Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)

Kur'an ve Bağlam    10.12.2016

Ö. No: 15912784         

Yüksek Lisans

Abdullah DOĞAN 

 

KUR’AN VE BAĞLAM

Esbâb-ı Nüzul ilmi Kur'ân-ı Kerîm’in soyut düşünce veya düşünce biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat hidayet rehberi olduğunun delilidir. Esbâb-ı Nüzul bilgisi Kur’ân-ı Kerîmin nüzul ortamının asli unsurudur ilk zamanlarda tefsir ilmi Esbab-ı Nüzulü bilmekten ibaret olduğu belirtilmiştir. Hz. Ali, İbn Mesut ve İbn Abbas gibi bazı sahabiler; Kur'an'dan inen her ayetin ne hakkında, kim hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerini söylemişlerdir. Onun için Esbâb-ı Nüzul hakkında tek kaynak sahabedir. Hocamız birinci bölümde Esbâb-ı Nüzul rivayetlerinde olgusal bir yaklaşımda bulunmuş, ikinci bölümde rivayetlerin olgusallığını eleştirmiş, son bölümde terkibi bir yaklaşımla Esbâb-ı Nüzul rivayetlerini nasıl kullanılmamız gerektiği ile ilgili sonuçları belirlemiştir.

Kur'an ilimlerinin kaynağı Kur'an-ı Kerim'dir. Hz. peygamber onu tebliğ ve tebyin etmekle görevlendirilmiştir. Hz. peygamber ve sahabe Ulumu’l Kur'an’a vakfı idiler. Sahabe ve Tabiin bu ilimleri amel etmekle birlikte öğreniyorlardı. Hicri birinci asırdan itibaren Kur'an ilimlerini öncelikle musafın çoğaltılması ile kıraat ilmi ve resmü’l Kur'an ilmi önceliklidir. Kur'an’ın lugavi yönden ele alınması Ebu’l Esved Ed-Düeli (69/688) ile Kur’an'ın noktalanması, harekelenmesi başlamıştır. Böylece i’rabu’l Kur'an ilmi doğmuş oldu. Ayrıca Kur'an ilimlerinin ilklerinden, mekki- medeni, nasih- mensuh ve garibul Kur'an’ı sayabiliriz. Tedvin dönemi ile bunlar kitaplaşmıştır. Zerkeşi, el- Burhan fi ulumi’l Kur'an isimli eserinde 74 Kur'an ilmini ele almış, incelemiştir.

 Kur'an ilimleri kavramı hicri 2. asırda müstakil eserler halinde görmekteyiz. Çünkü bu ilimler sahabeden tâbiuna sözlü(müşafehe) ve nakil yoluyla aktarılmıştır. Ulumi’l Kur'an kavramının günümüzdeki kullanım şekli Zerkeşi (794/1391) sayesinde vuku bulmuştur.

Kur'an ilimleri konusu her yönüyle Kur’ân-ı Kerîm olan, Kur’ân’la ilgili veya Kur’ân’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur'an'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır.

Tefsir ilmi Kur'ân I Kerîm'in sözcüklerini, anlamlarını Kur’ân’la ilgili ilimleri gereğince araştıran bir ilimdir. Tefsir ilmi ile meşgul olan Kur'an ilimlerinden yararlanmak zorundadır. Zekeşi bunu üç noktada toplar.

1.    Kitabulah'ı anlamak

2.    Kitabulah'ın manalarını açıklamak

3.    Kitabulah'ın hükümlerini tespit edip çıkarmak

  Kur'an ilimleri arasında Esbâb-ı Nüzul ilmini Dihlevi en zorları arasında saymıştır. Esbâb-ı Nüzul semadan gelen vahy-i ilahinin yeryüzünde istikbal ediliş çerçevesidir. Vahyin geldiği ortamdır. Prof. Dr. Suat Yıldırım şöyle tarif ediyor. “Bir veya daha fazla ayetin tazammun etmek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden hadiseye denir.” Şatibi ise Esbâb-ı Nüzul bilgisine:” muktezayı hale bilmektir “demiştir.

Sahabeden gelen Esbâb-ı Nüzul rivayetleri hadis ilminde merfu hükmündedir. Tabiun da Esbâb-ı Nüzul rivayetlerini nakletmişlerdir. Bunlara da mürsel denir. Sahabenin tesir rivayetleri rey ve içtihada imkan olmayan alana Sebeb-i Nüzul,eğer rey ve içtihat varsa gramer belagat şer-i hüküm bilgisi denir. Esbâb-ı Nüzul rivayetlerinin kalıpları vardır. Ayrıca bu rivayetlerin tasnifi de yapılmıştır. Örneğin vürudu itibariyle tasnif etmek gibi... Esbâb-ı Nüzul ile ilgili meselelerden, örneğin taaddüt meselesi, rivayetler arasında te’lif edemeyen veya tercih edecek sebep bulamayan âlimler bunun ayetleri için taaddüt ettiği tezini ileri sürerler.

Birçok nüzul sebebi ile bir ayet nazil olmuş ise buna sebebin taaddüdü, tam tersine birkaç ayet tek sebep için inmişse buna nüzulün taaddüdü denir. Hükmün veya nuzülün taahhürü meselesi, bu konuda bir iki misal verecek olursak; zekât Medine'de farz olduğu halde Allah Teâla zekatı Mekke'de ima ile zikretmiştir. Medine'de abdest hakkındaki ayete icma vardır. Hâlbuki abdestin farz oluşu Mekke'de vuku bulmuştur.

 

Esbâb-ı Nüzul’e yeni bir yaklaşımla değerlendirilmesi, Kur’an'ın anlamlandırılması (tefsiri) noktasında hocamızın yaptığı tespitlere katılmamak mümkün değil. Elimizdeki Kur'an Ve Bağlam kitabının bize yön gösteren, yolumuzu aydınlatan bir deniz feneri gibi olduğunu düşünüyorum. Bu eser Esbâb-ı Nüzul’ün Kur’an'ı bütünsel olarak anlamadaki önemini gözler önüne seriyor. Hocamız bizlere üzerinde çalışmamız gereken bazı hedef ve projeleri tavsiye ediyor. Ansiklopedik çalışmalar, rivayetleri yeni bir yaklaşımla tasnifi, hadis metodolojisi kriterleri ile tefsir rivayetlerinin elden geçirilmesi hedefleri diyebiliriz.

SA’LEBE KISSASI

Esbab-ı Nüzul’e Yeni Bir Yaklaşım

Tefsir rivayetlerinde, esbab-ı nüzul  rivayetleride dâhil ilmi yeterlilikleride olması rağmen müfessirlerimiz zayıf, garib, münker ve israiliyatı içeren bir çok hadis rivayet etmişlerdir. Şöyle diyebiliriz kültür hazinemiz olması cihetiyle  ulaşan her haberi kabul etmekle kendilerini sorumlu tutmuşlardır. Onlar senedi zikretmekle kurtulacaklarını zannediyorlardı . İmam Ahmet bin Hanbel senedi olmayan rivayete itibar edilmemeli diyerek “şu üç şeyin aslı yoktur: Melahim, Megazi ve tefsirin” diyerek durumu tesbit etmiştir. Esbab-ı Nüzul yeni bir uslub belirlenmeli derken hocamız bunu bize Sa’lebe kıssası ile ortaya koymuştur. Tevbe 9/75. âyetin anlaşılması adına sebebi  nüzul olarak zikredilen  Sa’lebe b. Hatıb’tir. Tevbe 75. Âyeti meali ; “ Yine onlardan kimi de Allah’a: Eğer bize lutfünden ihsan ederse muhakkak tasaddukta  bulunuruz.  Ve muhakkak salih kimselerden oluruz diye söz vermişlerdi.” Kıssa özetle şöyle: Sa’lebe Rasulullah’ın huzuruna gelmiş: “Ya Rasulallah,  Allah’a dua et de bana çok mal versin” demiş. Hz. Peygamber de Ya Sa’lebe, hakkını eda ettiğin az mal çoktan hayırlıdır” diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini yinelemiş. Demiş ki: seni hak ile gönderen Allah’a  yemin ederim ki muhakkak bana çok verirse her hak sahibine hakkını veririm. Bunun üzere Rasulullah dua buyurmuş. O da bir davar edinmiş, Derken çoğalmış Medine vadisi dar gelmeye başlamış. Derken bir vadiye yerleşmiş namazlara gitmemeye başlamış derken cumaya gitmez olmuş. Hz, Peygamber sual buyurmuş, demişler ki malı çoğaldı, vadi almaz oldu. O sebeble namazlara gelmiyor. Hz. Peygamber;  Vay Sa’lebe’ye! buyurmuş ve sadakaları toplamak üzere gönderdiği  iki tahsildara, Bu cizyeler ne? İstediğiniz cizyenin kardeşi diyerek zekâtları vermemiştir. İki tahsildar durumdan haberdar edince  Hz. Peygamber iki defa Vay Sa’lebe’ye! buyurmuştur. Bu olay üzerine bu âyetler nazil olmuş. Sonra Sa’lebe  sadakayı getirmiş. Hz. Peygamber: Hz Allah  beni senin sadakanı almaktan men etti. Diyerek hükmünü açıklamış.  O zaman Sa’lebe başına  toprak saçmağa başlamış. Hz. Peygamber de “ Bu senin amelindir. Emrettim itaat etmedin. Şeklinde cevab vermiştir.

Sa’lebe, Hz.Peygamberin irtihalinden sonra Hz. Ebu Bekir’e  getirmiş o da Allahın rasulünden kıskandığın bir oğlağı almam demiş, ondan sonra Hz. Ömer’de aynısını yapmış taki Hz. Osman döneminde helak olmuştur.

İbn Esir, Bu rivayetteki şahıs başkadır diyor. İbn Hacer iki tane Sa’lebe var diyor. İbn Esiri gerekçesi ne bu kıssa doğru değildir diyor, çünkü H.3.yılında cerayan eden bir harpte ölen kimsenin H. 9. Yılda olan bir olayın kahramanı nasıl olabilir demiştir. İbn Hacer. Hz. Peygamberin Salebenin zekâtını kabul etmemesini, Ebu bekr ve Ömer’in de kabul etmemeleri ile ilgili haberleri sahih değildir demektedir. İbn Hazm meseleye hadis usul tekniği açısından konuya yaklaşmış; Bu âyetin kişi hakkında ne bir delil ne de bir nas vardır diyerek  bu Sa’lebe hakkındaki rivayet sahih değildir diyor.

Sa’lebe kıssası, sebeb-i nüzul rivayet kalıplarının ikinci türü diyebileceğimiz bir tarzdadır.Sonuç olarak bu kıssadan yola çıkarsak yeni yaklaşım için: a- Hadis usulü açısından tenkid olmalıdır. b- Rivayetler tasnif edilmelidir. C- Tarih ilminden yararlanılmalıdır. D- Kur’an i bütünlük ve siyak- sibak bağlamında geğerlendirilmelidir.

TARİHSELLİK

                Tarihsellik; insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkân ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ile ilgilidir. Dolayısıyla filozoflar, tarih üzerine zihinsel faliyette bulunurken, insanın reel olarak yaşadığı tarih üzerine tasarımlarından bir fikri, bir ideyi, bir bilgiyi dilsel bir simge olarak tarihsellik kelimesiyle ifade etmişlerdir.

              Esbab-ı nüzul, Kur'an-ı insan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp etmelerdir. Dolayısıyla her mekân -zaman'da benzeri insani yapıp etmelerle temelde benzerlik gösterir. Aslolan bu tarihsel yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine yönelik ilkeleri tesbit edebilmektir. Bundan daha önemlisi bunları eylem haline getirebilmektir.

               Konfüçyüs'e sordular: “Bir memleketi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu ?” Konfüçyüs şöyle cevap verdi: “Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım.” Ve dinleyicilerin hayret dolu bakışları arasında sözlerine şöyle devam etti: ”Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmaz ise, yapılması gereken şeyler doğru yapılmaz. Ödev gereği gibi yapılmaz ise töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, şaşkınlık içine düşen halk neyapacağını, işin nereye gideceğini bilemez. İşde bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.” (Kur'an ve Bağlam)

 


0 Yorum - Yorum Yaz



 
YAKUP KILIÇ YÜKSEK LİSANS / 15912787

                             KUR'AN VE BAĞLAM (HÜLASA)

                    Bu kitap, Kur'an'ın  anlaşılmasında Esbab-ı Nuzul İlminin rolünü anlamak için bazı kavramları açıklığa kavuşturmakla konuya başlıyor,Bunun için konuyu ilgilendiren Kur'an İlimleri(ulumu'l- Kur'an) ve Esbab-ı Nuzul kavramlarına öncelik vererek giriş yapıyor. Kur'an ilimleri kavramının doğuşu ve gelişimi üzerinde durulmuş.

                                              KUR'AN İLİMLERİ

               Kur'an İlimleri, başlangıçta Kur'an tefsir edilirken, onu anlama gayretleri  sürecinde bir ihtiyaca dayalı olarak ortaya çıkmış ve Kur'an-ı Kerim ile ilgili özel araştırmalardı.Bu İlimler İslamiyet'in ilk yıllarından itibaren  alimlerin özel ilgi alanı olmuş ve dikkatlerini üzerine çekmiştir.İlk müfessirler bu kavramı,Kur'an'ın anlaşılması ve yorumlanmasına imkan hazırlayan ilmi araç olarak bakarken, Tedvin döneminin başlarında alimler bu kavramı,sözlük anlamında ele almış ve Kur'an ile ilgili bütün bilgilere delalet eden  bir anlam yüklemişler. Böylece Kur'an ilimleri tek tek ele alınmış ve belirli bir alanda uzmanlaşmış özel bilgi alanı olarak görülmüştür. Ulumu'l-Kur'an tabirinin kavram olarak ilk defa hangi alimin ıstılahatında(terminolojisinde) yer aldığını tespit etmek zordur.Çünkü ilk devir alimleri bu tabiri “Ulumu't-Tefsir “ anlamında da kullanmışlar.Bu alimlerin zihninde Kur'an ilimleri cem olunmuştu ama Kur'an ilimleri kavramı teşekkül etmemişti.

               Ulumu'l-Kur'an tabirinin bugünkü araştırmalarda kullanıldığı şekilde billurlaşması, kavramlaşması Zerkeşi(794/1391) ile  h. 8. asırda vuku bulmuştur.Bu çağa gelinceye kadar selef alimlerinin Kur'an ilimleri kavramından anladığı, Kur'an'ın muhtevasında bulunan bilgilerin sistemleştirilmesi  ve bu usulün Kur'an'ın anlaşılmasında kullanılmasıdır. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda sonuç olarak Kur'an İlimleri tabirini şöyle tanımlamak mümkündür:Konusu her yönüyle Kur'an-ı Kerim olan,Kur'an'la ilgili veya Kur'an'ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur'an'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bilgi alanıdır.

           Ulumu'l-Kur'an ve Ulumu't-Tefsir kavramları birbiriyle ilişkili ve iç içe olan kavramlardır.Ancak kaynaklarımızda bu ilişki  üzerine yeterince açık ifadeler yoktur. Tedvin döneminin başlarından itibaren aynı manada kullanılan bu kavramların, Zerkeşi'nin  “el-Burhan“ı  telif etmesiyle ayırdedile-bildiğini söyleyebiliriz.Tefsir ilmi daha özel bir alanda ve daha özel bir gaye ile Kur'an'a yönelir.Kur'an İlimleri ise daha genel bir alanda ve daha genel bir gaye ile Kur'an'ı  anlamak isteyen ihtisas sahibi ise sade okuyucuya fikri zemin-altyapı hazırlar.

                                       ESBAB-I NÜZUL İLMİ

               Esbab-ı Nuzul İlmi ilk dönemlerden  itibaren  Kur'an İlimleri arasında önem verilen bir alandı, hatta bu ilmi bilmek Kur'an'ı anlamakla ve bilmekle neredeyse eş tutulmuştur.Bu ilim, Kur'an ilimleri arasında ilk incelenen konu olmuştur.Esbab-ı Nuzul İlmi, ortaya çıktığından beri bir çok tarifi yapılmıştır.Bu ilmi sınırlayan, belirleyen ve içeriğini oluşturan belirtilerini içeren tanımı ise şöyledir: Nüzul ortamında meydana gelen bir hadise veya Hz. Peygamber'e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin, hadiseyi-soruyu kapsayan  nitelik ve özellikleri içermek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.

                  Esbab-ı Nuzul rivayetlerinin kayda geçirildiği ilk eserler tefsir kitapları değil,hadis mecmualarıdır.Bu eserlerin tefsire ait kitap veya bab'larında nakledilen rivayetlerin ekseriyeti Esbab-ı Nuzul rivayetleridir.Esbab-ı Nuzule dair eserler, nüzul çağı ve nüzul ortamını sonraki nesillere anlatmak, nakletmek amacıyla telif edilmişlerdir.Böylece o dönemin sosyal, ekonomik ve siyasi yapısı, o dönem insanının zihniyeti ve zihnini dolduran, oluşturan kavramları tespit edilmiş, kayda geçirilmiş olmaktadır.Esbab-ı nüzule dair eserler içerisinde, bu çalişmada esbab-ı nüzule yeni bir yaklaşım olarak zikredilen ilkeleri büyük ölçüde uygulamış olanı Mukatil b. Hadi el-Vahidi'nin es-Sahihu'l-müsned min esbab-ı nuzul adlı eseridir.

                     Sahabenin musned-merfu olmayan esbab-ı nuzul rivayetleri, tefsir için yapmiş oldukları esbab-ı nuzul değerlendirmeleridir.çünkü bu, onların rey ve içtihadlarına bağlı olarak hadise ve ayet arasında kurdukları ilişkiden kaynaklanan değerlendirmelerdir.Sahabenin üzerinde icma ettikleri esbab-ı nüzul yorumları nüzul ortamına ait suretler taşıdığı ve nüzul ortamını yansıttığı için hüccettir. Tabiundan gelen esbab-ı nüzul rivayetlerinin hükmüne gelince, hadis usulünde bu kabil haberlere mürsel denilmektedir. Nüzul ortamına ait rey ve içtihatla bilinemeyecek bir suret, sahabinin ismi anılmaksızın rivayet edilmişse bu da ref'dir.Ancak onların ref etmeleri mürsel hükmünü almaktadır.

             Hadis  mecmualarında, tefsirlerde, tarih kitaplarında sebeb-i nüzul rivayetleri zikredilirken kullanılan rivayet  cümlesi(siygası,kalıbı)çok önemlidir.Fakat bu konu Kur'an İlimleri , tefsir usulü, Kur'an veya tefsir tarihi gibi eserlerde sistemetik bir şekilde ele alınmamıştır. Bunun üzerinde durulmadığı zaman zihin karmaşasını beraberinde getirmesi kuvvetle muhtemeldir. Esbab-ı nüzulün kavramsal tanımı ile rivayet sigaları arasında kurulması gerkli bir bağ vardır.Bu  sebeple esbab-ı nüzul rivayetlerinin kalıplarının(siygalarının)tespit edilmesi pek çok açıdan önem arzediyor.

Esbab-ı nüzul rivayetlerinin siygalarını iki gruba ayırabiliriz:

1-)Sebep ifade etmede nass olan kalıplar(rivayetler): Böyle bir haber, sebeb-i nüzul ifadesi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları içinde kalır, buna göre sebeb-i nüzul rivayetinin nüzul ortamına ait olduğu, başka bir unsura ihtiyaç olmadan rivayetin lafızlarından ve siygalarından anlaşılabilir.

2-)Sebep ifade etmede nass olmayan kalıplar(rivayetler): Böyle rivayet edilmişbir haber, sebeb-i nüzul ifadesi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları dışında kalır. Rivayette kelamın gelişinden ve siygadan nüzul sebebi rivayeti olduğu anlaşılmaz.Sadece ayetin tazammun ettiği mana veya manalardan birini beyan ettiği anlaşılır.Bu rivayetlerde siyga, sebebin ihtimal dahilinde olduğunu ifade eder.Yani rivayette geçen sebep nüzul ortamına ait değildir.Bu rivayetler tefsir için zikredilmiştir.

Burdan anlaşılıyor ki sebeb-i nüzul rivayetlerinin buraya kadar ifade edilen niteliklerini ön plana çıkaracak sistematik bir tasnife ihtiyacı vardır. Aksi takdirde Kur'an'ı anlama sürecinde sebeb-i nüzulden yararlanan araştırmacı veya okuyucu bir tasnif karmaşasına düşecektir.Çünkü kaynaklarda bu anlamda ihtiyaca cevap veren kapsamlı tasniflere yer verilmemiş , dolayısıyla bu konuda sistemsiz bir anlatım söz konusudur.

           Esbab-ı nüzul rivayetlerini bir çok açıdan tasnife tabi tutmak mümkündür,Ulumu'l-Kur'an ve esbab-ı nüzul ilminden bahseden bütün eserlerde  bunun örnekleri görülebilir.Tahir b. Aşur'un ve özellikle Dihlevi'nin tasnifleri geleneksel bir yaklaşımı aşan çabalardır.Dolayısıyla yeni bir tasnife ihtiyaç var.Bu da esbab-ı nüzul rivayetlerini nevileri açısından tasnif etmekle mümkündür:

1.Nüzul ortamına ait ve o ortamın özelliklerini yansıtan musned-merfu hadislerden oluşan esbab-ı nüzul rivayetleri.

2.Ayet ve ayetlerin manasının kapsamına giren, nüzul asrında vuku bulmuş veya bilahare meydana gelmiş bir hadisenin rey ve içtihad ile misal getirildiği haberlerden oluşan (tefsir için) esbab-ı nüzul rivayetleri.

           Buna göre nüzul ortamına ait rivayet ile ayetin manasını beyan etmeyi murat edinen tefsir rivayeti kesin hatlarla birbirinden ayrılmış olacaktır.Bu da Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nuzülden yararlanırken  en sağlıklı yaklaşıma götürecek önemli bir ilkedir. Çünkü esbab-ı nüzul rivayetleri ile şekillenen insani yapıp etmelere verilen ilahi cevapları Kur'an'ın bütünlüğü, evrenselliği çerçevesinde değerlendirmek mümkün olacaktır.

Esbab-ı nüzul rivayetleri arasında ihtilaf olduğu bir vakıadır.Bunu iki sebepte toplayabiliriz:

1.Her ayete bir sebep arayanların tutumlar sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebediliştirilmesi, israili haberler ve uydurma rivayetlerin esbab-ı nüzul alanına dahil edilmesi.

2.Esbab-ı nüzulün  yukarıdaki gibi tasnif edilmesi.(Nüzul ortamında cereyan etmediği halde bir hadise o döneme mal edilince problem çıkması.)

             Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ihtilaf edilmesi sonucu bazı problemler ortaya çıkmıştır. Bunlar  taaddüt(sebeb-i nüzulün taaddüdü,nüzulün taaddüdü), taahhür(hükmün veya nüzulün taahhürü), nassın umum mu yoksa husus mu  ifade ettiği meseleleridir.Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzulün değerlendirilmesi  esnasında bu meselelerin de rolü olmuştur.

            Esbab-ı nüzulden bahseden eserlerde görülen bir diğer husus ise bu ilmin hikmet-i teşriiye, mübhematü'l-Kur'an  ve tenasüb-insicam gibi bazı disiplinlerin konusu veya malzemesi olması-dır.Aslında bu tabii bir olgudur.Çünkü Kur'an ilimleri kavramını oluşturan belirli alanlardaki bilgiler bütünü olan bu altbilimler, birbirleriyle içiçe geçmiş haldedirler.

            Tefsir rivayetlerini esbab-ı nüzul rivayetleri dahil eserlerinde nakleden müfessirlerimizin birçoğu ilmi yeterliliklerine, salah ve takva ehli oluşlarına rağmen zayıf, garib, münker ve israili birçok hadis zikretmişlerdir.Hatta mevzu hadis dahi naklettikleri vakidir. O halde alimlerimizin bir tefsir haberini eserlerinde rivayet etmiş olmaları, o rivayetin sıhhatine delil teşkil etmemelidir.Bu konuda önemle vurgulanması gereken bir husus da şudur.Müfessirlerin(muhaddislerin) kendilerine ulaşan her haberi yazıya aktarmalarından amaçları, toplamaya imkan buldukları  her şeyin yok olup gitmesinden endişe etmeleridir.Bu alimler kendilerinden sonra gelenleri bu haberleri kabul etmekle yükümlü de tutmamışlardır.onlar senedi zikretmekle sorumluluktan kurtulacaklarını ümit etmişlerdir.Bu alimleri düşünmeye sevk eden etken ise isnad ilminin tam anlamıyla ve mükemmel bir şekilde hayatlarına girmiş olmasıdır.Dolayısıyla tefsir kitaplarındaki tefsir rivayetleri, hadis tenkitçileri-nin rivayetlerin tenkidinde kullandıkları sened ve metin tenkidi kurallarının sıkı eleğinden geçirilme-lidir.

          Kur'an-ı Kerim'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinde alimlerimiz bazı ilkeler edinmişlerdi ama bu tavırlarında genel bir ilkesizlik, metodsuzluk vardı.İşte bu durum es-bab-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinde bazı olumsuzluklara sebep olmuştur:

1.Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kalması,

2. Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlardır.

          Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında bir çok bakımdan esbab-ı nüzul rivayetlerinin yetersiz kalma sebepleri söz konusudur.Rivayetlerden kaynaklanan problemler(merfuluk-musnedlik-mürsellik duru-mu,senedlerin hazfedilmesi,rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme ve rivayetleri karıştırmak,rivayet siygalarına dikkat etmeme),umumu hususileştirme, taaaddüt-taahhür meselesi,tarih ilminden yararlanıp yararlanmadığı meselesi  gibi sebepler sayılabilir.

Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlar:

1.Yorum zenginliğine engel olması,

2.Kur'an-ı Kerim'in evrensel hedefi olan Kur'an-İnsan-Hayat bütünleşmesini önlemesi,

3.Konunun istismar edilmesi(Şahısların ebedileştirilmesi,mezhep hareketlerine etkisi),

Esbab-ı nüzulden yararlanmada ihtiyacın sınırlarını belirleyen iki grup ilke söz konusudur:

a)Genel İlkeler                     

1. Esbab-ı nüzulün tamamını ihata etmek mümkün değildir.

2.Esbab-ı nüzulü bilmeden de Kur'an-ı Kerim'i anlamak  mümkündür.

b)Özel İlkeler

1.Sebeb-i nuzülü bilmenin muktezay-ı hali bilmek gibi olduğu hallerde esbab-ı nüzul bilinmelidir.

2.Sebeb-i nüzulü bilmemenin Kur'an'ın zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde esbab-ı nüzul bilinmelidir.

3.Bu ilke önceki iki ilkeyi kapsayan bir niteliktir.Buna göre : Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzule olan ihtiyacı ilk planda Kur'an belirlemelidir.

         Bunları belirledikten sonraki aşama rivayetlerin hadis usulü açısında tenkide tabi tutulmasıdır.Bu açıdan bir değerlendirme son derece önemlidir.Çünkü bu alandaki pek çok problemin hadis usulü kriterlerinin  esbab-ı nüzul rivayetlerine uygulanması ile aşılacağı kanaatindeyiz.Bu konudaki ilkeleri şu şekilde özetlemek mümkündür:

1. Bir rivayetin sebep ifade etmede nass ve nüzul ortamına ait olabilmesi için müsned-merfu olması gereklidir.

2.Sahabenin esbab-ı nüzul değerlendirmeleri sebep ifade etmede nass olmayan rivayetlerdir.Bu kabil haberlerin hükmünün mevkuf olduğu bilinmelidir.

3.Tabiunun esbab-ı nüzul değerlendirmeleri aynen sahabeninkiler gibi sebep ifade etmede nass değildirler.Bu kabil haberlerin hükmü ise mürseldir.

4.Rivayetlerin tenkidi senet-metin bütünlüğü içinde yapılmalıdır.Çünkü senet-metin ikilisi bu ilmin bütün meselelerini ilgilendirmektedir.Bu ilkelerin pratiğe aktarılmasında bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerden yararlanmamız gerekir

        Esbab-ı nüzul rivayetleri hadis usulü açısından tenkide tabi tutulduktan sonra bu rivayetleri tasnif etmek gerekiyor.Temelde bu ilkelerin hepsi içiçedir.Mesela rivayetler tenkid edilirken tasnifin kendiliğinden ortaya çıkması gibi.

Esbab-ı nüzul rivayetlerini iki ana gruba ayırabiliriz:

1.Esbab-ı nüzul rivayetleri,

2.Tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri, değerlendirmeleri.Bu, Hz. Peygamber, sahabe, tabiun ve müfessir alimlerin yapmış oldukları değerlendirmelerdir.

                                          BÜTÜNLÜK -SİYAK-SİBAK -TARİHİLİK

                Kur'an'ın bütünlüğü yönü, diğer yönleri de kapsayan bir niteliğe sahiptir.Kavrama dahil olan bütün yönleri (Kur'ani cümleler ile oluşan bütünlük,sürelerin dahili bütünlüğü,Kur'ani cümleler ve sure arasındaki bütünlük, teşrii bütünlük, tarihi bütünlük,siyak-sibak bütünlüğü)  kapsıyor.Bunların bir araya gelmesiyle ontolojik manada varlık kazanır.Kur'anın bu yönüne göre o,salt parçalarının toplamına indirgenmek yerine birleşik bir bütün, topyekün bir gestalt olarak kavranmalıdır.Çünkü Kur'an, parçalarının inişinden önce, hatta onların vesilelerinin(nüzul sebeplerinin) meydana gelme-sinden hayli önce, bu parçalarının yerlerinin belirlenmiş olduğu kapsamlı, ayrıntılı bir plana göre tertip edilmiştir.Bu tertibin nüzul sebeplerine, nüzul sırasına göre yapılmamış olması son derece önemli bir husustur.Çünkü Kur'an-ı Kerim tamamen insanı hedef alan bir kitaptır.Nitekim kendisini de insanlara hidayet rehberi olarak tanımlamaktadır.Bunun anlamı, Kur'an'la beraber yaşamak veya onu anlamak isteyen insanı, yaşadığı dönemin olayları içinde yüzerken Kur'an'ın o anda iniyormuş gibi olduğuna yöneltmesidir.

               Kur'an'ın bütünlük içerisinde  esbab-ı nüzulün yeri de bu bağlamda anlaşılmalıdır,insan ,kainatın bir dinamik unsuru olarak, Kur'an'ın değişen dünyaya hakim olan değişmez değerler getirdiğini anlamalıdır.

                                   

         Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması sürecinde esbab-ı nüzulün değerlendirilmesine yeni bir yaklaşımda bulunurken zikredilen ilkeleri tamamlayan önemli ikinci ilke, siyak-sibak'ın göz önünde bulundurulmasıdır.Çünkü esbab-ı nüzul rivayetleri Kur'an'ın bütünlüğü kavramı çerçevesinde değerlendirilirken Kur'an'daki siyak-sibak'ı(konteksti) görebilme imkanı sağlayan unsurlardandır.Surenin veya ayetlerin nazil olmasındaki sebeplerin bilinmesi, siyak-sibak'ın idrak edilmesini mümkün kılıyor.

      Esbab-ı nüzul tarihilik kavramı ilişkisine insanın tarihi bir varlık olması bağlamında bakabiliriz.Bu durumda farkedilecektir ki esbab-ı nüzul, Kur'an-İnsan ilişkisinin bir bölümünde oluşmuş insani yapıp etmelerdir.Dolayısıyla her mekan-zamanda benzeri insani yapıp etmelerle temelde aynilik gösterir.Aslolan bu tarihi yapıp etmelerden bugünün insan meselelerine yönelik ilkeleri tespit edebilmektir.Dolayısıyla esbab-ı nüzul, Kur'an'ın anlaşılmasında insani suretleri sonraki benzer insani suretlere taşımakta temel unsur olması sebebi ile orijinal yorum-orijinal tarihtir.Nüzul ortamına ait olmayan tefsir için yapılmış esbab-ı nüzul rivayetleri ise düşünülmüş yorum -düşünülmüş tarihtir.

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Yüksek Lisans – Ders dönemi – Mehmet Akif ÖZDEMİR (16912729)
Kur’an ve Bağlam

1. Esbabu’n-Nuzûl
Peygamber zamanında sahabe ulumu’l-Kuran’a vakıf idiler. İlk asırdan itibaren öncelik verilen ilimler ‘kıraat’ ve ‘resmu’l-Kuran’ olmuştur. Sonradan lugavî yönü gelişmiş ve tedvin döneminde 
Semadan inzal eden ilahi vahyin yeryüzünde olaylar üzere istikbal ediliş çerçevesine esbâbu’n-nuzûl denir. Bu rivayetler sahabeden nakledilmiştir ve ilk etapta hadis mecmualarından kaydedilmiştir.
Bu rivayetlerin sigalarından onların kaynak değerli tespit edilebilir, nass veya nass olmayan olarak addedilir.
Mezhepler, şahıslar, israiliyyat, uydurma haberler bağlamında esbabı nuzul ilminin tasnif edilmesi ihtilafa sebep olmuştur. Bundan sonra bazı problemler ortaya çıkmıştır. Sebeb-i nuzulun taaddüdü (bir kaç kez inmesi) veya taahhürü (hükmün veye nüzulun sonradan gelmesi) veya nassın umûm-husûs olması meseleleri de bu ilmin değerlendirilmesi esnasında rol oynamıştır.
Bu ilme dair bazı meseleler ise esbab-ı nuzûl’un tenasub ve insacam, Kuran’ın mübhemâtı ve hikmet-i teşriiye disiplinlerinin konusu olmasıdır

Esbabı nuzula yeni yaklaşım
Burada Sa’lebe kıssası ve geleneksel eserlerde bunun nasıl ele alındığı zikredilir. Ardından hadis ve tefsir kitaplarına göre bu kıssanın değerlendirmesi mülahaza edilir. Buradan bu kıssanın bir tarihi gerçekliği olmadığı anlaşılır. Çözüm olarak bu kıssanın Kuran’ın siyak-sibak çerçevesinde, tarih kitaplarından faydalanarak ve hadis usûlüne göre değerlendirilmesi gerektiğini değinilir.

Tarihsellik
İnsan tarih hakkında tecrübeler edinir ve buna dair düşünceleri oluşur. Buna tarih kavramı denir. Bu bölümde esbâb-ı nuzûl ile tarihsellik bir arada ele alınır ve kendi açımızdan nasıl kullanabileceğimizi mülahaza eder. Asıl gerekli olan insanın tarihî yapıp etmelerini bugüne göre anlayabilmek ve eylem haline getirebilmektir. Nitekim, tarihsellik kavramı Batı kültürüne ait olması bakımından oradan etkilenmiş, ilimler arası zıtlık ve epistemolojik bir diyalektikten dolayı ortaya çıkmıştır.
Bizim açımızdan ise – farklı olarak- tarihi bakımından nuzul ortamında ne olmuş/sorulmuş olduğuna dair ve Kur’an-insan münasebetine dair verilmiş ilahi cevaplar olarak anlaşılabilir.


0 Yorum - Yorum Yaz

KUR'AN VE BAĞLAM    31.12.2016

Nayyef Al-Bayati - Öğrenci NO; 15912768

Tefsir - Yüksek lisans-Birinci Dönem

 

KUR'AN VE BAĞLAM

Bu kitap aslında üç kitap bir araya getirmiş, Birincisi; Kur'an'ın anlaşılmasında esbab-ı nüzul'ün rolü. İkiincisi; Sa'lebe kıssası. Üçüncüsüde; Tarihsellik ve esbab-ı nüzul

Bizde Allah'ın izniyle bu kitapların özet bir şekilde yazmaya çalışacağız

BİRİNCİ KİTAP

KUR'AN'IN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZUL'ÜN ROLÜ

        Esbâb-ı nüzul, Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılması için gerekli bir unsurudur. Sahabe, tâbiûn ve tebiuttâbiîn'den olan müfessirler Kur'ân'ı esbâb-ı nüzul ile tefsir etmişlerdir.

Peyderpey inen Kur’an’ı öğrenen ashab, anlayamadıkları yeri efendimize sorarak öğreniyorlardı. Öğrendiklerini yaşadıktan sonra ezberliyorlar, diğer ayetlere de öylece geçiş yapıyorlardı.

Hz. Ali, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas gibi sahabiler, ‘’Kur’an’da inen her ayetin kim hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerine dair rivayetler de vardır.

Peygamberimiz sahabiler arasında varken Kur’an ilimlerinin tedvini ihtiyac olmamıştır. Bu ilimler Arap dili ve meydana gelen hadiseler binaen Resulullah’ın tefsiridir.

 

Şimdi, Kuran anlaşılmasında sebeb-i nuzülun rolünü belirleyebilmek için bazı kavramların belirlenmesi lazımdır; Ulumul Kur’anTefsir İlimleri ve esbab-ı nuzüldür.

 1.       Ulumul Kur’an kavramı;

Ulumul Kur’an Kur’anı anlamak için bir araç olarak değerlendirilmiştir. İlk asırdan beri bütün alimlerin dikkatini çekmiştir. Ancak Ulumul Kur’an ibaresinin kavram olarak ortaya çıkışı ilik kez beyan eden Zerkanidir. Ancak Ulûmu'l-Kur'ân kavramının bugünkü araştırmalarımızda kullanıldığı şekilde billûrlaşması Zerkeşî (794/1391) sayesinde h. VIII.  asırda vuku bulmuştur.

Ulumul Kur’an; Kur’anı kerim’in muhtevasında bulunan bilgilerin sistemleştirilmesi ve bu usulun Kur’anı kerim’in anlaşılmasında kullanılmıştır.

Ulûmu'l-Kur'ân kavramının çağdaş âlimlerimiz tarafından nasıl algılandığına gelince, söze Zerkânî 1367/1948 ile başlamak istiyoruz.

Zerkânî, Kur'ân ilimleri   tamlamasının, Kur'ân-ı Kerîm ile yakından alakâlı bütün bilgilere işaret etmekte olduğunu söyler. Tam söylediği bu;

 ( فكل علم يتصل بالقرآن من ناحية قرآنيته أو يتصل به من ناحية هدايته وإعجازه فذلك من علوم القرآن ) .

"Kuran olması, hidayetrehberi oluşu, veya i'caz açılarından Kur'ân-ı Kerîm'le alakalı olan bütün ilimler Ulûmu'l-Kur'ân'bandır.

O halde Kur'ân ilimleri, konusu her yönüyle Kur'ân-ı Kerîm olan,Kur'ân'la ilgili veya Kur'ân'ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur'ân'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır.

 

2.       Tefsir İlimleri Kavramı;

Bu ilim, Zerkeşî'nin dediği gibi üç ana noktada toplanır:

1.       Kitâbullah'ı anlamak

2.       Kitâbullah'ın manâlarını açıklamak

3.       Kitâbullah'ın hükümlerini tesbit edip çıkarmak.

Kur'ân ilimleri ve tefsir ilimleri kavramları tedvin döneminin başlarından itibaren aynı manâda kullanılmışlardır. ez-Zerkeşî'nin Kur'ân ilimlerini tek bir kitapta bütün ilimlerini toplaması ile bu iki kavram arasında bir farkın ortaya çıktığını söylenebilir. Tefsir ilimleri artık müfessirin Kur'ân tefsirine yöneldiğinde bilmesi gereken ilimleri kavram olarak ifade ederken, Kur'ân ilimleri daha kapsamlı bir mefhum olarak Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili bütün ilimleri ve bu ilimlerle ilgili umumî kaideleri içeren bir kavramı ifade etmektedir.

 

2.       KUR'ÂN İLİMLERİ ARASINDA ESBÂB-I NÜZUL İLMİNİN YERİ

Nüzul ortamında meydana gelen bir hâdiseye veya Hz.Peygamber'e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin, tazammun etmek (hâdiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellileri içermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hâdiseye sebeb-i nüzul denir.

Esbâb-ı nüzul ilmi Kur'ân ilimlerinden biridir, bu ilim ilk asrından beri Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılması için bu ilme başvurumak gerekmektedir.

Tabiûn döneminde de esbâb-ı nüzul rivâyetleri toplanmaya devam edilmiştir. İslâmiyet'e yeni giren kavimler ve ehl-i kitapla olan münasebetler sebebiyle rivâyetlerde artış olmuştur.

Tedvin dönemine böyle gelinmiş ve ilk tefsirler yazılmaya başlanmıştır. Bu tefsirlerin ekseriyetinin rivâyet tefsiri olduğu malumdur. İşte esbâb-ı nüzul rivayetleri de bu kitaplardaki âsâr-ı merviyedendir.

Esbâb-ı nüzul eserlerinin telif sebeplerden bazıları şunlar olabilir:

1.       Sahâbenin nüzul sebeplerini bilmekle övünmeleri, yani önemi vurgulanmış bir ilim olması.

2.       Bu bilgiyi sonraki nesillere ve onların da sonrakilere nakletmelerini sağlama

3.       Tedvin dönemi ve hadîs mecmualarına, tefsir eserlerine girmesi, dolayısıyla yazılı olarak kaydedilmiş bulunması.

Esbab-ı nuzül ancak sahih nakille bilinebilir. Bu anlamda içtihat veya imal-i fikir burada yeri yoktur. Çünkü bir ayetin nüzul sebebini, "ancak o âyetin nüzulünü bizzat müşahede edenlerden öğrenmektedir.

Esbab-ı nuzül rivâyet sıygalarını iki ana başlık altında inceleyebilir.

1.       Sebep ifade etmede "nass" olan rivâyetler.

      2.       Sebep ifade etmede "nass olmayan" rivâyetler.

 

A.KUR'ÂN-I KERİM'İN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZULÜN YETERSİZ KALMA SEBEPLERİ

Esbâb-ı Nüzul Kur’an’ın anlaşılmasında çoğu zaman ise yetersiz kalmıştır. Bunlar; Rivayetler açısından, Umumu hususileştirme açısından, Taaddüt-Taahhür açısından ve Tarih ilminden yararlanma açısındandır.

1.       RİVÂYETLER AÇISINDAN

Esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin yetersiz kalma sebepleri birçok bakımdan söz konusudur. Bunların başında bu rivâyetler hadîs usûlü açışından incelendiğinde ulaşılan sonuçtur. Şimdi bu açıdan esbâb-ı nüzul rivayetlerine bakalım.

A.Merfû-Musned Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri Üzerine;

Esbâb-ı nüzulün rivâyet ve sema (سماع) yoluyla nakl ve izah edildiği malumdur. Bu keyfiyeti icra edenler ise sahabîler olmuştur. Onların bu husustaki haberlerinin hükmü meselesi konunun odak noktasını teşkil eder.

Usulcu hadis alimleri sahabenin hazreti Peygamber'e ref' ettikleri ve ayetin nüzulünü yakından muşahedelerine veya sebeplerini bilip nüzul keyfiyetinden bahsettikleri haberlere al-Hadisu'l-Musned demişlerdir. Ancak musnsd hadis ilmi esbâb-ı nüzul açısından ele alınınca bir çok husus izaha muhtac kalmaktadır.

B.Mursel Esbâb-ı Nüzul Rivâyetleri Üzerine;

Kur'ân'ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivâyetlerinin yetersiz kaldığı hususlardan bir diğeri de tâbiîlerden yapılan ve onların Hz.Peygamber'e veya dönemine izafe ettikleri esbâb-ı nüzullerdir. "Mursel" olan rivâyette tâbiî, sahabînin ismini anmaz.

Musned hadis konusu onun hüccet olup olmayacağı bakımından alimler arasında tartışılmıştır.

 

C.Senedlerin Hazfedilmesi;

Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi de senetsiz rivâyetlerin bir dönem mevcut olmasıdır.Suyuti bu tür rivayetlere  - لايُلتفت إليه -“bakılması gerekmeyen” demiş.

D.Rivâyetlerin Tasnifine Dikkat Etmeme;

Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün rivâyetler açısından yetersiz kalmasının bir başka sebebi ise rivâyetlerin tasnifine dikkat etmeme ve rivâyetleri karıştırmadır.

E.Rivâyet Sıygalarına (Kalıplarına) Dikkat Göstermeme;

Başka sebebi ise -rivâyetleri tasnifine dikkat etmeme hatasını tanımlayan- rivâyetlerin sıygalarına dikkat göstermeme yanlışlığıdır. Sebeb ifade etmede nass olan – نص في السببية – rivayetler ile ihtimal ifade eden, yani nass olmayan – ليس نصا في السببية – rivayetler elbette aynı derecede mütalaa edilemezler.

Kısaca; rivayetin sahih olması şartı yanında bir de sebebiyet fade etmesi gerekmektedir.

 

1.       UMUMU HUSUSÎLEŞTİRME AÇISINDAN

Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kaldığı bir husus da sebebiyet ifade eden sebeb-i nüzulün (nass) olarak umum değil de husus ifade ettiği şeklinde anlaşılması çabalarıdır.

Âlimlerin çoğunluğu “muteber olan, lafzın umumudur, sebebin hususu değildir” kuralına tabi olmuşlardır.

1.       TAADDÜT-TAAHHÜR AÇISINDAN

Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de nüzul sebebi olarak bir âyet için birçok rivâyet bulunması sebebiyle ortaya çıkan nüzulün taaddütü veya taahhürü meselesidir. Taaddüt ve taahhür meselesi de işi zorlaştıran durumlardan birisidir. Bu konuda farklı görüşlerin olmuş olması, ayetin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.

Taahhür meselesinin taaddüt meselesi ile benzer yanları bulunmaktadır. Bu nedenle taaddüt'e yöneltilen eleştiriler taahhür için de bazı bakımlardan doğrudur. Mesela rivâyetlerin tasnifi ve rivâyet sıygalarına dikkat etme zarureti, nüzulün taahhür ettiği ileri sürülen rivâyetlerde de geçerli bir ilkedir.

 

2.       TARİH İLMİNDEN YARARLANMA

Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerinden biri de bu rivâyetlerin bir kısmında görülen tarihî gerçeklere aykırılık ile zamansal uyumsuzluktur.

Burada önemli olan; geçmiş ümmetler ile ilgili olaylar ile esbâb-ı nüzul konusu bağlamında  Kur'ân-I nüzul ortamını doğrudan ilgilendiren olaylar değildir.

 

B.KUR'ÂN-I KERİM'İN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ SONUÇLAR

1.       YORUM ZENGİNLİĞİNE ENGEL OLMASI;

Esbabı nüzul rivayetleri yorum zenginliğini şu şekillerde engeller;

a.       Her ayete nüzul sebebi arama çabalar.

b.      Ayetin mana bakımından bir çok vechesi olabilir diye düşünmek varken nüzul sebebi ile sınırlı kalma ihtimali.

c.       Ayet'n sebeb' nüzulündeki olayın çerçevesinde sıkışıp kalmak.

İmam şatibi diyor ki;

 ( كل عاقل يعلم أن مقصود الخطاب ليس هو التفقه في العبارة, بل التفقه في المعبَر عنه والمراد به, هذا لايرتاب فيه العاقل ).

"Aklı başında herkes bilir ki, hitapla murad olunan, ibareyi bilmek değildir. Bilaks hitap ile anlatılmak isteneni ve onunla murat olunanı bilmek demektir ".

Bu söze göre; Kur’an hakkında araştırma yapabilmek için Arap olmak veya Arapçayı çok iyi bilmek gerekli değildir

 

2.       KUR'ÂN-I KERİM'İN EVRENSEL HEDEFİ OLAN KUR'ÂN-İNSAN-HAYAT            BÜTÜNLEŞMESİNİ ÖNLEMESİ;

 

Kur'ân-ı Kerim'in birçok mümeyyiz sıfatlarından biri evrenselliktir. Kur'ân-ı Kerîm, ferde ve topluma, bütün insan sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde, insan hayatının bütününe maddî olduğu kadar manevî bir hidayet rehberi olduğunu söyler. 

 

1.       KONUNUN İSTİSMAR EDİLMESİ;

 

Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında esbâb-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesi sırasında istismara tevessül edilebildiği bir vakıadır. İstismardan murad olunan ise esbâb-ı nüzul rivâyetlerini eserlerinde çokça nakleden;

a.       Tarihçiler.

b.      Rivâyet tefsiri yazarları.

c.       kıssacılar (kussâs).

Esbabi nüzul rivayetlerinin istismara açık olduğu noktalar üzerine bu genel ifadelerden sonra istismarın en belirgin olduğu iki noktada;

a.       Şahısların Edebîleştirilmesi.

      b.      Mezhep Hareketlerine Etkisi.

 

 ESBÂB-I NÜZULE YENİ BİR YAKLAŞIM

 

A. ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

1.       ESBÂB-I NÜZULE OLAN İHTİYACIN SINIRLARINI BELİRLEYEN İLKELER; Bunlar iki grupa ayıra biliriz; Birinci gruptaki genel ilkeler ve ikinci gruptaki de özel ilkeler.

2.       ESBÂB-I NÜZUL RİVÂYETLERİNİN HADÎS USÛLÜ AÇISINDAN TENKİDİ.

3.       RİVÂYETLERİ TASNİF ETME.

 

B. KUR'ÂN-I KERÎM'İN BÜTÜNLÜĞÜNÜN DİKKATE ALINMASI.

C. SİYAK-SİBAK'IN GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASI.

D. ESBÂB-I NÜZUL VE TARİHÎLİK KAVRAMI.

 

İKİNCİ KİTAP

SA'LEBE KISSASI

 

I.                    SA'LEBE HADİSİ; Sa'lebe, Hz.Peygamberimize gelmiş; "Ya Rasûlullah, Allah'a dua et de bana çok mal versin" demiş. Hz.Peygamberimiz de:Ya Sa'lebe, hakkını eda ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır." diyerek cevap vermiş. Sa'lebe dileğini tekrarlamış ve demişki: Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her hak sahibinin hakkını veririm.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz dua etmiş, o da bir davar edinmiş. Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış. Bir vadiye yerleşmiş ve böylece cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış. Bunun üzerine Hz. Peygamber sual buyuruş, denilmiş ki : Malı çoğaldı, vadi almaz oldu.

Hz. Peygamber: "Vay Sa’lebe ’ye! " buyurmuş ve sadakaları toplamaları için, iki tahsildar göndermiş. Medine ahalisi bunlara sadakalarını vermişler. Ancak Sa’lebe ‘ye  Hz. Peygamber’in farzlarını açıklayan fermanını okuyup sadakayı istediklerinde : ‘’Bu cizyeler ne? Bu cizyenin kardeşi ,hele siz gidin de düşüneyim’’ demiş. Tahsildarlar dönüp Resulullah’a geldiklerinde, daha onlar bir şey söylemeden üç kere "vay Sa’lebe’ ye" buyurmuş. Bu sebeple bu ayet ve sonraki üç ayetler de nazil olmuş. Sonra Sa’lebe bu ayetler üzerine indiğini duyar duymaz sadakayı alıp kendisi getirmiş, fakat Hz. Peygamber: "Allah Teala beni senin sadakanı kabulden men eyledi". Demiş. O zaman Sa’lebe başına toprak saçmağa başlamış, Hz. Peygamber de: "Bu senin amelindir. Sana emrettim de itaat etmedin". şeklinde cevap buyurmuş.

Sa’lebe, zekatını Hz. Peygamberimiz vefatettikten sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr’e, Hz. Ömer’e, Hz. Osman’a getirmiş onlar da kabul etmemişler. Daha sonra Hz. Osman zamanında helak olmuş.

Müfessirler hemen bu hadisi 9/Tevbe suresi 75. Ayetinin nüzul sebebi olarak zikretmektedir.

 وَمِنْهُمْ مَنْ عَاهَدَ اللَّهَ لَئِنْ آتَانَا مِنْ فَضْلِهِ لَنَصَّدَّقَنَّ وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِحِين)) التوبة/75  ((

"İçlerinden kimi de: Eğer bize lutf ve kereminden ihsan ederse; andolsun ki, zekâtını vereceğiz ye muhakkak sâlihlerden olacağız, diye Allah'a ahdetmişlerdi".

 

II.                  SÎRE, RİCÂL VE TARİH KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI; Sa'lebe kıssası sîre, ricâl ve tarih kitaplarında farklı tarîklerle ve hicrî 9. yıl hâdiseleri arasında rivayet edilmektedir. Ulemânın kıssa üzerine yaptıkları değerlendirmeler incelediğinde iki husus ortaya çıkmaktadır:

a.       Sa'lebe'nin vasıfları.

b.      Hâdisenin sıhhat derecesi.

c.       Mescid-i Dırâr kuranlardandır.

d.      Tebûk Gazvesi'ne katılan münafıklardandır.

e.      Dumetu'l-Cendel'de yapılan Ukeydir b. Abdilmelik gazvesine katılan Mescid-i Dırar ashabındandır.

Sire, rical ve tarih kitaplarında Sa'lebe kıssasının sıhhat derecesi üzerine üç grup mutalaa edebiliriz;

a.       Sıhhatine kâil olanlar veya bunu îmâ edenler.

b.      Nüzul asrında böyle bir hâdise cereyan etmiştir. Ancak kıssanın kahramanı başka bir şahıstır.

c.       Kıssanın sıhhatinden şüphe edenler ve bu yönde fikir beyan edenler.

 

III.                HADİS KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI; Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı, tefsir tarihi açısından da önem arz etmektedir. Çünkü ilk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edilmekteydi .

El-Halimî bu mesele üzerinde düşünmüş, akıl yürütmüş ve iki izahla çıkış yolu bulduğunu zannetmiştir:

1.       Sa'lebe'nin zekât toplama memurunu eli boş çevirmesi kalbine nifak konulmasına sebep olmuştur.

2.       Sa'lebe'nin çok mal arzusu münafıklığının muhtemel sebebidir.

 

 

 

IV.                TEFSİR KİTAPLARINDA SA'LEBE KISSASI; Tefsirlerinde Sa'lebe kıssasını zikreden müfessirlerin hadîsi naklederken iki yol takip ettiğini görmekteyiz. Onların ekseriyeti, kıssayı, Taberî'nin (310/922) "tefsir rivâyetleri ansiklopedisi" olarak tanımlanan Câmiu'l-Beyân an Tefsîri Âyi'l-Kurân'ından nakletmiştir. Diğer müfessirler ise Sa'lebe kıssasını muhtelif  tarîklerle farklı kaynaklardan almışlardır.

Müfessirlerin Sa'lebe kıssası hakkında yaptıkları değerlendirmeleri ise kıssayı doğru kabul edenler ve etmeyenler olarak iki grupta mütalaa edebiliriz.

     I.                 ESBÂB-I NÜZUL'E YENİ BİR YAKLAŞIM IŞIĞINDA SA'LEBE KISSASININ               DEĞERLENDİRİLMESİ; yukarıdaki malûmat Kur'ân'ın anlaşılmasında                        değerlendirilmesi için yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır. İlk olarak                         Sa'lebe kıssası rivâyetleri hadis usûlü açısından tenkid edilmelidir. Sonra                 rivâyetler tasnif edilmelidir. Tarih İlminden Faydalanılmalıdır. Ve Kur’anî bütünlük ve siyak sibak bağlamında değerlendirilmelidir.  

 

SONUÇ 

İslâm kültür tarihinde esbâb-ı nüzul rivâyetleri Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılması sürecinde ve çabalarında izlenen bir yol olmuştur. Ancak bu yolda kullanılan metodun, ilkeleriyle birlikte ortaya konulmadığı da bir gerçektir. Usûl açısından vâki olan bu eksiklik, esbâb-ı nüzul rivâyetleri, genel olarak da tefsir rivâyetleri üzerinde tereddütlerin zuhuruna sebep olmuştur.

Tefsir rivâyetlerini) asbab-i nüzul rivayetleri dahil) eserlerinde nakleden müfessirlerimizin birçoğu ilmî yeterliliklerine, salâh ve takvâ ehli oluşlarına rağmen zayıf, garîb, münker ve İsrailî birçok hadis zikretmişlerdir. Hatta mevzû hadis naklettikleri vâkidir. O halde alimlerimizin bir tefsir haberini eserlerinde rivayet etmiş olmaları, her zaman o rivayetin "sıhhat"ine delil teşkil etmemelidir.

 Esbâb-ı nüzul tefsir rivayetleri bilgisayar teknolojisinin imkânlarından yararlanarak toplanması gerekmektedir. Bu gayeyi gerçekleştirecek malzeme mirasımız elde mevcuttur. Ancak himmete ihtiyaç vardır.

 

ÜÇÜNCÜ KİTAP

TARİHSELLİK VE ESBÂB-I NÜZUL

            Tarihsellik de tarih yapan bir varlık olarak insanın, tarih hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili bütün durumların üzerinde cereyan eden zihnî faaliyetinin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır. Yani tarihsellik, insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkân ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı, tecrübe ettiği bir durumla, tarihle ilgilidir.

            Bu çalışma İnsanın bizzat tecrübe ettiği tarih alanına ait bir tasarımı (kavramı) içselleştirerek kültür hayatımıza nasıl katılabileceğimize, kavramsal aktarımı nasıl sağlayabileceğimize ve bu kavramla nasıl hesaplaşabileceğimize dair bir arayışı ifade etmektedir.

            Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının, 17. yy ile 19. yy. yüzyıllar arasında tarih ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir.

           Kur'ân-ı Kerîm insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristikliğini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü insan her zaman geçmişe mâl olacak bir şimdinin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürmeye, aynı zamanda, bu gününü dünle doğrulamak için nereden geldiğini, kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır. Bir başka deyişle insan, tarihsel bir varlıktır ve bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir.

Bu sebepledir ki Kur'ân-ı Kerîm'in hemen her sûresinde mutlaka ya insan ve insan toplulukları ya da onlarla ilgili "olgular" ve "olaylar" anlatılır. Dolayısıyla Kur'ân, tarih ve tarihsel olanı, geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir.

Tarihsellik kavramı Felsefe Terimleri Sözlüğü'nde şöyle tanımlanmaktadır;

1.       Tarihsel olanın  varlık biçimi.

2.       Zamana bağlılık , gelip geçicilik.

3.       Tarihsel koşulluluk, tarihe bağlı olma.

      4.       Birşeyin gerçekten tarihsel olarak var olduğu olgusu. 

 

          Esbâb-ı nüzul rivâyetleri ile yazılacak orijinal tarih, nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkânı verecektir. "Tefsir için yapılan esbâb-ı nüzul rivâyetleri" ile yazılacak "düşünülmüş tarih" de çok sayıda insanî faaliyeti/başarıları, Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak isteyen insanın bakış ufkuna sunacaktır. Bütün bunlar ise siyer-tarih yazımında insanî faaliyet ve davranışların/başarıların tarihini ortaya koyma, tespit etme imkânı verecek; bu da insanın varlık bilincine katkıda bulunacaktır.

Bu ise esbâb-ı nüzulün, Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasındaki önemini ortaya koymaktadır. Çünkü bu yaklaşımla esbâb-ı nüzul, nüzul ortamının tarihsel bir ortamı olarak Kur'ân-insan-hayat bütünleşmesinin nasıl temin edildiğinin somut örneklerini vermektedir. O halde orijinal tarih bize Kur'ân-insan-hayat bütünleşmesini gösteriyor; düşünülmüş tarih ise orijinal tarihin içinde bulunulan mekan-zamana nasıl uyarlandığını yani Kur'ân'ın yaşanabilir olduğunu gösteriyor. Kur'ân'ın da halife olarak tanımladığı insandan beklediği Kur'ân-insan-hayat bütünlüğünü gerçekleştirmesi değil midir?  


0 Yorum - Yorum Yaz

KUR’AN VE BAĞLAM    31.12.2016

HADİS ESERLERİNDE TEFSİR RİVAYETLERİ 1

KUR’AN VE BAĞLAM

Ayşe AYTEKİN

16912727

YÜKSEK LİSANS

 

            Kur’an ve Bağlam, Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU tarafından kaleme alınan ve birbirini tamamlayan üç ayrı çalışmadan oluşan bir eserdir. Eserde mülahaza edilen kitaplar şunlardır: ‘’Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü’’, ‘’Sa’lebe Kıssası- Esbab-ı Nüzul’e Yeni Bir Yaklaşım’’ ve ‘’Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul’’.

            Kur’an ilimleri ve Esbab-ı Nüzul kavramlarının tanımlandığı, Esbab-ı Nüzul ilminin yeni bir yaklaşımla ve bütün yönleriyle ortaya konduğu ve Kur’an’ın anlaşılmasında bu bilgilerin doğurduğu sonuçların uygulamalı olarak değerlendirildiği eser, Kur’an-ı Kerim’i anlama gayreti içerisindeki araştırmacıların Esbab-ı Nüzul’den nasıl faydalanacakları, rivayetleri hangi ilkeler doğrultusunda değerlendirecekleri hususunda yardımcı olan ve alanında bir ilk olması sebebiyle son derece kıymetlidir. Eserde, Esbab-ı Nüzul ilminden nasıl faydalanılacağı, çok ve sistemsiz bilgiler içerisinden nasıl çıkılacağı, yöntemlerin nasıl uygulanacağı, hangi ilkeler doğrultusunda uygulama yapılacağı, tarihsellik kavramının neliği, tarihsel serüveni, kullanım alanları ve kültürümüze nasıl nakledileceği gibi çok önemli bilgiler yer almaktadır.

            Esbâb-ı Nüzul ilmi Kur'ân-ı Kerîm’in soyut düşünce veya düşünce biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat ve hidayet rehberi olduğunun delilidir. Kur’an-ı Kerim’i anlamak isteyen insanlar (başta sahabiler, tabiiler, tebe-i tabiiler olmak üzere) bu ilimden yararlanmayı önemli bir ilke addetmişlerdir. Onların Kur’an-ı Kerim’i özellikle bu ilimle tefsir etmiş olmaları bu bilgi kaynağının tefsir ilmindeki hassas yerini ortaya koymaktadır.  Esbâb-ı Nüzul bilgisi Kur’ân-ı Kerîm’in nüzul ortamının asli unsurudur ve gerekli bir bilgi kaynağı olarak değerlendirilmiştir. Sahabe, tabiun ve tebe-i tabiinden olan müfessirler Kur’an’ı özellikle bu ilim çerçevesinde tefsir etmişlerdir. Hatta, başlangıçta tefsir ilmi Esbab-ı Nüzul’ü bilmekten ibaretti denilmiştir. Hz. Ali, İbn Mesud ve İbn Abbas gibi bazı sahabiler, Kur'an'dan inen her ayetin ne hakkında, kim hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiklerine dair sözler söylemişlerdir. Onlar nüzul ortamını bizzat yaşamışlar ve bu avantajla o ortamın hadiselerinin içinde bulunmuşlardır. Bu şekilde hadiselerin zuhur sebeplerinin bilgisine sahip olup nedenleri müşahade etmişlerdir. Onun için Esbâb-ı Nüzul hakkında tek kaynak sahabedir. Seleften bazıları,’’ Kur’an’ın anlaşılmasında en emin yol esbab-ı nüzuldür’’ demiştir. Şatibi ise bu sözleri ‘’Esbab-ı Nüzul’ü bilen kimsenin Kur’an’ı Kerim’i de bileceği’’ manasında yorumlamıştır. Bu anlayışın temelini hicri ikinci asra kadar indirmek mümkündür.

            Kur'an ilimlerinin kaynağı Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü Kur’an-ı Kerim kendisi üzerine düşünülmesini, anlaşılmasını, açıklanmasını isteyen, neticede yaşanılır kılınmasına okuyucularını veya muhataplarını teşvik eden vahiy mahsülü bir kitaptır. Bu sebeple Hz. Peygamber onu tebliğ ve tebyin etmekle görevlendirilmiştir. Hz. Peygamber vahyi tebliğ etmekte, canlı ve hayatla iç içe kişiliği ile Kur’an-ı Kerim’i hem haliyle hem de kavliyle tefsir etmekteydi. Hem Hz. Peygamber döneminde hem de ashab döneminde Kur’an ilimlerinin telifine gerek duyulmamıştır. Bunun nedeni ise nüzulu müşahade edenler o sırada hayattadırlar ve mesajı anlayabilmekte veya anlayamadıklarını soracak kimseleri bulabilmektedirler. Fakat sonradan Ulumu’l- Kur’an olarak adlandırılacak bahisler hem Hz. Peygamber hem de ashab taradından biliniyordu. Çünkü bu bahisler hem Arap diline (Garibu’l- Kur’an, İ’cazu’l- Kur’an, Mecazu’l- Kur’an…) hem de gözleri önünde cereyan eden hadiselere (Hz. Peygamber’in tefsiri, esbab-ı nüzul, muktezay-i hal, vucuhu’l- Kur’an…) dayanıyordu. Sahabe döneminde bu bilgiler rivayet yoluyla devamlı olarak kendilerinden sonraki nesillere öğretildi. Kur'an İlimleri, başlangıçta Kur'an tefsir edilirken, onu anlama çabaları sürecinde bir ihtiyaç sonucu ortaya çıkmış olan Kur'an-ı Kerim ile ilgili hususi araştırmalardır. İlk müfessirler bu olguyu Kur’an’ı anlamak ve yorumlamak için bazı ilmi araçlar geliştirilmesine duyulan ihtiyaç şeklinde algıladı. Bu sebeple hicri 1.asrın sonlarından itibaren Kur’an-ı Kerim’le ilgili ilimlerin tek tek ele alındığı görülmektedir. Mushafın çoğaltılması ile kıraat ilmi ve resmü’l Kur'an ilimleri il ele alınan ilimlerdendir. Kur'an’ın lügavi yönden ele alınması ise Ebu’l Esved Ed-Düeli’nin (69/688) Kur’an'a noktalama ile hareke koymasıyla başlamıştır. Böylece İ’rabu’l Kur'an ilmi doğmuş oldu. Ayrıca Kur'an ilimlerinden esbab-ı nüzul, Mekki- Medeni, nasih- mensuh ve garibu’l-Kur'an ilimleri ilk tedvin edilen, kayda geçirilen Kur’an ilimleridir. Zerkeşi, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an isimli eserinde 74 Kur’an ilmini ele alıp incelemektedir. Onun takipçisi Suyuti ise el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an isimli eserinde 80 Kur’an ilmini inceler. Kur'an ilimleri kavramını Hicri 2. asırda müstakil eserler halinde görmekteyiz. Ulumu’l- Kur'an kavramının günümüzdeki kullanım şekli ise Zerkeşi (794/1391) sayesinde vuku bulmuştur.

            Kur'an ilimleri kapsamı çok geniş olan, konusu her yönüyle Kur’ân-ı Kerîm olan, Kur’ân’la ilgili ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur'an'ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı amaç edinen bir alandır. Tefsir ilmi ise, Kur’an- ı Kerim’in izahını amaçlayan bir ilimdir. Yani İlmu’t-Tefsir veya İlmu Tefsiri’l-Kur’an, Kur’an-ı Kerim’i her bakımdan (gramer, belagat, tarih vs.) tetkik edip açıklamaya ve bildirmeye yarayan ilimdir. Bu ilmin de konusunu Kur’an-ı Kerim teşkil eder. Tefsir ilmi ile meşgul olan kimse Kur'an ilimlerinden yararlanmak zorundadır. Zerkeşi’nin dediği gibi bu ilim üç ana noktada toplanır. Bunlar: Kitabullah'ı anlamak, Kitabullah'ın manalarını açıklamak ve Kitabullah'ın hükümlerini tespit edip çıkarmaktır.

            Kuran ilimlerinden biri olarak esbab-ı nüzul ilmi, İslamiyet’in ilk asrından bu yana Kur’an’ı anlamada önemli bir ilim olarak görülmüş, sahabe ve tabiun dönemlerinde müstakil olarak ele alınmış ve Kur’an-ı Kerim’i anlama gayreti içine girenlerin mutlaka bilmesi gereken bir ilim olarak zikredilmiştir. Bu bağlamda esbab-ı nüzul ilminin tanımını yapmak gerekirse; ‘’Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir veya daha fazla ayetin, tazammun etmek (hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.’’ Esbab-ı nüzul rivayetlerinin ilk kayda geçirildiği eserler tefsir kitapları değil, hadis mecmualarıdır. Bu eserlerin tefsire ait kitap veya bab’larında nakledilen rivayetlerin ekseriyeti esbab-ı nüzul rivayetleridir. Bu babların tamamı hemen hemen sebeb-i nüzule tahsis edilmiş gibidir. Esbab-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir. Bu alanda içtihada, re’ye ve imal-i fikir etmeye mahal yoktur. Yani nüzul sebebi, akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme veya görme suretiyle bilinebilen ve sahabiden gelen rivayettir. Bu rivayet Hz. Peygamber’den geliyormuş gibi kabul edilir ve hadis usulünde hükmen merfu sayılır. Sahabenin sebeb-i nüzul dışındaki rivayetleri ise mevkuf haberler olarak ele alınır. Nüzul sebebini tanımak, esbabı nüzul rivayetlerini bir tasnife tabi tutmak, nüzul ortamını resmetmek, vahyin vuku bulduğu günlerde ayet veya ayetlerin inmesine neden olan olayları ve esbab-ı nüzul kavramına dâhil olmayan rivayetleri ayırt etmek nüzul sebeplerini doğru teşhis edebilmek için son derece önemli adımlardır. Bu bağlamda, Esbab-ı nüzul rivayetlerinin kalıplarını iki gruba ayrılmaktadır. Bunlar:

1. Sebep ifade etmede nass olan rivayetler (Sebeb-i nüzul rivayetinin nüzul ortamına ait olduğunun rivayetin ifadelerinden ve kalıplarından anlaşılabilir olduğu rivayetler)

2. Sebep ifade etmede nass olmayan rivayetler (Rivayette kelamın gelişinden nüzul sebebi rivayeti olduğu anlaşılmayan rivayetler). Burada kalıp sebebin ihtimal dahilinde olduğu ifadesini taşır.

Bu tasnifler yapılmadığı sürece kuranı kerimi anlama sürecinde esbab-ı nüzulden yararlanmak

isteyen araştırmacı okuyucu bir tasnif karmaşasına düşecektir. Bu nedenle rivayetlere dair sınıflandırma önem teşkil etmektedir.

Esbab-ı nüzulü nevileri açısından tasnif ise şu şekildedir:

1. Esbab-ı nüzul rivayetleri (Nüzul ortamına ait, o ortamın özelliklerini yansıtan, müsned-merfu hadislerden oluşan ve sıhhat şartlarını taşıyan esbab-ı nüzul rivayetleridir.)

2. Tefsir için olan esbab-ı nüzul rivayetleri (Ayetin anlaşılma çabası sürecinde manasının kapsamına giren re’y ve içtihad ile misal getirmeye imkan veren rivayetlerdir. Ravi, nüzul asrında vuku bulmuş bir olaya veya kendi dönemlerinde meydana gelen bir hadiseye anlamı uygun düşen bir ayeti kendi yargısı, re’yi ile alaka kurarak nakleder.)

Esbab-ı nüzul rivayetleri arasında ihtilaf olduğu bir gerçektir ve bunun nedenleri; her ayete bir sebep arayanların tutumları sonucu mezhep hareketleri, şahısların ebedileştirilmesi, israili haberler ve uydurma (mevzu) rivayetlerin esbab-ı nüzul alanına dâhil edilmesi ve rivayetlerin nüzul ortamına ait olanlar ve tefsir için yapılan değerlendirmeler şeklinde tasnif edilmemesidir. Bu ihtilaflara bağlı olarak taaddüt ve taahhür, nassın umum mu yoksa husus mu ifade ettiği meseleleri gibi problemler ortaaya çıkmıştır. Bu hususların yanında esbab-ı nüzulün Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında yetersiz kalma sebepleri şu şekilde değerlendirilir; alimler tarafından senedsiz yapılan rivayetlerin mevcudiyeti, rivayetlerin tasnifine dikkat etmeme, rivayetleri karıştırma, sebebiyet ifade eden nassın umum değil de husus ifade ettiği şekilde anlaşılması, nüzul sebebi olarak bir ayet için birçok rivayet bulunması sebebiyle ortaya çıkan nüzulün taaddüt ve taahhürü meselesi, rivayetlerin bir kısmında görülen tarihi gerçeklere aykırılık ve zaman bakımından uyumsuzluk gibi sebepler sayılabilir. Bu sebeplerin sonucunda; yorum zenginliğinin önlenmesi, evrensel hedef olan Kur’an- insan- hayat bütünleşmesinin önlenmesi, konunun istismar edilmesi, buna bağlı olarak şahısların ebedileştirilmesi, mezhep hareketlerine ve çıkarlarına etkisi gibi sorunlar meydana gelmiştir. Tüm bunlardan hareketle esbab-ı nüzulün Kur’an’ın anlaşılmasında bazı yanlış uygulamalara sebep olduğu görülmektedir. Buna karşın esbab-ı nüzulden yararlanmada ihtiyacın sınırlarını belirleyen iki grup ilke söz konusudur. Bu ilkeleri genel ve özel ilkeler olarak iki gruba ayırmak mümkündür:

A) Genel ilkeler:

1. Esbab-ı nüzul rivayetlerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir.

2. Esbab-ı nüzulü bilmeden de Kur’an-ı Kerim’i anlamak mümkündür.

B) Özel ilkeler (Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzule ihtiyacın sınırlarını esas belirleyecek olan ilkeler):

1. Sebeb-i nüzulü bilmenin muktezay-ı hali bilmek gibi olduğu durumlarda esbab-ı nüzul bilinmelidir.

2. Sebeb-i nüzulü bilmemenin Kur’an’ın zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu hallerde esbab-ı nüzul bilinmelidir.

3. Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzule olan ihtiyacı ilk planda Kur’an-ı Kerim belirlemelidir.

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması sürecinde esbab-ı nüzulün değerlendirilmesine yeni bir yaklaşımda bulunurken zikredilen ilkeleri tamamlayan diğer önemli ilkeler Kur’an-ı Kerim’in bütünlüğünün dikkate alınması ve siyak-sibak’ın göz önünde bulundurulması ilkeleridir. Ortamın özelliklerini taşıyan esbab-ı nüzul rivayetleri Kur’an’ın bütünlüğü kavramı çerçevesinde değerlendirilirken bağlamı görebilme imkânı sağlayan unsurlardan biridir.

Eserin ikinci çalışması olan bölümde esbab-ı nüzul rivayeti yeni bir yaklaşım ilkeleri çerçevesinde ele alınıp değerlendirilmektedir. Bu bölüm Kur’an’ın anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolünde yeni bir yaklaşımın ilkelerini Sa’lebe kıssası üzerinde incelemektedir. Bölümün amacı, esbab-ı nüzulün aktüel değerini tespite ulaşma çabasıdır.

9/Tevbe suresi 75.ayetin nüzul sebebi olarak zikredilen Sa’lebe b. Hatıb kıssası özetle şu şekildedir: ‘’Sa’lebe Hz. Peygamber’in huzuruna gelmiş ve ona:’’ Ya Rasulallah, Allah’a dua et de bana çok mal versin’’ demiş. Hz. Peygamber de:’’ Ya Sa’lebe hakkını eda ettiğin az, takat getirmeyeceğin çoktan hayırlıdır.’’ diyerek cevap vermiş. Sa’lebe dileğini tekrarlamış ve demiş ki:’’ Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bana çok verirse mutlak ve mutlak her sahibinin hakkını veririm.’’ Bunun üzerine Rasulullah dua etmiş, o da bir davar edinmiş. Derken çoğaldıkça çoğalmış. Medine arazisi dar gelmeye başlamış. Bir vadiye yerleşmiş ve böylece cemaate devam etmekten ve hatta Cuma’dan bile uzaklaşmış. Hz. Peygamber zekât toplayıcılarını ondan zekât almak üzere gönderdiğindeyse zekâtını vermek istememiştir. Daha sonra vermek istediğindeyse sadakayı alıp kendisi getirmiş fakat Allah 9/Tevbe 75. Ayeti inzal etmiş ve Hz. Peygamber:’’ Allah Teala beni senin sadakanı kabulden men eyledi:’’ diyerek kendisi hakkındaki hükmü açıklamıştır. O zaman Sa’lebe başına toprak saçmaya başlamış ve Hz. Peygamber de:’’ Bu senin amelindir. Emrettim itaat etmedin.’’ demiştir. Daha sonra Sa’lebe zekatını Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra sırayla Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e getirmiş ancak onlar da Sa’lebe zekâtını kabul etmemişlerdir. Sa’lebe Hz. Osman zamanında helak olmuştur.’’

Sa’lebe kıssası sire, rical, teracim ve tarih kitaplarında farklı tariklerle ve hicri 9. Yıl hadiseleri arasında rivayet edilmektedir. Ulemanın kıssa üzerine yaptıkları değerlendirmeler incelendiğinde Sa’lebe’nin vasıfları ve hadisenin sıhhat derecesi gibi hususlar ön plana çıkmaktadır.

Sa’lebe’nin vasıfları üzerine sire, rical ve tarih kaynaklarımızda söylenenler şunlardır:

a) Sa’lebe, Beni Umeyye b. Zeyd’e mensuptur. Yani Evsli olan Ensar’dandır.

b) Bedir ehlindendir.

c) Uhud ehlindendir.

d) Mescid-i Dırar kuranlardandır.

e) Tebük gazvesine katılan münafıklardandır.

f) Dumetu’l-Cendel’de yapılan Ukeydir b. Abdilmelik gazvesine katılan Mescidi Dırar       ashabındandır.

Sa’lebe kıssasının sıhhat derecesi üzerine söylenenleri üç grupta toplanabilir. Bunlar:

a) Salebe kıssasının sıhhat derecesine kail olanlar veya bunu ima edenler.

b) Nüzul asrında böyle bir hadise cereyan etmiştir. Ancak kıssanın kahramanı başka  bir şahıstır diyenler.

c) Kıssanın sıhhatinden şüphe edenler ve bu yönde fikir beyan edenler.

Hadis kitaplarında bu kıssanın ele alınışı tefsir tarihi açısından da önemlidir. Çünkü ilk devirde tefsir, hadis ilmi çerçevesinde mütalaa edilmekteydi. Daha sonra, tefsir her ne kadar hadis rivayeti şeklinde yapılıyorsa da tabiundan itibaren yazılmaya başlamıştır. Hadis kitaplarında Sa’lebe kıssasını rivayet edenler bir kısmı kıssayı nakletmekle yetinmiş bir kısmı da kıssanın sıhhati üzerine görüş bildirmişlerdir. Tefsir kitaplarında ise kıssayı ele alan müfessirler iki yol takip etmiş ya Taberi’den nakletmişler ya da muhtelif tariklerle farklı kaynaklardan almışlardır. Tarih, hadis ve tefsir kitaplarında konuyla ilgili 9/Tevbe 75. Ayetin anlaşılmasında bize müşahhas bir kanaat vermemektedir. Dolayısıyla bu malumatın Kur’an’ın anlaşılmasında değerlendirilmesi için yeni bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır. Yeni bir yaklaşımla konuyu ele almak gerekirse izlenmesi gereken yollar şöyledir:

a) İlk olarak Sa’lebe kıssası rivayetleri hadis usulü açısından tenkit edilmelidir.

b) Rivayetler tasnif edilmelidir.

c) Tarih ilminden faydalanılmalıdır.

d)Kur’ani bütünlük ve siyak-sibak bağlamında değerlendirilmelidir.

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinde yeni bir usul takip edilmesi gerektiği bir gerçektir. Böylece, tefsir kitaplarında kalmaya hakkı olmayan pek çok rivayet temizlenmiş olacak ve Kur’an’daki bir ayeti anlamak için tefsir kitaplarına bakan kimseler, onlarla karşılaşıp hiçbir esası olmayan haberlerle meşgul olmaktan kurtulacaklardır. Tevbe suresi 75. ayet-i kerimesini anlama çabasında doğruyu bulma maksadıyla nakledilen Sa’lebe kıssası, ayetin anlaşılmasına yönelik yorumları bu hadisenin sınırları içerisinde bırakmıştır. Bu sebeple müfessirlerin bu konudaki yorumları birbirine zıt olmuş ve Kur’an’ın yorum zenginliğini tahdit etmiştir. Hâlbuki bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak bilinen kıssaya önerilen yeni ilkeler ışığında bakılmış olsaydı Kur’an-ı Kerim’in mana zenginliği anlaşılmış olur. Çünkü Kur’an-ı Kerim ile aydınlanacak hayatımızın zenginliği onun zengin bir biçimde yorumlanmasıyla/pratiğe taşınmasıyla mümkündür.

Eserde yer alan üçüncü kitap ‘’Tarihsellik ve Esbab-ı Nüzul’’ tarihsellik problemi ve açıklanmasına dair bilgiler verirken aynı zamanda tarihsellik kavramının anlamı, doğuşu, gelişimi, bu kavramın kendi kültürümüze nasıl nakledileceği ve nasıl kullanılacağı konularına ışık tutar. Batı kültürüne ait, anlam içeriği geniş, bir o kadar da kapalı ve bulanık tarihsellik kavramının kendi kültür alanımızda kullanılırken ortaya çıkan kavram kargaşası ancak kavramın tarihteki serüvenine, anlam içeriklerine ve kullanım alanlarına temas edilerek çözülebilir.

Tarihsellik nedir sorusunu kendimize yönelttiğimizde ilk aldığımız cevap tarihselliğin felsefeye ait bir kavram olduğudur. Buradan hareketle felsefi bakışla kavram nedir sorusunu akla getiriyor. Kavram bir fikirdir bilgidir. İnsan bir fikri bir bilgiyi de ancak bazı işaretlerle yani dille ifade eder. Dille ifade ettiği zaman da bir bilgi ve fikir yükleyeceği işareti belirler. Bir kavram dille ifade edildiğinde kavram terim adını alır. Kavram, bir şeyin (bir idenin, bir fikrin) zihindeki tasarımı, terim ise dil aracılığıyla kavramın ifadesidir. Tarihsellik ise tarih yapan bir varlık olan insanın tarihi hakkında edindiği tecrübelerin ve bu alanla ilgili bütün durumların üzerinde cereyan eden zihni faaliyetlerin sonucu oluşan düşünce ve ondan doğan fikirlere işaret eden bir kavramdır. Yani tarihsellik, insanın varlık şartlarından kaynaklanan imkan ve yetenekleri ile bizzat yaşadığı tecrübe ettiği bir durumla yani tarihle ilgilidir. Dolayısıyla filozoflar tarih üzerine zihinsel faaliyette bulunurken insanın reel yaşadığı tarih üzerine tasarımlardan bir fikri, bir ideyi, bir bilgiyi dilsel bir simge olarak tarihsellik kelimesi ile ifade etmişlerdir. Onlar tarih alanı ile ilgili birikimlerine ait bir şeyin veya fikrin tasarımını yoğunlaştırarak bu kelimeye yüklemişlerdir. Bir felsefi kavram olarak tarihsellik nedir sorusuna herkesi tatmin edecek bir cevap vermek güçtür. Nitekim tarih felsefesi, epistemoloji, hermenötik, linguistik gibi çeşitli alanlarla ilgisi olan bu kavramı, bu sahalarda çalışan ilim/düşünce adamlarından hemen hepsinin yeniden tarif etme teşebbüsü de bunu göstermektedir.

Tarihsellik ve tarihselcilik kavramlarının XVII. Yüzyıl ile XIX. yüzyıllar arasında tarih ilminin amacı, eğilimleri ve araştırma araçları bakımından geçirdiği değişimler sürecinde ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Tarihsellik ve tarihselcilik terimleri batıda tabiat ilimleriyle beşeri ilimler arasındaki zıtlık, epistemolojik bir çatışmaya dönüştüğünde ortaya çıkmış kavramlardır. Tarihsellik kavramını felsefi anlamıyla ilk kez kullanan Hegel’dir. Ona göre bu kavramın iki anlamı vardır. Bunlar:

1) Tarihsellik, geçmişte olup-biten her şeyin geçmişte kalmasına rağmen etkisini devam ettirmesi halidir.

2) Tarihsellik, sürekli tarihsel bir etkililiktir. Mesela Grek tinin tarihsellik karakteri, özgürlük ve güzellik idelerine göre anlaşılabilir. Yani tarihsellik, o çağı yapan etkililik anlamındadır.

Kur’an-ı Kerim insanı ana konu ve insana hidayet rehberi olmayı ana gaye edinmekle tarih ve tarihsellik bağlamında temel karakteristiğini ortaya koymuş olmaktadır. Çünkü insan her zaman geçmişe mal olacak bir şimdinin kalıcı ve belirgin izlerini yaşatarak kendini sürdürmeye, aynı zamanda, bu gününü dünle doğrulamak için nerden geldiğini kendinden önce neler olduğunu bulmaya çalışan bir varlıktır. Bir başka deyişle insan tarihsel bir varlıktır ve bu insanın varlık koşullarından bir tanesidir. Bundan dolayı Kur’an hemen her suresinde insan ve toplumu ya da onlarla ilgili olguları ve olayları anlatır. Dolayısıyla Kur’an, tarih ve tarihsel olanı, geçmişi, yaşanılan zamanı ve geleceği ile bir bütün halinde insanın faaliyet sahası olarak görmektedir. Bu olgu bazıları tarafından eleştirilse de aslında gayet doğal bir olgudur. Çünkü Kur’an-ı Kerim insanın sadece tarihsel varlık koşulları ile değil bütün varlık koşulları ile uyumlu ve o koşullara cevap veren bir ilahi mesajdır. Yani o, Kur’ani kavramı ile fıtrata hitap eden ve insanın fıtri ihtiyaçlarını en mükemmel şekilde göz önünde bulunduran bir kitaptır. Esbab-ı nüzul ve tarihsellik kavramları ilişkisi de bu bağlamda değerlendirilebilir.

Kur’an-ı Kerim’in nüzul ortamına yönelik üslubundan söz etmek gerekirse Kur’an, toplumun dünya görüşünü, kavramların yani tüm insani yapıp-etmeleri, ilahi mesajla oluşturmak ister. İşte bu hedef kitlenin yani Kur’an’ın ilk muhatabı olan insanların yapıp-ettikleri esbab-ı nüzul olabilmektedir. Dolayısıyla esbab-ı nüzul doğrudan doğruya nüzul ortamında fiili olanı (de facto) ve somut hayatı göstermek konusunda aracı deliller olarak değerlendirilebilir. Bu demektir ki Kur’an vahyi, nazil olduğu fikri, sosyal ve manevi çerçevede (Mekke’de olsun, Medine’de olsun) var olan insani birçok probleme ve insanların bu problemlerden kurtulmak ve rahatlamak arzularına cevap vermiştir. Bu durum yirmi üç yıl sürmüştür. Vahyin tamamlanması ve Hz. Peygamber’in irtihali ile artık vahiy-insan ilişkisinin bir bölümü olan esbab-ı nüzul olgusu da son bulmuş olmaktadır.

Tarihsellik sözcüğünün terim olarak ifade ettiği anlamlar çeşitlidir. Bunlardan bazıları tarihsel olanın varlık biçimi ve zamana bağlılık, gelip geçiciliktir. Tarihsel olanın varlık biçimi bağlamında, Esbab-ı Nüzul, Kur’an’ın nüzul ortamına ait bir gerçeklik olarak gerçekliğini o dönemde yaşamış kişilerden yani Hz. Peygamber ve ashabından ve onların yapıp-etmeleri sonucu meydana gelen olaylardan almaktadır. Bir başka deyişle, insan tarihsel bir varlık olduğuna göre onun yapıp-etmelerinin sonucu oluşan esbab-ı nüzulün tarihsellik kavramıyla ilişkisi kaçınılmazdır. Rivayetlerdeki olayların zaman ve mekan içinde olmuş, sahih rivayetle bize ulaşmış müsned-merfu haberler olması sebebiyle elle tutulur bir gerçekliği vardır. Bu bakış açısına göre, Esbab-ı Nüzulü tarihsel olanın niteliği olarak anlayabiliriz. Yani nüzul ortamında ne gibi olaylar olmuş, sorular sorulmuş veya nasıl olmuş da bu ayet veya ayetler nazil olmuş sorularının karşılığı olarak algılayabiliriz. Bir diğer anlam olan zamana bağlılık ve gelip geçicilik noktasında, tarihsellikle doğrudan ilişkili olan esbab-ı nüzul kıssalarının nitelikleri zamana bağlı, gelip geçicidir. Yani nüzule sebep teşkil eden kıssaların ve şahısların yapıp etmeleri tarihseldir. Ancak esbab-ı nüzule bu anlayışla yaklaşmak doğru değildir. Çünkü Kur’an ve esbab-ı nüzul ilişkisi sadece tarihsel bir bilgi değildir. Kuran vahyinin insanı ve onun varlık koşullarını reddeden değil, aksine insanın varlık koşullarını onaylayan ve insanın bunun şuuruna ulaştırarak geliştirmesine imkan sağlayan bir mesajı vardır. Esbab-ı nüzulün tarihsel bir gerçek olması ile onun tarihe bağımlı olması birbirinden farklı şeylerdir. Çünkü esbab-ı nüzul dini bir fenomen olarak, hakikati, tarihsellikten bağımsız olan bir gerçek olarak da düşünülmelidir. Çünkü esbab-ı nüzul orijinal yorum-orijinal tarihtir. Esbab-ı nüzul rivayetleriyle yazılacak orijinal tarih nüzul asrını en sahih şekilde izleme imkânı verecektir. Tefsir için yapılan esbabı nüzul rivayetleriyle yazılacak düşünülmüş tarih de çok sayıda insani faaliyeti, Kur’an-ı Kerim’i anlamak isteyen insanın bakış ufkunu genişletecektir. Orijinal tarih bize Kur’an-insan-hayat bütünleşmesini gösterirken düşünülmüş tarih orijinal tarihin içinde bulunulan mekâna ve zamana nasıl uyarlandığını yani Kur’an’ın yaşanabilir olduğunu gösterir. Bütün bunlar ise siyer-tarih yazımında insani faaliyet ve davranışların tarihini tespit etme imkânı vererek insanın varlık bilincine katkıda bulunacaktır.

Esbab-ı nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisine esbab-ı nüzulün Kur’an’ı Kerim’in bütünlüğü içerisindeki yeri ve insanın tarihsel bir varlık olması bağlamında bakılmalıdır. Sonuç olarak:

a) Esbab-ı Nüzul-tarihsellik kavramı ilişkisinde özellikle vurgulanması gereken konu, Kur’an’ın soyut bir düşünce veya düşünüş biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak, insanın öz niteliğiyle örtüşen bir hidayet rehberi olduğudur.

b) Başka özgü kültürlere ait kavramları kullanırken kavramların tarihleri, içerikleri ve kullananların dünya görüşleri göz önünde bulundurulmalıdır.

c) Bu kavramları kullanan ilim adamları ve düşünürler hem böylesi bir yaklaşımı benimsemeli hem de kullandıkları kavramı tarif etmelidir. Aksi halde bu kavramları kullananlar ile onları anlamakta zorlananlar veya anlamak istemeyenler arasındaki tartışma yapıcı bir zemine oturmayacaktır. Bu tarz bir durum, İslam düşüncesinin yeniden yapılanması ümidi açısından olumsuz bir düşünce ortamı demektir. Yazarlar kullandığı bu tür odak kavramlara yüklediği anlamları açık bir şekilde ortaya koyarsa tartışma için yapıcı bir ortam oluşturulabilir.

d) Hermenötik (yorumbilim), semantik (anlambilim) ve linguistik (dilbilim) gibi beşeri bilimlerden de faydalanılmalıdır. Bu tür bilimlerden faydalanabilmek, bu alanlara ait yeni kavramları özgü kültürümüze mal edebilmek, içselleştirebilmek, yani bu kavramları yaşayabilmek, anılan tavrın hakim olmasıyla mümkün olabilir.

e) Böylesi bir yaklaşıma, İslam kültüründeki tarih anlayışıyla Batı kültüründeki tarih anlayışlarının birbirlerinden beşeri bir ilim olarak tarihin iki ayrı şekilde mütalaası olarak yararlanabilmesi için de ihtiyaç vardır.

f) Esbab-ı nüzulden, tarihsel bir olgu olarak tarih-siyer yazımında en isabetli şekilde faydalanmak bu şekilde mümkündür.


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi