T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ
TEFSİR ANABİLİM DALI
Ders Adı: Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri I
Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
Hazırlayan Öğrenci: Gökçe Yakşi
Öğrenci No: 21912792
Bilginin Bütünlüğü ile Tefsir Tarihi/ Usulu, Hadis Tarihi /Usulu ,Fıkıh Tarihi/ Usulu Mütâlaası
Ankara 2022
Kuran tefsiri denildiğinde Kuranı açıklama faaliyetleri kastedilmektedir.Kur’an’ın indirildiği dönemlerde Hz. Peygamberin(a.s.) Kur’an’ın ifadeleri ile ilgili bazı açıklamalarda bulunduğunu biliyoruz. Şu halde Kur’an’ı ilk tefsir eden kişi Hz. Peygamberdi.
Peygamber(a.s.) ve sahabe her ayet indiğinde ezberleyip, yazıya geçirir ,vahyin maksadını anlar ve amel boyutuyla öğrenirlerdi. Ayeti hayata tatbik edip ve içselleştirdikten sonra diğer ayeti öğrenirlerdi.Bu bağlamda oku düşün anla yaşa onlar için vahiy sürecinin odak noktasıydı. Kuran onları tam anlamıyla insanı kamile dönüştürüyordu. Zaten Hz. Peygamber Kur’an’ı yaşanabilir olduğunun canlı örneğiydi.
Hz Peygamberin(a.s.) vefatından sonra Kur'an'ı açıklama işiyle sahabiler ilgilendi. Çünkü onlar ilk şahitlerdi . Kur’an’ı amel olarak öğrenip hayata geçirmişlerdi. Kur’an nazil olurken orada oldukları için ayetlerin nüzul sebeplerini, ne maksatla indiğini, nasıl anlaşılıp ,ne şekilde uygulandığını biliyorlardı.Sahabenin özellikle esbabı nüzul ile ilgili rivayetleri sonraki dönem için oldukça önemli bir kaynak teşkil etmiştir.Çünkü metinler bulundukları dönem içinde değerlendirildiklerinde en doğru şekilde anlaşılırlar. Sahabe ve tabiin tefsirlernde daha çok Kur’an’daki garib kelimelerin anlamlarını açıklayıp, müşkil lafızlar üzerinde durmuşlardır. Bir metni anlamada dil mantığı çok önemlidir. Dili mantığını ve kavramlarını bilmediğiniz toplumları anlayamazsınız. Sahabe ve Tabiin Arap şiirlerini inceleyip tefsiri bu çerçevede yapmıştır. Disiplinler arası ilişki bu bağlamda ilk dönem tefsirinde yer almaktadır. O dönemde Ehl-i Kitabın İsrailiyat dediğimiz bilgi kaynaklarından yararlanmakta beis görmediler. Bu durum Kur’an’ın indiği ortamda Hz. Peygamber’in olan bitenden haberdar olduğunu gösterir.
Sahabeden sonra Tabiin Dönemi gelmektedir.Tabiin döneminde İslam sınırları Arap Yarımadasının dışına taşmış Arap olmayan Mevali İslama dahil olmuşlardır. Bu kişiler İslamı tebliğ için dünyanın dört bir yanına dağılan sahabeden ders almışlardır. Bu dönemde rıhle kavramı İslam literatürüne girmiştir. Bilgiyi kaynağından almak isteyen ilim ehli uzun yolculuklara çıkararak hadislerin günümüze kadar gelmesinde öncülük etmişlerdir.
Tabiinde Ku’ran tefsirinde önce Hz. Peygamber’den gelen rivayetleri anlamak için kendi re’ylerine başvurmak yerine o dönemin dil mantığını çözmek için arap şiirine ve dil incelemelerine odaklanmışlardır. Yorumlardan genel olarak kaçınmışlardır. Fakat yanısıra akli yorumlarda yapılmıştır. Sahabe ve Tabiin dönemine baktığımızda Kur’an’ı bir bütün olarak anladıklarını görmekteyiz.
Tefsir başlangıçta rivayet tefsiri olarak hadis geleneğinin içinde ortaya çıkmıştır.Sonraki dönemlerde rivayetleri toplayan müstakil tefsirler kaleme alınmıştır.Tarih içinde dil bilimsel ağırlıklı tefsir çalışmaları Meân’il Ku’ran, İ’rab’ul Ku’ran, Mecâz’ul Ku’ran şeklinde kendini göstermiştir. Taberi( ö.310) ilk dönemde pek çok sayıda rivayetleri Câmi’ul Beyan adlı eserinde toplamıştır.Daha sonra zaman içerisinde tefsir çalışmaları farklı yönlerde ilerlemiştir. Kur’an’ı tefsir eden herkes ilmi kapasitesine kavrama kabiliyetine,düşünce,siyasi ve ideolojik görüşlerine göre tefsirler yazmışlardır.
Hz. Peygamberin söz fiil ve takrirlerine hadis denilmektedir.Hadis sünnetle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.Hz.Peygamberin temel görevi tebliğ, beyan/tebyin, tezkiyedir.
Tebliğ, Peygamberlerin Allah’tan aldığı bilgiyi eksiksiz bildirmesi.beyan/ tebyin,Peygamberin kendisine indirilen vahyi açıklaması,. tezkiye, insanların kötü ahlak ,günah ve huylardan arınması temizlenmesi demektir.
Hadisler (sünnet )islam teşriinde Kuran’dan sonra ilk kaynaktır.Bu açıdan fıkıh uleması nezdinde önemli bir yeri vardır.Nitekim Kur’an-ı Kerim namazı emreder fakat ayrıntıları bize Hz. Peygamber anlatır. Keza hac ve diğer ibadetlerde böyledir. Kur’an’da otuzdan fazla Ayet-i Kerimede Peygambere itaat emredilir . Müminlerin Ku’ran ve Sünnete ittibaları farzdır.
Hadisler , ihtilafa düştükleri konularda insanları aydınlatan , Kur’an’ı herkesten iyi anlayan ve ayetlerdeki maksadın ne olduğunu bilen Hz. Peygamberin sözleri olarak büyük önem taşır.
Hadisler İlahi emirlerin fiilli olarak uygulanışını bize gösterir. Namaz oruç hac gibi. İslam fıkhının bir çok meselesi hadislerle açıklığa kavuşur.Ayrıca Kurandaki müşkil kelimeleri açıklayan bir çok hadis rivayeti mevcuttur . Kur’an’da temas edilen fakat ayrıntı verilmeyen ahiret inancı, yeniden dirilme, mizan ,cennet cehennemdeki hayat konusundaki bilgiler,ahlaki konular,aile hayatı, ticari ve ictimai münasebetler, devlet yönetimi gibi konular hadislerde geniş yer bulmaktadır.
Hadisler Hz. Peygamber döneminden beri büyük bir titizlikle günümüze kadar gelmiştir. İlk dönemlerden bu yana çoğunlukla şifahi olmak üzere yazılı olarak ta muhafaza edilmiştir.Hadis ilmi başlı başına bir ilim dalı olmuştur .İsnad ,ravi ,muhaddis, hadis ve çeşitleri ,cerh, ta’dil kavramları ortaya çıkmıştır. Rıhleler ,tahammüller yapılmıştır.
Hz. Osman’ın şehit edilmesi (hicri 1. Yüzyıl) olaylarının ardından hadisler tedvin ve tasnif dönemine girmiştir. O dönemdeki iç karışıklıklarda mevzu hadis kavramı, cerh ,ta’dil yöntemleri önem kazanmıştır.
Hz. Peygamberin vefatından sonra sahabeler fethedilen yerlere gidip oralarda ilim halkaları oluşturup öğrencilerine (Tabiin) bildikleri hadisleri naklettiler. Tâbiinde kendi öğrencisine (Tebe-i Tâbiin) şeklinde devam etti. Böylece isnat zincirleri oluştu.
Hadis tarihi vesilesi ile Hz. Peygamberin ve sahabenin çok sayıda söz fiil ve davranışlarına vakıf olabiliyoruz .Ayrıca bir çok muhaddisin hayatlarını da öğreniyoruz. O döneme sadece bakmak değil görmek ve anlamak niyeti ile baktığımızda önemli çıkarımlarda bulunabiliriz.Bu çıkarımlar günümüzde bireysel, sosyal, ticari hayat, hukuk ahlak ve eğitime dair çok önemli malumat verecektir. Örneğin Uhud Savaşındaki istişare müessesesi incelendiğinde ve anlaşıldığında, Şûra yani istişare kurumu günümüze taşınıp uygulanabilir. Bu bilgiler bugün tıkandığımız noktalarda bize yol gösterecek, hayatımızı Kur’an’ın bütünlüğü çerçevesinde idame ettirmemizi sağlayacaktır.
Sahabe tefsirinde Ehli kitaba müracaat etmiştir.Bu bilgi bize Hz. Peygamberin çevresindeki olan bitenden haberdar olduğunu göstermektedir.’’Ehli Kitabı ne yalanlayın nede tastik edin’’(Ankebut 46) ayeti toplumda uzlaşmacı olunması gerektiğini, iyi geçinmenin önemini ve çatışma istenmediğine işaret etmektedir. Bu esaslar hz. Peygamberden bize gelmektedir. Bakmak ,görmek ve anlamak gerekir. Bür müslüman olarak geleneğmize bu şekilde bakıp hayatımızı bu bilgiler ışığıda düzenlemek hepimize farzdır. Diğer türlü Kur’an ve Peygamber (a.s.)ın mesajını anlamış olmayız.
‘’Bakmak Görmek Anlamak’’ bağlamında Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu Kuran Nedir? Kitabında HEB adını vediği Hacer’ul Esved Birlikteliği yönteminden bahseder. Kendisi Kur’an’ı gençlere nasıl anlatalım konusunda bu yöntemi önerir. ‘’O her boydan bir temsilci istedi. Sonra yaydığı bezin üzerine Hacer’ul Esved’i koyup her temsilcinin bezi tutmasını buyurdu.Hep birlikte bezi kavradılar .Kara taşı Kabe’nin yakınına kadar getirdiler.O da Hacer’ul Esved’i alıp yerine yerleştirdi.’’1 Bu şekilde gençlerin fıtri farklılıkları bir ahenk içinde bir araya gelip her biri yeni bir ufuk açıp insan olmanın farklı bir yönünü göstereceklerdir deyip aslında uyumsuz görünenin kendi içinde uymlu olduğunu belirten Ahmet Nedim Serinsu ‘’HEB’’yöntemi olarak adlandırdığı bu teknikle günümüzde gençlere din eğitiminin verilmesinin faydalı olacağını belirtir. HEB yöntemi Hz. Peygamber dönemindeki bir hadisenin nasıl günümüze getirileceği bağlamında bizlere örnek teşkil etmektedir. Bu konuyu disiplinler arası ilişki çerçevesinde de değerlendirebiliriz.
Fıkıh tarihinin birinci dönemi Hz.Peygamber dönemidir.hükümler şu şekillerde ortaya çıkıyordu.
İlahi hükmün açıklanmasını gerektiren bir olay meydana geliyor veya soru soruluyor bunun üzerine bir ayet nazil oluyor yada hüküm bildiriliyor, Peygamber(s.a.) kendi sözü üslubu (sünnet) ile hükmü açıklıyor ve uyguluyordu.
Bir olay yada soru olmadan İlahi İrade hükmünü bildiriyordu
.Fıkhın bu dönemde üç özelliği vardı. Tedric, kolaylık ve nesih.
Fıkıh tarihinin ikinci dönemi Hulefâ-i Râşidin ve Emeviler dönemi. Bu dönemde fıkıhta kitap,sünnet,icma’, kıyas, istihsan, istishab metodları ve re’y çerçevesi kullanılmıştır. Şurâ içtihatları daha bağlayıcı ve kuvvetli kabul edilirdi. Birçok re’y görüş,belki kişi sayısı kadar mezheb ortaya çıktı. Sahabe görüşünü bildirirdi fakat kendi görüşlerini nas olarak kabul etmedi. Fuat Sezgin (ö.2018) Hz. Peygamberin teşrî usûlunün ilk dönemde yazıldığını bildirmektedir.
Abbasiler dönemi fıkhın olgunluk çağıdır.Fıkhî mezhepler bu dönemde oluşmuştur. Kütüb-i Sitte ‘de bu dönemde yazılmıştır.
Abbasilerin son dönemi ve Selçuklular dönemi fıkhın duraklama dönemidir.Bu dönemde mezhep imamlarının ve büyük müctehidlerin hür ve mutlak içtihadı Kitap ve Sünnetten hukuki ve dini hayata doğrudan çözümler getiren çalışmalar durmuş taklit başlamıştır. Mezhep taassubu yerleşmiş içtihat kapısı kapanmıştır. Moğol istilasından Mecelleye kadar süren dönem fıkhın gerileme çağıdır.Mecelleden günümüze kadar devam eden dönem fıkhın uyanma, canlanma , kanunlaşma çağıdır.
Gerek tefsir tarihi ,gerek hadis tarihi , gerekse fıkıh tarihi okuduğumuzda’’ Kültürel Antropolojik Okuma’’ yapmalıyız. İmam Buhâri böyle yapmıştır.Bir hadise baktığında ayet görmüştür,ahlaka dair mesaj almıştır,fıkha dair hüküm çıkarmıştır. Bakmak ,görmek ve anlamak.. Meselelere bilginin bütünlüğü çerçevesinde bakılmalıdır. İmam Buhari hazretlerinin hayatı dahi incelenirken de bilginin bütünlüğü çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bilgi bütün yönleri, özellikleri ve ilişkili oldukları alanlar ile ele alınıp tetkik edilmelidir. Buhari’nin bab başlıkları hadisteki fıkha işaret eder. Fıkhı okuyucunun çıkarması beklenir.Bab başlıklarından hem muhaddis hem fakih faydalanır. Bu yöntemler bizi yine Bilginin Bütünlüğü ve Disiplinler Arası İlişki yöntemlerine götürmektedir.
Fıkıh usulu Kurandan aldığımız bilgiyi ve Hz. Peygamberden gördüğümüz uygulamayı günümüze nasıl getireceğimizi hayatımızda nasıl uygulayacağımıza ve sorunlarımızı nasıl çözeceğimize ışık tutar. Oku düşün anla yaşa prensibi temel ilkemiz olmalıdır. Bir bilgiyi aldığımızda o bilgi bizi dönüştürmeldir.Tıpkı bir sürahi suya bir bardak zemzem koyduğumuzda suyun zemzeme dönüşmesi gibi.
Tefsir tarihi hadis tarihi ve fıkıh tarihini ve usullerini bilmek bizi bilginin bütünlüğüne götürür. İslam alimleri ansiklopedik alim oldukları için bilginin bütünlüğü çerçevesinde bütün konulara hakim idiler. Günümüzde bu mümkün olmadığından disiplinler arası ilişki çok önemlidir. Bu konuda çalışılmalı, yeni projeler üretip Ku’ran hayata geçirilmeli ,günümüz problemlerine çözüm getirilmelidir.
Bir ayet yada hadis geniş çerçevede farklı konulara temas edebilir.Bu bağlamda yine bilginin bütünlüğü ilkesi ve disiplinler arası ilişki önem kazanır. Çünkü bir ayet yada hadis sağlık ,sosyoloji, psikoloji ,çevre bilimi ,siyaset , ekonomi alanları ile ilişkili olabilir. Allah ile Alem,Allah ile İnsan, İnsan ile İnsan, İnsan ile Alem ilişkisi vardır.Ayet, hadis yahut fıkhi bir mesele bu çerçevede, bütün yönleri ile yorumlanmalıdır.
Kurandan bir ayet alarak anlam vermek doğru değildir. Bu yöntem yanlış anlaşılmalara sebep olabilir.Nitekim tarihte Batınilik ve günümüzde Işıd gibi mezhebler bu şekilde ortaya çıkmıştır .Ku’ran’ın bütün olarak vermek istediği mesaj ve maksatlar anlaşılmalı ,siyak sibak çerçevesinde ,nuzul sebeleri dikkate alınmalı, dönemin tarihi kültür yapısı ve dil unsurları hakkında geniş bilgi sahibi olunmalıdır. Ayetin temas ettiği bilim dalları iyi bilinmeli yada disiplinler arası ilişki yöntemiyle bu bilgilere ulaşılmalıdır ve yine bu yöntemlerle günümüz mevcut problemleri tespit edilip çözüm yolları aranmalıdır
1.Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kur’an Nedir? s.224
Kaynakça;
Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kur’an Nedir?
Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kur’an ve Bağlam
Prof.Dr. Ahmet Nedim Serinsu , Kimi Örnek Almalı?
Prof.Dr. Halis Albayrak, Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine
Prof.Dr. Mehmet Akif Koç ,Kur'an İlimleri ve Tefsir Tarihi
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR)
ANA BİLİM DALI
HADİS ESERLERİNDE TEFSİR RİVAYETLERİ II
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ İLE TEFSİR TARİHİ/USULÜ-HADİS TARİHİ/USULÜ-FIKIH
TARİHİ/USULÜ MÜTALAASI
Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
Esra
DENİZCİ
21912742
Ankara 2022
Kur’an nazil olmaya başladığı andan itibaren önce bireysel ardından
toplumsal değişime neden olmuş bir hitap/kitaptır. Bu değişimi hidayet olarak
açıklamış ve insanları kendisine tabi kılmak istemiştir. Allah (c.c.) iletmek
istediği mesajı resulünün diliyle Arapça olarak iletmiş dolayısıyla
muhataplarının anlayışına uygun bir dil kullanmıştır. Kullanılan dil belli bir
toplumun dili olması hasebiyle dolaylı muhataplar Kur’an’ın mesajını doğrudan
anlayamamıştır. Erken dönemlerden itibaren hazırlanan lügavi tefsirler bu
durumun sonucudur. Halil b. Ahmed’in (175/766) Kitabu’l-‘Ayn adlı lügat
kitabı, Ferra’nın (ö.207/822) Me’ani’l- Kur’an’ı, Ebu Ubeyde’nin
(ö.210/825) Mecazu’l- Kur’an’ı gibi eserler bu dil sorununu çözmek için
hazırlanan eserlerdir.
II. asırda yukarıdaki eserlerde olduğu gibi ayetin anlaşılmasında
dilsel izahlar yeterli olabiliyorken nüzul ortamından daha da uzaklaşma tefsir
ilminin ve onun kullandığı kaynakların genişlemesine sebep olmuştur. Artık
Allah’ın muradını anlamak için vahiy ortamı, ayetin nüzul sebebi, muhataplar
gibi sözün bağlamını verecek bilgilere ihtiyaç artmıştır. Bu noktada hadisler Allah’ın
(c.c.) muradını anlamada dönemin uleması için vazgeçilmez bir kaynaktı. Nitekim
Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerini içeren hadisler, Kur’an’ın örnek
alın dediği elçisinin hayatını yansıtıyor, ibadetlerin pratik boyutunu
öğretiyor ve yeni problemlere içtihad yoluyla çözüm getirilmesini sağlıyordu. Bu
şekilde ayet ve hadis çerçevesinde getirilen çözümler de fıkıh ilminin gelişmesini
sağlamıştır. Fıkıh başta ayet ve hadislerden gelen bilgi ve anlayış iken
zamanla ameli hayat dair hükümleri ihtiva eden bir ilim dalı olmuştur. Farabi
(ö.339/950) İhsau’l-Ulum adlı eserinde fıkıh ilmini şu şekilde
tanımlamaktadır: “Fıkıh sanatı öyle bir sanattır ki onun sayesinde insan kanun
koyucunun hakkında açık olarak belirlemede bulunmadığı tek tek özel şeyleri,
haklarında açık ve özel olarak belirlemede bulunmuş olduğu şeylere bakarak
belirleme gücünü elde eder ve yine onun sayesinde kanun koyucunun halk için
getirdiği dinin amacına uygun olarak onun gerçekleştirilmesine, çalışma
imkanına kavuşur.” Bu şekilde Fıkıh, vahyin değişen birey ve toplum yaşamında
nasıl anlaşılması ve yaşanması gerektiğini anlatmayı hedeflemiş, Hz. Peygamber
zamanından Mecelle’ye ve Mecelle’den günümüze kadar hukuk, siyaset, ekonomi vd.
alanlarda etkisini göstermiştir.
Tefsir, Hadis ve Fıkıh ayrı birer ilim dalıdır ancak yukarıda
görüldüğü üzere kaynak ve uygulama alanı bakımından ayrı düşünülemez. Ayetler
İslam’ın temel kaynağı olmakla beraber ayetin sebeb-i nüzulünü, muhatabını,
ibadetlerin uygulama şeklini, sosyal hayata dair hükümleri içeren hadisler
önemli görülmüş bu sebeple İslam’ın ikinci kaynağı kabul edilmiştir. Bu
bakımdan hadislerin önemi bilinen bir şeydi ancak kendi çıkarlarını gözetip
rivayetleri olmuş gibi ya da başka şekillerde aktaranların eline düştüğü durumlar
yaşanmıştır. Bu durum karşısında ravilerin dini ve ilmi yönden tenkidini
hedefleyen cerh ve tadil ilmi teşekkül etmiş, hadisler kaynağına, ravi
sayısına, sıhhatine ve senedinde kopukluk olup olmamasına göre çeşitli
şekillerde sınıflandırılmıştır. Kur’an nazil olduğu andan itibaren vahiy
katiplerine yazdırılmış, ezberlenmiş ve Hz. Peygamber’in vefatıyla Mushaf
haline getirilmiş ve çoğaltılmıştır. İslam’ın kaynakları bu şekilde korunurken,
yukarıda verildiği üzere Fıkıh ilmi ayet ve hadislerin bireysel ve toplumsal
hayata tatbiki ile ilgilenmiştir. Bu iki kaynağın yanında icma ve kıyas esas
alınmış, farklı mezheplerin ortaya çıkmasıyla ayet ve hadislerden hüküm
çıkarırken istihsan, istislah, sedd-i zerai, örf gibi metotlar geliştirmiştir.
Şartların değişmesi bu ilimlerin kendi içerisinde gelişmesini sağlamakla
beraber ilişkileri Hz. Peygamber’den bu yana devam etmektedir ki tersi
düşünülemez. Zira rivayetler olmadan ayetleri anlamak mümkün değildir. Ancak
burada Tefsir, Hadis ilminden oldukça yararlandığı gibi başka ilimlerden de
istifade eder. Kafiyeci (ö.879/1474) et- Teysir fi kavaidi ilmi’t-tefsir adlı
eserinde Tefsir ilminin ihtiyaç duyduğu on beş ilim sayar. Bu ilimlerin yarısı
dil ile doğrudan ilişkilidir. (Lügat, iştikak, sarf, nahiv, meani, beyan, bedi)
Bu durum bir metni anlama işinin temelde dil meselesi olduğu sonucu verir. Çünkü
dil ve düşünce birbirinden ayrı düşünülmez. Kur’an birçok yerinde ayetlerin
apaçık Arapça olduğunu vurgular. Bu, ayetlerin yalnızca Arapça olduğu anlamına
gelmeyip aynı zamanda o zamanın düşüncesini yansıtan bir kitap olduğunu ve
böylelikle muhataplarına tamamen anladığı dil/düşünce ile hitap ettiği anlamına
gelir. O halde Kafiyeci’nin saydığı ilimlerin yarısının neden dil ile alakalı olduğu
anlaşılmış olur. Modern ilimler de bizleri buna zorlar. Örneğin hedefi, bir
metni anlamaya engel tarihsel uzaklığı gidermek olan Hermeneutik, çözüm için
iki yol önerir ve biri gramatik yorumlamadır. Gramatik yorumlama anlaşılmayan
metni ortaya çıktığı zamandaki dile aktarmayı hedefleyip metni anlaşılır
kılmaya çalışır. O halde bir metni anlamak öncelikle o metnin dilini
anlamaktır. Varlıkla dil arasındaki ilişki bunu gerektirir.
Dil bilgilerimizi aktardığımız araçtır. Bilgilerimizi de varolan
şeylerden elde ederiz. Varlık/Tanrı, varolan her şeyin kaynağıdır. Bu, bilginin
de kaynağı olduğunu gösterir. Dolayısıyla bilgi ile varlık birbirinden
ayrılamaz. Varlık bütünlüğü ifade eder ve bütünlük anlamlı olmanın şartıdır. O
halde varlıktan ayıramadığımız bilgi de bütün içerisinde anlam kazanır.
İlimin/bilimin nesnesi olan bilgi bütün içerisinde anlam kazanıyorsa ilimlerde
bütün içerisinde anlam kazanır. Bunu en temel de harfe, sözcüğe kadar
indirebiliriz. Dücane Cündioğlu Kur’an’ı Anlamanın Anlamı adlı kitabında
her sözcüğün ancak sözün bütünü içerisinde anlamlı olduğunu, sözcüklerin sözün
bütününden çıkarıldıklarında varlıkla ilişkilerinin kesilip anlam içeriklerini
kaybettiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla bütünlük yoksa anlamda yoktur. Tefsir,
Hadis ve Fıkhın birbirinden ayrılamayışları bu bütünlüğün sonucudur.
Yararlanılan Kaynaklar:
·
TDV
İslam Ansiklopedisi (Tefsir, hadis, fıkıh, cerh ve tadil, ilim, bilgi, delil,
usul maddeleri)
·
Kur’an
İlimleri ve Tefsir tarihi – Mehmet Akif Koç
·
Kur’an’ı
Anlamanın Anlamı – Dücane Cündioğlu
·
Anlamın
Buharlaşması ve Kur’an - Dücane Cündioğlu
·
Hermeneutik
ve Edebiyat - Metin Toprak
·
İhsau’l-ulum
- Farabi
·
et-
Teysir fi kavaidi ilmi’t-tefsir - Kafiyeci
·
Varlık
ve İnsan – Ömer Mahir Alper
HADİS ESERLERİNDE
TEFSİR METİNLERİ- Kübra SERİM, Öğr. No: 21912795
BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ BAĞLAMINDA TEFSİR, HADİS, FIKIH TARİHİ/USULÜ MÜTALASI
Kur’an’ı Kerim
Allah’ın doğru yolu göstermek üzere tüm insanlığa gönderdiği ve korunmasını
kendi üzerine aldığı [1] ilahi
kitaptır. Nesiller boyu islam toplumunun Kur’an’ı her şeyden değerli bilmesi,
anlamaya çalışması yazılı ve şifahi olarak aktarması ilahi iradenin bir
tecellisidir.
Kur’an’ın ilk
muhatabı ve uygulayıcısı Hz Peygamberdi. Onun yaşayış tarzı ise sadece Kur’an’ı
okumak ve anlamak değil, hayatı daha anlamlı kılmak için, onu Kur’an’la
yaşanılır hale getirme çabasıydı. Kur’an ve Hz Peygamber arasındaki ilişki, kendi
rehberliğinde, Kur’an’ın öngördüğü esaslar çerçevesinde örnek bir toplum inşa
etmekti.
Kur’an ve
sünneti doğru anlamanın yolu ve fıkıhın bu ikisi ile ilişkisini kurabilmek hiç
şüphesiz tefsir, hadis ve fıkıh bilginlerinin ortaya koyduğu usullerden
geçmektedir. Şöyle ki; Kur’an, şer’i amel-i hükümlerde başvurulması gereken ilk
kaynaktır ve bu durum fıkhın tefsir ile ilişkisini ortaya koyar. Sünneti
oluşturan söz, fiil ve takrirlerin Hz Peygambere ait olup olmadığını ise hadis
ilmi inceler. Fıkıh bu yönü ile de hadis ile iç içedir.
TEFSİR, HADİS
ve FIKIH İLİMLERİNİN TARİHSEL SÜREÇLERİ
TEFSİR:
Sözlükte açıklamak, beyan etmek anlamlarına gelir. Kelime ve sözdeki kapalılığı
gidermek demektir.[2]
Kur’an insana
rehberlik eder ve onu yönlendirir. Bu sebeple onun doğru anlaşılması ve günümüz
insanı ile arasında sağlıklı bir bağın kurulması gerekir. Ancak insanların
algılama, kavrama ve bilgi düzeyleri birbirinden farklıdır ve budum bazı
durumlarda Kur’an’ın yanlış anlaşılmasına sebebiyet verir. Tefsir ilmi bu ve
benzeri ihtiyaçları karşılamaya yönelik bir çaba sonucu ortaya çıkmıştır.
Hz Peygamber’in
Tefsirdeki Yeri: Kur’an, arap dili ile nazil olmuş ve o dönemin muhatapları
kendi kültür seviyeleri ile onu anlayabilmişlerdi. Anlayamadıkları hususta da
Hz Peygamber’e sormuşlardı. Yani Peygamberimiz (sav) ‘in peygamberliğinin iki
temel görevi olan Tebliğ (oku, okut, ezberle, ezberlet, yazdır) ve Tebyin
(bilişsel ve Peygamberlik donanımları ile amel/eylem)[3] aktifti.
Muhtelif hadis mecmualarında Hz Peygambere
kadar ulaşan isnatlardan ve hadis kitaplarında müstakil halde bulunan
‘’Kitabı-t tefsir ‘’ kısımlarından da anlaşıldığına göre Hz Peygamber’in
tefsiri ‘’sahabenin anlayamadığı ayetleri açıklamak’’ şeklindeydi. Onun
ayetleri tefsiri; detaydan uzak, hükümleri açıklama, ahlakı anlatma ve ona
teşvik tarzındaydı.[4]
Sahabenin
Tefsirdeki Yeri: Sahabe sebeb-i nüzule vakıftı. O dönemin fetih hareketleri
sebebi ile gelişen coğrafyada ihtiyaç hasıl oldukça ayet ya da kelimeyi Hz
Peygamber’in açıkladığı gibi açıklıyor, gerek gördüklerinde kendi içtihatlarına
göre tefsir ediyorlardı. Kendi içtihatları ile açıklama yaparken eski arap
şiirleri gibi dil bilimsel verilerden yararlanıyorlardı. Sahabe dönemi
Kur’an’ın tümünün tefsirine ihtiyaç henüz hasıl olmamıştı.
Tabiinin
Tefsirdeki Yeri: İslam’ın geniş coğrafyalara yayılması farklı kültürlerle
tanışmayı da beraberinde getirmiştir. Tefsir faaliyetleri bu dönemde hız
kazanmıştır. Bu dönemin tefsiri Hz Peygamberden gelen rivayetler ve sahabe
kavlidir. Farklı kültürlerin birbiri ile kaynaşmalarından kaynaklı olarak ‘’israiliyat hareketi’’ bu dönemde tefsire
dahil edilmiştir. Bu dönemde Kur’an’ın tüm ayetlerini içeren detaylı tefsir
yazılmamıştır veya elimize ulaşmamıştır.
Tabiin dönemi
sonuna doğru tefsir, hadis kitaplarının birer bölümü olmaktan çıkmış, bağımsız
tefsir çalışmaları kitaplarda toplanmaya başlanmıştır. Bu anlamda Kur’an’ın
baştan sona tefsir edilip elimize ulaşan ilk eser Mukâtil bin Süleyman’ın
(ö.150/767) Kitab-ı Tefsir’i Kebir’i’dir.
Etbeu Tabiin
Dönemi ise tefsirin tedvin dönemidir. Bu dönemde Dirayet Tefsir metodu, mezhep
ayrıcalıkları gibi sebeplerle Mezhebî ve Fıkhî tefsirler yazılmıştır.
HADİS: Etimolojik
olarak kadimin zıddı olan hadis ( çoğulu ehâdîs ) tahdis mastarından isimdir ve
haber manasına gelir. İstilâhî anlamda ise Hz Peygamber’in söz, fiil ve
takrirleri için kullanılır.[5] Ayetlerde Hz Peygambere itaatin emredilmesi,
‘’Resulün size verdiğini alın, yasaklarından kaçının ‘’ (Haşr, 59/7) şeklinde
kesin bir talimatın bulunması, Kur’an’da açıkça zikredilmeyen hususlarda Hz
Peygamber’in ortaya koyduğu uygulamanın benimsenmesi gerektiğini
göstermektedir. Hz Peygamber’in tüm hareketleri, sözleri ve takrirleri Kur’an’ı
açıklayan rehber konumundadır ve bu sebeple hadislerin tespit ve tedvini
önemlidir.
Hz Peygamber,
nübüvvetin ilk dönemlerinde hadis yazmak isteyen herkese müsaade etmediği
bilinmekle birlikte okuma-yazmasına güvendiği bazı kimselere izin vermiştir.
Abdullah bin Amr b. As bunlardan birisidir. Bu engelin önemli nedeni yazılan
hadislerin Kur’an’la karıştırılma endişesiydi.[6] Ancak
zamanla Kur’an’a aşina olunup vahiy de yazı ile kayıt altına alınınca hadis
yazmak için herkese izin verilmiştir.
İlk yazılı
hadisler Hz Peygamber’in davet mektupları ve sadakat hadisleridir. Sahabeden
bazısı, Hz Peygamber’e yalan söz isnat etme endişesi ile hadis yazmaktan imtina
etmiş bazısı da duyup öğrendikleri hadisleri yazmıştır. Sahabenin yazdığı bu
hadis belgelerine ‘’sahîfe’’ adı verilir.[7] Tabiin
dönemi hadis rivayeti ile ilgilenen kişi sayısı Sahabeden fazladır ve bu
dönemde ‘’Rihle Yolculukları’’ yapılmaya başlanmıştır.
Hadislerin
tedvin edilmesi hicri birinci asrın ortalarına rastlar. Hadisleri ilk tedvin
eden kişi Şihâb ez-Zührî (50/124) dir. Hicri ikinci asırda Zühri’nin tedvin
faaliyeti Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz (99/101) ile resmi bir hüviyet
kazanır. Halife hadislerin kaybolma tehlikesine karşı onları toplama kararı
almıştır. Bu dönemde hadislerin sağlamlığının tespiti için ‘’ricâl’’ ilmi tesis
edilmiş ve hadis rivayetlerine yaklaşımda ‘’Ehl-i Hadis ve Ehl-i Re’y’’
ayırımına gidilmiştir. Ehli Hadis taraftarları isnadı merkeze alan bir yöntem
gerektiğini Ehli Re’y mensupları ise hem isnad hem de metin tenkidinin birlikte
olması gerektiğini savunmuşlardır.
Hicri ikinci
asırda isnadın sistemli hale gelmesi ile Cerh ve Tadil ilmi de
sistemleştirilmiştir. Bu cerh ve tadil çalışmaları, hadis ilminin prensip ve
kaidelerini belirleyen ‘’usul-ü hadis ‘’ ilminin doğuşuna da zemin
hazırlamıştır.
Hicri ikinci
asrın başı gibi hadislerin tedvininin hız kazanması ile tasnif çalışmaları da
hız kazanmıştır. Bu dönemde te’lif ve tasnif edilen hadis eserlerini başlıca
beş grupta[8] toplamak
mümkündür:
1.Siyer ve
Meğazi Kitapları
2.Sünen
Kitapları: Fıkıh konularına göre tasnif edilmiş ahkam hadislerini içerir.
3.Cami’ler:
İbadât, muamelât, ukubât babları ile fazilet ve menkıbelerin olduğu konuları
içerir.
4.Musannaflar:
Fıkıh ile ilgili konuları içerir.
5.Belli bir
konuya tahsis edilen kitaplar
Hicri üçüncü
asırda tedvin ve tenkit dönemi devam eder. Hicri dördüncü asır ise şerhler
dönemidir.
FIKIH: Sözlükte
bir şeyi bilmek, derinlemesine kavramak demektir. Fakih ise konuyu
derinlemesine kavrayan kişinin adıdır. Kur’an ve hadis islam toplumunun iki
temel bilgi kaynağıdır. Bu sebeple fıkıh kelimesi genelde Kur’an ve hadis
merkezli dini bilgi ve anlayışı ifade eden kavramlardan biri olarak
kullanılmıştır. Hicri ikinci asrın sonlarından itibaren islamın ferdi ve
ictimai hayata dair ameli hükümleri ve konuları inceleyen ilim dalını ifade
eden terim halini almaya başlamıştır.[9]
Fıkıhın
ilgilendiği konular, helal-haram, vacip, mekruh-müfsit gibi insanların işlerine
dair hükümler ve bunların dayandığı delillerdir. İslam fıkhının kaynakları,
Kur’an, sünnet ve bu ikisini kendilerine rehber edinen müçtehit imamların
görüşleridir.
Hz Peygamber
dönemi (11/632) fıkhın oluşum sürecinin başlangıç noktasını temsil eder. Ahkam
ayetleri inmiş ve nasıl anlaşılacağı sahabeye anlatılmıştır. Ayrıca Hz
Peygamber’in içtihat kapsamında değerlendirilecek tasarrufları da olmuş ve bu
yönü ile sahabeye örnek olmuştur. Bu dönemin temel özellikleri: Tedrice riayet,
kolaylık ilkesi ve toplumun maslahatlarıdır.
Sahabe dönemi:
Hulefa-i Raşidin devrinin bitmesi ile son bulan dönemdir. Bu dönem fıkıhın
kaynakları, kitap, sünnet ve içtihattır.[10] Sahabe,
içtihat ile ulaştıkları hükümleri, bağlayıcılık açısından naslar ile aynı
derecede tutmamışlardır. Bu dönemin temel özellikleri, Kur’an ve sünnet naslarının
hukuki açıdan yorumlanmasıdır. Bu yorumlama kendi dil bilgileri, nüzül
sebepleri gibi nakli ilimler ışığında gerçekleşmiştir ve böylesi bir çaba
sonraki nesil için büyük bir birikim olmuştur. Bu dönemin sonu, Şia ve
Haricilerin ortaya çıkışı ile siyasi gruplaşmaların olduğu dönemdir. Bu
gruplar, siyasi açıdan muhalif gördükleri sahabenin içtihatlarını
benimsememiştir.
Tabiin dönemi: Emevilerin
iktidarda olduğu zamana denk gelir. Bu zamanın fıkıh kaynakları, kitap, sünnet,
sahabe icmaı ve re’y’dir. Bu dönemde Hicaz-Irak, Hadis-Re’y ekolleri oluşmuş siyasi
ve itikadi ayrışmalar yoğun yaşanmıştır.
Müctehit
imamlar dönemi; Dördüncü asrın ortalarına kadar ki zamanı kapsar. Bu dönemin
fıkıh kaynakları; kitap ve sünnetin yanında sahabenin bireysel içtihatlarının
kaynak olarak değerlendirilmesi ve re’y vardır. Bu dönemde re’y
sistemleştirilmiş ve kıyas, istihsan, istislah gibi konular fıkıh ilmi içinde
değerlendirilmiştir. Fıkıhın tedvin zamanıdır ve altın çağı kabul edilir. Usulü
Fıkıh ilminin tedvininin de bu dönemde başlaması önemlidir. Şafi’nin (ö
204/819) er-Risale adlı eseri bu literatürün ilk örneğidir.
Mezhep merkezli
dönem: Bu dönemin en belirgin özelliği hukuki faaliyetlerin artık mezhep
yapılanmaları çerçevesinde sürdürülebileceğinin tüm toplum tarafından
benimsenmiş olmasıdır. Abbasilerin son zamanı ile Selçuklular dönemine denk
gelen bu zamanda merkezi otorite zayıflamış ve fıkıh duraklama dönemine
girmiştir. Taklit ruhu ve zihniyeti hakimdir.[11]
TEFSİR, HADİS
ve FIKIH İLİMLERİNİN BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ
Bilgi, öğrenme
ve araştırma ile elde edilen gerçekler demektir. Bilginin bütünlüğü ise, bir
konuyu anlamlandırırken veya yorumlarken onun bağlı olduğu tüm ilmi
disiplinlerdir. Konuya bütüncül bakmak, onun doğru anlaşılmasına yardımcı olur
ve yanlış değerlendirilmenin de önüne geçer. Tek taraflı bir bilgiye ulaşma
çabası bizi hedefimize götürmediği gibi doyuma da ulaştırmaz.
İnsanın anlam
inşası bilgi temelli bir alt yapıya dayanır. Onun bu inşada ana kaynağı ve
sağlam dayanağı Kur’an’dır. Kur’an’ı anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için
farklı ilimlere başvurulması gerekir. Şöyle ki; Kur’an ile ilgili ilk
muhatapların zihninde beliren manayı anlayabilmek için tefsir ilmi hadis ilmine
müracat etmek zorundadır. Çünkü hadis rivayetleri, sahabe ve tabiinden gelen,
ahkam, sebeb-i nüzül, kelime tahlili gibi Kur’an’ı anlamamıza yardımcı pek çok bilgi
içermektedir.
Buhari’nin
(256/870), el Camiu-s Sahihi bu noktada güzel bir örnektir. Bu eserin Kitabü-t
Tefsir bölümünde, Buhari’nin müfessir, muhaddis, mütekellim, fakih ve dil
bilimci yönünü görmemiz bilginin bir bütün halinde sunulması açısından
önemlidir. Buradan hareketle bilgi, parçalanamayan bir bütünlüğe sahiptir.
Özellikle değişen ve gelişen dünyada bilgiye ulaşmak için farklı ilim
dallarının kesişen noktalarını tespit etmek gerekir.
Doğru anlam,
doğru anlama ile gerçekleştirilebilir. İlimlerin birbiri ile ilişki içinde
olduğu unutulmamalıdır. Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimleri de bir bütün olarak
hareket ederler. Birinin anlaşılması için diğerine ihtiyaç vardır. Neticede her
ilim dalı ortaya koyduğu bilgisini, yöntemini kendi kullanır ancak bunlardan
yararlanılması için diğer ilimlere de imkan sunar. Bilginin bütünlüğü esastır
ve doğruya ulaşmak için göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir.
‘’Bilgi elbette
bir bütündür fakat belirli bir alana hükmeden her parçasına kendine ait özel
bir isim verilir’’
PLATON
KAYNAKÇA
1.
Talat
KOÇYİĞİT Hadis Tarihi
2.
İsmail
CERRAHOĞLU Tefsir Usulü
3.
Ahmet
Nedim SERİNSU Tefsir Tarihi atlası, Kimi Örnek Almalı
4.
Halis
ALBAYRAK Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine
5.
TDV
İslam Ansiklopedisi
[1] Hicr 15/9
[2] TDV- İSAM,
2011, İstanbul, cilt:40 s. 290-294
[3] Ahmet
Nedim SERİNSU, Tefsir Tarihi Atlası, 2019, Grafiker yay. S.93
[4] İsmail
CERRAHOĞLU, Tefsir Usulü, TDV yayınları, 2019 s.262
[5] TDV,DİA,
1997,İstanbul, Cilt: 15 s.27-64
[6] Talat
Koçyiğit, Hadis Tarihi, TDV yayınevi, Ankara, 2014
[7] Hadis
sahifeleri olan sahabeler hakkında detaylı bilgi için; T.Koçyiğit, Hadis
Tarihi, s.41-67
[8] Bu
kitapların içeriği için; T.Koçyiğit, Hadis Tarihi, s.207-213
[9] TDV-DİA,
İstanbul, 1996, cilt:13 s.22-27
[10] İctihat: Kur’an
ve sünnetten Şer’i hüküm çıkarmak için ehlinin olanca gücünü sarfetmesidir.
[11]
TDV-DİA, İstanbul, 1996, Cilt:13 s.22-27