T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ, İLAHİYET FAKÜLTESİ
YÜKSEK LİSANS
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ
TEFSİR BÖLÜMÜ
TARİH ,USUL MÜTAALASİ,
HAZIRLAYAN
SAJAD ETTONNIL JAMALUDEEN
ÖĞRENCİ
NUMERSİ 18912755
DANIŞMAN
Prof. Dr. Ahmed Nedim Serinsu
BAHAR DÖNEMİ
ANKARA 2020
TEFSİR TARİHİ VE USULU
Arapça olarak indirilen
Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz tarafından anlaşılmış ve sahabeye aktarılmıştır.
Peygamberimiz indirilen ayetler hakkında zaman zaman açıklamalar da yapmıştır.
Hz. Muhammed’in peygamberlikle
ilgili üç temel görevi; kendisine indirilen vahyi insanlara iletmek (tebliğ),
vahyi açıklamak (tebyin) ve kanun ve hüküm koymaktır (teşri). Bu nedenle
Kur’an’ın tefsiri Peygamberimiz'le başlamıştır. Çünkü Peygamberimiz, vahyin
ilk muhatabıdır. Kur’an, Peygamberimiz'e indirildiğinden onun en iyi ve en
doğru açıklamasını da o bilmektedir.
Kur’an’ın ilk muhatapları
olan sahabiler onun ruhuna vakıf oldukları hâlde, ayetleri iyice anlamak ve
doğru amel etmek konusunda zaman zaman Hz. Peygamber'in tefsirine ihtiyaç
duymuşlardır. Peygamberimiz de lüzum gördükçe ayetleri tefsir etmiştir.
Yaptığı açıklamalarla Kur’an’ın anlaşılmasını ve yaşanmasını sağlamış, amelî
konulardaki davranışlarıyla da ayetlerin uygulanışını göstermiştir. Yani sadece
sözle değil, aynı zamanda davranışlarıyla da fiilî bir tefsir yapmıştır. Örneğin
Kur’an-ı Kerim’de namaz ve hac sadece emredilmiş; nasıl yapılacaklarına dair
detayları Peygamberimiz tarafından açıklanmıştır.
Kur’an tefsirinde hareket noktamız,
metodumuz ve dayanağımız Hz. Peygamber’in merkeze alındığı bir yaklaşım
olmalıdır, böyle yapılmadığı takdirde, Kur’an tefsirinde arzulanan hedefe
ulaşmayız.
2. Sahabe Dönemi'nin Tefsir
Kur’an,
Peygamberimize sahabenin yaşadığı ortamda ve onların konuştukları dilde
peyderpey nazil oluyordu. Bu nedenle sahabenin büyük çoğunluğu hangi ayetin
nerede, nasıl, ne hakkında ve hangi sebeple nazil olduğunu biliyordu. Hatta
ayetlerin indirilmesine neden olan olayların içinde yaşıyorlardı. Kur’an’ın ilk
muhatapları olarak Kur’an’ın okunması, ezberlenmesi, yazılması, açıklanması,
anlaşılması ve uygulanmasında Peygamberimiz ‘in yürüttüğü tüm faaliyetlere
bizzat katılmışlardı. Anlayamadıkları bir ayeti doğrudan Peygamberimize sorup
dinliyorlar. Böylece ayetlerde kastedilen anlamları bilginin asıl kaynağından
öğreniyorlardı. Onlar da ayetlerin indirilme sebebini ve Peygamberimiz'in
onlara öğrettiği her türlü bilgiyi sonraki nesillere naklederek tefsir ilminin
temelini atmışlardır.
Sahabe
içerisinde aralarında Ali b. Ebi Talip, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas,
Ubey b. Kâ’b, Ömer b. Hattab ve Hz. Aişe’nin de bulunduğu kişiler Kur’an
tefsiri konusunda ön plana çıkmışlardır. “Tercümanü’l-Kur’an”
adıyla da anılan Abdullah b. Abbas tefsirle ilgili rivayetleri oldukça fazla
olan sahabilerden biridir.
Sahabe
Tefsirinin Genel Özellikleri:
1.
Sahabeler ayetlerin genel manasını vermekle yetinmişlerdir.
2.
Sahabe döneminde ahkâm ayetlerinden az sayıda hükümler çıkarılmıştır.
3. Bu
dönemde sebebi nüzule ağırlık verilmiştir.
4.
Sadece kısa yorumlar yapılmıştır.
5.
Müteşâbih ayetler üzerinde durmamışlardır.
6.
Ayetlerin tefsirinde Peygamberimizin sünnetinden gördüklerini ve hadislerinden
doğrudan duyduklarını aktarmışlardır.
3. Tabiin Dönemi’nin Tefsirinin Genel Özellikleri:
1.
Peygamberimiz'le bizzat karşılaşmamış ve ayetlerin indirilişine tanıklık
etmemiş olduklarından tabiin dönemi müfessirleri, ayetleri yorumlarken daha
fazla açıklama yapma gereği duymuşlardır.
2.
Sahabe döneminde sınırlı sayıdaki ayetlerin tefsiri yapılmışken tabiîn
döneminde Kur’an tamamen tefsir edilmeye başlanmıştır.
3.
Sahabe Dönemi'nde sözlü olarak devam eden tefsir hareketi, Tabiin Dönemi'nde de
bazen sahifelere yazılmış olmakla birlikte, çoğunlukla sözlü olarak devam
etmiştir.
4.
Tabiin müfessirleri ayetlerin yorumunda naklin yanında rey ve içtihadı da
kullanılmaya başlamıştır. Bu da farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep
olmuştur.
5.
Farklı kültürlerle karşılaşmalar sonunda farklı görüşlere zemin teşkil eden
tefsir anlayışları yaygınlaşmıştır.
6. Arap
olmayanlar (mevâlî), tefsir hareketinde daha fazla rol almaya başlamıştır.
7. Bazı
Müslüman âlimlerin, ehl-i kitap olarak kabul edilen Yahudi ve Hristiyanların
kültürünü kıssaların tefsirinde kullanmaya başlamasıyla İsrailiyyât adı verilen
rivayetler, İslam kültürüne girmiştir. Bu rivayetler, özellikle rivayet
yöntemine dayanan tefsirlerin değerini düşürmüştür.
8. Mekke
ve Kûfe gibi tefsir okulları oluşmaya başlamıştır.
İbn
Abbas’ın öğrencileri Said b. Cübeyr, Mücahid ve İkrime gibi tabiînin önde gelen
müfessirleri nakle(hadise) dayalı rivayet yöntemini esas alan “Mekke ekolü”nü, Ubey b. Ka’b’ın
öğrencileri, Zeyd. b. Eslem ve Muhammed b. Ka’b el Kurazî gibi tabiîler ise “Medine ekolü”nü oluşturdular. İbn
Mesud’un öğrencileri İbrahim en Nehaî, Muhammed b. Sirin ve Hasan el-Basrî gibi
tabiinin önde gelen müfessirleri ise nakil yanında reye dayalı dirayet
yöntemini kullanan “Kûfe ekolü”nü
oluşturdular.
4. Tefsirin Tedvin Dönemi
Toplamak,
kaydetmek, yazıya geçirmek anlamındaki tedvin; “rivayet yoluyla hafızadan hafızaya nakledilen ve çeşitli yazı
malzemeleri üzerinde dağınık hâlde bulunan tefsirle ilgili söz ve metinleri
toplamak, düzenli bir şekilde yazıya geçirerek tefsir kitaplarını oluşturmak”
anlamına gelir. Buna göre tefsirin tedvini denilince Kur’an tefsiriyle ilgili
rivayetlerin düzenli bir şekilde kitaplarda toplanması anlaşılır.
Tefsir
faaliyeti çeşitli aşamalardan geçmiştir. Bu aşamalar:
1. Sözlü Rivayet Dönemi:
Peygamberimiz ve sahabenin dönemindedir. Sözlü kültürün daha yaygın olduğu
Peygamberimiz Dönemi'nde Kur’an’la karışması ihtimali nedeniyle Kur’an dışında
genellikle başka bir şey yazılmamıştır.
2. Tefsirin Kitabeti Dönemi: Peygamberimiz Dönemi'nde yazılmış az
sayıdaki hadis sahifeleri ve muhaddislerce ezberlenen hadisler çeşitli
mecmualarda toplanılmaya başlandı. Bu hadis mecmualarının bazı bölümleri
ayetlerin tefsirleriyle ilgili olduğundan hadis kitaplarında “kitabu't-tefsir”
olarak adlandırıldı. Böylece tefsir rivayetleri, hadis kitapları içerisinde de
olsa bağımsız bölümler oluşturmaya başladı. Yine bu dönemde Kur’an’daki
kelimeler, başka dillerden Kur’an’a giren kelimeler, eş sesli ve eş anlamlı
kelimeler üzerine araştırmalar yoğunlaştı. Bunların bir kısmı da yazıldı. Bu
döneme tefsirin kitabeti adı verilmiştir.
3. Tedvin Dönemi: Tabiin
döneminin sonlarında başlamıştır. Bu dönemde tefsir rivayetleri, hadis
kitaplarının birer bölümü olmaktan çıktı. Kur’an’ı baştan sona tefsir eden
bağımsız tefsir çalışmaları kitaplarda toplanmaya başlandı. Bu anlamda Kur’an-ı
Kerim’i baştan sona tefsir eden ilk yazılı kitap, Mukâtil b. Süleyman (öl. 150/767)’ın “Kitabu’t-Tefsiri’l- Kebir”idir. Mukâtil’in tefsirinde kelimelerin
farklı anlamları, ilk dönem kıraat farklılıkları verilmiş, sebeb-i nüzul,
tarihî haberler ve şahıs isimleri çokça nakledilmiştir.
5.
Kaynak ve Yöntem Bakımından Tefsir Çeşitleri
5.1. Rivayet Tefsirleri
Tefsir
başlangıçta, Peygamberimiz ve sahabilerden rivayet edilen sözlerden ibaretti.
İlk dönem müfessirleri Peygamberimiz ve sahabeden nakledilen sözlerle tefsir
yapıyor ve kendi görüşlerine yer vermiyorlardı. Bu tür tefsirler, “rivayet
tefsiri” olarak isimlendirilmiştir. Rivayet tefsirlerine me’sur, menkûl ya da
naklî tefsir adı da verilmiştir.
Rivayet
yönteminde bir ayet tefsir edilirken önce konuyla ilgili daha açıklayıcı başka
ayetler nakledilir. Bunun ardından konuyla ilgili Peygamberimiz'in sünnetinden
örnekler ve hadisler sıralanır. Sonra konuyla ilgili sahabe sözleri ve bazen de
tabiîn sözleri nakledilir. Yani
özetlersek kaynakları: Ayet, hadis, sahabe ve tabiîn sözleri, diğer tarihî
haberlerdir
Rivayet
tefsirleri Peygamberimiz'in ve sahabenin Kur’an ayetlerini nasıl anladıklarını
ve uyguladıklarını anlatmaları bakımından önemlidir. Bununla birlikte bu
tefsirlerden yararlanırken gerek Hz. Peygamber'e ve gerekse sahabe ve tabiîne
isnad edilen uydurma sözlere dikkat edilmesi gerekir.
(Muhammed
b. Cerir et-Taberî’nin “Câmiu’l-Beyân an Te’vîl-i Âyi’l- Kur’an” adlı
eseri ilk tefsir rivayetlerini nakletmesi bakımından önemli bir yere sahiptir.
Başlıca rivayet tefsirleri:
*Ebu’l-Leys
es-Semerkandî (öl. 375/985): Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm
*Ebu
Muhammed el-Huseyn el-Bagavî (öl. 516/1122): Meâlimu’t-Tenzîl
*İbn
Kesîr (öl. 774/1373): Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm
*Ebu
Tâhir el-Firûzâbâdî (öl. 816/1413): Tenvîru’l-Mikbâs min Tefsir-i İbn Abbas
5.2. Dirayet Tefsirleri
Dirayet
sözlükte anlama, idrak ve kavrayış anlamlarına gelmektedir. Başlangıçta
müfessirler, sadece Peygamberimiz'in hadislerini, sahabe ve tabiinin sözlerini
aktarıyorlardı. Zamanla İslam toplumunun genişlemesi, yeni ülkelerin fethi,
değişik ilimlerin ve yaklaşımların doğması sonucu müfessirler rivayetle
yetinemeyeceklerini gördüler. Bunun üzerine nakledilenlerin yanında
müfessirler, Kur’an ve sünnete dayanarak re’y ve içtihadda bulunmak zorunda
kaldılar. İşte Kur’an tefsirinde Peygamberimiz ve ashabından gelen rivayetler
dışında kendi görüş ve düşüncelerini de aktaran akla dayalı bu yeni yönteme
“dirayet yöntemi” adı verildi. Bu yöntemle yazılan tefsirler de “dirayet
tefsiri” olarak adlandırıldı.
Dil
Bilimsel Tefsir: Kur’an-ı Kerim’i dil bilimsel yöntemle tefsir
edenlerin başında el-Ferra (öl.
207/822) gelmektedir. Onun “Meâni’l-Kur’an”
adlı eseri Kur’an’da bazı kelimeleri lugavî açıdan tefsir eden ilk
eserlerdendir. Yine bu yöntemle yazılmış aşağıdaki eserler önemlidir.
Ebu
Ubeyde (öl. 210/825): Mecâzü’l-Kur’an,
İbn
Kuteybe (öl. 276/889): Te’vîlü Müşkili’l-Kur’an
Zemahşerî:
el-Keşşâf
Râgıp
el-Isfehânî: el-Müfredât fi Gârîbi’l-Kur’an
Kelâmî
Tefsir: Dirayet
tefsirinin bir başka alandaki gelişimi de kelâmî tefsir çalışmalarıdır. Bu
tefsirin doğuşundaki başlıca etken, inanç esaslarıyla ilgili ayetlerin
yorumlanmasına duyulan ihtiyaçtır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın birliği,
melekler, kitaplar, peygamberler, ahiret ve kader ile ilgili pek çok ayet
vardır. Bu ayetlerin anlaşılması ve yorumlanması, Müslümanların inançlarının
sağlam temellere dayanması ve inanç esaslarının savunulması, kelâmî tefsirin
başlıca amaçları arasında yer alır.
Kelâmî
tefsirin doğuşunda Müslümanların yeni kültür ve dinlerle karşılaşmaları da
etkili olmuştur. Bu karşılaşmalar sonucunda Müslümanlar arasında farklı inanç
sorunları oluşmuş ve bu sorunların çözümü için çeşitli kelâmî mezhepler ortaya
çıkmıştır. Bunun sonucunda da kelâmî konuların daha yoğun bir şekilde yer
aldığı kelâmî tefsirler yazılmıştır.
İmam Maturidi (öl. 334 h)
tarafından çok etkin bir şekilde kullanılmıştır. O, “Te’vilâtu’l-Kur’an” ya da “Te’vilâtu Ehli’s-Sunne” adı verilen
eseriyle kelamî tefsir yönteminin öncüleri arasında yer alır.
Kelamî
tefsir yöntemini sistemli bir şekilde kullanan ekollerin başında ise Mutezile
mezhebi gelir. Zemahşerî (öl. 538 h.) “el-Keşşaf” adlı eserinde Mutezile’nin
görüşlerini destekleyen yorumlar yapmıştır. Fahreddin er-Râzî (öl. 606/1210)
ise “Mefâtihü’l-Gayb” adlı tefsirinde Eş’arî kelam ekolünü destekleyen yorumlar
yapmış ve Mutezile düşüncesini eleştirmiştir.
Fıkhî
Tefsir: Kur’an’da
inanç ve ahlaka dair ayetler yanında namaz, oruç, hac gibi ibadetleri ve
çeşitli toplumsal ilişkileri ele alan ayetler de vardır. Bu ayetlerin
anlaşılması ve yorumlanması, Müslümanların ibadetlerini nasıl yapacaklarının
açıklanması ve çeşitli toplumsal ilişkilerin (muamelat) nasıl yürütüleceğinin
açıklanması fıkhî tefsirlerin başlıca amacı olmuştur. Bu nedenle ibadet ve
muamelatı içeren ahkâm ayetlerinin tefsiri, fıkhî tefsirlerin en önde gelen
özelliğidir.
Fıkhî
tefsirler, Kur’an’daki ahkâm ayetlerini açıklamalarından dolayı genellikle
“Ahkâmü’l- Kur’an” diye isimlendirilmişlerdir. Mukâtil b. Süleyman (öl. 150/767)’ın “Tefsirü’l-Hams Mie Âye mine’l-Kur’an” adlı eseri ilk yazılı fıkhî
tefsir olarak kabul edilmektedir. Bu tefsir çeşidine örnekler:
İmam
eş-Şafii (öl. 204/819): Ahkâmu’l-Kur’an
Cessâs
(öl. 370/981): Ahkâmü’l-Kur’an
İbnu’l-Arabî
(öl. 543/1148): Ahkâmü’l-Kur’an
Kurtubî
(öl. 671/1273): el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’an
Tasavvufî
Tefsir: Tasavvufî
tefsir, Müslümanlar arasında özellikle dünyevileşmeye tepki olarak yayılan
ahlaki bir hayat sürme ve ruhu arındırma anlayışının gelişmesi sonucunda ortaya
çıkmıştır. Bu doğrultuda tasavvufî tefsirler, ahlaki özellikleri içeren
ayetleri yorumlayarak, bir yandan Kur’an’ın erdemli insan vurgusuna dikkat
çekmişler; diğer yandan da bu çerçevede geliştirilen görüşlerini ayetlerin
tefsiri yoluyla ispat etmek istemişlerdir.
Tasavvufî
tefsirler, tefsir usulünde öngörülen çeşitli kuralları zaman zaman ihmal ederek
ayetlerin görünen (zahir) anlamlarının dışında gizli (batın) anlamlarının da
olduğunu belirtmişlerdir. Bu sebeple tasavvufî tefsire “işârî tefsir” de denir.
İlk
tasavvufî tefsir, Sehl b. Abdullah
et-Tüsterî (öl. 283/986)’nin “Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim”
adlı eseridir.
Tasavvufî
tefsirlerin en önemlileri şunlardır:
Ebu
Abdurrahman es-Sülemî (öl. 412/1021): Hakâiku’t-Tefsir
Kuşeyrî
(öl. 465/1072): Letâifü’l-İşârât bi Tefsîri’l-Kur’an
İsmail
Hakkı Bursevî (öl. 1724): Ruhu’l-Beyân
Tasavvufî
tefsirdeki batın (gizli) anlamın kabul edilebilmesi için tefsir âlimleri bazı
koşullar ileri sürmüşlerdir. Bunlar ayetlerin doğru anlamlarını koruyabilmek
için konulmuştur. Bunlar:
1. Batın
mananın, lafzın zahir manasına aykırı olmaması
2. Başka
bir yerde bu mananın doğruluğuna bir delil bulunması
3. Bu
manaya dinî ve akli bir zıtlığın bulunmaması
4. Batın
anlamın tek anlam olduğunun ileri sürülmemesi
6.
Başlıca Tefsir Kaynakları
6.1.
Arapça Tefsirler
(Maturidi
Tefsiri, Taberî Tefsiri, Zemahşerî Tefsiri, Râzî Tefsiri, Beyzâvî Tefsiri, Kurtubî
Tefsiri, Celaleyn Tefsiri)
8. Tefsirde Yeni Yaklaşımlar
Sosyal
ve siyasi nedenlerle son iki yüz yılda ortaya çıkan yeni sorunlar, gelişen yeni
anlayışlar ve bilimdeki ilerlemeler Müslümanlar arasında yeni tefsir
anlayışlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Böylece yeni yaklaşımlarla yazılan
tefsirlerin bir kısmı bilimdeki yeni gelişmelerin verilerinden faydalanmış, bir
kısmı sosyal sorunların çarelerini araştırmış, bir kısmı da pratik nedenlerle
tarihi birikimi yeniden değerlendirmek istemiştir.
*İlmî
Tefsir; Gazzâlî:
Cevâhirü’l-Kur’an Fahreddin er-Râzî: Mefâtihu’l-Gayb,gibi mufessırler ilmi
tefsirle uğraşmiştirler.
*Edebî Tefsir
*
Sosyolojik Konulu Tefsir
*Tarihsel Tefsir.
HADİS
TARİHİ VE USULU
Hadis ilmi, geçmişte Şer’i
ilimler veya Nakli ilimler diye
isimlendirilen, günümüzde ise İslam ilimler denilen ilim grubunun bir alt
dalıdır. islam Dini’ ni konu edinen Nakli/ Şer’i ilimler , Tefsir,
Hadis, Fıkıh, Kelam ve Tasavvuftur.Müslümanlar ın dini açıdan
sorumluluklarını ortaya koyan, kural koyucu(normatif) ve bağlayıcı
nitelikte ilim dalıdır.
· İslam tarihi, islam mezhepleri tarihi ve İslam ilimler tarihi ise İslam dinini
konu edinmeleri bakımından ilk bakışta İSLAMi ilimler içinde yer alıyor gibi
görünseler de aslında Tarih bilimi’ nin alt
dalıdırlar.
· SÜNNET
KAVRAMI:
· Sünnet kelimesi ara sıra ve gelişigüzel yapılan şeyleri değil, adet
niteliğinde, devamlı ve sürekli, aynı zamanda bilinçli davranışları ifade eder.
· Sünnet’in hadis ilmindeki anlamı ise.Hz Peygamber(sav) sözleri,
davranışları ve onaylarıdır.
· 1-KAVLİ SÜNNET: Hz Peygamber(sav) sözleridir
· 2-FİİLİ SÜNNET: Hz Peygamber(sav) ın fiilleri ve davranışlarıdır.
· 3-TAKRİRİ
SÜNNET: Hz Peygamber(sav) in huzurunda veya bilgisi dahilinde
olmak şartıyla, sahabe tarafından söylenen sözleri ve yapılan davranışları
onaylaması veya karşı çıkmasıdır.
· Peygamber efendimiz (sav) :Yaşayan Kur’an ve Yürüyen Kur’an diye
nitelendirdi.
· Hz
Peygamber(sav) ın görevleri:
· TEBLİĞ:.Hz.
ALLAH (c.c.). tan almış olduğu vahyi eksiksiz olarak insanlara bildirmek
anlamına gelir.
· BEYAN/TEBYİN:
Hz Peygamber(sav) ın kendisine indirilen kitabı, ümmetine açıklaması, onları
ihtilaf ettikleri konularda aydınlatmasıdır.
· TEZKİYE:
İnsanların kötü huylardan , günahlardan, kötülüklerden temizlemesi, arındırılması
demektir.
HADİS
, HABER , ESER TERİMLERİ:
· HADİS:
kelimesi Arapça tahdis mastarının ismi olup ‘’haber verme’anlatılan,haber
verilen husus ‘’haber’’ ve ‘’söz’’ demektir.Çoğulu ehadis şeklindedir. Hadis
ilminde Hz. Peygamber (s.a.v.),’den gelen haber / haberler anlamına gelir.
HABER:
Sözlük anlamı bir olay veya nesneyi gören tanık olan birinin görmeyenlere tanık
olmayanlara söylemesi , iletmesi , duyurması , bildirmesiyle elde edilen
dolaylı bilgidir. Her hadis aynı zamanda haberdir ama her haber hadis değildir.
ESER:
Sözlükte iz kalıntı anlamına gelir. Bazı alimler hadisle eşanlamlı kullanır,
bazı alimler haber kavramıyla eş anlamlı kullanır, bazıları da sahabeden gelen
rivayetler için kullanmıştır.Belli bir uzlaşı yoktur..
· HADİSİN
2 TEMEL ÖĞESİ: İSNAD VE METİN
· 1-İSNAD
VEYA SENED: Hadis ilminde isnad dendiğinde hadislerin
başındaki ravi silsilesini gösteren
isimlerden oluşan ravi zinciri anlaşılır. Buna sened de
denir.
· 2-METİN:
Hadiste nakledilen içerik anlamına gelir. İsnad zincirinin peşinden gelen Hz
Peygamber’ in sözleri ve davranışlarını ifade eden kısma metin denir.
. Hadis ilmi ve hadisle ilgili
faaliyetler rivayet ve dirayet olmak
üzere 2 ye ayrılır.
· HADİS
TARİHİ:
· Hadis tarihi, hadisin Peygamberimiz(s.a.v) döneminden günümüze kadar
geçirdiği serüveni, hadisle ilgili yapılan her türlü çalışmayı zaman ve mekan
düzleminde, sebep sonuç ilişkiler içinde, yani Tarih biliminin ölçütleri
doğrulusunda ele alır.
· Türkçe yazılan ilk hadis kitabı, İstanbul’ da 1924 de
yayınlanmıştır. Hadis tarihi isimli bu ilk kitap o günlerde adı Darülfünun
olan İstanbul Üniversitesi nin İlahiyat Şubesi hocalarından İzmirli İsmail
Hakkı tarafından ders kitabı olarak okutmak üzere yazılmış
ve Talebe cemiyeti tarafından yayınlanmıştır.Hadis tarihinden başka konulara da
değinmiştir.
· Tamamen hadis tarihine özgü olarak yazılmış ilk müstakil Türkçe eser Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi prof. Dr. Talat Koçyiğit’in
yazmış olduğu ve ilk baskısı 1977 de, adı geçen Fakültenin yayınları arasında neşredilen
Hadis Tarihi isimli kitaptır.
· HADİS
USULÜ: hadisin asılları dayanakları kökleri kaynakları ve
kuralları anlamına gelir.
· Usul kelimesi yer alan ilk kitap 544/1149 yılında vefat eden Kadı iyad ın el
ilma ila ma’rifeti usuli’r-rivaye ve takyidi’s-sema isimli eseridir. Buradada
görüldüğü gibi Usulül hadis değil Usulü r rivaye şeklindedir.
· İbn Hacer Hadis usulü ‘’kabul ve ret açısından ravi ve mervinin durumlarından
bahseden ilimdir’’ der.
· Hadis usulü= hadisleri nakledenlerin güvenilir, naklettikleri hadislerin de
sahih olup olmadıklarını tespit etme amacıyla geliştirilmiş kurallardan
bahseden ilimdir.
· Hadis ilmi hadis usulünden çok daha geniş bir bilimsel faaliyet alanıdır.
· Hadis ilmi hadisle ilgili bütün problemleri ele alırken. Hadis uslü sadece
hadis tenkidinin temel kurallarını özetler ve temel kavramlarını tanımlar.
· Klasik tabiriyle Ulumü’l hadis günümüzdeki tabiriyle hadis usulü alanında
günümüze ulaşmış olan en eski eser İmam Şafii nini er-Risale isimli
eseridir.
· Hadis alimleri tarafından yazılan ilk müstakil
hadis usulü kitapları hicri üçüncü asra aittir. Bunlardan Ali b. Abdülhakem’in
Ma’rifetü ulumi’l hadis ve kemmiyyeti ecnasiha isimli eserleri günümüze
ulaşmamıştır.
· Günümüze ulaşan ilk hadis usulü kitabı Ramhürmüzi nin el muhaddisü’l fasıl
ıdır.
· RİCAL
İLMİ : Rical
Arapçada adam kişi anlamına gelen racül kelimesinin çoğuludur. Bu ilme rical ilmi
denmesinin sebebi hadis nakleden kişileri konu edinmesi sebebiyledir. Rical
ilmi hadis ravileri hakkında hadis rivayetine ehil olup olmadıklarını
incelemeye yönelik gerekli her türlü bilgiyi derlemek, korumak ve
değerlendirmek amacıyla ortaya çıkmıştır.
Rical ilminin bir diğer adı
da Cerh ve Ta’dil dir. Cerh; Raviler hakkında olumsuz kanaat, Ta’dil ise;
olumlu kanaat bildirme anlamında kullanılır.
İLELÜ’L
HADİS İLMİ:
Hadis ilminde illet ilk bakışta sahih
görünen hadislerde ancak derin bilgi ve tecrübe sahibi hadis uzmanlarının
görebileceği gizli kusur anlamına gelir. Bu tür izli kusur taşıyan hadislere
Muallel veya Ma’lul Hadis denir. İlelü’l-hadis ilmi
hadislerdeki bu tür gizli ve fark edilmesi zor kusurlarla ilgilenen bunları
bulmayı ve düzeltmeyi amaçlayan bir ilim dalıdır.
· ĞARİBUL
HADİS İLMİ:
Hadis ilminde Ğaribü’l-Hadis dendiğinde az
kullanıldığı, yaygın olmadığı veya manası kapalı olduğu için anlaşılması zor
olan kelimeler ve bunları konu edinen ilim dalı anlaşılır.
· İTİLAFÜ’L HADİS İLMİ: İhtilaf Arapçada iki veya daha fazla
şeyin birbirleriyle uyuşmaması, ters düşmesi, farklı olması insanların görüş
ayrılığına düşmesi gibi anlamlara gelir. İhtilafül-Hadis sağlam bir hadisin
yine sağlam bir hadis ile zıt düşmesi veya öyle görünmesi yada algılanmasıdır.
İhtilafül-Hadis İlmi bu tür zıt görünen hadisleri konu edinip bunları
değerlendiren ve zıtlığı çözmeye çalışan ilim dalıdır.
FİKİH TARİHİ VE
USULÜ
Allah Rasülü (S.A.V.) Sahabe
ve Tabiînden sonra, İslâm’a yeni giren yabancılar kendi dillerinden bazı söz ve
tabirleri Arapçaya soktular. Bunlarla birlikte eski din ve düşüncelerinden bazı
görüşler de geldi. Yeni bir takım problemler çıktı. Bu problemlerin hallinde
değişik kesimlerden değişik fetvalar çıkmaya başladı. Bunun sonucunda fıkıh
usûlü ilmi hicrî ikinci asırda doğmaya başladı. yanı müslümanların yeni kültür ve
medeniyet çevreleriyle bir arada yaşamak durumunda kalmaları sebebiyle
dinî-hukukî alanla ilgili amelî meselelerde nitelik ve nicelik yönünden büyük
artış ve çeşitlilik meydana gelmesi ictihad faaliyetinin yeni bir ivme
kazanmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Tâbiîn döneminde durum değişmiş, entelektüel odak
noktaları belirginleşmeye başlamıştı. Dinî meselelerle ilgili kaynak ve yöntem
bilgisi konusunda sahâbe devrinde oluşmaya başlayan farklı anlayış ve
eğilimleri belirtmek için “ehl-i Hicâz” ve “ehl-i Irâk” şeklindeki coğrafî
adlandırma yanında “ehl-i eser” ve “ehl-i re’y” şeklinde soyut bir anlatıma
yönelme ekolleşme sürecinin hızlandığının açık bir göstergesiydi. Ancak her iki
adlandırma fıkıhtaki tavırla sınırlı olmadığı gibi bu gruplara nisbet edilen
âlimler rivayete veya re’ye önem verme derecesi bakımından aynı anlayışa sahip
değildi ve bu isimlendirmeler sadece iki ana çizgiyi belirtmekteydi. Tâbiîn ve
tebeu’t-tâbiîn dönemlerinde bütün zamanını ilim öğrenme ve öğretme yanında
benimsenen veya karşı çıkılan görüşlerin temellerini teorik incelemeye tâbi tutmaya
ayıran ilim halkaları teşekkül edince fıkhî hükümlere dayanak kılınan
rivayetlerin ve dinin iki ana kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’ten sonuç çıkarmada
izlenen yöntemlerin sorgulanması süreci hızlanmış, bu konuda düzenli çalışmalar
yapanların sayısı artmıştır. İctihadda
belirli fıkhî telakkilerin ve metotların benimsendiğinin açıklanması bir yandan
akademik düzeyde safların belirginleşmesine yol açarken diğer yandan geniş
kitlelerin dinî ve hukukî hayatını düzenli ve istikrarlı biçimde sürdürebilmesinin
teminatını oluşturuyordu. Böylece sözü edilen entelektüel odak noktaları
etrafında meydana gelen kümeleşmeler, mensubiyet duygu ve düşüncesinin de
etkisiyle belirli bir fakihe nisbetle anılmaya başlandı. Bu da fıkıh
mezheplerinin teşekkülü demekti.
Usûlü’l-fıkıh sahasında eser
yazan alimler iki ayrı metot uygulamışlardır. Bunlar; Mütekellimîn (kelamcılar)
ve Hanefîyye metotlarıdır.
a- Mütekellimîn metodu: Usûl
kaideleri delillerin ve bunların gösterdiği biçimde tesbit edilmiştir. Daha çok
mantıkî ve nazarî bir metottur. Mümessilleri, kuralları koyarken, bu kuralın
mezhep imamdan nakledilen ferî meseleye uygun olup olmadığına itibar
etmemişlerdir. Buna göre bu metod, tümevarım biçimindedir. usûlcülerin
eserlerinde, örneklerin dışında pek fürûa ait hükümlere rastlanmaz. Şafiî ve
Mâlikî usulcülerinin ekserisi bu metodu izleyerek eser vücuda getirmişlerdir.
b- Hanefî metodu: Bu
metod mensupları, kendileri araştırma neticesi genel kaideler koyma yerine,
mezhep imamlarının ortaya koyduğu fer’î meselelerden genel kurallar çıkarma
yoluna gitmişlerdir. Bunlar, mezhep imamının ortaya koyduğu bir meselenin
üzerinde bina edildiği kaideyi bulup onu sistemleştirmişlerdir. Bu metotta
nazarî kurallar yoktur. İmamlarının hükümlerinin çıktığı amelî kaideler vardır.
Bu yüzden, bu gruba mensup bilginlerin kitaplarında fürûa ait meselelere sık
sık raslanır. Bu gruptakilerin, böyle bir metod benimsemelerinin sebebi,
imamlarının kendilerine derli toplu kaideler bırakmamış olmasıdır. İmam Şafiî
ise böyle değildir. O bizatihi kendisi usûl kaideleri koyup, onları tesbit
etmiştir.
Usûl alanında yazılan klasik
kaynaklar genelde hayli zor, ibaresi çetin eserlerdir. daha kolay anlaşılması
için usulcüler yeni eserler vücuda getirmişlerdir. Seyyid Bey, Muhammed
Ebu’z-Zehra, Abdulkerim Zeydan ve Zekiyuddin Şâban’ın usûlleri burada
zikredilebilir. Arapça olanların bir kısmı Türkçeye çevrilmiştir. Hayreddin
Karaman’ın İmam Hatib okulları için hazırladığı usûlü ile, Fahreddin Atar’ın
hazırladığı usûl de zamanımızda Türkçe olarak hazırlanan eserlerdir.
Usûlü’l-Fıkhın Konusu
Usûlü’l-fıkıhın mevzuu kendisi
ile küllî hükümlerin sübûtu açısından şer’î küllî delildir. Yani usûlcü, meselâ
kıyası ve onun hüccet oluşunu, âmmı ve onun kayıtlanışını, emri ve delâletini
kendisine konu edinir. Usûlcü bu nevîlerin her birini tek tek araştırır.
Sonuçta; mesela emrin îcaba, nehyin de tahrîme delâlet ettiği sonucuna varır ve
kaidesini koyar. Usûlcünün yaptığı bir plan şablondur. Fakih de bu planın
uygulayıcısıdır.
Usülü I-Fıkıhın Gayesi
Fıkıh usûlü ilminin güttüğü gaye, kural ve nazariyelerini tafsîlî
delillere tatbik etmek suretiyle şer’î hükümlere ulaşmaktır. Başka bir ifade
ile, şer’î amelî hükümleri tafsîlî delillerinden çıkarabilmeyi temindir. Bu
ilmin kaideleri sayesinde şer’î nasslar anlaşılır. Kapalı olan lafızların
manaları bilinir. Aralarında çelişki olan lafızlar arasını bulma ve bunlardan
birisini tercih imkanı elde edilir. Şayet kişi ictihad ehliyetine sahipse, yeni
problemlerin dînî hükmünü ortaya çıkarmak için kıyas, istihsan, istıshab, örf
vb. kaideleri kullanarak ictihatta bulunur. İctihâd ehliyetini haiz değilse
eski müctehidlerin çıkardıkları hükümlerden tahricler yaparak yeni meselelere
cevap bulmaya çalışır. Bununda yolu usulü fıkhı ve onun kaidelirini bilmekten
geçer.