedir.
Denilebilir ki, tefsir ilmi daha özel bir alanda, daha özel bir gâye ile
Kur’an’a yönelir. Kur’an ilimleri ise daha genel bir alanda, daha genel bir
gâye ile Kur’an’ı anlamak isteyen ihtisas sahibi ile sade okuyucuya fikrî
zemin-altyapı hazırlar.
3.
Kur’an
İlimleri Arasında Esbâb-ı Nuzûl İlminin Yeri
Esbâb-ı Nuzûl İlmi İslâmiyetin ilk asrından bu yana Kur’an’ın
anlaşılmasında önemli bir ilim olarak mütalaa edilmiştir. Sahabe ve tâbiûn dönemlerinde
bu ilim müstakil olarak ele alınmış ve Kur’an’ı anlama gayreti içerisine
girenlerin kesinlikle bilmesi gereken bir ilim olarak zikredilmiştir.
Esbâb-ı Nuzûl ilmi naklî ilimlerdendir. Sahabîlerden tâbiîlere öğretim
yoluyla sözlü olarak aktarılmıştır. Bu ilim ilk dönemlerden itibaren Kur’an
ilimleri arasında ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğu ve bu ilmi bilmenin
Kur’an’ı anlamakla ve bilmekle neredeyse eşdeğer tutulduğu tespit edilmiştir.
B.
Esbâb-ı Nuzûl İlmi
1.
Esbâb-ı Nuzûl İlminin
Tanımı
Sebep kelimesinin anlamı ip (halat, bağ) demektir. Dolayısıyla gaye
edilene veya arzulanan amaca ulaştıran her şeye “sebep“ denilmiştir. Esbâb-ı
Nuzûl kavramına yapılan tanımlardan bazıları şöyledir: Kur’an’ın anlaşılmasına
imkan sağlayan çok güvenli bir yoldur; Kur’an tefsirinde bilmeye muhtaç olduğumuz
bir ilim; Hz. Peygamber’in ümmeti için ortaya koyduğu bir soruya Allah’ın somut
bir cevabıdır. Bu ilme yapılan tanımların hepsini toplayarak kapsayıcı bir
tanım söyledir: Nuzûl ortamında meydana gelen bir hâdiseye veya Hz. Peygamber’e
yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin,
tazzamun etmek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile
teşkil eden ve vahyin nasıl olduğu ortamı resmeden hâdiseye sebeb-i nuzûl denir.
2.
Doğuşu
ve Gelişimi
Söz ve söz sanatlarının çok önemsendiği bir toplumda Araplar, hayat
tecrübesine ait yaşantıları sebebiyle söyledikleri sözü veya şiiri benzer
olaylar için sürekli tekrarlamışlardır. Birçok edebî ürün, bir „sebep“ sonucu
vücut bulmuştur. Kur’an’ın nuzulu ile Araplar edebî geleneklerini, edebî
zevklerini elbette muhafaza edeceklerdi. O halde Kur’an, nuzûlu öncesi mevcut
bu ortam ile son derece uyumlu bir şekilde indirilmiş olmalıdır.
Tedrîci inişi sayesinde yürüyen, akıp –giden hayatla beraber adım
adım canlı misaller ve derslerle inen Kur’an, insan kalbine ve şuuruna derinden
nüfuz etmek imkânını bulabilmiştir. Kur’an’ın i’câzı arab’ın edebî geleneklerini,
edebî zevklerini harekete geçirmişti. Sahabe Kur’an’ı anlamada Arab diline
vukufiyetten başka eski Arab şiirini de bilmek gerektiğini bilmekteydi.
Tedvin döneminde ilk tefsirler yazılmaya basşlanmıştir. Bu
tefsirlerin çoğunluğunu rivâyet tefsiri oluştumaktadır. Bu kitaplara esbâb-ı nuzûl
rivayetleri de yer almaktadır. İlk müfessirler ayetin tefsirine sebeb-i
nuzûlünü zikrederek başlamaya adet edinmişlerdi. Ancak Esbâb-ı Nuzûl
rivayetlerinin ilk kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değildir.
Tefsirlerden önce telif edilen hadis mecmualarında tefsire ilişkin bâblar içermekteydi.
Bu bâblar hemen hemen sebeb-i nuzûle tahsis edilmiş gibidir. Esbâb-ı Nuzûl ilmi,
tarihî seyrinde münasebeti olduğu ilimlerden soyutlayarak ele almak mümkün değildir.
C.
Esbâb-ı Nuzûl
Rivayetleri
1.
Esbâb-ı Nuzûlü
Bilmenin Yolu
Esbâb-ı Nuzûlü bilmenin yolu ancak rivayet yani nakil yolu ile
mümkündür. Bunun anlamı Esbâb-ı Nuzûlün ancak sahih nakille bilinebilir
olmasıdır. Nuzûl sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme
veya görme suretiyle bilinebilen ve sahabîden gelen rivayettir. Bu rivayet Hz.
Peygamber’den bildirilmiş hükmünde kabul edilir. Bu rivayetlerde merfû sayılır.
Sahabe bilgisinde bulunan bu ilim tâbiîler tarafından da nakledilmiştir. Bunlar
mürsel hükmündedir.
2.
Hadis
Usûlü Açısından Esbâb-ı Nuzûl Rivayetleri
Bir ayetin sebeb-i nuzûlünü anca o ayetin nuzûlünü bizzat müşahede
edenlerden öğreniyoruz. Bunlar rivayet ve sema yoluyla nakl ne izah edilmiştir.
Bunu gerçekleştiren sahabîlerin haberlerine el-hadîsu’l-musned adi verilmiştir.
Bir hadisin musned olabilmesi için senedin ittisali ve merfû olması şarttır.
3.
Esbâb-ı
Nuzûl Rivayetlerinin Kalıpları
Sebeb-i nuzûl rivayetleri zikredilirken rivayet kalıbı önemlidir.
Sebeb-i nuzûlün kavramsal olarak tanımı ile rivayet kalıpları arasında bir bağ
vardır. Rivayet kalıplarını iki başlık altında toplamak mümkün: 1. Sebep ifade
etmede nass olan rivayetler: sebeb-i nuzûl kavramının içinde kalan rivayetler;
sebebi budur denilerek yapılan rivayetler; kalıp nuzûl sebebi olduğunu
gösterir; rivayette olay anlatıldıktan sonra fe harfi ile başlayan ibareler;
sebeb ifadesinin kelâmın gelişinden ve ibaredeki açık bir delilden anlaşıldığı
rivayetler; 2. Sebep ifade etmede nass olmayan rivayetler: sebebi budur
denilerek yapılmayan, olay anlatıldıktan sonra fe gelmemiş ve kelâmın gelişinden
nuzûl sebebi rivayeti olduğu anlaşılmayan rivayetler; kalıptan rivayetin
kesinlikle nuzûl sebebi olduğu anlaşılmaz, sadece içerdiği mana ve manalardan
birini beyân ettiği anlaşılır;
4.
Esbâb-ı
Nuzûl Rivayetlerinin Tasnifi
a. Vurûdu ile
tasnif etme
b. Bir ayet
için çeşitli sebepler zikredildiğinde hadis usûlü kriterleri uygulanarak yapılan
tasnif
c. Şah
Veliyullah Dihlevî’nin tasnifi
d. Tâhir b. Âşûr’un
tasnifi
e. Esbâb-ı Nuzûlü nevileri açısından tasnif etme
5. Esbâb-ı Nuzûl Rivayetlerinde İhtilaf Edilmesi
Tefsirde iki türlü ihtilaf vardır: a) Nakle dayanan ihtilaf (Sahih,
zayıf ve uydurma haberleden kaynaklanan ihtilaf); b) İstidlâlden doğan ihtilaf (Nakle dayanmayan
ve akılla yapılan yorumlardan kaynaklanan ihtilaf)
Esbâb-ı nuzûl rivayeterinde ihtilaf edilmesindeki iki temel sebep:
1. Her ayete sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri, şahısların
ebedîleştirilmesi, israilî haberler ve uydurma rivayetlerin esbâb-ı nuzûl
alanına dahil edilmesi; 2. Esbâb-ı nuzûl rivayetlerinden nuzûl ortamına ait
olanlar ile tefsir için yapılan değerlendirmeler arasında bir tasnifin
yapılmaması.
D.
Esbâb-ı Nuzûlle
İlgili Meseleler
1.
Taaddüt
Meselesi
İki sahih rivayetin cem edilmemesinin mümkün olmadığı durumlarda
rivayetlerin arasını te’lif edemeyen veya birini tercih edecek sebebi bulamayan
âlimler, bu ayetler için nuzûlün taaddüt ettiğini tezini öne sürmüşlerdir. Bir
çok nuzûl sebebi dolayısıyla bir ayet nâzil olmuş ise buna „sebebin taaddütü“
denilmektedir. Tam tersi durumda birkaç ayet tek sebep için inmiş olabilir.
Buna „nuzûlün taaddütü“ ifadesi kullanılır.
2.
Hükmün veya
Nuzûlün Taahhuru Meselesi
3.
Umum-Husus
Meselesi
Bu mesele, nuzûl sebebi olmadan nass olan bir rivayet ve akabinde
inen ayetin umum mu yoksa husus mu ifade ettigi meselesidir. Hüküm nasslar,
nassların şumûlündeki hükümlere göredir; yoksa hüküm nassların vârid olmasına
vesile teşkil eden sebeplere göre değildir. Buna göre nass, âmm sîgası ile
vârid ise, nassin umûmuyla amel etmek lazımdır. Alimlerin ekseriyeti hükmün,
sebebinin hususîliğine değil, lafzın umûmiliğine göre olduğunda icmâ vardır
demektedirler.
E.
Esbâb-ı Nuzûlle
ilgili Disiplinler
1.
Hikmet-i
Teşrîiye İlmi
Hikmet-i Teşrîiyye ilmini „teşrî felsefe“ olarak da adlandırmak
mümkündür. Teşrî felsefe, hükümlerin teşrî buyurulmasında etken olan hikmetin sebeplerini,
hakikatini arayan bir ilimdir. Buna göre, bir mesele hakkındaki şer’î hüküm ile
hüküm ile amaclanan maddî ve manevî fayda, kamu yararı, sosyal menfaatler o
hükmün şer’î hikmetleridir.
2.
Mubhemâtu’l-Kur’an
İlmi
Kur’an’da müphem bırakılan bazı kelimeleri (ism-i işaretler, ism-i
mevsuller, zamirler, cins isimler, belirsiz zaman ve mekan zarfları, belirsiz
miktar bildiren kelimerler) açıklamayı konu edinen ilimdir. Bu ilim naklî
ilimlerdendir. Bilinmesi sadece nakle dayanır.
3.
Tenâsub
ve İnsicâm ilmi
Ayetler ve sureler arasındaki tenâsub ve insicâmi konu edinen bu
ilmi Zerkeşi; mantikî bir gereklik ve kelâm’ın akışını düzenleyen bir olgu
olarak tanımlar. Munâsebet-İnsicâm bilgisi, tevkifi bilgi ile değil, ancak
Kur’an okuyucusunun ve özellikle müfessirin ictihadi ile ortaya çıkmaktadır.
İctihadı oluşturan ve şekillendiren unsurlar şunlardır: Edebî zevk sahibi
olmak, arap dilinde lisan zevki olmak, Kur’an’ın bütünlüğünü dikkate almak.
F.
İslam
Kültür Tarihinde Esbâb-ı Nuzûl Rivayetlerinin Değerlendirilmesine Genel bir
Bakış
Esbâb-ı Nuzûl ilmini inceleyen alimler metodik olarak bu yön
üzerinde ayrıntılı durmamışlar. Ancak tedvin çağından bu yana müfessirler bu
konuya önem vermişlerdir.
İlk zamanlarda az sayıda olan rivayetler zamanla çoğalmış ve
genişlemiştir. Hatta sağlam olmayan rivayetlerde bunlara ilave edilmiş. Daha
sonra bunlar içerisine, şahsî anlayış denemeleri de girmiş. Bu şekilde tefsir
rivayetleri ve ravileri hakkında tenkitler doğmuştur. Müfessirlerin birçoğu,
illmi yeterliliklerine rağmen, tefsir rivayetlerine ilişkin zayıf, garib,
münker, israilî ve mevzu birçok hadîs zikretmişlerdir. Dolayısıyla eserlerinde
bulunan her tefsir haberi, o rivayetin sıhhatine delil teşkil etmemektedir.
Yapılmasi gereken, tefsir kitaplarında yer alan tefsir ve esbâb-ı nuzûl
rivayetlerinin hadis tenkitçileri tarafından metin ve senet tenkidinin
yapılmasıdır.
2. Bölüm:
Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nuzûl Rivayetlerinin Değerlendirilmesinin
Sonuçları
A.
Kur’an’ın
Anlaşılmasında Esbâb-ı Nuzûlün Yetersiz Kalama Sebepleri
1.
Rivayetler
Açısından
Kur’an’ın anlaşılmasında esbâb-ı nuzûlün yetersiz kalma
sebeplerinin başında rivayetler meselesi gelmektedir. Esbâb-ı Nuzûl rivayet ve
sema yoluyla nakl ve izah edilmiştir. Bunu gerçekleştirenler sahabîlerdir.
Usûlcü hadis alimleri, sahabenin, Hz. Peygamber’e ref‘ ettikleri ve ayetin
nuzûlünü muşahedelerine veya sebeplerini bilip nuzûl keyfiyetinden
bahsettiklere haberlere „al-hadîsu’l-musned“ demişlerdir. Bunların yanı sıra
mevkuf ve maktu hadislerin merfu-musned tarifinin dışına çıkarılmış olması
hangi rivayetlerin esbâb-ı nuzûl rivayeti olduğunu tespit bakımından açıklığa
kavuşturulması gereken bir kriterdir. Hadis usûlü açısından bu haberlere musned
demek doğru değildir. Çünkü bu rivayetler tefsir için yapılmış rivayetlerdir.
Bir diğer husus tâbiîlerden yapılan ve onların Hz. Peygamber’e veya
dönemine izafe ettikleri esbâb-ı nuzûllerdir. Mursel rivayetlerde tabiî,
sahabînin ismini zikretmez. Bu rivayetleri esbâb-ı nuzûl rivayeti olarak
musned-merfû kabul etmek doğru değildir. Bir başka eksiklik ise, senedlerin
hazfedilmesidir. Sened, hadisin metnine ulaştıran ulaştıran bir yoldur. Esbâb-ı
Nuzûl açısından rivayetlerde en çok kusur senette bulunmaktadır. Metinle
birlikte her ikiside tenkide tabi tutulmalıdır. Senedlerin hazfedilmesi kıssacılara
ve istismara açık hale getirmiştir. Bir diğer sebep rivayetlerin tasnifine dikkat
etmeme ve rivayetleri karıştırmadır. Bu sorunu çözebilmek için sebeb-i nuzûl
rivayetlerinin, esbâb-ı nuzûl rivayetleri ve tefsir için yapılan esbâb-ı nuzûl
rivayetleri olarak iki nevi halinde incelenmesi mâkul görünmektedir.
2.
Umumu
Husûsîleştirme Açısından
Umumun hususîleştirilmesi hatasına düşenler, nassın lafızlarının
umum ifadesinin, vârid olmasına sebep olan hâdise has olduğunu söylemekle
Kur’an’ın anlaşılmasını güçleştirmektedirler. Çünkü ayetin hükmü benzer bir
hâdise dolayısıyla ancak kıyas yoluyla gerçekleşebilecektir. Bunun anlamı kıyas
yapabilmek için esbâb-ı nuzûle vakıf olmak demektir.
3.
Taaddud-Taahhur
Açısından
Sebeplerden diğeri de nuzûl sebebi olarak bir ayet için birçok
rivayet bulunması sebebiyle ortaya çıkan nuzûlün taaddutü veya taahhürü
meselesidir. Bu konuya ilişkin alimlerden Kur’an da tekerrürü kabul edenler
varken etmeyenlerde vardır. Nuzûl ortamında hadiseler birbiri ardınca meydana
gelebilir, akabinde inen ayet hakkında nuzûlün tekerrür ettiği izlenimi
edinilmiş olabilir. Söz konusu nuzûl sebebi olaylarının meydana gelişleri zaman
bakımından birbirlerine yakındır. Ayet, kısa bir zaman kesitinde cereyan eden
bu olaylara cevap olmak üzere bir kere nâzil olmuştur. Taahhur meselesinin taadut
meselesi ile benzer yanları bulunmaktadır. Rivayetlerin tasnifi ve rivayet
siygalarının dikkat etme zarureti, nuzûlun taahhur ettiği ileri sürülen
rivayetlerde de geçerli bir ilkedir.
4.
Tarih
İlminden Yararlanma
Bu kısımda görülen tarihî gerçeklere aykırılık ile zamansal
uyumsuzluktur. Bunun sebebi ise, her ayete bir nuzûl sebebi arama çabası ve
geçmiş ümmetlerle ilgili olaylar ile nuzûl ortamı olaylarını karıştırma. Geçmiş
ümmetlerle ilgili olaylar, esbâb-ı nuzûl konusu bağlamında Kur’an’ın nuzûl
ortamını doğrudan ilgilendiren olaylar değildir
B.
Kur’an’ın
Anlaşılmasında Esbâb-ı Nuzûl rivayetlerinin Doğurduğu Olumsuz Sonuçlar
Olumsuz sonuçlardan biri, yorum zenginliğine engel olmasıdır. Yorum
zenginliğini engelleyen sebebpler ise, her ayete nuzûl sebebi arama çabalar,
ayetin manâ bakımından birçok vechesi olabilir diye düşünmek varken, nuzûl
sebebi ile sınırlı kalma ihtimali ve âyetin sebeb-i nuzûlündeki olayın çerçevesinde
sıkışıp kalmak. Olumsuz sonuçlardan bir diğeri, Kur’an’ın evrensel hedefi olan
Kur’an-insan-hayat bütünleşmesini önlemesidir. Bir diğeri ise, konunun istismar
edilmesidir. Esbâb-ı nuzûl rivayetlerinin istismara açık olduğu noktaların en
belirgin iki nokta, şahısların ebedîleştirilmesi ve mezhep hareketlerine
etkisi.
3.
Bölüm: Esbâb-ı
Nuzûl’e Yeni bir Yaklaşım
A.
Esbâb-ı Nuzûl Rivayetlerinin
Yeniden Değerlendirilmesi
1.
Esbâb-ı Nuzûle
Olan İhtiyacın Sınırlarını Belirleyen İlkeler
Genel ilkeler: Esbâb-ı Nuzûl rivayetlerinin tamamını ihtiva etmek
mümkün değildir. Esbâb-ı nuzûlü bilmeden Kur’an’ı anlamak mümkündür. Özel ilkeler:
Sebeb-i nuzûl bilmenin muktezâyı hâli bilmek gibi olduğu hallerde, sebeb-i
nuzûlü bilmemenin Kur’an’ın zâhir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme
şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde ve Kur’an’ın anlaşılmasında esbâb-ı
nuzûle ihtiyacı ilk Kur’an belirlemektedir.
2.
Esbâb-ı
Nuzûl Rivayetlerinin Hadîs Usûlü Açısından Tenkidi
Kur’an’ın anlaşılmasında esbâb-ı nuzûl rivayetlerini değerlendiren
hadis metodolojisinden yararlanarak yapılacak tenkit, senet-metin bütünlüğü
içinde yapılmalıdır. Çünkü sened-metin ikilisi bu ilmin bütün meselelerini
ilgilendirmektedir. Böylelikle ne metin ne de sened ihmal edilmiş olmaz. Sened
bir araçtır. Hedef ise hadisin sıhhat derecelerini tespit ederek sahibini
mevzûundan ayırmaktır.
3.
Rivayetleri
Tasnif Etme
Rivayetler Esbâb-ı nuzûl rivayetleri ile tefsir için olan esbâb-ı
nuzûl rivayetleri arasında bir ayrım yapmak gerekir. Esbâb-ı nuzûl rivayetleri
musned-merfu hadisler olup ayet veya ayetlerin gerçek nuzûl sebebi olan
kıssaları, nuzûl asrında ve nuzûl ortamında meydana gelmiş hadiseleri ihtiva
ederler. Sahabî’nin re’y ve içtihadi söz konusu değildir. Tefsir için olan
Kur’an’ın anlaşılması amacıyla yapılmış nuzûl sebebi değerlendirmeleridir.
Bunlar nuzûl asrında ve ortamında cereyan etmiş olsa bile sonucunda ayetin
inmesine sebep olmuş hadiseler değildirler.
Esbâb-ı Nuzûl rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesi noktasında
Kur’an’ın bütünlüğüne dikkate alınması ve siyak-sibak’ın göz önünde
bulundurulması gerekmektedir. Bir diğer bahis esbâb-ı nuzûl ve tarihîlik
kavramıdır. Kur’an’ın hemen her suresinde mutlaka ya insan ve insan
toplulukları ya da onlarla ilgili olgular ve olaylar anlatılır. Dolayısıyla Kur’an,
tarih ve tarihîlik’i, geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün
halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir. Kur’an insanın sadece
tarihî varlık koşulu ile değil bütün varlık koşulları ile uyumlu ve o koşullara
cevap veren bir ilâhî mesajdir. Buradan hareketle esbâb-ı nuzûl-tarihîlik münasebetine
bu noktada insanın tarihî bir varlık oluşu bakımından yaklaşmak zarureti
doğmaktadır. Esbâb-ı nuzûl, Kur’an-insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş sanî
yapip-etmelerdir. Dolayısıyla her mekân-zaman’da benzerî insanî yapıp-etmelerle
temelde aynîlik gösterir. Aslolan bu tarihi yapıp-etmelerden bugünün insan
meselelerine yönelik ilkeleri tespit edebilmektedir. Daha önemlisi ise onları
amel haline getirebilme meselesidir.
1.
Tarihsellik ve
Esbâb-ı Nuzûl
A.
Tarihsellik
Problemi ve Açıklaması
Tarihsellik felsefeye ait bir kavramdır. Kavram ise insanî bir
yapıp etme olarak düşünme faaliyetinin temel aracıdır. O halde kavram bir
fikirdir, bir bilgidir. Bir kavram dille ifade edildiğinde terim adını alır.
Terim, kavramın kendisi değil, kavramı dil aracılığı ile anlatan dilsel
simgedir. Tarihsellik, insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkan ve
yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumdur. Tarihsellik
kavramının bir seçikliği ve bir açıklığı vardır. Tarihsellik kavramının
mahiyeti seçikliği, içeriği ise açıkliği ifade etmektedir.
Düşünme faaliyetinin sağlıklı yürümesi için hem kavramların hem de
terimlerin bir dilde iyi ifade edilmiş olması ve anlam çerçevesinin iyi
belirlenmesi çok önemli bir husustur. Bu notada karşımıza dil problemi ile terimlerin
tarifi problemi çıkmaktadır. Dil problemin temel sorusu hangi Türkçe’dir.
Arıtılmış Türkçe’mi yoksa yaşayan Türkçe mi? Terimlerin tarifi probleminde ise
hem teorik hem de pratik alanda güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Bu güçlükler
arıtılmış Türkçe kullanılmak istendiğinde ortaya çıkmaktadır. Tarihsellik
kavramı da ifade edilen bu problemlerin üzerinde cereyan ettiği kültürel ve
tarihsel serüveni olan ve bu çerçeve göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi
gereken bir kavramdır.
1.
Tarihsellik
Kavramının Temellendirilmesi
A.
Tarihsellik
Kavramının Doğuşu ve Gelişmesi
Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının, XVII. yüzyıl ile XIX.
yüzyıllar arasında tarih ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları
bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Bu
dönemde siyasi ihtilaller, ilmî ve teknik keşifleri izleyen iktisadî ve sosyal
değişim, tarih duygusunu canlandırmıştı. Tarihçiler ise yaşayan bir geçmişi
yeniden yaratmaya, olayların havasını yeniden bulmaya çalışıyordu.
Bu dönemde tabiat ilimlerinin müthiş gelişimi, modern çağın
karakteristiği olan yeni zihniyet ve kozmos anlayışı sistemini getirdi. Bu ise
tabiat ilimleriyle beşerî ilimler arasındaki kopukluğu gösteriyordu.
Tarih geçmişin olduğu gibi yeniden inşası değildir. Fakat tarih,
tarih felsefesi anlamında gerçekleştirilecek tarihle ilgilidir. O, bütün
insanlığın tarihini idare eder. Kanunla matematik formüllerle vermek
gayesindedir. Onun ilk ortaya çıktığı ülke Almanya’dır. Burada ortaya
çıkmasının temel sebebi ise bu ülkede tarihî zihniyetin beşerî ilimlerde
değerlendirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak bir çok tarih okulu ortaya
çıkmıştır. İlk tarih okulu, hukukçuların okulu olmuştu. Hukukçu Tarih Okulu’nu
büyük bir etki uyandıran iktisatçıların okulu izlemiştir. Bu okulun iki eğilimi
olarak Eski Tarih Okulu ile Yeni Taih Okulu bulunmaktaydı.
B.
Tarihsellik
Kavramının Kullanım Çerçevesi ve Alanları
Tarihsellik kavramı, tarih ilmi alanında kullanılan bir teknik
terimdir. Bu kavram, tarih felsefesi, hermenötik (yorumbilim), linguistik
(dilbilim) gibi çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. Metodolojik bir prensip
olarak tarihselciliğin en temel özelliği, onun geçmiş olaylar hakkında bütün
açıklama ve değerlendirmelerdeki önceden varsayılanın düşüncesi almasıdır.
Tarihselciliğin temel fikri ise şudur: Sonuç olarak tabiat bilimleri ve beşerî
bilimler, ne sonuçlarının bilimsel geçerliliği ne de konuları bakımından
farklıdırlar. Çünkü aynı gerçeklik, disiplinlerin beriki veya öteki kategorinin
konusu olabilir; fakat metodlarına gelince ancak bu noktada birbirlerinden ayrılabilirler.
2.
Tarihsellik
ve Esbâb-ı Nuzûl
Tarihsellik bir kavram olarak oluşum süreci bakımından ortak
kültüre aittir. Açıklık özelliği dolayısıyla da özgü kültüre ait bir kavramdır.
Bu açıdan tarihsellik kavramının İslam kültüründe kullanılmıştır. Ancak kültür
farklılığı gözönünde bulundurulmak şartıyla. Esbâb-ı nuzûl ile tarihsellik
kavramı arasında nasıl bir ilişki kurabilir meselesine Kur’an’ın tarih ve
tarihsel bilgi alanındaki genel ilkelerden hareketle başlamak gerekir.
Kur’an insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye
edinmekle tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymuş
olmaktadır. İnsan tarihsel bir varlıktır ve bu insanın varlık koşullarının bir
tanesidir. Bu sebepledir ki Kur’an’ın hemen her surede mutlaka ya insan ve
insan toplulukları ya da onlarla ilgili olgular ve olaylar anlatılır. Dolayısıyla
Kur’an, tarih ve tarihsel olanı, geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir
bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.
Esbâb-ı Nuzûl-tarihsellik kavramı ilişkisine, insanın varlık koşulu
olarak tarihsel bir varlık olması gerçeğini esbâb-ı nuzûl alanına taşımak
gerekir. Çünkü nerede ve ne zaman insanla karşılaşırsak orada onun varlık
koşulları ile karşılaşmaktayız.
Esbâb-ı Nuzûl, Kur’an’ın nuzûl ortamına ait bir gerçeklik olarak
gerçekliğini o dönemde yaşamış kişilerden ve onların yapıp-etmeleri sonucu meydana
gelen olaylardan almaktadır. Bunun mekan-zaman içinmde olmuş, sahih rivayetle
bize ulaşmış musned merfû haberler olması sebebiyle elle tutulur gerçekliği
vardır. Bu durumda esbâb-ı nuzûl, tarihsel olanın varlık biçimi, tarihsel
olanın niteliği olarak anlayabiliriz. Esbâb-ı nuzûlün tarihselliği hakkında
bağlılık, gelip geçicilik tanımı isabetlidir. Nuzûle sebep teşkil eden
kıssalarin ve kahramanlarının yapıp-etmeleri zamana bağlı, gelmiş gecmiş
yapıp-etmelerdir. Ancak bu anlayışla esbâb-ı nuzûle yaklaşmak hatalı bir
tavırdır. Çünkü Kur’an –nuzûl ortamı- esbâb-ı nuzûl ilişkisini „insan“
açısından değerlendirildiğinde, Kur’an vahyinin, insani ve onun varlık
koşullarını reddeden değil, aksine insanın varlık koşullarını onaylayan ve
insanın onların şuuruna vararak geliştirmesine imkan sağlayan bir mesaj içerdiği
görülür.
Esbâb-ı nuzûlü tarihsel koşulluluk, tarihe bağlı olma olarak da
tanımlamak mümkün değildir. Esbâb-ı nuzûl bilgisi, Kur’an’ın nuzûl ortamının
bir parçası olabilir ama yokluğu halinde Kur’an gerçeğinin vücut bulması mümkün
olmaz diye bir şey de söz konusu edilemez. Esbâb-ı nuzûlün tarihsel bir gerçek
olması ile onun tarihe bağımlı olması da birbirinden farklı şeylerdir. Çünkü
esbâb-ı nuzûl dinî bir fenomen olarak, hakikati, tarihsellikten bağımsız olan
bir gerçek olarak da düşünülmelidir. Nitekim esbâb-ı nuzûl orjinal,
yorum-orjinal tarihtir. Esbâb-ı nuzûl, Kur’an’ın nuzûl ortamının, bu ortam
akisinin ve oluşumunun temel bir parçası olduğuna, nuzûl ortamında bilfiil vuku
bulan hâdiseleri gösterdiğine göre, gerçekten tarihsel olarak var olmuş bir
olgudur.
İlahi vahiy, insanın tarih
boyunca kendisi, kainat ve hayat hakkındaki sorularına cevap vermek üzere,
Allah’ın lütfuyla peygamberlere insanlığa tebliğ için indirilmiştir. Kur’ân-ı
Kerîm de bu rahmet zincirinin bir halkası, kıyamete kadar bâkî kalacak en son
vahiydir. Onun ışığında sorunlarına
çözüm aramak isteyen insanlar, esbâb-ı nüzul ilminden yararlanmayı önemli bir
ilke addetmişlerdir. Onların Kur’ân-ı Kerîm’i özellikle esbâb-ı nüzul ile
tefsir etmiş olmaları, bu bilgi kaynağının tefsir ilmindeki yerini ortaya
koymaktadır.
Esbâb-ı nüzul, Kur’ân
ilimlerinden bir ilimdir. Burada kastedilen anlam çerçevesini belirlemek için
öncelikle söz konusu terkibin tanımını yapmamız gerekmektedir. Kurân ilimleri;
konusu her yönüyle Kurân-ı Kerîm olan, Kur’ân’ın içerdiği ilim ve
araştırmalardan oluşan, Kur’ân’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı
olmayı gaye edinen bilgi alanıdır. Hz. Peygamber ümmî olduğu halde kendisine
tebliğ ve tebyin ile görevlendirilmiştir. Kur’ân’ın birçok ayetiyle de ilme
verilen önem sabittir.
Hz.
Peygamber’in maarif siyasetinin temeli kıraat ve kitabet idi. Medine’ye gelir
gelmez öncelikle mescid ve suffa mektebini inşa etmiştir. Ashab, Kur’ân’ı
hayata geçirerek, uygulama yoluyla öğrenmiştir.
Hz.
Peygamber’in vefatının ardından Hz. Ebû Bekir döneminde cem, Hz. Osman
döneminde istinsah, Hz. Ali dönemi ve sonrasında ise noktalama faaliyetleri
gerçekleştirilmiştir. Esbâb-ı nuzûl, nasih-mensuh, Mekkî-Medenî,
garîbu’l-Kur’ân gibi Kur’ân ilimlerinin telifi ise tabiûn döneminde başlamıştır.
İlk
etapta Kur’ân ilimleri müstakil olarak ele alınmıştır. Aslında tüm Kur’ân
ilimleri Kur’ân’ın anlaşılması açısından değerlendirildiklerinde, iç içe geçmiş
oldukları görülür. Nitekim hepsi aynı gayeye yönelmişlerdir. Kur’ân’la
ilgilenen her alim kendi çağının ilmî ve fıtrî düzeyinde elde ettiği yeni bilgi
ve tecrübeler ışığında fıtrî bir tavırla Kur’ân’a yaklaşmıştır ve
yaklaşacaktır. Bu sebeple, Kur’ân ilimlerinin bütününü kapsayacak bir ilim
kavramına ihtiyaç duyulmuştur.
ʿUlūmu’l-Ḳurʿān ve ʿUlūmu’t-Tefsīr
birbiriyle ilişkisi olan kavramlardır. Tedvin döneminin başlarından itibaren
aynı manada kullanılan bu kavramlar, Zerkeşī’nin eliyle hicrî sekizinci asırda el-Burhān’ı
telif etmesiyle ayrılmıştır. Her iki kavram tanımlanmış ve anlamları netleştirilmiştir:
Tefsir ilmi daha özel bir alanda ve daha özel bir gaye ile Kur’ân’a
yönelmektedir. Kur’ân ilimleri ise daha genel bir alanda ve daha genel bir gaye
ile Kur’ân’a yönelmektedir.
Tarih
boyunca, esbâb-ı nüzul kavramının çeşitli tarifleri yapılmıştır. Genel bir
tanım olarak: Nüzul ortamında meydana gelen bir hadise ya da soru sonucu bir
veya birden fazla ayetin cevap vermek ya da hükmünü açıklamak üzerine inmesine
vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadisedir. Sahabenin
yaşadıkları ortamda, yaşanan olaylar sonucunda, inen ayetlerin ve hükümlerin
sebeplere bağlanmasıdır. Yani sahabe, Kur’ân ilimlerini onu hayata tatbik
usuluyle öğrenmiştir.
Esbâb-ı
nüzul, bir ayetin sebeb-i nüzulü bu hadisedir dendiğinde ayetin varoluşu,
indirilişi o hadise sebebiyledir demek istenmez. Suat Yıldırım’a göre,
Kur’ân’ın nüzulü ahkamın teşriine medar olan hadiselerin vukuuna tevakkuf
etmez. Kur’ân-ı Kerîm’în tedrici inişi sayesinde, hükümleri adım adım kalbe ve
şuura kazımak mümkün olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’i anlamada, o günün ortam
şartları ve dili göz önüne alınmalıdır.
Hicrî ilk asırdan itibaren, naklî ilimlerden esbâb-ı nüzul ilminin ayrıcalıklı ele alındığı dikkat çekmektedir. Sahabenin tefsiri, Hz. Peygamber’in tefsirini nakilden ve ictihadlarıyla yaptıkları yorumlarla sınırlı kalmıştır. İhtiyaç doğrultusunda Kur’ân’ı tefsir işine yönelmişlerdir. Sahabeyi onlardan ilim alan tâbiîler izlemiştir. Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin ilk kayda geçirildiği eserler hadis mecmualarıdır. Rivayetler nüzul çağını muteahhirûna aktarmak amacıyla telif edilmiştir. Rivayetleri esbâb-ı nüzul dahilinde değerlendirmek için belli başlı kıstaslar ortaya koyulmuştur. Temel bir özelliğini zikredecek olursak; esbâb-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir. Bu alanda ictihada ve re’y yoluyla fikir üretimine imkan yoktur. Sadece işitme veya görme suretiyle bilinebilir ve ashabdan musned-merfu olarak gelen rivayetleri kapsar.
Zamanla tefsir rivayetleri çoğalmış, nadir de olsa sağlam olmayan rivayetler aktarılmıştır. Böylece eldeki malzemeyi tenkit etme ihtiyacı hasıl olmuştur. Örneğin, Ahmed b. Hanbel tefsir, melahim ve megâziyi dahil ettiği üç şeyin senedi olmadığını söylemiştir. Bu sözüyle, senedi olmadan rivayet edilen bir habere itibar edilmeyeceğini vurgulamıştır. O halde âlimlerimizin bir tefsir haberini eserlerinde rivayet etmiş olmaları, o rivayetin sıhhatine delil teşkil etmemelidir. Muhaddisler, müfessirler ve tarihçiler kendi alanlarıyla ilgili ne kadar rivayet varsa, senedi sahih olsun olmasın, isnadı batıl olanları dahi bilerek rivayet etmişlerdir. Zira bunun altında iyi niyete dayalı bir sebep yatmaktadır. Senedi zikretmekle mesuliyetten kurtulacaklarını ümit etmişlerdir. Haberi görmezden gelmekle ilimden ayrıntı da olsa bir parçanın zayî olacağından endişelenmişlerdir. İbn Hācer’in anlatımına göre, alimlerimiz muteahhirûnu rivayetlerini kabul etmekle yükümlü de tutmamıştır.
Nüzul asrında yaşamış sahabe ve onlardan ilim almış olan tâbiîler, sonradan çıkan rivâyetleri doğal olarak bilmeyecek ve nakledemeyeceklerdi. Selef âlimeri de bu rivâyetlerin asıllarını bulamadıkları veya rivâyetin kabul edilemez illet taşıması sebebiyle eserlerine almayacaklardı. Bu durumun bir sonucu olarak zayıf rivâyetler, İslam toplumuna çesitli kaynaklardan girerek ağızlarda dolaşan dinî kıssalardan etkilenmis ve dinî kıssaları etkilemişlerdir. Tefsir kitaplarındaki bu tefsir ve esbâb-ı nüzul rivayetlerinin, hadis tenkitçilerinin başvurdukları senet ve metin tenkidi kurallarının sıkı eleğinden geçirilmesi zarurettir. Böylece tefsir kitaplarında kalmaya hakkı olmayan rivayetler temizlenmiş olacak ve Kur’an-ı anlamak için tefsir kitaplarına bakan kimse, aslı olmayan haberlerle meşgul olmayacaktır.
Esbâb-ı
nüzul rivayetlerinin sigaları sebep ifade etmede nass olan ve olmayan
kalıplar olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.
Esbâb-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf edilmesini sebeplerini şöyle
sıralayabiliriz:
1.Her ayete bir sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebedileştirilmesi, israili haberler ve uydurma rivayetlerin esbabı nüzul alanına dahil edilmesi. 2.Nüzul ortamında cereyan etmediği halde bir hadise o döneme mal edilince problem çıkması.
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden yararlanırken bu alanla ilgili ilkeleri gözardı eden tutumlar, bazı problemlere sebep olmuşlardır. Bu olgunun doğurduğu sonuçlar, Kur’ân’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebepleridir.
1.Rivayetler açısından: Bu sebeplerin başında rivayetler meselesi gelmektedir. Rivayetler hadis usulü açısından incelendiğinde sonuçları görülmektedir.
a.Merfû-Musned esbâb-ı nüzul rivayetleri b.Mursel Esbâb-ı nüzul rivayetleri c.Senedlerin hafzedilmesi d. Rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme e. Rivayet kalıplarına dikkat göstermeme
2.Umumu hususileştirme açısından: Kur’ân-ı Kerîm anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kaldığı bir husus da sebebiyet ifade eden sebeb-i nüzulün nass olarak umum değil husus ifade ettiği şeklinde anlaşılması çabalarıdır. Alimler arasında bu konuda iki farklı görüş vardır.
Birinci görüşte olanlara göre lafız, umumiliği üzere baki kalmaz. Vüruduna sebep olan hal üzerine sınırlı kalır. İkinci görüşte olanlara göre ise alimlerin ekseriyetini teşkil ederler. Umumun hususileştirilmesi hatasına düşenler, nassın lafızlarının umum ifadesinin, varid olmasına sebep olan hadiseye has olduğunu söylemekle Kur’ân’ın anlaşılmasını güçleştirmektedirler. Çünkü ayetin hükmü benzer bir hadise dolayısıyla ancak kıyas yoluyla gerçekleşebilecektir. Bunun anlamı kıyas yapmak için esbâb-ı nüzule vakıf olmak demektir.
3. Taaddüt-Taahhür açısından: Kur’ân-ı Kerîm’de nüzulu tekerrür (taaddüt) eden ayet bulunmadığını söyleyenlere göre bu durum;
hasıl olanı tahsil ; bilinen olguyu tekrarlamak olduğu için faydasız bir şeydir.
Mekke’de nazil olan bir ayetin Medine’de bir kere daha nazil olması demektir. Halbuki Cibril, Hz. Peygamber’e Kur’ân’ı her sene arz ediyordu.
Cibril her gelişinde Hz. Peygamber’e daha önce nazil olmamış bir Kur’ân parçasını getiriyordu.
İbn Hacer, her zaman ve mekanda birçok musibetle karşılaşılabileceğini, nüzul asrında da Kur’ân’ın parça parça indiriliş hikmetine güzel bir örnek olarak aynı formun birçok birey için tekrar etmiş olabileceğini söyler. Taahhür meselesinin de taaddüt meselesi ile benzer yanları bulunmaktadır. Bu nedenle her ikisine yöneltilen eleştiriler benzerlik arzedebilmektedir. Bir olay veya soru sebebiyle inen ayetin hükmünün taahhür ifade etmesi, nüzulun taahhürü problemleri esbâb-ı nüzul rivayetlerinin tasnifi ve kritiğe tabi tutulmasıyla açıklığa kavuşabilir.
2/Bakara,114. ayetinin nüzul sebebi olarak Katade’den aktarılan, Buhtunnasr ve avanesi hakkında nazil olduğu aktarılan bir rivayette tarihi gerçeklere aykırılık ve zaman bakımından da uyumsuzluk söz konusudur. Çünkü Buhtunnasr adlı milattan önce doğmuş olan iki kişi vardır. Katade’de sözü edilen, ismi Arapça Buhtunnassar (M.Ö. 604-561) olan şahıs olmalıdır. Fakat Hz. İsa’dan önce hıristiyanlar bulunmadığı için, bu rivayet çokça eleştiri almıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Esbâb-ı Nuzul Rivayetlerinin Doğurduğu Olumsuz Sonuçlar: 1. Yorum Zenginliğine Engel Olması
Esbâb-ı nüzul Kurân-ı Kerîm’in yorum zenginliğini şu şekillerde engeller: a.Her ayete nüzul sebebi arama çabaları b.Ayetin mana bakımından birçok vechesi olabilir diye düşünmek varken, nüzul sebebi ile sınırlı kalma ihtimali c. Ayetin sebebi nüzulündeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalınması tehlikesi
2. Kur’ân-ı Kerîm’in Evrensel Hedefi olan Kur’ân-İnsan-Hayat Bütünleşmesini Önlemesi: Kur’ân’ın birçok mümeyyiz sıfatından birisi evrenselliktir. Kur’ân bunu, insanlığın evrensel gayesini insanın fıtratına en uygun biçimde ortaya koymak amacıyla mükemmel bir dünya görüşü sunaral yapar. İnsanlık için hayırlı olanı bu görüş içerisinde takdim eder. İnsana ve dünyaya ne müstakil bir güç ne de mutlak bir acziyet atfetmeden sisteminin ilkelerine insanı ulaştırmak ister. Bunu yaparken insanın tabiatında var olan “anlama merakı” ve “öğrenme arzusu” olgularından kaynaklanan soruları ve meseleleri, evrensellik arz eden soruları ve meseleleri en mükemmel bir biçimde açıklar. Bu onun hem ebedi, hem evrensel yönünü teşkil eder.
Bir hadise veya soru sebebiyle inzal olunan ayet müslümanlara belirli görevleri bildirmektedir. İşte bu sebeb-i nüzulün bize ulaştırdığı hadise, durum veya soru, insan hayatının ve varlık koşullarının evrensel boyutudur. Çünkü nerede ve ne zaman onunla karşılaşırsak, orada onun fenomenleriyle karşılaşmaktayız. Yani nüzul asrı insanının insan olma bakımından yapıp etmeleri ile çağımız insanının yapıp-etmeleri temelde birliktelik arz etmektedir. O sebeple, esbab-ı nüzul rivayetleriyle aktarılan nüzul ortamı hadiselerinin gelecekte aynı olaylarla karşılaşacak insanlar için de geçerli olduğunu görmemiz gerekmektedir. Çünkü bir ayetin anlamı, nazil olduğu zaman-mekan bağlamının ifade ettiklerinden daha fazla anlam ifade etmektedir.
3. Konunun İstismar Edilmesi: Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbân-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesi sırasında istismara tevessül edilebilmektedir. İstismarın en belirgin olduğu iki noktayı şu şekilde sıralayabiliriz: a.Şahısların ebedîleştirilmesi b.Mezhep hareketlerine etkisi.
ESBÂB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ: Esbâb-ı nüzul bilgisine bigâne kalınamayacağı gibi, kullanımının, değerlendirilmesinin ilkeler konulmadan serbest bırakılması da doğru değildir. Her iki durumun da Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında ciddî sonuçlar doğuracağını bilmek lazımdır. Bu amaçla yapılması gereken şey esbâb-ı nüzul rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesi olmalıdır. Onun için de esbâb-ı nüzule olan ihtiyacın sınırları belirlenmeli ve esbâb-ı nüzul rivayetlerinin nasıl değerlendirileceğinin ilkeleri araştırılıp ortaya koyulmalıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’i anlama çabasında esbâb-ı nüzulden yararlanmada ihtiyacın sınırlarını belirleyen iki grup ilke söz konusudur.
Genel İlkeler:
1. Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmek mümkün
değildir.
2. Esbâb-ı nüzulu bilmeden de Kurân-ı Kerîm’i anlamak
mümkündür.
3. Kur’ân-ı Kerîm’in özünü, bir bağlam bütünü olarak genel
anlamını, mesajını tanımak ve kavramak mümkündür.
Özel İlkeler:
1. Sebeb-i nüzulu bilmenin muktezayi hali bilmek gibi olduğu
hallerde esbabı nüzul bilinmelidir.
2. Sebeb-i nüzulu bilmemenin Kurân’ın zahir nasslarını mücmel
nassları konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde esbabı nüzul
bilinmelidir.
3. Bu ilke önceki iki ilkeyi kapsayan bir niteliktir. Buna
göre: Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzule olan ihtiyacı ilk planda
Kur’ân belirlemelidir.
Sonuç olarak, sağlam bir metin ve isnatla gelen haberleri kabul etmek gerekir. O halde Kur’ân’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinde yeni bir usul takip edilmelidir. Esbâb-ı nüzul ve tefsir rivayetlerinin bilgisayar teknolojisinin imkanlarından yararlanarak toplanması gerekmektedir. Fertlerin değil, müesseselerin ve kurulacak enstitülerin çatısı altında, çağın imkanlarından yararlanan alimler bir araya gelmelidir.
SA’LEBE KISSASI
Tevbe Suresi 75. ayeti anlama çabasında
nakledilen Sa’lebe kıssası ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hadisenin
sınırları içerisinde bırakmıştır. Halbuki ayete ve kıssaya önerilen ilkeler
ışığında bakılsaydı, daha zengin bir biçimde yorumlanabilirdi.
Tarihsellik Problemi ve
Açıklanması
Kavram, insani bir yapıp etme olarak düşünme faaliyetinin temel aracıdır ve düşüncenin oluşması ve ondan başka fikirlerin doğmasını sağlar. Kavram bir fikirdir; bir bilgidir.İnsan bu bilgiyi ancak dille ifade eder. Tarihsellik de tarih yapan bir varlık olarak insanın, tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili bütün durumların üzerinde cereyan eden zihni faaliyetinin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır. Yani insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarih ilgilenir.
İnsan hiçbir tarifin bir kavramı bütün yönleriyle ifade edemeyeceğini, bir kavramın tarifinin (anlamının) her zaman değişebileceğini veya bir kavramın tarifinde yanılmanın mümkün olduğunu tecrübesi ile öğrenmiştir. Kavramda değişmeyen husus, yani kavramın seçikliği ve değişen tarafı yani açıklığı vardır. Tarihsellik kavramının dönemden döneme değişikliklere uğramış olması, her filozofun bu kavramın anlamını kendi bilgisi çerçevesinde belirlemesi, açıklık özelliği sebebiyledir. Her ferdin alış ve algılama kabiliyeti farklıdır.Tarihsellik kavramının seçikliği, yani diğer var olandan ayıran niteliği değişmemekte ama içeriği (açıklığı) değişmektedir. Düşünme faliyetinin sağlıklı yürümesi için dilde hem kavramların hem de terimlerin iyi ifade edilmiş olması ve anlam çerçevesinin net olarak belirlenmesi önemli bir husustur.
Kavramların anlaşılmasına sebep olan problemleri dil problemi ve terimlerin tarifi problemi olmak üzere iki noktada toplamak mümkündür. Dil probleminin temel sorusu “hangi Türkçe?”dir. Kavramları dilimize naklederken arıtılmış Türkçe mi yoksa yaşayan Türkçe mi kullanılacağı hala önemli ve halledilmemiş bir meseledir. Dil probleminin doğal sonucu olarak terimlerin tarifi problemi ortaya çıkmaktadır. Bu sebeplerle özellikle kavram tahlili yapıldığında, teorik ve pratik alanlarda güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Tarihsellik terimi izafi ve anlatılan problemler sebebiyle Türkçe’deki anlam çerçevesini bulamamış, bu yüzden kullanımda bir kavram karmaşası olmuştur. Tarih felsefesi alanlarına ait tarihsellik kavramını yaşamak, anlamını araştırmak ve anlamak gerekmektedir.
KUR'AN VE BAĞLAM (HÜLASA)
Bu kitap, Kur'an'ın anlaşılmasında Esbab-ı Nuzul İlminin rolünü anlamak için bazı kavramları açıklığa kavuşturmakla konuya başlıyor,Bunun için konuyu ilgilendiren Kur'an İlimleri(ulumu'l- Kur'an) ve Esbab-ı Nuzul kavramlarına öncelik vererek giriş yapıyor. Kur'an ilimleri kavramının doğuşu ve gelişimi üzerinde durulmuş.
KUR'AN İLİMLERİ
Kur'an İlimleri, başlangıçta Kur'an tefsir edilirken, onu anlama gayretleri sürecinde bir ihtiyaca dayalı olarak ortaya çıkmış ve Kur'an-ı Kerim ile ilgili özel araştırmalardı.Bu İlimler İslamiyet'in ilk yıllarından itibaren alimlerin özel ilgi alanı olmuş ve dikkatlerini üzerine çekmiştir.İlk müfessirler bu kavramı,Kur'an'ın anlaşılması ve yorumlanmasına imkan hazırlayan ilmi araç olarak bakarken, Tedvin döneminin başlarında alimler bu kavramı,sözlük anlamında ele almış ve Kur'an ile ilgili bütün bilgilere delalet eden bir anlam yüklemişler. Böylece Kur'an ilimleri tek tek ele alınmış ve belirli bir alanda uzmanlaşmış özel bilgi alanı olarak görülmüştür. Ulumu'l-Kur'an tabirinin kavram olarak ilk defa hangi alimin ıstılahatında(terminolojisinde) yer aldığını tespit etmek zordur.Çünkü ilk devir alimleri bu tabiri “Ulumu't-Tefsir “ anlamında da kullanmışlar.Bu alimlerin zihninde Kur'an ilimleri cem olunmuştu ama Kur'an ilimleri kavramı teşekkül etmemişti.
Ulumu'l-Kur'an tabirinin bugünkü araştırmalarda kullanıldığı şekilde billurlaşması, kavramlaşması Zerkeşi(794/1391) ile h. 8. asırda vuku bulmuştur.Bu çağa gelinceye kadar selef alimlerinin Kur'an ilimleri kavramından anladığı, Kur'an'ın muhtevasında bulunan bilgilerin sistemleştirilmesi ve bu usulün Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılmasıdır. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda sonuç olarak Kur'an İlimleri tabirini şöyle tanımlamak mümkündür:Konusu her yönüyle Kur'an-ı Kerim olan,Kur'an'la ilgili veya Kur'an'ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur'an'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bilgi alanıdır.
Ulumu'l-Kur'an ve Ulumu't-Tefsir kavramları birbiriyle ilişkili ve iç içe olan kavramlardır.Ancak kaynaklarımızda bu ilişki üzerine yeterince açık ifadeler yoktur. Tedvin döneminin başlarından itibaren aynı manada kullanılan bu kavramların, Zerkeşi'nin “el-Burhan“ı telif etmesiyle ayırdedile-bildiğini söyleyebiliriz.Tefsir ilmi daha özel bir alanda ve daha özel bir gaye ile Kur'an'a yönelir.Kur'an İlimleri ise daha genel bir alanda ve daha genel bir gaye ile Kur'an'ı anlamak isteyen ihtisas sahibi ise sade okuyucuya fikri zemin-altyapı hazırlar.
ESBAB-I NÜZUL İLMİ
Esbab-ı Nuzul İlmi ilk dönemlerden itibaren Kur'an İlimleri arasında önem verilen bir alandı, hatta bu ilmi bilmek Kur'an'ı anlamakla ve bilmekle neredeyse eş tutulmuştur.Bu ilim, Kur'an ilimleri arasında ilk incelenen konu olmuştur.Esbab-ı Nuzul İlmi, ortaya çıktığından beri bir çok tarifi yapılmıştır.Bu ilmi sınırlayan, belirleyen ve içeriğini oluşturan belirtilerini içeren tanımı ise şöyledir: Nüzul ortamında meydana gelen bir hadise veya Hz. Peygamber'e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin, hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.
Esbab-ı Nuzul rivayetlerinin kayda geçirildiği ilk eserler tefsir kitapları değil,hadis mecmualarıdır.Bu eserlerin tefsire ait kitap veya bab'larında nakledilen rivayetlerin ekseriyeti Esbab-ı Nuzul rivayetleridir.Esbab-ı Nuzule dair eserler, nüzul çağı ve nüzul ortamını sonraki nesillere anlatmak, nakletmek amacıyla telif edilmişlerdir.Böylece o dönemin sosyal, ekonomik ve siyasi yapısı, o dönem insanının zihniyeti ve zihnini dolduran, oluşturan kavramları tespit edilmiş, kayda geçirilmiş olmaktadır.Esbab-ı nüzule dair eserler içerisinde, bu çalişmada esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım olarak zikredilen ilkeleri büyük ölçüde uygulamış olanı Mukatil b. Hadi el-Vahidi'nin es-Sahihu'l-müsned min esbab-ı nuzul adlı eseridir.
Sahabenin musned-merfu olmayan esbab-ı nuzul rivayetleri, tefsir için yapmiş oldukları esbab-ı nuzul değerlendirmeleridir.çünkü bu, onların rey ve içtihadlarına bağlı olarak hadise ve ayet arasında kurdukları ilişkiden kaynaklanan değerlendirmelerdir.Sahabenin üzerinde icma ettikleri esbab-ı nüzul yorumları nüzul ortamına ait suretler taşıdığı ve nüzul ortamını yansıttığı için hüccettir. Tabiundan gelen esbab-ı nüzul rivayetlerinin hükmüne gelince, hadis usulünde bu kabil haberlere mürsel denilmektedir. Nüzul ortamına ait rey ve içtihatla bilinemeyecek bir suret, sahabinin ismi anılmaksızın rivayet edilmişse bu da ref'dir.Ancak onların ref etmeleri mürsel hükmünü almaktadır.
Hadis mecmualarında, tefsirlerde, tarih kitaplarında sebeb-i nüzul rivayetleri zikredilirken kullanılan rivayet cümlesi(siygası,kalıbı)çok önemlidir.Fakat bu konu Kur'an İlimleri , tefsir usulü, Kur'an veya tefsir tarihi gibi eserlerde sistemetik bir şekilde ele alınmamıştır. Bunun üzerinde durulmadığı zaman zihin karmaşasını beraberinde getirmesi kuvvetle muhtemeldir. Esbab-ı nüzulün kavramsal tanımı ile rivayet sigaları arasında kurulması gerkli bir bağ vardır.Bu sebeple esbab-ı nüzul rivayetlerinin kalıplarının(siygalarının)tespit edilmesi pek çok açıdan önem arzediyor.
Esbab-ı nüzul rivayetlerinin siygalarını iki gruba ayırabiliriz:
1-)Sebep ifade etmede nass olan kalıplar(rivayetler): Böyle bir haber, sebeb-i nüzul ifadesi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları içinde kalır, buna göre sebeb-i nüzul rivayetinin nüzul ortamına ait olduğu, başka bir unsura ihtiyaç olmadan rivayetin lafızlarından ve siygalarından anlaşılabilir.
2-)Sebep ifade etmede nass olmayan kalıplar(rivayetler): Böyle rivayet edilmişbir haber, sebeb-i nüzul ifadesi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları dışında kalır. Rivayette kelamın gelişinden ve siygadan nüzul sebebi rivayeti olduğu anlaşılmaz.Sadece ayetin tazammun ettiği mana veya manalardan birini beyan ettiği anlaşılır.Bu rivayetlerde siyga, sebebin ihtimal dahilinde olduğunu ifade eder.Yani rivayette geçen sebep nüzul ortamına ait değildir.Bu rivayetler tefsir için zikredilmiştir.
Burdan anlaşılıyor ki sebeb-i nüzul rivayetlerinin buraya kadar ifade edilen niteliklerini ön plana çıkaracak sistematik bir tasnife ihtiyacı vardır. Aksi takdirde Kur'an'ı anlama sürecinde sebeb-i nüzulden yararlanan araştırmacı veya okuyucu bir tasnif karmaşasına düşecektir.Çünkü kaynaklarda bu anlamda ihtiyaca cevap veren kapsamlı tasniflere yer verilmemiş , dolayısıyla bu konuda sistemsiz bir anlatım söz konusudur.
Esbab-ı nüzul rivayetlerini bir çok açıdan tasnife tabi tutmak mümkündür,Ulumu'l-Kur'an ve esbab-ı nüzul ilminden bahseden bütün eserlerde bunun örnekleri görülebilir.Tahir b. Aşur'un ve özellikle Dihlevi'nin tasnifleri geleneksel bir yaklaşımı aşan çabalardır.Dolayısıyla yeni bir tasnife ihtiyaç var.Bu da esbab-ı nüzul rivayetlerini nevileri açısından tasnif etmekle mümkündür:
1.Nüzul ortamına ait ve o ortamın özelliklerini yansıtan musned-merfu hadislerden oluşan esbab-ı nüzul rivayetleri.
2.Ayet ve ayetlerin manasının kapsamına giren, nüzul asrında vuku bulmuş veya bilahare meydana gelmiş bir hadisenin rey ve içtihad ile misal getirildiği haberlerden oluşan (tefsir için) esbab-ı nüzul rivayetleri.
Buna göre nüzul ortamına ait rivayet ile ayetin manasını beyan etmeyi murat edinen tefsir rivayeti kesin hatlarla birbirinden ayrılmış olacaktır.Bu da Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nuzülden yararlanırken en sağlıklı yaklaşıma götürecek önemli bir ilkedir. Çünkü esbab-ı nüzul rivayetleri ile şekillenen insani yapıp etmelere verilen ilahi cevapları Kur'an'ın bütünlüğü, evrenselliği çerçevesinde değerlendirmek mümkün olacaktır.
Esbab-ı nüzul rivayetleri arasında ihtilaf olduğu bir vakıadır.Bunu iki sebepte toplayabiliriz:
1.Her ayete bir sebep arayanların tutumlar sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebediliştirilmesi, israili haberler ve uydurma rivayetlerin esbab-ı nüzul alanına dahil edilmesi.
2.Esbab-ı nüzulün yukarıdaki gibi tasnif edilmesi.(Nüzul ortamında cereyan etmediği halde bir hadise o döneme mal edilince problem çıkması.)
Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf edilmesi sonucu bazı problemler ortaya çıkmıştır. Bunlar taaddüt(sebeb-i nüzulün taaddüdü,nüzulün taaddüdü), taahhür(hükmün veya nüzulün taahhürü), nassın umum mu yoksa husus mu ifade ettiği meseleleridir.Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzulün değerlendirilmesi esnasında bu meselelerin de rolü olmuştur.
Esbab-ı nüzulden bahseden eserlerde görülen bir diğer husus ise bu ilmin hikmet-i teşriiye, mübhematü'l-Kur'an ve tenasüb-insicam gibi bazı disiplinlerin konusu veya malzemesi olması-dır.Aslında bu tabii bir olgudur.Çünkü Kur'an ilimleri kavramını oluşturan belirli alanlardaki bilgiler bütünü olan bu altbilimler, birbirleriyle içiçe geçmiş haldedirler.
Tefsir rivayetlerini esbab-ı nüzul rivayetleri dahil eserlerinde nakleden müfessirlerimizin birçoğu ilmi yeterliliklerine, salah ve takva ehli oluşlarına rağmen zayıf, garib, münker ve israili birçok hadis zikretmişlerdir.Hatta mevzu hadis dahi naklettikleri vakidir. O halde alimlerimizin bir tefsir haberini eserlerinde rivayet etmiş olmaları, o rivayetin sıhhatine delil teşkil etmemelidir.Bu konuda önemle vurgulanması gereken bir husus da şudur.Müfessirlerin(muhaddislerin) kendilerine ulaşan her haberi yazıya aktarmalarından amaçları, toplamaya imkan buldukları her şeyin yok olup gitmesinden endişe etmeleridir.Bu alimler kendilerinden sonra gelenleri bu haberleri kabul etmekle yükümlü de tutmamışlardır.onlar senedi zikretmekle sorumluluktan kurtulacaklarını ümit etmişlerdir.Bu alimleri düşünmeye sevk eden etken ise isnad ilminin tam anlamıyla ve mükemmel bir şekilde hayatlarına girmiş olmasıdır.Dolayısıyla tefsir kitaplarındaki tefsir rivayetleri, hadis tenkitçileri-nin rivayetlerin tenkidinde kullandıkları sened ve metin tenkidi kurallarının sıkı eleğinden geçirilme-lidir.
Kur'an-ı Kerim'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinde alimlerimiz bazı ilkeler edinmişlerdi ama bu tavırlarında genel bir ilkesizlik, metodsuzluk vardı.İşte bu durum es-bab-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinde bazı olumsuzluklara sebep olmuştur:
1.Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kalması,
2. Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlardır.
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında bir çok bakımdan esbab-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kalma sebepleri söz konusudur.Rivayetlerden kaynaklanan problemler(merfuluk-musnedlik-mürsellik duru-mu,senedlerin hazfedilmesi,rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme ve rivayetleri karıştırmak,rivayet siygalarına dikkat etmeme),umumu hususileştirme, taaaddüt-taahhür meselesi,tarih ilminden yararlanıp yararlanmadığı meselesi gibi sebepler sayılabilir.
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlar:
1.Yorum zenginliğine engel olması,
2.Kur'an-ı Kerim'in evrensel hedefi olan Kur'an-İnsan-Hayat bütünleşmesini önlemesi,
3.Konunun istismar edilmesi(Şahısların ebedileştirilmesi,mezhep hareketlerine etkisi),
Esbab-ı nüzulden yararlanmada ihtiyacın sınırlarını belirleyen iki grup ilke söz konusudur:
a)Genel İlkeler
1. Esbab-ı nüzulün tamamını ihata etmek mümkün değildir.
2.Esbab-ı nüzulü bilmeden de Kur'an-ı Kerim'i anlamak mümkündür.
b)Özel İlkeler
1.Sebeb-i nuzülü bilmenin muktezay-ı hali bilmek gibi olduğu hallerde esbab-ı nüzul bilinmelidir.
2.Sebeb-i nüzulü bilmemenin Kur'an'ın zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde esbab-ı nüzul bilinmelidir.
3.Bu ilke önceki iki ilkeyi kapsayan bir niteliktir.Buna göre : Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzule olan ihtiyacı ilk planda Kur'an belirlemelidir.
Bunları belirledikten sonraki aşama rivayetlerin hadis usulü açısında tenkide tabi tutulmasıdır.Bu açıdan bir değerlendirme son derece önemlidir.Çünkü bu alandaki pek çok problemin hadis usulü kriterlerinin esbab-ı nüzul rivayetlerine uygulanması ile aşılacağı kanaatindeyiz.Bu konudaki ilkeleri şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Bir rivayetin sebep ifade etmede nass ve nüzul ortamına ait olabilmesi için müsned-merfu olması gereklidir.
2.Sahabenin esbab-ı nüzul değerlendirmeleri sebep ifade etmede nass olmayan rivayetlerdir.Bu kabil haberlerin hükmünün mevkuf olduğu bilinmelidir.
3.Tabiunun esbab-ı nüzul değerlendirmeleri aynen sahabeninkiler gibi sebep ifade etmede nass değildirler.Bu kabil haberlerin hükmü ise mürseldir.
4.Rivayetlerin tenkidi senet-metin bütünlüğü içinde yapılmalıdır.Çünkü senet-metin ikilisi bu ilmin bütün meselelerini ilgilendirmektedir.Bu ilkelerin pratiğe aktarılmasında bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerden yararlanmamız gerekir
Esbab-ı nüzul rivayetleri hadis usulü açısından tenkide tabi tutulduktan sonra bu rivayetleri tasnif etmek gerekiyor.Temelde bu ilkelerin hepsi içiçedir.Mesela rivayetler tenkid edilirken tasnifin kendiliğinden ortaya çıkması gibi.
Esbab-ı nüzul rivayetlerini iki ana gruba ayırabiliriz:
1.Esbab-ı nüzul rivayetleri,
2.Tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri, değerlendirmeleri.Bu, Hz. Peygamber, sahabe, tabiun ve müfessir alimlerin yapmış oldukları değerlendirmelerdir.
BÜTÜNLÜK -SİYAK-SİBAK -TARİHİLİK
Kur'an'ın bütünlüğü yönü, diğer yönleri de kapsayan bir niteliğe sahiptir.Kavrama dahil olan bütün yönleri (Kur'ani cümleler ile oluşan bütünlük,sürelerin dahili bütünlüğü,Kur'ani cümleler ve sure arasındaki bütünlük, teşrii bütünlük, tarihi bütünlük,siyak-sibak bütünlüğü) kapsıyor.Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik manada varlık kazanır.Kur'anın bu yönüne göre o,salt parçalarının toplamına indirgenmek yerine birleşik bir bütün, topyekün bir gestalt olarak kavranmalıdır.Çünkü Kur'an, parçalarının inişinden önce, hatta onların vesilelerinin(nüzul sebeplerinin) meydana gelme-sinden hayli önce, bu parçalarının yerlerinin belirlenmiş olduğu kapsamlı, ayrıntılı bir plana göre tertip edilmiştir.Bu tertibin nüzul sebeplerine, nüzul sırasına göre yapılmamış olması son derece önemli bir husustur.Çünkü Kur'an-ı Kerim tamamen insanı hedef alan bir kitaptır.Nitekim kendisini de insanlara hidayet rehberi olarak tanımlamaktadır.Bunun anlamı, Kur'an'la beraber yaşamak veya onu anlamak isteyen insanı, yaşadığı dönemin olayları içinde yüzerken Kur'an'ın o anda iniyormuş gibi olduğuna yöneltmesidir.
Kur'an'ın bütünlük içerisinde esbab-ı nüzulün yeri de bu bağlamda anlaşılmalıdır,insan ,kainatın bir dinamik unsuru olarak, Kur'an'ın değişen dünyaya hakim olan değişmez değerler getirdiğini anlamalıdır.
Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması sürecinde esbab-ı nüzulün değerlendirilmesine yeni bir yaklaşımda bulunurken zikredilen ilkeleri tamamlayan önemli ikinci ilke, siyak-sibak'ın göz önünde bulundurulmasıdır.Çünkü esbab-ı nüzul rivayetleri Kur'an'ın bütünlüğü kavramı çerçevesinde değerlendirilirken Kur'an'daki siyak-sibak'ı(konteksti) görebilme imkanı sağlayan unsurlardandır.Surenin veya ayetlerin nazil olmasındaki sebeplerin bilinmesi, siyak-sibak'ın idrak edilmesini mümkün kılıyor.
Esbab-ı nüzul tarihilik kavramı ilişkisine insanın tarihi bir varlık olması bağlamında bakabiliriz.Bu durumda farkedilecektir ki esbab-ı nüzul, Kur'an-İnsan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp etmelerdir.Dolayısıyla her mekan-zamanda benzeri insani yapıp etmelerle temelde aynilik gösterir.Aslolan bu tarihi yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine yönelik ilkeleri tespit edebilmektir.Dolayısıyla esbab-ı nüzul, Kur'an'ın anlaşılmasında insani suretleri sonraki benzer insani suretlere taşımakta temel unsur olması sebebi ile orijinal yorum-orijinal tarihtir.Nüzul ortamına ait olmayan tefsir için yapılmış esbab-ı nüzul rivayetleri ise düşünülmüş yorum -düşünülmüş tarihtir.
SALİH ÇAÇAN
14912783
TEFSİR, YÜKSEKLİSANS, GÜZ DÖNEMİ
KUR'AN VE BAĞLAM
BİRİNCİ KİTAP
KUR'AN'IN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZUL'ÜN ROLÜ
Esbâb-ı nüzul bilgisi, Kur'ân-ı Kerîm'in nüzul ortamının aslî bir unsurudur. Çünkü esbâb-ı nüzul, Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında gerekli bir bilgi olarak değerlendirilmiştir. Sahabe, tâbiûn ve tebe-i tâbiîn'den olan müfessirler Kur'ân'ı özellikle esbâb-ı nüzul ile tefsir etmişlerdir.
I.BÖLÜM
KUR'ÂN İLİMLERİ VE ESBÂB-I NÜZUL İLMİ
Kur'ân ilimleri kavramını, doğuşu ve gelişmesi ile incelemekle;
1- "Ulûmu'l-Kur'ân denildiği zaman ne kastediliyor?"
2- "Tarih boyunca bu kavramdan ne anlaşılmış?"
soruları açıklığa kavuşmuş olacaktır.
A.KUR'ÂN İLİMLERİ HAKKINDA
1.KUR'ÂN İLİMLERİNİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ
Kur'ân-ı Kerîm'in nazîl olduğu sıralarda Müslümanlar kutsal kitaplarını Hz.Peygamber veya muallimler vasıtasıyla ezberliyorlardı. Hz.Peygamber gelen vahyi tebliğ etmekte, canlı ve hayatla iç içe kişiliği ile Kur'ân-ı Kerîm'i hem haliyle hem de kavliyle tefsir etmekteydi.
Bu bahislerin hepsi iki kaynağa dayanmaktadır.
1- Arap dili (Garibu'l-Kur'ân, İ'câzûl-Kur'ân, Mecâu'l-Kur'ân…)
2- Gözleri önünde cereyan eden hâdiseler. (Hz.Peygamber'in tefsiri, esbâb-ınüzul, muktezây-i hal, vucûhu'l-Kur'ân…).
Ulûm'ul-Kur'ân böyle geçti. Sahabe döneminde ise bu bilgilerin rivayet yoluyla devamlı olarak kendilerinden sonraki nesillere öğretildiğini görmekteyiz.
Yukarıda anılan bazı sahabenin Kur'ân ve ilimleri sahasındaki üstünlükleri bu dönemde de devam etti. Yerleştikleri şehirlerde birçok öğrenci yetiştirdiler. Onlar da tâbiûn'un ileri gelen Kur'ân âlimleri olarak bilindiler.
Sahabe döneminin sonlarına doğru İslâmiyet'in daha doğrusu Kur'ân-ı Kerîm'in ulaştığı sınırlar, Arap olmayan kavimler de Müslüman olmuşlar ve kültürel etkilenmeler başlamıştı.
İşte bütün bu şartlar Ulûmu'l-Kur'ân'ın tedvini için gerekli ortamı hazırlamıştı. Kaldı ki birinci asrın sonları ile ikinci asrın başlarına tesadüf eden bu tanımlama İslâm kültür tarihinde "Tedvîn asrı"nın başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
Sahabenin yetiştirdiği tâbiûn âlimleri ve diğerleri Kur'ân ilimlerinin esaslarını koyan bilginlerimiz olarak anılmaktadırlar. Dolayısıyla Kur'ân ilimleri İslamiyet'in ilk döneminden itibaren âlimlerimizin hususî alâkasını celbetmiştir. Bu sahada müstakil eserler vermemiş olsalar dahi Ulûmu'l-Kur'ân'a ve meselelerine ait sahip oldukları kanaatlerini eserlerinde kaydetmişlerdir.
Hz.Peygmber ve sahabe Kur'ân-ı Kerîm'i hem sözleriyle hem de eylemleriyle tefsir etmişlerdi. Yani yaşanan hayata uyarlamışlar, onun ahkâmını elle tutulur, gözle görülür bir hale koymuşlardı. Bu durum elbette gelecek nesillerin de yapması ve gerçekleştirilmesi gereken bir görevdi.
Mushafın çoğaltılması ile kıraat ilmi ve resmu'l-Kur'ân ilminin ilk ele alınan ilimler olduğu bilinmektedir. Kur'ân'ın lügâvî yönden ele alınması ise Ebu'l-Esved ed-Duelî'nin (69/688) Kur'ân'a noktalama ile hareke koymasıyla başladı. Böylece İ'râbu'l-Kur'ân ilmi neşet etmiş oldu. Ayrıca esbâb-ı nüzul, Mekkî-Medenî, nâsih-mensuh ve garîbu'l-Kur'ân ilimleri ilk tedvin edilen, kayda geçirilen Kur'ân ilimleridir.
2.KUR'ÂN İLİMLERİ VE TEFSİR İLİMLERİ KAVRAMLARI
a. Kur'ân İlimleri Kavramı
Zerkânî H.V. asır âlimlerinden Ali b. İbrahim b. Saîd el-Hufî'ye (430/1038) ait, Dâru'l-Kutubi'l-Mısriyye'de bulunan "el-Burhân fî Ulûmi'l-Kur'ân" isimli yazma "Ulûmu'l-Kur'ân" tabirinin ıstılah olarak ilk defa kullanıldığı eserdir.
"Ulûmu'l-Kur'ân" ibaresinin kavram olarak ortaya çıkışı hususunda A.Jeffery'nin yayımladığı "Mukaddimetân fî Ulûmi'l-Kur'ân" adlı eser öne sürülebilir. Tarih tayini bu esere göre yapılmak istenebilir. Çünkü bu eserin neşri Zerkânî'den sonra olmuştur.
Ulûmu'l-Kur'ân kavramının bugünkü araştırmalarımızda kullanıldığı şekilde billûrlaşması Zerkeşî (794/1391) sayesinde h. VIII. asırda vuku bulmuştur.
Kur'ân ilimlerinden selefin anladığı, kanaatimizce, Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevasında bulunan bilgilerin sistemleştirilmesi ve bu usûlün Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında kullanılmasıdır.
Taberî (310/922), İbnu Berrecân el-Lahmî (627/1229) ve Zerkeşî (794/1391) Kur'ân ilimlerinden kasdolunan "üç şeydir" diyerek esasta aynı fakat ibareleri farklı tasnifler yapmışlardır. Ali b. İsa er-Rummânî (384/994) ise otuz ayrı ilim saymaktadır. Fakat Zerkeşî, üç-dört ilim görüşlerini Şeyzele'nin (494/1100) bir sözü ile açıklığa kavuşturur.
Şâtibî burada Kur'ân-ı Kerîm'deki anlamları istihraç etmeye "araç" (alet) ve Allah Teâlâ'nın muradının bilinmesine yardımcı olan ilimlerden bahsetmektedir. Bu ilimler şunlardır: Arap dil bilimleri, kıraat, nâsih-mensuh, fıkıh usûlü, esbâb-ı nüzul, Mekkî-Medenî… O bu ilimlerin hepsinin bütün alimler nezdinde Kur'ân'ın anlaşılmasına yardımcı ilimler olarak kabul edildiğini söylemektedir.
Ulûmu'l-Kur'ân kavramının çağdaş âlimlerimiz tarafından nasıl algılandığına gelince, söze Zerkânî 1367/1948 ile başlamak istiyoruz.
Zerkânî, Kur'ân ilimleri tamlamasının, Kur'ân-ı Kerîm ile yakından alakâlı bütün bilgilere işaret etmekte olduğunu söyler.
O halde Kur'ân ilimleri, konusu her yönüyle Kur'ân-ı Kerîm olan,Kur'ân'la ilgili veya Kur'ân'ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur'ân'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır.
b.Tefsir İlimleri Kavramı
"Tefsir ilmi, Kur'ân-ı Kerîm'in sözcüklerini, anlamlarını Kur'ân'la ilgili ilimler gereğince araştıran bir ilimdir.
Bu ilim, Zerkeşî'nin dediği gibi üç ana noktada toplanır:
1- Kitâbullah'ı anlamak
2- Kitâbullah'ın manâlarını açıklamak
3- Kitâbullah'ın hükümlerini tesbit edip çıkarmak.
Kur'ân ilimleri ve tefsir ilimleri kavramları tedvin döneminin başlarından itibaren aynı manâda kullanılmışlardır. ez-Zerkeşî'nin Kur'ân ilimlerini tek bir kitapta ve bütün konularını (ilimlerini) kapsayacak şekilde toplaması ile bu iki kavram arasında bir farkın ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Tefsir ilimleri artık müfessirin Kur'ân tefsirine yöneldiğinde bilmesi gereken ilimleri kavram olarak ifade ederken, Kur'ân ilimleri daha kapsamlı bir mefhum olarak Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili bütün ilimleri ve bu ilimlerle ilgili umumî kaideleri içeren bir kavramı ifade etmektedir.
3. KUR'ÂN İLİMLERİ ARASINDA ESBÂB-I NÜZUL İLMİNİN YERİ
Kur'ân ilimlerinden biri olarak esbâb-ı nüzul ilmi, İslamiyet'in ilk asrından bu yana Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında önemli bir ilim olarak mütalaa edilmiştir.
Esbâb-ı nüzul bilgisi sahabeye, müşahede ettikleri ortamda insanî yapıp-etmelerin sonucunda inen âyet ve o âyetle gelen hükümlerin sebeplere bağlanması yeteneğini kazandırmıştı. Bunun anlamı onların Kur'ân ilmini, onu hayata tatbik etme usûlü ile birlikte öğrenmiş olmalarıdır.
Esbâb-ı nüzul ilmi naklî ilimlerdendir. Dolayısıyla bilgin sahabîler tarafından tâbiîlere "öğretim (talim) yoluyla sözlü olarak" aktarılmıştır. Yani yazılı hale gelmeden önce Kur'ân-ı Kerîm'i anlama yolunda bilinmesine pek önem verilmiş bir ilimdir. Bu sebepledir ki tâbiûn döneminde de esbâb-ı nüzule verilen ehemmiyet devam etmiştir.
B. ESBÂB-I NÜZUL İLMİ
1. ESBÂB-I NÜZUL İLMİNİN TANIMI
Nüzul ortamında meydana gelen bir hâdiseye veya Hz.Peygamber'e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin, tazammun etmek (hâdiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellileri içermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hâdiseye sebeb-i nüzul denir.
2.DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
Kur'ân-ı Kerîm'i anlamada Arab diline vukufiyetten başka eski Arab şiirini de bilmek lazım geldiğini, zira eski Arab şiirinde kullanılmış bulunan bazı garîb kelimelerin, Kur'ân-ı Kerîm'deki bazı kelimelerin anlaşılmasına yardım edebileceğini bir kısım sahabe bilmekteydi (Tayyib Okiç, Tefsir Ders Notları).
Onlar Arab diline ve edebiyatına vakıf bulunan kimselerdi. Bu bilgi ve kültür ile Kur'ân-ı Kerîm'i daha iyi anlıyorlardı. Dolayısıyla bu insanların, ayetlerin hangi şartlar çerçevesinde nazil olduklarını bilmek istemeleri gayet tabiîdir.
Prof.Dr. Tayyib Okiç: "Tabiatıyla, böyle mücehhez sahabîlerin sayısı da mahdut idi. Bunlar yalnız Hz.Peygamber'den öğrendiklerine değil, bazen kendi ictihatlarına dayanarak Kur'ân-ı Kerîm'i tefsir ederlerdi. Bunların bilhassa esbâb-ı nüzule ait izahları mühimdir."
Mesela İbn Abbas, sebeb-i nüzulleri soran ve araştıran bir sahabî olarak da anılmaktadır. Mustafa es-Sâvî, onun adının "en eski sebeb-i nüzul kaynağı olan İbn-i İshâk'ın 'Sîre'sinde" bu yönü ile sık sık geçtiğini söylemektedir.
Sonraki nesiller (tabiîler ve tebe-i tabiîler) varis oldukları lisan ve edebî kültürü, bir yandan kendi benliklerinde hissederlerken diğer taraftan seleften gelen bilgiyi, izahları, yaklaşım tarzlarını da bilgi hazinelerine dahil ettiler. İnsanların bu gidişatı böylece devam edecektir.
Tabiûn döneminde de esbâb-ı nüzul rivâyetleri toplanmaya devam edilmiştir. İslâmiyet'e yeni giren kavimler ve ehl-i kitapla olan münasebetler sebebiyle rivâyetlerde artış olmuştur.
Tedvin dönemine böyle gelinmiş ve ilk tefsirler yazılmaya başlanmıştır. Bu tefsirlerin ekseriyetinin rivâyet tefsiri olduğu malumdur. İşte esbâb-ı nüzul rivayetleri de bu kitaplardaki âsâr-ı merviyedendir.
3.ESBÂB-I NÜZULE DAİR ESERLER
Esbâb-ı nüzule dair eserler hakkında bilgi vermeden önce, esbâb-ı nüzul eserlerinin telif sebeplerini tartışmakta yarar görmekteyiz. Bu sebeplerden bazıları şunlar olabilir:
1. Sahâbenin nüzul sebeplerini bilmekle övünmeleri, yani önemi vurgulanmış bir ilim olması.
2. Bu bilgiyi sonraki nesillere ve onların da sonrakilere nakletmelerini sağlama.
3. Tedvin dönemi ve hadîs mecmualarına, tefsir eserlerine girmesi, dolayısıyla yazılı olarak kaydedilmiş bulunması.
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin ilk önce hadîs mecmualarında, bilahare tefsir eserlerinde kaydedildiği daha önce ifade edilmişti. Dolayısıyla esbâb-ı nüzul olarak vârid olan rivâyetlerin toplanması ve telif eserlerde kullanılması İslâmiyet'in ilk asırlarında vuku bulmuş olmaktadır. Ancak müstakil olarak telif edilmiş esbâb-ı nüzul eserlerinin bu dönemlerde bulunmadığını görmekteyiz. Aslında bu hüküm diğer Kur'ân ilimlerinin ekseriyeti hakkında da geçerlidir.
Kur'ân ilimleri alanında çok eser verdiğini söyleyen Vâhidî'nin elimize ulaşan matbu tek Kur'ân ilimleri eseri Esbâbu'n-Nuzûl'dür. Kâtip Çelebi eseri, "bu alanda yazılan en meşhur tasnif" olarak tanıtmaktadır.
Suyûtî, bu eseri "eksik" olarak tanıtır. Ona göre bu alanda tek eser kendisinin telif ettiği Lubâbu'n-Nukûl'dür.
C.ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİ
1.ESBÂB-I NÜZULÜ BİLMENİN YOLU
Esbâb-ı nüzul ancak sahîh nakille bilinebilir. Dolayısıyla bu alanda ictihada veya imal-i fikir etmeye mahal yoktur. Yani nüzul sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme veya görme suretiyle bilinebilen ve sahabiden gelen rivâyettir. Bu rivâyet adeta Hazreti Peygamber'den bildirilmiş hükmünde kabul edilir. Bunun için hadîs usûlünde hükmen merfû sayılır.
Sahabenin bu tecrübesine onlardan ilim almak suretiyle iştirak eden tâbiîler de esbâb-ı nüzul rivayetleri nakletmişlerdir. Bu rivâyetler hadîs usûlünde mürsel hükmündedir.
2.HADİS USÛLÜ AÇISINDAN ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİ
Bir ayetin nüzul sebebini, "ancak o âyetin nüzulünü bizzat müşahede edenlerden öğreniyoruz. Ayrıca sebeplerini yakından bilip bunlardan bahsedenlerden rivâyet ve sema yoluyla nakl ve izah etmenin de caiz" olduğu sonucuna varıyoruz. "Bilindiği gibi âyetlerin nüzulünü yakından müşahede edenler, sebeplerini bilip nüzul keyfiyetinden bahsedenler sahabîler olmuştur. Bunların bu husustaki haberleri 'el-hadîsu'l-musned" addolunmuştur.
Musned hadîsler, "zâhiren muttasıl bir senet ile sahabînin Rasûlullah'a ref ettiği haber"lerdir.
Bir hadîsin musned olabilmesi için iki şart vardır:
1. Senedin ittisali: "Her râvinin, hadîsi rivâyet ettiği Şeyh'ten bizzat işitmiş olması ve bu halin isnadın sonuna kadar devam etmesidir. Mevkûf olmaması lazımdır.
2. Merfû olması: "Senedin Hz.Peygamber'e ulaşması, yani hadîsin Hz.Peygamber'e isnat edilmesidir.
Sebeb-i nüzul rivâyetlerini incelediğimizde bir kısmının da tâbiûn'dan geldiğini görmekteyiz. Hadîs usûlünde tâbiûnun bu kabil rivâyetlerine mürsel denilmektedir.
Mürsel hadîs: Birçok sahabîye mülâki olmuş tâbiûnun, Rasûlullah şöyle dedi, yahut şöyle yaptı gibi sözlerle rivâyet ettiği ve senette sahabî atlanmış bulunan hadîstir. Bir diğer ifadeyle sahabînin ismini anmaksızın tâbiînin hadîsi ref' etmesidir.
3.ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN KALIPLARI (SIYGALARI)
Sebeb-i nüzulün kavramsal tanımı ile rivâyet sıygaları arasında bir bağ vardır ve bu bağ mutlaka kurulmalıdır. Tanımın sınırlarına girmeyen rivâyetler sebeb-i nüzul rivâyeti olarak ele alınmamalıdır. Bunun için rivâyet sıygalarında bu hususa açıklık getiren noktalar iyi tesbit edilmelidir.
Rivâyet sıygalarını iki ana başlık altında inceleyebiliriz.
1. Sebep ifade etmede "nass" olan rivâyetler.
2. Sebep ifade etmede "nass olmayan" rivâyetler.
4.ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN TASNİFİ
Esbâb-ı nüzulden bahseden eserlerde veya Kur'ân ilimleri eserlerinin ilgili bölümlerinde esbâb-ı nüzul rivâyetleri bazı özellikleri ile incelenmiş ve bunlar esbâb-ı nüzulü bilmenin yararları anlatılırken tekrar edile gelmiştir. Ama ne var ki anılan özelliklerin anlatımında araştırmacı-okuyucu açısından bir tasnif karmaşası söz konusudur. Dolayısıyla esbâb-ı nüzul rivayetlerinin niteliklerinin sistematik bir şekilde tasnife tâbi tutulması bir zorunluluktur.
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerini birçok açıdan tasnife tâbi tutmak mümkündür. Bunları şöylece sıralayabiliriz:
a.Vürûd 'u İtibariyle Tasnif Etme
Esbâb-ı nüzulü vürûdu itibariyle kısımlara ayırmamız mümkündür. Çünkü Kur'ân âyetlerinin bir kısmı bir sebebe binaen nâzil olmuştur. Ekseriyeti ise bir sebebe mebni olmaksızın "ibtidâen" nâzil olmuştur. Bu kısımlar ise şunlardır:
Soruya cevap olarak vârid olanlar:
a. Bir sual sorma,
b. İstifta (fetva istemek) maksadıyla sorma.
b.Bir Âyet İçin Çeşitli Sebepler zikredildiğinde Hadîs Usûlü Kriterleri Uygulanarak Yapılan Tasnif
Hadis mecmualarının tefsir bablarında ve tefsir kitaplarında bir âyetin sebeb-i nüzulü olarak birçok rivâyet görmek mümkündür. Bu rivâyetlerin aynı hâdiseyi, şahıslar ve mekân, bazen de zaman itibariyle farklı bir şekilde naklettikleri görülmektedir. Âlimlerimiz bu kabil rivâyetleri değerlendirebilmek maksadıyla hadîs usûlü ile kriterlerinden yararlanmışlardır.
c.Şah Veliyyullah Dihlevî'nin Tasnifi
Şah Veliyyullah Dihlevî sebeb-i nüzul rivâyetlerini iki kısma ayırır. Birinci kısım rivâyetleri bilmek gereklidir. İkinci kısım rivâyetleri bilmek ise gereksizdir.
d.Tâhir b. Âşûr'un Tasnifi
Tâhir b. Âşûr, senedi sâhih olan esbâb-ı nüzul rivâyetlerini beş kısma ayırmaktadır. Onun senette sıhhat şartını özellikle vurgulaması önemli bir hususiyettir.
e.Esbâb-ı Nüzulü Nevileri Açısından Tasnif Etme
İnsan için inzâl buyurulan Kur'ân-ı Kerîm'in insana, varlık koşulları Hz.Adem'le başladığı gibi devam eden bu varlığa, sunduğu evrensel mesaj, esbâb-ı nüzul rivayetleri ile şekillenen insanî yapıp-etmelere verilen ilâhî cevaplarla daha iyi anlaşılacaktır.
e1. Esbâb-ı nüzul rivâyetleri:
Bu rivâyetler nüzul ortamına ait sûretlerdir. O ortamın özelliklerini yansıtırlar. Mutlaka musned-merfû hadîs olmaları ve "sıhhat" şartlarını taşımaları gerekir.
e2. Tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetleri:
Bu rivâyetler, âyetin anlaşılma çabası sürecinde manâsının kapsamına giren, re'y ve ictihat ile misal getirmeye imkân veren rivâyetlerdir. Rivâyetlerin sıygaları ve üslûplarından anlaşılacağı üzere ravî (yani haberin kaynağı olan sahabî veya tâbiî),
a) nüzul asrında vuku bulmuş bir olaya,
b) kendi dönemlerinde meydana gelen bir hâdiseye
anlamı uygun düşen bir âyeti kendi yargısı, re'yi ile alâka kurarak nakletmiştir.
5.ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNDE İHTİLAF EDİLMESİ
Tefsirde iki türlü ihtilaf vardır:
1. Nakle dayanan ihtilaf.
Sahih, zayıf ve uydurma haberlerden kaynaklanan ihtilaf.
2. İstidlâlden doğan ihtilaf
Nakle dayanmayan ve akılla (re'y ve ictihadla) yapılan yorumlardan kaynaklanan ihtilaf.
D.ESBÂB-I NÜZULLE İLGİLİ MESELELER
Esbâb-ı nüzul ilminin alanı dahilinde bazı problemli hususlar vardır. Bunlardan ikisi önceki maddede esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tasnif edilmesi konusu incelenirken söz konusu edilen taaddüt ve taahhür meseleleridir. Bir diğeri ise nüzule sebep olan hâdise dolayısıyla inen âyetin bu hâdiseye hâs mı olduğu, yoksa umum mu ifade edeceği meselesidir.
1.TAADDÜT MESELESİ
Esbâb-ı nüzul ilmini ele alıp inceleyen usûlcüler ile, nüzul sebebi rivâyetlerini eserlerinde nakleden âlimlerimizin sebep veya nüzulün taaddüdünden bahsettiklerini görmekteyiz.
Nüzulün taaddüt ettiğine dair rivâyetler de iki türden bahsedilmektedir. Birçok nüzul sebebi dolayısıyla bir âyet nâzil olmuş ise buna "sebebin taaddüdü" denilmektedir. Tam tersi bir durumda, yani birkaç âyet tek sebep için inmiş olabilir. Bu durum da "nüzulün taaddüdü" olarak ifade edilmektedir.
a. Nüzul Sebebinin Taaddüdü
b. Nüzulün Taaddüdü
2.HÜKMÜN VEYA NÜZULÜN TAAHHÜRÜ MESELESİ
Bu meseleden bahseden iki âlim, Zerkeşî ve Suyûtî'dir. İlkinin söyledikleri aynıyla ikincisinde tekrar edilmiş ve bazı ilaveler de yapılmıştır.
"Allah Teâlâ zekâtı Mekkî sûrelerde açıkça ve imâ yoluyla zikretmiş, Allah'ın Rasûlüne vaadini yerine getirerek dinini namaz, zekât ve şer'î hükümleri farz kılarak destekleyeceğini buyurmuştur. Böyle olmasına rağmen zekât, Medine-i Münevvere'de alınmaya başlanmıştır. Bunda bir ihtilaf yoktur.
3.UMUM-HUSUS MESELESİ
"Muteber olan lâfzın umûmudur, sebebin husûsu değildir."
Hükmün "nasslara, nassların şümûlündeki hükümlere göredir; yoksa hüküm nassların vârid olmasına vesîle teşkil eden sebeplere göre değildir.
Buna göre nass, âmm sıyga ile vârid ise, nassın umûmuyla amel etmek lazımdır. Bu umûmi nassın vürûduna sebep teşkil eden nüzul sebebi halleri nazarı dikkate alınmaz. "Çünkü nassın umûm sıygasıyla vârid olması demek Şerîat Sâhibinin, nassın hükmünün umûmî olmasını istemesi, sebebine hâs ve mâhsus olmamasını dilemesi demektir.
Örnek: Liân âyetinin (24/Nûr sûresi 6, 7, 8, 9, 10. Âyetleri), zevcesinin zinakâr olduğunu iddia ederek, bunu şâhitlerle ispat edemeyen Hilâl b. Umeyye hakkında veya bu hâdise sebebiyle inmiş olduğu rivâyet edilmiştir. Böyle olsa bile âyet, karılarının zinakâr olduğunu iddia eden bütün kocalar hakkında umûmîdir, âmmdır.
Âlimlerin ekseriyeti hükmün,sebebinin hususîliğine değil, lâfzın umûmîliğine göre olduğunda icmâ vardır demektedirler. Hz.Peygamber zamanından beri sahabe ve müctehit imamların anlayış ve tatbikatı bu olmuş ve buna hiçbir zaman karşı çıkan bulunmamıştır. Çünkü hüccet nassların kendisidir, sebepleri değildir.
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında araç olarak kullanılmalıdır. Nüzul sebebi olan soru veya hadiseleri, tahsis vasıtası olarak değerlendirmek Kur'ân'ın anlaşılmasında bazı problemlere neden olabilir.
E.ESBÂB-I NÜZULLE İLGİLİ DİSİPLİNLER (İLİMLER)
"İlimler" terimi yerine niçin "disiplinler" teriminin kullanıldığı sorulabilir. Bu tercih her iki terimin tanımından kaynaklanmaktadır. İlim, bilimler topluluğu ve ilmî bilgilerin tümüdür. Disiplin ise bu bütünü oluşturan ve belirli alanlarda ihtisaslaşmış bilgiler bütünü alt bilimdir. Bu anlamda hikmet-i teşrîiyye, mübhemât, tenâsüb ve insicam birer disiplindir.
Esbâb-ı nüzul ilmi hikmet-i teşrîiyye ve tenasüb-insicâm ilimleri ilişkisinde belirtilmesi gerekli en önemli husus, bu alanlarda aklın,yani re'y-ictihad'ın söz konusu olmasıdır. Bunun anlamı ise bu alanların ihtilafa açık olması demektir.
1.HİKMET-İ TEŞRÎİYE İLMİ
Sahabe, sebep oluşunca, Hz.Peygamber'e soruyor ve Şârî'in maksadını gösteren durumları da görmüş ve yaşamış oluyorlardı. Sonraları fukahânın, Hz.Peygamber'in eserlerini ve amellerini, sahabenin ve onları gören tâbiûnun fiillerini görüp öğrenmek için Medine'ye gittikleri bilinmektedir.
Selef, bazı âyetlerin manâları hakkında güçlükle karşılaştığında nüzul sebeplerine başvurarak bu hikmet (ratio legis) ve gayelere vâkıf olmuş, böylece tereddütten kurtulmak istemiştir. Onlar bu sayede şer'î ahkâmın hikmetini de belirlemiş oluyorlardı.
"İslam Dini, ilâhî dinlerin sonu ve hepsinin tamamlayıcısıdır. O halde Müslümanlıktaki dinî hükümlerin, emirlerin, nehiylerin hikmetten hâlî olamayacağı pek açıktır. Bundan dolayı birçok şer'î hükmün hikmetlerini araştırmak câiz, bu alanda filozofça görüşler serdedilmesi kabildir.
2.MÜBHEMÂTU'L-KUR'ÂN İLMİ
Mübhemâtu'l-Kur'ân-ı Kerîm'de müphem bırakılan (anlaşılması açık ve belirli olmayan) bazı kelimeleri açıklamaya konu edinen ilimdir.
Mübhemâtu'l-Kur'ân ilmi naklî ilimlerdendir. Dolayısıyla sebeb-i nüzul ilminde olduğu gibi bilinmesi sadece nakle dayanır. İctihada mahal yoktur. Zerkeşî ve Suyûtî selef âlimlerinin bu ilme çok önem verdiğini söylerlerse de bu konunun istismar edilmiş olduğu yaygın olan kanaattir.
3.TENÂSÜB VE İNSİCÂM İLMİ
Âyetler ve sûreler arasındaki tenâsüb (münâsebât) ve insicâmı konu edinen bu ilmi Zerkeşî, mantıkî bir gerçeklik ve kelâm'ın akışını düzenleyen bir olgu olarak tanımlar. Bu ilim, bağlaç (râbıt) işlevini yüklenen
- umumî veya hususî,
- aklî,
- hissî veya hayalî,
- zihnî (subjektif) veya haricî (objektif) anlamlar üzerinde durmaktadır. Yani sûreler ve âyetler arasında birtakım irtibatlar bunlarla kurulabilir.
Âyetlerin tedrîci olarak nâzil oluşu, bir kısmının bazı vesilelerle inmesi (sebeb-i nüzul) sonrasında her bir âyetin, Allah Teâlâ'nın bildirmesi ile, Peygamberimiz tarafından münasip yerine (siyak) yerleştirilmesinin tearuz (çelişme) oluşturmadığı bir gerçektir.
İşte bu noktada esbâb-ı nüzul ilmi ile tenâsüb ve insicâm ilmi arasındaki alâka ortaya çıkmaktadır. "Tarihi ortam" ile sebeb-i nüzuller ve "edebî siyak" ile de münasebet kastedilmektedir. Çünkü bazı vesilelerle nâzil olan âyet tabiî olarak nüzul ortamını aksettirmektedir. Sonra bu âyet, parça parça (tencim) indirilmiş diğer âyetler arasındaki tevkîfi yerine Kur'ân'ın insicâmını temin etmek üzere edebî siyakla uyumlu bir şekilde yerleştirilmiştir. Bu şekilde her iki ilim arasındaki alâka tabiî bir şekilde oluşmuş olmaktadır.
Münâsebet-insicâm bilgisinin, "tevkifi" bilgi ile değil ancak Kur'ân okuyucusunun ve özellikle müfessirin ictihadı ile oluştuğu ortaya çıkmaktadır. İctihadı oluşturan ve şekillendiren unsurlar ise şöyle sıralanabilir:
a. Edebî Zevk Sahibi Olmak
b. Arap Dilinde Lisan Zevki Olmak
c. Kur'ân-ı Kerîm'in Bütünlüğünü Dikkate Almak
Âyetler arasında irtibat (tenâsüb-insicâm) idrak edilebildiği gibi anlaşılamaması da mümkündür. Dolayısıyla bu konuda aşırılığa kaçmamak, tekellüften korunmak lazım gelir.
Esbâb-ı nüzul ilmi Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında önemli bir disiplin olan münâsebet-insicâm ilmine de, işlevini yerine getirmede yardımcı olmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm'in genel mesajı (bütünlük) kavranmalıdır. Zaman-mekan-şahıs unsurlarının ötesinde insanî örnek oluşturan, insan hayatının canlı, somut yönü, bu genel mesaj çerçevesinde ele alınmalı ve üzerinde düşünülmelidir.
F.İSLÂM KÜLTÜR TARİHİNDE ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNE GENEL BİR BAKIŞ
Tefsir tarihi incelendiğinde müfessirlerin esbâb-ı nüzule tedvin çağından bu yana çok önem verdikleri görülecektir.
Hz.Peygamber döneminde, O'nun tefsir izahları ile yetinildiği malumdur. Sahabenin tefsirinin ana karakteristiği ise Hz.Peygamber'in tefsirini nakilden ve ictihadlarıyla yaptıkları yorumlardan ibaretti denilebilir. Ancak Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılması ihtiyacı ve zarureti fetihlerle birlikte artınca sahabe, önceleri çekingen davrandıkları vehatta içlerinden bazılarının câiz görmediği Kur'ân'ı tefsir işine yöneldiler. İslam fütuhatı, farklı kültürlerden insanların Müslüman olmasına sebep olmuştur. Bu insanlar ne Arapça biliyorlardı ve ne de Kur'an'ın nüzul ortamından, şartlarından ve sebeplerinden haberdar idiler. İşte Arab diline, gramerine ve kültürüne, nüzul ortamını müşahede etmiş olmalarına yani İlk Muallim'in rahle-i tedrîsinden geçmiş bulunmaları sebebiyle, birtakım özel bilgileri kendilerinde toplayan bilgin sahabîler, bu boşluğu doldurma çabası içerisinde oldular. Sahabiyi ise onlardan ilim alan tabiîler izledi.
Binaenaleyh tefsirin nakille başlamış olması ve akabinde bundan ileri gidilmemesi, ilk zamanlarda az sayıda rivâyet olduğunu ortaya koymaktadır. Bilahare "bu rivâyetler çoğalmış ve genişlemiştir. Hatta zamanla daha ileri gidilerek, sağlam olmayan rivâyetler bile bunlara ilave edilmiştir. Daha sonra, bu rivâyetlerin yanına, şahsî anlayış denemeleri de girmiş; önceleri bunlardan dil ve kelimelerin delâletiyle ilgili olanlarına makbul gözüyle bakılmıştır.
II.BÖLÜM
KUR'ÂN-I KERİM'İN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNİN SONUÇLARI
A.KUR'ÂN-I KERİM'İN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZULÜN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ
1.RİVÂYETLER AÇISINDAN
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin yetersiz kalma sebepleri birçok bakımdan söz konusudur. Bunların başında bu rivâyetler hadîs usûlü açışından incelendiğinde ulaşılan sonuçtur. Şimdi bu açıdan esbâb-ı nüzul rivayetlerine bakalım.
a.Merfû-Musned Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri Üzerine
Esbâb-ı nüzulün rivâyet ve sema yoluyla nakl ve izah edildiği malumdur. Bu keyfiyeti icra edenler ise sahabîler olmuştur. Onların bu husustaki haberlerinin hükmü meselesi konunun odak noktasını teşkil eder.
b.Mursel Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri Üzerine
Kur'ân'ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri de tâbiîlerden yapılan ve onların Hz.Peygamber'e veya dönemine izafe ettikleri esbâb-ı nüzullerdir. "Mursel" olan rivâyette tâbiî, sahabînin ismini anmaz.
c.Senedlerin Hazfedilmesi
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi de senetsiz rivâyetlerin bir dönem mevcut olmasıdır.
d.Rivâyetlerin Tasnifine Dikkat Etmeme
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi ise rivâyetlerin tasnifine dikkat etmeme ve rivâyetleri karıştırmadır.
e.Rivâyet Sıygalarına (Kalıplarına) Dikkat Göstermeme
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi ise -rivâyetleri tasnifine dikkat etmeme hatasını tanımlayan- rivâyetlerin sıygalarına dikkat göstermeme yanlışlığıdır.
2.UMUMU HUSUSÎLEŞTİRME AÇISINDAN
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kaldığı bir husus da sebebiyet ifade eden sebeb-i nüzulün (nass) olarak umum değil de husus ifade ettiği şeklinde anlaşılması çabalarıdır.
Bu da iki şekilde olur:
1. Bir sebeb üzerine umum ifade eden lâfızla varid olan nass,
2. Ve bunun o sebeple tahsis olup olmayacağı problemi umum-husus meselesi denilince murad olunandır.
3.TAADDÜT-TAAHHÜR AÇISINDAN
a.Taaddüt Açısından
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de nüzul sebebi olarak bir âyet için birçok rivâyet bulunması sebebiyle ortaya çıkan nüzulün taaddütü veya taahhürü meselesidir.
b.Taahhür Açısından
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de nüzulün taahhürü meselesidir.
Taahhür meselesinin taaddüt meselesi ile benzer yanları bulunmaktadır. Bu nedenle taaddüt'e yöneltilen eleştiriler taahhür için de bazı bakımlardan doğrudur. Mesela rivâyetlerin tasnifi ve rivâyet sıygalarına dikkat etme zarureti, nüzulün taahhür ettiği ileri sürülen rivâyetlerde de geçerli bir ilkedir.
4.TARİH İLMİNDEN YARARLANMA
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de bu rivâyetlerin bir kısmında görülen tarihî gerçeklere aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur.
B.KUR'ÂN-I KERİM'İN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR
1.YORUM ZENGİNLİĞİNE ENGEL OLMASI
2.KUR'ÂN-I KERİM'İN EVRENSEL HEDEFİ OLAN KUR'ÂN-İNSAN-HAYAT BÜTÜNLEŞMESİNİ ÖNLEMESİ
Kur'ân-ı Kerim'in birçok mümeyyiz sıfatlarından biri evrenselliktir. Kur'ân-ı Kerîm, ferde ve topluma, bütün insan sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde, insan hayatının bütününe maddî olduğu kadar manevî bir hidayet rehberi olduğunu söyler.
3.KONUNUN İSTİSMAR EDİLMESİ
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesi sırasında istismara tevessül edilebildiği bir vakıadır. İstismardan murad olunan ise esbâb-ı nüzul rivâyetlerini eserlerinde çokça nakleden
a. tarihçiler,
b. rivâyet tefsiri yazarları,
c. ve vaazlarında aktaran kıssacılar (kussâs)'ın bu alanda kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmiş olmalarıdır.
a.Şahısların Edebîleştirilmesi
Kur'ân, insana, âyetlerindeki hakikatleri belli bir kişi veya anlayışa hasretmeden herkes için gerekli evrensel mesajı nokta-i nazarından ilâhî ufuk'u yakalama imkanını sunmaktadır. Bu ise Kur'ân'ın yorum zenginliği hususiyetini yakalamak ve idrak etmekle mümkündür.
b.Mezhep Hareketlerine Etkisi
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasına yani muhtevasını kavrayıp temel prensiplerini akl-ı selîm ile idrak etmeye engel olan hallerden biri de mezhep taassubu veya mezhep gözlüğü ile Kur'ân'a yaklaşmak olmuştur.
III.BÖLÜM
ESBÂB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
A.ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
1.ESBÂB-I NÜZULE OLAN İHTİYACIN SINIRLARINI BELİRLEYEN İLKELER
Kur'ân-ı Kerîm'i anlama çabasında esbâb-ı nüzulden yararlanmada ihtiyacın sınırlarını belirleyen iki grup ilke söz konusudur. Birinci gruptaki ilkeleri genel ilkeler ve ikinci gruptaki ilkeleri de özel ilkeler olarak adlandırmaktayız.
2.ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN HADÎS USÛLÜ AÇISINDAN TENKİDİ
Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin hadîs usûlü açısından değerlendirilmesi konusuna çok önem vermek gerektiğine inanmaktayız. Bu alandaki birçok problemin hadîs usûlü kriterlerinin esbâb-ı nüzul rivâyetlerine uygulanması ile aşılacağı kanaatindeyiz. Bu konuda Emin el-Hûlî'nin söylediklerine katılmamak mümkün değildir. O, "âyetin sebeb-i nüzulü işte bu hâdisedir" demeden önce ciddi bir araştırma yapmak gerektiğini, bu hükmü vermeden önce epeyce düşünmek zaruretini öne sürmektedir.
3.RİVÂYETLERİ TASNİF ETME
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerini iki grup halinde mütalaa etmenin en isabetli yöntem olduğunu düşünmekteyiz.
a. esbâb-ı nüzul rivâyetleri,
b. Tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetleri, değerlendirmeleri.
B.KUR'ÂN-I KERÎM'İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE ALINMASI
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün değerlendirilmesi sırasında yukarıdaki başlıkta zikredilen ilkeleri tamamlayan önemli bir ilke de Kur'ân-ı Kerîm'in bütünlüğünün dikkate alınmasıdır.
O halde "bütün olarak Kur'ân-ı Kerîm" kavramı, Kur'ân'ın tüm özelliklerini, yanlarını ve bütünlüğüne ait vecheleri ve bunlar arasındaki ilişkileri kucaklayan, kendisinin hususî, mu'cîz vahiy mahsulü karakterini belirleyen tastamamlık, kendi iç kesinliği ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistem anlamındadır.
C.SİYAK-SİBAK'IN GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI
Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden yararlanırken siyak-sibak'ın göz önünde bulundurulması ilkesi, genel ilke olarak zikredilen Kur'ân'ın bütünlüğü kavramına dahil bir prensiptir. İfade edildiği üzere bütünlük kavramı izafî bir kavramdır. Siyak-sibak kavramı da bu kavramın izafî (ancak belli şartlar, belli ilişkiler içinde geçerli olan) bir boyutudur.
D.ESBÂB-I NÜZUL VE TARİHÎLİK KAVRAMI
Kur'ân-ı Kerîm insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihîlik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü insan her zaman, geçmişe mal olacak bir "şimdi"nin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak, kendini sürdürmeye, aynı zamanda, bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır.
Netice itibariyle esbâb-ı nüzul, Kur'ân-ı Kerîm'in soyut bir düşünce veya düşünce biçimi olarak kalmadığının, aksine, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat, bir hidayet rehberi olduğunun en büyük delilidir.
Esbâb-ı nüzulün Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında tespit edilen ilkeler çerçevesinde ve onlara uyarak değerlendirilmesi birçok faydalar temin edecektir:
1. Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında insanın bakış ufkuna henüz girmemiş, insanın dikkatine açılmamış sınırsız sayıda olgu olduğu göz önünde tutulacaktır.
2. Konulu tefsir çalışmalarında esbâb-ı nüzulün, nüzul ortamının ve şartlarını aksettiren yönünden sağlıklı bir şekilde istifade olunacaktır.
3. Esbâb-ı nüzul bilgisi ile oluşan nedensel halkaları nüzul asrına doğru izleme imkanı doğacaktır. Bundan da insanî davranışların tarihini tespit etmede, yazmada yararlanılabilecektir.
4. Müfessirler üzerine yapılan monografik çalışmalarda esbâb-ı nüzulle ilgili zikredilen ilkelerin uygulanması çok isabetli olacaktır. Bir kere müfessirin esbâb-ı nüzul alanındaki ilkelerini ortaya koymak mümkün olacaktır. Bu da Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılması sürecinde bu malzemenin nasıl değerlendirildiğini tespit etme imkânı verecektir.
İKİNCİ KİTAP
SA'LEBE KISSASI
ESBÂB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
a.Esbâb-ı Nüzul Nedir?
Esbâb-ı nüzul, nüzul ortamında meydana gelen bir hâdise veya Hz.Peygamber'e yöneltilmiş bir soruya, vukû bulduğu günlerde, bir veya daha fazla âyetin, hâdiseyi/soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hâdisedir.
I.SA'LEBE HADİSİ
Sa'lebe, Hz.Peygamber'in huzuruna gelmiş:
-"Ya Rasûlullah, Allah'a dua et de bana çok mal versin" demiş.
Hz.Peygamber de:
-Ya Sa'lebe, hakkını eda ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır." diyerek cevap vermiş. Sa'lebe dileğini tekrarlamış ve demişki:
-Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.
II.SÎRE, RİCÂL VE TARİH KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI
Sa'lebe kıssası sîre, ricâl ve tarih kitaplarında farklı tarîklerle ve hicrî 9.yıl hâdiseleri arasında rivâyet edilmektedir. Ulemânın kıssa üzerine yaptıkları değerlendirmeleri incelediğimizde iki husus ortaya çıkmaktadır:
a- Sa'lebe'nin vasıfları,
b- Hâdisenin sıhhat derecesi.
III. HADİS KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI
Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi açısından da önem arzetmektedir. Çünkü ilk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edilmekteydi. Daha sonra, tefsir -her ne kadar hadis rivâyeti şeklinde yapılıyorsa da- tâbiûndan itibaren yazılmaya başlanmıştır.
IV.TEFSİR KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI
Tefsirlerinde Sa'lebe kıssasını zikreden müfessirlerin hadîsi naklederken iki yol takip ettiğini görmekteyiz. Onların ekseriyeti, kıssayı, Taberî'nin (310/922) "tefsir rivâyetleri ansiklopedisi" olarak tanımlanan Câmiu'l-Beyân an Tefsîri Âyi'l-Kurân'ından nakletmiştir. Diğer müfessirler ise Sa'lebe kıssasını muhtelif tarîklerle farklı kaynaklardan almışlardır.
Müfessirlerin Sa'lebe kıssası hakkında yaptıkları değerlendirmeleri ise kıssayı doğru kabul edenler ve etmeyenler olarak iki grupta mütalaa edebiliriz.
V.ESBÂB-I NÜZUL'E YENİ BİR YAKLAŞIM IŞIĞINDA SA'LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Sa'lebe kıssasının tarih, hadis ve tefsir kaynaklarında nasıl ele alındığını ve değerlendirildiğini yukarıda ortaya koyduk. Bu malûmat, 9/Tevbe 75. âyetinin anlaşılmasında bize müşahhas bir kanaat vermemektedir. Dolayısıyla bu malûmatın Kur'ân'ın anlaşılmasında değerlendirilmesi için yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır.
a.İlk olarak Sa'lebe kıssası rivâyetleri hadis usûlü açısından tenkid edilmelidir.
b.Rivâyetler tasnif edilmelidir.
ÜÇÜNCÜ KİTAP
TARİHSELLİK VE ESBÂB-I NÜZUL
A.TARİHSELLİK PROBLEMİ VE AÇIKLANMASI
Tarihsellik de tarih yapan bir varlık olarak insanın, tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili bütün durumların üzerinde cereyan eden zihnî faaliyetinin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır. Yani tarihsellik, insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkân ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir.
B.ARAŞTIRMANIN AMACI VE METODU
İnsanın bizzat tecrübe ettiği tarih alanına ait bir tasarımı (kavramı) içselleştirerek kültür hayatımıza nasıl katılabileceğimize, kavramsal aktarımı nasıl sağlayabileceğimize ve bu kavramla nasıl hesaplaşabileceğimize dair bir arayışı ifade etmektedir.
I.TARİHSELLİK KAVRAMININ TEMELLENDİRİLMESİ
A.TARİHSELLİK KAVRAMININ DOĞUŞU VE GELİŞMESİ
Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının, XVII. yüzyıl ile XIX. yüzyıllar arasında tarih ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
Bu dönemde siyasî ihtilaller, ilmî ve teknik keşifleri izleyen iktisadî ve sosyal değişim, tarihin gelişimini daha çok belirleyen unsurlar olarak tarih duygusunu canlandırmıştı.
B.TARİHSELLİK KAVRAMININ KULLANIM ÇERÇEVESİ VE ALANLARI
Tarihsellik (geschichtlichkeit, historicity, historicité) kavramı, tarih ilmi alanında kullanılan bir teknik terimdir. Tarihçilerin eskiden beri kullandıkları bu terimi, İngiliz filozof Henry More (1714-1687) 1664'de historicity, historicalness kelimeleri ile ifade etmiştir. Daha sonra E.Bayer, aynı terimi tarihsel olayların olgusallığı anlamında kullanmıştır. Tarihsellik kavramını felsefî anlamıyla kullanan ilk filozof Hegel'dir (1770-1831).
II.TARİHSELLİK ve ESBÂB-I NÜZUL
Kur'ân-ı Kerîm insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristikliğini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü insan her zaman geçmişe mâl olacak bir şimdinin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürmeye, aynı zamanda, bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır. Bir başka deyişle insan, tarihsel bir varlıktır ve bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir.
Bu sebepledir ki Kur'ân-ı Kerîm'in hemen her sûresinde mutlaka ya insan ve insan toplulukları ya da onlarla ilgili "olgular" ve "olaylar" anlatılır. Dolayısıyla Kur'ân, tarih ve tarihsel olanı, geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.
SONUÇ
Sonuç olarak:
1. Esbâb-ı nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken konu, Kur'ân-ı Kerîm'in soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi olduğudur.
2. Başka "özgü" kültürlere ait kavramları kullanırken yukarıda ele alınan yaklaşım benimsenmeli, kavramların tarihleri, içerikleri (açıklık-anlam çerçevesi) ve kullananların dünya görüşleri göz önünde bulundurulmalıdır.
3. Bu kavramları kullanan ilim adamları ve düşünürlerimizin hem böylesi bir yaklaşımı benimsemeleri hem de kullandıkları kavramı tarif etmeleri gerekmektedir. Aksi halde bu kavramları kullananlar ile onları anlamakta zorlananlar veya anlamak istemeyenler arasındaki "tartışma" yapıcı bir zemine oturmayacaktır. Bu ise İslâm düşüncesinin yeniden yapılanması ümidi açısından çok olumsuz bir düşünce ortamı demektir.
4. Hermenötik (yorumbilim), semantik (anlambilim), linguistik (dilbilim) gibi beşerî bilimlerden yararlanabilmemizin, bu alanlara ait yeni kavramları özgü kültürümüze mal edebilmemizin, içselleştirebilmemizin, yani bu kavramları yaşayabilmemizin, anılan tavrın hakim olmasıyla mümkün olabileceği umulur.
5. Böylesi bir yaklaşıma, İslâm kültüründeki tarih anlayışı ile Batı kültüründeki tarih anlayışlarının birbirlerinden beşerî bir ilim olarak tarih'in iki ayrı şekilde mütalaası olarak yararlanabilmesi için de ihtiyaç vardır. (Babanzâde Ahmed Naîm, Tecrîdi Sarîh Tercmesi'nde (I.74-100) buna bir misal vermiştir. A.Naîm, burada hadis usûlüne tarih felsefesi bağlamında bakmıştır. Bunun için de tarih anlayışımızı/felsefemizi ortaya koyan çabalara ihtiyacımız olduğu açıktır.)
6. Esbâb-ı nüzul'den, tarihsel bir olgu olarak tarih-seyir yazımında en isabetli şekilde faydalanmak da bu yaklaşımla mümkündür.
"Esbâb-ı nüzul rivâyetleri" ile yazılacak "orijinal tarih", nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkânı verecektir. "Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul rivâyetleri" ile yazılacak "düşünülmüş tarih" de çok sayıda insanî faaliyeti/başarıları, Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak isteyen insanın bakış ufkuna sunacaktır. Bütün bunlar ise siyer-tarih yazımında insanî faaliyet ve davranışların/başarıların tarihini ortaya koyma, tespit etme imkânı verecek; bu da insanın varlık bilincine katkıda bulunacaktır.
Bu ise esbâb-ı nüzulün, Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasındaki önemini ortaya koymaktadır. Çünkü bu yaklaşımla esbâb-ı nüzul, nüzul ortamının tarihsel bir ortamı olarak Kur'ân-insan-hayat bütünleşmesinin nasıl temin edildiğinin somut örneklerini vermektedir. O halde orijinal tarih bize Kur'ân-insan-hayat bütünleşmesini gösteriyor; düşünülmüş tarih ise orijinal tarihin içinde bulunulan mekan-zamana nasıl uyarlandığını yani Kur'ân'ın yaşanabilir olduğunu gösteriyor. Kur'ân'ın da halife olarak tanımladığı insandan beklediği Kur'ân-insan-hayat bütünlüğünü gerçekleştirmesi değil midir?
“KUR’ÂN ve BAĞLAM” ÖZETİ
“Kur’ân ve
Bağlam” Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu hocanın ilginç bir
kitabıdır. Bu kitap tefsir çalışanlar tarafından mutlaka okunmalıdır. Çünkü
kitapta tefsir ilminin kavramları, teorileri ve metodolojilerinden
bahsedilmektedir. Kitapta, çeşitli geniş bakış açılarına (perspektif)
dayanılarak esbâb-ı nüzulden bahsedilmiştir. Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, basit
bir dil kullanarak ve kapsamlı bir açıklama ile esbâb-ı nüzul’e dair bilgi vermektedir. Yabancı olanlar
bile bu kitabı okurken mana ve kavramları iyi anlayabilir. Yazar esbâb-ı nüzul
üzerine müslüman alimlerinin ve batı bilim adamlarının görüşlerini birleştirip
bu kavramlara dayanarak Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması için yeni bir yaklaşım
önermektedir. Bu yüzden tefsir çalışanların bu kitabı göz onüne alması
gerekmektedir.
Yazara göre Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında
bütün ilimlerin kaynakları değenlerdirilmelidir. Çünkü bütün ilimler amaç ve
kaynak olarak tamamlayıcıdır. Ayrıca tefsir alanında Kur’ân ilimleri hadis ilimlerine
bağlanmıştır. Hadis ilmi sahasında yapılan çalışmalar ve ortaya konulan eserler
tefsire hem yön verici hem de ilham kaynağı olmuştur.
Kur’ân
ilimlerinin kaynağı bizzat Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân ilimleri (Ulûmu’l-Kur’ân)
tabirinin kavram olarak ilk defa hangi alim ıstılahında yer aldığını tespit
etmek zordur. Çünkü ilk devirde bu tabir “ulûmu’t-Tefsir” anlamında da
kullanılmıştır. Fakat Zerkeşi’nin “el-Burhan”ında “Ulûmu’l-Kur’ân” ve
“Ulûmu’t-Tefsir” tabirleri ayrılmıştır. Zerkeşi’ye göre ulûmu’l-Kur’ân’ın
amaçları ulûmu’t-Tefsir’in amaçlarından daha geniştir. Esbâb-ı Nüzul ulûmu’l-Kur’ân’ın
en önemli konusudur çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasındaki en temel bilgidir.
Bu alanda önemli bir soru ortaya çıkar, esbâb-ı nüzul nedir?
Esbab-ı nüzul, nüzul ortamında meydana gelen
bir hâdise veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vukû bulduğu günlerde,
bir veya daha fazla âyetin, hâdiseyi/soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri
içermek, cevap vermek veya hükümünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden
ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hâdisedir. (Amet Nedim)
Esbâb-ı
nüzul, nüzul ortamı içinde Kur’ân-ı Kerîm-insan (Hz. Peygamber, Sahabe, diğer
insanlar) arasındaki iletişim sürecinden bahsetmektedir. Demek ki; nüzul
ortamında Kur’an ayetleri, meydana gelen bir hâdise, vukû, durum ve kültüre
bağlanmıştır. Bunları değenlendirmek için uygun metodoloji ve bazı ilimleri
(hadis ve tarih ilimleri) bilmek gerekmektedir. Ancak bu , esbâb-ı nüzul’ün
kolay görünen yanıdır. Peki Kur’ân’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul’ü nasıl
değerlendirebiliriz?
Aslında ilk esbâb-ı
nüzul kaynak eserleri tefsir kıtapları değil, hadîs mecmualarıdır. Esbâb-ı
nüzulden bahsederken tefsir alimleri Hz. Peygamber’in hadisleri, haber ve vuku
hadîs rivayetlerinden nakiller yapmışlardır. Zaten esbâb-ı nüzulü anlamak için
ilk eylem budur. Öte yandan hadîs rivayetleri ciddi inceleme gerektirmektedir.
Sahabenin musned-merfû olmayan esbâb-ı nüzul rivayetleri, tefsir için
yaptıkları esbâb-ı nüzul değerlendirmeleridir. Çünkü bu haberlerde nüzul
ortamına ait re’ye ve ictihada mahal yoktur. Bütün haberler Hz.Peygamber’den
işittikleridir. Bu yüzden musned-merfû sebeb-i nüzul rivayetleri olur, mevkûf
olmazdı.
Bu çalısmada, esbâb-ı nüzule yeni bir yaklaşım
olarak zikredilen ilkeler, Mukbil b. Hâdi el-Vâdiî’nin “es-Sahihu’l-Musned min
Esbâbi’n-Nuzûl”den alınmıştır. Bu eser –telif edilen- en eski matbu esbâb-ı
nüzul kitabıdır.
Kur’ân alimlerinden bazıları esbâb-ı nüzul tasnif
etmişlerdir. Örneğin; Şah Veliyullah Dihlevî’ye göre sebeb-i nüzul rivayetleri
iki kisma ayrılmaktadır. Birinci kısım, rivayetleri bilmek gerekir. İkincisi
kısım ise, rivayetleri bilmek gereksizdir. Esbâb-ı nüzulü anlamak isteyen kişi
onun açıklamalarını zihninde ilke halinde tutarsa bu alanla ilgili problemleri
çözmeye muktedir olacaktır. Öyleyse, Kur’ân Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı
nüzul en önemli konudur.
Öte yandan,
Ahmet Nadim Serinsu’ya gore esbâb-ı nüzule yeni bir yaklaşıma göre tasnif
edilmelidir. Esbâb-ı nüzul iki gruba ayırmaktayız:
1.
Nüzul ortamına ait ve
o ortamın özelliklerini yansıtan musned-merfû hadislerden oluşan esbâb nüzul
rivâyetleri.
2.
Âyet veya âyetlerin
manâsının kapsamına giren, nüzul arsında vuku bulmuş veya bilahare meydana
gelmiş bir hâdisenin re’y ve ijtihad ile misal getirildiği haberlerden oluşan
(tefsir için) esbâb-I nüzul rivayetleri.
Esbâb-ı nüzul
rivayetleri ile şekillenen insanî fiillere verilen ilâhî cevapları Kur’ân’ın
bütünlüğü, evrenselliği çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Ancak bazen esbâb-ı nüzul rivayetleri arasında
ihtilaf olmuştur. Esbâb-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf edilmesinin sebepleri
iki tanedir:
1. Bazı İsrâilî haberler, mezhep hareketleri,
ve mevzû rivayetler esbâb-ı nüzul alanına dahil olmuştur.
2. Esbâb-ı nüzulün tasnif edilmesi.
Alimler, genel
olarak tefsir rivayetlerini ele alırken esbâb-ı nüzul rivâyetleri konusunda
ilkerler koymuşlardı, fakat ilkesi olmayan ve metod kullanmayanlar da vardı. Tefsir
rivâyetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerimiz âlim ve salih olmalarına
rağmen zayıf, garîb, münker ve isrâilî bir çok haber zikretmişlerdir. Hatta
mevzû hadis de nakletmişlerdir. O halde; tefsir kitaplarında, hadis tenkitçileri
rivayetlerin tenkidinde kullandıkları senet ve metin tenkidi kuralları
konusunda daha dikkatli olmalıdır. Bu
konuda en çok vurgulanması gereken husus budur. Tefsir eserlerinde senet
olmadan rivayet edilen bir haber kullanılmamalıdır. Aksi yönde, sahih
senetlerle rivayet edilen haberler elbette kabul edilmelidir.
Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin farklılıkları
sebebiyle büyük bir sorunlar ortaya çıktırmıştır. Bunlar taaddüt (nüzul
sebebinin taaddütü, nüzulün taaddütü), taahhür (hükmün veya nüzulün taahhürü),
nassın umum yoksa husus mu ifade ettiği meseleleridir. Burada üzerinde önemle
durulması gereken durum, meselenin varlığından söz eden rivâyetlerin mutlaka
sahih rivâyetler olması gerektiğidir.
Geçmişte, âlimlerimizin ekseriyeti,
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında “muteber olan, lâfzın umumudur, sebebin hususu
değildir” kuralını kabul etmişlerdir. Bu kural Suyuti’nin “el-itkân fî
Ulûm’il-Kur’ân”ında bahsedilmiştir. Ona göre, lâfız umumi olduğundan dolayı
Kur’ân-ı Kerîm’in ayetleri bütün insanlar tarafından uygulanmalıdır. Sonuç
olarak İslam hukukunda literal anlamı daha fazla etkilemiş olacaktır.
Yukarıda bahsedılen kavram Ahmet
Nedim Serinsu tarafından eleştirilmiştir. O “islam hukukundaki bu kuralla, yani
hususî bir sebeble varid olan her âmm ifadenin umûmuyla amel edilmesi
uygulaması aynen beşerî hukuklarda da yürürlüktedir” demiş.
Kur’ân-ı Kerîm’in
anlaşılmasında sadece esbâb-ı nüzulün bilinmesi yetersiz kalmaktadır. Çünkü sebeb-i
nüzul olarak bir ayet için bir çok rivayet bulunması sebebiyle nüzulün taaddütü
veya taahhürü meselesi ortaya çıkmaktadır. Bunu için tarih ilminden yararlanmak
gerekir.
Kur’ân Kerîm’in evrensel
anlaşılmasında esbâb-ı nüzulun, insan-hayat bütünleşmesi önemlidir. Bunun için
Kur’an-ı Kerîm’in genel mesajı kavranmalıdır. Bir âyetin anlamı, nazil olduğu
mekân-zaman bağlamının ifade ettiklerinden daha fazla şey ifade eder.
Ahmet Nedim
Serinsu’ya göre Kur’ân-ı Kerîm’i anlama çabasında esbâb-ı nüzulden yararlanmada
belirleyici iki grup ilke vardır. Birinci gruptakileri genel ilkeler, ikinci
gruptakileri ise özel ilkeler olarak adlandırmaktadır.
Genel ilkeler:
1.
Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmek
mümkün değildir.
2.
Esbâb-ı nüzul bilmeden de Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak
mümkündür.
Özel ilkeler ise:
1.
Sebeb-i nüzulü bilmenin muktezây-ı hâli bilmek gibi
olduğu hallerde esbâb-ı nüzul bilinmelidir.
2.
Sebeb-i nüzulü bilmenin Kur’ân’ın zâhir nasslarını
mücmel nasslar konumuna getirme şuphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde esbâb-ı
nüzul bilinmelidir.
3.
Bu ilke önceki iki ilkeyi kapsayan bir niteliktir.
Buna göre: Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb nüzule olan ihtiyacı ilk
planda Kur’ân belirlemelidir.
Tefsir alanında
esbâb-ı nüzul rivayetleri incelediğinde üç grup değerlendirme vardır.
Birincisi, Hz. Peygamber’in yaptığı sebeb-i nüzul değerlendirmesi. İkincisi,
sahabe ve tâbiûnun yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmesi. Üçüncüsü,
müfessirlerin yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmesi.
Esbâb-ı nüzul ilmi hikmet-i teşrîiyye ve tenâsub
insicam ilimleriyle bağdaşmaktadır. Onların ilişkilerinin belirtilmesi gerekir,
çünkü bu alanlarda akıldan yani re’y ve ictihaddan bahsedilmektedir. Sahabe, bir
şey olunca, Hz. Peygamber’e soruyor ve Şârî’in maksadını gösteren durumları
görmüş ve yaşamış oluyorlardı. Böylece lafızların delâletinde ortaya çıkan birçok
ihtimal açıklık kazanıyor, hikmet ve gayeleri bilmeye bağlı olarak belirlenen
illetler açığa çıkıyordu (Tâhir b. Âşûr). Teşrî maksatlara dayalı olarak Kur’ân-ı Kerîm’deki kavramların evrensel
manaları ortaya çıkabilecektir. İslam öğretileri mekân ve zamana göre
uygulanabilirdir. Tâhir b. Âşûr, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında arap
kültürüne dayanarak islam hukuku
değerlerinin evrenselliğini önermektedir (Jasser Auda). Kısaca, Ku’ân Kerîm
anlaşılırken siyâk-sibak (kontekst) gözetilmelidir.
Kur’an-ı Kerîm’in
anlaşılmasında yeni bir yaklaşım kullanılmalıdır. Bu kavramda iki ilkeye dikkat
edilmelidir. Bunlardan biri, Kur’ân-ı Kerîm’in bütünlüğüne dikkate edilmesidir.
Diğeri ise; esbâb-ı nüzul rivâyetleri değerlendirilirken siyâk-sibakına mutlaka
bakılmasıdır. Ayetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivâyetlere itibar etmemekte
yarar olduğu açıktır. Nass, siyâk-sibak, rivâyet uyumuna kesinlikle dikkat
edilmelidir. Bu konuda Şatibi ve Tâha Cabîr el-alvânî bütüncül yaklaşıma
(holistic approach) dayanarak Kur’ân-ı Kerîm’ın anlaşılmasını vurgulamaktadır.
Şatibi tefsir yönteminde tek bir delîl itibar etmektense genel delil (dalîl
el-kullî) itibar etmeyi daha çok tercih etmektedir. Örneğin, o Kur’an-ı
Kerîm’in anlaşılmasında, çok eşlilik (poligami) açısından Nisa Suresi üçüncü
ayeti okumaya odaklanmamış, poligami konusuyla ilgili ayetlerin bütünlüğünü,
surelerin bütünlüğünü, ve tarihte insanlar arasındaki ilişkileri de
değerlendirmiştir.
Ontolojik olarak
Kur’an-ı Kerîm bir bütündür. Kur’ân’ın bütünlüğü kavramına göre bütün yönleri
(Kur’ân cümleler ile oluşan bütünlük, sûrelerin dahilî bütünlüğü, Kur’ânî
cümleler ve sûre arasındaki bütünlük, teşrî bütünlük, tarîhî bütünlük,
siyak-sibak bütünlüğü) şamildir. Yani
Kur’ân’ın parçaları (kelime, Kur’ânî cümle, âyet, sûre) birleşik bir bütündür.
Çünkü Kur’ân, parçaların inişinden, onların vesilelerinin (nüzul sebeplerinin)
meydana gelmesinden önce, tarih olarak bu parçaların yerleştirilmesine
bağlıdir.
SONUÇ
Kur’ân Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul mutlaka
öğrenilmesi gereken bir konudur. Çünkü; nüzul
ortamında Kur’an ayetleri, meydana gelen bir hâdis, vukû, durum ve kültüre
bağlanmıştır. Fakat bazı insanlar bu konuyu göz ardı etmiştir. O yüzden, onlar
Kur’ân Kerîm’i metne göre anlamıştır.
Esbâb-ı nüzul rivayetleri arasında ihtilaf
olmuştur. Bu yüzden, esbâb-ı nüzulü bilmek
için tarih ve hadîs ilimleri göz önünde tutulmalıdır. Bu durumda esbâb-ı nüzule
yeni bir yaklaşım gerekmektedir. Esbâb-ı nüzulü değenlendirirken siyak-sibakına
bakılmalıdır. Yani kontekste göre esbâb-ı nüzul anlaşılmalıdır. Bu halde,
esbâb-ı nüzul rivayetlerinin meseleleri (nüzul sebebinin taaddütü,
nüzulün taaddütü ve nüzulün taahhürü)
halledilebilir. Kısacası, çağdaş Kur’an araştırmacısı olarak Kur’ân-ı Kerîm
anlaşırken nass, siyâk-sibak, rivâyet göz ardı edilmemelidir.
ESRA ERDOĞAN 15912733 YÜKSEK LİSANS
KUR’AN
VE BAĞLAM
GİRİŞ
Kur’an indiği dönemden bu yana gerek
indiği toplumun ve Müslümanların, gerekse de diğer toplumların ve dini
grupların çalışma alanı olmuştur. İnsanlar doğruluğundan şüphe olunmadığı iddia
edilen bu kitabı her yönüyle anlamaya ve Tanrı’nın insan ile ilişkisinde hangi
sınırları gözettiğine şahit olmuşlardır. Doğruluğunu kabul edenlerce Kur’an;
kıyamete kadar baki kalacak en son vahiy teziyle her çağda çözümlerin kendisine
göre düzenlendiği temel bir kaynak haline gelmiştir. Kur’an’ı bu bağlam
çerçevesinde anlamak amacıyla ise Esbâb-ı Nüzul hakkında bilgi sahibi olmak
önemli bir görev addedilmiştir. Bu yüzden “başlangıçta tefsir ilmi, esbâb-ı
nüzulü bilmekten ibaretti.” denilmiştir. Başka alimler tarafından bu ilmin
önemini vurgulamak amacıyla ise “Ku’an’ın anlaşılmasında en emin yol esbâb-ı
nüzuldür” veya “esbâb-ı nüzulü bilen kimse Kur’an-ı Kerim’i de bilir.” gibi
sözler söylenmiştir.
Bu noktada bu yazıda incelemekte
olduğumuz “Kur’an ve Bağlam” isimli kitabın bu ilim dalı hakkında hangi konular
üzerinde durduğu, bölümleri, anlatımı ve üslubu, konuya hangi yönden açıklık
getirdiği ve kazanımları gibi mevzular ele alınacaktır.
Kur’an ve Bağlam kitabı içerisinde
birbirine bağlantılı konuların yer aldığı üç ayrı kitaptan oluşmaktadır. İlk
kitap “Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul’ün Rolü” başlığıyla başta Kur’an
ilimleri ve Esbâb- Nüzul ilmi hakkında tafsilatlı bilgiler içermektedir.
Esbâb-ı Nüzul rivayetlerinin bilinebilmesi, kalıpları, tasnifi, rivayetler ile
ilgili meseleler ve Esbâb-ı Nüzul ile ilgili disiplinler birinci kitabın
birinci bölümünün ana konuları arasında yer almaktadır. Bu kitabın ikinci
bölümünde ise Esbâb-ı Nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesi, yetersiz kalma
sebepleri ve bu rivayetlerin sebep olabileceği bir takım olumsuzluklar üzerinde
durulur. Birinci kitabın üçüncü ve son bölümü ise Esbâb-ı Nüzule yeni bir
yaklaşım ortaya koyma çabasının bir ürünüdür. Bölümde ihtiyacın sınırlarını
belirleyen bazı ilkelerden, tasniflerden, rivayetlerin hadis usulü açısından
ele alınmasından ve belki de en önemlisi bu rivayetler incelenirken Kur’an’ın
bütünlüğünün dikkate alınmasından, siyak-sibak’ın göz önünde bulundurulmasından
ve tarihsellik kavramından bahsedilir.
İkinci kitap ise Esbâb-ı Nüzul’e yen
bir yaklaşım çerçevesinde Sa’lebe kıssası ele alınır. Sire, Rical, Tarih, Hadis
ve Tefsir kitaplarından devşirilen bilgiler ışığında bu kıssanın bir
değerlendirmesi okuyucuya sunulur. Üçüncü ve son bölümde ise Esbâb-ı Nüzul ilmi
tarihsellik konusu bağlamında ele alınır. Kavramın açıklaması yapılır, doğuşu,
gelişimi, çerçevesi ve alanları belirtilir.
İçerik olarak yoğun ve bilgi anlamında
da yeni düşüncelerin ortaya konulduğu kitabın ilgi çeken bir başka özelliği- ki
bizce ilahiyat alanına dair yazılmış olan diğer pek çok kitapta olmayan bir
özellik- yayına hazırlanmasında kısmen de olsa uzaktan öğretim tekniklerinin
uygulanmış olmasıdır. Bu okuyucunun paragraflar arasında bağlantı kurmasına,
üzerinde düşünmesine, kutu içerisinde geçen kısımların özet bilgi vererek
anlamanın kolaylaşmasına sebep olmaktadır. Bu açıdan kitap okuyucuya daha
dinamik bir görüntü vermektedir. Buraya kadar genel çerçevesini vermek
istediğimiz kitabın bundan sonraki paragraflarda konu bakımından ayrıntılı
incelemesine geçilecektir.
I.KİTAP
KUR’AN’IN
ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZUL’ÜN ROLÜ
Kur’an ilimlerinin ve özelde Esbâb-ı
Nüzul ilminin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. İlk dönemlerde, özellikle
Hz.Peygamber’in uygulamasında temeli “kıraat-kitabet” oluşturmuştur. Bu iki
temel üzerinde biz Hz.Peygamber’in daha sonralarda Ulûmu’l-Kur’an olarak
adlandırılacak alanı bir bakıma tahsis ettiğini söyleyebiliriz. Henüz
adlandırılmasının ve telifinin olmadığı bu dönemde İlk Muallim bizzat
hayattadır ve anlaşılmayan herhangi bir mesele onun yardımıyla çözülmektedir.
Ancak Kur’an’la karıştırılabilir endişesiyle telifine sıcak bakılmamaktadır.
Peygamberden sonra sahabe döneminde ise bu bilgiler rivayet yoluyla sonraki
nesillere öğretilmiştir. Ancak daha sonraki dönemde fetihlerle beraber İslam
Devleti’nin ulaştığı sınırlar ve dolayısıyla farklı kültürlerin etkisi bu
ilimlerin tedvini için uygun şartları oluşturmuştur. Sahabenin yetiştirdiği
tabiun nesli bu açıdan bu Kur’ani ilimlerin esaslarını koyan bilginler olarak
anılmaktadırlar. Bu noktada baktığımız zaman bu tedvini yapılan Kur’an ilimleri
belli bir sıra üzerine ortaya çıkmışlardır. Bu sıralamanın belirleyici unsuru
“ihtiyaç” tır. Bu sıralamada Esbâb-ı Nüzul kıraat, Resmu’l Kur’an ve İ’rabu’l
Kur’an ilim dallarından sonra dördüncü sırada yer alır.
Esbâb-ı Nüzul’ün kaynağı sahabedir.
Çünkü bir bilgi türü olarak esbâb-ı nüzul sahabeye inen ayetler ve ayetle gelen
hükümleri, müşahede ettikleri ortam ile bağdaştırabilme yeteneği
kazandırmıştır. Onlar Kur’an’ı anlamayı bu bilgiye sahip olmakla bir
görmüşlerdir. Şatibi’nin de yorumladığı gibi, esbâb-ı nüzul öyle bir ilimdir ki
onu bilen Kur’an’ı bilmiş olur. Esbâb-ı Nüzul’ün tanımına gelecek olursak bu
bağlamda, farklı tabirlerinin bulunduğunu kabul etmekle birlikte, yazarın
verdiği tanımı buraya almak uygun olur; “Nüzul ortamında meydana gelen bir
hadiseye veya Hz.Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir
veya daha fazla ayetin, tazammun etmek (hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve
özellikleri içermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile
teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul
denir.” Bu ilmin doğuşu ve gelişimi aşamalarına bakacak olursak, doğuşunda Arap
diline en iyi şekilde vakıf olan sahabenin ayetlerin iniş sebeplerinin merak
etmesidir. Mesela İbn Abbas sebeb-i nüzulü çokça soran bir sahabe olarak
anılmaktadır. Sonraki nesiller ise (tabiin-tebe-i tabiin) seleften gelen bu
bilgi kendi izahları, yaklaşım tarzları ile yoğurdular. Tabiın döneminde bu
konuya ilişkin rivayetlerin toplanmasına özellikle ihtimam gösterilmiştir.
İslam’a yeni giren kavimler ve ehli kitap ile olan ilişkilerden dolayı bu
rivayetlerde o zamanda artış yaşanmıştır. Tedvin dönemine bu şekilde
gelinmiştir ve ilk tefsirlerin ortaya çıkmasının da aynı döneme rastladığı ve
çoğunun da rivayet ağırlıklı tefsir olduğu görülmektedir. İlk müfessirler bu
kitaplarda ayetlerin tefsirine sebeb-i nüzulünü zikrederek başlamayı bu dönemde
adet edinmişlerdir. Ancak bu rivayetlerin ilk yer aldığı yerlerin Tefsir
kitapları değil, Hadis kitapları olduğunu söylemekte yarar var. Daha sonralarda
alimler bu rivayetleri ayrı kitaplarda toplamışlardır. Bunların içinde en
önemlileri; Vahidi ve Suyuti’nin esbâb-ı nüzule dair eserleridir.
Esbâb-ı Nüzul ancak sahih nakille
bilinebilir. Bilgi alanı olarak içtihada imkân bulunmaz. Bu açıdan rivayetler
ikiye ayrılır; Sahabe Nakli-Tabiun Nakli. Peki bu rivayetler nasıl anlaşılır?
Bunun için bazı kalıplar/sıygalar mevcuttur. Bu rivayetlerin bu kalıplar
üzerinde ayrıca bir tasnifi de mevcuttur. Bunlar vürudu itibariyle, hadis usulü
kriterleri itibariyle veya nevileri şeklinde yapılan tasvirlerdir. Ayrıca Şah
Veliyullah Dihlevi ve Tahir b. Aşur gibi alimlerinde kendilerine özgü
tasnifleri de bu kapsamda değerlendirilir. Bu konuda nevileri açısından tasnifi
yazar kendisi yapmakta ve bunları Esbâb-ı Nüzul Rivayetleri ve Tefsir için
kullanılan Esbâb-ı Nüzul rivayetleri olarak ikiye ayırıyor. İkincisinde daha
çok ravinin nüzul asrında vuku bulmuş bir olaya ya da kendi dönemlerinde
meydana gelen bir hadiseye anlamı uygun düşen bir ayeti kendi yargısı, re’yi ile alaka kurarak
nakletmesidir.
Esbâb-ı Nüzul meselesi içerisinde ele
alınan bir diğer meselede Taaddüt ve taahhür meselesidir ki önemli bir hususiyet
teşkil etmektedir. Taaddüt; bir çok nüzul sebebi dolayısıyla bir ayetin nazil
olması şeklinde “sebebin taaaddütü” ve birkaç ayetin tek sebep için inmesi
olarak “nüzulün taaddütü” olarak iki şekilde tanımlanır. Taahhür ise hükmün
veya nüzulün diğerine göre sonra gelmesi meselesidir. Bazen sebep bazen ise
ayet önce gelmiş, sonrasında sebebe binaen ayet, ayete binaen ise sebep belli
bir zaman sonrasında gelmiştir. Bir diğer mesele ise umum-husus meselesidir.
Yani nüzul sebebi olmada nass olan bir rivayet ve akabinde inen ayetin umum mu
yoksa husus mu ifade ettiği meselesidir. Bu konu da en meşhur kural şudur;
“Muteber olan lafzın umumudur, sebebin hususu değildir.” Yani hüküm nasslara,
nassların içindeki hükümlere göredir, yoksa hüküm nasslara varid olmasına sebep
teşkil eden sebeplere göre değildir.
Esbâb-ı Nüzul Kur’an’ın anlaşılmasında
çoğu zaman ise yetersiz kalmıştır. Bunlar; Rivayetler açısından, Umumu
hususileştirme açısından, Taaddüt-Taahhür açısından ve Tarih ilminden
yararlanma açısından şeklinde alt başlıklara ayrılabilir. Rivayetler açısından
ravinin naklettiği hadisin merfu, musned ve mursel olması konu hakkında bu
rivayetin hüccet olup olmaması bakımından önemlidir. Bunlara senedlerin
hazfedilmesidir –ki Suyuti bu tür rivayetlere “bakılması gerekmeyen” der. Bir
diğer husus ise rivayetlerin tasnifine dikkat edilmemesidir. Ayrıca
Rivayetlerin sıygalarına/kalıplarına dikkat göstermeme de doğan problemlere
sebep olarak gösterilebilir. Kur’an’ın anlaşılması noktasında yetersiz kalınan
bir nokta da sebebiyet ifade eden sebeb-i nüzulün olarak umum değil de husus
ifade ettiği şeklinde anlaşılması çabalarıdır. Ayrıca taaddüt ve taahhür
meselesi de işi zorlaştıran durumlardan birisidir. Bu konuda farklı görüşlerin
olmuş olması, ayetin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Ayrıca bu rivayetlerin
bir kısmında görülen tarihi gerçekliklere aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur.
Bu iki sebepten kaynaklanmaktadır; her ayete bir nüzul sebebi arama çabaları ve
geçmiş ümmetler ile ilgili olaylar ile nüzul ortamı olaylarını karşılaştırma.
Peki bu olumsuzluklar hangi sonuçların
ortaya çıkmasına sebep olmuştur? Öncelikle bu durum yorum zenginliğine engel
olmaktadır. Örneğin; Kur’an hakkında araştırma yapabilmek için Arap olmak veya
Arapçayı çok iyi bilmek gerekli değildir. Çünkü Şatıbi’nin deyimiyle hitapla
murad olunan ibareyi bilmek veya anlamak değildir, aslolan onunla murad olunanı
bilmek veya anlamak demektir. Sonrasında başka bir sonuç söylemek gerekirse o
da Kur’an’ın evrensel hedefi olan Kur’an-İnsan-Hayat bütünleşmesini
önlemesidir. Daha sonra bu sebepler konunun zaman zaman istismar edilmesine
meydan vermektedir. Esbâb-ı Nüzul’de çokça bahseden tarihçiler, rivayet tefsiri
yazarları ve vaazlarında rivayet aktaran kıssacılar bu alanda kendi çıkarları
doğrultusunda hareket ederek buna sebep olmaktadırlar. İstismarın çokça olduğu
noktaları iki başlık hakkında zikredebiliriz; şahısların ebedileştirilmesi ve
mezhep hareketlerine etkisi.
Esbâb-ı Nüzul konusunda yeni bir
yaklaşım ise öncelikle bütün bunların, yani gerek sosyal, fikri ve iktisadi
şartların gerekse siyasi şartların ve o dönemin insanının araştırılması
sayesinde elde edilecek bilginin çalışılmasına bağlıdır. Böylece Esbâb-ı Nüzul
bilgisi, Kur’an’ın anlaşılmasında olması gereken yere oturtulabilir.
Öncelikle tüm rivayetlerin yeniden
değerlendirilmesi gerekir. Bunun için ihtiyacın sınırları ve bu sınırları
belirleyen ilkeler üzerinde durulabilir. Genel ilkelere baktığımız zaman;
Esbâb-ı Nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir ve Esbâb-ı
Nüzulü bilmeden de Kur’an anlaşılabilir. Kur’an’ın anlaşılmasında ihtiyacın
sınırlarını belirleyenler ise özel ilkelerdir. Bunlar; sebeb-i nüzulü bilmenin
durumun gerektirdiğini bilmek olduğu hallerde, sebeb-i nüzulu bilmenin Kur’an’ın
zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu
hallerde Kur’an’In anlaşılmasında esbâb-ı nüzule ihtiyacı ilk planda Kur’an
belirlemelidir. Rivayetlerin değerlendirilmesi bu şekilde yapıldıktan sonra bu
rivayetler bir de hadis usulü açısından tenkide tabi tutulmalıdır. Çünkü sebeb
bu hadistir demeden önce üzerinde çokça araştırma yapılması gerekir. En son
olarak yapılması gereken –ki bu madde içlerinde kafa karışıklığını önleme adına
en önemli maddedir- bu rivayetleri tasnif etmektir. Tüm rivayetleri esbâb-ı
nüzul rivayetleri ve tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivayetleri/
değerlendirmeleri olarak iki gruba ayırmak yeterlidir. Esbâb-ı Nüzul
rivayetleri ayetin veya ayetlerin gerçek nüzul sebepleri olan kıssaları, nüzul
asrında ve nüzul ortamında meydana gelmiş hadiseleri ihtiva ederler.
Değerlendirmeler ise Kur’an’ın anlaşılması amacıyla yapılmış nüzul sebebi
değerlendirmeleridir. Yani ayetin inmesine sebep olmuş hadiseler değillerdir.
İkinci olarak Kur’an-ı Kerim’in
bütünlüğünün dikkate alınması önemlidir. “Bütün olarak Kur’an-ı Kerim” kavramı
Kur’an’ın tüm özelliklerini, yanlarını ve bütünlüğüne ait vecheleri ve bunlar
arasındaki ilişkileri kucaklayan, kendisinin hususi, mu’ciz vahiy mahsulü
karakterini belirleyen tastamamlık, kendi iç kesinliği ve bunların tümünün
oluşturduğu bir sistem anlamındadır. Bu çok önemlidir çünkü; Allah-insan-evren
hakkındali Kur’ani kavramların idrak edilmesi ve Kur’an’daki kelimelerin,
cümlelerin, ayetler ve surelerin mana çerçeveleri, kazandıkları yeni manaların
kavranması, hep Kur’an’ın bütünlüğü içinde mümkün olmaktadır.
Ayetlerin siyak-sibakının göz önünde
bulundurulması da bu yeni yaklaşımın ayaklarından birisidir. Bu şu demektir;
ayetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivayetlere, kontekse, sosyal ve
olgusal bağlama, ayetlerin öncesine sonrasına dikkatlice bakılması gerekir.
Sonuç olarak ise Kur’an tarihsellik kavramı bağlamında tekrar düşünülmelidir.
Çünkü Kur’an insana hidayet rehberi olmayı gaye edinirken bir tarih kavramı
içerisinde hareket eder. İnsanlar alakalı olgular ve olaylar anlatılır.
Geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği bir bütün olarak ele alır. Esbâb-ı Nüzul,
Kur’an’ın nüzul ortamına ait bir gerçeklik olarak gerçekliğini o dönemde
yaşamış kişilerden ve onların yapıp etmeleri sonucu meydana gelen olaylardan
alır. Ayrıca cereyan edişine dair ayrıntıları da hadiselerin kahramanlarından
alır. Tüm rivayetler bu açılardan değerlendirilirse yanlış anlamalarında önüne
geçilebilir. Netice itibariyle esbâb-ı nüzul Kur’an’ın bir hidayet rehberi
olduğunun en büyük kanıtıdır.
II.
KİTAP
SA’LEBE
KISSASI
ESBÂB-I
NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM
Tevbe 75. ayetin “Yine onlardan kimi de
Allah’a ‘Eğer bize lütfundan ihsan ederse muhakkak tasaddukta bulunuruz. Ve
muhakkak Salih kimselerden oluruz’ diye söz vermişlerdi.” şeklindeki mealinin
sebeb-i nüzulü olarak bilinen hadise yukarıda belirtilen yeni yaklaşım başlığı
adı altında değerlendirilir bu bölümde. Rivayet farklılıkları bir kenara
bırakıldığında olayın özeti şu şekildedir; “Sa’lebe, Hz.Peygamber’in huzuruna
gelmiş: ‘Ya Rasulallah, Allah’a dua et de bana çok mal versin’ demiş.
Hz.Peygamber’de: ‘Ya Sa’lebe, hakkını eda ettiğin az, takat getiremeyeceğin
çoktan hayırlıdır. ‘ diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini tekrarlamış ve
demiş ki: ‘Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve
mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.” Olayın sonrasında Hz.Peygamber Sa’lebe’ye
dua eder ve malı çoğalır. O kadar çoğalır ki cemaate devam edemez, hatta Cuma namazına
bile gelemez duruma gelir. Sonrasında Hz.Peygamber Medine halkına sadakalarını
versinler diye iki tahsildar yollar. Sa’lebe düşünmek bahanesiyle onlara
sadakasını vermez. Sonra Hz.Peygamber’in yanına kendisi gelir ve sadakasını
getirir. Bu sefer de Hz.Peygamber kabul etmez. Sa’lebe ahlanır vahlanır ama
kimse sesini duymaz. Hz. Osman zamanında da helak olur.
Sa’lebe kıssası esbâb-ı nüzul konusu
içerisinde öncelikle hadis usulü çerçevesinde değerlendirilmelidir. Hadisin
senedi zayıftır. Peki neden nakledilegelmiştir? Sebebi Zahid-i Kevseri’nin
belirttiği şekilde olabilir; “müfessirlerin çoğu fayda umarak birçok rivayeti
kaydetmişlerdir, sıhhatine itikad olunan ve iyice incelenmeksizin bütün
illetleri ile hüccet olarak alınan birer gerçeklik olmasını amaç
edinmemişlerdir. Öte yandan hazfedilmiş rivayetlerin tefsirlerde çokça
kullanılması da buna sebep teşkil eder durumdadır. İkinci olarak bu rivayetler
tasnif edilmelidir. Yani rivayetlerin sebeb-i nüzul olanını değerlendirmesinden
ayırmak lazım gelir. Tasnif yapılmazsa nüzul ortamında cereyan etmemiş veya
etse bile nüzule sebep olmamış bir hadise yanlışlıkla o döneme mal edilebilir.
Sa’lebe kıssası, rivayet kalıplarının da gösterdiği üzere sebeb-i nüzul rivayetidir.
Yani sahabe, tabiun veya tebe-i tabiun tarafından bu ayetin anlaşılmasında
değerlendirilmiştir, ayetin inişine sebep olan veya ayet indiği üzere meydana
gelen bir olay değildir.Sa’lebe kıssası incelenirken üçüncü olgu, tarih
ilminden yararlanma ile olacaktır. Taberi tarihinde Sa’lebe kıssasını dokuzuncu
hicri yıl hadiseleri arasında ve zekatın
far kılındığı sene Sa’lebe hakkında nazil olduğunu söyler. Ancak tarihi
hakikatler bu kıssanın gerçekliğini doğrulamamaktadır. Son olarak bu kıssayı Kur’ani
bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirdiğimiz zaman Tevbe suresinin bu
ayetinden özelde bir kişi değil, aksine yanlış bir karakter tutumu
anlatılmaktadır. Yani şahsı ebedileştirmeden ilahi ufku yakalamaya
çalışmaktadır. Görüldüğü üzere Tevbe suresi 75.ayeti anlama çabasında doğruyu
bulma maksadıyla nakledilen Sa’lebe kıssası, ayetin anlaşılmasına yönelik
yorumları bu hadisenin sınırları içinde bırakmıştır. Halbuki kıssaya yukarıdaki
ilkeler ışığında bakılmış olsaydı mana zenginliği anlaşılacaktı.
3.
KİTAP
TARİHSELLİK
VE ESBÂB-I NÜZUL
Tarihsellik bir kavram olarak aslen
felsefi bir içerik sunar. Tarihsellik tarih yapan bir varlık olarak insanın,
tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili bütün durumların
üzerinde cereyan eden zihni faaliyetin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan
fikirlere işaret eden bir kavramdır. Yani tarihsellik, insanın varlık
şartlarından kaynaklanan imkân ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe
ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir.
Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının 17. yy ile 19. yy arasında tarih ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sonucunda tabiat ilimleri ile beşeri ilimler arasındaki zıtlık, epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır. Bu bağlamda ele alındığı zaman Kur’an’da insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihsellik kavramları bağlamında temel tavrını ortaya koymuş olmaktadır. Bu sebepledir ki hemen her suresinde mutlaka ya insan ve insan toplulukları ya da onlarla ilgili “olgular” ve “olaylar” anlatılır. Tarih insanın faaliyet alanıdır Kur’an’a göre. Esbâb-ı Nüzul’de Kur’an!ın nüzul ortamına ait bir gerçeklik olarak gerçekliğini o dönemde tarih sahnesinde rol almış kişilerden ve onların yapıp etmelerinden alır. Ancak bu kıssaların sadece bu olay çevresinde kilitlenmesi de yanlış olmaktadır. Çünkü, esbâb-ı nüzul kıssalarının bu kişisel bağlamda ele alınan nitelikleri zamana bağlı, gelip geçici (tarihsel) şeylerdir. Bu bağlamda esbâb-ı nüzule Kur’an-insan bağlamında yaklaşmak, bir Kur’an bilinci oluşturmak daha doğru bir tavırdır. Çünkü sebeb-i nüzul ve inen ayet insan yapıp etmeleri ile ilgilidir. O yüzden rivayet insanın tarihsel bir varlık olamsı bağlamında değerlendirilmelidir. Çünkü Kur’an mesajı bütün zamanlar ve bütün insanlar için bir eylem prensibidir. Tarihsel gerçek olmak ile onun tarihe bağlı olması birbirinden farklı şeylerdir. Esbâb-ı Nüzul orijinal yorum-orjinal tarihtir. Esbâb-ı Nüzul Kur’an’ı , onun anlaşılması meselesinde tarihsel bir görüş açısı içine koyar. Hem rivayetler hem de değerlendirmeleri böyle bir bakış açısı üzerinden anlaşılmaya çalışılırsa mesaj yerini bulacaktır.
ADI ve SOYADI : Abdulhafız. ALHAJJ
ÖĞ.NO: 14914742
Alan: Tefsir, Tezli Yüksek Lisans
Kur’an-ı Kerim ilminin kaynağı yine kuran dır çünkü Kuran kendisi
üzerine düşünülmesini ve akıl etmelerini, açıklanmasını, ve anlaşılmasını
yine kendisi istemiş netice de insanları teşvik eden vahiy mahsulü bir
kitaptır nitekim kuran in ilk ayetinin اقرا oku yani kelimsiyle başlaması bu
göreve delalettir.
Kur’an-ı Kerim, ilk nâzil olan “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O Allah, insanı bir
alak (kan pıhtısı)’tan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rabb ki, kalemle insana yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti” (‘Alak, 96/1-5) âyetiyle biz Müslümanları ilim öğrenmenin en önemli yolu olarak okumaya, yazmaya, düşünmeye, araştırmaya teşvik etmiştir. Bunun yanında Kur’an, temel bilgi vasıtaları olarak kalem (Kalem, 68/1; ‘Alak, 96/4), mürekkep (Kehf, 18/109) ve yazıdan (‘Alak, 96/4) bahsetmiş, ilme sahip olanlarla ilimden mahrum olanların asla eşit olamayacağını (Zümer, 39/9) bildirerek ilmin önemine işaret etmiştir. Hz Peygamber de (s) “Hikmet, müminin yitik malı gibidir, onu nerede bulursa onu almaya herkesten daha çok hak sahibidir” (Tirmizî, İlim 19; İbn-i Mâce, Zühd, 17) buyurarak ilmî araştırmalar ve incelemeler/gözlemler yapma hususunda biz Müslümanların önüne çok iyi bir hedef koymuştur. İşte temel dinamizmlerini bu teşvik ve tavsiyelerden alan Müslümanlar, çok erken dönemden itibaren ilim ve hikmet adına çok iyi çalışmalar ve eserler ortaya koymuşlar; Mekke, Medine, Şam, Kahire, Kudüs, Bağdat, İstanbul, Kurtuba, Buhara, Semerkand gibi daha pek çok İslam şehri ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir
Kur’an’ı kerim anlamak için esbabı nuzule ihtiyaç vardır çünkü bu ilim
Kuran-ı kerimi kötü ve hezeyan bir düşünce olmaktan çıkarıp bir düzgün
ve karakter sahibi bir metin haline getirmektedir nitekim bu konu
hakkında bazı alimlerin görüşleri de bu dediğimizi tasdik etmektedir.
Esbab-ı Nüzul veya Sebe-i Nüzul olarak bilinen, Kur’an’ın bazı sure veya ayetlerinin inmesi olan olayları inceleyen bir ilim; Tarih boyunca üzerinde en çok çalışılan ilimlerden olagelmiştir. Hatta başlangıçta (Sahabe Döneminde) Tefsir ilmi neredeyse Esbab-ı Nüzul dan ibarettir.
Sahabe Kur’an ilimlerini Esbab-ı Nüzulü bilmek olarak algılamış, ayetlerin iniş sebepleri üzerine uzun uzun durmuştur.
Hangi ayetin nerede, neden dolayı, hangi olayla bağlantılı olarak indirildiği üzerine durmuşlardır. Zaman zaman aynı ayet yada sureler için değişik nüzul sebepleri rivayet edilmiştir.
Kur’an’ın anlaşılmasında çok önemli yeri olan bu ilim, zaman zaman istismarlara uğramış, bazen bir mezhebin güçlendirilmesinde, bazen de belli grupların ve şahısların kötülenmesinde kullanılmıştır. Hatta, belli ayetler, bazı insanlara has kılınmış, şahıslar erilmez insanüstü birer varlıklarmış gibi gösterilmiştir.
Bütün bunlara karşın her zaman olduğu gibi bu ilme verilmesi gereken kadar değer veren, istismarını yapmayan, ondan faydalanan istikamet sahipleri de eksik olmamıştır. Biz bu araştırmamız da bu istikamet sahiplerini
ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN SİGASI
1-NASS olan Rivayetler = Nassun Fissebebiyye
A: Sebeb-i Nüzul ibaresi terim olarak ele alındığında kavramın dahilinde olan ayetler.
B: Sebebi budur diye yapılan rivayetler.
C: Siga nın sebebi nüzul olduğu, başka tarafa hamledilemeyecek şekilde olduğu durumlar.
D: Şu olay oldu diye başlayıp, ile başlayanlar.
E: “Sebeb” ifadesinin kelamın gelişinden açık bir şekilde anlaşıldığı rivayetler, bu grupta zikredilmiştir.
2-Sebeb ifade etmede NASS olmayan : Rivayetler;
a) “ Sebebi Budur” diye belirtilmeyen ve olaydan sonra gelmeyen rivayetler, bunlarda ‘Sıyga’ sebebin ihtimal dahilinde olduğu ifadesini taşır.
b) Sıyga dan ayetin nüzul sebebi olduğu değil de, ayetin manasını, birinin beyanının anlaşıldığı rivayetler.
c) Bu rivayet şekilleri, zannediyorum, tahmin ediyorum kalıplarıyla gelen rivayetlerdir. Bunlar; 1- Ayetin manasını, 2-Ayetin manalarını, 3- Ayetin işaret ettiği ahkamın birini belirtiyor olabilirler.
d) Bu gruptan olan rivayetlere şunlar dahildir:
ESBAB-I NÜZUL BİLMENİN FAYDALARI
1-Kur’an’ın emirlerinin anlamını daha iyi kavramamızı kolaylaştırır. Müminin imanını güçlendirir.
2-ayetin manasının kolayca anlaşılmasını sağlar. Mesela şarabın haram kılındığına dair olan ayet inince daha önce şarap içmiş olanların durumu Peygamberimize sorulunca “İman edip salih amel işleyenlerin (daha önce) içtikleri içkiden dolayı bir günahları yoktur.(5) ayeti nazil olmuştur. Bunu okuyan Osman Bin Mazun ve Amr Bin Ma’dı kerip sebe-i nüzulü bilmediklerinden dolayı şarabın helalliğini iddia etmişlerdi.
3-Hasr, tevehhümünü bertaraf eder. En’am 1’45 de bunun en güzel örneğidir. “De ki; bana vahyolunanda, yiyenin yiyeceğinden haram olarak; murdar olduğu için ölüden akan kandan, domuz etinden Allah’ın adının gayrine kesildiğinden başka bir şey bulamıyorum.
4-ayetin ihtiva ettiği manayı tahsis eder. Zıhar ayetleriyle Evs B. Sabit ailesine zıhar yapması buna en güzel
Bir ayet için birden fazla Sebeb-i Nüzul gösterilmiş olabilir. Bu durumda şu esaslara riayet edilir.
1-rivayetlerden biri sahih, biri sahih olmayabilir. Sahih olan tercih edilir.(1)
2-ikisi de sahih ise, birinde tercihe sebep bir durum varsa- mesela rivayetlerden birinde ravinin olayı görmesi gibi- tercihe şayan olan rivayet kabul edilir.
3-iki rivayette sahih tercih edilecek bir yönde bulunmazsa; bu iki olayın da nüzul dan önce vuku bulduğu labul edilir. (Ancak olayların birbirine yakın zamanda cereyan etmiş olması şarttır.) (Teaddü Sebep)
4- eğer cem etmek mümkün olmazsa, o zaman ayetin mükerrer nazil olduğu kabul edilir. (Teaddüdü Nüzul) Bunun en güzel örneği de (TEADDÜDÜ SEBEBİN) Nur suresi 6-9. Ayetlerinin nüzul sebebidir. (a) Hilal b. Ümeyye Peygamberimiz (A.S) huzurunda hanımını zina ile suçladı. Bunun üzerine Peygamber efendimiz “ bunu ispatlamazsan sırtını hadden kurtaramazsın.” Cevabını verdi. O’ da “ seni hak olarak gönderene yemin ederim ki, O benim sırtımı hadden kurtaracak olan vahyi mutlaka gönderir” dedi ve bu ayet nazil oldu.
b-Uveymir kabilesinin reisi bir adama ‘ Medine’ye gidiyorsun, kişi karısıyla birini zina halinde bulursa ve onu öldürürse; öldürene kısas uygulamak gerekir mi’?Rasulullah efendimize bir soruver dedi. O şahıs da Peygamber efendimize bu soruyu sorunca, Rasulullah (s.a.v) o şahsı ayıpladı. Bunun üzerine Asım b. Ady kendisi gidip sordu, Peygamber efendimiz (S.AV) de “ Senin ve hanımın hakkında ayetler nazil oldu, “ buyurdu. Nazil olan ayetler Nur suresi 6-9. Ayetler idi.
c) Ensar dan birisi, karısını zina halinde yakalayan kişinin durumunu Paygamber efendimiz (S.AV) “Allah’ım bu konuda bir hüküm beyan et” diye duada bulundu da bunun üzerine bu ayetler indirildi.
İkinci bir örnekte Nahl suresi 126-128. Ayetler nüzül sebebi olarak zikredilen hadiselerdir.
1- Mesela Bakara suresi 114. Ayeti Katade’ye göre Babilli Buhtun Nasır hakkında inmiştir. O BEYTİ MAKDİSE SALDIRMIŞ, bu saldırıda ona Hristiyan Rumlar yardım etmiştir. “ Bu rivayet tamamen uydurma ve tarih ilmine aykırı bir rivayettir. Çünkü tarih de en son yaşayan BUHTUN NASIR M.Ö den önce (604-561) yılları arasında yaşamıştır. Dolayısı ile Hristiyanlıktan önce yaşamıştır. Hristiyanlık gelmeden önce Hristiyan Rumların olması da mümkün değildir. Bundan dolayı bu rivayet sahih değildir.
a)Beyhaki ve Bazzar’ın rivayetine göre; Peygamberimiz (S.A.V) Uhut harbinde şehit edilen Hz. Hamza’nın başında başında durdu ve misilleme için yemin etti. O yerinden ayrılmadan bu ayetler indirildi.
b)Tirmizi ve Elhakim’in rivayetlerinde; Uhut harbi sonrasında böyle bir daha karşılaşma olursa; Ensar müşriklere misilleme yapacaklarına yemin etti. Ve bu ayetler nazil oldu.(1)
c)Bu ayetler Mekke’nin fethi hakkında veya zamanında nazil olmuştur.
Şah Veliyullah Dıhlevi (El Fevzul Kebir) de sebebi nüzuldeki ihtilafların sebebini şu şekilde ifade eder. “Bu sahabe ve tabiinin çeşitli şekilde sebebi nüzulün terimlerine benzeyen ifadelerle, kendilerinin ayetler hakkındaki kanaatleri sebebiyle olmuştur.
ESBAB-I NÜZUL’UN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ
Rivayetler Merfu, Müsned olanlar yeniden gözden geçirilip bir kritere tabi tutulmalıdır. Sahabe den veya tabiin den rivayet edilen akval ve ahval için, müsnet terimi kullanılamaz. Dolayısı ile bunlardan rivayet edilen esbab-ı nüzul rivayetleri hadis usulü açısından müsned haberler değildirler.
2- Ummu , hususileştirmiştir. Mesela maide suresi 45,46,47 sanki sadece Yahudiler hakkında indirilmiştir gibi kanaat hakim olmuştur. Ve yine Humeze suresinin Umey B. Halef için indirildiğine dair rivayetlerde aynı yanlışlığı doğurmuştur. Asıl olan sebebin özelleştirilmesi, lafzın (mananın) umumileşritilmesi dir. Bazı alimlerce lafzın vüruduna sebep olan hal üzere kalması gerekir, “görüşü kabul edilirken; bazılarınca lafzın umumiyeti savunulmuştur.” Suyuti lafzın umumiyetini savunanlardan dır.
3- Ayetlerin birden çok defa inmesi veya hükmün sonraya bırakılması açısından yetersiz kalmıştır.(2) (Teaddüd-Teahhür)
4- Tarih ilminden yararlanılmaması sebebiyle yetersiz kalmıştır. Mesela Bakara suresi 114. Ayetinin sebebi nüzulü hakkında Taberi ve Vahidi şöyle rivayet ederler: “ Bu ayet Babilli Buhtun Nasır ve taifesi hakkında inmiştir. Bunlar Beyti Mkdisi tahrip etmişlerdir. Bunlara Hristiyan Rumlar yardım etmiştir.” Bu rivayet tarih ilmine ters tir, çünkü tarihte en son yaşayan Buhtun Nasır, M.ö 604-561 yılları arasında yaşamıştır. Oysa Hristiyanlık Buhtun Nasır’dan 400 sene sonra ortaya çıkmıştır. 4 asır sonra gelen bir dine inanan Hristiyan Rumlar nasıl olurda kendilerinden 4 asır önce
Bu gibi hatalar 2 sebepten olmaktadır.
1-Her ayete bir nüzul sebebi arama çabaları.
2- Geçmiş ümmetlerle ilgili ortamlarla, nüzul ortamını karıştırma hatası.
—————————————————————————————————–.
ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN SEBEP OLDUĞU OLUMSUZLUKLAR
1-Kur’an ayetleri üzerinde yapılması gereken yorum zenginliği önlenmiştir.
Bu iki şekilde kendini gösterir:
a)Her ayete bir sebeb-i nüzul bulma bulma çabası.
b)Ayetin değişik vecihlerini düşünmek varken sadece nüzul sebebiyle ve o olayın açısından sınırlı bir düşünce içinde kalmak.
2-Ayetin sebebi nüzuldeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalınmaktadır. Mesela Tevbe suresinin 75-76. Ayetlerinin sebeb-i nüzulü bütün müfessirlerce Salebe olarak rivayet edilmiştir.
3-Kur’an’ın, KUR’AN,-İNSAN-HAYAT bütünleşmesiyle ilgili hedefiniz bu tür rivayetler önlenmiştir. Kur’an’ın indirildiği ortamda ki manzaraları, olması gerekn fazla bir şekilde belirginleştirmek insana o ortama bağlı kılar. Oysa Kur’an hem zaman hem de mekan açısından evrenseldir.
4-Konunun çokça istismar edilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu istismarlar daha çok tarihçiler, rivayet tefsircileri ve kıssacı lar tarafından yapılmıştır. Herkes mezhebini, fırkasını ve grubunu böyle bir sebep uydurarak desteklemek istemiştir.
A-İSTİSMAR NEDENLERİ ŞUNLARDIR
1-Her ayete bir nüzul sebebi arama gayretleri.
2-senetleri hazf ederek rivayet etme şekilleri.
3-Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnif edilmemiş olması.
4-Rivayet sigalarına dikkat edilmemiş olması.
5-Tarih ilminden yararlanılmaması.
ADI ve SOYADI : Abdulhafız. ALHAJJ
ÖĞ.NO: 14914742
Alan: Tefsir, Tezli Yüksek Lisans
Kur’an-ı Kerim ilminin kaynağı yine kuran dır çünkü Kuran kendisi
üzerine düşünülmesini ve akıl etmelerini, açıklanmasını, ve anlaşılmasını
yine kendisi istemiş netice de insanları teşvik eden vahiy mahsulü bir
kitaptır nitekim kuran in ilk ayetinin اقرا oku yani kelimsiyle başlaması bu
göreve delalettir.
Kur’an-ı Kerim, ilk nâzil olan “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O Allah, insanı bir
alak (kan pıhtısı)’tan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rabb ki, kalemle insana yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti” (‘Alak, 96/1-5) âyetiyle biz Müslümanları ilim öğrenmenin en önemli yolu olarak okumaya, yazmaya, düşünmeye, araştırmaya teşvik etmiştir. Bunun yanında Kur’an, temel bilgi vasıtaları olarak kalem (Kalem, 68/1; ‘Alak, 96/4), mürekkep (Kehf, 18/109) ve yazıdan (‘Alak, 96/4) bahsetmiş, ilme sahip olanlarla ilimden mahrum olanların asla eşit olamayacağını (Zümer, 39/9) bildirerek ilmin önemine işaret etmiştir. Hz Peygamber de (s) “Hikmet, müminin yitik malı gibidir, onu nerede bulursa onu almaya herkesten daha çok hak sahibidir” (Tirmizî, İlim 19; İbn-i Mâce, Zühd, 17) buyurarak ilmî araştırmalar ve incelemeler/gözlemler yapma hususunda biz Müslümanların önüne çok iyi bir hedef koymuştur. İşte temel dinamizmlerini bu teşvik ve tavsiyelerden alan Müslümanlar, çok erken dönemden itibaren ilim ve hikmet adına çok iyi çalışmalar ve eserler ortaya koymuşlar; Mekke, Medine, Şam, Kahire, Kudüs, Bağdat, İstanbul, Kurtuba, Buhara, Semerkand gibi daha pek çok İslam şehri ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir
Kur’an’ı kerim anlamak için esbabı nuzule ihtiyaç vardır çünkü bu ilim
Kuran-ı kerimi kötü ve hezeyan bir düşünce olmaktan çıkarıp bir düzgün
ve karakter sahibi bir metin haline getirmektedir nitekim bu konu
hakkında bazı alimlerin görüşleri de bu dediğimizi tasdik etmektedir.
Esbab-ı Nüzul veya Sebe-i Nüzul olarak bilinen, Kur’an’ın bazı sure veya ayetlerinin inmesi olan olayları inceleyen bir ilim; Tarih boyunca üzerinde en çok çalışılan ilimlerden olagelmiştir. Hatta başlangıçta (Sahabe Döneminde) Tefsir ilmi neredeyse Esbab-ı Nüzul dan ibarettir.
Sahabe Kur’an ilimlerini Esbab-ı Nüzulü bilmek olarak algılamış, ayetlerin iniş sebepleri üzerine uzun uzun durmuştur.
Hangi ayetin nerede, neden dolayı, hangi olayla bağlantılı olarak indirildiği üzerine durmuşlardır. Zaman zaman aynı ayet yada sureler için değişik nüzul sebepleri rivayet edilmiştir.
Kur’an’ın anlaşılmasında çok önemli yeri olan bu ilim, zaman zaman istismarlara uğramış, bazen bir mezhebin güçlendirilmesinde, bazen de belli grupların ve şahısların kötülenmesinde kullanılmıştır. Hatta, belli ayetler, bazı insanlara has kılınmış, şahıslar erilmez insanüstü birer varlıklarmış gibi gösterilmiştir.
Bütün bunlara karşın her zaman olduğu gibi bu ilme verilmesi gereken kadar değer veren, istismarını yapmayan, ondan faydalanan istikamet sahipleri de eksik olmamıştır. Biz bu araştırmamız da bu istikamet sahiplerini
ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN SİGASI
1-NASS olan Rivayetler = Nassun Fissebebiyye
A: Sebeb-i Nüzul ibaresi terim olarak ele alındığında kavramın dahilinde olan ayetler.
B: Sebebi budur diye yapılan rivayetler.
C: Siga nın sebebi nüzul olduğu, başka tarafa hamledilemeyecek şekilde olduğu durumlar.
D: Şu olay oldu diye başlayıp, ile başlayanlar.
E: “Sebeb” ifadesinin kelamın gelişinden açık bir şekilde anlaşıldığı rivayetler, bu grupta zikredilmiştir.
2-Sebeb ifade etmede NASS olmayan : Rivayetler;
a) “ Sebebi Budur” diye belirtilmeyen ve olaydan sonra gelmeyen rivayetler, bunlarda ‘Sıyga’ sebebin ihtimal dahilinde olduğu ifadesini taşır.
b) Sıyga dan ayetin nüzul sebebi olduğu değil de, ayetin manasını, birinin beyanının anlaşıldığı rivayetler.
c) Bu rivayet şekilleri, zannediyorum, tahmin ediyorum kalıplarıyla gelen rivayetlerdir. Bunlar; 1- Ayetin manasını, 2-Ayetin manalarını, 3- Ayetin işaret ettiği ahkamın birini belirtiyor olabilirler.
d) Bu gruptan olan rivayetlere şunlar dahildir:
ESBAB-I NÜZUL BİLMENİN FAYDALARI
1-Kur’an’ın emirlerinin anlamını daha iyi kavramamızı kolaylaştırır. Müminin imanını güçlendirir.
2-ayetin manasının kolayca anlaşılmasını sağlar. Mesela şarabın haram kılındığına dair olan ayet inince daha önce şarap içmiş olanların durumu Peygamberimize sorulunca “İman edip salih amel işleyenlerin (daha önce) içtikleri içkiden dolayı bir günahları yoktur.(5) ayeti nazil olmuştur. Bunu okuyan Osman Bin Mazun ve Amr Bin Ma’dı kerip sebe-i nüzulü bilmediklerinden dolayı şarabın helalliğini iddia etmişlerdi.
3-Hasr, tevehhümünü bertaraf eder. En’am 1’45 de bunun en güzel örneğidir. “De ki; bana vahyolunanda, yiyenin yiyeceğinden haram olarak; murdar olduğu için ölüden akan kandan, domuz etinden Allah’ın adının gayrine kesildiğinden başka bir şey bulamıyorum.
4-ayetin ihtiva ettiği manayı tahsis eder. Zıhar ayetleriyle Evs B. Sabit ailesine zıhar yapması buna en güzel
Bir ayet için birden fazla Sebeb-i Nüzul gösterilmiş olabilir. Bu durumda şu esaslara riayet edilir.
1-rivayetlerden biri sahih, biri sahih olmayabilir. Sahih olan tercih edilir.(1)
2-ikisi de sahih ise, birinde tercihe sebep bir durum varsa- mesela rivayetlerden birinde ravinin olayı görmesi gibi- tercihe şayan olan rivayet kabul edilir.
3-iki rivayette sahih tercih edilecek bir yönde bulunmazsa; bu iki olayın da nüzul dan önce vuku bulduğu labul edilir. (Ancak olayların birbirine yakın zamanda cereyan etmiş olması şarttır.) (Teaddü Sebep)
4- eğer cem etmek mümkün olmazsa, o zaman ayetin mükerrer nazil olduğu kabul edilir. (Teaddüdü Nüzul) Bunun en güzel örneği de (TEADDÜDÜ SEBEBİN) Nur suresi 6-9. Ayetlerinin nüzul sebebidir. (a) Hilal b. Ümeyye Peygamberimiz (A.S) huzurunda hanımını zina ile suçladı. Bunun üzerine Peygamber efendimiz “ bunu ispatlamazsan sırtını hadden kurtaramazsın.” Cevabını verdi. O’ da “ seni hak olarak gönderene yemin ederim ki, O benim sırtımı hadden kurtaracak olan vahyi mutlaka gönderir” dedi ve bu ayet nazil oldu.
b-Uveymir kabilesinin reisi bir adama ‘ Medine’ye gidiyorsun, kişi karısıyla birini zina halinde bulursa ve onu öldürürse; öldürene kısas uygulamak gerekir mi’?Rasulullah efendimize bir soruver dedi. O şahıs da Peygamber efendimize bu soruyu sorunca, Rasulullah (s.a.v) o şahsı ayıpladı. Bunun üzerine Asım b. Ady kendisi gidip sordu, Peygamber efendimiz (S.AV) de “ Senin ve hanımın hakkında ayetler nazil oldu, “ buyurdu. Nazil olan ayetler Nur suresi 6-9. Ayetler idi.
c) Ensar dan birisi, karısını zina halinde yakalayan kişinin durumunu Paygamber efendimiz (S.AV) “Allah’ım bu konuda bir hüküm beyan et” diye duada bulundu da bunun üzerine bu ayetler indirildi.
İkinci bir örnekte Nahl suresi 126-128. Ayetler nüzül sebebi olarak zikredilen hadiselerdir.
1- Mesela Bakara suresi 114. Ayeti Katade’ye göre Babilli Buhtun Nasır hakkında inmiştir. O BEYTİ MAKDİSE SALDIRMIŞ, bu saldırıda ona Hristiyan Rumlar yardım etmiştir. “ Bu rivayet tamamen uydurma ve tarih ilmine aykırı bir rivayettir. Çünkü tarih de en son yaşayan BUHTUN NASIR M.Ö den önce (604-561) yılları arasında yaşamıştır. Dolayısı ile Hristiyanlıktan önce yaşamıştır. Hristiyanlık gelmeden önce Hristiyan Rumların olması da mümkün değildir. Bundan dolayı bu rivayet sahih değildir.
a)Beyhaki ve Bazzar’ın rivayetine göre; Peygamberimiz (S.A.V) Uhut harbinde şehit edilen Hz. Hamza’nın başında başında durdu ve misilleme için yemin etti. O yerinden ayrılmadan bu ayetler indirildi.
b)Tirmizi ve Elhakim’in rivayetlerinde; Uhut harbi sonrasında böyle bir daha karşılaşma olursa; Ensar müşriklere misilleme yapacaklarına yemin etti. Ve bu ayetler nazil oldu.(1)
c)Bu ayetler Mekke’nin fethi hakkında veya zamanında nazil olmuştur.
Şah Veliyullah Dıhlevi (El Fevzul Kebir) de sebebi nüzuldeki ihtilafların sebebini şu şekilde ifade eder. “Bu sahabe ve tabiinin çeşitli şekilde sebebi nüzulün terimlerine benzeyen ifadelerle, kendilerinin ayetler hakkındaki kanaatleri sebebiyle olmuştur.
ESBAB-I NÜZUL’UN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ
Rivayetler Merfu, Müsned olanlar yeniden gözden geçirilip bir kritere tabi tutulmalıdır. Sahabe den veya tabiin den rivayet edilen akval ve ahval için, müsnet terimi kullanılamaz. Dolayısı ile bunlardan rivayet edilen esbab-ı nüzul rivayetleri hadis usulü açısından müsned haberler değildirler.
2- Ummu , hususileştirmiştir. Mesela maide suresi 45,46,47 sanki sadece Yahudiler hakkında indirilmiştir gibi kanaat hakim olmuştur. Ve yine Humeze suresinin Umey B. Halef için indirildiğine dair rivayetlerde aynı yanlışlığı doğurmuştur. Asıl olan sebebin özelleştirilmesi, lafzın (mananın) umumileşritilmesi dir. Bazı alimlerce lafzın vüruduna sebep olan hal üzere kalması gerekir, “görüşü kabul edilirken; bazılarınca lafzın umumiyeti savunulmuştur.” Suyuti lafzın umumiyetini savunanlardan dır.
3- Ayetlerin birden çok defa inmesi veya hükmün sonraya bırakılması açısından yetersiz kalmıştır.(2) (Teaddüd-Teahhür)
4- Tarih ilminden yararlanılmaması sebebiyle yetersiz kalmıştır. Mesela Bakara suresi 114. Ayetinin sebebi nüzulü hakkında Taberi ve Vahidi şöyle rivayet ederler: “ Bu ayet Babilli Buhtun Nasır ve taifesi hakkında inmiştir. Bunlar Beyti Mkdisi tahrip etmişlerdir. Bunlara Hristiyan Rumlar yardım etmiştir.” Bu rivayet tarih ilmine ters tir, çünkü tarihte en son yaşayan Buhtun Nasır, M.ö 604-561 yılları arasında yaşamıştır. Oysa Hristiyanlık Buhtun Nasır’dan 400 sene sonra ortaya çıkmıştır. 4 asır sonra gelen bir dine inanan Hristiyan Rumlar nasıl olurda kendilerinden 4 asır önce
Bu gibi hatalar 2 sebepten olmaktadır.
1-Her ayete bir nüzul sebebi arama çabaları.
2- Geçmiş ümmetlerle ilgili ortamlarla, nüzul ortamını karıştırma hatası.
—————————————————————————————————–.
ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİNİN SEBEP OLDUĞU OLUMSUZLUKLAR
1-Kur’an ayetleri üzerinde yapılması gereken yorum zenginliği önlenmiştir.
Bu iki şekilde kendini gösterir:
a)Her ayete bir sebeb-i nüzul bulma bulma çabası.
b)Ayetin değişik vecihlerini düşünmek varken sadece nüzul sebebiyle ve o olayın açısından sınırlı bir düşünce içinde kalmak.
2-Ayetin sebebi nüzuldeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalınmaktadır. Mesela Tevbe suresinin 75-76. Ayetlerinin sebeb-i nüzulü bütün müfessirlerce Salebe olarak rivayet edilmiştir.
3-Kur’an’ın, KUR’AN,-İNSAN-HAYAT bütünleşmesiyle ilgili hedefiniz bu tür rivayetler önlenmiştir. Kur’an’ın indirildiği ortamda ki manzaraları, olması gerekn fazla bir şekilde belirginleştirmek insana o ortama bağlı kılar. Oysa Kur’an hem zaman hem de mekan açısından evrenseldir.
4-Konunun çokça istismar edilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu istismarlar daha çok tarihçiler, rivayet tefsircileri ve kıssacı lar tarafından yapılmıştır. Herkes mezhebini, fırkasını ve grubunu böyle bir sebep uydurarak desteklemek istemiştir.
A-İSTİSMAR NEDENLERİ ŞUNLARDIR
1-Her ayete bir nüzul sebebi arama gayretleri.
2-senetleri hazf ederek rivayet etme şekilleri.
3-Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnif edilmemiş olması.
4-Rivayet sigalarına dikkat edilmemiş olması.
5-Tarih ilminden yararlanılmaması.
KUR’AN ve BAĞLAM ÜZERİNE
Kur’ân-ı Kerim ilahi vahye ait bir kitaptır ve bin dört yüz
sene önce Hz.Muhammed’e inen ve kıyamete kadar baki kalacak en son vahiydir.
Dolayısıyla insan , sorularına ve meselelerine Kur’an çerçevesinde çözüm aramak
durumundadır.Kur’an dan bu bağlamda yararlanmak isteyen insanlar öncelikle
esbab-ı nüzul ilmini öğrenmek durumunda kalmışlardır. Esbab-ı Nüzul ilmi, her
şeyden önce kur’an ın soyut bir düşünce veya düşünme biçimi değil , yaşanmış,
yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat ve
hidayet rehberi olduğunun delilidir.Esbab-ı Nüzul bilgisi sahabeye , müşahede
ettikleri ortamda insanî yapıp etmelerin sonucunda inen ayet ve ayetle gelen
hükümlerin sebeplere bağlanması yeteneğini kazandırmıştır. Bunun anlamı
onlarınKur’an ilmini , onu hayata tatbik etme usulü ile birlikte öğrenmiş
olmalarıdır.
Sahabe her ayetin nüzul sebebini bilmek iddiasında
olmamıştır.Bir insan için bunca geniş zaman diliminde ve muhtelif mekanlarda
nâzil olmuş ayetlerin sebeplerini ihata etmek elbet imkansızdır.Bilgin
sahabilerin her nüzul sebebini bilme, her ayeti tefsir edebilme gibi bir
iddiaları da olmamıştır.Onlara bu alanda yöneltilen sorulara “bilmiyorum”
cevabını vermeleri bunu ifade eder.Esbab-ı Nüzul ancak sahih nakille
bilinebilir.Dolayısıyla bu alanda içtihada ve imal-i fikr etmeye mahal
yoktur.Yani nüzul sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan sadece işitme ve
görme suretiyla bilinebilen ve sahabiden gelen rivayettir.
Esbab-ı Nüzul meselesinin hakkıyla anlaşılması için bazı
ilmi disiplinleri bilmeye ihtiyaç vardır. Bunlar;Hikmet-i teşriiye
ilmi,mübhemât-u’l Kur’an ilmi,tenâsüb ve insicam ilmi vs. Bununla birlikte
tefsir kitaplarındaki tefsir ve esbab-ı nüzul rivayetlerinin, hadis
tenkitçilerinin rivayetlerin tenkidinde kullandıkları senet ve metin tenkidi
kurallarının sıkı eleğinden geçirilmesi bir zarurettir.Böylece tefsir
kitaplarında kalmaya hakkı olmayan pek çok rivayet temizlenmiş olacak ve kur’an daki bir ayeti anlamak için tefsir
kitaplarına bakan kimseler onlarla karşılaşıp hiçbir esası olmayan haberlerle
meşgul olmaktan kurtulmuş olacaklardır. Yine bir ayet ile ilgili bir çok
sebeb-i nüzul’un zikredilmesi meselesi de şuna dayanmaktadır ki, alimler
yaşamının akışı içerisinde bir çok olayl karşılaşmakta ve bunların hükümlerine
dair bir çok ayet ve hadis akıllarına gelmektedir.Aslında müşahede edilen olay-
nass ilişkisi, ayet ve hadis, bu alimlerin ezberlerinde olsa dahi, önceden
akıllarına gelmeyenbir vecih ile zihinlerine doğabilir ve bu olayla ilgili
zikredilebilirler. İşte bu son derece insani olgu ,müfessirlerin bir ayet için
birçok nüzul sebebi zikretmelerinin sebebini açıklamaktadır.
Esba-ı nüzul rivayetlerini anlamanın bir diğer yolu da
kur’an ın nüzul dönemindeki muhataplarının bilgisyle aydınlanacak ayetler
tespit edilmeli ve bu yöndeki çabaları destekleyecek çalışmalara ihtiyaç olduğu
idrak edilecektir. Sözgelimi nüzul asrının sosyal şartları, fikri
şartları,iktisadi şartları ve siyasi şartları bilmek elzemdir. Esbab-ı nüzul
meselesinin en önemli bir kanadı da Kur’an’ın
bütünlüğü üzerinde durmaktır.Bütün olarak kur’an demek, Kur’an’ın tüm
özelliklerini ,yanlarını ve bütünlüğüne ait vecheleri vr bunlar arasındaki
ilişkileri kucaklayan kendisinin hususi,mu’ciz vahiy mahsulü karakterini
belirleyen tastamamlık ,kendi iç kesinliği ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistem anlamındadır.
Esbab-ı Nüzul rivayetleri Kur’an’ın anlaşılmasında biçimsel
olarak doğruyu bulma iddiası ile kullanılmışlardır.Ama buna rağmen rivayetlerin
içeriği ve müfessirlerin bu konudaki kanaatleri birbirine zıttır.Bu durumun
geçerlilik iddiası taşıyan çok sayıda rivayetin bulunmasından kaynaklandığı
söylenebilir. Kısacası rivayet çokluğu vardır ve esbab-ı nüzul probleminin
temel motifi , bu çok sayıda rivayetlerin rekabetidir.O nedenle bu riveyetlerin
tasnif edilmesi zorunlu hale gelmektedir.
Bir diğer konu esbab-ı nüzulün tarihsel bir gerçek olması
ile onun tarihe bağımlı olmasının birbirinden farklı şeylerdir.Çünkü esbab-ı
nüzul dini bir fenomen olarak hakikati tarihsellikten bağımsız olan bir gerçek olarak da
düşünülmelidir.Çünkü esbab-ı nüzul orijinal yorum, orıjınal tarihtir.
Bu çalışma bir giriş,üç kitap, üç bölüm ve bir sonuçtan
oluşmaktadır.Yazar, önsöz kısmında,
insanın tarih boyunca olduğu gibi şu anda da kendisi, kainat ve hayat
hakkındaki sorulara cevap aradığını, İlâhî vahyin, bu insanî ihtiyaca cevap
vermek üzere indirildiğini, Kur’ân-ı
Kerîm’i bu bağlamda anlamak isteyen insanların, Kur’ân-ı Kerîm’i özellikle
Esbâb-ı Nüzul çerçevesinde değerlendirmelerinin gerekliliğini dile getirmiştir.Üç
kitaptan oluşan bu çalışmada yazar,birinci
kitapta, Kur’an’ı Kerim’i anlamaya çalışan araştırmacıların Esbab-ı Nüzul’den
nasıl faydalanacakları hususunda alanında ilk olan bu kitaptan yararlanmaları
amacıyla kaleme aldığını belirterek Esbab-ı Nüzulün rolü incelenmiştir. İkinci
kitapta yeni bir esbab-ı nüzül yaklaşım yönteminin örneklemi için Sa’lebe
Kıssası’nı inceleyerek usulün uygulanmasını göstermiştir. Üçüncü kitapta ise
Tarihsellik kavramı ile ilgili sorulara cevap aranmış, cevaplar aranırken
tarihsellik kavramı, esbab-ı nüzul bağlamında incelenmiştir
Esbab-ı Nüzul ilmi, Kur’an’ın nüzul safhasında
ana unsuru teşkil etmiştir. Çünkü Kur’an’ın anlaşılmasında veya tefsirinde
sahabe, tabiin, tebe-i tabiin esbab-ı nüzule başvurmuşlardır.
Hz. Ali, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas gibi sahabiler, ‘’Kur’an’da
inen her ayetin kim hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerine dair
‘’rivayetler de vardır.
Esbab-ı Nüzul ilmi, Kur’an’ın anlaşılmasında önemli bir rol oynadığından bu
ilme vakıf olmak Kuranı anlama ve yorumlamada büyük kolaylıklar sağlayacaktır.
Ümmi olan bu peygambere inen ilk emrin
‘’Yaratan Rab’ının adıyla oku…[4] olması oldukça manidardır. Efendimiz
bu siyaseti bu ilk vahiyle birlikte ortaya koymuş, Bedir deki esirlerin okuma
yazma bilenlerin on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmeleri karşılığı serbest
bırakılmaları bunun en güzel örneğidir.Ayrıca Mescidi Nebevide eğitim
öğretim için ‘’suffe ‘’ denen yerleri inşa etmesi bu siyasetinin bir başka
öneli destekçisidir.
Açık bir dille peyderpey inen Kur’an’ı
öğrenen ashab, anlayamadıkları yeri efendimize sorarak öğreniyorlardı.
Öğrendiklerini yaşadıktan sonra ezberliyor, başka ayetlere öylece geçiş
yapıyorlardı.
İlk Muallimin içlerinde yaşıyor olması
Kur’an ve ilimlerini tedvin ihtiyacı olmamıştır. Bu ilimler Arap dili ve
meydana gelen vakıalara binaen Resulullah’ın tefsiridir. İlk şahitleri olan
ashab elbette bunları en iyi bilenlerdi.
Hz. Ebubekir döneminde Kur’an bir araya
getirildi.Hz.Osman döneminde çoğaltıldı.Hz. Ali ve sonraki dönemlerde
harekeleme- noktalama işine başlandı.
Tabiin de sahabilerin öğretisine binaen
hal ve hareketleriyle ve de kavilleri ile Kur’an’ı tefsir etmeye
çalışmışlardır. Adeta bunu da arkadan gelen nesillere telkin etmişlerdir. Zaten
hemen sora gelen nesillerde bunun semeresini görmekteyiz. İlk semereler Kur’an
ilimlerine yönelik Kur’an’a noktalama ve hareke konmasıyla neş’et etmiş, diğer
Kur’an ilimleri olan esbab-ı nüzul, Mekki-Medeni,nasih-mensuh gibi ilimler
takip etmiştir. Kur’an’ın anlaşılmasında diğer disiplinler müteakip asırlarda
çoğalmıştır. Bu da tabi bir sonuçtur.
Ulumu’l-Kur’an’ın sistematik olarak
h.8.asırda vuku bulduğu, tercih edilen bir görüştür.Ancak selefi salihinin ve
mütekaddimun alimlerinin de sistematik olmayarak bu ilmi kullandıkları
gözlemlenir.
Bununla beraber Ulumu’l-Kur’an ile
Ulumu’t-Tefsir arasında bir ilişki söz konusudur. Ulumu’l-Kur’an
Kur’an’ın bütün ilim ve araştırmalarıyla alakalı iken, Ulumu’t-Tefsir ise
sadece Kur’an’ın anlaşılmasına yönelik bir ilimdir.
Kur’an ilimleri arsında esbab-ı nüzul
ilminin sahabiler kanalıyla müşahede olunan olaylara binaen zuhur etmesi,
tabiine şifahi olarak öğretilmesi ehemmiyetini ortaya koymaktadır.Ayrıca
Esbab-ı nüzul ilminin nakli ilimlerden olduğunun da göstergesidir.
Esbab-ı Nüzulün tarih boyunca
birçok tarifi olmuştur. Farklı tariflerden yola çıkarak esbab-ı nüzulün
tarifini yapacak olursak :
‘’ Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber’e
yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir veya daha fazla ayetin,
hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek, cevap vermek veya
hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu
ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.’’
Gelişim ve Doğuşuna
gelince;Esbab-ı nüzul Kur’an’la paralel olarak gelişim göstermiştir. Tedrici
inen Kur’an, hayatla beraber canlı örnekler ve derslerle, insanın kalbine ve
şuuruna hitap etmiştir.Kur’an nüzul olurken,dönemin edebi geleneklerini,
zevklerini kaile alarak hitap etmiş, etkisini edebi yönden de göstererek bu
alanda da icazını göstermiştir. Bu da bizlere Kur’an’ın anlaşılmasında Arap
dili belağatının ve de şirinin anlaşılması önemini ortaya koymaktadır. Bundan
anlaşılıyor ki, dönemin insanları bu bilgilere vakıf oldukları için Kur’an’ı
daha iyi anlıyorlardı. Doğal olarak ayetlerin hangi şartlar çerçevesinde nazil
olduklarını öğrenmek istemişlerdir.
Efendimizin vefatından sonra İslamiyet’i kabul edenler Peygamberler ve
Kur’an’da ki kıssalar hakkında bilgiyi sahabilerden öğrenmeye çalışmışlardır.
Bu da zamanla bu ilimleri tedvin edecek insanlar çıkmış, bu bilgilerde bir
disiplin halini almıştır.
Sonuç olarak birçok ilimle( hadis, kur’ an
ilimleri, tarih...) münasebeti bulunan esbab-ı nüzul ilmini, tarihi seyrinde
görülen bu münasebetlerden soyutlamak mümkün değildir.Ancak bütünlük çerçevesi
içinde ele alınırsa en sağlıklı sonuçlara ulaşılabilir.
Yazar, esbâb-ı nuzûlü bilmenin
yolunun ancak rivayet yani nakil yolu ile mümkün olacağını dile getirmiştir. Nuzûl
sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme veya görme suretiyle
bilinebilen ve sahabîden gelen rivayettir. Böyle bir rivayet, Hz. Peygamber’den
bildirilmiş hükmünde kabul edilir, yani merfû sayılır. Sahabe bilgisinde
bulunan bu ilim tâbiîler tarafından da nakledilmiştir. Bunlar da mürsel
hükmündedir.
a. Vurûdu ile tasnif etme
b. Bir ayet için çeşitli sebepler zikredildiğinde
hadis usûlü kriterleri uygulanarak yapılan tasnif
c. Şah Veliyullah Dihlevî’nin tasnifi
d. Tâhir b. Âşûr’un tasnifi
e. Esbâb-ı Nuzûlü nevileri açısından tasnif etme
Tefsirde
iki türlü ihtilaf vardır: a) Nakle dayanan ihtilaf (Sahih, zayıf ve uydurma
haberleden kaynaklanan ihtilaf); b) İstidlâlden doğan ihtilaf (Nakle
dayanmayan ve akılla yapılan yorumlardan kaynaklanan ihtilaf)
Esbâb-ı nuzûl rivayeterinde ihtilaf edilmesindeki iki
temel sebep: 1. Her ayete sebep arayanların tutumları sonucu mezhep
hareketleri, şahısların ebedîleştirilmesi, israilî haberler ve uydurma
rivayetlerin esbâb-ı nuzûl alanına dahil edilmesi; 2. Esbâb-ı nuzûl
rivayetlerinden nuzûl ortamına ait olanlar ile tefsir için yapılan değerlendirmeler
arasında bir tasnifin yapılmaması.
Ayetlerin kastettiği
manaları tespit açısından sahabe döneminde nüzül ortamının sosyal, psikoojik
şartları da dikkate alınarak hükmün verilmesi gerektiğine vurgu yapan bir
disiplidir.
Bu ilimde nakli
ilimlerdendir.Kaynak yine sahabenin müşahedesidir.
Bu ilimle sure ve
ayetler arasında akli ve zihni bağlar kurmak hedeflenir. Bu husus Kuran’ın edebi
bir mucize oluşuna da delil olarak gösterilir.Böyle bir meziyete sahip olmak
bazı şartlara bağlı olmalıdır:
-edebi zevk sahibi
olmak
-Arap dilinde lisan
zevki olmak
-Kuran’ın bütünlüğünü
dikkate almak, bunlardan sayılabilir.
Ayrıca esbab-ı nüzül bu ilmin işlevini
yerine getirmesinde yardımcı olmaktadır.Surenin hangi gayeyle indiğini bilmek
Tenasüp ve insicam açısından fazlaca yarar sağlayacaktır
-Rivayetler açısından yetersiz olabilir.
Bu da senedde sahabe veya tabiinin birsinin düşmesi sonucu senedde bir
kopukluğun oluşması bir eksikliği doğurabilir.
-Senedlerin hazf edilmesi veya
rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme veya rivayet siygalarına dikkat göstermeme
yetersizliğe sebebiyet verebilir.
-Ayrıca Kur’an’ın Umum değil husus
ifade ettiği anlamının verilmeye çalışılması da eklenebilir.
-Taaddüt-taahhür açısından yanlış
değerlendirme yapılması
-Tarihi gerçekler ile zamansal
uyumsuzluk da bir başka sebebi teşkil eder.
KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBABI
NÜZUL RİVAYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR;
-Yorum Zenginliğine
Engel Olması
-Kuran-ı Kerim’in
Evrensel Hedefi Olan Kuran-İnsan Hayat Bütünleşmesini Engellemesi
-Konunun İstismar Edilmesi
-Şahısların ebedileştirilmesi
vs.
.
Sahabe döneminde kitabet ve tedvin hareketi ortaya çıkmadan nüzul
ortamına ait bilgilerin şifahi olarak aktarıldığını hatırlarsak selef
alimlerinin esbab-ı nüzule önem vermeleri daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Efendimiz ve ashabın tefsirle
ilgili açıklamaları rivayet yoluyla nakledilmiş bu da İslam tarihinde büyük
tesir oluşturmuştur. Çünkü esbab-ı nüzul hem tarihi hem de aktüel bir gerçek
olarak nüzul ortamına ait gerçekleri de bünyesinde barındırmaktadır.
Esbab-ı nüzul
bilgisine birebir bağlı kalınmayacağı gibi, tamamen de uzak serbest bir şekilde
ilkesiz değerlendirilme yapılması da doğru değildir. Her iki durum da Kur’an’ın
anlaşılmasında ciddi problemler doğurabilir. Bu nedenle ilk yapılması gereken
esbab-ı nüzul rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesidir.
Sebeb-i
nüzulü bilmenin gereklerini tespit ederken, Arap dilinde kasıt ve manayı
araştırıp, ifade ettiği manayı belirlemek gerekir. Kur’an’ın anlaşılmasında
zahir nassları, mücmel naslardan ayırt etmek gerekir.
-Kur'an'ı Kerim'in Bütünlüğünün
Dikkate Alınması:
Kur’an’ın
anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolü açısından Kur’an’ın bütünlüğünü en iyi
ifade eden ‘’Bütün olarak Kur’an’ı kerim’ dir. Bütün olarak Kur’an tamamen
birleşik bir bütün olarak kavranmalıdır. Çünkü Allah-insan –evren ilişkisinin
anlaşılması ve de Kur’an’daki kelimelerin, cümlelerin, ayetlerin ve surelerin
manaları ve de kazandıkları yeni manaları hep Kur’an’ın bütünlüğü dahilindedir.
Kur’an’ın bütünlüğü dikkate alınırken
onun bir hidayet rehberi olduğu unutulmamalı bundan kasıt onunla yaşamak veya
onu anlamak isteyen insan o anda iniyormuş gibi ele almak gerekir. Esbab-ı
nüzulün yeri bu bağlamda anlaşılmalıdır.
-Siyak-Sibakın Göz önünde
Bulundurulması:
Kur’an-ı Kerim’in
anlaşılmasında esbab-ı nüzulden yararlanırken siyak-sibak ‘ın göz önünde
bulundurulması Kur’an’ın bütünlüğü açısından önemlidir.
Sibak :Bir şeyin öncesi geçmişi,
bağ, sözün baş tarafı gibi anlamlara gelir. Siyak ise: İfade üslup, sözün
gelişi gibi anlamlara gelir.
Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul
rivayetlerini değerlendirirken ayetlerin siyak-sibakına mutlaka bakılmalıdır.
Ayetlerin bağlamı ile münasip olmayan rivayetlere itibar edilmemesi gerekir.
Nass-siyak-sibak-rivayet uyumuna kesinlikle dikkat etmek gerekir.
-Esbab-ı Nüzul Ve Tarihlilik Kavramı:
Kur’an’ı Kerim’in muhatabı insan olup,
onun ana gayesi de insana hidayet rehberi olmaktır. Bu bağlamda tarih ve
tarihlilik karakteristiği ortaya koymaktadır. Yani insan tarihi bir varlıktır.
Yani yaptıkları ‘’şimdi’’ içinde olup bitmez.Yaptıkları zamanın safhalarına
yayılmışlardır. Bu yayılma insanın tarihselliğini oluşturur. Yapıp
etmeler, amaçlar, değerler, dinsel inançlar… vb. faktörler insanın bütünlüğünü
oluşturur.
Esbab-ı nüzul; nüzul zamanı ve ortamında
meydana gelen Kur’an-insan ilişkisini gösteren olaylardır, oluşan süreçtir. Bu
süreçteki olayları bilmek Kur’an’ı anlamada ve anlaşılmasında önemli bir yer
alır. Ancak sadece bu olumlu yönünü alıp eleştiriden uzak bir yaklaşımdan
çok, medar-ı iftiharımız olan kültür mirasımızı bırakan alimlerimizin
düşünceleri eserleri doğrultusunda geçmişi hırpalamadan yıpratmadan yeni bir
yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu da günümüzde Kur’an’ın daha kolay ve de daha sağlıklı
anlaşılmasına vesile olacaktır.
Hemen her müfessirin Tevbe süresi 75. Ayetin nüzul sebebi olarak gösterdiği
Sa’lebe kıssası, sire ,rical, tarih,
hadis, tefsir kitaplarında yer almıştır. Kıssanın gerçek olduğu veya
gerçek olmadığı açıklanmış. Bu kıssa Tevbe 75. ayetinin anlaşılmasında bize pek
müşahhas bir kanaat vermediği gibi Kur’an’ın anlaşılmasında yeni bir yaklaşıma
ihtiyaç olduğunun da adeta bir kanıtıdır. Bu yeni yaklaşım yapılırken;
-Hadis usulü açısından tenkid edilmeli
-Rivayetler tasnif edilmeli
-Tarih ilminden faydalanılmalı
-Kur’ani bütünlük ve siyak-sibak
bağlamında değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak; bu kıssa Kur’an’ın
anlaşılmasında bir örnektir. Bu örnek ve benzerleri yukarıdaki değerlendirmeler
göz önünde bulundurularak yapıldığında Kur’an’ın mana zenginliği
anlaşılacaktır. Kur’an’la aydınlanacak hayatımızın zenginliği, Kur’an’ın zengin
bir biçimde yorumlanmasıyla ve hayata geçirilmesiyle mümkündür.
Tarihsellik kavram
olarak, tarihi oluşturan insanın tarih ile ilgili yaşam tecrübesinden elde
ettiği bilgidir. Bir başka ifadeyle tarihsellik, insanın varlığıyla beraber
ortaya çıkan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, hayata geçirdiği bir
vakıa ile tarihle ilgilidir.
Tarihsellik, birçok şekilde tarif
edilmiş, hepsi de tarihselliğin bir yönünü ele almıştır.
Kur’an, insan ve tabiat arasında bir
ilişkiye işaret eder. Birbirinden ayrı tutmaz. Her ikisi de fıtratlarına uygun
hareketi vahiyden alır.
Kur’an’ın ana muhatabı insan oluşu ve onu
doğru yola iletme ana gaye edinmesi, tarih ve tarihsellik bağlamında temel
karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple Kur’an; geçmişi,yaşanılan
zamanı , ve geleceği bir bütün halinde ele alır. Bunu da hemen hemen her sürede
ele alır. İnsanın tarihsel bir varlık olduğunu bunun da insanın varlık
koşullarından biri bulunduğunu belirtir.
Kur’an’ın nüzul ortamına yönelik üslubuna
gelince ; ister Mekke’de ister Medine’de olsun Kur’an; vahiy-insan-hayat
bütünlüğünü esas alır. İşte nüzul asrında muhatap olan insanlar dünyevi hayatı
sürdürüp gündelik işlerini görürlerken bu Kur’ ani ilke işlevini yerine
getirmiştir. Esbab-ı nüzul doğrudan doğruya nüzul ortamında fili olanı gerçek
hayatı gösterme konusunda aracı olmuştur. Yani esbab-ı nüzul vahiyle beraber birebir
münasebet içerisindedir. Vahiy tamamlanmasıyla bu münasebet son bulmuştur.
Fakat Kur’an-insan-hayat münasebetinin daima varolacağını Kur’an beyan
etmiştir.
Birinci Kitap
( Birinci Bölüm )
• Emin el Huli’nin de dediği gibi ‘ Ayetin sebebi nüzulü işte bu hadisedir ’ demeden önce ciddi bir araştırma yapmak şarttır ve hükmü vermeden önce epeyce düşünmek gerekir. Yani Esbab-ı Nüzul hakkında akla göre tasarım yapmak doğru değildir.
• Bu alanda çalışmak için esbab-ı nüzul ilmine vakanın tespit ve tenkitine yönelmek şarttır.
• Kur’an ilimlerine ve ilimlerin telifine hem Hz. Muhammed döneminde hem de ashab döneminde gerek duyulmamıştır. Çünkü kendileri bizzat ilk muallimden mesajı alabiliyorlardı ancak sonraki yıllarda ise Kur’an-ı Kerim’in üzerinde düşünülmesi, anlaşılması ve açıklanması gerekliliğinin ortaya çıkmıştır diyebiliriz.
• Bu alanda Taberi, Lahmi, Zerkeşi, Ali b. İsa er- Rumani, Satıbi temel alınabilecek değerli âlimlerdir.
• Esbab-ı Nüzul ilminin tanımıyla ilgili âlimlerin tanımlarından yola çıkarak tanımım şudur: İnen ayetler vahyin geldiği zamanla, mekânla, kişilerle, yaşam şartlarıyla hatta kültürle iletişim halindedir. Bu durum Kafiyeci’ nin de dediği gibi Nüzul’ün sebebi Kur’an’ın iniş sebebidir, anlamına gelir.
• Nüzul sebebi yalnızca işitme veya görme yoluyla idrak edilmiş sahabiden gelen rivayetlerdir. Bu rivayetler Hz. Peygamber’den gibi sayılır ve hükmen yülseltilmiştir.
• Esbab-ı Nüzul açıklamaları net olarak yapılsa da okuyan kişinin karışıklık yaşaması muhtemeldir. Bu nedenle rivayetlerin tasnif edilmesine ihtiyaç duyulmuştur. Rivayetlerin bir kısmı sebebe binaen ve bir kısmı da bir sebebe mebni olmaksızın olmak üzere ikiye ayılmıştır.
• Eğer bir ayet için çeşitli sebepler öne sürülürse hadis usulü kriterlerine göre tercih yapılır. Şah Veliyyullah Dihlevi ve Tahir b. Aşur’un tasnifleri bu bağlamda kabül görmüştür. İhtilaflar ise olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
• Esbab-ı Nüzul’de taaddüt meselesinin ortaya çıkış sebebi: Bazı olaylarla ilgili iki sahih rivayet arasında tercih için neden bulunamamasıdır. İşte bu gibi durumlarda yani birçok nüzul sebebi dolayısıyla bir ayet nüzul olmuş ise ‘ sebebin taaddütü ’ oluşur. Burada önemli olan ise sebep ile hadisenin zaman bakından yakın olması gerektiğidir. Ayrıca bir sebep için iki ayetin nazil olması da mümkündür.
• Hükmün veya nüzulün taahhürü de yine mümkündür. Zerkeşi ve Suyuti bu meseleden bahseder. Bergavi ve İbn’l Hasar da bu görüşe delil ayet nakletmişlerdir.
• Yalnızca Esbab-ı Nüzul rivayetleri Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında bir araç olarak kabül edilmelidir. Nüzule sebep olan soru ve hadiseyi bir tasnif vasıtası olarak almak sorun çıkarabilir.
• Müslümanlıkla ilgili birçok şer’i hükmün hikmetlerini araştırmak ve bu alanda görüşler ileriye sürmek caizdir. Bundan yola çıkılarak esbab-ı nüzulle ilgili ilimler oluşturulmuştur.
( İkinci Bölüm)
• ‘ Al- Hadisül Musned ’ konusu esbab-ı nüzul açısından ele alındığında çoğu konunun açıklanmaya muhtaç kalması, ayetlerin iniş sebebinin tayini durumunun sonradan sorunlar ortaya çıkarması, senetsiz rivayetler, rivayetlerin tasnifinde usule riayet etmeme, rivayet kalıplarında hassasiyetin minimum seviyeye indirilmesi Esbab-ı Nüzulü Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında ışık tutması gerekirken yarım bırakmıştır.
• Bunlara ek olarak ayetlerin umumi mi yoksa hususi mi olduğu konusundaki ayrılıklar, hatalar, taaddüt ve taahhürdeki görüş ayrılıkları karışıklığı perçinlemiştir. Belki de tarih biliminden yararlanma daha üst düzeyde tutulabilseydi ihtilaflar azalırdı.
• Öte yandan her insan Kur’an’ı ancak anlayış kabiliyetinin ve zihin çerçevesinin izin verdiği ölçüde anlayabilir. Tamamıyla anlayabilmek ise Sehl b. Abdullah’ın da dediği gibi imkânsızdır.
• Rivayetler nakledilirken şahsa aşırı vurgu yapmak, kritiğe ve tasnife tabi tutmamak Kur’an ayetlerindeki hakikatleri yakalama imkânına engel teşkil eder. İlerleyen süreçte ise mezhep hareketlerinde bu durum mezhebi fikirleri Kur’an-ı Kerim’ e uygulamaya kadar uzanabilir.
( Üçüncü Bölüm)
• Kur’an’ı anlamak için nüzul dönemi insanların yaşamlarındaki tüm koşulları bilmek, bunları bilmek içinse Sebeb-i Nüzul rivayetlerini doğru anlamak, algılamak gerekir.
• Esbab-ı Nüzul’un sınırlarını çizerken öncelikle nüzul dönemi rivayetlerindeki sebeplerin tamamını kavrayıp zihne doldurmamız imkânsızdır ancak Kur’an-ı Kerim’i anlamanın da Esbab-ı Nüzulsüz olamayacağını kabül etmek gerekir. Bu durum kitabımızda verilen örneklerle ( 191- 196 ) ispatlıdır.
• Farklı müfessirler yukarıda belirtilen yöntemleri kullanıp, değişik sebeb-i nüzullerle tefsir edebilirler. Bu insanın fıtratından gelen özelliği kullanması sonucu oluşur. Kur’an da zaten buna imkân verir.
• Kur’an’ı anlamaya çalışırken ona ait tüm parçaları ( sure, tarihi, anlatım biçimi ) bir arada almak gerekir. Ayrı ayrı değerlendirme çabaları yanlış yollara sevk edebilir.
• Kur’an-ı Kerim’de tüm yaratılanlar arasında en büyük önem insandadır ve esas olarak onun kurtuluşu ile ilgilenilmektedir.
• Örneklerden anlaşıldığına göre ( 209–210 ) Kur’an parça halinde indirilmeden ve sebebi nüzulün oluşumundan önce parçaların yerleri planlıydı. Zaten incelendiğinde parça parça nazil olan her bir ayetin önce veya sonra bir çerçeveye yerleştirildiğini görmek mümkündür.
• Ayetlerin anlatım biçimini ve tarihsel durumunu dikkate almak da iniş sebebini anlam da yararlı ve gereklidir.
• Tarihsellik kavramı olanın biçimi, zamanla bağı, dönemsel koşullarla bağı yönleriyle bu işe dâhil edilebilir. Ancak kavramın yoğun ve bulanık anlamlarına bir de Türkçe’deki sapmaları ekleyecek olursak mesele içinden çıkılmaz bir vaziyet alabilir. Bu nedenle ayrı ayrı değerlendirmek yerinde olacaktır.
• Sonuç olarak;
► Tüm Kur’an ilimlerinin ortak amacı : ‘ Kur’an’ı doğru anlamak, algılamak ve açıklamaktır.’
►Esbab-ı Nüzul eserleri Kur’an anlamadaki faydalarına ek olarak nüzul çağının sosyal, iktisadi ve siyasi yapısının yazılı kaydıdır.
►Esbab-ı Nüzul ancak sahih nakil ile idrak edilebilir.
►Rivayetlerin yararının aksine karmaşaya sebep olmaması için tasnifi şarttır.
►Her ayette nüzul sebebi arama çabası, tek bir sebebe bağlı kalma ya da nüzuldeki olaya takılıp kalma yorum zenginliğinin önünde engel oluşturur.
►Esbab-ı Nüzul, Kur’an-ı Kerim’in sadece bir düşünce biçimi değil gerçek hayatta rehber olduğunun ispatıdır.
Sa’lebe Kıssası - Esbâb-ı Nüzule Yeni Bir Yaklaşım
İkinci Kitap
· Rivayette anlatıldığına göre Sa’labe kıssası şöyledir: Sa’labe Hz. Peygamber’e gider çok mal istediğini ve ona yaradana dua etmesini söyler. Ayrıca verilecek malların zekâtı için de söz verir. Hz. Peygamber onu uyardıysa da o ısrar eder ve Hz. Muhammed’in duası sonucu kendisi çok büyük bir davar sürüsünün sahibi olur. Zamanla ibadetlerini aksatmaya başlar. Son olarak kendisine Hz. Peygamberin gönderdiği zekât tahsildarını geri çevirir. Hz. Peygamber Sa’labe’nin bu durumuna çok üzülür ve Tevbe Suresi’nin 75. ayeti nazil olur. Sa’labe sadakayı alıp Hz. Muhammed’e getirdiyse de kabül görmez.
· İşte bu kıssanın üzerinde rivayet edenlerin çok farklı görüşleri vardır. Örneğin İbn’l Esir’e göre bu şahıs o değildir; başkasıdır, İbn’il Haber’e göre iki Sa’labe vardır, İb-i Sad’a göre kıssanın sıhhati şüphelidir, Zehebi’ye göre bu rivayet ‘ münker hadistir ’ ...
· Hadis kitaplarında Sa’labe kıssası için farklı görüşler hâkimdir. Sa’labe’nin karakter yapısı ve yine kıssanın sıhhati açısından ayrılılıklar vardır.
· Tefsir kitaplarının genelinde bu mesele için yine net bir duruş yoktur. Geneli olayı nakletmekle yetinmiştir. Sadece el- Uceyli’ye göre ( 1204 – 1789 ) Sa’labe ‘nin münafık olduğu kesindir. Bazı müfessirler ise kıssasını tamamen ucu açık bırakmıştır.
· Bu kıssayı değerlendirmeye alacak olursak, öncelikle bilmeliyiz ki bu rivayetin senedi zayıftır. Öyleyse senedi zayıf bu rivayet nasıl olurda bu kadar fazla ravinin kitabında yer alır? Sorusunun cevabını vermeye çalıştığımızda; esbab-ı nüzul rivayetlerini böyle senetsiz biçimde aktaran âlimlerin tavılarını buluruz. Sonuçta bu, karışıklığa sebep olmuş kıssacılara, istismara açık hale getirilmiştir bu rivayet. İmam Maliki’nin de dediği gibi rivayetlerin ehli olmayanlardan değil, işi bilenden alınması gerekirdi.
· Rivayetlerin hakkıyla tasnif edilmesi, İsrailî haberlerin ve uydurma rivayetlerin Esbab-ı Nüzulün içine dâhil olmaması için önemlidir.
· Anlaşıldığına göre nakledilen olay ya nüzul ortamında yaşanmamıştır ya da nüzul sebeplerinden değildir.
· Tarihi gerçeklikler ise bu kıssanın gerçek olamayacağına işaret ediyor. Çünkü kıssanın yaşandığı iddia edildiği zamanda sadakalar resmi vergi niteliği kazanmıştı ( Tebuk Seferi ). Yani o istemese de devlet cebri işin içindeydi ve keyfî vermemesi mümkün değildi.
· Kur’anî bütünlük açısından da verilen mesajlar evrenseldir. Yani belli bir kimseye hapsedilen bir mesaj zaten yoktur.
· Sonuçta;
► Rivayetlerin âlimlerin eserlerinde yer alması, her zaman o rivayetin kesinliğini bildirmez.
► İmam Ahmad bin Hanbel’n dediği gibi senedi olmayan rivayete itibar edilmemeli, sahih senetli sağlam rivayetler ise kabül edilmelidir.
► Tefsir kitaplarından doğru olmayan rivayetler çıkarılmalıdır. Böylece Kur’an’ı anlamaya çalışan insanların karışıklıklardan dolayı geri çekilmesinin önüne geçilmiş olunur.
Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul
· Tarihsellik; insanın dünyaya gelişinden itibaren yapmak zorunda kaldıkları ile yapmak istediklerini tecrübeye dökmesiyle oluşan bütünün tek kelimeye sıkıştırılmış halidir. Zihnimdeki bu tanım kavramı her yönüyle karşılamamış olabilir. Zaten filozoflar da hiçbir tarifin her kavramı net olarak karşılayamayacağını belirtir.
· Tarihselliğin çağın ( 17. – 18. yy ) fikirlerinin aksine, olayları tarihi ve kültürel bağlamlar içinde değerlendirme fikri Vico tarafından Almanya’da başlatıldı. Başlangıcın burada olmasının nedeni Almanya’da tarihsel düşüncelerin beşeri ilimlerle bir arada değerlendirilmesiydi. Buraya bu fikirlerin getirdiği olumlu sonuç ise hukuk alanı ile başlatılan, tarih okulları oldu.
· Bu kavram batıda çok uzun yıllar tartışma sebebi olmuştur. 1920’lere kadar deyim yerinde ise yerden yere vurulurken, W. Dilthey’in fikirleri ile belirli ölçüde kavrama yaklaşımda yumuşama sağlanmıştır.
· Dilthey’e göre insan yaradılışını, varlığının sebeplerini bulmak için tarihsellik kavramında geriye doğru yol almalıdır. Çünkü tarihsellik denilen zaten varlığın kendisidir.
· Aslında birbirleriyle yakın coğrafyalarda ve yakın zamanlarda yaşamış düşünürler bu kavram için çok zıt ya da çok başka çerçevelerden bakışla tanımlar yapmışlar.
· İyi – kötü tarihsellik diye ayıranlar, ayrımı reddedenler, hayatla bağlantılı olduğunu söyleyenler, hayatı anlamada sığ bir yöntem olarak görenler, asla tamamen anlaşılamayacağını düşünenler, kişiye bağlı farklılaşabileceğini öne sürenler ve hatta naturalizme karşıt bir naturalizm olarak görenler bile olmuştur. Bu kavaram düşünürleri oldukça zorlamış ve karşı karşıya getirmiştir.
· 17. ve 18. yüzyıllarda batı düşünürlerine göre tarihselliğe tam bir anlam getirmek imkânsız. Ancak İslam’a göre tarif netlik kazanıyor. İslam’da beşeri ilimler ile tabiat ilimleri arasında ayrılmaz bir bağ var. Çünkü insanların kâinattaki devasa düzenin içindeki yeriyle yani yaradanın yeryüzündeki halifeleri olmasıyla zaten tabiatla aralarında köklü bir ilişki vardır. Onun her hali kâinata yansır.
· Esbab-ı Nüzul’ü anlamaya çalışırken, hayatı anlamlandırmaya çalışan bu ilmi de kullanmamız gerekecek ancak batının dünya görüşünden İslam kültürüne bakmamız durumunda yarım kalacaktır.
· Kendimizden önce neler yaşandığını merak eden ve günümüzde yaşadığımızı eski ile doğrulamak isteyen biz insanlar Kur’an-ı Kerim’i bu anlamda ( Esbab-ı Nüzul açısından ) dönem içerisinde yaşananlar için kaynak olarak alırız.
· Tarihselliğin tanımında geçen olanın; varlık biçimi, zamanla bağı, zamanın koşulları, gerçekten tarihsel olarak var olup olmadığı bakımlarından incelenmesi gerekir.
· Esbab-ı Nüzul rivayetlerini de bu anlamda Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması için Kur’an tarihinde düşünülmüş tarih olarak değerlendirebiliriz.
· Esbab-ı Nüzul rivayetleri ile ilgili orijinal tarih yazılabilir. Bu bizlere Kur’an – insan ve hayat birleşimi açıklar. Düşünülmüş tarihin yazılması ise yer ve zamana nasıl uyarlandığını gösterir. Yani Kur’an’ın yaşanabilirliğine işaret eder.
ARAŞTIRMANIN KONUSU VE ÖNEMİ
Esbâb-ı nüzul bilgisi, Kur’ân-ı
Kerîm’in nüzul ortamının aslî bir unsurudur. Çünkü esbâb-ı nüzul, Kur’ân-ı
Kerîm’in anlaşılmasında gerekli bir bilgi olarak değerlendirilmiş, Sahabe,
tâbiûn ve tebe-i tâbiîn’den olan müfessirler Kur’ân’ı özellikle esbâb-ı nüzul
ile tefsir etmişler, hatta, “başlangıçta tefsir ilmi, esbâb-ı nüzulü bilmekten
ibaretti” denilmiştir.
İbn-i Mes’ûd ve İbn-i Abbas gibi
bazı sahabiler, “Kur’ân’dan inen her ayetin ne hakkında, kim hakkında ve nerede
nazil olduğunu bildiklerine” dair sözler söylemişlerdir. Çünkü onlar nüzul
ortamında bizzat yaşamış olmanın avantajı ile o ortamın hadiselerinin içinde
bulunmuşlar ve hadiselerin zuhur sebeplerini müşahede etmişlerdi. Dolayısıyla
ayetlerin hangi olaylar üzerine indiğinin bilgisine sahiptiler. Onun için
esbâb-ı nüzul hakkında tek kaynak sahabedir. Daha sonraki nesillere de bu
anlayış etki etmiştir.
Bu yüzden kitabın birinci bölümünde;
Kur’an ilimleri ve esbab-ı nüzul rivayetlerinin İslam kültür tarihinde kullanım
alanlarına genel bir bakış yapılmış, ikinci bölümde Kur’an’ı Kerim’in
anlaşılması çabalarında esbab-ı nüzül olgusunun oluşturduğu çerçeve ve sonuçlar
ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım denemesinde
bulunulmuştur.
Bu çalışma, Kur’ân-ı Kerîm’in
anlaşılması ile bağlı olarak esbâb-ı nüzul meselesine, bazı prensipler vaz
ederek açıklık getirmeye çalışması bakımından önem taşımaktadır. Emîn el-Hûlî,
“ayetin sebeb-i nüzulü işte bu hâdisedir” demeden önce ciddi bir araştırma
yapmanın şart olduğunu, bu hükmü vermeden önce epeyce düşünmek gerektiğini
söylemektedir. O halde bu ilkeleri pratiğe aktarmanın nasıl mümkün olacağına
yönelik bir araştırmanın önemi bir kez daha anlaşılmış olmaktadır.
ARAŞTIRMANIN AMACI
Araştırmada; Esbab-ı Nüzul ilmi,
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasında gerekli bir kaynak olduğu için, ona olan
ihtiyacımızın boyutlarının tespit edilmesi de gereklidir. Bunun için ise
esbab-ı nüzul rivayetlerinin bir muhasebesinin yapılması gereklidir. Bu
yüzden esbab-ı nüzul gibi kavramların tanımlanması, Kur’an-ı Kerim’in
anlaşılmasında kullanılırken yapılan hatalara dikkat çekmek, ayrıca bu
yapılırken de esbab-ı nüzule bütüncü bir yaklaşımla bakılarak, günümüze nasıl
taşınabileceği amaçlanmıştır.
ARAŞTIRMANIN METODU
Esbâb-ı nüzul ilmine, sahabe
döneminden bugüne kadar çeşitli yönlerden yaklaşılmıştır. Bu araştırmada;
sadece Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul bilgisi gösterilmeye
çalışılmış, böylece esbâb-ı nüzul ilminin alanı sınırlanmış ve onunla ilgili
birçok konuya lüzumlu değinmelerle geçmek, ayrıntılara girilmemiştir. Çünkü
“hiçbir ilmî inceleme belli bir yer ve zamanda gözlenebilir fenomenlerin
tamamını aynı anda kucaklayamaz; kaçınılmaz olarak bir seçim yapar. Bu
şartlarda, neticelerin ancak bu seçimin sınırları içinde değer kazanacağı açıktır.”
Öte yandan esbab-ı nüzul ilmi alanında çalışmak isteyenler iki olgu ile
karşılaşırlar:
1.
Malumat çokluğu,
2.
Bu malumattaki sistemsizlik.
Bu sebeple konuyu Kur’an’ın
anlaşılması ile sınırlamak, bilgi felsefesi, tarih felsefesi ve kültür
felsefesi, hikmet-i teşriiye, münâsebât-insicam ve mübhemât alanlarının
kesiştiği ve iç içe geçtiği bir meseleyi bu yönden görmeyi mümkün kılar. Bu da
araştırmanın özel çalışmaları gerektirecek genişlik ve önemdeki bazı
başlıklarının, anılan çerçevenin sınırlayıcılığını göz önünde tutarak, sadece
konuya ilişkin yönüyle incelenmesi ve anlatımını ilke edinmeyi gerektirmiştir.
Metodu bu şekilde temellendirip,
yorumlayıcı olmayı, sadece bilgi verici olarak kalmamayı usûl edinince, esbâb-ı
nüzul ilminin Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasındaki rolü olarak “esbâb-ı nüzulün
faydalarını esas alan klasik bir araştırma yapılamazdı. Bu yüzden bu kitapta
uygulanan bu yöntem ile esbâb-ı nüzul ilmine;
1.
Vâkıasını tesbit,
2.
Onun tenkidi,
3.
Yeni bir yaklaşım ilkeleri ile yönelmek, esbâb-ı nüzulden yararlanacak ihtisas
sahibi olsun veya olmasın araştırmacılara, esbâb-ı nüzul ve faydaları alanında
bütüncül bir değerlendirme imkânı verecektir.
KUR’ÂN İLİMLERİ VE ESBÂB-I NÜZUL
İLMİ
Kur’ân-ı Kerîm’m anlaşılmasında
esbâb-ı nüzul ilminin rolünü inceleyebilmek için bazı kavramları açıklığa
kavuşturmak gerekir. Bu kavramların ilki esbâb-ı nüzul ilminin de bir disiplini
olarak takdim edildiği Kur’ân ilimleri kavramıdır. Bu ilk bölümde Kur’ân
ilimleri kavramım, doğuşu ve gelişmesi ile incelemekle;
1.
“Ulûmu’l-Kur’ân denildiği zaman ne kast olunuyor?”,
2.
“Tarih boyunca bu kavramdan ne anlaşılmış?” soruları açıklığa kavuşmuş
olacaktır. Böylece Kur’ân’ın anlaşılması meselesinde Kur’ân ilimlerinin ifade
ettiği anlam tespit edilecektir.
Kur’ân ilimleri kavramının
aydınlanması esbâb-ı nüzul ilminin, onun bir dalı olarak, açıklanmasına ve daha
net bir şekilde tanımlanmasına imkân verecektir; yani esbâb-ı nüzulü, içinde
bulunduğu bütünlük çerçevesinde görebilmek mümkün olacaktır. Bundan sonraki
merhale ise esbâb-ı nüzulü, girişte belirtildiği gibi, çeşitli yönlerden ele
alarak, konumuz açısından yakalanması ve gösterilmesi gerekli yanları ile ele
almak olacaktır. Bu bölümde söylenenler, ikinci bölümdeki eleştirilere ve
üçüncü bölümdeki alternatif arayışlara temel teşkil edecektir.
KUR’ÂN İLİMLERİNİN DOĞUŞU VE
GELİŞMESİ
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’e
“tebliğ” ve “tebyîn” ile görevli olduğunu bildirmiştir. Ümmî Peygamber’e ilk
gelen vahyin okuma ve yazmayı emretmesi pek anlamlı ve ilham vericidir.
Tamamıyla insanı anlatan ve insanî
olanı tespit eden ayetler, Müslümana, yaşam boyu eğitimi zorunlu kılmaktadır. O
Ümmî Peygamber de bütün hayatı boyunca bu ilkeyi tatbik etmiş, ümmetini
kadın-erkek ilim tahsiline yönlendirmişti.
Hz. Peygamber’in maarif siyasetinin
temelini “kıraat-kitâbet” oluşturmuştur. Bedir Savaşı sonrasında harp
esirlerine konulan fidye-i necat okuma yazma bilenlerin on Müslüman çocuğuna
okuma yazma öğretmesi idi. Bundan önce Hz. Peygamber’in Medine’ye gelir gelmez
ilk iş olarak Mescid ve Suffe inşasına girişmiştir.
Medine’de hicretin ikinci senesinde
diğer yatılı bir mektebin mevcut olduğunu bildiren rivayetler vardır.
Ayrıca o dönemde Medine’de varolan dokuz mescidin, ilmin yayılması için
kullanıldığı tahmin edilmektedir.
Bu maarif politikasının sadece
erkeklere has olmadığını, kadınları da kapsamaktaydı. Öyle ki bu yeni
yapılanmada yazı yazan ve okuyan kadınlar da eksik olmamıştır.
Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu
sıralarda Müslümanlar kutsal kitaplarını Hz. Peygamber veya muallimler
vasıtasıyla ezberliyorlardı. Hz. Peygamber gelen vahyi tebliğ etmekte, canlı ve
hayatla iç içe kişiliği ile Kur’ân-ı Kerîm’i hem haliyle hem de kavliyle tefsir
etmekteydi .
Zerkeşî bu noktadan hareketle bazı
sahabîlerin belli bir ilim sahasında mütehassıs olduğunu söyler. Mesela
Hulefâ-i Râşidîn, İbn Abbas, İbn Mes’ûd, Zeyd b. Sabit, Ebû Musa el-Eş’ârî,
Abdullah b. Zubeyr Ku’ân ve ilimleri hususunda daha o devirde temeyyüz
etmişlerdi.
Ancak onların ve fethedilen
bölgelere muallim olarak gönderilen sahabîlerin bütün gayretleri talebe
yetiştirmeye, yani İslâm Peygamber’inin maarif siyasetini oralara taşımaya
yönelik olmuştur. Dolayısıyla hem Hz. Peygamber döneminde hem de ashab
döneminde Kur’ ân ilimlerinin telifine gerek duyulmamıştır. Çünkü nüzulü
müşahede edenler, bizzat İlk Muallimin tedrisinden geçenler o sıralar
hayattadır ve düzgün konuşma alışkanlıklarını henüz muhafaza etmektedirler.
Mesajı anlayabilmekte veya anlayamadıklarını soracak kimseleri
bulabilmektedirler. Kur’ân-ı Kerîm’le karıştırılabilir endişesiyle telif
hareketine sıcak bakmamaktadırlar.
“Ulûmu’l-Kur’ân” olarak
adlandırılacak olan bahisler Hazreti Peygamber ve ashabı tarafından
bilinmekteydi. Çünkü bu bahislerin hepsi iki kaynağa dayanmaktadır.
1.
Arap dili (Garibu’l-Kur’ân, İ’câzû’l-Kur’ân, Mecâzu’l-Kur’ân...).
2.
Gözleri önünde cereyan eden hâdiseler . (Hz. Peygamber’in tefsiri, esbâb-ı
nüzul, muktezây-i hal, vucûhu’l-Kur’ân...).
Hz. Peygamber ve sahabe Kur’ân-ı
Kerîm’i hem sözleriyle hem de eylemleriyle tefsir etmişlerdi. Yani yaşanan
hayata uyarlamışlar, onun ahkâmını elle tutulur, gözle görülür bir hale
koymuşlardı. Bu durum elbette gelecek nesillerin de yapması ve gerçekleştirmesi
gereken bir görevdi.
Mushafın çoğaltılması de kıraat ilmi
ve resmu’l-Kur’ân ilminin ele alınan ilimler olduğu bilinmektedir . Kur’ân’ın
lügâvî yönden ele alınması ise Ebu’l-Esved ed-Duelî’nin Kur’ân’a noktalama ile
hareke koymasıyla başladı. Böylece İ’râbu’l-Kur’ân ilmi neşet etmiş oldu.
Ayrıca esbâb-ı nüzul, Mekkî-Medenî, nâsih-mensuh ve garîbu’l-Kur’ân ilimleri
ilk tedvin edilen, kayda geçirilen Kur’ân ilimleridir.
Kur’ân ilimleri sahasında eser
vermiş müelliflerin listesini veren kitaplara bakıldığında tedvin döneminin
başlarında âlimlerin, Kur’ân ilimleri terimini sözlük anlamında ele aldıklarını
ve Kur’ân-ı Kerîm ile alâkası bulunan bütün bilgilere delâlet eden bir anlam
yüklemiş bulundukları tespit edilmektedir.
Kur’ân ilimlerinin bütününü
kapsayacak yani bu ilimlere Zerkânî’nin deyimiyle “fihrist ve delil” olacak bir
ilim kavramına ihtiyaç doğmuştur. Çünkü hadis ilmi sahasında yapılan çalışmalar
ve ortaya konulan eserler bu ihtiyaca yön verecek, ilham kaynağı olacak düzeyde
ve mahiyette idi.
İşte bu sebeplerle “Ulûmu’l-Kur’ân”
başlığı altında Kur’ân ilimlerinin tek bir eserde muhtasar olarak toplanması
zarureti hasıl oldu. Bunu ilk gerçekleştiren ise Zerkeşî olmuştur. Zerkeşî,
el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân isimli eserinde 74 Kur’ân ilmini ele alıp
incelemektedir. Onun takipçisi Suyûtî ise el-İtkânfî Ulûmi’l-Kur’ân isimli
eserinde 80 Kur’ân ilmini inceler.
KUR'ÂN İLİMLERİ VE TEFSİR İLİMLERİ
KAVRAMLARI
a. Kur'ân İlimleri Kavramı
Ulumu’l-Kur’an kavramı bugünkü
şekliyle ilk olarak Zerkeşi tarafından ortaya konulmuştur. İbn Teymiyye Kur’ân
ilimlerini, "Kur'ân'ın anlaşılmasına yardımcı olan küllî kurallar"
olarak tanımlamaktatır. Taberî, İbnu Berrecân el-Lahmî ve Zerkeşî; Kur'ân
ilimlerinden kast olunan "üç şeydir" diyerek esasta aynı fakat
ibareleri farklı tasnifler yapmışlardır. Zerkeşî'nin muasırı Şâtibî
"Kur'ân ilimleri" kavramından "Kur'ân-ı Kerîm'e izafe olunan
ilimler olarak bahseder. Ona göre Kur'ân-ı Kerîm'e izafe olunan ilimler birçok
bölüme ayrılır. Muhyiddin el-Kâfiyecî'nin eserine, "Birinci Bab: Kavramlar
hakkındadır" diyerek başlaması Kur'ân ilimlerinde hadîs usûlüne benzer bir
yol izlendiğini göstermektedir. Suyûtî, el-İtkân fi Ulûmi'l-Kur'ân isimli
eserinde iki selefinin -Zerkeşî ve el-Burkînî'nin- metodunu takip ettiğini
söyler. Suyûtî, Kur'ân ilimlerini üçe ayırır:
1.
Allah Teâlâ'nın zâtına mahsus eylediği kısım.
2.
Peygamberine öğrettiği kısım.
3.
Peygamberine öğretmekle birlikte Kitab'ına açık-gizli yerleştirdiği ve
öğrenimini emir buyurduğu kısmı. Suyûtî bunu da ikiye ayırır:
a.
Sema metodundan başka söz söylemenin câiz olmadığı kısmı: Esbâb-ı nüzul,
nâsih-mensûh, kıraat ilimleri gibi.
b.
Tedebbür, istidlal, istinbat, istihraç yapılabilecek kısım.
Zerkânî'de "Ulûmu'l-Kur'ân" kavramını şöyle
tarif etmektedir: "Kur'ân olması, hidayet rehberi oluşu, veya i'câzı
açılarından Kur'ân-ı Kerim'le alâkalı olan bütün ilimler "Ulûmu'l-Kur'ân'dandır."
O halde Kur’an ilimleri, konusu her yönüyle Kur'ân-ı Kerîm olan,
Kur'ân'la ilgili veya Kur'ân'ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan,
Kur'ân'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi
alanıdır.
b. Tefsir ilimleri Kavramı
Kur'ân ilimleri, kapsamı çok geniş
olan bir kavramdır. Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili ilimlerden ve araştırmalardan
oluşur. Dolayısıyla konusu her yönüyle Kur'ân-ı Kerîm'dir. Tefsir ilmi ise,
Kur'ân-ı Kerîm'in izahını amaçlayan bir ilimdir. Yani İlmu't-Tefsir veya İlmu
Tefsîri'l-Kur'ân, Kur'ân-ı Kerîm'i her bakımdan (gramer, belâgat, tarih vs.)
tetkik edip açıklamaya ve bildirmeye yarayan ilimdir. Bu ilmin de konusunu
Kur'ân-ı Kerîm teşkil eder.
Muhammed Ebû Şahbe, Kur'ân
ilimlerinin ilk tedvin edileninin tefsir ilmi olması pek tabiî bir olgu olarak
görür. Çünkü Kur'ân'ın anlaşılmasında ve Kur'ân üzerine tedebbür etmede bu ilim
temeldir. Ayrıca ahkâmın istinbâtı ile helâl ve haramın bilinmesi bu ilimle
mümkün olmaktadır.
Kur'ân ilimlerinin çoğu tefsir
ilmine yardımcı ilimlerdir diyen Dr. Adnan Zarzûr ise şunları söyler: 'Kur'ân
ilimlerinin çoğu, Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yönünün tefsiri etrafında dönmekte
veya bu yönlerinin Şerhini kapsamakta veya ona imkân hazırlamaktadır.
Kur'ân ilimleri ve tefsir ilimleri
kavramları tedvin döneminin başlarından itibaren aynı manâda kullanılmışlardır.
Ez-Zerkeşî'nin Kur'ân ilimlerini tek bir kitapta ve bütün konularını kapsayacak
şekilde toplaması ile bu iki kavram arasında bir farkın ortaya çıkarmaktadır.
Tefsir ilimleri artık müfessirin Kur'ân tefsirine yöneldiğinde bilmesi gereken
ilimleri kavram olarak ifade ederken, Kur'ân ilimleri daha kapsamlı bir mefhum
olarak Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili bütün ilimleri ve bu ilimlerle ilgili umumî
kaideleri içeren bir kavramı ifade etmektedir.
KUR'ÂN İLİMLERİ ARASINDA ESBÂB-I
NÜZUL İLMİNİN YERİ
Kur'ân ilimlerinden biri olarak
esbâb-ı nüzul ilmi, İslâmiyet'in ilk asrından bu yana Kur'ân-ı Kerîm'in
anlaşılmasında önemli bir ilim olarak mütalaa edilmiştir. Sahabe ve tâbiûn
dönemlerinde bu ilmin müstakil olarak ele alındığı ve Kur'ân-ı Kerîm'i anlama
gayreti içine girenlerin mutlaka bilmesi gereken bir ilim olarak zikredildiği
görülmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulünü müşahede
etmiş olmalarını daima ön plana çıkaran sahabe, esbâb-ı nüzulü çok
kullanmaktadır. Çünkü onların ilmî gayretlerinin hedefi Kur'ân-ı Kerîm'ı
anlamak ve yaşamaktır.
Sahabe her âyetin nüzul sebebini
bilme iddiası yoktu. Bir insan için bunca geniş zaman diliminde ve muhtelif
mekânlarda nâzil olmuş âyetlerin sebeplerini bilmesi imkânsızdır. Onlara bu
alanda yöneltilen sorulara "bilmiyorum" cevabını vermeleri bunu ifade
eder. Esbâb-ı nüzul ilmi naklî ilimlerdendir. Dolayısıyla bilgin
sahabîler tarafından tabiîlere "öğretim (talim) yoluyla sözlü olarak"
aktarılmıştır. Tâbiîlerin Kur'ân-ı Kerîm'i bilen âlimler olarak tanınmış
bilginleri, esbâb-ı nüzule vâkıf olduklarını ve bu ilmi hangi sahabîden
aldıklarını söylemektedirler.
ESBÂB-I NÜZUL İLMİNİN TANIMI
Bir âyetin sebeb-i nüzulü bu
hadisedir dendiğinde “Âyetin varoluşu, indirilişi o hâdise sebebiyledir”
denmek istenmez. Çünkü Kur’an-ı Kerim, insanların kurtuluşu için hidayet
rehberi olarak gelmiştir.
Esbab-ı Nüzul için şu tanımlar
yapılmaktadır:
Vahidî: Kurân-ı Kerîm’in
anlaşılmasına imkân sağlayan çok güvenli bir yoldur.
Zerkeşî ise Kur’ân-ı Kerîm
tefsirinde bilmeye muhtaç olduğumuz bir ilimdir. Ona göre esbâb-ı nüzul ilmini
tarih ilminin gidişatıyla benzer görmek ve bu sebeple ondan bir fayda
beklememek hatalı bir tavırdır.
Suyûtî’ye göre esbâb-ı nüzul,
hadisenin vuku bulduğu günlerde âyetin nazil olması durumunda gerçekleşir.
Kâfiyecî ise şöyle demektedir: o, Kur’an’ın iniş sebebidir.
Şâtibî, esbâb-ı nüzulü “muktezây-ı
hali bilmek” olarak tanımlar.
T. İbn Âşûr esbâb-ı nüzulü
“âyetlerin hükmünü beyân etmek, onunla ilgili olayları hikâye etmek, reddetmek
veya benzeri maksatlarla indiği rivayet olunan hadiseler” şeklinde tarif eder.
Zerkâni esbâb-ı nüzulü şöyle tarif
etmektedir: Vukû bulduğu günlerde ondan bahseden veya onun hükmünü açıklayan
âyet veya âyetlerin inmesine sebep olan ve Hz. Peygamber zamanında meydana
gelmiş bir hadîse veya O’na yöneltilmiş bir sorudur.
Buraya kadar yapılan tanımlarda
açıklanması gereken bir nokta vardır. O da bir hadîse veya sorunun akabinde
âyetin inmesi şartının öne sürülmüş olmasıdır. Burada önemli olan âyetin
muhtevasının hadiseyi kapsamasıdır. Yoksa hadisenin hemen ardından
doğrudan inzal edilmesi, veya bir müddet sonra inmiş olması arasında bir fark
yoktur.
Böylece esbâb-ı nüzule dahil olmayan
bazı rivâyetleri ayırmak mümkün olmaktadır. Bu rivâyetler şunlardır:
1.
Geçmiş ümmetlere ait tarihî malûmat,
2.
Geleceğe ait haberlerdir.
Nüzul ortamında meydana gelen bir
hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde,
bir veya daha fazla ayetin cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine
vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebebi nüzul
denir.
Bu tarifte esbâb-ı nüzul kavramı
sınırlanmış (nüzul ortamında meydana gelen ve o ortamı resmeden bir hadîse),
belirlenmiş (vuku bulduğu günlerde nazil olmuş âyet veya âyetler), ve içeriğini
kuran belirtiler gösterilmiştir.
DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
Kur’an-ı Kerim’in ilk muhatabı olan
o dönemin Arab’ının kültürel hayatında sebep teriminin yerini tesbit etmek,
esbabı nüzulün kaynaklandığı bir temele ulaştırabilir. Söz ve söz sanatlarının
çok önemsendiği bir toplumda Araplar, hayat tecrübesine ait yaşantıları
sebebiyle söyledikleri sözü veya şiiri benzer olaylar için daima
tekrarlamışlardır. Dolayısıyla birçok edebi ürün, bir sebep sonucu vücut bulmuş
olmaktadır. Arap, bir darb-ı mesel’i veya şiiri, onların varoluşuna sebep olan
hadiseye benzeyen her sosyal ve psikolojik durum ve ortamda hatırlamakta ve
söylemektedir.
Tedricî inişi sayesinde Kur’ân-ı
Kerîm, insan kalbine ve şuuruna derinden nüfuz etmek imkânını bulabilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in i’cazı Arab’ın edebî geleneklerini, edebî zevklerini harekete
geçirmiştir. Kurân’ın bu i’câzî yönü Araplar’ı, edebî geleneklerini ve edebî
zevklerini Allah’ın kelâmını anlamada kullanmaya yöneltti.
Kur’ân-ı Kerîm’i anlamada Arab
diline vukufiyetten başka eski Arab şiirini de bilmek lazım geldiğini, zira
eski Arab şiirinde kullanılmış bulunan bazı garîb kelimelerin, Kur’ân-ı
Kerîm’deki bazı kelimelerin anlaşılmasına yardım edebileceğini bir kısım sahabe
bilmekteydi.
Tabiun döneminde de esbab-ı nüzul
rivayetleri toplanmaya devam edilmiştir. İslamiyet’e yeni giren kavimler ve
elh-i kitapla olan münasebetleri sebebiyle rivayetlerde artış olmuştur. Esbab-ı
nüzul rivayetleri sonraki nesillere, öğretim ve sözle ağızdan nakledilmeye
devam etti.
Hz. Muhammed’in vefatından sonra
yeni Müslüman olanlara bu benzeri olayların açıklanması gerekiyordu. Daha
önceki peygamberlere dair kıssalar hakkında da birtakım açıklamaların yapılması
icab ediyordu. Toplum üyelerinin çoğu belki bu kıssalar hakkında bazı şeyler
biliyorlardı ama onları daha iyi bilen Müslümanlar bu bilgi boşluklarını
doldurabilir ve bu konudaki hataları düzeltebilirlerdi. Tedvin dönemine böyle
gelinmiş ve ilk tefsirler yazılmaya başlanmıştır. Bu tefsirlerin ekseriyetinin
rivâyet tefsiridir.
İlk müfessirler ayetin tefsirine
sebeb-i nüzulünü zikrederek başlamayı adet edinmişlerdir. Rivâyet çokluğu
sebebiyle ayetin muhtevasına münasip gördükleri rivâyetleri naklediyorlardı.
Esbâb-ı nüzul rivayetlerinin ilk
kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değildir. Hadîs mecmuaları
tefsirlerden önce telif edilmiş ve bu eserlerin bir bâbı da tefsire ait
olmuştur. Bu bâblar hemen hemen sebeb-i nüzule tahsis edilmiş gibidir.
ESBAB-I NÜZUL ESERLERİNİN TELİF
SEBEPLERİ
1.
Sahabenin nüzul sebeplerini bilmekle övünmeleri, yani önemi vurgulanmış bir
ilim olması
2.
Bu bilgiyi sonraki nesillere ve onların da sonrakilere nakletmelerini sağlama
3.
Tedvin dönemi ve hadis mecmualarına, tefsir eserlerine girmesi, yazılı olarak
kaydedilmesi
ESBÂB-I NÜZULÜ BİLMENİN YOLU
Esbâb-ı nüzul ancak sahih nakille
bilinebilir. Dolayısıyla bu alanda ictihada mahal yoktur. Yani nüzul sebebi
akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme veya görme suretiyle
bilinebilen ve sahabîden gelen rivâyettir. Bu rivâyet adeta Hazreti
Peygamberden bildirilmiş hükmünde kabul edilir. Bunun için hadîs usûlünde
hükmen merfû sayılır.
Sahabenin bu tecrübesine onlardan
ilim almak suretiyle iştirak eden tabiîler de esbâb-ı nüzul rivâyetleri
nakletmişlerdir. Bu rivâyetler hadîs usûlünde mürsel hükmündedir. Dolayısıyla
esbâb-ı nüzulü bilme açısından onlar da sahabeden sonra kaynaktırlar. Ancak bu
kabil rivâyetlerin bazı şartları haiz bulunmaları gerekmektedir.
HADİS USÛLÜ AÇISINDAN ESBÂB-I NÜZUL
RİVAYETLERİ
Bilindiği gibi ayetlerin nüzulünü
yakından müşahede edenler sebeplerini bilip nüzul keyfiyetinden bahsedenler
sahabiler olmuştur. Bunların bu husustaki haberleri ‘el-hadîsu’l-musned’
addolunmuştur. Musned hadîsler, “zahiren muttasıl bir senet ile sahabînin
Rasûlullah’a ref ettiği haber’lerdir. Buna göre, bir hadîsin musned olabilmesi
için iki şart vardır: Senedin ittisali ve merfu olması.
Peygamberimizin, Kur’ân’ın hemen
hemen tamamım izah ettiğini kabul edenler, umumiyetle sahabe tefsirinin hükmen
merfû olduğunu kabule mütemâyildirler. Mesela îbn Teymiyye bu görüştedir.
Sahabenin sebeb-i nüzul dışındaki tefsir rivayetleri ise mevkuf haberler olarak
mütalaa edilir. Mevkûf ise sahabeye ait söz, filil ve takrirlere denir. Ancak
sahabeden rivâyet edilen bu gibi haberler, Hz. Peygamber zamanına izafe
edilirse veya Hazreti Peygamber’den öğrenilen herhangi bir meseleye istinat
ederse, bunlara merfu denilir.
Sahabeye mevkuf tefsirin özellikle
sebeb-i nüzulün Hz. Peygamber zamanına izafe edilmesi ref’ yoluyla olmuyorsa,
sahabînin içtihat ettiği sabit olur. Sahabe de içtihadında diğer müctehidler
gibidir. Çünkü hüküm re’ye dayanmaktadır. Ehlinden sâdır olunca bir re’y
diğerine tercih edilemez; her ictihad aynı derecede muteberdir.
Sahabenin sebeb-i nüzul dışındaki
tefsirleri, belâgat ve fasâhatta zirvede bulunmaları sebebiyle Arapça’ya ve
kelimelerin delâlet ettiği manâlara vâkıf olmalarından kaynaklanabileceği gibi
bir şer’î hükümle de alâkalı olabilir, işte bu tefsirlerin hepsi ictihad
alanında cereyan eder. Dolayısıyla bu kabil tefsirlere, merfû diyemeyiz.
Sebeb-i nüzul rivâyetlerini
incelendiğinde bir kısmının da tâbiûn’dan geldiğini görülür. Hadîs usûlünde
tâbiûnun bu kabil rivâyetlerine mürsel denilmektedir. Mürsel hadîs: Birçok
sahabîye mülâki olmuş tâbiûnun, Rasûlullah şöyle dedi, yahut şöyle yaptı gibi
sözlerle rivâyet ettiği ve senette sahabî atlanmış bulunan hadîstir. Bir diğer
ifadeyle sahabînin ismini anmaksızın tâbiînin hadîsi ref’ etmesidir.
ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN
KALIPLARI
Rivâyet sıygalarım (kalıplarını) iki
ana başlık altında incelemek mümkündür.
1.
Sebep ifade etmede “nass” olan rivâyetler.
2.
Sebep ifade etmede “nass olmayan” rivâyetler.
Sebep İfade Etmede Nass Olan Rivâyetler:
1.
“Sebeb-i nüzul” ibaresi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları içinde
kalan rivâyetlerdir.
2.
“Sebebi budur” denilerek yapılan rivâyetlerdir: Bu âyetin nüzul sebebi
şöyledir. Bu âyetin nüzul sebebi şudur.
3.
Sıyga, nüzul sebebi olduğunu gösterir. Başka bir tarafa hamledilemez.
4.
“Şu olay vuku buldu da...” denilerek yapılan rivâyette olay anlatıldıktan sonra
“ “Fe” harfi ile başlayan ibareler
5.
“Sebeb” ifadesinin kelâmın gelişinden ve ibaredeki açık bir delilden
anlaşıldığı rivâyetler: Rasûlullah’a şu mesele hakkında soruldu da…. Bu
grup rivayetlerde “sebeb-i nüzul” ibaresi ve “Fe” zikredilmeyebilir.
Sebeb ifade Etmede Nass Olmayan Rivâyetler
1.
“Sebeb”i budur denilerek yapılmayan, olay anlatıldıktan sonra “Fe” gelmemiş ve
kelâmın gelişinden nüzul sebebi rivâyeti olduğu anlaşılamayan rivâyetler. Bu
rivâyetlerde sıyga, sebebin ihtimal dahilinde olduğu ifadesini taşır.
2.
“Sıyga”dan rivâyetin kesinlikle nüzul sebebi olduğu anlaşılmaz; sadece âyetin
içerdiği manâ ve manâlardan birini beyân ettiği anlaşılır .
3.
Âyet şu olay hakkında inmiştir. Âyetin şu olay hakkında indiğini zannediyorum,
Âyetin ancak şu olay hakkında indiğini zannediyorum
4.
Bu ayetten Allah’ın muradı budur, Ayet şu hususa delalet etmektedir ibareleri
de bu gruptandır. Açık tefsir ibareleri olarak tanımlanırlar.
5.
Yukarıda bu grup rivayetlerde sıyga, sebebin ihtimal dahilinde olduğu ifadesini
taşır denilmişti. Bunun anlamı; Bu konu hakkında ibaresi hem sebeb-i nüzul ve
hem de tefsir ibaresi olabilen bir sıyga olmasıdır. Peki hangisinin murad
olunduğunu nasıl anlayabileceğiz? Dihlevi bu ibarenin kullanıldığı yerleri
sayarken bu soruya da cevap vermiş olmaktadır. Hz. Peygamber zamanında veya
O’ndan sonra meydana gelen ve ayetin muhtevasının geçerli olduğu hâdise
hakkında kullanılabilir. Hz. Peygamber zamanında vuku bulmuş bir hâdise ve bu
hâdise dolayısıyla Hz. Peygamber’in hükmünü istinbat eylediği âyeti, bu mevzuda
tilavet buyurması mümkündür. Aynı durun, sahabe için de söz konusudur.
Dolayısıyla “Bu âyet şu olay üzerine indi” ve “Bunun üzerine Allah Teâlâ bu
âyeti inzal buyurdu” kalıpları Hz. Peygamber veya sahabîlerin istinbâtına
işaret etmektedir. İbn-i Teymiyye bu durumu onların sanki “bu âyetle şu murad
olunmuştur demek istedikleri şeklinde açıklamaktadır.
6.
Müfessirlerin “Nezelet hezihilayet fi keza” gibi ibarelerle ilgili olarak
Zerkânî, bu ibarelerde “nass olabilecek bir cihet olmadığını” söyler.
ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN TASNİFİ
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri şu şekilde sıralanabilir:
1.
Esbâb-ı nüzul rivayetleri “vürûdu” itibariyle tasnif etmek,
2.
Bir âyet için çeşitli sebepler zikredildiğinde hadîs usûlü kriterleri
uygulanarak yapılan tasnif,
3.
Şah Vehyullah Dihlevî’nin tasnifi,
4.
Tahir b. Aşur’un senedi sahih olan esbab-ı nüzul rivayetlerini beş kısma
ayırması
5.
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerini nevüleri açısından tasnif etme:
e1. Esbâb-ı nüzul rivâyetleri,
e2. Tefsir için yapılan esbab-ı
nüzul rivayetleri, değerlendirmeleri
Dihlevi ve T. İbn Aşur’un yaklaşımları geleneksel
yaklaşımı aşan çabalar olarak nitelendirilebilir. Özellikle Şah Veliyullah
ed-Dihlevi’nin söyledikleri Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması bağlamında önemli
kriterler içermektedir. Son tasnif ise yeni bir yaklaşım olarak Kur’ân ilimleri
bilginlerinin genel hatlarıyla yaptıkları tasnifdir. Fakat sistemli bir şekilde
ifade edilmediği için esbâb-ı nüzul rivâyeti ile tefsir rivâyeti arasındaki
fark ve Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması çabasında nasıl değerlendirileceği
gereğince açıklanmamıştır.
a. Vürûdu İtibariyle Tasnif Etme
Esbâb-ı nüzulü vürûdu itibariyle kısımlara ayırmak
mümkündür. Çünkü Kur’ân ayetlerinin bir kısmı bir sebebe binâen nâzil olmuştur.
Ekseriyeti ise bir sebebe mebni olmaksızın “ibtidâen” nâzil olmuştur. Bu
kısımlar ise şunlardır:
1.
Soruya cevap olarak vârid olanlar:
a. bir sual sorma,
b. Fetva istemek maksadıyla sorma.
2.
Hükmü beyân maksadı ile varid olanlar:
a. bir hal veya durum sebebiyle,
b. bir hâdisenin meydana gelmesi sebebiyle.
b. Hadîs Usûlü Kriterleri Uygulanarak Yapılan Tasnif
Bir âyet için çeşitli sebeb-i nüzuller zikredilirse
hadîs usûlünde rivâyetlerin tenkit edilmesinde uygulanan yönteme göre tasnif
yapılabilir.
3.
Rivâyetlerden biri sahîh, diğerleri sahih değildir. Bu durumda bir problem söz
konusu olamaz. Çünkü hadîs metodolojisi uygulanarak “sahih” olan rivayet
bulunur.
4.
İki rivâyet de sahihtir; bir rivâyet için tercih sebebi vardır. Mesela nüzul
ortamında cereyan eden hadiseyi bizzat gören ve yaşayan râvinin naklettiği veya
ondan nakledenin rivayeti tercih edilir.
5.
İki rivâyet de sahîh, biri için “tercih sebebi” yok, fakat iki rivâyet arasında
“cem” yapmak mümkün (iki hadisenin zaman bakımından yekdiğerine yakın olması
şartı ile). Bu durumda sebebin taaddüt ettiğine hükmedilir.
6.
İki rivâyet de sahîh, biri için tercih sebebi yok, aralarının cem edilmesi
mümkün değil (iki hadîse arasında zaman farkı sebebiyle), o halde nüzulün
tekerrür ettiğine hükmedilir”.
Şah Veliyyullah Dihlevi’nin Tasnifi
Sebeb-i Nüzul rivayetlerini iki kısma ayırmıştır.
Birinci kısım rivayetleri bilmek gerekli ancak ikinci kısım rivayetleri bilmek
gereksizdir.
1.
Kur’an-ı Kerim metninde hususi durumlarına ima bulunan gazveler ve benzeri
kıssaların bilinmesi
2.
Kur’an metnindeki umumi ifadeyi tahsis etmeye sebep olacak kıssa veya kelamın
zahirinden çevrilmesi vecihlerinden biri dolayısıyla ortaya çıkan problemi yani
ayetten maksud olanı anlamak ancak sebebi nüzulü bilmekle mümkündür.
Tahir b. Aşur’un Tasnifi
Tahir b. Aşur, senedi sahih olan esbab-ı nüzul
rivayetlerini beş kısma ayırmıştır:
1.
Âyet ve maksûdunun anlaşılması, sebeb-i nüzulü bilmeye bağlıdır. Mübhematü’l
Kur’an tefsirleri, özel bir durum dolayısıyla gelen ayetler ve Metninde “Amenen
Nas” ibaresi bulunan ayetler.
2.
Ahkâmın teşriine sebep olan hadîseler kısmıdır. Bu hadiselerin özelliği mücmel
olanı beyân ermesidir. Âyetin medlûlüne tahsis, ta’mim veya takyîd yönlerinden
muhalif bulunmamasıdır.
3.
Bir ferdin işlemesi ile birlikte insanî yapıp-etmeler cümlesinden olan,
dolayısıyla da çok sık meydana gelen hadîseler kısmıdır. Âyet, böyle hadiseleri
ilan etmek, hükümlerini açıklamak ve bu hatalı fiili işleyen insanı uyarmak
üzere nâzil olmuştur.
4.
Nüzul ortamında birçok hâdise olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm, bu hadiselerden önce
veya sonra nazil olmuş ve manâları bu olaylarla ilişkili veya benzer âyetler
içermektedir.
5.
Mücmel olanı beyân eden ve müteşâbih olma ihtimalini uzaklaştıran kısımdır.
Ayetlerin birbirleriyle münasebet yönlerini açıklayan rivâyetler de bu
kısımdandır.
Esbâb-ı Nüzulü Nevileri Açısından Tasnif Etme
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri:
Bu rivâyetler nüzul ortamına ait suretlerdir. O
ortamın özelliklerini yansıtırlar. Mutlaka musned-merfû hadîs olmalı ve
“sıhhat” şartlarını taşımaları gerekir.
Tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetleri:
Bu rivâyetler, âyetin anlaşılma çabası sürecinde
manâsının kapsamana giren re’y ve ictihad ile misal getirmeye imkân veren
rivâyetlerdir. Rivâyetlerin sıygaları ve üslûplarından anlaşılacağı üzere râvi,
1.
nüzul asrında vuku bulmuş bir olaya,
2.
kendi dönemlerinde meydana gelen bir hâdiseye anlamı uygun düşen bir âyeti
kendi yargısı, re’yi ile alâka kurarak nakletmiştir.
ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNDE İHTİLAF EDİLMESİ
Tefsirde iki türlü ihtilaf vardır:
1.
Nakle dayanan ihtilaf: Sahih, zayıf ve uydurma haberlerden kaynaklanan ihtilaf.
2.
İstidlalden doğan ihtilaf: Nakle dayanmayan ve akılla (re’y ve ictihadla)
yapılan yorumlardan kaynaklanan ihtilaf.
Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf edilmesi iki
temel sebepte toplanabilir:
1.
Her âyete sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri, şahısların
ebedîleştirilmesi, israilî haberler ve uydurma rivâyetlerin esbâb-ı nüzul
alanına dahil edildiği görülmektedir. Örnekler: İsrailoğulları’nın sığırının
erkek mi dişi mi olduğunu, Ashâb-ı Kehf’in köpeğinin rengi alacalı mı yoksa
kırmızı mı; Nuh’un gemisinin büyüklüğü ve tahtası gibi şeyleri beyan eden
rivâyetler.
2.
Esbâb-ı nüzul rivayetleri nüzul ortamına ait olanlar ve tefsir için yapılan
değerlendirmeler olarak tasnif edilmezse bu rivayetler de ihtilafa sebep
olmaktadır. Nüzul ortamında cereyan etmediği halde bir hâdise o döneme mâl
edilebilmektedir. Veya sahabenin, tâbiûnun tefsir için kendi re’y ve içtihadı
ile yaptığı bir sebeb-i nüzul değerlendirmesi, aynı şekilde nüzul asrında olmuş
gibi kabul edilmektedir.
ESBÂB-I NÜZULLE İLGİLİ MESELELER
Esbâb-ı nüzul ilminin alanı dahilinde bazı problemli
hususlar vardır. Bunlardan ikisi taaddüt ve taahhür meseleleridir. Bir diğeri
ise nüzule sebep olan hâdise dolayısıyla inen âyetin bu hâdiseye hâs mı olduğu,
yoksa umum mu ifade edeceği meselesidir.
TAADDÜT MESELESİ
Rivâyetlerin arasını te’lif edemeyen veya birini
tercih edecek sebep bulamayan âlimler, bu âyetler için nüzulün taaddüt ettiği
tezini öne sürmüşlerdir. Nüzulün taaddüt ettiğine dair rivâyetlerde iki türden
bahsedilmektedir. Birçok nüzul sebebi dolayısıyla bir âyet nâzil olmuş ise buna
“sebebin taaddütü” denilmektedir. Tam tersi bir durumda, yani birkaç âyet tek
sebep için inmiş olabilir. Bu durum da “nüzulün taaddütü” olarak ifade
edilmektedir.
Nüzul Sebebinin Taaddütü
Taaddüt meselesinin varlığından söz edilen rivâyetler
mutlaka sahih rivâyetler olmalıdır. Dolayısıyla sebep ifade etmede nass olan
rivâyetlerden olmaları gerekmektedir. Böyle bir durumda hüküm, sebebin taaddüt
etmesidir. Çünkü durum bunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca bu
hükmü engelleyecek bir mani de bulunmamaktadır.
Zerkânî’ye göre iki rivâyet:
a.
Sıhhat bakımından eşitse,
b.
birini tercih etmek için sebep yoksa,
c.
iki sebebin de bilfiil vuku bulması dolayısıyla aralarını cem etmek mümkün
oluyorsa;
ayet bu iki hâdisenin akabinde nazil olmuştur. Burada
önemli bir şart vardır. O da iki hâdisenin zaman bakımından yakınlığıdır.
Örnek: Nûr sûresinin 6-9. âyetlerinin nüzul sebebi olarak zikredilen
hâdiselerdir. İlk rivâyete göre Hilâl b. Umeyye, Hz. Peygamber’in huzurunda
karısını zina etmekle itham etti. Hz. Peygamber onu delil getiremezse hadde
maruz kalacağı şeklinde uyardı. Fakat Hilâl: “Seni Hakk ile gönderene yemin ederim
ki, ben doğru söylüyorum ve Allah da sırtımı hadden kurtaracak vahyi mutlaka
indirecektir”, diyerek karşılık verdi. Bu sırada Cibril hemen iniverip, ona
âyet-i kerîmeleri getiriverdi.
İkinci rivâyete göre Uveymir, kabilesinin lideri olan
Âsim b. Adiyy’e gelip bir adam karısıyla birlikte birisini bulup öldürürse, onu
öldürdü diye ona kısas uygulanıp uygulanmayacağını kendisi için Hz.
Rasûlullah’a sormasını istedi. Âsim da O’na sordu. Ancak Hz. Peygamber böyle
sorular sorulmasını ayıpladı. Uveymir durumu öğrenince Hz. Peygamber’e giderek
sordu. Hz. Peygamber: “Senin ve karın hakkında âyetler nâzil oldu” buyurdu .
Üçüncü rivâyette ise Ensâr’dan biri, karısını zinâ
halinde yakalayan adamın halini tasvir ederek bu adamın ne yapması gerektiğini
Hz. Peygamber’e sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Allah’ım! bu konuda hüküm
beyan et”, diye dua etmeye başladı. Bunun üzerine Liân âyeti nâzil oldu.
İşte sebebin taaddüdü Zerkânî’nin açıklamasına göre
böyle oluşmaktadır.
Nüzulün Taaddütü
Bununla, bir hâdise sebebiyle birden çok âyeti
kerîmenin nâzil olması murad olunmaktadır. Usûlcü âlimlerimiz ve müessirlerimiz
buna “sebep bir iken inen çoğaldı” derler. Örnek: İki âyetin nâzil olmasına
sebep olan bir hâdise şudur: Hz. Peygamber bir ağaç gölgesinde oturuyordu. Yanında
Müslümanlardan bazı kimseler vardı. Yanındakilere: “Şimdi size biri gelecek,
size şeytan gözüyle bakacak. Size geldiği zaman sakın onunla konuşmayın”,
buyurdu. Derken çok geçmeden, tek gözü kör, diğeri mavi, bir adam karşılarına
çıkageldi. Hz. Peygamber onu görünce, çağırdı ve ona: “Sen ve arkadaşların bana
niçin sövüyorsunuz?” diye sordu. O zaman adam: “Beni bırak da sana onları
getireyim”, diyerek oradan uzaklaştı. Onları Hz. Peygamber’in huzuruna çağırdı.
Hepsi de Hz. Peygamber’in huzurunda ona sövmediklerine, böyle bir şey
yapmadıklarına yemin ettiler.
HÜKMÜN VEYA NÜZULÜN TAAHHÜRÜ MESELESİ
Bu meseleden bahseden iki âlim Zerkeşî ve Suyûtî’dir.
İlkinin söyledikleri aynıyla ikincisinde tekrar edilmiş ve bazı ilaveler
yapılmıştır. Zerkeşî nüzulün, hükümden önce olabileceğini şöyle ifade eder:
Örnek: A’lâ Suresi 14. âyetidir: Bu âyetle, Beyhâkî’nin İbn Ömer’den rivâyet
ettiğine göre fıtır sadakasına istidlâl olunmuştur. Halbuki bu âyet Mekkî’dir.
Mekke döneminde ise ne fitre sadakası ne de bayram vardır.
Bagavî bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Nüzulün
hükümden önce olması mümkündür.” Misal olarak da Beled 1-2 âyetlerini
zikretmektedir. Bagavî’ye göre Mekkî olan bu âyetteki “حل” sözcüğünün anlamı, Mekke’nin
fethi gününde zâhir olmuştur. İbn-i Abbas’ın rivâyet ettiğine göre Hz.
Peygamber o gün, “Bana Mekke’de (müşriklerle) harp etmek, gündüz vakti bir süre
için mübah kılınmıştır” demiştir.
Suyuti ise bu meseleyi iki yönlü olarak ele alır. O,
önce hükmün taahhürünü sonra nüzulün taahhürünü inceler. Hükmün taahhüründe
Zerkeşi’nin söylediklerini nakleder. Nüzulün taahhüründe ise mevcut rivayetleri
ve bunlar üzerinde yapılan yorumları kendi yorumlarıyla aktadır. Cuma namazı ve
zekatın farz oluşlarıyla ilgili ayetlerin indirilişinden önce hükümleriyle amel
ediliyor olmasını nüzulün taahhürü olarak açıklar.
UMUM-HUSUS MESELESİ
Âlimlerimizin ekseriyeti, usûlcü ve fakihlerimizin
lisanında çok meşhur olan şu kuralı kabul etmişlerdir: “Muteber olan lâfzın
umûmudur, sebebin husûsu değildir.” Yani o sebeplerden biri nedeniyle vârid
olan “âmm” lâfız, umûmu üzere bâkidir. Buna göre nass, amm sıyga ile varid ise,
nassın umumuyla amel etmek lazımdır. Bu umumi nassın vürûduna sebep teşkil eden
nüzul sebebi halleri nazarı dikkate alınmaz. “Çünkü nassın umûm sıygasıyla vârid
olması demek Şeriat Sahibinin, nassın hükmünün umûmî olmasını istemesi,
sebebine hâs ve mahsûs olmamasını dilemesi demektir.
Örnek: Liân âyetinin (Nûr sûresi 6, 7, 8, 9, 10.
âyetleri), zevcesinin zinakâr olduğunu iddia ederek, bunu şahitlerle ispat
edemeyen Hilâl b. Umeyye hakkında veya bu hâdise sebebiyle inmiş olduğu rivâyet
edilmiştir. Böyle olsa bile âyet, karılarının zinakâr olduğunu iddia eden bütün
kocalar hakkında umûmîdir, âmmdır.
Alimlerin ekseriyeti hükmün, sebebinin hususîliğine
değil, lâfzın umûmîliğine göre olduğunda icmâ vardır demektedirler. Hz.
Peygamber zamanından beri sahabe ve müctehit imamların anlayış ve tatbikatı bu
olmuş ve buna hiçbir zaman karşı çıkan bulunmamıştır. Çünkü hüccet nassların
kendisidir, sebepleri değildir.
ESBAB-I NÜZULLE İLGİLİ DİSİPLİNLER (İLİMLER)
“İlimler” terimi yerine niçin “disiplinler” teriminin
kullanılmasının sebebi; iki terimin tanımından kaynaklanmaktadır. İlim,
bilimler topluluğu ve ilmî bilgilerin tümüdür. Disiplin ise bu bütünü oluşturan
ve belirli alanlarda ihtisaslaşmış bilgiler bütünü alt bilimdir. Bu anlamda
hikmet-i teşriyye, mübhemât, tenâsüb ve insicam birer disiplindir. Yani bunlar
Kur ân ilimleri kavramını oluşturan belirli alanlardaki bilgiler bütünü alt
bilimlerdir.
Esbab-ı nüzul ilmi hikmet-i teşriyye ve
tenasub-insicam ilimleri ilişkisinde belirtilmesi gerekli en önemli husus, bu
alanlarda aklın yani re’y-i ctihad’ın söz konusu olmasıdır. Bunun ihtilafa açık
olması demektir.
Sahabe, sebep oluşunca, Hazreti Peygamber’e soruyor ve
Şari’nin maksadını gösteren durumları da görmüş ve yaşamış oluyorlardı.
Sonraları fukahanın Hazreti Peygamber’in eserlerini ve amellerini, sahabenin ve
onları gören tâbiûnun fiillerini görüp öğrenmek için Medine’ye gittikleri
bilinmektedir.
Tâhir b. Âşûr bu vâkıayı şöyle değerlendirir: “Böylece
lâfızların delâletinde ortaya çıkan birçok ihtimali gideren durumlar açıklık
kazanıyor, hikmet ve gayeleri bilmeye bağlı olarak belirlenen illetler açığa
çıkıyordu.”
Selef, bazı âyetlerin manâları hakkında güçlükle
karşılaştığında nüzul sebeplerine başvurarak bu hikmet ve gayelere vâkıf olmuş,
böylece tereddütten kurtulmak istemiştir. Onlar bu sayede şer’i ahkâmın
hikmetini de belirlemiş oluyorlardı.
Hikmet-i teşrîiyye ilmini diğer bir ifadeyle “teşri
felsefesi” olarak da adlandırmak mümkündür. Çünkü hikmet kelimesi Arapça’da,
Yunan dilindeki “sophia” kelimesine delâlet eden felsefe kelimesi ile
eşanlamlıdır
Bu ilmi Ömer Nasuhi Bilmen “Tefsir ile Sıkı Alâkaları
Olan Bir Kısım İlimler” konusunda “İlmu Ma’rifeti Hikemi’ş-Şerâi” başlığı
altında inceler.
“İslâm Dini, ilâhî dinlerin sonu ve hepsinin
tamamlayıcısıdır. O halde Müslümanlıktaki dinî hükümlerin, emirlerin,
nehiylerin hikmetten hâlî olamayacağı pek açıktır. Bundan dolayı birçok şer’î
hükmün hikmeti araştırmak câiz, bu alanda filozofça görüşler serdedilmesi
kabildir. Müfessirler eserlerinde hikmet-i teşrîiyyeye dair açıklamalarda
bulunmuşlardır. Bununla beraber bazı âlimlerimiz, bu sahada müstakil eserler de
telif etmişlerdir.
Mübhemâtu’l-Kur’ân ilmi nakli ilimlerdendir. Dolayısıyla
sebeb-i nüzul ilminde olduğu gibi bilinmesi sadece nakle dayanır. İçtihada
mahal yoktur. Zerkeşî ve Suyûtî selef âlimlerinin bu ilme çok önem verdiğini
söylerlerse de bu konunun istismar edilmiş olduğu yaygın olan kanaattir.
Esbâb-ı nüzul ilmi hikmet-i
teşrîiyye ve tenâsüb-insicâm ilimleri ilişkisinde belirtilmesi gerekli en
önemli husus, bu alanlarda aklın, yani re’y-ictihad’ın söz konusu olmasıdır.
Bunun anlamı ise bu alanların ihtilafa açık olması demektir. Lûgatçiler ise
“hikmet” kelimesini şu şekilde tarif ederler: “En iyi ilim vasıtası ile, en iyi
şeyin bilinmesi” ve “Eşyânın hakikatini olduğu gibi bilmek ve gereğine göre
hareket etmek.”
Kâtip Çelebi hikmet ilmini şöyle
tarif etmektedir: “Beşer kudretinin erişebildiği yere kadar, konunun sebeplerini
(illetlerini), hakikatini aslında oldukları gibi arayan ilimdir.”
MÜBHEMÂTU’L-KUR’ÂN İLMİ
Mübhemâtu’l-Kur’an ilmi Kur’ân-ı
Kerîm’de müphem bırakılan bazı kelimeleri açıklamayı konu edinen ilimdir.
Tanımlamada “bazı kelimeler” ibaresi ile kasdolunan ise:
a.
İsm-i işâretler,
b.
ism-i mevsûller,
c.
zamirler,
d.
cins isimler,
e.
belirsiz zaman zarflan,
f.
belirsiz mekân zarflan,
g.
belirsiz miktar bildiren kelimelerdir.
TENÂSÜB VE İNSİCÂM İLMİ
Âyetler ve sûreler arasındaki
tenâsüb ve insicâmı konu edinen bu ilmi Zerkeşî, mantıkî bir gerçeklik ve
kelâm’ın akışını düzenleyen bir olgu olarak tanımlar. Bu ilim, bağlaç (râbıt)
işlevini yüklenen
a.
umumî veya hususî,
b.
aklî,
c.
hissî veya hayalî,
d.
zihnî (sübjektif) veya haricî (objektif) anlamlar üzerinde durmaktadır. Yani
sûreler ve âyetler arasında birtakım irtibatlar bunlarla kurulabilir.
Selef âlimleri münâsebet-insicâm
ilmi ile uğraşmamışlardır. Onlara göre beyân âlimleri tenâsüb-tenâsuk konusunda
söylenebilecekleri incelemişler ve en güzel şekilde açıklamışlardır. O nedenle
münâsebet konusunda araştırma yapmayı “tekellüf’ kabul etmişlerdir. Ancak halef
âlimleri onların bu tavrına karşı çıkmışlar ve münâsebet-insicâm ilmi ile
uğraşmayı pek önemli görmüşlerdir.
Kur ân okuyucusu münâsebet-insicâm
hususunda sunulan ilkeler ışığında bir noktaya kadar varabilir. Ancak onun
ötesine geçmemelidir. Çünkü âyetler ve sûreler arasındaki münâsebet ve insicâmı
derinlemesine incelemek çok ince ve çok dikkat gerektiren bir alandır. Aksi
halde zorlamaya düşülme ihtimali belirir.
ESBAB-I NÜZUL RİVAYETLERİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Esbâb-ı nüzul ilmini inceleyen
âlimlerimiz “metodik” olarak nitelediğimiz bu yön üzerinde ayrıntılı olarak
durmamışlardır. Birinin önemle aldığı bir konuyu diğeri bu tartışmalara
değinmeden geçebilmiştir. Halbuki esbâb-ı nüzul ilminin ve genel olarak Kur’an
âlimlerinin taliplerine en yararlı bir şekilde takdim edilmesi, ancak metodik
yönlerinin ayrıntılı tartışılmasıyla sağlanabilirdi.
Tefsirin nakille başlamış olması ve
akabinde bundan ileri gidilmemesi, ilk zamanlarda az sayıda rivâyet, olduğunu
ortaya koymaktadır. Sonraları bu rivâyetler çoğalmış ve genişlemiştir. Hatta
zamanla daha ileri gidilerek, sağlam olmayan rivâyetler bile bunlara ilave
edilmiştir. Daha sonra, bu rivâyetlerin yanına, şahsî anlayış denemeleri de
girmiş; önceleri bunlardan dil ve kelimelerin delâletiyle ilgili olanlarına
makbul gözüyle bakılmıştır. İşte bu şekilde tefsir rivâyetleri (ve doğal olarak
esbâb-ı nüzul rivâyetleri) hakkında tenkitler doğmuştur.
KUR’ÂN-I KERİM’İN ANLAŞILMASINDA
ESBÂB-I NÜZULÜN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ
RİVAYETLER AÇISINDAN
Esbâb-ı nüzul rivâyetierinin
yetersiz kalma sebepleri birçok bakımdan söz konusudur. Bunların başında bu
rivâyetler, hadîs usûlü açısından incelendiğinde ulaşılan sonuçtur.
a. Merfû-Musned
Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri Üzerine
Esbâb-ı nüzul rivâyet ve sema
yoluyla nakl ve izah edilmektedir. Bu keyfiyeti icra edenler ise sahabîlerdir.
Onların bu husustaki haberlerinin hükmü meselesi konunun odak noktasını teşkil
eder. Mesela “mevkuf denilen sahabî sözleri ile “maktu” denilen tabiî
sözlerinin merfu-musned” tarifinin dışına çıkarılmış olması hangi rivâyetlerin
sebeb-ı nüzul rivayeti olduğunu tespit bakımından açıklığa kavuşturulması
gerekli bir kriterdir.
Bunun anlamı; sahâbe ve tâbiûndan
rivâyet edilmiş sözler ve ef’âl hakkında “musned” terimi kullanılamayacağıdır.
O sebeple de bunlardan nakledilen esbâb-ı nüzul rivâyetleri hadîs usûlü
açısından “musned” haberler olamaz. Dolayısıyla bu rivâyetler tefsir için
yapılmış rivâyetlerdir. Yani sahabe Kur’ân’ı anlamak hususunda çaba harcamış,
ictihad etmiş ve böyle bir yoruma varmıştır.
b. Mursel Esbâb-ı
Nüzul Rivâyetleri Üzerine
Mursel hadîs konusu onun hüccet olup
olamayacağı bakımından âlimler arasında tartışılmıştır. Mursel esbâb-ı nüzul
rivâyetleri hakkında söylenmesi gereken hususlar ise şunlardır:
1.
Sebeb-i nüzul rivâyetini nakleden mursil “sikâ”dan rivâyetle irsâl’de
bulunuyorsa bu mursel kabul edilir (“makbul” olur).
2.
Mursil, sikâ ve gayr-i sikâ’dan rivâyet etmekle maruf ise, rivâyeti de hali
meçhul olandan yapıyorsa bu mursel “mevkuf olur.
3.
Sikâ râvilerin rivâyetlerine muhalif murseller ise “merdud”dur.
Senedlerin Hazfedilmesi
Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında
esbâb-ı nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi de
senetsiz rivâyetlerin bir dönem mevcut olmasıdır. Suyûtî, sahabeden senetsiz
yapılan sebeb-i nüzul rivâyetleri için “mıunkatı” dedikten sonra bu kabil
rivâyetleri “bakılması gerekmeyen” haberler olarak nitelemekledir. Aslında bu
konu hadîs tarihçilerini ilgilendirmektedir. Çünkü hadîste, konumuz itibariyle
esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde kusur en fazla senette bulunmakla beraber, bu
kusurun metinde de bulunabileceğini söylemeyi ihmal etmeyen münekkit
âlimlerîmizin tespit ettiği ilkeler çerçevesinde bütün sebeb-i nüzul
rivâyetleri tenkide tâbi tutulmalıdır. Böylece hangi rivâyetlere itimat
edilebileceği bilinmiş, “mevzu” olanlar ayıklanmış olur. Sebeb-i nüzul
rivâyetlerinin;
a.
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri,
b.
Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul rivâyetleri (değerlendirmeleri)
şeklinde iki nevi halinde incelenmesi en makûl yol
görünüyor. Başka bir yolla da esbâb-ı nüzulden kaynaklanan meselelerin çözüme
kavuşturulmasının mümkün olamayacağını zannediyoruz. Bunun sebeplerini
açıklamaya çalışalım: rivâyetin sahih olması şartı yanında bir de “sebebiyet”
ifade etmesi gerekmektedir. Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tasnifi konusunda bu
hususa özellikle işaret edilmişti. Şimdi bu bilgiye, onu tamamlayan ve orada
ifade edilenleri kuvvetlendiren yeni bir bilgi olarak sebeb-i nüzul rivâyetinin
sıygasının “sebeb ifade etmede nass olması” ilkesini ekliyoruz. O halde
tartışmanın odağını muteber olan sebebin hususiyetidir görüşü muteber olan
lafzın umumiyetidir görüşü teşkil etmektedir.
Birinci görüşte olanlara göre lâfız,
umumîliği üzere baki kalamaz. Vürûduna sebep olan hal üzere sınırlı (maksûrun
aleyh) kalır. Böylece lâfız “husus”un murad edildiği “umûm”u ifade eder.
Bunlar, yani sebebin hususiyetine
kail olanlar, hükmün kendi nevinden olan gayrında sâbit bulunmasını ancak
“kıyas” yoluyla mümkün görürler. Nass, her ne kadar kimin hakkında nâzil
olmuşsa ona mahsus “hâs” ise de, âyetin hükmü, bu sebeb-i nüzul nevinden olan
benzer her olguda “kıyasen” geçerlidir, derler.
İkinci görüşte olanlar ise âlimlerin
ekseriyetini (cumhuru ulemâ) teşkil ederler. Birinci bölümde bu görüş
benimsenerek anlatılmaya çalışılmıştı.
Umumun hususileştirilmesi hatasına
düşenler, nassın lâfızlarının umum ifadesinin, vârid olmasına sebep olan
hadiseye has olduğunu söylemekle Kur’ân’ın anlaşılmasını güçleştirmektedirler.
Çünkü âyetin hükmü benzer bir hâdise dolayısıyla ancak kıyas yoluyla
gerçekleşebilecektir. Bunun anlamı kıyas yapabilmek için esbâb-ı nüzule vakıf
olmak demektir. Halbuki herkesin Kur’ân-ı Kerîm’i anlama yolunda böyle zorunlu
bir bilgi ile mücehhez olması gerçekleşebilir bir durum değildir. Ayrıca böyle
bir sorumluluk da yoktur. Sahabe ve onları takip eden tâbiûn ve tebe-i tâbiîn
âlimleri hep “umum” ile delil getirmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerim’de nüzulü tekerrür
(taaddüt) eden âyet bulunmadığını söyleyenlere göre bu durum:
a.
Hasıl olanı tahsil, bilinen olayı veya olguyu tekrarlamak olduğu için faydasız
bir şeydir.
b.
Mekke’de nâzil olan bir âyetin Medine’de bir kere daha nâzil olması demektir.
Halbuki Cibril, Hz. Peygamber’e Kur’ân’ı her sene arz ediyordu.
c.
Cibril her gelişinde Hz. Peygamber’e daha önce nâzil olmamış bir Kur’ân
parçasını getiriyordu. Bu sebeplerle taaddüt anlamsızdır.
Dr. Kusbî Mahmud Zait, Tirmizî ve
Bevnaki’nin rivayetleri arasında bir tercih yapma yolunu ararken, bu meselenin
içinden çıkılması yolunda bir örnek vermiş oluyordu. İşte bu çabanın bütün
rivâyetler için gösterilmesinin çözüm getireceğine inanıyoruz. Bu da tefsirci
araştırmacılar ile hadîsci araştırmalar arasında ortak çalışmalar ile mümkün
olabilir. Şayet Zerkânî tefsir ve Kur’ân ilimlerinde olduğu kadar hadîs ilminde
de mütehassıs olsa idi, Nahl sûresinin son âyetleri hakkında taaddütten
bahsetmezdi. Ancak bu durum onun ilmî şahsiyetinde tenkise gidilmesi amacıyla
değil de her âlimin kendi alanına yardımcı alanlardaki âlimlerle yardımlaşma
gereğini vurgulamak olarak algılanmalıdır, değerlendirilmelidir.
TAAHHÜR AÇISINDAN
Kurân-ı Kertm’in anlaşılmasında
esbab-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de nüzulün taahhürü
meselesidir. Taahhür meselesinin taaddüt meselesi ile benzer yanları
bulunmaktadır. Bu nedenle taaddüt’e yöneltilen eleştiriler taahhür için de bazı
bakımlardan doğrudur. Mesela rivâyetlerin tasnifi ve rivâyet sıygalarına dikkat
etme zarureti, nüzulün taahhür ettiği ileri sürülen rivâyetlerde de geçerli bir
ilkedir.
Zerkeşî ve Suyûtî’nin ifadelerinden
anlaşıldığı gibi eğer bu iki alanda sahabe ve sonraki âlimlerin anlayıştan,
değerlendirmeleri varsa ancak tasnif yöntemiyle ortaya çıkarılabilir. Yine
onların ifadesinden anlaşıldığına göre, nüzulün taahhür ettiği ileri sürülen
âyetler hakkında yapılan te’villeri bazı âlimlerin anlayamadıkları ve karşı
çıktıkları görülmektedir. Bu durumu da taahhür meselesinin büyük ölçüde kişisel
yorumlarla (te’vil) dolu bulunduğu kanaati olarak açıklamak mümkündür. Veya bu
âlimlerin (Zerkeşî ve Suyûtî gibi) zihinlerinde taahhür meselesi hakkında
oluşmuş sorular sebebiyle karşı görüşleri aktarmış olabilirler şeklinde bir
yorum mümkün olabilir. Taahhürden bahsederken kesin ifadeli bir üslûp
kullanmamaları, bu karşı görüşleri çürütmek için âdetleri üzere cevaplar arama
çabasına girişmemeleri yukarıdaki ifadeleri doğrular nitelikte
değerlendirilebilir.
TARİH İLMİNDEN YARARLANMA
Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında
esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de bu rivâyetlerin bir
kısmında görülen tarihî gerçeklere aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur. Bu
konuda en çarpıcı misal Bakara 114. âyetinin nüzul sebebi olarak Taberi ve
Vâhidî dahil birçok âlimin Katâde’den naklettikleri rivâyettir. Haber şöyledir:
Allah’ın mecsitleri içinde Allah’ın isminin anılmasını men eden ve o
mescitlerin harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır?” Bakara 114. âyeti
Babilli Buhtunnars ve avenesi hakkında nazil olmuştur. Yahudilere saldırmışlar,
Beyt i Makdis’i tahrip etmişlerdi. Onlara hıristiyan Rumlar yardımcı
olmuşlardı. Burada tarihî gerçeklere aykırılık ve zaman bakımından uyumsuzluk
söz konusudur. Çünkü tarihte Buhtunnasr adlı iki kişi vardır. Hangisi olduğu
hakkında tarihçi âlim Taberî dahi bir açıklama getirmektedir. Nabonassar veya
Nabukadnezar ile Nabuchodonosor veya Nabukadnezar II iki ayrı Bâbil kralıdır.
İlki M.Ö. 12. yüzyılda yaşamıştır. İkincisi ise M.Ö. 604-561 yılları arasında
yaşamış, Kudüs’ü işgal edip yahudileri Bâbil esaretine düşürmüş (M.Ö. 586-587)
bir diğer Bâbil kralıdır. Dolayısıyla Katâde’nin rivâyetinde sözü edilen
Buhtunnasr veya Arapça olarak Buhtunnassar ikinci şahıs olmalıdır.
Fakat Hz. İsa’dan önce hıristiyanlar
bulunmadığına göre hıristiyan Rumlar’dan bahsedilmesi nasıl açıklanabilir? Bu
nedenle Muhammed Abduh ve Dr. Subhi Salih, Vâhidî ve Taberî’yi
eleştirmektedirler. Her ne kadar Vâhidî tarihçi olmaması sebebiyle tarih
bilgisi eksikliği kabul edilebilirse de Taberî’nin aynı hataya düşmesi ne ile
izah edilebilir, demektedirler.
YORUM ZENGİNLİĞİNE ENGEL OLMASI
Kur’ân-ı Kerîm, içinde bulunan
lâfızların manâlarını bilmek istemelerinin insanların fıtrî bir gereksinmesi
olduğunu dikkate alır. Bu nedenle de onları âyetleri üzerinde tefekküre,
tezekküre, tedebbüre davet eder. O, insanların karşısına duygu ve düşüncelerine
uygun düsen, inanç ve eylemlerine cevap veren ve kafalarını kurcalayan büyük
meselelere tam bir çözüm getiren, kendine has bir cazibe ile çıkmıştır. Bu
gerçek, Kur’ân-ı Kerîm’in yorum zenginliğine tanıdığı imkânları gösterir.
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri yorum
zenginliğini şu şekillerde engeller:
1.
Her âyete nüzul sebebi arama çabaları,
2.
Âyetin manâ bakımından birçok veçhesi olabilir diye düşünmek varken, nüzul
sebebi ile sınırlı kalma ihtimali,
3.
Âyetin sebeb-i nüzulündeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalmak.
Örnek: Hemen her müfessir Tevbe
sûresi 75. âyetinin nüzul sebebi olarak zikredilen Sa’lebe b. Hâtıb kıssasını
değerlendirmiş ve eserlerinde nakletmişlerdir. Onların bu Kur’ân âyetini sadece
anılan olayın sınırları içerisinde ele almış olmaları tabiî olarak yorum
zenginliği açısından bir eksikliktir.
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok mümeyyiz
sıfatından biri evrenselliktir. Kur’ân-ı Kerîm, ferde ve topluma, bütün insan
sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde, insan hayatının bütününe
maddî olduğu kadar manevî bir hidayet rehberi olduğunu söyler. Her insan,
Kur’ân’da kendisiyle ilgili olan bilgiyi bulur ve eylemlerini mükemmele
yönlendirebilir. Bunun böyle olduğunu ispat için M. Hamidullah şunları söyler:
“Kur’ân-ı Kerîm’in kanun olarak, birkaç mazlumdan ibaret ilk İslâm cemaatini
de, Atlantik’ten Pasifik’e kadar veya hemen hemen o büyüklükteki tek muazzam
imparatorluğa hükmettiği zamandaki cemaati de tatmin ettiğini hatırlatmak
kâfidir.
Örnek: Nahl 24-30 ayetler: “Ve
onlara: Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman dediler ki: Evvelkilerin
efsanelerini. Ve ittika edenlere: “Rabbiniz ne indirdi?” denildi de dediler ki:
Hayr’ı.” Bu örnekten de anlaşıldığı gibi bu âyetlere sebeb-i nüzul aramak
evrensel boyutu gölgelemek olur. Âyette anlatılan olgu ne ise ona aynen veya
bazı özellikleri ile uyan bütün suretler onun manâ sınırları içindedir.
KONUNUN İSTİSMAR EDİLMESİ
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında
esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin değerlendirilmesi sırasında istismara tevessül
edilebildiği bir vakıadır. İstismardan murad olunan ise esbâb-ı nüzul
rivâyetlerini eserlerinde çokça nakleden;
a.
tarihçiler,
b.
rivâyet tefsiri yazarları,
a. Şahısların Ebedîleştirilmesi
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin bir
kısmı âyet veya âyetlerin nüzul sebebi olarak şahısları hedef gösterir. “Falan
şahıs hakkında nazil olmuştur” kaydıyla kaynaklarda nakledilen rivâyetler,
1.
hadîs metodolojisi açısından kritiğe tâbi tutulmadıkça,
2.
nüzul ortamına ait veya tefsir için sebeb-i nüzul değerlendirmesi olup olmadığı
tasnif sonucu anlaşılmadıkça, dikkatler fani kişiler üzerinde toplanacaktır. Bunun
sonucu ise, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında görüş açısının daralması demektir.
Örnek: Suyûtî, Leyl 17-18.
âyetlerinin Hz. Ebû Bekir hakkında nâzil olduğunu, hatta ona has bulunduğunu
söyler. Ona göre bir âyetin lafzı umum ifade ediyorsa, kim hakkında nâzil
olursa olsun, umum ifadesi bakîdir. Fakat muayyen bir kişi hakkında nâzil olup
da manâsı umum ifade etmiyorsa o halde indiği kişi hakkında husus ifade eder.
b. Mezhep Hareketlerine Etkisi
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasına yani
muhtevasını prensiplerini akl-ı selîm ile idrak etmeye engel olan bir diğer şey
mezhep taassubudur. Çünkü bu tavır sahipleri mezhebi fikirlerini Kur’an-ı
Kerim’e haml etme çabası içerisinde olurlar. Mezhep taassubu zihniyeti,
Kur’ân’ı anlamadaki bu tavırlarının oluşmasında esbâb-ı nüzul rivayetlerini de
kullanmıştır. Mezhep mutaassıpları,
a.
Esbâb-ı nüzul ilmine vâkıf olmamaları,
b.
Rivâyetleri kasdi olarak tahrif etmeleri,
ve genel olarak Kur’ân’ın anlaşılmasında yukarıda
anlatılan zihniyette olmaları sebepleriyle tefsirlerinde yanlış hükümler
vermişlerdir. Örnek: İmâmiye şiası âlimlerinden Ebû Ali et-Tabresî,
Mecmaul-Beyû Li Ulûmi’l-Kur’ân adlı eserinde Mâide sûresi 55. âyetinin Hz. Ali
hakkında nazil olduğunu söylemekte ve senediyle birlikte uzun bir haber nakletmektedir.
Bu haberin bir bölümüne göre Hz. Peygamber, Hz. Musa’nın Taha suresi 25-32.
âyetlerindeki duasını eder. Bunun üzerine Kasas 35. âyeti nazil olur. Sonra Hz.
Peygamber, Cenâb-ı Hak’tan Hz. Ali’nin kendisine yardımcı ve sırtını
kuvvetlendirici olarak verilmesini niyaz eder. Bunun üzerine Maide sûresinin
55. âyeti nâzil olur. Tabresî haberin sonunda Mâide sûresinin bu âyetinin Hz.
Ali’nin velayetine delâlet ettiğini ileri sürmektedir. O, anılan sebeb-i nüzul
rivayetini de görüşünü desteklemekte hüccet olarak kullanmaktadır.
ESBÂB-I NÜZULE OLAN İHTİYACIN
SINIRLARINI BELİRLEYEN İLKELER
a. Genel İlkeler
1.
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir.
2.
Esbâb-ı nüzulü bilmeden de Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak mümkündür.
a.
Kur’ân-ı Kerîm’i bütünlüğü içinde okuyarak,
b.
zahirinden gücümüzün yettiğini anlamaya gayret ederek çözümü
b. Özel İlkeler
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında
esbâb-ı nüzule ihtiyacın sınırlarını esas belirleyecek olan bu ilkelerdir.
1.
Arap dilinde kelâmın anlaşılması, birçok unsurun bir arada veya tek tek
düşünülmesine bağlı bulunmaktadır. Hitap eden, hitap edilen ve hitabın
durumuna, keyfiyetine (niteliğine) veya hepsinin birden mütalaa edilmesine göre
kelâmın anlamı farklılık göstermektedir. Meselâ istifham tek lâfızdır. Ama bu
tek lâfız birçok manâ taşıyor olabilir: Takrir (beyân etme) ve tevbîh (kınama,
azarlama) gibi. Ve mesela emir lâfzı, ibâha (serbest bırakma, mubah hale
getirme), tehdit veya taciz (kaçındırma) için olmuş olabilir. Bu nedenle
istifham lâfzı veya emir lâfzı ile murat olunan manânın bilinmesi haricî
karinelerin bilinmesi ile mümkündür
2.
Zahir olan nassın mücmel nass olarak anlaşılması ise ihtilafların 7 doğmasına
sebep olmuştur. Bu olgu üzerine düşünen Hz. Ömer kendi kendisine şu soruyu
yöneltmiştir. “Peygamberi tek, kıblesi aynı olan bu ümmet nasıl olur da ihtilaf
eder?” O bu soruyu İbn-i Abbas’a da sormuştur: İbn-i Abbas’ın cevabı şöyledir
“Ey müminlerin emiri, biz öyle bir toplumuz ki Kur’ân bize inzâl olundu; biz de
onu öylece okuduk (öğrendik). Kur’ân’ın ne için, hangi konuda, ne sebeple inzâl
olunduğunu biliyorduk. Ancak bizden sonra öyle toplumlar gelecek ki Kur’ân’ı
okuyacaklar, ama hangi konuda ve ne sebeple indiğini bilmeyecekler. O sebeple
herkesin bir re’yi olacak. Kur’ân âyetleri hususunda herkesin bir re’yi olunca
da ihtilafa düşecekler. İhtilafa düşünce de birbirleriyle çatışacaklardır.” Hz.
Ömer, Hz. İbn-i Abbas’ın bu cevabını pek beğenmez ve bunu da ona söy1er. Ama
sonradan üzerinde düşünür ve İbn-i Abbas’m ne demek istediğini anlar. Onu
çağırtarak bu açıklamasını anladığım ve takdirle karşıladığını söyler.
3.
Bu ilke önceki iki ilkeyi kapsayan bir niteliktedir. Buna göre: Kur’ân-ı
Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzule ihtiyacı ilk planda Kur’ân
belirlemelidir. Kur’ân-ı Kerîm’i okuyan veya dinleyen kimse bu eylemi sırasında
âyet ve âyetlerde bulunan üstü kapalı bir ifade (ima, telmih) hakkında manâyı
yakalamak için bir bekleyişe, arayışa giriyorsa o zaman sebeb-i nüzulü
nakletmeye, olayı ayrıntılarıyla anlatmaya ihtiyaç var demektir.
Örnek: Ömer had cezası uygulanmasını emretti. Adam
bunun üzerine: “Bana niçin had cezası veriyorsun? Aramızda Allah’ın kitabı
(hakem olarak) var.” deyince Hz. Ömer sordu: “Allah’ın hangi âyeti sana had
cezası tatbik etmemi engelliyor?” Adam: “Cenâb-ı Hakk Kitabında; “İman edip
amel-i sâlih işleyenler bundan böyle sakındıkları ve güzel işlere devam
ettikleri, sonra takva ve imanlarında sebat ettikleri, daha sonra da takva ile
beraber ihsanda bulundukları takdirde, önceden tattıklarında kendilerine bir
günah yoktur. Allah, muhsinleri sever.” buyuruyor. İşte ben de iman edip amel-i
sâlih işleyen, sonra takva sahibi olan ve iman eden, daha sonra da takva ile
beraber ihsanda bulunan biriyim. Allah Teala da muhsinleri sever. Ben
Rasûlullah’ın yanında Bedr’i, Uhud’u, Hendek’ı ve birçok meşâhidi yaşadım.”
dedi. Bunun üzerine Ömer (yanında bulunan sahabîlere yönelerek): “Onun bu
söylediklerine cevap vermeyecek misiniz?” demesi üzerine İbn-i Abbas dedi ki:
“Bu âyetler (içkinin haram kılınmasından önce) vefat edenler için mazeret,
münafıklar aleyhine hüccet olarak indirilmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hakk: “Ey iman
edenler, sarhoş eden içki, kumar, putlar, kısmet çekilen zarlar hep şeytanın
işinden, pis birer şeydir. Ondan kaçınız ki felâha (kurtuluşa, saadete)
eresiniz.” buyurmaktadır. Allah Teâlâ içki içmeyi yasaklamıştır.” Hz. Ömer: “Ne
güzel söyledin! Şimdi görüşünüz nedir?” diye sordu. Hz. Ali dedi ki: “Bir kimse
içki içtiğinde sarhoş olur. Sarhoş olunca saçma sapan sözler eder. Saçmalamaya
başlayınca iftira eder. İftira eden kimseye de seksen değnek vurulur.” Bunun
üzerine Ömer hükmünü verdi ve adama seksen değnek had cezası tatbik olundu .
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri hadîs
usûlü açısından nasıl ele alınmalıdır sorusunun cevabı şöyle olabilir:
a.
Esbâb-ı nüzul rivâyetleri, rivâyet tefsirine ait olmak bakımından bu tefsirin
zaaf noktalarını taşır.
b.
Rivâyet tefsirinde uydurma haberlerin çokluğu söz konusu ise bu esbâb-ı nüzul
rivâyetleri için de geçerlidir. Hadîs usûlünün kriterleri ciddiyetle
uygulandığında sağlam isnatlı haberlerle, zayıf ve uydurma olanları birbirinden
ayrılacaktır.
c.
Birçok esbâb-ı nüzul rivâyetinin senetsiz veya kesintili senetle nakledilmiş
olması üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Hadîs usûlünde bu kabil
haberlerin hükmü incelenmiştir. Bu konuda hadîs usûlünden yararlanmak ve
esbâb-ı nüzul rivâyetlerini bu açıdan da kritiğe tâbi tutmak gerekir.
d.
Çeşitli sapık mezheplere mensup kimselerin, kendi görüş ve kanaatlerine mesnet
teşkil etmek üzere vaz’ ettikleri sözleri hadîs ismi altında ileri sürmüş
olmaları rivâyet tefsirinde bir vakıadır. Bu olgunun esbâb-ı nüzul için de
mevcuttur. Hadîs usûlünde sahîh hadîslerle, merdud-mevzû haberlerin temel
özellikleri ve nitelikleri oldukça kesin hatlarla tespit edilmiştir. Bu
kriterlerden yararlanarak esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ayıklamak icab eder.
e.
Bir rivâyetin sebep ifade etmede nass olabilmesi ve nüzul ortamına ait
olabilmesi için musned-merfû olması lazımdır.
f.
Sahabenin esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri sebep ifade etmede nass olmayan
rivâyetlerdir. Bu kabil haberlerin hükmünün “mevkûf’ olduğu bilinmelidir.
g.
Tâbiûnun esbâb-ı nüzul değerlendirmeleri aynen sahabeninkiler gibi sebep ifade
etmede nass değildirler. Bu kabil haberlerin hükmünün ise “mürsel” olduğu
bilinmelidir.
h.
Metin tenkidi yapılmalıdır. Metin isnadın kendisinde son bulduğu kısmıdır.
Hadîs’in, haberin aslını oluşturur. Dolayısıyla metnin nakledilmesine vasıta
olan senedin tenkidi yapılır ve metnin tenkidi yapılmazsa rivâyetin
değerlendirilmesi, eleştirisi eksik kalacaktır. Çünkü hadîsçiler sened
tenkidine (haricî tenkid) ne kadar önem vermişlerse metin tenkidine de (dahilî
tenkid) o kadar önem vermişlerdir. Onlar, Kur’ân’a, meşhur Sünnet’e, tarihî
gerçeklere aykırı düşen, te’lif imkânı olmayan birçok hadîsi reddetmişlerdir.
Bir hadîsin te’vile imkân vermeyecek şekilde akla, hisse ve müşahedeye ters
düşmesini mevzu hadisin emaresi olarak görmüşlerdir.
RİVAYETLERİ TASNİF ETME
Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri,
a.
Bu rivayetler âyet veya âyetlerin gerçek nüzul sebebi olan kıssaları, nüzul
asrında ve nüzul ortamında meydana gelmiş hâdiseleri ihtiva ederler. Sahabînin
re’y ve içtihadı söz konusu değildir.
b.
Sened ve metin bakımından sıhhat şartlarını taşıyan musned-merfû hadîslerdir.
c.
Rivâyet sıygaları sebep ifade etmede nass olan sıygalardandır.
d.
Burada önemli bir husus da, rivâyetleri muayyen kişiler veya olaylar sebebiyle
nâzil olan âyet veya âyetlerden söz etse bile, aslolanın “umum” olduğunu
unutmamaktır.
Tefsir İçin Olan Esbâb-ı Nüzul
Rivâyetleri
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması
amacıyla yapılmış nüzul sebebi değerlendirmeleridir. Bunlar nüzul asımda ve
ortamında cereyan etmiş olsa bile sonucunda âyetin inmesine sebep olmuş
hâdiseler değildirler. Tefsir için olan esbâb-ı nüzul rivâyetlerini
incelendiğinde üç grup değerlendirme görülecektir:
1.
Hz. Peygamber’in yaptığı sebeb-i nüzul değerlendirmesi.
2.
Sahabe ve tâbiûnun yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri.
3.
Müfessirlerin (âlimlerin) yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri.
Mütekaddimûn, tefsir için olan
esbâb-ı nüzul rivâyetlerini ihtimal ifade eder üslûpta kaydetmişlerken,
müteahhirûn bu rivâyetleri sebep ifade etmede nass olan rivâyet kesinliğinde
anlamış ve kaydetmişlerdir. Dolayısıyla bir âyet için birçok nüzul sebebi
zikretmişler; bu da bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Bu noktada esbâb-ı nüzul
rivâyetlerinin rivâyet sıygaları son derece önemlidir. Sebep ifade etmede nass
olmayan rivâyet kalıplan sebep ifade etmede ihtimal belirtirler. Bu da bu
kalıplarla yapılan esbâb-ı nüzul değerlendirmelerinin tefsir için olduğu
anlamım belirtir. Bu sebeple esbâb-ı nüzul rivâyetlerini yeniden
değerlendirirken yapılacak tasnifte rivâyetlerin sıygalarına gösterilecek
dikkat birçok problemi çözecektir.
Görüldüğü üzere her iki tür esbâb-ı
nüzulün amacı aynı noktada, Kur’ân’ın anlaşılması noktasında birleşmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması meselesinde birini diğerine tercih etmekten çok
iki türün ayrı ayrı özelliklerini iyice bilip değerlendirmek lazımdır.
KUR’ÂN-I KERİMİN BÜTÜNLÜĞÜNÜN
DİKKATE ALINMASI
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında
esbâb-ı nüzulün rolü açısından Kur’ân’ın bütünlüğü kavramına bakıldığında
sadece bir vecih ön plana çıkmaktadır: “Bütün olarak Kur’ân-ı Kerîm”. Bu vecih
diğer veçheleri de kapsayan, bir niteliğe sahiptir. Yani Kur’ân’ın bütünlüğü
kavramının en geniş olan veçhesi budur. Kavrama dahil olan bütün veçhelere
şâmildir. Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik manâda varlık kazanır. O
halde “bütün olarak Kur’ân-ı Kerîm” kavramı, Kur’ân’ın tüm özelliklerini,
yanlarını ve bütünlüğüne ait veçheleri ve bunlar arasındaki ilişkileri
kucaklayan, kendisinin hususî, mu’cîz vahiy mahsulü karakterini belirleyen
tastamamlık, kendi iç kesinliği ve bunların tümünün oluşturduğu bir sistem
anlamındadır.
1.
Allah-insan-evren hakkındaki Kur’anî kavramların idrak edilmesi,
2.
Kur’ân’daki kelimelerin, Kur’ânî cümlelerin, âyetler ve sûrelerin manâ
çerçeveleri, kazandıkları yeni manâların kavranması, hep Kur’ân’ın bütünü
içinde mümkün olmaktadır
esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin Kur’ân’ın bütünlüğü
çerçevesinde değerlendirilmesi konusu ile esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tasnifi
konusu birlikte düşünülmelidir. Böylece Kur’ân’ın nüzul ortamına ait rivâyetler
ile sahabe ve tâbiûnun tefsir için yaptıkları sebeb-i nüzul değerlendirmeleri
Kur’ân’ın anlaşılması çabalarında tam yerlerini bulmuş olacaktır. Her âyete bir
nüzul sebebi arama gibi hatalara düşülmeyecektir.
Müfessirlerin bir âyet için birçok
nüzul sebebi zikretmeleri, filan şahıs hakkında nâzil olmuştur gibi ibareleri
bütünlük çerçevesinde anlamak gerekir. Aksi halde Kur’ân-ı Kerîm’in
anlaşılmasında esbâb-ı nüzulden doğan mevcut problemler devam edecektir.
Kur’ân-ı Kerîm’in üslûbu kavranırsa bütünlüğü de dikkate alınırsa müfessirlerin
bu tavırları sağlıklı değerlendirilebilir.
En’âm sûresi 82. Âyeti nâzil
olduğunda sahabîler bu âyeti tek başına anlamaya, âyetteki “Zulm “
sözcüğünü kavramaya çalıştılar ve dediler ki: “İçimizde nefsine zulmetmeyen kim
var?” Bu anlayışlarını Hz. Peygamber’e arz ettiler. Rasûlullah “âyetleri tek
başlarına ele almanın zaman zaman kişileri Kur’ân’ın zihniyetine uygun düşmeyen
sonuçlara vardıracağını, dolayısıyla ifadeleri, Kur’ân’ın bütünlüğüne arz etmenin
gerekli olduğunu, Ashab’ının şahsında bütün Kur’ân araştırıcılarına öğreten” şu
cevabı verdi: Zannettiğiniz gibi değil, buradaki zulüm Lokman’ın oğluna
dediğidir: Evladım Allah’a şirk (ortak, eş) koşma. Çünkü şirk elbette büyük
zulümdür.’’ Bu misalde de görüldüğü gibi esbâb-ı nüzul rivâyetleri ile Kur’ân-ı
Kerîm’in bütünlüğü arasında sıkı bir ilişki vardır.
Kıssadaki soru âyetin nüzul
sebebidir. Hadîs sahihtir. Hâdise nüzul ortamında cereyan etmiştir. Rivâyetin
sıygası sebep ifade etmede nass olan türdendir. Dolayısıyla Kur’ân’ın bütünlüğü
kavramı çerçevesinde esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin nasıl
değerlendirilebileceğine gayet çarpıcı bir misaldir.
SİYAK-SİBAK’IN GÖZ ÖNÜNDE
BULUNDURULMASI
“Sosyal Bağlam (social context): Bir
sosyal olgu veya ilişkiyi ortaya çıkaran, çevreleyen ya da biçimlendiren değer
ve koşullardır. Kontekst (bağlam) coherence anlamında anlaşılırsa Latince
“cahaerentia: cohaerare=... ile bağlı olmak” demektir. Eski Türkçe insicâm
sözcüğü ile karşılanır. Kavram olarak: “Bir düşüncenin, bir yapıtın, bir
öğretinin bölümleri arasındaki çelişmeye yer vermeyen bağlantı” anlamına gelir.
Bağlam olgusuna Kur’ân-ı Kerîm’in
bütünlüğü içerisinde bakıldığında siyâk-sibak gerçeği görülür. Çünkü “bağlam”
olgusu mantıkî bir gerçekliktir. Burada söz konusu edilmesi gereken, anlaşma
araçlarının tümü olarak “dil”in insan topluluğundaki etkilerini nasıl
gerçekleştirdiği sorusudur.
a.
ifade şekli ve tarzı,
b.
sözün gelişi, başı ve sonu ile uygunluğu,
c.
tutarlılığı,
d.
sözlerin uygun bir şekilde birbirini takip etmesi,
Kur’ân-ı Kerîm’in doğrudan veya bir
sebebe mebni olarak parça parça inişi sonrasında kazandığı tertib, onun
siyâk-sibak’ının nasıl oluştuğunu gösterir. Bu mu’ciz kelâm üzerinde düşünen
nüzul ortamında yaşamış Araplar şu iki hususa elbette dikkat etmiş olmalılar:
1.
Kur’ânî cümleler arasındaki siyâk-sibak’a (bağlam’a) dair özne beraberliğine;
cümlelerin biri haber cümlesi ise diğerinin de haber veya biri inşâ cümlesiyse
diğerinin de inşâ cümlesi olması.
2.
ilâve olarak bunlar arasındaki aklî, hayalî, hissî veya vehmî bir birleştirme
yönünün bulunması.
Sahih plan bütün esbâb-ı nüzul
rivâyetleri, nüzul sebebi olarak zikredilen sebep haricindeki benzer olaylara
uygulanabilir. Çünkü sebeb-i nüzulle oluşan olgu ve sosyal bağlam, Kur’ân’ın
bütünlüğü meselesinde de temas edildiği üzere insanî örnek oluşturan, insan
hayatının doğal bir kesitini yansıtan ve zaman-mekân unsurlarının ötesinde
mütalâa edilmelidir. Böylece Kur’ân’ın bütünlüğü ve ona dahil olan siyâk-sibak
kolaylıkla görülecektir. Bu tarz bir bakış açısından yoksun olunduğunda bazı
esbâb-ı nüzul rivâyetlerini sağlıklı değerlendirmek kâbil olmaz. İfadeleri,
siyâk-sibak çerçevesinde anlamanın önemini ve bu çerçeve ile ilgisi bulunmayan
esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tutarsızlığını göstermesi bakımından Sa’lebe
kıssası bir örnektir. Sa’lebe kıssasını tefsirlerinde naklederek bu âyetleri
yorumlayan birçok müfessir siyâk-sibakı maalesef ihmal etmişler ve yanlış
anlamaya düşmüşlerdir. Halbuki bağlam çerçevesi-Kur’ân’ın anlaşılmasındaki
yerine özen gösterilse idi Tevbe sûresinin bu ayetlerini doğru anlayacaklardı.
Çünkü âyetlerin siyâk-sibakı münafıklardan bahsetmektedir. Dolayısıyla sûrenin
75’inci âyetine bu bağlamda bir yaklaşımla Allah’a ahdini bozan, va’dinin hilafına
hareket eden ve bu eylemlerinin sonunda da kalplerine nifakın yerleştiği insan
karakterinden bahsedildiği görülecektir. O halde Tevbe sûresinin bu âyetlerinin
bağlamı münafık insan tipine ait birtakım sıfatlardır. Verilmek istenen mesaj
belli bir şahsın kınanması değil evrensel bir karakterin sıfatlarını sayarak
mü’minleri bunlardan sakınmaya çağırmaktır. Bir diğer ifade ile söz konusu
âyetlerin konteksti Kur’ân’ın, münafıklarla ilgili zihniyetinin bir cephesini
ele almaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında
esbâb-ı nüzul rivâyetlerini değerlendirirken âyetlerin siyâk-sibakına mutlaka
bakılmalıdır. Âyetlerin bağlamı ile mütenasip olmayan rivâyetlere, yukarıdaki
örnekte olduğu gibi, itibar etmemekte yarar olduğu açıktır.
Nass-siyâk-sibak-rivâyet uyumu kesinlikle göz ardı edilmemelidir.
ESBÂB-I NÜZUL VE TARİHİLİK KAVRAMI
Kur’ân-ı Kerîm insana hidayet
rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihîlik bağlanımda temel
karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü insan her zaman, geçmişe mal
olacak bir “şimdi”nin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak, kendini
sürdürmeye, aynı zamanda, bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini,
kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır. Bir başka deyişle,
insan, tarihî bir varlıktır ve bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir.
Esbâb-ı nüzul-tarihîlik münâsebetine
bu noktada insanın tarihî bir varlık oluşu bakımından yaklaşmak zarureti
doğmaktadır. Çünkü insanın yapıp-etmeleri “şimdi” içinde olup bitmez, onlar
zamanın boyutlarına yayılmışlardır. Zamanın boyutları ise uzayıp giden boyutlar
değil, yapıp-etmelerle, onların ürünleriyle, olaylarla doludur. “Bu, insanın
zamanın boyutları arasında bir bağ kurmasını, onları birbirine bağlamasını
gerektirir. Bu da ancak bilen bir varlığın işi olabilir. Bunun içindir ki,
insan tarihî bir varlıktır. Eğer insan hayvan gibi yalnızca “şimdi” içinde
yaşasaydı, o zaman insanın yapıp-etmeleri arasında bir süreklilik söz konusu
olmayacaktı.
Tarihîlik kavramı Felsefe Terimleri
Sözlüğü’nde şöyle tanımlanmaktadır:
“Tarihsellik [Alm.
Geschichtlichkeit] [Fr. historicite] [Es. t. tarihîlik]:
1.
Tarihsel olanın varlık biçimi.
2.
Zamana bağlılık, gelip geçicilik.
3.
Tarihsel koşulluluk, tarihe bağlı olma. (Ör. Tinin, törenin tarihselliği.)
4.
Bir şeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu. (Or. isa’nın
tarih-selliği.
SA’LEBE KISSASI
Sa'lebe kıssası sîre, ricâl ve tarih
kitaplarında farklı tarîklerle ve hicrî 9. yıl hâdiseleri arasında rivayet
edilmektedir. Ulemânın kıssa üzerine yaptıkları değerlendirmeler incelediğinde
iki husus ortaya çıkmaktadır:
a.
Sa'lebe'nin vasıfları,
b.
Hâdisenin sıhhat derecesi.
c.
Sa'lebe'nin vasıfları üzerine sîre, ricâl ve tarih kaynaklarında şunlar
söylenmektedir:
d.
Sa'lebe, Benî Umeyye b. Zeyd'e mensuptur. Yani Evsli olan ensârdandır.
e.
Bedir ehlindendir.
f.
Uhud ehlindendir. Belâzûrî, bu konuda birbiriyle çelişik haber kaydetmektedir.
Bunların ilkine Sa'lebe kardeşi ilee birlikte Uhud Harbi’nden kaçmıştır.
Diğerine göre Uhud'da öldürülen Ensâr'dan biridir.
g.
Mescid-i Dırâr kuranlardandır. Aynca Sa'lebe'nin bu mescidi tamir ettiği de
nakledilmektedir.
h.
Tebûk Gazvesi'ne katılan münafıklardandır.
Sîre, ricâl ve tarih kitaplarında
Sa'lebe kıssasının sıhhat derecesi üzerine söylenenleri ise üç grupta mütalaa
edilebilir:
a.
Sa'lebe kıssasının sıhhatine kâil olanlar veya bunu îmâ edenler. Bu alimlere
göre Tevbe Suresi 75. Ayeti Sa’lebe hakkında nazil olmuştur. Çünkü o Cenab-ı
Hakk’a ahdedip de ahdinden dönen biridir.
b.
Nüzul asrında böyle bir hâdise cereyan etmiştir. Ancak kıssanın kahramanı başka
bir şahıstır.
c.
Kıssanın sıhhatinden şüphe edenler ve bu yönde fikir beyan edenler.
İbn-i Hişâm her ne kadar Sa'lebe'yi
münafıklardan göstermiş ise de Sa'lebe hakkındaki kanaati bu yönde değildir.
İbn-i Sa'd'ın Sa'lebe'nin, Bedir ve
Uhud ehlinden olduğunu söylemekle yetinmesi de onun kıssanın sıhhatinden şüphe
ettiğinin delili olarak anlaşılmalıdır. Çünkü İbn-i Sa'd cerh ilminde söz
sahibi ve bu ilmin kurallarını tatbik etmekte taviz vermeyen bir âlimdi.
Dolayısıyla cerh ilminde söz sahibi bir âlimin üzerinde tereddüt edilen Sa'lebe
kıssası konusunda söz söylememiş olması tabiî bir tavırdır.
İbnu'l-Esîr de Sa'lebe kıssasının
doğru olup olmadığına dikkat çeken âlimlerdendir. Ona göre bu kıssa doğru
değildir. Çünkü hicretin 3. yılında cereyan eden bir harpte ölen bir kimsenin
hicretin 9. yılında cereyan eden bir hâdisenin kahramanı olması mümkün
değildir.
Zehebî, Sa'lebe kıssasını
"munker hadîs" olarak değerlendirmektedir.
İbn-i Hacer, Hz. Peygamber'in
Sa'lebe'nin zekâtını kabul etmeden vefat etmiş olmasını, Hz. Ebûbekir ile Hz.
Ömer'in de onun gibi davranmalarını makûl görmemekte ve haber sahih değildir,
demektedir. Ona göre haber sahih olsa bile üzerinde bir tereddüt vardır.
HADİS KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI
İlk devirde tefsir, hadis ilmi
çerçevesinde mütalaa edildiği için, Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı,
tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. El-Halimî bu mesele üzerinde
iki izahla çıkış yolu bulduğunu düşünmektedir:
1.
Sa'lebe'nin zekât toplama memurunu eli boş çevirmesi kalbine nifak konulmasına
sebep olmuştur. Hz. Peygamber'in huzurunda başına toprak saçarak pişmanlık
göstermesi zekâtın zorla alınma cezasına uğratılacağı korkusundandı. Ayrıca
zekâtı almayanın Hz. Peygamber olduğunu ispatlamak istiyordu. Ama Cenâb-ı Hakk,
Peygamberine onun nifakını bildirdi. Halifeler ise, Hz. Peygamber'e muhalefet
etmeleri için bir sebep olmadığından, O'na uydular.
2.
Sa'lebe'nin çok mal arzusu münafıklığının muhtemel sebebidir. Hz. Peygamber
kendisini uyardığı halde bu yoldan dönmemiştir. O, Hz. Peygamber'in huzurunda
zengin olursa hak sahibinin hakkını vermeye ahdetmiş, ama zengin olunca da
münafıklığını göstermiş ve zekâtını vermemiştir.
Muhaddislerden bazıları da Sa'lebe
kıssasını, hadîs ve senedi hakkında mülahazalarını da ifade ederek rivâyet
etmişlerdir. Beyhakî, hocası el-Halîmî ile aynı rivayetleri naklettikten sonra
Sa'lebe kıssası hakkında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: "Bu, tefsir ehli
arasında bir “meşhur hadis''tir. Zayıf senedlerle mevsuf olarak rivâyet
edilmiştir.
TEFSİR KİTAPLARINDA SALEBE KISSASI
Hâfız es-Sahâvî ona bu noktada şu
tenkidi yöneltmektedir: "İbnu'l-Cevzî, vaaz, nasihat ve buna benzer
konulardaki eserlerinde, mevzu veya ona yakın hadîsler nakletmiştir."
el-Uceylî ise tefsirinde diğer müfessirlerde görülmeyen bir üslûpla kanaatini
açıkça belirtmiştir. Ona göre Sa'lebe başlangıçta iyi bir Müslüman ise de
sonradan münafık olmuştur.
Müfessirlerin bir kısmı da Sa'lebe
kıssasının sıhhatine şüphe ile bakmışlardır. Bunlardan biri İbn-i Cerîr
et-Taberî'dir. Onun tefsir metodu, âyet hakkında Hz. Peygamber'den, sahibeden
ve tâbiûndan her ne rivâyet edilmişse bunları öncelikle nakletmek, sonra da
bunlar arasında muhakeme yaparak bu farklı yorumlardan tercih ettiğini
belirtmek şeklinde özetlenebilir. Taberî, bu metodunu Sa'lebe kıssasına da
tatbik etmiş ve Tevbe 75. âyetinin nüzul sebebi olarak rivâyet ettiği haberleri
üç grupta değerlendirmiştir. Taberî, Sa'lebe kıssası ve Tevbe 75. âyetini şu
şekilde değerlendirmektedir: “Bu âyette, Cenâb-ı Hakk tarafından nifâk ehlinin
alâmetleri ortaya konulmuştur.”
Sa'lebe kıssasının sıhhati hakkında
şüphe duyan ve bunu tartışan bir müfessir de Fahreddin er-Râzî'dir. O, Sa'lebe
kıssasını kendi tefsir metodu üzere ele almaktadır. Râzî'ye göre de Tevbe 75.
âyetinin sebeb-i nüzulü olarak meşhur olan Sa'lebe kıssasıdır. O, Sa'lebe
kıssasını naklettikten sonra bu hâdisede aklına takılan ve zihnini meşgul eden
sorulara cevaplar aramaktadır. Daha sonra, âyetin zahirinin, Allah Teâlâ'ya
zengin olduklarında mallarının hakkını, yani zekâtını vereceklerini vaad eden
ama zengin olunca da bu ahdini yerine getirmeyen münafıklara delâlet ettiğini
söylemektedir. Ardından bu yorumu üzerine bazı sorular ortaya atmakta ve
cevaplamaktadır. Râzî, Sa'lebe kıssasını ve kahramanının kıssada sergilemiş
olduğu münafık tavırlarını söz konusu etmemektedir. Râzî, Sa'lebe kıssasını
müfessirler arasında meşhur bir haber olarak değerlendirmiş ve bu sebeple de
nakletmiş; Tevbe 75. ayeti anlamasını ise bu hâdise üzerine bina etmemiştir.
ESBÂB-I NÜZUL'E YENİ BİR YAKLAŞIM
IŞIĞINDA SA'LEBE KISSASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
İlk olarak Sa'lebe kıssası
rivâyetleri hadis usûlü açısından tenkid edilmelidir. Zikredildiği üzere bu
hadisin senedi zayıftır. O halde, tefsir tarihinin en mühim tefsirlerinde böyle
bir rivâyet nasıl olmuş da nakl edilegelmiştir? Bunun sebebini Zâhid-i
Kevserî'nin el-Makâlat'ında, müfessirler hakkındaki şu sözlerinde bulmak
mümkündür: "Müfessirlerin birçoğunun fayda umarak birçok rivayeti
kaydettiklerini görürsün. Onlar, Yahudi ve diğerlerinden tevarüs edilen kendi
zamanlarının bilgilerini, Kurân-ı Kerîm'in haberlerinin bazı yönlerini
açıklamak için, bu haberlerin getirdiği problemleri kendilerinden sonra gelecek
tenkidçilere bırakarak nakletmişlerdir. Kurân-ı Kerîm'in mücmel bırakılmış bazı
mânalarının izahında birçok faydaların bulunması ihtimali sebebiyle bu
malûmatın kendilerinden sonra gelecek olanlara ulaşmasını çok arzu etmişlerdir.
Müslümanlar nazarında bu rivayetlerin sıhhatine itikad olunan ve iyice
incelenmemizin bütün illetleri ile hüccet olarak alınan birer gerçeklik
olmasını amaç edinmemişlerdir”.
Süleyman b. Abdilkaviyy et-Tûfi’ye
göre müfessirler, kendilerinden sonrakileri bu haberleri kabul etmekle mesul
tutmamışlardır. Cem etmeye muktedir oldukları şeyin kaybolup yitmesinden
korkarak ve bu haberlerin tenkidini, iyice incelenmesini kendilerinden
sonrakilere bırakarak her şeyi yazıya aktarmışlardır.
Hafız ibn-i Hacer'in
Lisânu'l-Mîzân'da söyledikleri konuya daha da açıklık getirecektir: "ilk
muhaddisler mevzû hadisleri rivâyet etmede senedi zikretmeye çok önem
veriyorlar, ona güveniyorlardı. İnanıyorlardı ki, hadisi, senedi ile
naklettikleri zaman sorumluluklarından kurtulacaklar ve hadisin durumunu,
senedini incelemeye yüklemiş olacaklardı.
Ibnu's-Salâh da müsned
müelliflerinin rivayetleri cem etmede ilkelerinin bu olduğunu söylemektedir.
İlk muhaddisler, müfessirler ve tarihçiler de bu ilkeyi benimsemişlerdir. Kendi
alanlarıyla ilgili ne kadar rivâyet varsa, senedi sahih olsun olmasın veya
batıl isnadını bilerek rivâyet etmişlerdir. Senedi zikretmiş olmakla
mesuliyetten ve muaheze edilmekten kurtulacaklarını ümit etmişlerdir.
Şah Veliyyullah ed-Dihlevi eserinde
hadis kitaplarını birkaç tabakaya ayırarak incelemiştir. Tasnifinin dördüncü
tabakasını oluşturan kitaplarının ortak özelliği, müelliflerinin bu ilmi
bilmeyenlerden oluşmasıdır. Bu musannifler kendilerinden önceki tabakada
bulunmayanları asırlar sonra toplamaya niyet etmişlerdir. Dihlevî, onların
tavırlarından şöyle bahseder:
1.
Kur'ân veya sahîh hadisin mânası dahilinde olan bir hususu, sâlihler
topluluğunun -rivayetin muhtevasındaki incelikleri bilmeksizin- mâna ile
rivâyet etmeleridir. Böylece mânaları merfû hadîs kılmış olurlar.
2.
Kur'ân veya Sünnet'in işaretinden anlaşılan bir mânayı kasten tek başına
müstakil bir hadîs kılıverirler.
Şah Veliyullah'ın oğlu Abdulazîz
Dihlevî ise bu rivayetlerin hicrî birinci asırda bilinmediğini, sonradan ortaya
çıktığını söylemektedir. Ona göre Selef âlimlerinin bu haberleri nakl
etmelerinin iki sebebi vardır:
1.
Bu haberlerin rivâyetleriyle ilgilenmelerine imkân verecek bir sebep (bu
haberlerin asıllarını) bulamamışlardır.
2.
Veya rivâyetlerin asıllarını bulmuşlar, ancak bunlarla haberlerin terk
edilmesine sebep olan bir illet görmüşlerdir.
Abdulfettâh Ebû Gudde el-Leknevî;
tefsir rivâyetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerin birçoğu ilmî
yeterliliklerine, salâh ve takvâ ehli oluşlarına rağmen zayıf, garîb, münker ve
İsrâilî birçok hadîs rivâyet etmişlerdir. Hatta mevzû hadîs dahi naklettikleri
vâkidir. O halde alimlerin bir tefsir haberini eserlerinde rivâyet etmiş olmaları
o rivâyetin sıhhatine delil teşkil etmemelidir, demektedir.
İbn-i Teymiyye, ehl-i ilmin bu ilke
üzerinde ittifak ettiklerim söylemektedir.
Tefsir rivâyetlerini eserlerinde
nakleden âlimlerden bir kısmı, senedleri hazfedilmiş rivâyetleri çok kullanmışlardır.
Mesela ez-Zemahşerî'nin el-Keşşâfı, el-Beydâvî'nin Envâru't-Tenzî’li,
Ebu's-Suud'un İrşâdu'l-Akli's-Se-lîm ilâ Mezâyâ'l-Kurân’ıl-Kerim'i bunlar
arasındadır. Bunun sebebi, bu eserlerin müelliflerinin hadis ilmi alanında
tefsir ve Kurân ilimlerinde olduğu kadar mütehassıs olmamalarıdır. Bu sebeple
bu kabil tefsirlerde nakledilen rivâyetlere, hadis kaynaklarına ve tahrîc
kitaplarına müracaat edilmeden itimad edilmemelidir.
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerini senedsiz
nakleden bu takvâ ve salâh ehli âlimler, bu tavırları ile bazı problemlerin
ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.
Hadis mecmualarının tefsir
bablarında ve tefsir kitaplarında bir âyetin sebeb-i nüzulü olarak birçok
rivâyet görmek mümkündür. Bu rivâyetlerin aynı hâdiseyi şahıslar ve mekân,
bazen de zaman itibariyle farklı bir şekilde naklettikleri görülmektedir. Bu
durum esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde ihtilaf olarak adlandırılır. Sa'lebe kıssası
da buna bir örnek teşkil etmektedir. Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinde ihtilaf
edilmesi iki temel sebepte toplanabilir:
1.
Her âyete sebeb-i nüzul arayanların tatumları sonucu İsrâilî haberler ve
uydurma rivâyetler, esbâb-ı nüzul alanına dahil edilmiştir. Oysa bu rivayetler
Kurân'ı anlamada vazgeçilmez nakiller olarak ele alınmalıdır.
2.
Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin tasnif edilmesi de ihtilafa sebep olmaktadır.
Şayet esbâb-ı nüzul rivâyetleri; tefsir için olan esbâb-ı nüzul
değerlendirmeleri olarak tasnif edilmezse nüzul ortamında cereyan etmemiş veya
etse bile nüzule sebep olmamış bir hâdise o döneme mal edilebilmektedir.
Sahâbenin, tâbiûnun kendi re'y ve içthadları ile yaptıkları bir sebeb-i nüzul
değerlendirmesi, nüzul asrında olmuş gibi kabul edilmektedir.
Sa'lebe kıssası, rivâyet
kalıplarının da gösterdiği üzere ikinci tür esbâb-ı nüzul rivâyetlerindendir.
Yani bu kıssada nakledilen olay nüzul ortamında cereyan etmemiştir veya etmişse
bile âyetin nüzulüne sebep olmamıştır.
Tarih İlminden Faydalanılmalıdır
Taberî, Sa'lebe kıssasını, dokuzuncu
hicrî yıl hâdiseleri arasında ve "zekâtın farz kılındığı sene, Sa'lebe
hakkında nazil olmuştur" diyerek nakletmektedir.
Hz. Peygamber hicretin 9. yılında
İslâm Devletinin malî idaresiyle ilgili köklü reformlara girişmiştir. "O
ana kadar bu İslâm ülkesinde resmen "vergiler" mevzu bahis değildi.
Müslümanlar "sadaka" vermek ve "Allah yolunda mal ve paralarını
sarfetmek" hususunda teşvik edilmekteydiler. Tabiatıyla halk, sadakalarını
en iyi bir şekilde istediği gibi sarfetmesi için Hz. Peygamber'e getirip teslim
ediyordu. Bazı gayri müslim bölgeler "haraç" ödüyorlardı. Ancak bu
nevî ödemeler, buhran ve sıkıntı zamanlarında toplumun ihtiyaçlarını tam olarak
karşılayamamaktaydı. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir Müslüman elçi Bizans
topraklarında katledilmiş ve bunu cezalandırmak üzere Hz. Peygamber 3.000
kişilik bir savaşçı kuvveti yola çıkarmış ancak bunlar, Mu'te'de
karşılaştıkları düşman kuvvetler kendilerinden otuz üç misli fazla sayıda
olduğundan zâyiat vererek geri dönmüştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber, 30.000
kişilik bir ordu toplayıp Tebûk seferine çıkmıştı.. İşte bu şart ve durum
içinde bulunuluyordu ki eski günlerin "sadaka"sı artık
müesseseleştirilmiştir: Toprak mahsulleri, ticarî emtia ve sermaye, ithalat,
ihracat, hayvan sürüleri, madenler vs. diğer çeşitli mal ve emtia üzerine
asgarî ödeme nisbetleri tayin edilmiş malî mükellefiyetler konmuş, yıllık
ödemeler için bir tahsilat zamanı tesbit edilmiş, tahsilata karşı gelenler
devlet kuvveti kullanılarak yola getirillmişlerdir. Buna rağmen bu malî
fedâkârlıkların yerine getirilmesi, bir zühd ve takvâ meselesi olmaya devam
ediyor ve dinin bir unsuru mahiyetini muhafaza ediyordu. Bununla beraber o
şimdi bir "Devlet Vergisi" haline inkılâp etmişti. Eski terimler olan
"Zekât" ve "Sadaka" adları yine kullanılıyor ve fakat şimdi
buna bir "müeyyide", "Devlet cebri" bulunuyordu. Artık
bunlar, sarfetmek mecburiyetinde bulunan kimselerin gönül ve takdirlerine,
şahsî hesaplarına bırakılmış sadece dinî-malî mükellefiyetlerden değildi."
Hamidullah'ın bu izahlar
çerçevesinde Sa'lebe kıssasına bakıldığında; Sa'lebe'nin bu eyleminin bir
müeyyidesi olması ve kendine "devlet cebri"nin uygulanmış bulunması
gerekmektedir. Ancak böyle olmadığım kıssanın seyrinden anlaşılmaktadır. Buradan
da anlaşılıyor ki tarihî hakikatler Sa'lebe kıssasının gerçekliğini tasdik
etmemektedir .
Kur'ânî Bütünlük ve Siyak-Sibak
Bağlamında Değerlendirilmelidir
Tevbe sûresinin 75. ayetini
"bütün olarak Kur'ân kavramı" ve siyak-sibak bağlanımda mütalaa
edildiğinde âyet-i kerime şu şekilde anlaşılmaktadır;
1.
Allah Teâlâ'ya ahd edip de ahdini bozan,
2.
Vaadinin hilafına hareket eden,
3.
Bu eyleminin sonucunda kalplerine nifâkın yerleştiği kişiler (yani insanlar)
karakterize edilmektedir.
4.
Kurân-ı Kerîm, insana, âyetlerindeki hakikatleri belli bir kişi veya anlayışa
hasretmeden, yani şahısları ebedîleştirmeden, herkes için geçerli evrensel
mesaj nokta-i nazarından ilâhî ufuk'u yakalama imkânı sunmaktadır.
SONUÇ
İslâm kültür tarihinde esbâb-ı nüzul
rivâyetleri Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılması sürecinde ve çabalarında izlenen bir
yol olmuştur. Ancak bu yolda kullanılan metodun, ilkeleriyle birlikte ortaya
konulmadığı da bir gerçektir. Usûl açısından vâki olan bu eksiklik, esbâb-ı
nüzul rivâyetleri, genel olarak da tefsir rivâyetleri üzerinde tereddütlerin
zuhuruna sebep olmuştur.
Tefsir rivâyetlerini eserlerinde nakleden müfessirlerden birçoğu ilmî
yeterliliklerine, salâh ve takvâ ehli oluşlarına rağmen zayıf, garîb, münker ve
İsrailî birçok hadis zikretmişlerdir. Hatta mevzû hadis naklettikleri vâkidir.
Esbâb-ı nüzul tefsir rivayetleri bilgisayar teknolojisinin imkânlarından
yararlanarak toplanması gerekmektedir.
Rahma Younes
No:15912760
Kur’an ve Bağlam
Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı
Nüzul’un Rolü, Sa’lebe Kıssası, Esbab-ı Nüzul’e Yeni Bir Yaklaşım – Traihsellik
ve Esbab’ı Nüzul
Müellif: Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu
Şule Yayınları, 2. Baskı
ESER ÖZETİ
Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu’nun müellifi olduğu “Kur’an
ve Bağlam” adlı eser Kur’an’ı Kerim’in Anlaşılması ve gerçek maksatının idrakine
yönelik bir arayışla kaleme alınmış önemli bir çalışmadır. Esbab-ı Nüzul,
Kur’an’ın anlaşılmasına dair yürütülen ilmi çalışmalarda en temel metodolojiyi
sunmaktayken, başta sahabiler, tabiiler ve tebe-i tabiiler olmak üzere İslam
alimleri de bu metodolojiden yararlanmışlardır. Dolayısıyla tefsir ilminde
Esbab-ı nüzul açık bir şekilde önemli bir yer teşkil etmektedir. Serinsu’nun
kaleme almış olduğu ilgili eserde bu kavrayışla yazılmıştır. “Kur’an ve Bağlam”
birbirini tamamlayan üç ayrı çalışmadan oluşmaktadır. Bu çalışmalardan ilkini teşkil eden bölüm;
Kuran’ın anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’un Rolü’ne değinmekte ve “Kur’an ilimleri”
ve “esbab-ı nüzul” kavramları tanımlanmakta, Esbab-ı Nuzul’un ilmi bağlama
işaret eden yeni bir yaklaşım ortaya konulmaktadır. Ancak eser akademik bir
doktora tezinin kitaplaştırılmış hali olduğundan, yazar çalışmasına araştırmanın
Konusu ve Önemi, Amacı ve Metodu’nu açıklayarak başlamıştır. Sahabeden delil
getirerek “Kur’ân’ın anlaşılmasında en emin yol esbâb-ı nüzuldür”
nakliyle çalışmanın öneminin okuyuculara aktarmaktadır.
Akademik ve İslami ilimlere ait gereksinimler dikkate
alınarak kaleme alınmış olan eser, Esbab-ı Nüzul’un Rolü, Sa’lebe Kıssası,
Esbab-ı Nüzul’e Yeni Bir Yaklaşım – Traihsellik ve Esbab’ı Nüzul adlı
başlıklardan oluşmaktadır. İlk başlıkta temel olarak Kur’an ayetlerinin esbab-ı
nüzulunu yani iniş sebeplerini irdeleyip, Kur’anın anlaşılmasında meseleye
ilişkin temel kavramlar tanımlanmış ve tarihsel bağlamlarıyla ele alınarak yerlerine
oturtulmuştur. Yazar bunun ardından; Kur’ân ilimleri
kavramının doğuşu ve gelişimini ele alıp, bu ilimler içerisinde esbâb-ı nüzul
ilmi üzerinde özellikle durmaktadır. Sonrasında esbâb-ı nüzul ilmi diğer veçheleriyle
konu edinilmiştir. Birinci kısımda temelde “bir vâkıa olarak esbâb-ı nüzul
nedir?” sorusuna cevap aranmıştır. İkinci kısımda ise Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması
çabalarında esbâb-ı nüzul olgusunun oluşturduğu çerçeveye değinilmiştir. Kur’an İlimleri ve Esbabı
Nüzul İlmi, Kuran ilimlerinin doğuşu ve gelişimi, Kuran ilimleri ve Tefsir
ilimleri kavramları, Kuran ilimleri arasında Esbabı Nüzul ilimlerinin yeri,
Esbabı Nüzul ilminin tanımı, Doğuşu ve Gelişimi, İlgili Eserler, Rivayetler,
Hadis usulleri açından değerlendirme ve Tasnifler başlıkları altında eser kendi
anlatımını sınıflandırmıştır. Müellif Esbab-ı nüzul yeni bir yaklaşımla ele almaya
çalışmış ve farklı bağlamlar ortaya koyarak, günümüzde cevap arayan bazı suallere
yeni bir yanıt verme çabasına girmiştir. Esbabı nüzul ’den hangi temel ilkeler
ve usuller yoluyla gerçek anlamda yararlanılabilir sorusu sorulmuş ve örneklerle
okuyucuya aktarılma gayreti içerisinde olunmuştur.
2.
Kitap: Sa’lebe Kıssası:
Kur’an ve Bağlam adlı eseri oluşturan ikinci kitap
Sa’lebe Kıssası örneğinden yola çıkılarak Kur’an’ın anlaşılmasında Esbab-ı
Nüzul’e yeni bir yaklaşım getirilmeye çalışılmıştır. Yazar öncelikle neden
böyle bir ihtiyacın tezahür ettiğini anlatmakta ardından da Tevbe süresi 75. Ayetin
nüzul sebebi olarak değerlendirilen Sa’lebe kıssası, rivayet farklılıkları
üzerinde durulmadan aşağıdaki şekilde aktarılmıştır:
Sa’lebe efendimizin
huzuruna gelmiş:
-‘’Ya Resul Allah, Allah’a
dua et de bana çok mal versin’’ demiş.
- Hz. Peygamber de :
-Ya Sa’lebe ,hakkını eda
ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır’’ diyerek cevap vermiş.
Sa’lebe dileğini tekrarlamış ve demiş ki:
-Seni Hakk ile gönderene
yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını
veririm.
Bunun üzerine Efendimiz dua
etmiş, o da bir davar edinmiş. Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar
gelmeye başlamış. Bir vadiye yerleşmiş ve böylece cemaate devam etmekten ve
hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış. Bunun üzerine Hz. Peygamber sual buyuruş,
denilmiş ki :
-Malı çoğaldı, vadi almaz
oldu.
Hz.
Peygamber: -Vay Sa’lebe ’ye! buyurmuş ve sadakaları
toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara sadakalarını
vermişler. Ancak Sa’lebe ‘ye Hz. Peygamber’in farzlarını açıklayan
fermanını okuyup sadakayı istediklerinde :
‘’Bu cizyeler ne? Bu
cizyenin kardeşi ,hele siz gidin de düşüneyim’’ demiş. Tahsildarlar dönüp
Resulullah’a geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden iki kere vay Sa’lebe’
ye buyurmuş. İşte bu sebeple bu ayetler nazil olmuş. Sonra Sa’lebe sadakayı
alıp kendisi getirmiş, fakat Hz. Peygamber:
-Allah Teala beni senin
sadakanı kabulden men eyledi. diyerek kendisi hakkındaki hükmü açıklamış . O
zaman Sa’lebe başına toprak saçmağa başlamış, Hz. Peygamber de :
-Bu senin amelindir.
Emrettim itaat etmedin. şeklinde cevap buyurmuş. Sa’lebe, zekatını Hz.
Peygamber’in irtihalinden sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr’e, Hz. Ömer’e getirmiş
onlar da kabul etmemiş. Sa’lebe daha sonra Hz. Osman zamanında helak
olmuş.
Kıssas’ın aktarılmasının
ardından Sire, Rical ve Tarih kitaplarında ilgili kıssasın nasıl ele alındığı
aktarılmaktadır. Sonrasında ise Hadis ve Tefsir kitaplarında meselenin nasıl
ele alındığına değinilmektedir. Tüm bu karşılaştırmalı literatür taramasının
ardından Sa’lebe kıssasının rivayetlerinin hadis usulü tarafından tenkit edilmesi
gerektiği, rivayetlerinin tasnif edilmesinin önemi, tarih ilminden faydalanılması
gerektiği ve Kur’ani bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirmeye tabi
tutulmasının önemi aktarılmıştır. Sonuçta ilgili kısastan yola çıkarak Esbab-ı
Nüzul rivayetlerinin Kuran’ın anlaşılmasında çok önemli bir yer teşkil
edilmesine rağmen gerekli ilkelerin ve metotların tam olarak takip edilmediği
gerçeğine ulaşmıştır. Dolayısıyla yazar bu bağlamda Esbab-ı nüzul
rivayetlerinin değerlendirilmesinde yeni bir usul ortaya konması gerektiğini
ifade etmektedir.
3. Kitap Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul
başlığını işlemektedir.
Yazar son eserde Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul
başlığını işlemekteyken meseleyi ele almadan önce kavram karmaşasının
yaşandığı bir çağda yaşadığımızın idrakiyle bir girizgâh yaparak kavramları
doğru bir şekilde kavramanın önemine değinmiştir. Kavramların gerçek
manalarını, bağlamlarını ve sınırlarını bilip yerli yerine oturtmak bu bağlamda
önem arz etmekte olduğunu ortaya koymuştur. Tarihsellik kavramı da benzer
şekilde anlam kargaşasının içine sürüklendiği gerçeğiyle, eserde tarihsellik
kavramının, doğuşu ve gelişimini ortaya koyarak kavramdan kendi kültürümüz de
yararlanma yoluna nasıl gidilebilir irdelenmiştir. Tarihsellik kavramının
doğuşu ve gelişimi, kullanım çerçevesi ve alanları aktarılmaya çalışılmıştır.
Ancak eser Kur’an-ı Kerim’in tarih ve tarihi bilimi
alanındaki ilkelerine dair bir girizgah da yapmaktadır. Yazar insana hidayet
rehberi olmayı temel gayesi gören Kur’an’ın tarih ve tarihilik bağlamında temel
karakteristiğini de ortaya koyduğunu düşünmektedir. Ayetlerde olgularla
birlikte olayların anlatılması geçmişi ve yaşanılan zamanı bir bütün halde
değerlendirdiğinin alameti olarak tanımlamıştır. Esbab-ı Nüzul’ın tarihilik
münasebetinde İnsanın tarihi bir varlık oluşu ele alınmak zorunda olduğunu
ifade etmektedir. Tarihsellik nihayetinde bir kavram olarak, tarihi
oluşturan insanın tarih ile ilgili yaşam tecrübesinden elde ettiği bilgiler olarak
tanımlanabilir. Tarihsellik esasında insanın varlığıyla beraber ortaya çıkan
imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, hayata geçirdiği bir vakıa ile
tarihle ilgilidir. Kur’an, insan ve tabiat arasında bir ilişkiye işaret eder.
Birbirinden ayrı tutmaz. Her ikisi de fıtratlarına uygun hareketi vahiyden
alır. Kur’an’ın ana muhatabı
insan oluşu ve onu doğru yola iletme ana gaye edinmesi, tarih ve
tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Bu
sebeple Kur’an, geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün
halinde ele alır. Bunu da hemen hemen her sürede ele alır. İnsanın tarihsel bir
varlık olduğunu bunun da insanın varlık koşullarından biri
bulunduğunu belirtir.
Kitab’ın Esbab-ı
nüzul-tarihsellik kavram ilişkisinde ulaştığı sonuçta vurgulanması gerekenin
Kur’an’ın yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hidayet rehberi olduğu
zikredilmiştir. Öteki kültürlere ait
kavramlar kullanılırken, kavramların tarihleri, içerikleri, kullanıcının dünya görüşü
göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılmasının elzemiyeti aktarılmaktadır.
Kavramları kullanan ilim adamları ve entelektüellerin kullanılan kavramların
hangi manada kullanıldıkları kesinlikle belirtilmelidir.
"KUR'AN VE BAĞLAM"
Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu tarafından hazırlanan "Kur'an ve Bağlam" isimli çalışma üç kitabın bir araya getirilmesinden oluşmuştur. İlk kitap: "Kur'an'ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul'ün Rolü", ikinci kitap: "Sa'lebe Kıssası - Esbab-ı Nüzul'e yeni Bir Yaklaşım", Üçüncüsü ise: "Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul" adlarını taşımaktadır. Birinci kitap yazarın doktora tezi olup, ikinci kitap ise onu tamamlayan ve somutlaştıran bir çalışma mahiyetindedir.
Birinci kitap giriş, üç ana bölüm ve sonuçtan oluşmuştur. Giriş bölümünde; araştırmanın konusu, önemi, amacı ve metodu aktarılmıştır. Birinci bölüm "Kur'an İlimleri ve Esbab-ı Nüzul" başlığını taşımaktadır. Bu bölümde esbab-ı nüzulün vakıasını tespit etme, mahiyetini ortaya koyma adına; Kur'an ilimleri hakkında genel bilgiler, Kur'an ilimleri arasında esbab-ı nüzulün yeri ve önemi, esbab-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesi, esbab-ı nüzulle ilgili bir takım meseleler (teaddüt, teahhur ve umum-husus meseleleri) ve esbab-ı nüzulle ilgili disiplinler (hikmet-i teşrîiyye, mübhematü'l-Kur'an ve tenasüp-insicam ilimleri) ele alınmıştır. İlk bölümde sadece esbab-ı nüzulün ne olduğu üzerinde durulurken, "Kur'an-ı Kerim'in Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul Rivayetlerinin Değerlendirilmesinin Sonuçları" başlığını taşıyan ikinci bölümde ise esbab-ı nüzul ilminin tenkidi yapılmıştır. Bu bölümde; Kur'an'ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzulün yetersiz kalma sebepleri ile esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlar (yorum zenginliğine engel olması, Kur'an'ın evrenselliğini önlemesi ve şahısların ebedileşmesi) değerlendirilmiştir. İkinci bölümde hali hazırdaki esbab-ı nüzul anlayışının yetersizliği ortaya çıkınca, üçüncü bölümde Esbab-ı nüzul için yeni bir yaklaşım ve bunun ilkeleri ortaya konulmuştur. Bu bölümde; esbab-ı nüzul rivayetleri aktüel bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmiş, esbab-ı nüzulün doğru değerlendirilmesi için Kur'an'ın bütünlüğünün ve ayetlerin sıyak-sıbakının önemi üzerinde durulmuş, son olarak esbab-ı nüzul ve tarihilik kavramı ele alınmıştır.
Sa'lebe kıssası üzerinden esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşımın ortaya konulduğu ikinci kitabın giriş bölümüne esbab-ı nüzulün tanımı ile başlanmıştır. Kur'an'ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım ihtiyacı ve araştırmanın amacı değerlendirilerek giriş tamamlanmıştır. Daha sonra beş alt bölüm altında; Sa'lebe hadisinin siyer, rical ve tarih kitapları ile hadis ve tefsir kitaplarında nasıl ele alındığı serdedilmiş, son olarak esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım ışığında Sa'lebe kıssası yeniden değerlendirilmiştir.
"Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul" başlığını taşıyan üçüncü kitap; giriş, iki alt bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş bölümünde tarihsellik problemi hakkında genel bir açıklama ile araştırmanın amacı ve metodu ele alınmıştır. İlk alt bölümde tarihsellik kavramının doğuşu ve gelişimi ile kullanım çerçevesi ve alanları işlenmiştir. Diğer alt bölümde ise tarihsellik ve esbab-ı nüzul arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. Eser; "Kur'an'ı Kerim'in nüzul sırasına göre tertip edilmesi teklifine edebi eleştiri" ile "Esbab-ı nüzulün anlamı nedir?" isimleri taşıyan iki ek ile tamamlanmıştır.
Bu çalışmadan elde ettiğimiz kazanımları kısaca şöyle özetleyebiliriz: Kur'an'ı Kerim'i anlamak isteyenler, diğer Kur'an ilimleri gibi esbab-ı nüzul ilminden de yararlanmayı önemli bir ilke addetmişlerdir. Bu ilim Kur'an'ın soyut bir düşünce biçimi değil, hayatın içinden çıkmış bir hidayet rehberi olduğunun delilidir. Ancak ortaya çıkan bazı problemler, bu ilmin yüklendiği işlevin araştırılması ve yeni bir yaklaşımla ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Esbab-ı nüzul rivayetlerinin ayetleri anlamada bir perspektif verdiği muhakkaktır. Fakat aynı zamanda -doğru değerlendirilmediğinde- ayetlerin muhtemel manaları ve kapsamları üzerinde kısıtlayıcı bir etki yaptığı, Kur'an'ın evrenselliğine halel getirdiği de unutulmamalıdır. Zira bilinmelidir ki: sebebin hususi olması, mananın umumi olmasını engellemez.
Bu konuda şimdiye kadar yapılan çalışmalar, esbab-ı nüzul hakkında daha önceki malumatı nakletmek ve esbab-ı nüzulü bilmenin faydalarını sıralamakla yetinmişlerdir. Bunlardan farklı olarak bu araştırma, esbab-ı nüzulün ne olduğunu ortaya koyduktan sonra, bu malzemenin Kur'an'ın anlaşılmasında ne kadar etkili olduğunu tartışmıştır. Çünkü esbab-ı nüzul rivayetlerini hadis usulü açısından tenkide tabi tutmadan, bu rivayetleri tasnif etmeden ve rivayet kalıplarını göz önünde bulundurmadan Kur'an'ın anlaşılmasında bazı problemlerin ortaya çıkacağını vakıa doğrulamaktadır. Bir başka ifadeyle Bu çalışma, Kur'an'ı anlama gayreti içerisindeki araştırmacının esbab-ı nüzulden nasıl faydalanacağı, rivayetleri hangi ilkeler doğrultusunda değerlendireceği hususunda kapsamlı bilgiler sunmaktadır. Burada sunulan yeni yaklaşım, kaynaklarımızdaki bol ama oldukça sistemsiz esbab-ı nüzul malumatının içinden rahatça çıkılabilmesi için önemlidir.
Elimizdeki kitapta önerilen yeni yöntem sadece nazari olarak ortaya konulmayıp, Sa'lebe kıssası üzerinden uygulamalı olarak da gösterilmiştir. Tövbe suresinin 75. Ayetinin nüzul sebebi olarak birçok kaynakta zikredilen Sa'lebe kıssası, hadis kıstasları açısından değerlendirildiğinde son derece tartışmalıdır. Ayrıca bu rivayet, ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları sadece bu olayın içerisine hapsetmiş, böylece Kur'an'ın yorum zenginliğini sınırlamıştır.
İthal ettiğimiz pek çok kavram gibi "tarihsellik" kavramının da sınırlarını belirleyememiş olmamız, bu kavram üzerindeki tartışmanın sonuçsuz kalmasına ve ciddi bir kavram kargaşasına sebep olmaktadır. Bu konudaki kavram kargaşası, tarihsel perspektifi kabul ettiğini söyleyenlerin ötekileştirilmesine kadar varmıştır. Bu sorunu çözme amacı taşıyan bu çalışmada, önce bir felsefe problemi olarak tarihsellik kavramının tarihi serüvenine, kullanım alanlarına ve anlam içeriklerine dair bilgiler sunulmuş, sonra da bu kavramı kendi kültürümüze nasıl mal edip içselleştireceğimiz ve nasıl kullanabileceğimiz -esbab-ı nüzul bağlamında- ele alınmıştır. Fakat burada bilinçli olarak Kur'an'ın tarihselliği konusuna girilmemiştir. Bu çalışmanın ilk bölümü nakil, ikinci bölümü ise yorum ve tahlil temellidir.
Ahmet sağlam
15952706
KURAN VE BAĞLAM KİTABININ KIRAAT
HÜLASASI
Kitapta genel olarak esbab-ı nüzulun
ne olduğu ve neyi ihtiva ettiği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Esbab-ı nüzul
rivayetlerinin geleneğimizde nasıl işlendiği ve Kuran’ı anlamada nasıl
kullanılması gerektiği gibi sorulara cevap aranmıştır.
İslam ilimlerinin kaynağı Kurandır. Peyderpey
inmiş olan Kuran’ı öğrenen ashab, anlayamadıkları yeri de Efendimize s.a.v
soruyorlardı. Öğrendiklerini yaşadıktan sonra başka ayetlere öyle geçiyorlardı.Tabiin
de sahabe gibi hal ve hareketleriyle ve de sözleri ile Kuran’ı tefsir etmeye
çalışmışlardır. Kurana yönelik ilk çalışmalar kuranın noktalanması esbabı
nuzul, mekki medeni ve nasih mensuh konularında olmuştur. Ulumul kuran ise
sistematik olarak hicri 8. Asırda vuku bulduğu görüşü kuvvetlidir. Ancak selef
alimlerinin de sistematik olmayan şekilde bu ilmi işlediği gözlemlenir. Ulumul kuran
ile ulumut tefsir arasında fark olmakla birlikte ilişki de vardır. Ulumul kuran
Kuranın bütün ilimleri ve çalışmaları ile alakalıyken ulumut tefsir sadece
Kuranın anlaşılması yöneliktir.
Esbab-ı nuzul birçok ilimle
münasebetlidir. Tarihi seyrinde onu bu münasebetlerinden soyutlamak mümkün
değildir. Ancak bütünlük içerisinde ele alınırsa doğru sonuçlara ulaşılabir.
Esbab-ı nüzul ancak sahih nakille
bilinir. Esbab-ı nüzulde ictihada ve fikir yürütmeye yer yoktur. Zihnimizde bir
tablo tasavvur ettiğimizde vahiy, ortam, Hz.peygamber ve sahabiler bu olguyu
oluşturduğunu düşünebiliriz.
Hadis usulü açısından esbabı nüzulun
değerlendirilmesi konusu sahabeden genel rivayetler müsned olarak geldiği gibi
mürsel olarak gelen rivayetler vardır. Bu açıdan ele alındığında esbabı nüzul
tasnif edilmiş ve tasnifinde ihtilafa düşülmüştür. Ayrıca esbabı nüzuş ile
ilgili problemli bazı meseleler vuku buldu. Bunlar tasnif sırasında taaddüt ve
taahhür meselesi ile sebebi nüzule bağlı olarak ayetin hasmı yoksa umum mu
ifade ettiği meseleleridir.
Kuranın evrensel mesajı gözetilmesi
yorum zenginliğine açık olduğu bilinip ilkesiz bir yaklaşımdan uzak durulması
gerekir. Bazı durumlarda esbabı nüzul yetersi kalabilir. Mesela senedlerin hazf
edilmiş veya senedte zayıf ravi bulunması gibi durumlarla karşılaşılabilir. Bu da
kuranın anlaşılmasında olumsuzluklara neden olur. Bu olumsuzlukların başında
ise kuranın yorum zenginliğine engel olunmasıdır.
Esbabı nüzule tamamen bağlı
kalınamayacağı gibi tamamen de uzak durulamaz. Her iki durumda Kuranın
anlaşılmasında ciddi problemler doğuracaktır. Bu nedenle esbabu nüzul
rivayetleri ilkeli bir şekilde değerlendirilmeye muhtactır. Bu değerlendirme de
kuranı kerimin bütünlüğünün ve siyak sibakın dikkate alınması gibi ilkeler göz
önünde tutulmalıdır.