Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


Bilginin Bütünlüğü İle Tefsir Tarihi/Usulü, Hadis Tarihi/Usulü, Fıkıh Tarihi/Usulü Mütalaası
Fatma Sümeyra Çıkrık – Öğrenci No: 21912797
Yaratılan varlıkların en şereflisi olan insan geçmişten günümüze doğrudan veya dolaylı olarak elde ettiği bir bilgi akımı içindedir. Ulaştığı bu bilgilerle amelini ortaya koyan insan bu şekilde yeni davranışlar kazanmaktadır. Her bireyin özel olmasındandır ki, bilgi ile karşı karşıya kaldığında kavrayış ve algılayışı farklıdır. Bu alış ve anlayış farklılıkları fertlerin yaradılışından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla insan alışını kendisi seçmemektedir. Her bir insanın alışının farklı olması toplumda ben’leri meydana getirir, bu sebepledir ki alışı değiştirmek kendisinin elinde değildir. Diğer taraftan insanlar edindikleri bilgilerle örneğin hayatı anlamlandırmak gayesi ile tutumlarda bulunmaktadırlar. Tutumlar sonradan kazanılmıştır ve sınırsız sayıda tutumlar mevcuttur. Bu tutumların sadece nitelikleri değişir. Temel kabul ettikleri bu hükümlere ( hayatı anlamlandırmak) bağlı olarak hareket ederler. Tutumlar öz/fıtrat içinde anlam kazanır ve bu da ben haline etki eder. İlahi bilginin 23 yıllık vahyi süreci içinde bir defada değil de peyderpey indirilmiş olmasını bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Muhataplarının benlik bilincine de bu şekilde sirayet eden Kur’an miladi 610-632 tarihleri arasında 23 yıllık peygamberlik sürecinde Hz. Muhammed’e çeşitli vesilelerle ve ihtiyaçlara göre indirilmiştir. Bunun nedenleri: 
1. İnsanları İrşad, 
2. Kur’an’ın ezberlemesini kolaylaştırmak,
3. Buyruklarının hazmedilmesi, anlaşılması ve hayata katılmasını temin etmek,
4. Her defasında tehaddi edip meydan okumasıyla i’caz niteliğini defalarca tescil etmek
 gayelerini gerçekleştirmek aracına yöneliktir.
Başlangıçtan günümüze Kur’an’ı açıklama faaliyeti olarak kast edilen Tefsir ilmi gayesi bakımından tek değildir. Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanması faaliyeti hadis, kelam, fıkıh, ahlak, tasavvuf, felsefe gibi sahalarda İslam Âlimlerinin sarf ettiği çabalar da bu faaliyetin çok önemli bir parçasıdır. Biz burada tefsir, hadis ve fıkhın gelişim seyrinden söz edeceğiz. Bu üç disiplinin aslında bir bütün halinde olduğunu vurgulamayı gaye edinmekteyiz.
Hz. Adem a.s. dan son peygamber Hz. Muhammed’e kadar ki tüm dönemlerde vahiy daima aynı ilkeyi ‘’Tevhid’’ i tekrar etmiştir. Semavi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ın gayesi de insanı ilahi bilgi doğrultusunda halife kılmaktır. Bu hedefe ulaşmanın yolu da Kur’an-I Kerim’in doğru bir şekilde anlaşılmasından geçmektedir. Bidayetten bugüne kadar insanları delalet bataklığından kurtaracak esasları ihtiva eden ilahi kitapların muhteviyatının muhatapları tarafından daha iyi anlaşılması gerekmektedir. Müslümanlar ve hatta bütün insanlar tarafından anlaşılıp insanların Kur’an’a bağlanabilmesi için onun mutlak surette tefsir ve izah edilmesi icap etmektedir. İçeriğinde öyle esas ve prensipler vardır ki onu okuyan herkes ne demek istediğini anlayamaz. Ondaki dini hakikatler, ilmi kaide ve mantık prensipleriyle de çözülememektedir. Eğer bu hakikatler ilmi kaidelerle çözülebilseydi, dinin ilahi karakterine lüzum kalmazdı. Bu manada Araplarda, yıllardan beri kökleşmiş olan cahili adetlerin fena olanlarını söküp atacak ve ileride sosyal hayat kanunlarını ortaya koyacak olan Kur’an’ı Hz. Peygamber’in tefsir etmesi lazım geliyordu. Ondaki hakikatleri bize en iyi öğretecek Hz. Muhammed’dir, kendisi Kur’an tefsirinin aslı ve esasıdır. Kur’an’ı en iyi bilen ve en iyi anlayan olarak o mübelliğdir ve tebliğ ile mükelleftir. İlk tefsir hareketi İslam’ın kendi bünyesinde doğmuştur. Peygamberlerin getirmiş olduğu hakikatleri evvela kavimleri tebellüğ eder, sonra bu hakikat her tarafa yayılır. Hz. Peygamber de İslamiyet’in ilk günlerinden itibaren ihtiyacın zuhur etmesiyle nazil olan vahiyleri ashabına izah ediyordu. Arap dili ile nazil olmuş olan Kur’an’ın muhatapları onu kendi kültürel seviyeleri nispetinde anlayabilmişlerdir. Anlayamadıkları kısımları Hz. Peygamber’e sormuşlardır. Hz. Peygamber’in Kur’an’ı tefsir ettiğini hadis kaynaklarında kendisine kadar ulaşan isnadlarla da öğrenmekteyiz. Yapılan bu ilk tefsirde teferruat yoktur, onda şeriat ve ahkamda Allah’ın muradını beyan vardır, mekarim-i ahlakı şerh ve ona teşvik vardır. Bu bilgileri Hadis Külliyatı’nda müstakil birer kitap teşkil eden KİTABU’T-TEFSİR bölümlerinden edinmekteyiz. Hz. Peygamber’den işitilen bu tefsir haberleri sahabe arasında nakledilmekteydi, fakat ihtiyaca binaen yapılan bir tefsir hareketi olmasından dolayı sahabenin sorma ihtiyacı hissetmediği ayetlerin tefsir edilmemesi peygamberin yapmış olduğu tefsirin azlığına işarettir. 
Tefsir’in ilk kaynağı Kur’an’ı Kerim’den sonra en mühim kaynağı Hz. Peygamber’in sünnetidir. Sünnet, Kur’an’ın umumunu, hususunu, mutlak ve mukayyedini, nasip ve mensubunu ve diğer hususlarını izah eder.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra Kur’an’ı açıklama işiyle bilgili ve kavrayışlı sahabeler meşgul olmuştur. Tefsir sahasında meşhur olmuş isimler şu şekilde sıralanabilir: Ali b. Ebî Talha, Abdullah b.Mes’ûd, Abdullah b. Abbas, Ubeyd b. Ka’b, Ebu Musa el-Eşarî, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Zübeyr.
Tefsirle ilgili kendisinde en fazla görüş nakledilen sahabe Tercumanu’l -Kur’an lakabıyla bilinen Abdullah b. Abbas’tır.
Onlar Hz. Peygamber’in muhatabıydı bu da onların sarsılmaz mutlak imanları ve hadise ve sebepleri müşahede edip hükümlerle aralarında gereken münasebeti kurabilmelerine imkan vermekteydi. Sahabe’nin Kur’an metniyle vakıa arasındaki irtibatı daha sıhhatli bir şekilde kurabildiklerini kabul etmek gerekir.  Özellikle bu çerçevede Esbâbu’n-Nüzûl ile ilgili açıklamaları sonraki nesiller için Kur’an’ın tefsirinde ve anlaşılmasında kıymetli malzemelerdir. Bunların yanı sıra sahabe Kur’an ‘da geçen garip kelimeleri ve müşkil lafızları filolojisi yönden açıklarken diğer yandan Kur’an’daki kıssaların da açıklamasında Yahudi ve Hristiyanların kültüründen de yararlanıyorlardı. Bütün Sahabiler için İsrailiyyat’tan yararlandıklarını söylemek yerinde olmaz. Sadece özel olarak Ehl-i Kitab’dan kimselerle temas içinde olan Sahabiler açıklamalarında İsrailiyyat’a yer vermişlerdir.
Sahabe neslinden sonra Kur’an’ın tefsiriyle Tabiun nesli meşgul olmuştur. Dört Halife devrinden itibaren İslam Devleti’nin sınırları kısa bir zamanda Arap yarımadasını aşmış, bünyesine yeni ülkelerle beraber farklı farklı kültür ve cemiyetler de katılmaya başlamıştır. Arap olmayan, kendilerine mevali denilen insanlar İslam Ülkesi’nin çeşitli beldelerine dağılan sahabenin Kur’an hakkındaki bilgilerinden istifade etmişlerdir. Bedevi hayatının sınırları dışına çıkan Arapların ihtiyaçlarında da değişiklikler hasıl olmuştur. İslamiyet’e yeni giren unsurlar olsun, Müslüman olmayanları bir idare altında toplamak olsun bu minvalde her hususta Kur’an ilk merci olmuştur. Fakihler ve müfessirler yeni nizamlar ihdas etmek için Kur’an’a sarılmışlardır. Bu dönemde Arapların daha çok idareye yönelmesinden dolayı ilim ve bilhassa tefsir alanında temayüz eden şahsiyetlerin Arap olmadıklarını göreceğiz. Mevali dediğimiz bu kimselerin İslamiyet’ten önce dinleri ve kültürleri vardı. Müslüman olunca eski din ve kültürlerinin tesiri altında kalarak İslamiyet’i Araplardan farklı anlamışlardır. 
Tefsirde İsrailî rivayetler en çok Tabiun döneminde görülmektedir. Tabiun devri Kur’an tefsiri bazı kelimelerin açıklanması, müşkillerin izahı, Sahabeden rivayetlerle açıklamaların nakledilmesi ve bir kısmı da Ehl-i Kitab alimlerinden elde ettikleri bilgilere dayalı yorumlardı. Bunun yanı sıra bazı konularda kendi içtihadlarına dayalı açıklamalar da yapmaktaydılar. 
Tarihi seyir içinde baktığımızda Tefsir ilk olarak rivayet şeklinde ortaya çıkmış ve Hadis geleneğinin içinde yer almışken Hicri 2. Asırdan itibaren tefsir rivayetlerini toplayan müstakil eserler meydana getirilmiştir. İlk tefsirler günümüze kadar ulaşmamaktadır. Başlangıçta rivayet tefsiri olarak teşekkül eden bu eserler tarih içinde farklı boyutlar kazanmıştır. Hicri 2. ve 3. asırdan itibaren dilbilimsel ağırlıklı tefsir çalışmaları vücuda gelmiştir. Müfessirler içinde bulundukları ortamlardan etkilenerek Kur’an’ı çeşitli yönleriyle tefsire ve yorumlamaya çalışmışlardır. 
Tefsir tarihine dair yaptığımız bu inceleme dahilinde fıkıh usulünün  doğuşunun hicri ikinci asrın sonlarında yani Hz. Peygamber, Sahabe ve Tabiun döneminden sonra ortaya çıktığını görmekteyiz. Hz. Peygamber devrinde hükümler bizzat kendisinden vahiy ile veya onun Kur’an’ı açıklayan Sünneti ile sabit oluyordu. Bir metod ihtiyacı veya kurallar bütününe ihtiyaç olmamaktaydı.  Daha önce de zikrettiğimiz gibi sahabede ilk muhatap olarak sebebi nüzule ve hadislerin vurud sebeplerine tam vakıf olmaları hasebiyle yargı görevini sahabenin büyükleri yürütmekteydiler. Şer’î kaynaklardan hüküm istinbâtı esnasında kullanılacak kuralları teorik olarak ele almaya ihtiyaçları yoktu. Bir olayın hükmünü tespit için izledikleri yol şu şekildedir: 
1. Doğrudan Allah’ın Kitabına müracaat ederler, burada hüküm bulamadıklarında,
2. Rasulullah’ın Sünnet ’ine bakarlar,
3. İctihad ederler, 
4. Kur’an ve Sünnet’ten benzer olaylar araştırırlar buldukları hükmü uygularlar,
5. İslam hukukunun koyduğu hükümlerde gözettiği menfaat/ ihtiyaçları göz önünde bulundurarak, uygun olan /maslahatı gerçekleştiren çözümü ortaya koyarlardı.
Tabiun müctehidleri de bu yolu izlemişlerdir. İslam devletinin sınırlarını büyütmesi sonucu Arapların Arap olmayanlar ile karışması yeni durumların ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Bahsedilen karışma Arap dilinin zayıflamasına yol açmış ve Arap dili İslam toplumunun tabii dili halini almasını imkansızlaştırmıştır. Diğer bir durum da Müctehidlerin çoğalması ve onların bulundukları yerin İslam’ın merkezinden uzaklığı nedeniyle irtibat kopukluğundan kaynaklıdır. Bahsedilen bu iletişimsizlik Müctehidlerin çok sayıda hüküm belirtmeleri gereken olayların ortaya çıktığı bir zamanda her birini kendine göre doğru bulduğu hüküm istinbat metodunu tercih etmelerine sevk etmiştir. 
Bütün bu karışıklıklar fakih ve müctehidleri ictihad faaliyetlerini disipline etme gayreti ile harekete geçirmiştir. Bu prensip ve kurallar bütünün belirlerken yine nasslardan ve Arap dilinin üslûplarından tümevarım metodunu uygulayarak faydalanmışlardır. Sonuç itibariyle çıkardıkları bu kuralları tedvin ettiler ve Usûlü’l- Fıkh adını verdikleri müstakil bir ilim disiplini haline getirdiler. Bahsedilen ilk tedvin’i gerçekleştiren Hicri 204 yılında vefat eden İmam Muhammed b. İdris eş-Şafiî’dir. Risale adındaki eserinde incelediği konular, Kur’an ve Kur’an’ın hükümleri açıklayış şekilleri, Sünnet ve Kur’an’a nispetle Sünnet’ in yeri vs. gibi metotları ilk defa ortaya koyan o değildir, o kuralları ilk defa bir araya getiren kişidir. Her bir imamın ictihad ederken takip ettiği kendine has metodu vardı. Bu metotları İslam hukukunun kaynakları hakkında kendince yaptığı araştırmalar neticesinde özümsedikleri birtakım kurallara dayandırmaktaydılar. İmam Şafiî den sonra başka alimler de bu alana dair ilmi meseleleri derlemeye devam ettiler.  Farklı bölgelerde bulunmaları sebebiyle müelliflerin aynı metodu takip etmediğini söylemeliyiz. 
Tefsir ve fıkıh disiplinlerinden bahsedilince Hadis ilminin her ikisinde yer alması dikkat çekicidir. Hadis ilminin tarihini incelediğimizde Hz. Peygamber’in devrinden itibaren üçüncü Hicrî asrın sonunda bütün konuları ile teşekkül etmiş bir disiplindir. Usul ve kaidelerinin, tabir ve tariflerinin birinci asrın sonundan itibaren hadis imamları arasında kullanılması, ikinci asırda hiçbir kayda tabi olunmaksızın münakaşa edilmesi, bu ilmin bir hayli erken bir devirde teşekkül ettiğini göstermektedir. Nihayetinde üçüncü asırda hadis eserlerinin tasnif edilmesi bu ilim dalının mükemmelliğini ortaya koymaktadır. Istılah olarak hadis Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerine ithafen kullanılmaktadır. Rivayet muhtevası dahilinde bazı alimler bu adlandırmayı Hz Peygamber’den Sahabe ve Tabiun tarafından nakledilen mevkûf ve maktû haberlere de kullanmaktaydılar. Hazreti Peygamberin görevi İslam’ın koyduğu prensipler çerçevesinde insanları tek Allah inancına davetten ibarettir.  Hz Peygamber tebliği esnasında Müslümanların karşılaştıkları müşkillerde onları aydınlatmak  ve kapalı olanı açıklamakla görevlendirilmiştir. Sahabe dini ve dünyevi yaşayışlarında Sünneti büyük bir titizlikle uygulamış ve muhafaza etmiştir. Hadislerin sahabe tarafından rivayetine gelecek olursak eğer burada cahiliye Araplarının tebliğ edilene karşı tutumlarını zikretmek gerekmektedir. Onlar Hz. Peygamber’in Kur’an’ı tebliğ etmesinden itibaren öyle üstün bir sevgiyle ve ilgiyle bağlanmışlar ki, Kur’an-ı Kerim den nazil olan ayetleri ve onların beyanı mahiyetinde olan Hz. Peygamber’in sözlerini hıfzetmeyi bir görev telakki etmişlerdir. Hz. Peygamber’in etrafında adeta bir ilim halkası oluşturmuşlardır. Bunun sebebi ise her nerede olursa olsun Hz. Peygamber onların hem imamı hem muallimiydi. Vahyin devam ettiği bu süreçte onlar okuyor, öğreniyor ve öğretiyordu. Cahiliye döneminde kazanılmış olan bu hıfz özelliği ile bu eğitim öğretim gerçekleşmiyordu. Fakat Hz. Peygamber Kur’an ayetleri ile karışmasını önlemek için hadislerin yazılmasını müsaade etmemişti. Ayrıca bu süreçte işitenler naklediyor ve eğer bir yanlış veya hata olsa nakledilmeden hemen düzeltiliyordu. Bir aylık yoldan gelenler dahi vardı bizzat onun ağzından hadis işitmek için. Hz. Peygamber hadis rivayetini teşvik etmiştir, onun gayesi sonraki nesillerin Kur’an’ı kusursuz anlamlarını sağlamaktı. Çünkü bazı ayetleri Hz. Peygamber’in izahatı olmadan anlamak mümkün değildir.  Hz. Peygamber’in aksine vefatından sonra Hz. Ömer hadis rivayetini azaltmayı emretmiştir, Kur’an’ı okumaktan alıkoyması endişeyle bunu tavsiye etmiştir. Ayrıca artık hadislerin çokluğu zihinlerde muhafazayı zorlaması sorunu da ortaya çıkmıştır. Kur’an ile karışma endişesi mevcut olduğundan ve Sahabenin çok az bir kısmının yazıya vakıf olması önemli sebeplerindendir. Hadislerin tedvin’i bu öngörülerle geciktirilmiştir. Bazı Sahabilerin yazdığı hadisler mevcuttur bunlar tasnif edilmiştir. Daha sonra İslam coğrafyasını genişlemesiyle hadislerin tedvin’i de gerçekleşmiştir.  
Kur’an kaynaklı olan bu üç ilim dalı insanı direk olarak muhatap alan disiplinlerdir. Bu alanlardaki gelişmeler sosyal kültürel şartların değişmesiyle gerçekleşmiştir. İlahi bilgiyi tam kusursuz anlamayı gaye edinen insanlara rehber olmuş bir toplumu yeniden inşa etmiştir. Bunu insanları eğiterek yapmıştır. Elimizdeki böyle kıymetli bir bilgi kaynağını bugünkü şartlar içinde doğru okuyarak insanın ihtiyaçlarına dair yeni alanlar inşa etmek mümkün görünmektedir. 

Yararlanılan Eserler:
Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU – Kur’an Nedir?
Prof. Dr. Hâlis ALBAYRAK – Tefsir Usûlü
Prof. Dr. İsmail CERRAHOĞLU – Tefsir Usûlü 
Prof. Dr. Zekiyyüddin ŞA’BÂN – İslam Hukuku İlminin Esasları (Usûlü’l Fıkh)
Prof. Dr. Talât KOÇYİĞİT – Hadis Tarihi


0 Yorum - Yorum Yaz






                                                             T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

İLAHİYAT FAKÜLTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ

TEFSİR ANABİLİM DALI

Ders Adı: Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri I

Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU

 Hazırlayan Öğrenci: Gökçe Yakşi

Öğrenci No: 21912792

Bilginin Bütünlüğü ile Tefsir Tarihi/ Usulu, Hadis Tarihi /Usulu ,Fıkıh Tarihi/ Usulu Mütâlaası

     Ankara 2022

        

       Kuran tefsiri denildiğinde Kuranı açıklama faaliyetleri kastedilmektedir.Kur’an’ın indirildiği dönemlerde Hz. Peygamberin(a.s.) Kur’an’ın ifadeleri ile ilgili bazı açıklamalarda bulunduğunu biliyoruz. Şu halde Kur’an’ı ilk tefsir eden kişi Hz. Peygamberdi.

         Peygamber(a.s.) ve sahabe her ayet indiğinde ezberleyip,  yazıya geçirir  ,vahyin maksadını anlar ve amel boyutuyla öğrenirlerdi. Ayeti hayata tatbik edip ve içselleştirdikten sonra diğer ayeti öğrenirlerdi.Bu bağlamda oku düşün anla yaşa onlar için vahiy sürecinin odak noktasıydı. Kuran onları tam anlamıyla insanı kamile dönüştürüyordu. Zaten Hz. Peygamber Kur’an’ı yaşanabilir olduğunun canlı örneğiydi.

           Hz Peygamberin(a.s.) vefatından sonra Kur'an'ı açıklama işiyle sahabiler ilgilendi. Çünkü onlar ilk şahitlerdi . Kur’an’ı amel olarak öğrenip hayata geçirmişlerdi. Kur’an nazil olurken orada oldukları için ayetlerin nüzul sebeplerini, ne maksatla indiğini, nasıl anlaşılıp ,ne şekilde uygulandığını biliyorlardı.Sahabenin özellikle esbabı nüzul ile ilgili rivayetleri sonraki dönem  için oldukça önemli bir kaynak teşkil etmiştir.Çünkü metinler bulundukları dönem içinde  değerlendirildiklerinde en doğru şekilde anlaşılırlar. Sahabe ve tabiin tefsirlernde daha çok Kur’an’daki garib kelimelerin anlamlarını açıklayıp, müşkil lafızlar üzerinde durmuşlardır.  Bir metni anlamada dil mantığı çok önemlidir. Dili mantığını ve kavramlarını bilmediğiniz toplumları anlayamazsınız. Sahabe ve Tabiin Arap şiirlerini inceleyip tefsiri bu çerçevede yapmıştır. Disiplinler arası ilişki bu bağlamda ilk dönem  tefsirinde yer almaktadır. O dönemde Ehl-i Kitabın İsrailiyat dediğimiz bilgi kaynaklarından yararlanmakta beis görmediler.  Bu durum Kur’an’ın indiği ortamda Hz. Peygamber’in olan bitenden haberdar olduğunu gösterir. 

         Sahabeden sonra Tabiin Dönemi gelmektedir.Tabiin döneminde İslam sınırları Arap Yarımadasının dışına taşmış Arap olmayan Mevali İslama dahil olmuşlardır. Bu kişiler İslamı tebliğ için dünyanın dört bir yanına dağılan sahabeden ders almışlardır. Bu dönemde rıhle kavramı İslam literatürüne girmiştir. Bilgiyi kaynağından almak isteyen ilim ehli uzun yolculuklara çıkararak hadislerin günümüze kadar gelmesinde öncülük etmişlerdir.

     Tabiinde Ku’ran tefsirinde önce Hz. Peygamber’den gelen rivayetleri anlamak için kendi re’ylerine başvurmak yerine o dönemin dil mantığını çözmek için arap şiirine ve dil incelemelerine odaklanmışlardır. Yorumlardan genel olarak kaçınmışlardır. Fakat yanısıra akli yorumlarda yapılmıştır. Sahabe ve Tabiin dönemine baktığımızda Kur’an’ı bir bütün olarak anladıklarını görmekteyiz.

       Tefsir başlangıçta rivayet tefsiri olarak hadis geleneğinin içinde ortaya çıkmıştır.Sonraki dönemlerde rivayetleri toplayan müstakil tefsirler kaleme alınmıştır.Tarih içinde dil bilimsel ağırlıklı tefsir çalışmaları Meân’il Ku’ran, İ’rab’ul Ku’ran, Mecâz’ul Ku’ran şeklinde kendini göstermiştir.  Taberi( ö.310) ilk dönemde pek çok sayıda rivayetleri Câmi’ul Beyan adlı eserinde toplamıştır.Daha sonra zaman içerisinde tefsir çalışmaları farklı yönlerde ilerlemiştir. Kur’an’ı tefsir eden herkes ilmi kapasitesine kavrama kabiliyetine,düşünce,siyasi ve ideolojik görüşlerine göre tefsirler yazmışlardır.       

       Hz. Peygamberin söz fiil ve takrirlerine hadis denilmektedir.Hadis sünnetle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.Hz.Peygamberin temel görevi  tebliğ, beyan/tebyin, tezkiyedir.

Tebliğ, Peygamberlerin Allah’tan aldığı bilgiyi eksiksiz bildirmesi.beyan/ tebyin,Peygamberin kendisine indirilen vahyi açıklaması,. tezkiye, insanların kötü ahlak ,günah ve huylardan arınması temizlenmesi demektir.

       Hadisler (sünnet )islam teşriinde Kuran’dan sonra ilk kaynaktır.Bu açıdan fıkıh uleması nezdinde önemli bir yeri vardır.Nitekim Kur’anKerim namazı emreder fakat ayrıntıları bize Hz. Peygamber anlatır. Keza hac ve diğer ibadetlerde böyledir. Kur’an’da otuzdan fazla Ayet-i Kerimede  Peygambere itaat emredilir . Müminlerin Ku’ran ve Sünnete ittibaları farzdır.

          Hadisler , ihtilafa düştükleri konularda insanları aydınlatan , Kur’an’ı herkesten iyi anlayan ve ayetlerdeki maksadın ne olduğunu bilen Hz. Peygamberin sözleri olarak büyük önem taşır.

       Hadisler İlahi emirlerin fiilli olarak uygulanışını bize gösterir. Namaz oruç hac gibi.  İslam fıkhının bir çok meselesi hadislerle açıklığa kavuşur.Ayrıca Kurandaki müşkil kelimeleri açıklayan bir çok hadis rivayeti mevcuttur . Kur’an’da temas edilen fakat ayrıntı verilmeyen ahiret inancı, yeniden dirilme, mizan ,cennet cehennemdeki hayat konusundaki bilgiler,ahlaki konular,aile hayatı, ticari ve ictimai münasebetler, devlet yönetimi gibi konular hadislerde geniş yer bulmaktadır.

        Hadisler Hz. Peygamber döneminden beri büyük bir titizlikle günümüze kadar gelmiştir. İlk dönemlerden bu yana çoğunlukla şifahi olmak üzere yazılı olarak ta muhafaza edilmiştir.Hadis ilmi başlı başına bir ilim dalı olmuştur .İsnad ,ravi ,muhaddis, hadis ve çeşitleri ,cerh, ta’dil kavramları ortaya çıkmıştır. Rıhleler ,tahammüller yapılmıştır.

        Hz. Osman’ın şehit edilmesi (hicri 1. Yüzyıl) olaylarının ardından hadisler tedvin ve tasnif dönemine girmiştir. O dönemdeki iç karışıklıklarda mevzu hadis kavramı, cerh ,ta’dil yöntemleri önem kazanmıştır.

         Hz. Peygamberin vefatından sonra sahabeler fethedilen yerlere gidip oralarda ilim halkaları oluşturup öğrencilerine (Tabiin) bildikleri hadisleri naklettiler. Tâbiinde kendi öğrencisine (Tebe-i Tâbiin) şeklinde devam etti. Böylece isnat zincirleri oluştu.

               Hadis tarihi vesilesi ile Hz. Peygamberin ve sahabenin çok sayıda söz fiil ve davranışlarına vakıf olabiliyoruz .Ayrıca bir çok muhaddisin hayatlarını da öğreniyoruz. O döneme sadece bakmak değil görmek ve anlamak niyeti ile baktığımızda önemli çıkarımlarda bulunabiliriz.Bu çıkarımlar günümüzde bireysel, sosyal, ticari hayat, hukuk ahlak ve eğitime dair çok önemli malumat verecektir. Örneğin Uhud Savaşındaki istişare müessesesi incelendiğinde ve anlaşıldığında, Şûra yani istişare kurumu günümüze taşınıp uygulanabilir. Bu bilgiler  bugün  tıkandığımız  noktalarda bize yol  gösterecek, hayatımızı Kur’an’ın bütünlüğü çerçevesinde idame ettirmemizi sağlayacaktır. 

    Sahabe tefsirinde Ehli kitaba müracaat etmiştir.Bu bilgi bize Hz. Peygamberin çevresindeki olan bitenden haberdar olduğunu göstermektedir.’’Ehli Kitabı ne yalanlayın nede tastik edin’’(Ankebut 46) ayeti toplumda uzlaşmacı olunması gerektiğini, iyi geçinmenin önemini ve çatışma istenmediğine işaret etmektedir. Bu esaslar hz. Peygamberden bize gelmektedir. Bakmak ,görmek ve anlamak gerekir. Bür müslüman olarak geleneğmize bu şekilde bakıp hayatımızı bu bilgiler ışığıda düzenlemek hepimize farzdır.  Diğer türlü Kur’an ve  Peygamber (a.s.)ın mesajını anlamış olmayız.


         ‘’Bakmak Görmek Anlamak’’ bağlamında Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu Kuran Nedir? Kitabında HEB adını vediği Hacer’ul Esved Birlikteliği yönteminden bahseder. Kendisi Kur’an’ı gençlere nasıl anlatalım konusunda bu yöntemi önerir. ‘’O her boydan bir temsilci istedi. Sonra yaydığı bezin üzerine Hacer’ul Esved’i koyup her temsilcinin bezi tutmasını buyurdu.Hep birlikte bezi kavradılar .Kara taşı Kabe’nin yakınına kadar getirdiler.O da Hacer’ul Esved’i alıp yerine yerleştirdi.’’1 Bu şekilde gençlerin fıtri farklılıkları bir ahenk içinde bir araya gelip her biri yeni bir ufuk açıp insan olmanın farklı bir yönünü göstereceklerdir deyip aslında uyumsuz görünenin kendi içinde uymlu olduğunu belirten Ahmet Nedim Serinsu ‘’HEB’’yöntemi olarak adlandırdığı bu teknikle günümüzde gençlere  din eğitiminin verilmesinin faydalı olacağını belirtir. HEB yöntemi  Hz. Peygamber dönemindeki bir hadisenin nasıl günümüze getirileceği bağlamında bizlere örnek teşkil etmektedir. Bu konuyu disiplinler arası ilişki çerçevesinde de değerlendirebiliriz.

           Fıkıh tarihinin birinci dönemi Hz.Peygamber dönemidir.hükümler şu şekillerde ortaya çıkıyordu.

  1. İlahi hükmün açıklanmasını gerektiren bir olay meydana geliyor veya soru soruluyor bunun üzerine bir ayet nazil oluyor yada hüküm bildiriliyor, Peygamber(s.a.)  kendi sözü üslubu (sünnet) ile hükmü açıklıyor ve uyguluyordu. 

  2. Bir olay yada soru olmadan  İlahi İrade hükmünü bildiriyordu

          .Fıkhın bu dönemde üç özelliği vardı. Tedric, kolaylık ve nesih.

           Fıkıh tarihinin ikinci dönemi Hulefâ-i Râşidin ve Emeviler dönemi. Bu dönemde fıkıhta kitap,sünnet,icma’, kıyas, istihsan, istishab metodları ve re’y çerçevesi kullanılmıştır. Şurâ içtihatları daha bağlayıcı ve kuvvetli kabul edilirdi. Birçok re’y görüş,belki kişi sayısı kadar mezheb ortaya çıktı. Sahabe görüşünü bildirirdi fakat kendi görüşlerini  nas olarak kabul etmedi. Fuat Sezgin (ö.2018) Hz. Peygamberin teşrî usûlunün ilk dönemde yazıldığını bildirmektedir.

         Abbasiler dönemi fıkhın olgunluk çağıdır.Fıkhî mezhepler bu dönemde oluşmuştur. Kütüb-i Sitte ‘de  bu dönemde yazılmıştır.

             Abbasilerin son dönemi ve Selçuklular dönemi fıkhın duraklama dönemidir.Bu dönemde mezhep imamlarının ve büyük müctehidlerin  hür ve mutlak içtihadı Kitap ve Sünnetten hukuki ve dini hayata doğrudan çözümler getiren çalışmalar durmuş taklit başlamıştır. Mezhep taassubu yerleşmiş içtihat kapısı kapanmıştır.  Moğol istilasından Mecelleye kadar süren dönem fıkhın gerileme çağıdır.Mecelleden günümüze kadar devam eden dönem fıkhın  uyanma, canlanma , kanunlaşma çağıdır. 

        Gerek tefsir tarihi ,gerek hadis tarihi , gerekse fıkıh tarihi okuduğumuzda’’ Kültürel    Antropolojik Okuma’’ yapmalıyız. İmam Buhâri böyle yapmıştır.Bir hadise baktığında ayet görmüştür,ahlaka dair mesaj almıştır,fıkha dair hüküm çıkarmıştır. Bakmak ,görmek ve anlamak.. Meselelere bilginin bütünlüğü çerçevesinde bakılmalıdır. İmam Buhari hazretlerinin hayatı dahi incelenirken de bilginin bütünlüğü çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bilgi bütün yönleri, özellikleri ve ilişkili    oldukları alanlar ile ele alınıp tetkik edilmelidir. Buhari’nin bab başlıkları hadisteki fıkha işaret eder. Fıkhı okuyucunun çıkarması beklenir.Bab başlıklarından hem muhaddis hem fakih faydalanır. Bu yöntemler bizi yine Bilginin Bütünlüğü ve Disiplinler Arası İlişki yöntemlerine götürmektedir.

        Fıkıh usulu Kurandan aldığımız bilgiyi ve Hz. Peygamberden  gördüğümüz uygulamayı günümüze nasıl getireceğimizi hayatımızda nasıl uygulayacağımıza ve sorunlarımızı nasıl çözeceğimize ışık tutar. Oku düşün anla yaşa prensibi temel ilkemiz olmalıdır. Bir bilgiyi aldığımızda o bilgi bizi dönüştürmeldir.Tıpkı bir sürahi suya bir bardak zemzem koyduğumuzda suyun zemzeme dönüşmesi gibi.

      Tefsir tarihi hadis tarihi ve fıkıh tarihini ve usullerini bilmek bizi bilginin bütünlüğüne götürür. İslam alimleri ansiklopedik alim oldukları için bilginin bütünlüğü çerçevesinde bütün konulara hakim idiler. Günümüzde bu mümkün olmadığından disiplinler arası ilişki çok önemlidir. Bu konuda çalışılmalı, yeni projeler üretip Ku’ran hayata geçirilmeli ,günümüz problemlerine çözüm getirilmelidir. 

      Bir ayet yada hadis geniş çerçevede farklı konulara temas edebilir.Bu bağlamda yine bilginin bütünlüğü ilkesi ve disiplinler arası ilişki önem kazanır. Çünkü bir ayet yada hadis sağlık ,sosyoloji, psikoloji ,çevre bilimi ,siyaset , ekonomi alanları ile ilişkili olabilir. Allah ile Alem,Allah ile İnsan, İnsan ile İnsan, İnsan ile Alem ilişkisi vardır.Ayet, hadis yahut fıkhi bir mesele bu çerçevede, bütün yönleri ile yorumlanmalıdır. 

        Kurandan bir ayet alarak anlam vermek doğru değildir. Bu yöntem yanlış anlaşılmalara sebep olabilir.Nitekim tarihte Batınilik ve günümüzde Işıd gibi mezhebler bu şekilde ortaya çıkmıştır .Ku’ran’ın bütün olarak vermek istediği mesaj ve maksatlar  anlaşılmalı ,siyak sibak çerçevesinde ,nuzul sebeleri dikkate alınmalı, dönemin  tarihi kültür yapısı ve dil unsurları hakkında geniş bilgi sahibi olunmalıdır. Ayetin temas ettiği bilim dalları iyi bilinmeli yada disiplinler arası ilişki yöntemiyle bu bilgilere ulaşılmalıdır ve yine bu yöntemlerle günümüz  mevcut problemleri  tespit edilip çözüm yolları aranmalıdır

        

  1.Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kur’an Nedir? s.224

  

Kaynakça;

Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kur’an Nedir?

Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kur’an ve Bağlam

Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kimi Örnek Almalı?

Prof.Dr. Halis Albayrak, Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine

Prof.Dr. Mehmet Akif Koç ,Kur'an İlimleri ve Tefsir Tarihi



     



0 Yorum - Yorum Yaz


T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR)

 ANA BİLİM DALI

 

HADİS ESERLERİNDE TEFSİR RİVAYETLERİ II

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ İLE TEFSİR TARİHİ/USULÜ-HADİS TARİHİ/USULÜ-FIKIH TARİHİ/USULÜ MÜTALAASI

 

Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU

 

Esra DENİZCİ

21912742

 

Ankara 2022

 

 

 

Kur’an nazil olmaya başladığı andan itibaren önce bireysel ardından toplumsal değişime neden olmuş bir hitap/kitaptır. Bu değişimi hidayet olarak açıklamış ve insanları kendisine tabi kılmak istemiştir. Allah (c.c.) iletmek istediği mesajı resulünün diliyle Arapça olarak iletmiş dolayısıyla muhataplarının anlayışına uygun bir dil kullanmıştır. Kullanılan dil belli bir toplumun dili olması hasebiyle dolaylı muhataplar Kur’an’ın mesajını doğrudan anlayamamıştır. Erken dönemlerden itibaren hazırlanan lügavi tefsirler bu durumun sonucudur. Halil b. Ahmed’in (175/766) Kitabu’l-‘Ayn adlı lügat kitabı, Ferra’nın (ö.207/822) Me’ani’l- Kur’an’ı, Ebu Ubeyde’nin (ö.210/825) Mecazu’l- Kur’an’ı gibi eserler bu dil sorununu çözmek için hazırlanan eserlerdir.

II. asırda yukarıdaki eserlerde olduğu gibi ayetin anlaşılmasında dilsel izahlar yeterli olabiliyorken nüzul ortamından daha da uzaklaşma tefsir ilminin ve onun kullandığı kaynakların genişlemesine sebep olmuştur. Artık Allah’ın muradını anlamak için vahiy ortamı, ayetin nüzul sebebi, muhataplar gibi sözün bağlamını verecek bilgilere ihtiyaç artmıştır. Bu noktada hadisler Allah’ın (c.c.) muradını anlamada dönemin uleması için vazgeçilmez bir kaynaktı. Nitekim Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerini içeren hadisler, Kur’an’ın örnek alın dediği elçisinin hayatını yansıtıyor, ibadetlerin pratik boyutunu öğretiyor ve yeni problemlere içtihad yoluyla çözüm getirilmesini sağlıyordu. Bu şekilde ayet ve hadis çerçevesinde getirilen çözümler de fıkıh ilminin gelişmesini sağlamıştır. Fıkıh başta ayet ve hadislerden gelen bilgi ve anlayış iken zamanla ameli hayat dair hükümleri ihtiva eden bir ilim dalı olmuştur. Farabi (ö.339/950) İhsau’l-Ulum adlı eserinde fıkıh ilmini şu şekilde tanımlamaktadır: “Fıkıh sanatı öyle bir sanattır ki onun sayesinde insan kanun koyucunun hakkında açık olarak belirlemede bulunmadığı tek tek özel şeyleri, haklarında açık ve özel olarak belirlemede bulunmuş olduğu şeylere bakarak belirleme gücünü elde eder ve yine onun sayesinde kanun koyucunun halk için getirdiği dinin amacına uygun olarak onun gerçekleştirilmesine, çalışma imkanına kavuşur.” Bu şekilde Fıkıh, vahyin değişen birey ve toplum yaşamında nasıl anlaşılması ve yaşanması gerektiğini anlatmayı hedeflemiş, Hz. Peygamber zamanından Mecelle’ye ve Mecelle’den günümüze kadar hukuk, siyaset, ekonomi vd. alanlarda etkisini göstermiştir.

Tefsir, Hadis ve Fıkıh ayrı birer ilim dalıdır ancak yukarıda görüldüğü üzere kaynak ve uygulama alanı bakımından ayrı düşünülemez. Ayetler İslam’ın temel kaynağı olmakla beraber ayetin sebeb-i nüzulünü, muhatabını, ibadetlerin uygulama şeklini, sosyal hayata dair hükümleri içeren hadisler önemli görülmüş bu sebeple İslam’ın ikinci kaynağı kabul edilmiştir. Bu bakımdan hadislerin önemi bilinen bir şeydi ancak kendi çıkarlarını gözetip rivayetleri olmuş gibi ya da başka şekillerde aktaranların eline düştüğü durumlar yaşanmıştır. Bu durum karşısında ravilerin dini ve ilmi yönden tenkidini hedefleyen cerh ve tadil ilmi teşekkül etmiş, hadisler kaynağına, ravi sayısına, sıhhatine ve senedinde kopukluk olup olmamasına göre çeşitli şekillerde sınıflandırılmıştır. Kur’an nazil olduğu andan itibaren vahiy katiplerine yazdırılmış, ezberlenmiş ve Hz. Peygamber’in vefatıyla Mushaf haline getirilmiş ve çoğaltılmıştır. İslam’ın kaynakları bu şekilde korunurken, yukarıda verildiği üzere Fıkıh ilmi ayet ve hadislerin bireysel ve toplumsal hayata tatbiki ile ilgilenmiştir. Bu iki kaynağın yanında icma ve kıyas esas alınmış, farklı mezheplerin ortaya çıkmasıyla ayet ve hadislerden hüküm çıkarırken istihsan, istislah, sedd-i zerai, örf gibi metotlar geliştirmiştir. Şartların değişmesi bu ilimlerin kendi içerisinde gelişmesini sağlamakla beraber ilişkileri Hz. Peygamber’den bu yana devam etmektedir ki tersi düşünülemez. Zira rivayetler olmadan ayetleri anlamak mümkün değildir. Ancak burada Tefsir, Hadis ilminden oldukça yararlandığı gibi başka ilimlerden de istifade eder. Kafiyeci (ö.879/1474) et- Teysir fi kavaidi ilmi’t-tefsir adlı eserinde Tefsir ilminin ihtiyaç duyduğu on beş ilim sayar. Bu ilimlerin yarısı dil ile doğrudan ilişkilidir. (Lügat, iştikak, sarf, nahiv, meani, beyan, bedi) Bu durum bir metni anlama işinin temelde dil meselesi olduğu sonucu verir. Çünkü dil ve düşünce birbirinden ayrı düşünülmez. Kur’an birçok yerinde ayetlerin apaçık Arapça olduğunu vurgular. Bu, ayetlerin yalnızca Arapça olduğu anlamına gelmeyip aynı zamanda o zamanın düşüncesini yansıtan bir kitap olduğunu ve böylelikle muhataplarına tamamen anladığı dil/düşünce ile hitap ettiği anlamına gelir. O halde Kafiyeci’nin saydığı ilimlerin yarısının neden dil ile alakalı olduğu anlaşılmış olur. Modern ilimler de bizleri buna zorlar. Örneğin hedefi, bir metni anlamaya engel tarihsel uzaklığı gidermek olan Hermeneutik, çözüm için iki yol önerir ve biri gramatik yorumlamadır. Gramatik yorumlama anlaşılmayan metni ortaya çıktığı zamandaki dile aktarmayı hedefleyip metni anlaşılır kılmaya çalışır. O halde bir metni anlamak öncelikle o metnin dilini anlamaktır. Varlıkla dil arasındaki ilişki bunu gerektirir.

Dil bilgilerimizi aktardığımız araçtır. Bilgilerimizi de varolan şeylerden elde ederiz. Varlık/Tanrı, varolan her şeyin kaynağıdır. Bu, bilginin de kaynağı olduğunu gösterir. Dolayısıyla bilgi ile varlık birbirinden ayrılamaz. Varlık bütünlüğü ifade eder ve bütünlük anlamlı olmanın şartıdır. O halde varlıktan ayıramadığımız bilgi de bütün içerisinde anlam kazanır. İlimin/bilimin nesnesi olan bilgi bütün içerisinde anlam kazanıyorsa ilimlerde bütün içerisinde anlam kazanır. Bunu en temel de harfe, sözcüğe kadar indirebiliriz. Dücane Cündioğlu Kur’an’ı Anlamanın Anlamı adlı kitabında her sözcüğün ancak sözün bütünü içerisinde anlamlı olduğunu, sözcüklerin sözün bütününden çıkarıldıklarında varlıkla ilişkilerinin kesilip anlam içeriklerini kaybettiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla bütünlük yoksa anlamda yoktur. Tefsir, Hadis ve Fıkhın birbirinden ayrılamayışları bu bütünlüğün sonucudur.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

·         TDV İslam Ansiklopedisi (Tefsir, hadis, fıkıh, cerh ve tadil, ilim, bilgi, delil, usul maddeleri)

·         Kur’an İlimleri ve Tefsir tarihi – Mehmet Akif Koç

·         Kur’an’ı Anlamanın Anlamı – Dücane Cündioğlu

·         Anlamın Buharlaşması ve Kur’an - Dücane Cündioğlu

·         Hermeneutik ve Edebiyat -  Metin Toprak

·         İhsau’l-ulum - Farabi

·         et- Teysir fi kavaidi ilmi’t-tefsir - Kafiyeci

 

·         Varlık ve İnsan – Ömer Mahir Alper

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


HADİS ESERLERİNDE TEFSİR METİNLERİ-  Kübra SERİM, Öğr. No:  21912795

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ BAĞLAMINDA TEFSİR, HADİS, FIKIH TARİHİ/USULÜ MÜTALASI

Kur’an’ı Kerim Allah’ın doğru yolu göstermek üzere tüm insanlığa gönderdiği ve korunmasını kendi üzerine aldığı [1] ilahi kitaptır. Nesiller boyu islam toplumunun Kur’an’ı her şeyden değerli bilmesi, anlamaya çalışması yazılı ve şifahi olarak aktarması ilahi iradenin bir tecellisidir.

Kur’an’ın ilk muhatabı ve uygulayıcısı Hz Peygamberdi. Onun yaşayış tarzı ise sadece Kur’an’ı okumak ve anlamak değil, hayatı daha anlamlı kılmak için, onu Kur’an’la yaşanılır hale getirme çabasıydı. Kur’an ve Hz Peygamber arasındaki ilişki, kendi rehberliğinde, Kur’an’ın öngördüğü esaslar çerçevesinde örnek bir toplum inşa etmekti.

Kur’an ve sünneti doğru anlamanın yolu ve fıkıhın bu ikisi ile ilişkisini kurabilmek hiç şüphesiz tefsir, hadis ve fıkıh bilginlerinin ortaya koyduğu usullerden geçmektedir. Şöyle ki; Kur’an, şer’i amel-i hükümlerde başvurulması gereken ilk kaynaktır ve bu durum fıkhın tefsir ile ilişkisini ortaya koyar. Sünneti oluşturan söz, fiil ve takrirlerin Hz Peygambere ait olup olmadığını ise hadis ilmi inceler. Fıkıh bu yönü ile de hadis ile iç içedir.

TEFSİR, HADİS ve FIKIH İLİMLERİNİN TARİHSEL SÜREÇLERİ

TEFSİR: Sözlükte açıklamak, beyan etmek anlamlarına gelir. Kelime ve sözdeki kapalılığı gidermek demektir.[2]

Kur’an insana rehberlik eder ve onu yönlendirir. Bu sebeple onun doğru anlaşılması ve günümüz insanı ile arasında sağlıklı bir bağın kurulması gerekir. Ancak insanların algılama, kavrama ve bilgi düzeyleri birbirinden farklıdır ve budum bazı durumlarda Kur’an’ın yanlış anlaşılmasına sebebiyet verir. Tefsir ilmi bu ve benzeri ihtiyaçları karşılamaya yönelik bir çaba sonucu ortaya çıkmıştır.

Hz Peygamber’in Tefsirdeki Yeri: Kur’an, arap dili ile nazil olmuş ve o dönemin muhatapları kendi kültür seviyeleri ile onu anlayabilmişlerdi. Anlayamadıkları hususta da Hz Peygamber’e sormuşlardı. Yani Peygamberimiz (sav) ‘in peygamberliğinin iki temel görevi olan Tebliğ (oku, okut, ezberle, ezberlet, yazdır) ve Tebyin (bilişsel ve Peygamberlik donanımları ile amel/eylem)[3] aktifti.

 Muhtelif hadis mecmualarında Hz Peygambere kadar ulaşan isnatlardan ve hadis kitaplarında müstakil halde bulunan ‘’Kitabı-t tefsir ‘’ kısımlarından da anlaşıldığına göre Hz Peygamber’in tefsiri ‘’sahabenin anlayamadığı ayetleri açıklamak’’ şeklindeydi. Onun ayetleri tefsiri; detaydan uzak, hükümleri açıklama, ahlakı anlatma ve ona teşvik tarzındaydı.[4]

Sahabenin Tefsirdeki Yeri: Sahabe sebeb-i nüzule vakıftı. O dönemin fetih hareketleri sebebi ile gelişen coğrafyada ihtiyaç hasıl oldukça ayet ya da kelimeyi Hz Peygamber’in açıkladığı gibi açıklıyor, gerek gördüklerinde kendi içtihatlarına göre tefsir ediyorlardı. Kendi içtihatları ile açıklama yaparken eski arap şiirleri gibi dil bilimsel verilerden yararlanıyorlardı. Sahabe dönemi Kur’an’ın tümünün tefsirine ihtiyaç henüz hasıl olmamıştı.

Tabiinin Tefsirdeki Yeri: İslam’ın geniş coğrafyalara yayılması farklı kültürlerle tanışmayı da beraberinde getirmiştir. Tefsir faaliyetleri bu dönemde hız kazanmıştır. Bu dönemin tefsiri Hz Peygamberden gelen rivayetler ve sahabe kavlidir. Farklı kültürlerin birbiri ile kaynaşmalarından kaynaklı olarak  ‘’israiliyat hareketi’’ bu dönemde tefsire dahil edilmiştir. Bu dönemde Kur’an’ın tüm ayetlerini içeren detaylı tefsir yazılmamıştır veya elimize ulaşmamıştır.

Tabiin dönemi sonuna doğru tefsir, hadis kitaplarının birer bölümü olmaktan çıkmış, bağımsız tefsir çalışmaları kitaplarda toplanmaya başlanmıştır. Bu anlamda Kur’an’ın baştan sona tefsir edilip elimize ulaşan ilk eser Mukâtil bin Süleyman’ın (ö.150/767) Kitab-ı Tefsir’i Kebir’i’dir.

Etbeu Tabiin Dönemi ise tefsirin tedvin dönemidir. Bu dönemde Dirayet Tefsir metodu, mezhep ayrıcalıkları gibi sebeplerle Mezhebî ve Fıkhî tefsirler yazılmıştır.

HADİS: Etimolojik olarak kadimin zıddı olan hadis ( çoğulu ehâdîs ) tahdis mastarından isimdir ve haber manasına gelir. İstilâhî anlamda ise Hz Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri için kullanılır.[5]  Ayetlerde Hz Peygambere itaatin emredilmesi, ‘’Resulün size verdiğini alın, yasaklarından kaçının ‘’ (Haşr, 59/7) şeklinde kesin bir talimatın bulunması, Kur’an’da açıkça zikredilmeyen hususlarda Hz Peygamber’in ortaya koyduğu uygulamanın benimsenmesi gerektiğini göstermektedir. Hz Peygamber’in tüm hareketleri, sözleri ve takrirleri Kur’an’ı açıklayan rehber konumundadır ve bu sebeple hadislerin tespit ve tedvini önemlidir.

Hz Peygamber, nübüvvetin ilk dönemlerinde hadis yazmak isteyen herkese müsaade etmediği bilinmekle birlikte okuma-yazmasına güvendiği bazı kimselere izin vermiştir. Abdullah bin Amr b. As bunlardan birisidir. Bu engelin önemli nedeni yazılan hadislerin Kur’an’la karıştırılma endişesiydi.[6] Ancak zamanla Kur’an’a aşina olunup vahiy de yazı ile kayıt altına alınınca hadis yazmak için herkese izin verilmiştir.

İlk yazılı hadisler Hz Peygamber’in davet mektupları ve sadakat hadisleridir. Sahabeden bazısı, Hz Peygamber’e yalan söz isnat etme endişesi ile hadis yazmaktan imtina etmiş bazısı da duyup öğrendikleri hadisleri yazmıştır. Sahabenin yazdığı bu hadis belgelerine ‘’sahîfe’’ adı verilir.[7] Tabiin dönemi hadis rivayeti ile ilgilenen kişi sayısı Sahabeden fazladır ve bu dönemde ‘’Rihle Yolculukları’’ yapılmaya başlanmıştır.

Hadislerin tedvin edilmesi hicri birinci asrın ortalarına rastlar. Hadisleri ilk tedvin eden kişi Şihâb ez-Zührî (50/124) dir. Hicri ikinci asırda Zühri’nin tedvin faaliyeti Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz (99/101) ile resmi bir hüviyet kazanır. Halife hadislerin kaybolma tehlikesine karşı onları toplama kararı almıştır. Bu dönemde hadislerin sağlamlığının tespiti için ‘’ricâl’’ ilmi tesis edilmiş ve hadis rivayetlerine yaklaşımda ‘’Ehl-i Hadis ve Ehl-i Re’y’’ ayırımına gidilmiştir. Ehli Hadis taraftarları isnadı merkeze alan bir yöntem gerektiğini Ehli Re’y mensupları ise hem isnad hem de metin tenkidinin birlikte olması gerektiğini savunmuşlardır.

Hicri ikinci asırda isnadın sistemli hale gelmesi ile Cerh ve Tadil ilmi de sistemleştirilmiştir. Bu cerh ve tadil çalışmaları, hadis ilminin prensip ve kaidelerini belirleyen ‘’usul-ü hadis ‘’ ilminin doğuşuna da zemin hazırlamıştır.

Hicri ikinci asrın başı gibi hadislerin tedvininin hız kazanması ile tasnif çalışmaları da hız kazanmıştır. Bu dönemde te’lif ve tasnif edilen hadis eserlerini başlıca beş grupta[8] toplamak mümkündür:

1.Siyer ve Meğazi Kitapları

2.Sünen Kitapları: Fıkıh konularına göre tasnif edilmiş ahkam hadislerini içerir.

3.Cami’ler: İbadât, muamelât, ukubât babları ile fazilet ve menkıbelerin olduğu konuları içerir.

4.Musannaflar: Fıkıh ile ilgili konuları içerir.

5.Belli bir konuya tahsis edilen kitaplar

Hicri üçüncü asırda tedvin ve tenkit dönemi devam eder. Hicri dördüncü asır ise şerhler dönemidir.

FIKIH: Sözlükte bir şeyi bilmek, derinlemesine kavramak demektir. Fakih ise konuyu derinlemesine kavrayan kişinin adıdır. Kur’an ve hadis islam toplumunun iki temel bilgi kaynağıdır. Bu sebeple fıkıh kelimesi genelde Kur’an ve hadis merkezli dini bilgi ve anlayışı ifade eden kavramlardan biri olarak kullanılmıştır. Hicri ikinci asrın sonlarından itibaren islamın ferdi ve ictimai hayata dair ameli hükümleri ve konuları inceleyen ilim dalını ifade eden terim halini almaya başlamıştır.[9]

Fıkıhın ilgilendiği konular, helal-haram, vacip, mekruh-müfsit gibi insanların işlerine dair hükümler ve bunların dayandığı delillerdir. İslam fıkhının kaynakları, Kur’an, sünnet ve bu ikisini kendilerine rehber edinen müçtehit imamların görüşleridir.

Hz Peygamber dönemi (11/632) fıkhın oluşum sürecinin başlangıç noktasını temsil eder. Ahkam ayetleri inmiş ve nasıl anlaşılacağı sahabeye anlatılmıştır. Ayrıca Hz Peygamber’in içtihat kapsamında değerlendirilecek tasarrufları da olmuş ve bu yönü ile sahabeye örnek olmuştur. Bu dönemin temel özellikleri: Tedrice riayet, kolaylık ilkesi ve toplumun maslahatlarıdır.

Sahabe dönemi: Hulefa-i Raşidin devrinin bitmesi ile son bulan dönemdir. Bu dönem fıkıhın kaynakları, kitap, sünnet ve içtihattır.[10] Sahabe, içtihat ile ulaştıkları hükümleri, bağlayıcılık açısından naslar ile aynı derecede tutmamışlardır. Bu dönemin temel özellikleri, Kur’an ve sünnet naslarının hukuki açıdan yorumlanmasıdır. Bu yorumlama kendi dil bilgileri, nüzül sebepleri gibi nakli ilimler ışığında gerçekleşmiştir ve böylesi bir çaba sonraki nesil için büyük bir birikim olmuştur. Bu dönemin sonu, Şia ve Haricilerin ortaya çıkışı ile siyasi gruplaşmaların olduğu dönemdir. Bu gruplar, siyasi açıdan muhalif gördükleri sahabenin içtihatlarını benimsememiştir.

Tabiin dönemi: Emevilerin iktidarda olduğu zamana denk gelir. Bu zamanın fıkıh kaynakları, kitap, sünnet, sahabe icmaı ve re’y’dir. Bu dönemde Hicaz-Irak, Hadis-Re’y ekolleri oluşmuş siyasi ve itikadi ayrışmalar yoğun yaşanmıştır.

Müctehit imamlar dönemi; Dördüncü asrın ortalarına kadar ki zamanı kapsar. Bu dönemin fıkıh kaynakları; kitap ve sünnetin yanında sahabenin bireysel içtihatlarının kaynak olarak değerlendirilmesi ve re’y vardır. Bu dönemde re’y sistemleştirilmiş ve kıyas, istihsan, istislah gibi konular fıkıh ilmi içinde değerlendirilmiştir. Fıkıhın tedvin zamanıdır ve altın çağı kabul edilir. Usulü Fıkıh ilminin tedvininin de bu dönemde başlaması önemlidir. Şafi’nin (ö 204/819) er-Risale adlı eseri bu literatürün ilk örneğidir.

Mezhep merkezli dönem: Bu dönemin en belirgin özelliği hukuki faaliyetlerin artık mezhep yapılanmaları çerçevesinde sürdürülebileceğinin tüm toplum tarafından benimsenmiş olmasıdır. Abbasilerin son zamanı ile Selçuklular dönemine denk gelen bu zamanda merkezi otorite zayıflamış ve fıkıh duraklama dönemine girmiştir. Taklit ruhu ve zihniyeti hakimdir.[11]

TEFSİR, HADİS ve FIKIH İLİMLERİNİN BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

Bilgi, öğrenme ve araştırma ile elde edilen gerçekler demektir. Bilginin bütünlüğü ise, bir konuyu anlamlandırırken veya yorumlarken onun bağlı olduğu tüm ilmi disiplinlerdir. Konuya bütüncül bakmak, onun doğru anlaşılmasına yardımcı olur ve yanlış değerlendirilmenin de önüne geçer. Tek taraflı bir bilgiye ulaşma çabası bizi hedefimize götürmediği gibi doyuma da ulaştırmaz.

İnsanın anlam inşası bilgi temelli bir alt yapıya dayanır. Onun bu inşada ana kaynağı ve sağlam dayanağı Kur’an’dır. Kur’an’ı anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için farklı ilimlere başvurulması gerekir. Şöyle ki; Kur’an ile ilgili ilk muhatapların zihninde beliren manayı anlayabilmek için tefsir ilmi hadis ilmine müracat etmek zorundadır. Çünkü hadis rivayetleri, sahabe ve tabiinden gelen, ahkam, sebeb-i nüzül, kelime tahlili gibi Kur’an’ı anlamamıza yardımcı pek çok bilgi içermektedir.

Buhari’nin (256/870), el Camiu-s Sahihi bu noktada güzel bir örnektir. Bu eserin Kitabü-t Tefsir bölümünde, Buhari’nin müfessir, muhaddis, mütekellim, fakih ve dil bilimci yönünü görmemiz bilginin bir bütün halinde sunulması açısından önemlidir. Buradan hareketle bilgi, parçalanamayan bir bütünlüğe sahiptir. Özellikle değişen ve gelişen dünyada bilgiye ulaşmak için farklı ilim dallarının kesişen noktalarını tespit etmek gerekir.

Doğru anlam, doğru anlama ile gerçekleştirilebilir. İlimlerin birbiri ile ilişki içinde olduğu unutulmamalıdır. Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimleri de bir bütün olarak hareket ederler. Birinin anlaşılması için diğerine ihtiyaç vardır. Neticede her ilim dalı ortaya koyduğu bilgisini, yöntemini kendi kullanır ancak bunlardan yararlanılması için diğer ilimlere de imkan sunar. Bilginin bütünlüğü esastır ve doğruya ulaşmak için göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir.

‘’Bilgi elbette bir bütündür fakat belirli bir alana hükmeden her parçasına kendine ait özel bir isim verilir’’                                                                         PLATON

KAYNAKÇA

1.     Talat KOÇYİĞİT Hadis Tarihi

2.     İsmail CERRAHOĞLU Tefsir Usulü

3.     Ahmet Nedim SERİNSU Tefsir Tarihi atlası, Kimi Örnek Almalı

4.     Halis ALBAYRAK Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine

5.     TDV İslam Ansiklopedisi

 

 

 

 

 

 



[1] Hicr 15/9

[2] TDV- İSAM, 2011, İstanbul, cilt:40 s. 290-294

[3] Ahmet Nedim SERİNSU, Tefsir Tarihi Atlası, 2019, Grafiker yay. S.93

[4] İsmail CERRAHOĞLU, Tefsir Usulü, TDV yayınları, 2019 s.262

[5] TDV,DİA, 1997,İstanbul, Cilt: 15 s.27-64

[6] Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, TDV yayınevi, Ankara, 2014

[7] Hadis sahifeleri olan sahabeler hakkında detaylı bilgi için; T.Koçyiğit, Hadis Tarihi, s.41-67

[8] Bu kitapların içeriği için; T.Koçyiğit, Hadis Tarihi, s.207-213

[9] TDV-DİA, İstanbul, 1996, cilt:13 s.22-27

[10] İctihat: Kur’an ve sünnetten Şer’i hüküm çıkarmak için ehlinin olanca gücünü sarfetmesidir.

[11] TDV-DİA, İstanbul, 1996, Cilt:13 s.22-27


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi