KİMİ ÖRNEK ALMALI?
Fatma Betül Özaslan
İnsan, hayatını anlamlandırmak, iyi ve doğru yaşamak için yönlendirilmeye ihtiyaç duyan bir varlıktır. Kur’an-ı Kerim, bu yönlendirmeyi sağlamak üzere nazil olmuş ilahi bir rehberdir. İnsan hayatının maddî ve manevî tüm yönlerine hitap eden bu Yüce Kitap, bireye yaşamdaki gayesini gösterirken, aynı zamanda bu gayeye nasıl ulaşacağını da öğretir. Kur’an, yalnızca soyut kurallar sunmaz; bu kuralların pratikte nasıl uygulanacağını göstermek için insanlığa bir örnek şahsiyet de sunmuştur. Bu örnek, Kur’an ahlakı ile yoğrulmuş, onu hayatına birebir aktaran ve ilahi mesajı yaşayan bir peygamber olan Hz. Muhammed’dir.
Kur’an-ı Kerim, insanı yaratan, ona hayat veren ve onu en iyi bilen Yüce Allah’ın kelamıdır. Bu yönüyle Kur’an, geçmişi, geleceği ve gaybı bilen, insana en yakın olan bir iradenin rehberidir. Kur’an, yalnızca Arap toplumuna ya da belirli bir çağa değil, bütün insanlığa ve her çağa hitap eden evrensel bir mesajdır. İnsanı merkeze alarak onun fıtrî yapısına uygun ilkeler sunar. Bu ilkeleri hayatına geçirmek isteyen kişi için de örnek olarak Hz. Muhammed’i gösterir. Çünkü Allah, vahyi sadece kitap olarak indirmemiş; onun hayattaki uygulamasını göstermek üzere Hz. Muhammed’i de göndermiştir.
Kur’an, genel ilkeleri ve ahlaki temelleri belirlerken, bu ilkelerin hayata geçirilmesinde Hz. Muhammed’in örnekliğini öne çıkarır. Hz. Peygamber, Kur’an’ı en doğru şekilde anlayan, yaşayan ve tebliğ eden kişidir. Onun şahsiyeti, Kur’an ahlakının ete kemiğe bürünmüş halidir. Nitekim Hz. Aişe de onun ahlakını “Kur’an ahlakıydı” şeklinde tanımlamıştır. Bu da gösteriyor ki Kur’an’ı hakkıyla anlamak ve yaşamak isteyen kişi, Hz. Muhammed’in hayatını örnek almalıdır.
Kur’an ahlakı, sadece bireysel değil toplumsal düzeni de gözeten bir yapı sunar. Namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerin yanı sıra, insanlara güler yüz göstermek, adaleti sağlamak, emanete riayet etmek, gıybetten kaçınmak, sağlığa zarar vermemek gibi günlük yaşamın içinde olan davranışları da birer ahlaki sorumluluk olarak görür. Din ile dünya arasında keskin bir ayrım yapmaz; tüm yaşam alanlarında Allah’ın rızasını merkeze alan bir bütünlük oluşturur. Kur’an’a göre bir davranışın ahlaki değeri, yalnızca Allah rızası için yapılmasına bağlıdır.
İnsanın bu yüksek ahlaki değerlere ulaşabilmesi, ancak onları yaşayan bir örnekten öğrenmesiyle mümkündür. İnsan, özünde somut bir modele bağlanma eğilimindedir. Kur’an da bu ihtiyacı karşılayarak, örnek alınacak şahsiyet olarak Hz. Muhammed’i gösterir. Onun hayatı, Kur’an’ın önerdiği ahlaki değerlerin yaşanabilirliğini kanıtlar. O, ilahi mesajı hayatın her alanına taşıyarak insanlığa yol göstermiştir. Peygamberlerin görevi insanın fıtratını değiştirmek değil, onu kemale erdirmek, ahlaki açıdan olgunlaştırmaktır. Hz. Muhammed’in yaşamı bu anlayışın en güzel örneğidir.
Sonuç olarak, Kur’an-ı Kerim’in rehberliğinde bir hayat sürmek isteyen insanın kimi örnek alması gerektiği sorusunun cevabı nettir: Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış olan Hz. Muhammed. O, yalnızca ilahi mesajı tebliğ eden değil, aynı zamanda onu yaşayarak gösteren bir elçidir. Onun hayatını ve ahlakını kendine örnek alan birey, Kur’an’ın rehberliğini gerçek anlamda hayatına taşımış olur. Böylece hem bireysel hem toplumsal düzeyde karşılaşılan sorunların çözümünde sağlam ve evrensel bir ahlaki zemin oluşturulur. Bu zemin, yalnızca sözle değil, amelle yani eylemle değer kazanır. Kur’an ve Hz. Peygamber’in örnekliği, ahlaki bir kimliğin inşasında en sağlam temeli sunar. Bu temele sıkı sıkıya sarılmak, “Kur’an insanı” olmanın ve Allah’ın rızasına ulaşmanın yoludur.
Modern dünyanın hızlı, karmaşık ve dikkat dağıtıcı yapısı içerisinde insanlar, çoğu zaman örnek alınacak kişiler konusunda bir karmaşa yaşamaktadır. Sosyal medya, popüler kültür ve eğitim sistemleri; sık sık ön plana çıkarılan, toplumda parlatılan ancak derinlikten yoksun şahsiyetleri bize “rol model” olarak sunar. İşte tam da bu noktada Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, okuyucuya çok temel ama oldukça derinlikli bir soru yöneltir: Kimi örnek almalı?
Hocam Serinsu’nun bu kitabı, kısa ve sade bir dille yazılmış olmasına rağmen, son derece anlamlı ve düşündürücü bir içeriğe sahiptir. Yazar, günümüz insanını kendisine dönmeye ve hayatında gerçekten kimi örnek alması gerektiğini sorgulamaya davet eder. Ona göre çağımızın öne çıkan figürleri çoğu zaman geçici, kırılgan ve yanıltıcıdır. Oysa gerçek örnek, kalıcılığı, sağlam ahlakı ve evrensel değeriyle kendini kanıtlamış olmalıdır.
Bu bağlamda Serinsu, kitabında özellikle Hz. Muhammed’i (s.a.v.) örnek alınması gereken yegâne şahsiyet olarak öne çıkarır. Hz. Peygamber’i sadece bir dini figür olarak değil; bir insan, lider, baba, eş, arkadaş ve toplum bireyi olarak ele alır. Onun hayatı, Kur’an’ın yaşanmış hali, değerlerin ete kemiğe bürünmüş örneğidir. Bu yüzden onun örnekliği, yalnızca Müslümanlara değil, tüm insanlığa yön gösterecek bir nitelik taşır.
Kitabın en dikkat çekici yönlerinden biri de, Serinsu’nun bu örnekliği sadece dini bir argümanla değil, aynı zamanda akli ve ahlaki bir zeminde savunmasıdır. Zaman değişse de değerlerin değişmeyeceğini, insanın anlam arayışı içinde evrensel ölçülere ihtiyaç duyduğunu ifade eder. Hz. Muhammed’in örnekliği, işte bu evrenselliği ve zamanüstülüğü ile öne çıkar.
Serinsu Hoca ayrıca, günümüzde eğitim sistemlerinin ve sosyal yapının bireyleri doğru yönlendirme konusunda yetersiz kaldığını da eleştirir. Gençlerin çoğu, örnek alacakları sağlam şahsiyetlerden mahrum bir şekilde büyümekte ve popüler kültürün geçici kahramanlarına yönelmektedir. Bu nedenle, bireylerin karakter gelişiminde Hz. Peygamber gibi sağlam temellere dayalı bir modelin gerekliliğini vurgular.
Sonuç olarak, Kimi Örnek Almalı? sadece bir davet değildir; aynı zamanda bir iç muhasebe çağrısıdır. Prof. Serinsu, okuyucuya nasihat etmekten çok, onu düşünmeye ve hakikati kalbiyle tartmaya teşvik eder. Kitap, samimi üslubu ve içtenliğiyle hem akademik hem de bireysel okuma için oldukça uygun bir eserdir.
Bugünün karmaşık dünyasında yönünü kaybetmemek isteyen, kimliğini sağlam temeller üzerine inşa etmek isteyen herkes için bu eser, kısa ama derin bir pusula niteliğindedir.
Modern dünyanın hızlı, karmaşık ve dikkat dağıtıcı yapısı içerisinde insanlar, çoğu zaman örnek alınacak kişiler konusunda bir karmaşa yaşamaktadır. Sosyal medya, popüler kültür ve eğitim sistemleri; sık sık ön plana çıkarılan, toplumda parlatılan ancak derinlikten yoksun şahsiyetleri bize “rol model” olarak sunar. İşte tam da bu noktada Hocam, okuyucuya çok temel ama oldukça derinlikli bir soru yöneltir: Kimi örnek almalı?
Hocam Serinsu’nun bu kitabı, kısa ve sade bir dille yazılmış olmasına rağmen, son derece anlamlı ve düşündürücü bir içeriğe sahiptir. Yazar, günümüz insanını kendisine dönmeye ve hayatında gerçekten kimi örnek alması gerektiğini sorgulamaya davet eder. Ona göre çağımızın öne çıkan figürleri çoğu zaman geçici, kırılgan ve yanıltıcıdır. Oysa gerçek örnek, kalıcılığı, sağlam ahlakı ve evrensel değeriyle kendini kanıtlamış olmalıdır.
Bu bağlamda Hocam, kitabında özellikle Hz. Muhammed’i (s.a.v.) örnek alınması gereken yegâne şahsiyet olarak öne çıkarır. Hz. Peygamber’i sadece bir dini figür olarak değil; bir insan, lider, baba, eş, arkadaş ve toplum bireyi olarak ele alır. Onun hayatı, Kur’an’ın yaşanmış hali, değerlerin ete kemiğe bürünmüş örneğidir. Bu yüzden onun örnekliği, yalnızca Müslümanlara değil, tüm insanlığa yön gösterecek bir nitelik taşır.
Kitabın en dikkat çekici yönlerinden biri de, Serinsu’nun bu örnekliği sadece dini bir argümanla değil, aynı zamanda akli ve ahlaki bir zeminde savunmasıdır. Zaman değişse de değerlerin değişmeyeceğini, insanın anlam arayışı içinde evrensel ölçülere ihtiyaç duyduğunu ifade eder. Hz. Muhammed’in örnekliği, işte bu evrenselliği ve zamanüstülüğü ile öne çıkar.
Hocamn Serinsu ayrıca, günümüzde eğitim sistemlerinin ve sosyal yapının bireyleri doğru yönlendirme konusunda yetersiz kaldığını da eleştirir. Gençlerin çoğu, örnek alacakları sağlam şahsiyetlerden mahrum bir şekilde büyümekte ve popüler kültürün geçici kahramanlarına yönelmektedir. Bu nedenle, bireylerin karakter gelişiminde Hz. Peygamber gibi sağlam temellere dayalı bir modelin gerekliliğini vurgular.
Sonuç olarak, Kimi Örnek Almalı? sadece bir davet değildir; aynı zamanda bir iç muhasebe çağrısıdır. Hocam, okuyucuya nasihat etmekten çok, onu düşünmeye ve hakikati kalbiyle tartmaya teşvik eder. Kitap, samimi üslubu ve içtenliğiyle hem akademik hem de bireysel okuma için oldukça uygun bir eserdir.
Bugünün karmaşık dünyasında yönünü kaybetmemek isteyen, kimliğini sağlam temeller üzerine inşa etmek isteyen herkes için bu eser, kısa ama derin bir pusula niteliğindedir.
Kimi Örnek Almalı?
İnsanlık tarihine yön veren örnek şahsiyetler arasında, Kur’an perspektifinden
bakıldığında zirvede yer alan kişi, şüphesiz Resûlüllah’tır. Kur’ân-ı Kerîm,
onu sadece bir peygamber değil, aynı zamanda hayatın her alanında rehberlik
edecek örnek bir insan olarak tanıtır: “Andolsun ki Allah’ın Resûlü’nde sizin
için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça anan kimseler
için güzel bir örnek vardır” (Ahzâb 33/21). Bu âyet, Hz. Muhammed’in sadece bir
tebliğci değil, ilahi ilkeleri pratiğe döken bir yaşam modeli olduğunu açıkça
vurgular.
Allah, sadece ilahi kelamı insanlığa ulaştırmakla yetinmemiş, bu kelamın
hayatla nasıl bütünleşeceğini gösteren bir örneği de beraberinde sunmuştur. Peygamberimizin
hayatı, Kur’an’ın yaşayan bir tefsiri niteliğindedir. Nitekim Hz. Âişe’nin,
“Onun ahlakı Kur’an’dı” ifadesi, bu bütünlüğü en özlü biçimde ortaya koyar. Hz.
Muhammed ile birlikte nübüvvet hem kemale ermiş hem de tamamlanmıştır. Her ne
kadar peygamberliği çeşitli mucizelerle tasdik edilmişse de onun risaleti
esasen Kur’an’ın eşsizliği üzerine temellendirilmiştir.
Kur’an ahlakı, bireysel eğilimlerin, felsefi görüşlerin ya da zamana bağlı
kanaatlerin ürünü değildir. Evrensel boyuta sahip olan bu ahlaki sistem hem
amacı hem de metodu açısından tüm çağlara hitap eder. Kur’an, insan fıtratına
uygun ilkeler sunar ve bu ilkeler, bireyin hem maddi hem de manevi hayatını
kuşatır. Bu yönüyle din ve dünya ayrımı ortadan kalkar; yaşam, ilahi
rehberliğin bütüncül çerçevesinde anlam kazanır.
Bu bütünlük içinde Sevgili Peygamberimiz, insanlığın hem bireysel hem toplumsal
düzeyde örnek alabileceği ideal bir model olarak öne çıkar. Onun hayatı, sadece
geçmişte değil, bugün ve gelecekte de insanın anlam arayışına yön verebilecek
bir rehber niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla bir Müslüman için “kimi örnek
almalı?” sorusunun cevabı, Kur’an’ın da açıkça işaret ettiği gibi Peygamberimizdir.
KİMİ ÖRNEK ALMALI
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed ve Kur'ân ahlakı, elbette geniş bir konudur. Bu kapsamlı konu, sadece bazı Kur'ân âyetleri ışığında "kimi örnek almalı?" sorusu çerçevesinde ele alınmaya çalışılmıştır.
Kur'ân, peygamberlik kurumunu evrensel bir olgu olarak görmektedir. Bunun için Kur'ân'da belirtilmiş olsun veya olmasın Cenâb-ı Allah dünyanın her tarafına elçilerini göndermiştir. "Andolsun, biz her millete, Allah'a ibadet edin, şeytana tapmaktan kaçının! Diye bir resul gönderdik..." (Nahl 36)
Bu peygamberler öncelikle kendi kavimlerine gönderilmiştir. Ama tebliğleri ve mesajları "Tevhid" temelli olup, evrenseldir. Onun için insanlar, bütün peygamberlere inanmak zorundadırlar. Bu ise peygamberliğin olgusal olarak bütünlüğünü, bölünmezliğini ifade eder. Yani peygamberler arasında bir ayrım veya seçim yapma hakkımız yoktur. Hz. Muhammed'e gelince, o, " peygamberlerin sonuncusudur." Bu ise onun kendinden önceki resuller ve nebilerin bir birleşimi olduğu anlamına gelir. Bu durum onun tebliğ ettiği mesajın, bütün insanları kendi merkezinde bütünleştirme, herkese aynı sarsılmaz imanı sağlama özelliğini ifade eder. Hz. Muhammed ile nübüvvet, kemal derecesini bulmuş ve sona ermiştir. Çünkü hayat sonsuza kadar kendisini sevk ve idare eden dizginler içinde kalamaz. İnsanın kendisini tamamıyla idrak etmesi için özüne güvenmesi ve bunlarla kendini idare ederek varoluşunu gerçekleştirmesi gereklidir. Bu itibarla, insanın kendini gerçekleştirme imkânlarını sınırlayarak, onu özüne aykırı bir alana taşıdığından, İslamiyet, rahipliği yasaklamıştır. Kur'ân, akla ve tecrübeye hitab ederek, Tabiat Âlemini ve İnsanlık Tarihi'ni bilgi kaynağı olarak göstermektedir. Bu da Hz. Muhammed ile birlikte peygamberliğin son bulduğu gerçeğini Kur'ân'ın desteklemesidir. "Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değil, velâkin o, Allah'ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur..." (Ahzap 40)
Hz. Muhammed'in peygamberliği her ne kadar Kur'ân'ın dışında birçok mûcizelerle doğrulanmış ve onaylanmışsa da, O'nun nübüvveti birinci derecede "Kur'ân mûcizesi" üzerine bina edilmiştir. Hz. Muhammed öyle bir peygamberdir ki, ilahi görevinde adeta Kur'ân'dan başka bir mûcizeye dayanmak istememiştir. Çünkü Kur'ân'ı Kerim, önceki peygamberlerin mûcizelerini de tamamlayan ve değişmeyen ilahi hikmete uygun ebedî, ilahi bir mesajdır. İşte bu sebeple Hz. Muhammed, Kur'ân mûcizesi ile nüzul ortamını müşahade eden, Arap olan ve olmayan bütün söz ustalarına, Kur'ân'ı Kerim'in benzerini getirmelerini isteyerek meydan okumuştur. "Eğer kulumuza safha safha indirdiğimiz Kur'ân'dan şüphede iseniz, haydi onun ayarında bir sûre getirin ve Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, sadıksanız bunu yapın.!" (Bakara 23)
İnsanın yüksek ahlâki değerleri hayata taşıması, fıtratına ait ahlâki ilkeleri içeren vahy'e ve onun onu ileten peygambere uyması ile mümkündür. Çünkü vahiy, mutlak ve aşkın varlık olarak Allah'ın hayatı anlamlandırma önerisidir. Bu bağlamda ilk insan Hz. Adem'in bir peygamber olması son derece anlamlıdır. Böylece insanın Hz. Adem'le başlayan serüveni, insanın varoluşuna/ahlâki kimliğini nasıl gerçekleştirmesi gerektiğine ışık tutmaktadır. İnsanın hayatını anlamlandıran bu ışık, ilk peygamber Hz. Adem'den son peygamber Hz. Muhammed'e kadar daima aynı ilkeyi, "tevhid" ilkesini tekrar etmiştir. Hz. Muhammed "tevhid" sürecinin son peygamberidir. O, en büyük mûcizesi olan Kur'ân'ı Kerim'i hayata öyle bir taşımıştır ki "Bize hayatın sırrını vermiştir."
Hz. Peygamber'in en yakını olarak Hz. Âişe'nin tanıklığı bu durumu: "Onun ahlâkı Kur'ân idi" ifadesiyle formüle etmiş, Kur'ân'ı Kerim'de tam olarak ilk nazil olan kalem sûresinde "sen pek yüce bir ahlâk üzerin" diyerek bu tesbiti onaylamıştır. Kur'ân bu tanıklığını birçok âyetle desteklemiş, insana "örnek" olduğunu, hem de baktığı zaman fıtratına işleyen, hayra yönelmek için ruhunda arzu uyandıran örnek olduğunu bildirmiştir. Hal böyle iken hayatın sırrını anlamak isteyen, onun yüksek ahlakını anlamaya çalışmalıdır. Bu ise Hz. Peygamber'in iç dünyasına, Kur'ân'la hayatını anlamlandırışına dikkatle yönelmekle mümkün olur. Yani Kur'ân ahlâkını anlamak, O,nu anlamakla; O'nu anlamak Kur'ân ahlakını anlamakla gerçekleşebilir. Netice itibarıyla "kimi örnek almalı" sorusunun cevabı da verilmiş olacaktır; tabi ki Hz. Muhammed aleyhisselamı.
O hâlde, Allah'ı seven, buyruklarına ihlâsla uyan, bu sözünde niyet temizliği ile sadıklardan olan insan: Hz. Muhammed'e yürekten inanmalı, canından çok sevmeli, olanca eşsizliği ile yaşanacak örnek alınacak insan olduğunun bilincine varmalıdır.
Hz. Peygamber'i örnek almada yanılmayı azaltmak ve vicdanımızı eğitmek için: Duygularımızın ilgilendiği gerçek olaylar üzerinde, kendimizi mümkün olduğu kadar aydınlatmak, duygularımızın ahlâkiliğe aykırı ve tesadüflerin eseri olup olmadığını kendimize sormak, nihayet yine vicdanımızı mümkün olduğu kadar bizi aydınlatmaya muktedir olanların vicdani ile mukayese etmek gerekir. Özelikle Hz. Peygamber'in, sonra da sahabe ve onların izinden giden âlimler ve Salihlerin hayat ve eserlerini inceleyerek, araştırarak, okuyarak onların izinden gitmeliyiz.
Salât ve selâm sözcüklerine ve düşündürdüğü şeylere bakarak güncel değerler üretip hayata katmak konusuna gelince: İlk olarak "Allahümme sali alâ Muhammed" dediğimizde ne demiş oluyoruz. Ya Allah! Muhammed'in zikrini, yüce davetini galip ve şeriatını dâim kılmak suretiyle ona dünyada da, ahiretde de terkim ve tâzîm buyuruver. Onu ümmeti hakkında şefaatçi kılıver. Ecrini, derecesini kat kat artırıver. Salâvat getirmek, Peygamberimize olan şükran borcumuzu ifâ etmek demektir. Çünkü o, müminler için, hatta bütün insanlar için büyük iyilikler yapmıştır. Üzerimizdeki haklarına bir nevi teşekkürle mukabele etmek ve onu yüceltmek, sevgi ve bağlılığımızı dillendirmek imkânıdır. Bu ise Cenâb-ı Hakkın bir lütfudur. Salâvat getiren kişi birçok hazlara gark olur, lezzetler duyar. Bu ise anlatılmaz, ancak kişinin kişisel tecrübesiyle elde edilir. İnanan insanların günlük dualarından olması gerekir. Kutsal kitabımız ve Hz. Peygamber buna müminleri teşvik etmektedir. Hayatın bu hızlı akışı içerisinde insanın özüne yabancılaşmasını, fıtratını kendisini unutmasını ve fıtratından soyutlanmasını önlemede dua temel araçtır.
Salât ve selam bize örnek insanı gösterir. Ona salât ve selâm getirmek kelimelere hayat vermektir. Kelimler ise bilgi ile hayat bulur. Bilgi de okumak ile elde edilebilir. Bundan dolayı insan modellediği peygamberini tanımak için okumalıdır. Okudukça sevgisi artacaktır çünkü. Sevgiye erişmek isteyen kişinin kendini bilinçli olarak eğitmesi gerekir. Bu bilgilenme ve gayretler bize, o örnek insanın kişiliğinde dünya hayatında "önemli insan" olmaya değil, aksine "değerli insan" olma gayesine yönelmemiz hedefini gösterecektir. Böylece inanan insan "bilgi ve bunun aktarılması yöntemi" olarak salât ve selâma bakacak, Hz. Peygamber'in şahsında nitelikli öğretim-eğitimin insani bir yöntemini uygulamış olacaktır.
Bunun yararı yararı insanın bildiklerini yaşayarak örnek kişilik olmaya çabalamadıkça ne fert planında ne aile planında ve ne de toplum olarak huzuru ve mutluluğu arzuladığı biçimde gerçekleştiremeyeceğini idrak etmesi olacaktır. Bu tespiti yaptığı anda dünya ahret mutluluğunun sırrını da yakalamış demektir. O halde Hz. Peygamber'i anmak, insan için hayatla hesaplaşmanın bir parçası olmalıdır. Ta ki hayat, dayatılmış bir takım mecburiyetlerle yaşanan bir hayat olmasın. Çağımızdaki hızlı yaşam akışında Hz. Peygamber'i anarak onu kendi tarihimizde ve bireyselliğimizde modellemek, gerçekten yaşamak için bir fırsat olsun. Peygamberimizi sevmek ve model almak bilinci, hayatı anlamlandırmaya dair bütün anahtar kavramların "anlamak" ve "idrak" etmek ile kendi tarihimizde ve bireyselliğimizde yaşama katılmasına aracı olsun.
Mustafa Akdağ - Ödev 2
Kimi Örnek Almalı?
İnsanlık tarihine yön veren örnek şahsiyetler arasında, Kur’an perspektifinden
bakıldığında zirvede yer alan kişi, şüphesiz Resûlüllah’tır. Kur’ân-ı Kerîm,
onu sadece bir peygamber değil, aynı zamanda hayatın her alanında rehberlik
edecek örnek bir insan olarak tanıtır: “Andolsun ki Allah’ın Resûlü’nde sizin
için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça anan kimseler
için güzel bir örnek vardır” (Ahzâb 33/21). Bu âyet, Hz. Muhammed’in sadece bir
tebliğci değil, ilahi ilkeleri pratiğe döken bir yaşam modeli olduğunu açıkça
vurgular.
Allah, sadece ilahi kelamı insanlığa ulaştırmakla yetinmemiş, bu kelamın
hayatla nasıl bütünleşeceğini gösteren bir örneği de beraberinde sunmuştur. Peygamberimizin
hayatı, Kur’an’ın yaşayan bir tefsiri niteliğindedir. Nitekim Hz. Âişe’nin,
“Onun ahlakı Kur’an’dı” ifadesi, bu bütünlüğü en özlü biçimde ortaya koyar. Hz.
Muhammed ile birlikte nübüvvet hem kemale ermiş hem de tamamlanmıştır. Her ne
kadar peygamberliği çeşitli mucizelerle tasdik edilmişse de onun risaleti
esasen Kur’an’ın eşsizliği üzerine temellendirilmiştir.
Kur’an ahlakı, bireysel eğilimlerin, felsefi görüşlerin ya da zamana bağlı
kanaatlerin ürünü değildir. Evrensel boyuta sahip olan bu ahlaki sistem hem
amacı hem de metodu açısından tüm çağlara hitap eder. Kur’an, insan fıtratına
uygun ilkeler sunar ve bu ilkeler, bireyin hem maddi hem de manevi hayatını
kuşatır. Bu yönüyle din ve dünya ayrımı ortadan kalkar; yaşam, ilahi
rehberliğin bütüncül çerçevesinde anlam kazanır.
Bu bütünlük içinde Sevgili Peygamberimiz, insanlığın hem bireysel hem toplumsal
düzeyde örnek alabileceği ideal bir model olarak öne çıkar. Onun hayatı, sadece
geçmişte değil, bugün ve gelecekte de insanın anlam arayışına yön verebilecek
bir rehber niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla bir Müslüman için “kimi örnek
almalı?” sorusunun cevabı, Kur’an’ın da açıkça işaret ettiği gibi Peygamberimizdir.
KİMİ ÖRNEK ALMALI
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed ve Kur'ân ahlakı, elbette geniş bir konudur. Bu kapsamlı konu, sadece bazı Kur'ân âyetleri ışığında "kimi örnek almalı?" sorusu çerçevesinde ele alınmaya çalışılmıştır.
Kur'ân, peygamberlik kurumunu evrensel bir olgu olarak görmektedir. Bunun için Kur'ân'da belirtilmiş olsun veya olmasın Cenâb-ı Allah dünyanın her tarafına elçilerini göndermiştir. "Andolsun, biz her millete, Allah'a ibadet edin, şeytana tapmaktan kaçının! Diye bir resul gönderdik..." (Nahl 36)
Bu peygamberler öncelikle kendi kavimlerine gönderilmiştir. Ama tebliğleri ve mesajları "Tevhid" temelli olup, evrenseldir. Onun için insanlar, bütün peygamberlere inanmak zorundadırlar. Bu ise peygamberliğin olgusal olarak bütünlüğünü, bölünmezliğini ifade eder. Yani peygamberler arasında bir ayrım veya seçim yapma hakkımız yoktur. Hz. Muhammed'e gelince, o, " peygamberlerin sonuncusudur." Bu ise onun kendinden önceki resuller ve nebilerin bir birleşimi olduğu anlamına gelir. Bu durum onun tebliğ ettiği mesajın, bütün insanları kendi merkezinde bütünleştirme, herkese aynı sarsılmaz imanı sağlama özelliğini ifade eder. Hz. Muhammed ile nübüvvet, kemal derecesini bulmuş ve sona ermiştir. Çünkü hayat sonsuza kadar kendisini sevk ve idare eden dizginler içinde kalamaz. İnsanın kendisini tamamıyla idrak etmesi için özüne güvenmesi ve bunlarla kendini idare ederek varoluşunu gerçekleştirmesi gereklidir. Bu itibarla, insanın kendini gerçekleştirme imkânlarını sınırlayarak, onu özüne aykırı bir alana taşıdığından, İslamiyet, rahipliği yasaklamıştır. Kur'ân, akla ve tecrübeye hitab ederek, Tabiat Âlemini ve İnsanlık Tarihi'ni bilgi kaynağı olarak göstermektedir. Bu da Hz. Muhammed ile birlikte peygamberliğin son bulduğu gerçeğini Kur'ân'ın desteklemesidir. "Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değil, velâkin o, Allah'ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur..." (Ahzap 40)
Hz. Muhammed'in peygamberliği her ne kadar Kur'ân'ın dışında birçok mûcizelerle doğrulanmış ve onaylanmışsa da, O'nun nübüvveti birinci derecede "Kur'ân mûcizesi" üzerine bina edilmiştir. Hz. Muhammed öyle bir peygamberdir ki, ilahi görevinde adeta Kur'ân'dan başka bir mûcizeye dayanmak istememiştir. Çünkü Kur'ân'ı Kerim, önceki peygamberlerin mûcizelerini de tamamlayan ve değişmeyen ilahi hikmete uygun ebedî, ilahi bir mesajdır. İşte bu sebeple Hz. Muhammed, Kur'ân mûcizesi ile nüzul ortamını müşahade eden, Arap olan ve olmayan bütün söz ustalarına, Kur'ân'ı Kerim'in benzerini getirmelerini isteyerek meydan okumuştur. "Eğer kulumuza safha safha indirdiğimiz Kur'ân'dan şüphede iseniz, haydi onun ayarında bir sûre getirin ve Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, sadıksanız bunu yapın.!" (Bakara 23)
İnsanın yüksek ahlâki değerleri hayata taşıması, fıtratına ait ahlâki ilkeleri içeren vahy'e ve onun onu ileten peygambere uyması ile mümkündür. Çünkü vahiy, mutlak ve aşkın varlık olarak Allah'ın hayatı anlamlandırma önerisidir. Bu bağlamda ilk insan Hz. Adem'in bir peygamber olması son derece anlamlıdır. Böylece insanın Hz. Adem'le başlayan serüveni, insanın varoluşuna/ahlâki kimliğini nasıl gerçekleştirmesi gerektiğine ışık tutmaktadır. İnsanın hayatını anlamlandıran bu ışık, ilk peygamber Hz. Adem'den son peygamber Hz. Muhammed'e kadar daima aynı ilkeyi, "tevhid" ilkesini tekrar etmiştir. Hz. Muhammed "tevhid" sürecinin son peygamberidir. O, en büyük mûcizesi olan Kur'ân'ı Kerim'i hayata öyle bir taşımıştır ki "Bize hayatın sırrını vermiştir."
Hz. Peygamber'in en yakını olarak Hz. Âişe'nin tanıklığı bu durumu: "Onun ahlâkı Kur'ân idi" ifadesiyle formüle etmiş, Kur'ân'ı Kerim'de tam olarak ilk nazil olan kalem sûresinde "sen pek yüce bir ahlâk üzerin" diyerek bu tesbiti onaylamıştır. Kur'ân bu tanıklığını birçok âyetle desteklemiş, insana "örnek" olduğunu, hem de baktığı zaman fıtratına işleyen, hayra yönelmek için ruhunda arzu uyandıran örnek olduğunu bildirmiştir. Hal böyle iken hayatın sırrını anlamak isteyen, onun yüksek ahlakını anlamaya çalışmalıdır. Bu ise Hz. Peygamber'in iç dünyasına, Kur'ân'la hayatını anlamlandırışına dikkatle yönelmekle mümkün olur. Yani Kur'ân ahlâkını anlamak, O,nu anlamakla; O'nu anlamak Kur'ân ahlakını anlamakla gerçekleşebilir. Netice itibarıyla "kimi örnek almalı" sorusunun cevabı da verilmiş olacaktır; tabi ki Hz. Muhammed aleyhisselamı.
O hâlde, Allah'ı seven, buyruklarına ihlâsla uyan, bu sözünde niyet temizliği ile sadıklardan olan insan: Hz. Muhammed'e yürekten inanmalı, canından çok sevmeli, olanca eşsizliği ile yaşanacak örnek alınacak insan olduğunun bilincine varmalıdır.
Hz. Peygamber'i örnek almada yanılmayı azaltmak ve vicdanımızı eğitmek için: Duygularımızın ilgilendiği gerçek olaylar üzerinde, kendimizi mümkün olduğu kadar aydınlatmak, duygularımızın ahlâkiliğe aykırı ve tesadüflerin eseri olup olmadığını kendimize sormak, nihayet yine vicdanımızı mümkün olduğu kadar bizi aydınlatmaya muktedir olanların vicdani ile mukayese etmek gerekir. Özelikle Hz. Peygamber'in, sonra da sahabe ve onların izinden giden âlimler ve Salihlerin hayat ve eserlerini inceleyerek, araştırarak, okuyarak onların izinden gitmeliyiz.
1. Bilginin Değeri: İki eser temel olarak bilginin önemini vurgulamaktadır. Çünkü yapılması gereken bir davranış veya uzak durulması gereken bir hal varsa öncelikle bunun bilinmesi gerekir. Bilmeden, öğrenmeden bu davranışların yapılması veya uygulanması mümkün değildir.
2. Bilgi hayata geçmeli bir manada aktif halde olmalıdır. Bilgiden söz ediyorsak onun mutlaka belirli göstergelerinin olması gerekmektedir. Eğer bir yerde bilgi var ama onun mukabili bir amel yoksa orada bilginin pratik boyutu yok demektir. Kimi örnek almalı kitabında HZ. Peygamberin hayatına dair birçok mesaj bulunmaktadır. Bu mesajlar aslında bilginin pratik hayata yansımasıdır. Hz. Peygambere ait bilgiler benim hayatımda nasıl etkili olabilir düşüncesi insanı böyle bir arayışa sürüklemiştir.
3. Bilginin içselleştirilmesi gerekmektedir. Özümsenmeyen, içselleştirilmeyen bilgi donuk haldedir. Bu durumda kalıplar, şekil vb. şeyler ön plandadır. Halbuki bilginin bir de arka boyutu vardır. Bu boyutta manalar, anlamlar ön plandadır. Örneğin Hz. Peygamberden rivayet edilen bir hadis ilk bakışta şekli bir şeyi tavsiye edebilir. Ama arkasında çok derin manalar, birçok şeyi tavsiye eden durumlar meydana gelebilir. Bu durum aslında bilginin salt elde etmeyle değil bir manada onunla yoğrulma aşamasının olduğu gerçeğini ön plana çıkaracaktır. ,
4. Kuran ve sünnet bütünlüğü her iki eserinde temelinde vardır. Kuran'dan verilen bir örnek Hz. Peygamberin hayatıyla tabikata kavuşmuştur. Hz. Peygamberin yapmış olduğu bir fiil mutlaka Kuran'ın gösterdiği bir fiildir. Dolayısıyla her iki kitapta mulahaza edildiğin ortaya bir Kuran ve sünnet bütünlüğü çıkacaktır.