AD-SOYAD: SEDA KESİK
ÖĞR. NU.: 18952705 TARİH:16.01.2020
9. “Nasıl yaşamalı” sorusunu cevabını nasıl vermeli?
SORUMLU OLDUĞUN KİTAP-MAKALE-VEB SAYFASINDAKİ MATERYALLER ÇERÇEVESİNDE
Tanımlayın: Teori.
Pratik: Teori-pratik ilişkisini hayattan örnekler vererek nasıl kuruyorsun?
Nasıl yaşamalı sorusuna
en iyi cevap kişinin yaşadığı yere, kültüre, kişiliğe göre verilebilir. Bir
kimse dindarsa nasıl yaşamalı sorusuna cevabı “Kur’an ve sünnete uygun”
olmalıdır. Bir kimse öğretmense “eğitime gönül vererek yaşamalı” şeklinde olur
cevabı. Birisi putperest ise nasıl yaşamalı sorusuna cevabı “putlara hediyeler
sunup dilekler dileyerek” olur belki de. Nasıl yaşamalı sorusunun tek bir
cevabı olamaz. Bu sorunun cevabı herkese göre değişir. Ben okuyarak, öğrenerek,
ibadet ederek yaşamalı derim, bir başkası eğlenerek hayattan zevk alarak
yaşamalı der. Başka birine soracak olsak o da buna daha farklı cevaplar
verecektir. Dindar olan ve takvaya dikkat eden herkes için nasıl yaşamalı sorusunun
cevabında kıstası “Kur’an ve sünnet” ölçüsünde olmalıdır.
AD-SOYAD: Mikail AKBOĞA ÖĞR. NU. : 19922778 TARİH: 17. 01. 2021
10. Bilginin
Bütünlüğü İlkesiyle ve Disiplinler Arası Yaklaşımla Tefsir-Hadis-Fıkıh
Tarihleri Müşterek-Mukayeseli Mütalaası
Tefsir
tarihi
Hz. Peygamberin tefsiri
bir program dahilinde ders veren bir öğretmen tarzında değil, bir takım
vesilelerle gerçekleşiyordu ki şöyle sıralayabiliriz; ayet okuyarak, soru
sorarak, sözü delillendirmek için ayet okuyarak, sahabilerin sorusuna cevap
vererek. Hz. Peygamber Kur’an’ı mücmelin tebyini (ahkam, gayb, yaratılış,
kader, kıyamet ve ahlaki konuları içeren ayetler), mübhemin tafsili, mutlakın
takyidi, müşkilin tavzihi olarak gerçekleştirmiştir. Hz. Peygamberin Kur’an’dan
tefsirinin miktarının bazı ayetlerle sınırlı olduğunu ilk kez dile getiren
Gazzali ve Kur’an’ın tamamını içerdiğini ilk kez dile getiren İbn Teymiyye ve
onlar gibi düşünenlerin yanı sıra Hz. Peygamberin ne Kur’an ayetlerinin pek
azını tefsir ederek meydanı boş bıraktığını ne de tamamını tefsir ederek aklı
dondurduğunu söyleyebiliriz. Kur’an karşısında sünnetin beyan ve teşri
(Kur’an’da yer almayan konularda Hz. Peygamberin hüküm koyması) olarak iki
fonksiyonu vardır. Sünnetin vahye dayalı olup olmadığı hususunda alimlerin çoğu
çoğunlukla vahye, kısmen de ictihada dayalı olduğu görüşünü kabul
etmektedirler. Kur’an vahyi için vahy-i metluv, sünnet için vahy-i gayri metluv
tabirleri kullanılmıştır. Sahabenin tefsiri konusunda Kur’an’ın nüzul ortamını
yaşayan sahabe anlayamadıklarını da Hz. Peygambere sorarak öğrendiklerinden
tefsir konusunda Resulullah’tan sonra en güvenilir kaynak olmuştur. Ama rey ile
tefsire gelince bir kısım sahabi bu şekil tefsire sıcak bakmamış bir kısmı da
naklin bulunmadığı yerlerde kendi ictihadlarıyla Kur’an’ı tefsir cihetine
gitmiştir. Sahabe tefsirinin merfu haberler niteliğindeki tefsiri bağlayıcı
kabul edilmiş ama mevkuf durumundaki tefsiri ise tercih sebebi olmakla beraber
bağlayıcı değildir. Sahabe döneminde tefsir, Kur’an’ın tamamını kapsamaz ve
tedvin edilmemiştir.
Sahabe tefsirde öne
çıkanları; Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mesud, Ubey b. Ka’b, Hz. Ali’dir. Abdullah
b. Abbas, hicretten üç yıl kadar önce Mekke’de doğmuş, Hz. Peygamberin
vefatında 13-15 yaşlarındaydı ve 70 yaşlarında Taif’te vefat etmiştir. Abdullah
b. Mesud, Hz. Ömer zamanında Kufe kadılığı yapmış, bu Hz. Osman zamanında da
devam ederken azledilmesinden sonra Medine’ye dönmüş ve 60 yaşını geçkin bir
durumdayken vefat etmiştir. Kufe’de tefsir okulunun temellerini atmıştır. Kendi
özel mushafını vahiy nazil olurken yazmıştır. Ubey b. Ka’b, Hz. Peygambere
vahiy katipliği yapmıştır, Hz. Ömer’in hilafetinde vefat etmiştir. Tefsirdeki
rivayetleri;1) Ebu Cafer er-Razi – er-Rebi b. Enes – Ebu’l Aliye – Ubey b.
Ka’b, 2) Veki b. Cerrah – Süfyan b. Uyeyne – Abdullah b. Muhammed b. Ukayl –
İbn Ubey b. Ka’b – Ubey b. Ka’b olarak gelmektedir. Ali b. Ebi Talib, hicretten
22 yıl önce Mekke’de doğmuştur. Hicri 40 yılında vefat etmiştir, vahiy
katipliği yapmıştır, güvenilir üç tariki, 1) Hişam b. Hasan el-Ezdi – Muhammed
b. Sirin – Abide es-Selmani – Ali b. Ebi Talib 2) Abdullah b. Abdurrahman b.
Ebi Hüseyin – Ebu’t-Tufeyl Amir b. Vasile el-Leysi – Ali b. Ebi Talib 3)
ez-Zuhri – Ali b. Zeynelabidin – Hüseyin b. Ali – Ali b. Ebi Talib
Tabiun dönemi ise Hz.
Peygamberi görememiş, sahabeye yetişebilmiş olanların dönemidir. Bu dönemde
tefsirde medreseler oluşmuştur. 1) Mekke Medresesi; kurucusu Abdullah b.
Abbas’tır. Arap şiirini tefsirde kullanmıştır. Talebeleri; Mücahid b. Cebr,
İkrime, Said b. Cübeyr, Tavus b. Keysan, Ata b. Ebi Rabah. Mücahid akli tefsir
uygulayanların ilki olarak kabul edilmektedir. 2) Medine Medresesi; Medine’nin
en büyük alimlerinden olan Ubey b. Ka’b’ın öğrencileri; Ebu’l Aliye, Muhammed
b. Ka’b el-Kurazi, Zeyd b. Eslem’dir. Rey ile tefsirde öne çıkan Zeyd b.
Eslem’dir. 3) Kufe Medresesi; kurucusu Abdullah b. Mesud’dur. Onun medresesi
rey medresesi olarak nitelendirilmiştir. Öğrencileri Alkame b. Kays, Mesruk b.
Ecda, Esved b. Yezid, Mürretü’l-Hemedani, Amiru’ş-Şabi, el-Hasan el-Basri,
Katade b. Diame. Tabiun döneminin müfessirlerinin çoğu mevalidendir, yani
gayr-i Arap unsurlardandı. Böylelikle tefsire farklı sosyal çevre, din, dil ve
kültür muhitinden anlayış ve yorum katmışlardı. Bu dönemde ictihadın boyutları
genişlemiş, itikadi ve ameli mezheplerin temelleri atılmıştı. Bu dönemdeki
tefsirler, kaynak değeri taşımaz, kaynak değeri taşır ve ittifak edilenler
kaynak değeri taşır olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemde Kur’an baştan sona
tefsir edilmiş, kelimelerin izahına geniş geniş fıkhi açıklamalara, şiirle
istişhad metoduna ve israiliyat haberlerine yer verilmiştir. Tefsirde tedvin bu
dönemde gerçekleşmemiş ama medreselerle ekolleşme başlamış oldu. Tedvin; bir
araya getirmek, toplamak anlamlarındadır. Tefsir ilk olarak hadis ilminin bir
kolu olarak tedvin edilmiştir. Kur’an’ı bir bütün olarak baştan sona tefsir
eden ilk şahıs Mukatil b. Süleyman’dır. Tedvin döneminin ilk tefsirlerinin
ortak özellikleri dilbilimsel tefsirler olmalarıdır.
Tefsir çeşitlerini iki
ana başlıkta zikredebiliriz; mevzii ve mevzui tefsirler. Mevzii tefsir;
müfessirin Kur’an’daki sure sıralamasını esas alarak her ayeti birer birer
açıklamasıdır. İcmali tefsirde müfessir, ayetleri kelimeden hareket ederek
literal bir okumayı esas alır, ilahi mesajın ne olduğunu tespit cihetine gitmez.
Bu mevzii icmali tefsir iki yaklaşım ortaya çıkarır; sadece lafızları dikkate
alan lafzi tefsir, lafızlardan yola çıkarak ilahi iradenin maksadını ortaya
koymaya çalışan yorum eksenli tefsirdir. Tahlili tefsirde; nakli ve ictihadi
tefsir geleneği yerine göre geniş veya dar anlamda uygulanır, yani lafız ile
anlam arasında hassas bir denge vardır. Bunlar rivayet ve dirayet
tefsirleridir. Rivayet tefsirlerinin zayıf noktaları; uydurma rivayetlerin
tefsire sokulması, rivayetlerin tahkiksiz ve senetsiz nakledilmesi, israiliyata
yer vermesidir. Meşhur rivayet müfessirleri ve tefsirleri; et-Taberi / Camiu’l
Beyan (her ne kadar rivayet tefsiri arasında sayılırsa da kullandığı
kaynaklarda hiçbirşey bulamazsa Arap dili bilgilerine dayanarak yorumlamaya
çalışmasıyla, yapmış olduğu tenkid ve tercihlerde dirayet tefsiri özelliği
taşır) el-Begavi / Mealimu’t-Tenzil, İbn Atiyye el-Endülüsi / el-Muharraru’l
Veciz, İbnü’l Cevzi / Zadu’l-Mesir, İbn Kesir / Tefsiru’l Kur’ani’l-Azim,
es-Suyuti / ed-Dürrü’l-mensur. Dirayet Tefsiri; yalnızca rivayetlere bağlı
kalmayıp, dil, edebiyat ve çeşitli ilimlere dayanılarak yapılan tefsirdir. Buna
rey ve akli tefsir de denilir. Önce rivayet kaynaklarına başvurulur, buradan
elde edilen bilgi akıl süzgecinden geçirilir. Buna ek olarak ilm-i mevhibeye de
ihtiyaç duyulur. Dirayet tefsirini; ictihadın zan manasına olması ve de ayet,
hadis ve sahabe sözlerinden getirilen delillerle izin verilmemesini delil
göstererek caiz görmeyenler vardır. Bu ayet, hadis ve sahabe sözlerinin
bilgisiz insanlar için geçerli olduğunu ve Muaz b. Cebel örneğini de göz önüne
alarak caiz görenler de vardır. Dirayet tefsirinde, öncelikle lugat, sarf,
nahiv, iştikak, beyan, bedii, meani, kıraat, usulu-d-din, usûl-i fıkıh, esbâb-ı
nüzul, nesih-mensuh gibi ilimlerinin bilinmesi, ön yargılı olunmaması,
Kur’an’da kullanılan Arapça’nın bugünkü Arapça olmadığının farkında olunması,
kendi şahsı arzu ve isteklerine göre hareket edilmemesi, hususlarına riayet
edilmelidir. Dirayet tefsirlerinin öne çıkan isimleri; er-Razi / Mefatihu’l
gayb, el-Beyzavi / Envaru’t-Tenzil (eleştirilen yanı surelerin faziletine dair
uydurma hadisler içermesidir.), en-Nesefi / Medariku’t-Tenzil (Mutezili
Zemahşeri’nin el-Keşşaf’ına karşılık yazılmıştır), eş-Şirbini /
es-Siracu’l-Münir (tefsirinde surelerin faziletlerine dair hadis rivayetleri
olmakla beraber bunların uydurma olanlarını bildirmiştir, Ebussuud Efendi /
İrşadu’l akli-s-selim (surelerin fazileti ile ilgili nakiller bu tefsirde de
vardır.) Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (yoğun bir dirayet
tefsiridir, kevni ayetlerde Kur’an’ı ilme değil, ilmi Kur’an’a mutabık kılmak
gerektiğini söyler, kelami konularda fazla yoğunlaşmamış, mezhepçilik yapmamış,
israiliyatı tercih etmemiştir, hadis tenkidinde aynı titizliği göstermemiştir. Mevzui
Tefsir; konulu tefsir de denilebilir. Kur’an’daki herhangi bir meseleyi -inanç,
toplum, hayat, evren vb.- araştırma konusu yaparak değişik surelerde zikredilen
nassları nüzul sırasına göre ele alıp usulüne uygun bir şekilde incelemek
suretiyle onun pratik hayata uygunluğunu ortaya çıkarmaktır. Hz. Peygamberin
uygulamış olduğu, Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri metodunu çağrıştırır. (Muhsin
Demirci, Tefsir Tarihi)
Hadis
tarihi
HADİS TARİHİNDE
DÖNEMLER:
• Müstakil Hadis Tarihi
çalışmalarının yakın dönemlerde başlamış olması, ileride de görüleceği üzere,
hadislerin geçirdiği evre ve dönemler konusunda farklı yaklaşımların ortaya
çıkmasına sebep olmuştur.
• Hadis tarihi boyunca
görülen gelişmeleri şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:
• Doğrudan anlatım ve
uygulama dönemi (Hz. Muhammed dönemi)
• Şifahi Rivâyet Dönemi
(Hıfz Dönemi) (Sahabe dönemi)
• Kitabet (Takyîd)
Dönemi (Hz. Muhammed ve sahabe dönemi)
• Tedvîn Dönemi (Tabiin
dönemi)
• Tasnîf Dönemi (Tebei’t-tabiin
dönemi)
• Şerh Dönemi
(Tebei’t-tabiin dönemi sonrası)
• Taklit ve Doktrin
Dönemi (Güçlü şerhlerin oluşması sonrası dönem)
• Yeni Arayışlar Dönemi
(Devam ediyor)
HADİS TARİHİ İLE İLGİLİ
ÇALIŞMALAR
• Herhangi bir ilmin
doğru olarak anlaşılabilmesi için geçirdiği tarihsel sürecini, usûl ve
ıstılahlarını, o ilme katkıda bulunan ilim adamlarını ve literatürünü bilmek
gerekir.
• Hadîs tarihi,
hadîslerin ilk kaynağı olan Hz. Peygamber'le başlayıp günümüze kadar devam eden
yaklaşık onbeş asırlık bir zaman dilimini kapsamaktadır. Bu kadar uzun bir
süreyi bir bütün olarak incelemenin zorluğu ise ortadadır. Bu durum ilk
dönemlerden itibaren hadîs tarihinin farklı kriterler esas alınarak dönemlere
ayrılarak incelenmesini gerekli kılmıştır.
• İbn Sa'd'ın (ö.
230/844) et-Tabakâtu I-kübrası, Halife b. Hayyât'ın (ö. 240/854)
Kitâbü't-tabakâf ı gibi konuyla ilgili eserlerde, önceki dönemler
"tabaka" esaslı incelenmiştir. Daha sonra hadîs ricali ve hadîs usûlü
eserlerinde de aynı yöntem takip edilmiştir. Hadîslerin naklinde ve Hz.
Peygamber'e aidiyetini tespitte isnadın son derece önemli olduğunu düşünen ilk
dönem âlimleri, râviler arasındaki hoca-talebe ilişkisi ve isnadların
ittisalini araştırmada sağlayacağı kolaylığı dikkate alarak hadîs tarihini
sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn şeklinde "tabaka"' esaslı ayırıma
tâbi tutmuşlardır. Bu anlayış sonraki dönemlerde de devam etmiş ve sözü edilen
ilk üç nesil hadîs usûlü eserlerinde ayrı tabakalar olarak incelendiği gibi
hadîs tarihinin dönemlere ayrılmasında da belirleyici olmuştur. Bu ayırımın,
amacını gerçekleştirmede başarılı olduğu söylense bile sahabe, tabiîn ve tebe-i
tabiîn dönemlerinde hadîs tarihinin gelişimini ortaya koyması açısından yeterli
olduğu söylenemez. Daha sonraki dönemlerde ise "mütekaddimûn" ve
"müteahhirûn" şeklindeki yeni bir ayırım yaygınlaşmıştır.
• Bu ayırıma göre
yaklaşık ilk dört asırlık dönem "mütekaddimûn", sonraki dönem ise
"müteahhirûn" olarak isimlendirilmektedir. Söz konusu iki dönemin
ayırıcı özelliği ise gerek hadîslerin gerekse hadîs ilmiyle ilgili bilgilerin
nakledilmesinde isnadın kullanılıp kullanılmamasıdır. Buna göre isnadlı
bilgilerin bulunduğu ilk dönem "mütekaddimûn", hadîs ve hadîs ilmiyle
ilgili bilgilerin isnadsız olarak nakledildiği dönem "müteahhirûn"
olarak kabul edilmektedir.
•
"Hıfz/ezber", "kitabet/yazıya geçirme",
"tedvîn/hadîsleri yazılı olarak toplama" ve "tasnif/ hadîsleri
konularına göre ayırma" veya "tesbît", "tedvîn",
tasnîf" ve "tehzîb" şeklindeki ayırımlar ise sadece ilk dönemi
ve hadîslerin yazılı rivayetinin tarihsel sürecini ifade etmektedir. Hadîs
tarihiyle ilgili tabaka/nesil ve literatür merkezli yapılan çalışmaların
yeterli olmadığını belirten Mehmet Emin Özafşar ise hadîs tarihinin
"oluşum dönemi", "gelişim dönemi", "açılım
dönemi", "daralma dönemi" ve "yeni dönem-dönüşüm
dönemi" olmak üzere beş ayrı dönem olarak incelenmesi gerektiği
görüşündedir.
• Görüldüğü gibi önceki
dönemlerde hadîs tarihi hakkında bilgi toplayan eserler bulunmakla birlikte bu
konuyu müstakil olarak ele alan çalışmaların varlığı bilinmemektedir. Hadîs
tarihi ile ilgili müstakil çalışmalar son derece az ve yenidir. Nitekim hadîs
tarihi hakkındaki müstakil çalışmaların yirminci asrın ilk çeyreğinde başladığı
görülmektedir. Tespit edilebildiği kadarıyla hadîs tarihi başlığıyla yapılan
çalışmaların ilki izmirli İsmail Hakkı'nın Târih-i Hadîs’idir.'' Türkçe'de
"hadîs tarihi" başlığı ile ikinci eseri kaleme alan Talat Koçyiğit de
hadîs tarihini inceleyen bir kitap telifinin bulunmamasından yakınır.
• Bunların dışında
Muhammed Abdülaziz el-Hûlî'nin Miftâhu's-sünne ev târîhu funûni'l-hadîs'ı Ali
Osman Koçkuzu'nun Hadîs ilimleri ve Hadîs Tarihi, Abdulfettah Ebû Gudde'nin
Lemehât min târîhi's-sünne ve ulûmi'l-hadîs'i, Selman Başaran ve M. Ali
Sönmez'in Hadîs Usûlü ve Tarihi, İbrahim Canan’ın Hadîs Usûlü ue Tarihi, H.
Musa Bağcı'nın Hadîs Tarihi, ile Ekrem Ziya elÖmerî’nin Buhûs fî
târîhu's-sünneti'l-müşerrefe isimli eserleri de hadîs tarihi bağlamında
yazılmış eserlerdir. Ayrıca Muhammed Muhammed Ebû Zehv'in elHadîs
ue‘l-muhaddisûn ev inâyetü ümmeti 'l-Islâmiyye bi's-sünneti'n-nebeviyye,
Muhammed Acâc el-Hatîb'in es-Sünne kable't-tedvîn, ' Muhammed Mustafa
elAzami’nin Dirâsât fi'l-hadîsi'n-nebeviyyi ve târîhi tedvînihi, Kemal
Sandıkçı’nın İlk Üç Asırda İslam Coğrafyasında Hadis ve Ömer Ozpınar'ın Hadîs
Edebiyatının Oluşumu isimli eserleri de özellikle ilk dönem hadîs tarihi
açısından önemli çalışmalardır. Söz konusu müelliflerden Talat Koçyiğit,
Muhammed Acâc el-Hatîb ve Muhammed Mustafa el-Azamî'in eserleri daha çok
hadîslerin yazılı rivayet tarihiyle ilgili ve yaklaşık ilk dört asırla
sınırlıdır. Diğerleri ise genellikle hadîs usûlü, literatürü ve hadîs âlimleri
esaslıdır. Bunlar arasında Muhammed Ebû Zehv'in el-Hadîs ve'l-muhaddisûn isimli
eseri literatür ve hadîs âlimleri merkezli olmakla birlikte hadîs tarihini
dönemlere ayırarak incelemektedir.
• Görüldüğü gibi ilk
dönem âlimlerinin hadîs tarihini genellikle râvi merkezli "tabaka"
veya "mütekaddimûn" ve "müteahhirûn" şeklinde ayırıma tâbi
tutarak incelemeleri son dönem çalışmalarını da etkilemiştir. Dolayısıyla son
dönemde yazılan eserlerde hadîs tarihi genellikle nesil ve literatür esaslı
olarak ele alınmış ve çoğunlukla ilk dört asırla sınırlı kalınmıştır. Söz
konusu ayrımlar hadîs tarihinin gelişiminde kişi ve nesillerin katkılarını,
rivayet esnasında kullanılan yöntemi ortaya koymakla birlikte siyasî, sosyal ve
kültürel şartların etki ve katkısını görmezden gelmektedir. Özellikle İslâm
düşünce tarihinde hadîslerin Hz. Peygamber'e aidiyetini tespitten ve
yorumlanmasından kaynaklanan sebeplerle oluşan ekollerin hadîs anlayışları ile
ilişkileri dikkate alınmamaktadır. Dolayısıyla hadîs tarihi dönemlere
ayrılırken gelişimindeki kişi, nesil, siyasî, sosyal ve kültürel şartlar ile
ekollerin hadîs anlayışlarını da ortaya koyan bir yaklaşıma ihtiyaç
duyulmaktadır. Hadîs tarihini dönemlere ayırırken ayrıca dönemlerin birbirinden
ayırıcı özellikleri de ön plana çıkarılmalıdır. Bu bağlamda hadîs tarihini
"Rivayet Dönemi", "Nakil Dönemi" ve "Son Dönem"
olmak üzere üç döneme ayıranlar da olmuştur. (Ahmet Yücel, Hadis Tarihi ve
Usulü)
Fıkıh
tarihi
Fıkhın doğuşundan günümüze kadar geçirdiği
değişme ve gelişmelerde bazan kişiler ve nesiller, bazan da siyasî, sosyal ve
kültürel şartlar belirleyici rol oynamıştır. Bundan dolayı fıkhın dönemleri Hz.
Peygamber, sahâbe, Abbâsîler, Selçuklular, Moğol istilâsından Mecelle’ye
ve Mecelle’den günümüze kadarki devirler şeklinde bir sıralamaya
tâbi tutulmuştur.
Hz. Peygamber devri fıkıh dönemlerinin en
önemlisidir; çünkü vahye dayanan veya vahyin denetimi altında gerçekleşen
yasama ve uygulama bu dönem içinde tamamlanmış, dolayısıyla bu devir daha
sonraki dönemlere de kaynak ve örnek olmuştur.
Fıkıh tarihinin ikinci dönemi, bir kırılma
noktasıyla Hulefâ-yi Râşidîn ve Emevîler şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Her iki
dönemde de sahâbe nesli fıkıh açısından belirleyici bir role sahip olmakla
beraber siyaset-fıkıh ilişkisi bakımından Emevîler devri hilâfetin saltanata
dönüşmüş olması sebebiyle önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir.
Beşinci Halife Hz. Hasan’ın Muâviye lehine
hilâfetten çekilmesiyle başlayan ve 132 (750) yılına kadar süren Emevîler
devrinde sahâbe nesli zamanla âhirete intikal etmiş ve bunların yerini tâbiîn
nesli almıştır. Hz. Ömer’in Kur’an bilgisini yaygınlaştırmak ve ona yabancı
unsurların karışmasına engel olmak için yasakladığı hadis rivayeti, ondan sonra
sahâbîlerin İslâm dünyasına dağılmaları ve gittikleri yerlerde Hz. Peygamber’den
gördüklerini ve işittiklerini nakletmeleri sebebiyle yeniden başladı.
Abbâsîler devri fıkhın olgunluk çağıdır. Bu
hânedan, hilâfeti hakkı olana geri vermek ve Hulefâ-yi Râşidîn devrini ihya
etmek gibi bir dava ile iktidara talip olduğundan, halifeler görünüşte de olsa
hem din hem de dünya işlerinde Allah resulünün halifesi ve müslümanların
başkanı sıfatı ile davranıyorlardı. Bunun tabii sonucu olarak din ulemâsının
söz, fiil, düşünce ve inançlarıyla da yakından ilgileniyorlardı. Nitekim Ebû Ca‘fer
el-Mansûr siyasetine ters düşmeyen âlimlere ihsanlarda bulunmuş, öte yandan
verdiği görevi kabul etmediği ve gizlice muhalefeti desteklediği için Ebû
Hanîfe’yi kırbaçlatmıştır. Mehdî-Billâh zındıklara karşı çok sert davranmış,
onların takip edilerek cezalandırılması için bir daire kurmuştur. Hârûnürreşîd,
Ebû Yûsuf’u yargının başına getirmiş ve yanından hiç ayırmamıştır. Me’mûn
Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk olduğuna dair bir emirnâme çıkarmış, müt‘a nikâhını
münakaşa ettirmiş, cevazına dair emir çıkarmaya teşebbüs etmiştir. Abbâsîler’in
bu tutumları bilgi ve uygulama olarak fıkhı da etkilemiştir. Sulama düzeni,
vergiler, kanallar, çeşitli divanlar vb. bir yönüyle dinî işlerdi ve bu konuda
yapılacak düzenlemelerin şer‘î esaslara aykırı olmaması gerekiyordu. Bu sebeple
Ebû Yûsuf el-Ḫarâc adlı eserini kaleme
almış, diğer müctehidler de çeşitli çözümler ve görüşler ortaya koymuşlardı.
Abbâsîler’in son zamanları ile Selçuklular
devri fıkhın duraklama dönemidir. Merkezî otoritenin sarsılması ve birçok İslâm
devletinin kurulması, bu devletler arasındaki dostane ve hasmane münasebetler,
çeşitli kültürlerin karşılıklı etkileşiminin meydana gelmesi, hak ve bâtıl
birçok fikir cereyanının, inanç ve düşüncenin ortaya çıkıp yayılması vb.
âmiller, İslâm toplumunda düşünce ve kültür hayatını ve ilmî gelişmeleri hem
olumlu hem de olumsuz yönden etkilemiş olmakla birlikte bu dönemde fıkıh
ilminde tekâmül grafiğinin yükselmesi durmuş, hatta aşağıya doğru seyretmeye
başlamıştır.
Moğol istilâsından Mecelle’ye
kadar süren dönem fıkhın gerileme çağıdır. Hukuk ilmi ve kurumlarının
gelişmesinde onu uygulayan yönetim ve devletin rolü önemlidir. Abbâsî ve
Selçuklu hâkimiyetine son veren Moğollar, İlhanlı Hükümdarı Gāzân Han’a kadar
(1295-1304) devleti Cengiz yasasına göre idare etmişler, halkı şahsî ve dinî
işlerinde serbest bırakmışlardır. Halk ve fıkıhçılar belli mezheplere sımsıkı
sarılmış, bunları meşrû savunma aracı olarak kullanmışlar, ictihada ve
mezhepler arası iletişime kapılarını kapamışlardır.
Mecelle’den günümüze kadar devam eden dönem fıkhın uyanma, canlanma,
kanunlaşma çağıdır. Cemâleddîn-i Efgānî ve tâbilerinin başlattığı uyanış ve
kalkınma hareketinin programında ictihadın önemli bir yeri vardır. Programa
göre yeni bir İslâm dünyası kurulurken ihtiyaç duyulan çözümler ve mevzuat, bir
yandan çeşitli fıkıh mezheplerine ait ictihadlardan tercihler yapılarak, öte
yandan gerektiği yerlerde ictihad edilerek ortaya konacaktır (Subhî
el-Mahmesânî, s. 246 vd.). Fıkıhta ictihad ve tercih hareketi Osmanlı
ülkesinde Mecelle’nin tedvinini etkileyememiş, bu kanun Hanefî
mezhebinin fetvaya esas olan hükümlerinden derlenmiştir. Ancak hareket, bazı
dârülfünun hocaları ile Sırât-ı Müstakîm, Sebîlürreşâd gibi
mecmuaların yazarlarına tesir etmiş, bunlar çeşitli kitap ve makalelerinde
ictihadı savunmuşlardır Mecelle’den sonra İslâm dünyasında başlayan
uyanış hareketi Türkiye’yi de etkisi altına aldığı için 1917’de hazırlanan aile
kanunu (Hukūk-ı Âile Kararnâmesi) birden fazla mezhebin ictihadını ihtiva
etmiş, Mısır, Güney Yemen ve Sudan’da yapılan kanunlarda da (Subhî
el-Mahmesânî, s. 182-185) bu yol takip edilmiştir. Ancak bu kanunların çoğu
acele ile hazırlandığı, gerekli ilmî araştırmalara dayanmadığı, kanun tekniğine
göre eksikleri bulunduğu ve kuşatıcı bir bakış açısı içinde bütün İslâm hukukunu
ihtiva etmediği için yürürlüğe konduktan bir müddet sonra yeniden ele
alınmaları gerekmiş, önemli tâdillere ve eklere ihtiyaç hâsıl olmuştur. (Tdv
İslam Ansiklopedisi, Fıkıh Maddesi)
Değerlendirme
Her ilmin nevi şahsına münhasır bir tarihi
vardır. İşlemeye çalıştığımız üç disiplinin temel İslam bilimlerinden olması
ayrı bir öneme haizdir. Bu ilimlerin doğuş ve tarihteki gelişimleri birbirleri
ile eş zaman ve mekanlı olması hasebiyle birbirlerini ciddi anlamda
etkilemişlerdir. Özellikle tefsir disiplini hadis ve fıkıhtan onların
kendisinden etkilenmesinden daha fazla etkilenmiştir. Bunun sebebi tefsirin ilk
dönemlerde hadisin bir alt bilimi olmasından ve fıkhın da normatif bir yapıya
sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Birbirlerinden bu anlamda etkilenmeleri bir
olumsuzluk olmayıp bilakis daha faydalı sonuçlar doğurmuştur. Özelikle tefsir
ilmi Kuran’ın nüzul dönemindeki en sahih anlamına ulaşmada hadis rivayetlerden
ciddi anlamda istifade etmiştir.
ÖMERÜL FARUK ALTUN
TEFSİR.DR
19922783
ESBAB-I NÜZUL 1
TEFSİR-HADİS-FIKIH
TARİHLERİ MÜTALAASI
Kur'an-ı kerim Hz. Muhammed
(sav)e vahiy yoluyla indirilmiş mushaflarda yazılmış tevatürle nakledilmiş
tilavetiyle ibadet edilen bir ilahi kelam olmakla beraber Kur'an ilimlerinin
kaynağı da bizzat kendisidir. Çünkü Kur'an'ı Kerim bizzat kendisi, kendisi
üzerinde düşünülmesin, anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyip, neticede
yaşanılır kılınmasını muhataplarından
isteyen bir kitaptır.
Asrı saadette Kur’an’ı bizzat kaynağından öğrenen ashap, anlayamadıkları
yeri vahyin kaynağı efendimize sorarak öğreniyorlardı. Sahabeler, Efendimizin aralarında olmasından dolayı Kur’an'ı tedvine
ihtiyaç hissetmemişlerdi. Ancak Kur’an’ın kitap haline getirilmesi Hz. Ebu Bekir devrinde vücut bulmuştur.
Hz. Ebu Bekir döneminde vuku bulan Yemâme savaşında Kur'an'ın nüzulüne tanık
olmuş çok sayıda hafız sahabenin şehit olması üzerine, 633 yılında, Hz.
Peygamber'in vahiy kâtiplerinden hafız sahabe Zeyd b. Sâbit'e, Hz. Peygamber'in
yazdırdığı Kur'an metinlerini, diğer hafız sahabelerin şahitliğine de
başvurarak bir mushaf haline getirme görevi verilmiştir. Zeyd b. Sabit, sahabelerle
istişare ederek yaptığı titiz bir çalışma sonunda muhtelif malzemelere yazılmış
olan Kur'an metinlerini mushaf haline getirmiştir. Kur'an metni tertip
edilirken ayetlerin iniş sıraları veya konu bütünlüğü esas alınmamış, baştan
beri Hz. Peygamber tarafından öğretilen tilâvet sırasına riayet edilmiştir. Gerek Hz. Peygamber, gerekse dört halife devrinden itibaren, yeni
fetihlerle İslam devletinin sınırları Arap yarımadasını aşmıştı. Fethedilen her
belde ve bölgeye İslam'ı öğretmek için muallimler, asayişi temin etmek için de
valiler görevlendiriliyordu. Resûlullah zamanında Muaz b. Cebel'in Yemen'e, Hz.
Ömer döneminde de Abdullah b. Mes’ud' un Irak'a gönderilişi örnek olarak
zikredilebilir. Bu şekilde muhtelif şehirlere dağılan sahabe, oralarda ilmî
hareketlere başlamıştı. İslam dininin hükümran olduğu beldelerde, sahabe tedris
halkaları kuruyor, öğrencilerine Kur'an'dan anladıkları ve Hz. Peygamber’den
öğrendiklerini öğretiyorlardı. Bilhassa Müslümanların yaşadıkları bir çok
bölgede, fitnenin zuhuruyla ihtilafların artması, görüş ve kanaat farklılıkları
neticesinde grupların ortaya çıkması, her grubun, haklılığını ispat etmek için
öncelikle Kur'an'a sarılması, bazen yanlış ve bozuk tevillerle halkın
yanıltılmaya çalışılması gibi nedenler, sahabeden bazılarının yaptığı üzere,
Kur'an'ın tefsiri hakkında ihtiyatlı davranmak ve mesuliyetinden korunmak
gayesiyle tabiundan bazılarının da karşı çıkmasına rağmen Kur'an'ın ma'kul ve
doğru bir şekilde tefsir edilmesine şiddetle ihtiyaç duyuluyordu. İşte bu ve
buna benzer daha başka sebeplerden dolayı Sahabenin ileri gelen âlimlerine
müracaat artıyor, onların çevrelerinde Kur’an ve hadis tedris ediliyordu. Bu
tedris neticesinde genel olarak "Mevali" adıyla anılan ve Arap
olmayan kişiler sahabeden ilim almışlar ve özellikle tefsir alanında temayüz
etmişlerdir. Bu kimseler, eski din ve kültürlerinin de belli ölçüde tesiri
altında kalarak, İslamiyet’i Araplardan farklı bir biçimde anlamışlar, bu
anlayış farkları yüzünden tefsirde önemli hareketlerin başlamasında etkin rol
oynamışlardır. Tabiun, Kur’an’ı bir taraftan sahabelerden devraldıkları tefsir
mirasına dayanarak rivayet yöntemiyle aktarıyor, diğer taraftan da dirayet
metodunu kullanarak akli çıkarımlarda bulunuyorlardı. Tabiin de sahabeler gibi Kur’an’ın tefsirinde önemli hizmetler yapmışlardır.
Kur’an'ın kıraati konusunda ortaya çıkan sorunlardan dolayı Kur'an ilimlerinden
ilk olarak Kur’an’ın noktalanması ve harekelenmesiyle başlayan bu ilmi çaba
diğer Kur’an ilimleri ile devam etmiştir.
Hz. Osman döneminde, İslam coğrafyasının genişlemesi dolayısıyla farklı
bölgelerde Kur'an ayetlerinin farklı şekillerde okunması, ihtilaflara sebep
olmuştur. Halife muhtemel karışıklıkları gidermek yine Zeyd b. Sâbit'in
başkanlığını yaptığı bir komisyon kurmuş nihayetinde biri Medine’de kalan
birkaç tane daha Mushaf yazılıp İslam beldelerine gönderilmiştir. Bu sayede Kur’an’ı daha önceki ilahi
kitapların başına gelen tahrif ve tebdilden korumuştur. Bugün elimizde bulunan
mushaflar işte bu mushafa dayanmaktadır.
Hadis, Hazreti Muhammed (s.a.v) in 23 yıllık süreçte Kur'an'ın anlaşılması
ve yaşanması için yaptığı bütün açıklama, söz, fiil ve takrirlerinden oluşan
sünnet malzemesidir. Elde bulunan tefsire dair bütün rivayetler özellikle
esbab-ı nüzule dair olan dökümanlar hadis kaynaklarından temin edilmektedir.
Özellikle Kur'an'ın indiği dönemi anlamak için en önemli kaynak hadisdir. Erken
dönem müfessirleri rivayet merkezli tefsirlerini oluştururlarken hadis rivayetlerinden
faydalanmışlardır. Bugün de Kur'an'ın bağlamsal anlamını tespit edebilmek için
esbab-ı nüzul rivayetlerine ihtiyaç vardır ve bunlarda hadis külliyatlarında bulunabilir.
Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber'e yöneltilmiş
bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin, cevap vermek
veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu
ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.
Esbabı nüzulün bilinmesi konusuna gelince; bu ilmin bilinmesi ancak sahih
nakillerle mümkündür. Sadece işitme ve görme ile anlaşılabilir ki bu da sahabe
tarafından bize nakil olarak gelmiştir. Ancak bu rivayetlerden
faydalanılmasının çok fazla katkıları olmakla beraber bir takım olumsuz
sonuçları da bulunmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in
anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçları;
1) Yorum
zenginliğine engel olması
2) Kur'an-ı
Kerim'in evrensel hedefi olan Kur'an-insan-hayat bütünleşmesini önlemesi
3) Kur'an-ı
Kerim'in bütünlüğünün dikkate alınmaması
4)Siyak-sibakın
göz önünde bulundurulmaması, tefsirde problemlere neden olmaktadır.
Tefsir
rivayetlerini eserlerinde nakleden tefsircilerin birçoğu ilmi yeterliliklerine
salah ve takva ehli olmalarına rağmen zayıf, garip, münker ve İsrail'i bir çok
hadis zikr etmişlerdir. Hatta uydurma hadis naklettikleri olmuştur. O halde
âlimlerimizin bir tefsir haberini kitaplarında rivayet etmiş olmaları her zaman
o rivayetin doğru olduğuna delil teşkil etmemelidir. Kuran'ın anlaşılması
konusunda esbab-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinde yeni bir usul takip
edilmelidir. Böylece tefsir kitaplarında kalmaya hakkı olmayan pek çok rivayet
temizlenmiş olacak ve Kuran'daki bir ayeti anlamak için tefsir kitaplarına
bakan kimseler onlarla karşılaşıp hiçbir esası olmayan haberlerle meşgul
olmaktan kurtulacaklardır.
Tüm İslami ilimlerin kaynağı ve dayanağı Kur’an-ı
Kerim’dir. Tefsir, hadis vb ilimlerin teşekkülünden önce Kur'an-ı Kerimdeki
ayet, sure ve kavramların hukuki, kelami veya başka bir alanla ilgili olup
olmadığını usulü fıkıh belirlemekteydi. Ancak ilimlerin yaygınlaşıp teşekkül
etmesinden sonra usulü fıkıh daralma yaşamıştır. Kuranın anlaşılmasında daha
çok Tefsir, peygamberin hadislerinin anlaşılmasında Hadis usulü ve Kur'an’daki
itikadi hususlarda Kelam gelişmiştir. Bu süreçte de fıkıh usulü Kur'an’daki
hukuki ayetleri daha çok inceler hale gelmiştir. Bu ilim dalları ayetleri incelerken öncelikle Kur’an’a ardından Hz. Peygamber’in
açıklama ve uygulamalarına başvururlar. Hadis ilmi de Hz. Peygambere ait olan
söz, fiil ve takrirleri tespit ederek Kur’an’ın anlaşılmasında ilk ve en
güvenilir kaynak olan sünneti ortaya koymayı amaçlar. Bununla birlikte
Kur’an’ın doğru anlaşılması ve yorumlanmasında hadis ilmi, Kur’an’ı farklı
yönleriyle inceleyen tüm İslam bilimlerini doğrudan etkileyen bir kaynak
durumundadır. Tefsir ilmi ise;
Kur’an’ı Kerimi daha açık ve onun muradını (Murad-ı İlahiyi) ne demek
istediğini açıklamaya çalışan bir ilimdir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir hususu ifade etmek
uygun olacaktır, bilginin bütünlüğü için Kur'an ya da dini bir metni literal/
lafızcı okumak değil; tefsir, fıkıh, hadis gibi İslami ilimlerle; metnin
oluştuğu, meydana geldiği dönemdeki dil, kültür bilgisi ile beraber okumak daha
isabetli olacaktır. Ayrıca günümüzde bilgi
bütünlüğünü sağlamanın belki de en sağlıklı yolu; değişik ilim ve bilim
dallarında branşlaşmış ilim adamlarının bir araya gelmeleridir. Bu da kollektif
çalışmak suretiyle mümkün olabilir.
Son kertede önemli olan bu ilimlerin amacının Kur’an’ı
doğru anlamak ve doğru açıklayıp insanların
hem dünya hem de ukba saadetlerine vesile olup rızayı
ilahiyi kazanmak olduğudur. Bu nedenle bu ilimlere klasik ulema tarafından
ilm-i aliye ismi verilmiştir.
RAMAZAN ÜNSAL (19922782) DOKTORA ESBABI NÜZUL
X. ÖDEV:
MUKARENELİ TARİH OKUMALARI (BİLGİNİN
BÜTÜNLÜĞÜ)
Hadis kavramı kadim ve eski kavramlarının karşıt anlamına gelen
yeni manasına gelir. Bu kavramı ilk kez konuşulan söz anlamında Peygamber
efendimiz söylemiştir. Âlimler, hadis teriminin kapsamını daha da genişleterek
sahâbe ve tâbiînin şahsî beyan ve fetvalarını da bu kapsama almışlar, Hz.
Peygamber’e ait olan hadislere merfû, sahâbeye ait olanlara mevkuf,
tâbiîne ait olanlara da maktû adını vermişlerdir. II. (VIII.) yüzyıldan
itibaren hadisi ifade etmek üzere kullanılan terimlerden biri de ilimdir. İlk
dönemlerde ilim kelimesinin kapsamına Kur’an, hadis ve fıkhın girdiği, fakat
sonraları ilim sözüyle daha çok hadisin kastedildiği anlaşılmaktadır Hadis
Tarihi’nin amacı, hadis metinlerini doğru anlayabilmek ve yorumlayabilmek için,
hadisin tarihi geçmişini ortaya koymaktır. Bu tarihi geçmiş içerisinde
yaşananlar, hadis malzemesinin başından geçenler ortaya konmalıdır ki, hadis
metinlerinin doğru ve sağlıklı bir şekilde anlaşılabilsin yöntem, modern
tarih, sosyal tarih, kültürel tarih, siyasal tarih incelemelerinde olduğu gibi,
aynı veya benzer metotların kullanılmasıdır. Doğrudan anlatım ve uygulama
dönemi (Hz. Muhammed dönemi) Şifahi
Rivâyet Dönemi (Hıfz Dönemi) (Sahabe dönemi) Kitabet (Takyîd) Dönemi (Hz.
Muhammed ve sahabe dönemi) Tedvîn Dönemi (Tabiin dönemi) Tasnîf Dönemi (Tebei’t-tabiin dönemi) Şerh Dönemi (Tebei’t-tabiin dönemi sonrası) Taklit ve Doktrin Dönemi (Güçlü şerhlerin
oluşması sonrası dönem) Yeni Arayışlar
Dönemi olarak hadis tarihi dönemleri ayrılmıştır. Hadis tarihi de fıkıh
tarihide tefsir tarihi de peygamberimizle birlikte başlayıp günümüze kadar
gelmektedir. İlk dört asırlık dönem "mütekaddimûn", sonraki dönem ise
"müteahhirûn" olarak isimlendirilmektedir. İlk dönemde senet olmakla
birlikte müteahhirun döneminde senet kaldırılmıştır. Rivayet dönemi: Hz.
Peygamberden yaklaşık hicrî beşinci asrın sonlarına kadar geçen süreyi
kapsamaktadır. Nakil dönemi: Hicrî altıncı asırdan miladî XVIII. asrın
başlarına kadar geçen süreyi kapsamaktadır. Fıkıh
ilminin başlangıç dönemi üç ana başlık altında ele alınır. Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemi, Sahabe dönemi ve Tabiîn
dönemidir. İslam Hukuku’nun doğuşu
Peygamberimiz ’in (s.a.v) hayatta olduğu zamanı kapsar. Bu dönemde vahiy gelmekte,
hükümler yeni yeni ortaya konmaktadır. Fayda sağlayan şeyler emredilmiş,
zararlı şeyler yasaklanmıştır. Bu dönemde hükümlerin kaynağı, Kitap ve Sünnet
’in ortak adı olan nasslardır. Hz. Peygamber dönemi fıkhı, kolaylık, teşri,
tedrîc ve nesh ilkeleri çerçevesinde şekillenmiştir: Kolaylık: İnsanın
gücünü aşan bir şey İslam’da emredilmemiştir. Teşri: Bu dönemde teşri yani
hüküm koyma kaynağı Allah ve Resulüdür. Allah Teâlâ'nın hakkında hüküm
bildirmediği konularda peygamberimiz de müstakil hüküm koyabilir. Tedrîc:
Tedrîc son hükme varmak için basamak basamak ara hükümler koyup sonunda esas
hükmü ortaya koymaktır. Nesh: Nesh daha önce konmuş bir hükmün sonraki yeni
hükümle ortadan kaldırılmasıdır. Sahabe Dönemi Hz. Peygamberin
vefatı ile başlayıp ikinci asrın başına kadar olan zamanı kapsar. Fetihlerin
artması, İslam beldelerinin sınırlarının genişlemesi, farklı kültürler, yaşam
şartları yeni problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu çıkan
problemlere Hz. Peygamber (s.a.s)’in vefatından sonra sahabe, Kur’an ve
sünnette çözüm bulamazsa öğrendikleri istişare ve içtihat metoduyla anında
çözüm üretebiliyordu. Tâbiîn Dönemi Sahabilerin
yetiştirdikleri talebeler tabiin neslinin âlimleri olmuşlardır. Çıkan
problemlere bir takım usul ve kaideler belirlemişler ve çözümler üretmişlerdir.
Kendilerine has metotlarıyla bazı tabiilerin (ör. Ebu Hanife, İmam Malik)
isimleri öne çıkmıştır. Bu dönemde iki fıkıh merkezi ön plana çıkmıştır: Hicaz
(Medine) ve Irak (Kufe). Hicazlılara Ehl-i Eser, Iraklılara Ehl-i Rey denilir. İçtihat, fakihin herhangi bir şer‘î hüküm
hakkında zannî bilgiye ulaşabilmek için bütün gücünü harcaması” anlamındadır.
İçtihat ehliyetine sahip olan âlime müçtehit denir. Fıkıh literatüründe fakih
ve müftî de benzer anlamda kullanılır. Mezheplerin Oluşum Dönemi Birçok
ayette Peygamberimize ‘’sana soruyorlar, senden fetva istiyorlar’’ gibi
ifadeler yer almaktadır. Bu ve benzeri sorulara vermiş olduğu cevaplar ‘Fıkh’ın
ilk örneklerini oluşturur. Fıkıh İlminde Mezhepler Sonrası Gelişmeler Kanunlaştırma döneminden önce istikrar dönemi yaklaşık
olarak 925 yılından başlar, 1869 yılına kadar devam eder. Bu zaman diliminden
önce mezhepler oluşmuş, müessese olarak kuruluşunu tamamlamış, usulü ve
ilkeleri ortaya konmuş, hem âlim yetiştiren hem meselelere çözüm getiren,
istikrarlı araştırma merkezleri hâline gelmiştir.
19 yüzyıl ve 20. yüzyılın başları, fıkıh tarihinde kanunlaştırmanın yapıldığı
dönem olarak dikkat çeker. Bu dönemdeki en meşhur kanunlaştırma faaliyeti
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye isimli çalışmadır.
Hz. Peygamber’in Yaşadığı Dönemde
Tefsir: Arapça olarak indirilen Kur’an-ı
Kerim, Peygamberimiz tarafından anlaşılmış ve sahabeye aktarılmıştır.
Peygamberimiz indirilen ayetler hakkında zaman zaman açıklamalar da yapmıştır.
Hz. Muhammed’in peygamberlikle ilgili üç temel görevi; kendisine indirilen
vahyi insanlara iletmek (tebliğ), vahyi açıklamak (tebyin) ve kanun ve hüküm
koymaktır (teşri). Bu nedenle Kur’an’ın tefsiri Peygamberimiz’le başlamıştır.
Çünkü Peygamberimiz, vahyin ilk muhatabıdır. Kur’an, Peygamberimiz’e
indirildiğinden onun en iyi ve en doğru açıklamasını da o bilmektedir. Sahabe Döneminde Tefsir: Kur’an,
Peygamberimize sahabenin yaşadığı ortamda ve onların konuştukları dilde
peyderpey nazil oluyordu. Bu nedenle sahabenin büyük çoğunluğu hangi ayetin
nerede, nasıl, ne hakkında ve hangi sebeple nazil olduğunu biliyordu. Hatta
ayetlerin indirilmesine neden olan olayların içinde yaşıyorlardı. Kur’an’ın ilk
muhatapları olarak Kur’an’ın okunması, ezberlenmesi, yazılması, açıklanması,
anlaşılması ve uygulanmasında Peygamberimiz ‘in yürüttüğü tüm faaliyetlere
bizzat katılmışlardı. Anlayamadıkları bir ayeti doğrudan Peygamberimize sorup
dinliyorlar. Sahabeler ayetlerin genel manasını vermekle yetinmişlerdir. Sahabe
döneminde ahkâm ayetlerinden az sayıda hükümler çıkarılmıştır. Bu dönemde
sebebi nüzule ağırlık verilmiştir. Sadece kısa yorumlar yapılmıştır. Müteşâbih
ayetler üzerinde durmamışlardır.
Ayetlerin tefsirinde Peygamberimizin sünnetinden gördüklerini ve hadislerinden
doğrudan duyduklarını aktarmışlardır.
Tabiin Dönemi Tefsiri: İbn
Abbas’ın öğrencileri Said b. Cübeyr, Mücahid ve İkrime gibi tabiînin önde gelen
müfessirleri nakle (hadise) dayalı rivayet yöntemini esas alan “Mekke
ekolü”nü, Ubey b. Ka’b’ın öğrencileri, Zeyd. b. Eslem ve Muhammed b. Ka’b el
Kurazî gibi tabiîler ise “Medine ekolü”nü oluşturdular. İbn Mesud’un
öğrencileri İbrahim en Nehaî, Muhammed b. Sirin ve Hasan el-Basrî gibi tabiinin
önde gelen müfessirleri ise nakil yanında reye dayalı dirayet yöntemini
kullanan “Kûfe ekolü”nü oluşturdular. Tefsirin Tedvin Dönemi: Toplamak,
kaydetmek, yazıya geçirmek anlamındaki tedvin; “rivayet yoluyla hafızadan
hafızaya nakledilen ve çeşitli yazı malzemeleri üzerinde dağınık hâlde bulunan
tefsirle ilgili söz ve metinleri toplamak, düzenli bir şekilde yazıya geçirerek
tefsir kitaplarını oluşturmak” anlamına gelir. Buna göre tefsirin tedvini
denilince Kur’an tefsiriyle ilgili rivayetlerin düzenli bir şekilde kitaplarda
toplanması anlaşılır. Sözlü Rivayet Dönemi: Peygamberimiz ve sahabenin dönemindedir. Sözlü
kültürün daha yaygın olduğu Peygamberimiz Dönemi’nde Kur’an’la karışması
ihtimali nedeniyle Kur’an dışında genellikle başka bir şey yazılmamıştır. Tefsirin Kitabeti Dönemi:Peygamberimiz
Dönemi’nde yazılmış az sayıdaki hadis sahifeleri ve muhaddislerce ezberlenen
hadisler çeşitli mecmualarda toplanılmaya başlandı. Bu hadis mecmualarının bazı
bölümleri ayetlerin tefsirleriyle ilgili olduğundan hadis kitaplarında
“kitabu’t-tefsir” olarak adlandırıldı. Tedvin Dönemi: Tabiin
döneminin sonlarında başlamıştır. Bu dönemde tefsir rivayetleri, hadis
kitaplarının birer bölümü olmaktan çıktı. Kur’an’ı baştan sona tefsir eden
bağımsız tefsir çalışmaları kitaplarda toplanmaya başlandı. Bu anlamda Kur’an-ı
Kerim’i baştan sona tefsir eden ilk yazılı kitap, Mukâtil b. Süleyman (öl.
150/767)’ın “Kitabu’t-Tefsiri’l- Kebir”idir. Mukâtil’in tefsirinde kelimelerin
farklı anlamları, ilk dönem kıraat farklılıkları verilmiş, sebeb-i nüzul,
tarihî haberler ve şahıs isimleri çokça nakledilmiştir.
Hemen hemen her disiplinde başlangıç olarak
peygamber efendimiz zamanından başlatılmış. Her disiplin kendi konu alanına
göre tarih dönemlerini açıklayıp ele almışlardır. Özelikle de hadis tarihiyle
tefsir tarihinin iç içe olduğu görülmektedir. Hadis kitaplarında
kitabu’t-Tefsir bölümlerinin olması tefsir rivayetleri ve değerlendirilmeleri
açısından önem arz etmektedir. Fıkhı konularda da fıkıh tarihinin sunduğu
bilgiler her disiplinin kendi konu alanıyla ilgili değerlendirmelerinde ışık
tutmaktadır. Bu üç disiplinin tarihini okuduğumuzda her birine ait konuların
daha iyi açıklanmasında, aydınlığa kavuşturulmasında alan uzmanlarının
birbirleriyle tesanüt üçerinde olması elzemdir. İçtihatlarda kıyasta
hükümlerinin illetlerinin bilinmesinde nüzul sebeplerinin bilinmesi
kaçınılmazdır.
Mustafa Yılmaz; 19911780; Doktora
Tefsir Tarihi:
A.Tefsirin Konusu ve Amacı
Kuran’ın gerçeklerini ortaya çıkararak insanlığa hidayet yolunu açık ve net bir şekilde gösterip,dünya ve ahrette onların mutluluğunu sağlamaktır.
B.Tefsirin Gerekliliği
1)Hz.Peygamber’in ahirete irtihal etmesiyle sahabenin Kuran’ın anlamaya yönelik imkanlarının ortadan kalkmış olması
2)Kuran’ın bazı ıstılahlarıyla kelimelere yeni anlamlar kazandırması
3)Müteşabih ayetlerin olması
4)İsmi işaretler,ismi mevsuller ve zamirlerle işaret edilen şahısların müphem oluşu,zahiren birbiriyle çelişen müşkil nasların varlığı,kısa ifadelerin delaletlerinin açık olmaması yani mücmel ifadelerin yer alması
5)Kuran ‘ın şahsi ve toplumsal alanda hükümler koyması
6)Kuran’da yer alan mecaz,kinaye,istiare,teşbih gibi sanatlar
7)Kevni (kozmolojik) ayetler
8)Kuran’da konuların dağınık bir şekilde her yerinde olması
9)Kuran’ın Arapça olarak gönderilmesi
TEFSİRDEKİ FARKLILIKLARIN SEBEPLERİ
Peygamberimiz’in vefatıyla beraber tefsirde sıkıntıya düşülen konularda başta yine Kuran’a daha sonra Rasulullah’ın sünnetine başvuruyorlardı. Ancak bu ikisinde tefsirle ilgili malzemeye ulaşılmadığında sahabe rey ve ictihadla kastedilen manaya ulaşmaya çalışıyordu.Bunun sonucu olarak ashab devrinden itibaren tefsirde ihtilaflar başladı.
A.Kıraat İhtilafları
B.Çok Anlamlılık
C.Itlak-Takyid Anlayışı
D.Umum-Husus İhtilafı
E.Mensuh-Muhkem İhtimali
F.Seleften Farklı Rivayetlerin Gelmesi
G.Mezhep taraftarlığı
H.Tefsirde Dirayet ve Rivayet Olgusu
TEFSİRİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ
A. Hz.Peygamber’in Tefsiri
Bir yandan vahyedilen bölümleri okuyor diğer yandan manası açık olmayan hususları açıklayarak teybin ediyordu
Hz.Peygamber’in Kuran’ı Tefsir Yöntemi
a.Mücmelin Tebyini
b.Mübhemin Tafsili
c. Mutlakın Takyidi
d.Müşkilin Tavzihi
4.Sünnetin Kuran Karşısındaki Fonksiyonu ve Değeri
B. Sahabe Tefsiri
Kuranı baştan sona tefsir etmemişlerdir.Yaptıkları açıklamalar yalnız garip,mübhem,müşkil ve mücmel lafızlarla sınırlıydı.
Yöntemleri ayeti ayetle,sünnetle ve esbab-ı nüzul ile açıklamaktı.
Sahabeler arasında zaman zaman bir kısım ihtilaflar çıkmıştı ama bunlar tezat ihtilafı değil tenevvü ihtilafı idi.
Ahkam ayetlerini geniş bi tahlile tabi tutarak hüküm istinbatında bulunmamışlardır.
Henüz bu dönemde tefsir tedvin edilmemişti,beyanlar şifahi nakil yoluyla devam ediyordu.
C.Tabiun Tefsiri
Bazen son şık da olsa ehli kitap görüşlerine yer vermişlerdir.
Tefsir medreseleri açılmıştır.
-ihtilafların artması
-mensubu olduğu görüşü savunmak için Kuran’dan referans alma çabaları
-bir takım yanlış ve bozuk te’villerin ortaya çıkması
II.TEFSİRİN TEDVİNİ (Yazılı Nakil Dönemi)
Tebe-i tabiin döneminde yavaş yavaş tedvin asrına girilmiştir.
Tedvinin daha önce başlamama nedenleri :
Sahabelerin Kuran’dan başka bir şeyin yazımıyla meşgul olmamaları
Yazı malzemelerindeki zorluk ve sıkıntılar
ilk zamanlar tefsir müstakil kitap olabilecek kadar hacimli değildi. Muhaddisler hadisleri tedvin amaçlı beldeleri dolaşırken tefsirle ilgili merfu ve maktu haberleri toplamışlardır.
Fıkıh Tarihi:
I. FIKIH MÂNASI:
Bir şeyi en derininde anlamak ve kavramak ayrıca; söyleyenin maksadını da içine almasıdır.
Hz. Peygamber Devri
Bu devre icinde vahye dayanan teşri faaliyeti tamamlanmis ve sonraki devirlere temel teskil etmistir.
Mekke devrinde fikih hükümleri hem azdir, hem de umumi ve külli bir karakter arzetmektedir.
Medine devri; Medine islam devletinin yeni merkezi olmustur. Böylece bu genc devletin toplumsal hayatini ve siyasetini düzenleyen kaidelere ihtiyac vardi. Bu baglamda teşri bu alanlara yönelerek bir düzenleme ortaya koymustur. Bu devrin fikhi özellikleri sunlardir:
a) Tedricilik: Kur`an bir anda indirilmemistir. Islam`in binasi basamak basamak tamamlanirken daha kolayca anlasilmasi saglanmistir.
b) Kolaylik: Kur`an da Allah`in güclük cikarmak istemedigi, kolaylik ve hafiflik istedigi acikca ifade edilmistir. Rasulullah ( S.A.V) „Kolaylastirin, zorlastirmayin, sevdirin, nefret ettirmeyin“ buyurmustur.
c) Nesih: Nesih daha sonra gelen bir hükmün önceki hükmü kaldirmasi manasina gelmektedir. Nesih sünni cogunluk tarafindan kabul edilmistir.Suyuti gibi alimler nesih ayetlerin sayisini 20 ye cikarmistir. Fakat nesih ancak Rasulullah hayatta iken söz konusu olabilecek bir olaydir.
Hz. Peygamber ve Ashabin ictihadi
Rasulullah`in ictihad edip etmemesi tartisilmistir. Bazilarina göre onun dedigi hersey vahye dayanir ve böylece ictihada ihtiyac yoktur. Diger bir kisim alimlere göre ise Sünnetin bir kismi hem manasi hem de sözleri ile Rasulullaha aittir, yani onun ictihadidir.
Mesela: Bedir savasinda alinan esirlere yapilacak muamele hakkinda bir vahiy gelmemisti. Hz. Peygamber meseleyi ashabiyle istisare etti. Hz. Ebu Bekirin fidye karsiliginda serbest birakilmalari fikrini kabul etmistir. Fakat bu ictihadin hatali olduguna dair ayet inmistir.
Ashabin ictihadina dair misal: Yolculukta su bulamayan iki sahabi teyemmüm ederek namazlarini kildilar. Biraz gidip su bulunca, birisi abdest alip namazi yeniden kildi. digeri ise yeniden kilmadi. Rasulullah ise ikisinin tavrini tasvip etmistir.
HULEFA-I RASIDIN DEVRI:
Hüküm Kaynaklari:
Önce KURAN sonra SÜNNET ve bu ikisinde bulamazlar ise REY ICTIHADINA basvuruyorlardi,
Istisareye, Sura Ictihadina basvuruyorlar, ICMA
Bu devirde REY: Kitap ve Sünnetin aciklamadigi hükümleri, naslarin ve Islami prensiplerin isigi altinda hükme baglamaktir.
Istihsan, istislah, kiyas vb. metodlar bu devirde REY ismi altinda uygulaniyordu.
Sahabe devrinde Hüküm ve Ictihad PRENSIPLERI
Sahabe vardiklari hükümleri kesin telakki etmemis, Kuran ve Sunnete nisbet eylememis, Kuran ve Sünnete dayanan hükümlerden Ayirm konusunda son derece titizlik göstermislerdir.
EMEVİLER DEVRI
Emevilerin zamani icerde isyan ve karisiklarla mucadele, disarda ise yeni ulkeler fethetmekle gecmistir.
ABBASİLER DEVRINDE FIKIH:
Bu devirde fıkhın sâhası genislemis, fikih inkişaf etmistir.
Hadisin Tarihi:
• İslamiyeti tebliğ etmeye başladığından itibaren Hz. Peygamberin özellikle dinle ilgili söz ve fiilleri müminler tarafından dikkatli bir şekilde izlenmiş, öğrenilmiş, uygulanmış ve başkalarına da aktarılmaya çalışılmıştır.
• Kuran'da, Hz. Peygambere itaat ve onu örnek alma konusunda yapılan vurgu doğrultsunda Hz. Peygamberin arkadaşlarının ona samimi bir inançla bağlanmaları ve her konuda onu kendilerine örnek almaları amaca ulaşılmrası için yeterli olmuştur.
Hz. Peygamberin hadis yazımım yasakladığına dair yaygın bir rivayet kitaplarımızda yer almakla beraber, yapılan bazı araştırmalarda, bu rivayetin zayıf olduğu veya rivayet eden sahabinin görüşü olduğu halde yanlışlıkla Hz. Peygambere atfedildiği ifade edilmiştir.
• Hz. Peygamber devrinde bazı sahabiler, Hz. Peygamberden duyduklarını yazmışlar ve böylece ilk hadis belgeleri olarak bilinen hadis sahifeleri oluşmuştur. Ancak sistematik ve düzenli bir hadis yazımı bu dönemde görülmediği için hadislerin büyük çoğunluğu ezber yoluyla ve sözlü olarak bir sonraki nesle aktarılmıştır.
Hz. Peygamber hayattayken, sahabe karşılaştığı problemleri ona soruyor ve çözümlerini
öğreniyordu. Onların yeni dini hükümleri öğrenme yolundaki bu arzuları, hadis ve sünnetin çoğalıp gelişmesini sağladı.
Peygamberin vefaatıyla birlikte başlayan ikinci dönemde de sahabe hadis ve sünnet
çoğalıp gelişmesini sağladı.
• Hz. Peygamberin vefaatıyla birlikte başlayan ikinci dönemde de sahabe hadis ve sünnet konusunda titiz davranmaya devam ettiler. Örneğin, Hz. Ömer. Hz. Peygamberinin söz ve uygulamalarının ehil olmayan kimselerce istismar edilmesini önlemek için gelişigüzel hadis rivayet edilmemesini istiyordu.
• Hz. Peygamberinin vefaatından sonra onun eşi Hz. Aişe de birçok hadis rivayet etmiş, bazı sahabiler onun rivayetlerini yazmışlardır.
Tabiin döneminde Öncelikle hadis tedvininden bahsetmek gerekir. Tedvin, sözlü ve yazılı olarak nakledilen hadisleri bir araya toplama çabasıdır.
• Hadislerin tedvininden sonra tasnif aşamasına geçilmiştir. Tasnif (sınıflandırma) daha önce karışık olarak bir araya getirilen (tedvin) hadislerin konularına veya ravilerine göre ayrılarak kilaplarda toplanmasıdır.
• Hadislerin tasnifinde başka bir yöntem daha görülmektedir. Bu da hadisleri konularına göre değil, genellikle ilk ravilerine, yani sahabilere göre bir araya toplamaktır.
Sahabi ravılerce nakledilen rivayetlerin, konuları dikkate alınmaksızın, onların adlan altında toplanmasıyla oluşturulan hadis eserlerine 'müsned' adı verilir.
• Hadis kitaplarının son şeklini aldığı hicri 3. miladi 9. asır hadis tasnifinin altın çağı olarak kabul etmektedir. Gerçektende daha sonra gelen alimlerce en güvenilir hadis kitapları olarak kabul edilen ve bu dönemde derlenen altı eser (el kutubu's-Sitte) günümüze kadar islami ilimlerin Kur'an'dan sonraki temel kaynaklan olmuştur.
Hadislerin şerhi önceleri, içlerinde yer alan. güncel dilde çok kullanılmayan bazı kelimelerin açıklanması şeklinde başlamış ve bu konuda özel sözlükler hazırlanmıştır.
Genel Değerlendirme:
Bilim tarihine genel hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin olmadığını müşahade ederiz. Bu alimler günümüzdekinin aksine, birçok alanda söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.
Günümüz tasnifinde yer alan ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen ayrı ve bağımsız bir özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve fıkıh adeta iç içe gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis kitaplarımızdaki "tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.
Fakat zamanla bu birliktelik ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya başlamıltır.
Gerek tefsir, gerek hadis, gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri aynı şahıslar olduğu dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde söhret bulmuşlardır.
İslam dininde bilimler her ne kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gibi farklı alanlara ve branşlara ayrılsa da öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen bütün ilimler kur'an'ı merkeze alarak, onun çerçevesinde, ona göre gelişmişleridr. Kur'an ilahi kökenli olması hasebiyle mü'minler için kesin bilgi ifade eder.
AD-SOYAD: Muhammed SAQAAN ÖĞR. NU.:
20922734 TARİH: 17.01.2021
10. Ödev: Bilginin
Bütünlüğü İlkesiyle ve Disiplinler Arası Yaklaşımla Tefsir-Hadis-Fıkıh
Tarihleri Müşterek-Mukayeseli Mütalaası.
A.
TEFSİR TARİHİ
Allah'n kitabı,
alemlerin Rabbinin, tüm evrenin Yaratıcısının sözleridir. Bu kitap Müslümanlar
için bir rehberdir ve onları dosdoğru yola yönlendirir. Cenab Allah, Kuran'dan
yararlanabilmek için Müslümanlara bu Kuran'ı incelemelerini, okumalarını,
dinlemelerini, düşünmelerini ve anlamalarını emretmiştir. Muhammed Suresi 24.
ayetinde şöyle buyuruyor:
(أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ
أَقْفَالُهَا)
(Kur’an’ı okuyup düşünmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri
mi var?)
" Bu nedenle, bu ümmetin büyükleri, Erdemlileri
ve faz'let sahibileri Kur'an-ı Kerim'i okuyup anlamaya, anlamlarını ve
ayetlerini düşünmeye çalışmışlardır.
Tefsir Ve Te'vil Tanımları:
Tefsir ilmi, insan yeteneği kadar Yüce Allah'ın arzusunu arayan bir bilimdir.
Fıkhcılar, Kelamcılar, Hadisciler ve Sufilere göre Tevil ise, şöyledir:
Te'vil mümkün olabilecek mana yerine bir delil nedeniyle başka bir
anlama yönelmektir. Tefsir ve Te'vil arasındaki fark'a gelince, sonuç, Tefsir,
rivâyet kaynaklıdır. Te'vil ise: dirâyet kaynaklıdır.
TEFSİRİN ANA DEVİRLERİ
Tefsirin geçirdiği devirleri 3'a
ayırırlar:
1.
Devir: Peygamber ve Sahabeler Devrinde Tefsir:
Allah Peygamberin Ku'rânı eksiksiz ezberlemesini ve doğru anlamasını
sağlamıştır. Konuyla ilgili Kıyâmet Suresi 17-18. Âyetlerde şöyle buyrulur:
(لَا
تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ * إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ)
"Onu zihninde toplayıp okumanı
sağlama işi bize aittir . O halde onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu
takip et."
Ashab-ı Kerim, Ku'rân'ı daha çok zahiri olarak anlamışlardı Bazı ince
ayrıntıların anlaşılması hususunda farklılık göstermişlerdi. Ve Peygamber Efendimize, ihtilaf ettikleri hususlar için
müracaat ederlerdi. Sahabe Ku'rânı anlama hususnda aynı derecede bilgiye sahip
değildi, Yani seviyeleri birbirinden farklıydı..
Sahaber Devrinde Tefsir Kaynakları:
Sahabeler, Ku'rân-ı Kerim
yorumlamada dört kaynağa müracaat etmişlerdir:
1-
Ku'rân-ı Kerim.
2-
Peygamber, (Eylemleri, sözleri
ve muvafakat etmeleri).
3-
İctihad ve rey (düşüncenin gücü).
4-
Ehli'l-kitap (Yahudiler ve Hıristiyanlar).
1- Ku'rân-ı Kerim:
Ku'rân'ın Ku'rânla tefsiri, Ku'rân'a bakmak ve konuyla ilgili âyetleri
toplamak, sonra âyetleri birbiriyle karşılaştırmaktır. Çünkü, sözün sahibi, sözlerinin anlamlarını en iyi bilendir.
2- Peygamber:
Sahabelerden biri Kur'ân-ı
Kerim'deki bir mesele hakkında çıkmaza girerse, veya net anlayamadıysa
Peygamberimizin yanına döner ve ona sorar ve Peygamber, ona doğru cevabı verir ve kafası karışan kişinin problem çözülmüş olurdu.
(وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا
نُزِّلَ إِلَيْهِمْ)
Nahl Suresi 44. Âyet: "İnsanlara
indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler
diye sana da uyarıcı kitabı indirdik".
Alimler, Peygamber'in Ku'rân'ın
tamamını mı yoksa sadece bir kısmını mı açıklayıp yorumladığı konusunda ihtilaf
etmişlerdir şöyle ki.
3-İctihad ve İstinbat
Gücü:
Sahabeler, âyetlerin tefsirini
Allah'ın Kitabında Reslullah'ın açıklamalarında bulamadıkları durumlarda,
ictihada, başvururlardı. Bu da, dikkat ve özen gerektiren
bir durumdu. Arap diliyle ilgili hususlarda anlamak için çok çaba
sarfetmezlerdi. Çünkü onlar halis ve özgün araplar idi. Arapların sözlerini ve
söyleme şekillerini biliyorlardı, Ve Araplar, İslam öncesi şiirde
bahsedilenlere dayanarak Arapça ifadeleri ve anlamlarını biliyorlardıdır.
4-Yhudiler ve Hıristiyanlar/Kitap Ehli:
Sahabe Devrinin Tefsir özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1: Ku'rân anlamada
aralarında çok az fark vardı.
2: Genellikle genel anlamla
sınırlıydılar ve Ku'rân anlamlarını ayrıntılı olarak anlamak zorunda
kalmazlardı.
3: Arapçayı bilmeleri sayesinde metni
kolayca anlamaları.
4: Ku'rân âyetlerinin içtihadına ilişkin
metodolojik bir değerlendirme
olmaması ve dini düşünce okullarının
daha teşekkül etmemesi.
5: Bu dönemde Tefsir ile ilgili hiçbir
şey kaydedilmedi/ yazılmadı/ tedvin olmadı, çünkü, tefsir tedvini sadece ikinci
yüzyılda başlamıştır.
6: Sahabenin yorumları hadis şeklini
aldı, onun bir parçası ve dallarından biri olarak kabul gördü Bu yorumlar
sistematik bir şekilde yapılmadı dağınık olarak yapıldı.
2.
Devir: Tabi'un Döneminde Tefsir
Bu devirdeki
müfessirler/yorumcular, Yüce Allah'ın Kitabını anlamalarında şunlara
dayandılar:
- Ku'rân'ın kendisinde bildirilen,
- Allah Reslü'ne ve sahabe'ye ait
rivâyetler üzerine,
- Sadece sahabe'ye ait yorumlar
- Kitap Ehli'nin kitaplarında geçen
bilgiler,
- Kendi ictihatları
Tabi'un Döneminde Tefsir Okulları:
1.
Okul: Mekke'deki Tefsir Okulu:
Bu okul daha önce Abdullah b.
Abbas tarafından başlatılmıştı. Bu
ekolün tabiun dönemindeki meşhur isimleri
şunlardır:
Tabi'un
arasında bu okulun en ünlü adamları:
-
Zeyd
b. Eslem (ö. 136/754)
-
Ebü’l-Âliye
Rufey‘ b. Mihrân er-Riyâhî el-Basrî (ö.
90/709)
-
Muhammed
b. Kâ‘b b. Süleym el-Kurazî (ö.
108/726)
3.
Okul: Irak'taki Tefsir Okulu:
Irak halkı fikir ve rey
insanlarıdır. Bu okulun kurucusunun sahabe Abdullah b. Mes‘ûd (ö. 32/652-53) olduğu kabul
edilmektedir.
Bu ekolün tabiun döneminde
meşhur olanları şunlardır:
Burada bir soru akla gelebilir, bu soru şöyledir:
Tabi'un'un Tefsirinin değeri nedir? Soruya şöyle diyebiliriz:
Müferssirlerin çoğu,
Tabi'un'un yorumlarını/tefsirlerini kabul edilir görmektedirler. Çünkü, Tabi'un'un
yorumlarının çoğu Sahabe'den aldıklarıdır.
Kitabın yazarı, Tabi'un'unun yorumuna
ilişkin açıklamada, oybirliğiyle kararlaştırılmadıkça dikkate alınmaması
gerektiğine inanmaktadır.
Tabiu'n Döneminde Tef'sir Özellikleri:
Bu aşamadaki tefsir, aşağıdaki özelliklerle karakterize edilebilir:
3. Devir: Tedvin Çağında Tefsir:
Üçüncü tefsir aşaması, Emeviler
döneminin sonu ve Abbasi döneminin ilk dönemleri yani yazma/tedvin'in ortaya
çıkması ilkesiyle başlar.
Bu
Devirde Tefsirin İçinden Geçtiği Adımları şöyledir:
1-
Rivâyet:
Sahabeler
ve Tabi'un döneminde tefsir rivâyet yoluyla aktarılırdı. Onlar Reslullah'tan
rivâyet ediyorlardı ve Bazılarını birbirinden de rivâyet ediyorlardı. Bu, tefsir'in ilk
adımıdır.
2-
Hadis ile Tedvin (yazı yazmak):
Sahabe ve Tabi'un döneminden
sonra tefsİr ikinci bir aşamaya geçti. Bu dönem hadisin tedvini de başladı
hadislerde yer alan bölümlerden biri tefsir idi. Fakat Ku'rân'ı başından sonuna
kadar, tüm sureleri ve âyetleri yorumlayan özel bir tefsir eseri/kitabı olmadı.
3-
Hadisten ayrılma:
Bu adımda tefsir hadisten ayrılmış ve başlı başına bir ilim
olmuştur. Tefsir,
Ku'rân'ın her âyeti için yapıldı ve bu, Ku'rân'ın tertbine göre düzenlendi. Bu,
İbn Mâce (ö. 273/887), Taberî, Muhammed b. Cerîr (ö.
310/923), Nîsâbûrî, İbn ebi Hatim, İbn Hibbân (ö. 354/965)
ve diğerleri dahil
olmak üzere bir grup bilginin eliyle yapıldı. Bu Tefsir kitapları Reslullah'a,
Sahabe'ye, Tabi'un'e ve Tabi't-Tabiin'e atıfta bulunularak yazılmıştır. Ve o tefsir kitaplarında me'sur tefsirinden
daha fazla bir tefsir yoktu.
5-
Zihinsel Çabayla Yapılan Tefsir:
Bu adım, en geniş adımlardan
biri olarak kabul edilir ve Abbasi döneminden günümüze kadar uzanır.
Tefsirin tedvini, sadece önceleri
selefden gelen raivâyetlerle sınırlı iken daha sonra, dirâyet ile naklin
meczedildiği bir alana dönüştü. bu gözle görülür bir kademi ilerlemeydi.
Zihinsel/Akli Tefsir:
Zihinsel akli tefsir ilk olarak
kişisel olarak
anlama girişimleri şeklinde başladı ve bazı sözlerin bazılarına göre değerlendirilmesiyle başladı. Bu,
zihinsel yön dilin sınırları ve Ku'rân kelimelerinin anlamından kaynaklandığı
sürece kabul edilebilirdi. Daha sonra bu
alandaki bilgiler, farklı bilimler, farklı görüşler ve farklı inançlardan
bilgilerle artmaya ve güçlenmeye devam etti. Bunun neticesinde ne yazık ki, az
da olsa tefsirle pek ilgisi olmayan birçok şeyi birleştiren tefsir kitapları
ortaya çıktı.
Objektif Tefsir:
Bazı alimler Ku'rânı anlama
yorumlama için çaba sarfetmişlerdir Örneğin İbn-i Kayyim (ö. 751/1350), tüm eserlerinden Ku'rân'ın bölümleri hakkında konuşmak için "et-Tibyân
fî Aksâmi’l-Kur’ân" adlı bir eser yazmıştı. Ebû Ubeyde de (ö. 209/824), Ku'rân mecazı üzerine konuşma için "Mecâzü’l-Kur’ân" adlı bir kitap ayırdı. Râgıb el-İsfahânî de (ö. v./xı. yüzyılın ilk çeyreği), kur’ân-ı Kerîm’in kelime ve
kavramlarıyla açıklamak için "Müfredâtü’l-Kur’ân"
adlı bir kitap oluşturdu. Ebu Ca‘fer en-Nahhâs (ö. 338/950) Ku'rân'daki
neshedilen ve nasheden âyetleri üzerine "en-Nâsih Ve’l-Mensûh" adlı bir kitap
ayırdı. Ebü’l-Hasen Vâhidî (ö.
468/1076) de Ku'rân'ın nuzül
sebeplerine bir kitap oluşturdu. Hanefî
âlimlerinden Cessâs (ö. 370/980) ahkâm âyetlerinin tefsirine dair "Ahkâmü’l-Kur’ân"eseri de yazdı. Ve bunların dışında Ku'rân'da özel bir konu
üzerine çalışan alimlerde olmuştur.
Me'sur Tefsiri:
Me'sur Tefsiri: Ku'rânın Ku'rânla
tefsiri, Peygamber'den sahabelerden nakledilenlerle Yüce Allah'ın Kitabının
anlaşılması için yapılan tefsir çeşididir.
Me'sur Tefsir'inin Zayıflığın Nedenleri:
Me'sur Tefsir'in zayıflığın
nedenleri, üç şeyden kaynaklanmaktadır:
-
Tefsirde çok sayıda kasıtlı yalan/yanlış yorumlar
bulunması.
-
İsrailiyyet rivâyetlerinin, Tefsir'e girmesi.
-
İsnat zinciri silmesi.
En Meşhur Rivâyet Metodu/Me'sur Tefsir
Kitapları şunlardır:
1-
"Câmiu’l-Beyân
an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân" İbn Cerîr et-Taberî’nin (ö.
310/923)
2- "Bahrü’l-Ulûm"
Alâeddin Ali b. Yahyâ es-Semerkandî’nin (ö.
860/1456) Ku'rân tefsiri.
3- "El-Keşf
Ve’l-Beyân" Sa‘lebî’nin (ö.
427/1035) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.
4- "Meâlimü’t-Tenzîl"
Ferrâ el-Begavî’nin (ö. 516/1122)
Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.
5- "El-Muharrerü’l-Vecîz"
İbn Atıyye el-Endelüsî’nin (ö.
541/1147) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.
6- "Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm"
Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr’in (ö.
774/1373) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.
7- "El-Cevâhirü’l-Hisân" Ebû Zeyd
es-Seâlibî’nin (ö. 875/1470) Ku'rân tefsiri.
8- "Ed-Dürrü’l-Mensûr" Süyûtî’nin
(ö. 911/1505) rivâyet tefsiri.
Rey Tefsiri:
Rey Tefsiri, Müfessirin Tefsir
yapma şartlarını bildikten sonra Ku'rân'ı içtihat yoluyla, yorumlamasıdır..
Bilim adamlarının, Rey Tefsiri
konusundaki tutumu:
Eski zamanlardan gelen âlimler,
Ku'rân'ı rey ile yorumlamanın caiz olup olmadığı konusunda görüş ayrılığına
düştüler:
1-
Bunun üzerine Muhafazakar bir grub şöyle dedi: Ku'rân'dan kimsenin tefsiri caiz
değildir. Ve Peygamber Efendimizin anlattıklarıyla/ondan gelen rivâyet,
Sahabelerden veya Tabi'undan gelen rivâyet ile ancak sonuca varılabilir.
2-
Ve bir başka grup, onların görüşleri tam tersiydi,
Ku'rân'ı müfessirin gayretleriyle/içtihatleriyle yorumlamakta yanlış bir şey
görmedi. Ve edepli, ahlaklı ve dürüst kim olursa olsun, onun fikri ve
gayretiyle Ku'rân'ı tefsirinin caiz olduğunu söylediler.
Rey Tefsiri İle En önemli Tefsir Kitapları
Şunlardır:
-
"Mefâtîhu’l-Gayb"
Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) Kur’ân-ı Kerîm
tefsiri.
-
"Envârü’t-Tenzîl"
Ve Esrârü’t-Te’vîl Beyzâvî’nin (ö. 685/1286) Ku'rân tefsiri.
-
"Medârikü’t-Tenzîl
Ve Hakāiku’t-Te’vîl" Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin (ö.
710/1310) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.
-
"Lübâbü’t-Te’vîl"
Ali b. Muhammed
el-Hâzin’in (ö. 741/1341) Ku'rân tefsiri.
-
"El-Bahrü’l-Muhît" Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin (ö. 745/1344) nahvî-edebî
tefsiri.
-
"Garâibü’l-Kur’ân
Ve Regāibü’l-Furkān" Nizâmeddin en-Nîsâbûrî’nin (ö. 730/1329 [?]) Kur’ân-ı
Kerîm tefsiri.
-
"Tefsîrü’l-Celâleyn" Celâleddin
el-Mahallî’nin (ö. 864/1459) yarım bırakıp Celâleddin es-Süyûtî’nin (ö. 911/1505)
tamamladığı Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.
-
"Es-Sirâcü’l-Münîr" Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed el-Hatîb eş-Şirbînî
el-Kāhirî'nin (ö.
977/1570) Ku'rân tefsiri.
-
"İrşâdü’l-Akli’s-Selîm" Ebüssuûd
Efendi’nin (ö. 982/1574) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.
-
"Rûhu’l-Meânî" Şehâbeddin
Mahmûd el-Âlûsî’nin (ö. 1270/1854) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.
İyi Olmayan/ Hatalı Rey Tefsiri
Peygamberlik çağı bittikten sonra,
Müslümanlar arasında anlaşmazlık, farklılık ve fitne ortaya çıkmaya başladı.
Sonra çeşitli dini doktrinler/mezhepler ortaya çıkmaya başladı, Ve
doktrinlerini desteklemeye ve inancını mümkün olan her yöntemle ve hile ile
savunmaya çalışanlar bulundu. Ku'rân onların ilk hedefiydi, Âyetleri eğdirerek
ve onları doktrine taşıyarak bile olsa,herkes kendi fikrini güçlendiren ve
mezhebini destekleyen bir şey bulmak için Ku'rân da ararlardı. Böylelikle iyi
ve caiz rey tefsirini aşıp, şeriat kurallarına uymayan, kötü, ve caiz olmayan
rey tefsirine geçtiler.
Mu'tezile'nin Bazı Tefsir kitapları:
-
"Tenzîhü’l-Kur’ân" Kādî
Abdülcebbâr’ın (ö. 415/1025) Ku'rân hakkında nazım ve anlam yönünden ileri sürülebilecek itirazlara
cevap verdiği eseri.
-
"Gurerü’l-Fevâid
Ve Dürerü’l-Kalâid" Şerîf el-Murtazâ’nın (ö. 436/1044) birçok âyet ve hadisi Mu‘tezilî bakış
açısıyla tefsir ettiği kelâmî ve edebî sohbetler mahiyetindeki eseri.
-
"El-Keşşâf" Mu‘tezile
âlimlerinden Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) ağırlıklı olarak dirâyet metoduyla yazdığı tefsiri.
İmâmiyye'nin (Şîa İsnâaşeriyye ) Bazi Tefsir Kitapları:
-
"Mecmau’l-Beyân" Şiî âlimi Tabersî’nin (ö.
548/1154) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.
-
"es-Sâfî fî Tefsîri
kelam'llah"
Kâşî'nin tefsiri.
-
"Miratü'l-Envar'i ve Mişketül
Esrar'i" kazeranini tefsiri.
Zeydîler'in Bazı Tefsir Kitapları:
-
"et-Tehzîb" Muhsin b. Muhammed'in (ö.494) Ku'rân tefsiri.
-
"Fethu’l-Kadîr" İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457) tarafından
Burhâneddin el-Mergīnânî’nin el-Hidâye adlı eserine yazılan
şerh.
-
Atiyye b.
Muhammed En-Necvani'nin Ku'rân tefsiri.
-
"Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr" Hasan b. Muhammed ez-Zeydi es-Sanaani.
İşari Tefsir'in En Önemli
Kitapları:
-
"Tefsirul Ku'râni'l
Azim" Sehl et-Tüsterî'nin (ö. 283/896) Ku'rân tefsiri.
-
"Hakāiku’t-Tefsîr" Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’nin (ö. 412/1021) tasavvufî tefsiri.
-
"Arâisü’l-Beyân" Rûzbihân-ı Baklî’nin (ö. 606/1209) Arapça işârî tefsiri.
İbnü'l- Arabî'ye atfedilen Tefsir Muhyiddîn Muhammed b.
Alî el-Arabî (ö. 638/1240) Tasavvuf ve İslâm düşünce tarihinde
büyük etkileri bulunan sûfî müell
B.
HADİS TARİHİ
GİRİŞ
Allah, hikmetli kitabını, insanlara dünya ve ahirette
mutluluk ve barış yollarını aydınlatan açık bir rehber olarak indirdi. Allah,
Ku’rân'ı Kerim’i, Resulü Muhammed için kıyamete kadar kalacak bir mucize olarak
yaptı. Bu kitap, hidayete çağıran bir kitaptır. Sonra Allah, Resulüne sünneti
verdi, O bununla kitabı detaylandırıp açıkladı.
Yüce Allah'ın Nahl suresi 44. ayetindeki dediği gibi:
(وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ
مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ)
"O
peygamberleri apaçık delillerle ve kutsal metinlerle gönderdik. İnsanlara
indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler
diye sana da uyarıcı kitabı indirdik."
Veaynı surede deNahl suresi 64.ayetindeşöyle buyurmuş:
(وَمَا أَنْزَلْنَا عَلَيْكَ
الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدىً
وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ)
"Sana
kitabı, özellikle ayrılığa düştükleri konuda onları aydınlatman için ve inanan
bir topluluğa rehber ve rahmet olsun diye indirdik."
Bu yüzden Kuran, bu iki ayette ve birçok ayette bize
Reslullah'ın görevinin Allah'ın Kitabını açıklamak olduğunu açıklamıştır.Ve bu
açıklama sadece bir yormlama ile sınırlı değildir.birçok yönü vardır. Bu
yönler, Kuran'ın analşılamasında sünnete ihtiyacıvazgeçilmez
kılmaktadır.
Bu nedenle Peygamber şöyle buyurmuştur:
"أُوصِيكُمْ
بِتَقْوَى اللَّهِ وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ وَإِنْ عَبْدًا حَبَشِيًّا فَإِنَّهُ
مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْدِى فَسَيَرَى اخْتِلاَفًا كَثِيرًا فَعَلَيْكُمْ
بِسُنَّتِى وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الْمَهْدِيِّينَ الرَّاشِدِينَ تَمَسَّكُوا
بِهَا وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ وَإِيَّاكُمْ وَمُحْدَثَاتِ الأُمُورِ
فَإِنَّ كُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ
“Size,
Allah’tan korkmayı ve başınızdaki idareci, Habeşli bir köle de olsa dinleyip
itaat etmenizi vasiyet ediyorum.Benden sonra hayatta kalanlar, birçok ihtilâf
görecekler.İşte o zaman benim sünnetime ve hidayet edilmiş olan Hulefâ-i
Râşidîn’in sünnetine, azı dişlerinizle ısırırcasına sımsıkı sarılın. Dinde
sonradan çıkma işlerden sakının.Çünkü bu şekilde sonradan ortaya atılmış olan
her şey bid’attir.Her bid’at ise sapıklıktır.”
Sonra da şöyle buyurdu:
"إن خير الحديث كتاب الله، وخير الهدي هدي محمد
صلى الله عليه وسلم، وشر الأمور محدثاتها".
"Sözün
en hayırlısı Allah’ın kitabıdır.Yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu
aleyhi ve sel-lem’ in yoludur.İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya
çıkarılmış olan bid’atlardır.Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır.”
Hadîs
İlminde Rivayet ve Dirayet:
Hadîsinin Tanımı: "Peygamber Efendimize ait söz,
fiil, ve davranışlara dendiği gibi, sahabeye veya tâbiî'ye ait sözlere
de denir."
Sünnetinin Tanımı: "Peygamberimizin söz, fiil
veya takrirleridir Diğer bir ifadeyle "Hadîsİlmi"nin anlamı (Hadîs
Bilinci)dİr.
Ancak bilim adamları hadislerin anlaşılmasına yönelik
rivâyetü’l-hadîs ve dirâyetü’l-hadîs ilmini ortaya koydular.
Rivayet Olarak Hadîs İlminin tanımı: "Peygamberin
sözlerini, hareketlerini, kararlarını/ikrarlarını, rivayet ve sözlerinin
kaynağını araştıran bir ilimdir."
Dirâyetü’l-hadîs İlminin tanımı:
Buna "Mustalahu'l-Hadîs" veya "Hadîs
İlmi" veya "Hadîs Usulü" denir.
Bu bilimin en iyi tanımı, İmam İzzeddin İbn Cemâa (ö.
767/1366)'nın şu tanımıdır: "Hadislerin senet ve metin durumlarını ele
alan kaide ve kurallar koyan ilimdir”
Sened veya İsnat'a gelince:
Bir hadisi veya bir sözü ilk söyleyene nisbet etmek için senedinde yer alan
râvilerin adlarını zikretmesidir.
Ahvalus's-senet (isnat
durumları) denildiği zaman o zaman şöyle kastedilir: senate/Hadîs Râvilerinin
zincirine İrtibat, kesinti, Tedlîs veya bazı adamlarının işitme konusundaki
hoşgörüsü, yetersiz ezberlenmesi veya onu ahlaksızlık, yalan veya başka bir
şekilde suçlaması gibi durmlarıdır.
Metne gelince: iletim zincirinin
bittiği şeydir/sözlerdir/ifadelerdir.
Ve metnin durumlarına gelince,
peygambere atıf etme, sahabalara atıf etme, yanlışlık veya doğruluk ve
benz..gibi durmlarıdır.
Mustalahu’l-Hadîs/Ulûmü’l-Hadîs İlminin Gayesi:
Bu ilmin gayesi, Peygamber Efendimizin hadîslerinin
içine yalan ve uydurma sözlerin karışmasını engellemek için oluşturulmuştur. Bu
ilim sayesinde İslâm dininin ikinci kaynağı olan hadisler bozulmadan ve
değişmeden korunmuştur. Dolayısıyla, İslâm Ümmeti, Hadîsi şerifleri, rivayetler
zinciri ile/isnatla nakletmiştir. İsnad sayesinde sahih Hadîs
doğru olmayandan ayrılmıştır. Bu ilim olmasaydı, zayıf ve uydurma hadîsler ile
ve Resüllullah sözleri, birbirleriyle karıştırılacaktı.
Hadîs İlimlerinin Evreleri/Aşamaları
"Mustalahu’l-Hadîs "
veya "Ulûmü’l-Hadîs" ilmi
tarih boyunca gelişme kaydetmiş ve
birçok aşamadan geçmiştir ve bu merhaleler şunlardır.:
1. Aşama: Hadîs İlimleri Ortaya Çıkma Aşaması
Birinci Aşama hicrî birinci
yüzyılın sonuna kadar uzanan sahabe dönemidir:
Peygamberin vefatından sonra,
sahabeler İslâm bayrağını taşıdılar ve İslâm'ı uzak diyarlara tebliğ ettiler,
Sahabe, Ku'rân-ı Kerim'i tam olarak ezberlemişti. Ayrıca Peygamberin sözlerinin
de öneminin farkındaydılar.
Sahabe Döneminde Hadîs Rivayetinin Kuralları:
O dönemdeki insanlar, adalet üzerindeydiler, Cerh Ve
Ta‘dîl (Hadîs râvilerinin dinî ve ilmî yönden tenkidini konu edinen ilim)'e
gerek yoktu, Çünkü çağ sahabe çağıdıdır ve hepsi adaletli ve dürüsttür.
Sahabeler, rivayetin doğruluğunu teyit etmek ve hataya düşmekten kaçınmak için
kendi çağlarında ihtiyaç duyulan bazı kuralları koydular.
1.
Hataya düşmek veya unutmak,Ya da Resülullah'a yalan söyleme şüphesine
düşmek korkusuyla, peygamber'e atıf edilen rivayetleri azaltmaktır.
Ayrıca sahabenin Hadîs rivayetini azaltmadaki amacı/maksadı, insanların
kendilerini Kuran'ı ezberlemeye adamalarıdır.
2.
Hadîs rivayeti alırken/tahmmülü edilirken ve o rivayetleri
iletirken/rivayet ederken onaylamak ve emin olmak.
3.
Yerleşik metinlere ve din kurallarına sunarak/karşılaştırarak Hadîs
rivayetleri değerlendirmek. Bunlardan herhangi birine o yerleşik metinlere ve
din kurallarına aykırı olduğu tespit edilirse o rivayeti reddederlerdi.
Hadîste Yalan Söylemenin Çıkışı ve Onunla Mücadele Yolları:
1.
Şehit İmam Osman bin Affan'ın öldürülmesi ve ardından da İmam Hüseyin'in
öldürülmesine yol açan fitnenin ortaya çıkmasıdır. Ardından Sapkın mezhep/fırkaların teşekkülüdür.Heves sahipleri,
dediklerini doğrulatabilmek için dini metinlerden deliller aradılar. Bu yüzden
kasıtlı olarak yalan söylediler ve uydurma Hadîsleri ortaya koydular. Bu şekil
uydurma hadislerin ortaya çıkışının başlangıcıydı. Bunun üzerine Sahabe
Hadîsleri korumaya yöneldi. İmam Müslim (ö. 261/875) ""
adlı kitabında Muhammed b.Sîrîn'den (ö. 110/729) şöyle
bildirmiştir: “Sahabel-Câmiu’s-Sahîh"
kitabının girişinde ve İmam et-Tirmizî (ö. 279/892) de "İlelü'l-Camii e ilk
önce isnadı sormuyorlardı, ancak, fitne
olunca "Bize adamlarınızı söyleyin" dediler. Sunnet ehlinin Hadîsleri
alınır, bidatçıların ise, Hadîsleri alınmazdı".
2.
Sahabe âlimleri,
insanları rivayetlerle ilgili dikkatli olmaya davet ettikleri gibi sadece
takvasına ve ezberinegüvendikleri kişilerinHadîslerini almaya ihtimam
gösterdiler. Böylece, Bir kural o zamandaki halk arasında yaygınlaşıtı o kaide
şöyleydi: "Hadîsler bir dindir, öyleyse kimden alıyorsunuz! iyice
bakın." Böylelikle, Hadîs Usulü İlmi dayanağı olan “Cerh Ve Ta‘dîl” ilmi
ortaya çıktı. Sahabelerden bazıları
râvîler hakkında bilgi aktardılar. Bunlar: Abdullāh b. el-Abbâs (ö.
68/687-88), Ubâde b. es-Sâmit (ö. 34/654) Ve Enes b. Mâlik
el-Ensârîdir (ö. 93/711-12), Fakatrâvîlerin adaleti hakkında
konuşmak çok azdı. Çünkü, zayflık, yanlışlık ve yalan o dönemde çok azdı.
Tabi'un'dan,Râvîlerin adaleti hakkında
konuşanlar şunlardır: Saîd b. el-Müseyyeb (ö. 94/713), Âmir
eş-Şa‘bî (ö. 104/722) ve Muhammed b. Sîrîn (ö.
110/729).
3.
Asıl/ilk râvîden
duymak için, Hadîs arama yolculuğu. Sahabeler, bir Hadîs bile elde etmek veilk râvîden duymak için, engin mesafeleri
ve zorlu yolları katettiler
4.
Râvînin
Hadîsini, diğer ezberleyici ve güvenilir râvîlerinin rivayetleriyle
karşılaştırmak, Hadîste bulunan uydurma
veya zaafın bilinmesi yollarından biri güvelir ravilerin rivayetleriyle
karşılaştırmaktı. Bu yüzden, kimi Hadîslerini kabul etmez bulduklarında veya
Hadîslerinin kendileriyle çeliştiğini gördüklerinde, alimler, onun Hadîslerini
ve rivayetlerini reddederlerdi veya terk ederlerdi. Bütün bunlar doğru olmayan
ve sağlıklı olanı birbirinden ayırmak içindi.
Kaynağına Göre Hadis Çeşitleri
1 – Merfû Hadîs (Hz. Peygamber’e nisbet edilen söz ve
haber anlamında Hadîs terimi.)
2 – Mevkuf Hadîs (Sahâbenin sözü ve fiili anlamında
Hadîs terimi.)
3 – Maktû Hadîs (Tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînin söz ve
fiilleri anlamında Hadîs terimi.)
Sened Zincirine Göre Hadis çeşitleri
1 – MuttasilHadîs (Senedinde kopukluk bulunmayan
rivayet anlamında Hadîs terimi.)
2 – Mürsel Hadîs (İsnadında, sahâbî olan râvisi veya
diğer râvilerinden biri zikredilmeyen Hadîs.)
3 - Münkatı‘ Hadîs(Senedin sahâbîden sonra gelen
kısmında bir veya daha çok râvisi atlanarak rivayet edilen Hadîs anlamında
terim.)
4- Müdelles Hadîs (Râvinin, hocasından işitmediği bir
Hadîsi ondan duymuş gibi nakletmesi anlamında bir terim). Bunler hepsi ve
ve diğer türler iki bölüme ayrılırdı:
1 – Makbul Hadîs: Daha sonra Sahih ve Hasan olarak
adlandırılır.
2 – Merdud Hadîs: Daha sonra Zayif olarak
adlandırılır. Ve bunun birçok bölümü vardır.
2.
Aşama: Hadîs İlimleri/Usulleri Tamamlanması
Bu Dönem, ikinci yüzyılın başından üçüncü yüzyılın
başına kadar ki dönemdir. Bu merhalede Hadîs ilimleri/usulleri tamamlandı.
Bu çağın özelliği şöyledir:
1) İnsanların ezberlemesinin
zayıflığı.
2) Peygamberlik devrinden uzak olan
mesafe ve çok sayıda Hadîs rivayetinin taşınması nedeniyle rivayetler zinciri
uzamış ve dallanmış hale gelmiştir. Sahabelerin rivayet ettiklerihadîsler
çeşitli beldelere dağılmış Pek çok grub bu mevzuya ilgi gösterince Hadîs
rivayetleri çoğalmıştır.Bu esnada hem apaçık hem de gizli yanlışlar rivayetlere
girmiştir.
3) Hadis konusunda Sahabelerin ve
Tabi'un'un metodolojisinden sapan Mutezile, Cebriyye, Hariciler birçok gruplar
vardı Bu hiziplerlemücadele için İslâm âlimleri harekete geçtiler.Ortaya çıkan
boşluğu doldurmak harete geçtiler. Bu çalışmaları şöyle tasnif edebiliriz:
1- Sünnetin resmen tedvinine
başlama: Ömer bin Abdül Aziz, Sünnet hazinelerinin acil olarak muhafaza
edilmesi gerektiğini hissetti, bu yüzden şehirlere ve kasabalara Hadîslerin
yazılıp kaydedilmesi için yazı yazdı. Bu emirden sonraCâmiler veMusannefet ortaya çıktı. Örneğin: Ma‘mer b. Râşid'in (ö. 153/770) "el-Câmi’i”, Süfyân es-Sevrî'nın (ö. 161/778) "el-Câmi’i", Süfyân
b. Uyeyne'nin (ö. 198/814)" el-Câmi’i", Abdürrezzâk
es-San‘ânî'nin (ö.
211/826-27) "el-Muṣannef fi’l-ḥadîs̱’i", Hammâd b.
Seleme'nin (ö.
167/784) "el-Muṣannef’i" İmam Mâlik’in (ö. 179/795) "el-Muvatta"’sı
bu dönemde yazılmıştır.
2- Hadîs âlimleri râvîlerde zayıf ezberlemenin yanı
sıra, tutkuların ve sapkınlıkların yayılmasından dolayı, cerh Ve ta‘dîl ilminde
yani Hadîs râvîleri eleştirisinde daha derinleştiler. Bazı imamlar kendilerini
Hadîs râvîlerini cerh ve tadil etmeye adadılar ve bununla meşhur oldular. Örneğin: Şu‘be
b. el-Haccâc (ö.
160/776), Süfyân
es-Sevrî' (ö.
161/778),
Abdurrahman b. Mehdi (ö. 198)
ve diğerleri.
3 - Hadîs ehli arasında olmayanların rivayetlerini
kabul etmemişler.
4 - Hadîs rivayetlerinin her yeni şekli için, onu
tanımlayan ve kuralını açıklayan özel bir kural koydular.
Böylelikle Hadîs türleri tamamlanmış ve Hadîs ilminin
terminolojisi geliştirilmiştir. Yine bu yüzyılda Hadîs yolculuğu
faaliyetlerinde bir artış olmuştur.
Hadîs alimleri, sahabelerin rivayetlerini öğrendikçe,
seyahatlerinden ve yolculuklarından birçok fayda sağladılar ve rivayetler
zinciri ile Hadîs metinleri arasında bir karşılaştırma yaptılar. Bu yüzyılda İmam
ez-Zührî (ö. 124/742), Hadîs Usulu kuralları ve metotlarını toplayan ilk kişiydi.
Ancak kendi dönemlerinde var olan bilimler, Usullar ve
kurallar sadece insanların çıkarılmasıyla korunuyordu, bu yüzden hiçbiri onları
toplayan özel bir kitapta yazılmamıştır.
Yine İmam eş-Şâfiî (ö. 204/820), kitabında "er-Risale"
bu kurallardan bazılarını yazmıştır. Hadîs usülüyle ilgili yazılan ilk
kitaplardan olma ünvanını kazanmıştır..
3.
Aşama: Çeşitli Hadîs İlimleri İçin Tedvin Aşaması:
Bu devir, Hicrî
üçüncü yüzyıldan dördüncü yüzyılın ortasına kadar uzanır.
Tedvin çağı olan üçüncü yüzyıl, Sünnet ilimlerinin tam
anlamıyla kaydedildiği Sünnet'in altın çağıdır.
Bu dönemin başında âlimler, Resul'ün Hadîslerini
münferit tasnifle algılamışlar, böylece "Mesned"i oluşturmuşlar ve
hadisleri sahabe isimlerine göre Örneğin, Ebu Bekir'in rivayet ettiği hadisler,
"Ebu Bekir Müsnedi" başlığı altında, Ömer'in Hadîsleri vb. şekilde.
Sonra İmam el-Buhârî (ö. 256/870) geldi ve sahih Hadîse erişimi
kolaylaştırmak için, hadislerin bölümlerde düzenlenmesi gerektiğini düşündü ve
bu nedenle El-Câmiu’s-Sahîh kitabını yazdı.
en-Nesâî (ö. 303/915) dışında kalan Sünnet alimleri, Buhârî'nın öğrencileri
arasındadırOnlar da kitaplarını bablara ayırdılar.
Buhari okulu, Hadîs rivayetinde ve Hadîs ilimlerinde
büyük bir rol oynadılar. Şeyhayndan (Buhârî – Müslim) sonra İbn-ı Huzeyme (ö. 311/924) gelir. Ondan sonra da İbn
Hibbân gelir (ö.
354/965). Bu
devirde, Hadîs ilmi, Mursel ilmi, gibi lakaplar almış ve Hadîs özel bir ilim
haline gelmiştir.
Yahyâ b. Maîn (ö. 233/848), Hadîs râvîleri tarihi ve tabakatı üzerine bir eser
yazmıştır. İbn Sa‘d’ın (ö. 230/845) "et-Tabakātü’l-Kübrâ" isimli eseri
siyer megāzî ve tabakata dair konuları içerir.
Muhammed İbn Sa‘d (ö. 230/845) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) İllet ilmi ve ricalle ilgili
bir eserler yazmışlardır.
el-Buhârî'nin (ö. 256/870) Şeyhi İmam Ali b. Abdillâh
el-Medenî (ö.
234/848-49) yazı
ve yazmada çok başarılıydı, onun yazdığı kitapları iki yüze ulaştı.
Böylece, Hadîslerde tasnif ve tedvin bir imamın
kaçınamayacağı bir konu haline geldi Sünnet kitaplarına sahip olan imamların
hepsinin Hadîs ilimlerinde çok sayıda kitabı ve derlemesi olmuştur.
Tedvin, her tür Hadîs ilmini içeriyordu ve tek bir
kitap haline getirildi ve bu dağınık ilimler "Hadîs ilimleri" olarak
adlandırıldı.
4.
Aşama: Kapsamlı/Toplayan Koleksiyonlar Çağı Ve
Yazılı Olarak Hadîsİlimler Sanatının Ortaya Çıkışı
Dördüncü Hicrî
yüzyılın ortalarından yedinci yüzyılın başlarına kadar uzanır.
Bu dönemdeki Hadîsalimleri, tedvin yazarlığında ilk
deney olan öncekilerin yazılarını ve eserlerini ele almışlar. Böylece aynı
sanatın eserlerinden dağılmış olanı topladılar ve öncekilerin gözden
kaçırdıklarını incelediler..
Hadîs ilimleri üzerine kaynak gösterilecek kitapların
en önemlileri şunlardır:
1- ( el-Muḥaddis̱ü’l-fâṣıl beyne’r-râvî ve’l-vâʿî’)
Râmhürmüzî’nin (ö. 360/971) Hadîs usulüne dair eseri. Bu kitap,
râvînin tavırları, Hadîsleri, tahammül ve edâ (Hadîsi usulüne uygun olarak
rivayet etme) yöntemlerini anlattığı o döneme kadar Hadîs ilminde geliştirilmiş
en büyük kitaptır.
2- (el-Kifâye fî maʿrifeti uṣûli ʿilmi’r-rivâye’)
Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071) Hadîs usulüne dair eseri. Bu
eserde, râvilerinadalet ve zabtı, cerh ve ta‘dîl lafızları, cerh ve ta‘dîlin şartları,
rivayeti eda şartları, lafzen ve mânen rivayet, mâna ile rivayette gözetilmesi
gereken esaslar, bid‘at ehlinden rivayet, Hadîs öğrenim ve öğretim metotları
üzerinde durulmuştur.
3- (el-İlmâʿ ilâ maʿrifeti uṣûli’r-rivâye ve taḳyîdi’s-semâʿ)
Kādî İyâz’ın (ö. 544/1149) Hadîs usulüne dair çok faydalı
bir eseridir.
Bu eserler ve diğerleri o dönemdeki her tür Hadîs
ilmini derlemiştir. Bu kitaplar, Rivayet zincirlerini/senetleri kaldırarak,
önceki kitaplardaki hatalardan kaçınarak veya bunlara bazı eklemeler yaparak bu
eserler orijinal kaynaklar haline gelmiştir.
Bu dönemde, her türden Hadîslerin kapsamlı
kompozisyonları geliştirilmiş, "Hadîs ilimleri" sanatında tedvin ve
kompozisyon büyümüştür.
Hadîs usulüne dair sınıflandırılan en önemli eserler arasında şunlar yer
almaktadır:
1-
(Ma‘Rifetü
Ulûmi’l-Hadîs) Hâkim en-Nîsâbûrî’nin (ö. 405/1014) Hadîs usulüne
dair eseri. Yazar, elli
iki tür Hadîs ilmini incelemiştir. 1937'de Mısır'da basılmıştır.
2-
(El-Müstehreç) Ebi Nuaim'in Hadîs
usulüne dair eseri.
3-
)Me le
Yese'u‘l Muhaddisu Cehluhu). İmam Meyanci'nin
Hadîs usulüne dair eseri.
Bu hadİs alimleri, bu dönemdeHadîs ilimlerinin
kurulmasına katkıda bulunan en önde gelen âlimlerdendirOnlardan sonragelen,
el-Hâkim en-Nîsâbûrî (ö. 405/1014) ve Hatîb el-Bağdâdî (ö. 463/1071) gibi alimler de onlara dayanmıştır.
5.
Aşama:"Hadîs ilimleri" Sanatının
Kaydedilmesinde Olgunluğun Ve Bütünlüğün Rolü
Hicrî yedinci yüzyıldan onuncu yüzyıla kadar uzanır.
Bu dönemde, Hadîs usulünün sınıflandırılması tam
zirveye ulaştı ve bu bilimin türlerini karşılayan kompozisyonlar derlendi ve
ifadelerin rafine edilmesi ve sorunların doğru bir şekilde düzeltilmesi
gerçekleştirildi.
Bu tasniflerin sahipleri, Hz. Peygamber'in Hadîslerini
ezbere bildikleri gibi Hadîsusülü konusunda uzman kişilerdi.
Bu dönemin öncüsü, Hadîs âlimi ve fakih, ünlü kitabı
"Ulumu'l- Hadîs"inde İmam İbnü’s-Salâh Eş-Şehrezûrî (ö. 643/1245) idi. Dolayısıyla, İmam
İbnü’s-Salâh, önceki kitaplarda olmayan konuları kitabında derledi, Bu eser
alimlerin hayranlık ve ilgisini kazanan yeni bir dönemin başlangıcı olarak
görüldü ve yakın ve uzak yerlere ulaştı. O kitap taklit edilecek ve takip edilecek
bir imam gibi oldu, böylece ondan sonra gelen herkes ona dayandı.
Ayrıca, bu dönemdeki en önemli literatür arasında
şunlar yer almaktadır:
1- (el İrşad) en-Nevevî'nin (ö. 676/1277) Hadîs usulü eseri.
2- (et Tebsira ve't-Tezkire).
3- (Tedrîbü’r-Râvî) İbnü’s-Salâh
eş-Şehrezûrî’nin Muḳaddime’sini özetleyen Nevevî’nin et-Taḳrîb
ve’t-teysîr’ine Süyûtî’nin (ö. 911/1505) yazdığı şerh.
4- (Nuhbetü’l-Fiker) İbnü’s-Salâh eş-Şehrezûrî’nin
Hadîs usulüne dair Muḳaddime adlı kitabına İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) yazdığı muhtasar.
6.
Devir: Durgunluk Devri
Bu dönem, onuncu yüzyıldan günümüz Hicrî yüzyılın
başına kadar uzanmıştır.
Bu dönemde, bilim ve yenilik konularında içtihat
sınıflandırma sona erdi.
Hadîs ilimlerinde hem şiir hem de nesir olarak
kısaltmalar bolca yer aldı ve yazarlar, eski yazarların ifadelerini,
araştırmadan ve konunun derinliklerine girmeden aktardılar.
Bu dönemdeki en önemli literatürler arasında şunlar
yer almaktadır:
1- (El-Beykūniyye) Beykūnî (ö. 1080/1669 [?]) tarafından kaleme alınan Hadîs
usulüne dair manzum risâle.
2- (Tevzihu'l- Efkar) Muhammed b. İsmail
Sanaani'nin Hadîs usulü eseri.
Yüce Allah, Hindistan topraklarında, Hadîs ilminin bir
rönesansını tesis ettirmiştir. Bu, Hindistanlı âlim ve ıslahatçı İmam Şah
Veliyyullah ed-Dihlevî' nin (ö. 1176/1762) eliyle olmuştur. Daha sonra bu çalışmayı çocukları,
torunları ve öğrencileri sürdürmüştür.
7.
Devir: Modern
ÇağdaYeniden Uyanış
Bu dönem, içinde bulunduğumuz hicrî yüzyılın başından günümüze kadar uzanmaktadır
İslâm dünyası, Doğu ve Batı ile temasların yarattığı tehlikeler ve ardından
şiddetli askeri çatışmalar,akabinde sömürgeciliğin entelektüel olarak istilası
nedeniyle uyanmaya başlamıştır.
Peygamber Efendimiz'in sünneti ile ilgili şüpheler
ortaya çıkmış, ve bu şüpheler oryantalistler tarafından gündeme getirilmiştir.
Zayıf fikirli kişiler de onların tesiri altında kalmışlardır, Bunun üzerine
müslüman düşünürler arasında bu konu üzerine araştırma yapılması eğilimi ortaya
çıkmış ve iftiralara cevap vermek zorunlu hale gelmiştir.
Ayrıca Hadîs usulünün yönteminin de yenilenmesi
gerekli hale gelmiştir.
Akademisyenler ve çağdaş alimler bu talepleri yerine
getirmeye çalışmışlar. Bir kısmını zikredeceğimiz şu eserler kaleme alınmıştır:
1 – (Kavâidü’t-Tahdîs) Şeyh Cemâleddin
El-Kāsımî'nin (1866-1914) Hadîs usulüne dair eseri.
2 – (Miftâhu’s sünne) Abdulaziz el Huli'nin
Hadîs usulüne dair eseri.
3- (Sünnet ve İslâm Hukukundaki Yeri) Mustafa
es-Sibaii'nin Hadîs usulüne dair eseri.
C.
FIKIH TARİHİ
İslâm Fıkıh Tarihi Bilimi, Hz. Muhammed
ve sonrasında hükümlerin ortaya çıktığı zamanların belirlenmesi, bunlara ait
nesih ve tahsis, fukahaın ve müçtehitlerin durumlarının ve hükümler üzerindeki
etkilerinin belirtilmesi bakımından İslâmi içtihat durumunu araştıran bilimdir.
Fıkıh Tarihi: İslâm dininde din'le ilgili İslâm'ın görüşünü hayatın her alanında ve her konuda
netleştirmeyi amaçlayan bir grup hukuki
hükümlerin tarihidir..
Fıkıh, (Ahkâm-I Şer'iyyei Ameliyye'yi
tafsîlâtlı bir sûrette delilleriyle bilmektir). diye târif edilmiştir. Tarih
ise, Geçmiş zamanın (olayların ve
olguların) incelenmesidir.
İSLÂM HUKUKUNUN ANA DEVİRLERİ
İslâm Hukuku tarihçileri,
fıkhın geçirdiği devirleri 6'ya ayırırlar:
1. Devir: Vahiy Devri: Yâni Hz.
Peygamber (S.A.) zamanı.
Bu devirde teşrî, Kitab ve Sünnete
dayanır. Bu devirde teşrî vahy yoluyladır. Ve vuku'bulan hadiseleri ele alır.
Olmamış şeyleri farzederek hüküm vermez. Takdîrî fikıh yoktur. Bu devrin
özelliğini şöyle özetleyebilir:
A. Bu devirde teşri' vahye dayanır. Kur'ân esastır.
B. Hz. Peygamber'in Sünnetleri Kur'ân'ı îzah ve beyan eder.
C. Hz. Peygamber bâzı mes'elelerde kendi re'y ve içtihadiyle hüküm
vermiştir. İçtihadın cavâba da, hatâya da ihtimali vardır. Bedir esirleri
hakkındaki karardan dolayı Kur'ân'da muâhaze var. Tebük Harbinde münâfıklara
izin verilmesi de öyle.
2. Devir: Sahâbe Devri (Dört Halîfe
zamanı):
Bu devirde de fikhın kaynağı Kitab
ve Sünnettir. Ashâbın içtihadları ve icma' da delil olarak kullanılmaya
başlanmıştır. Kitab toplanmış ve istinsah edilmiş, Sünnet tedvin olunmaya
başlamıştır.
Bu devirde Kur'ân esastır.
Ashâbın Kur'ân'ı anlıyarak O'ndan hüküm çıkarmada bâzı ayrılıklara düştükleri
görülür. Meselâ; dedenin, mîrasta baba gibi olup olmayacağı hakkındaki ihtilâf
böyledir. Sünnete gelince; Ashâbın hepsi aynı derecede Hadis bellemiş değildi.
Hadîs rivayeti o asırda, sonraki asırlarda olduğu gibi çok yaygın değildi.
Ashab bâzan birbirinin Hadîsini reddederdi. Şöyle ki:
1. Râvîyi zayıf bulur, ona güvenmezdi.
2. O Hadîsin mensuh olduğunu bilirdi.
3. Daha kuvvetli bir Hadîse muhâlif bulurdu.
3. Devir:
Tâbiîn Devri:
Müslümanlar siyasî gruplara
ayrılmıştır. Alimler, muhtelif şehirlere dağılmıştır. Örf ve âdetin tesiriyle
ihtilâflar artmıştır. Nasslardan hüküm istinbât etme usûlü teessüs etmiştir.
Yalan Hadîs rivâyeti başgöstermiştir. Ulemâ, Ehl-i Hadîs ve Ehl-i Re'y diye iki
gruba ayrılmıştır.
Bu devirde teşrî, Ashab devrinde
olduğu gibi Kitab, Sünnet, icma' ve kıyâsa dayanarak gelişmiştir. Ancak
Müslümanlar birçok yerlere dağıldıklarından ve muhtelif milletlerle temasa
geçtiklerinden, ihtilâflar daha da çoğalmış, Hilâfet işinden kopan ihtilâf
birçok ayrılıklara sebep olmuş, Müslümanlar başlıca üç fırkaya ayrılmıştır:
1- Hâricîler,
2- Şia,
3- Mûtedil Cumhur-u Müslimîn'i teşkil eden Ehl-i Sünnet fırkasıdır.
Bunlardan herbiri kendince mevsûk bulduğu zâtı imam ittihaz etmiş, onun
etrafında toplanmışlardır. Her fırkanın fukahâsı, kendi tarafına uygun deliller
aramış, ictihadlarda bulunmuştur. Fikıh maddelerinin bol bol işlenmesine bu
devirde başlanmıştır. Ehl-i Sünnet nâminı verdiğimiz mu'tedil fırka da, fikıh
mes'elelerini inceleme ve hal tarzında takip ettikleri usûle göre iki kısma
ayrılmıştır. Bir kısmı sırf nasslara bağlanıp kalmış, onlara "Ehl-i
Hadîs" namı verilir. Bir kısmi nassların illetlerini inceleyip kıyas
yoluyla yeni yeni hükümler verme yolunu tutmuşlardır ki, benlara da "Ehl-i
Re'y" adı verilmiştir. Ehl-i Hadîsin merkezi Medîne idi. Onun için bunlara
Hicaz fukahâsı da denir. Ehl-i re'yin merkezi Irak olduğundan Irak Fukahâsı
nâmını alırlar. Bu devirde Hadîs rivâyeti çok şuyu bulmuş, yaygın bir hal alan
Hadîs rivâyeti sırasında siyasî maksatlar ve mezhep gayretleriyle Hadîs uydurma
da alıp yürümüştür.
TÂBİÎNİN
BÜYÜKLERİ
Bu devirdeki Tâbiîn
fukahâsından bâzıları şunlardır:
1- Said b. Müseyyeb (94 H./712 M.)
2- Nâfi (117 H./735 M.)
3- İkrime (105 H./723
M.)
4-
Atâ İbn-i Ebî Rabâh (114 H./732
M.)
5- Tâvus b. Keysan (106 H./724 M.)
6- Hasan Basrî (110 H./728 M.)
7- Muhammed b. Sîrîn (110 H./728 M.)
8- Mesrûk b. Ecda' (63 H./682 M.)
9- İbrahim Nahai (47-96 H./ 667-714 M.)
10- Alkame b. Kays (63 H./682 M.)
11- Şâ'bî Âmir b. Şurahbil (17-104 H./638-722 M.)
12- Kâdı Şureyh (78 H./697 M.)
13- Said b. Cübeyr (95 H./713 M.)
4. Devir: Ictihadlar Devri: Hicrî
100-350 / Milâdî 718-960 yıllar arasındaki đevir:
Bu devir, büyük imamlar ve
müctehidler devridir. Kur'ân-ı Kerîm'in kıraatına, tefsîrine büyük önem
verilmiştir. Hadîsler yazılmıştır. Usûl-ü Fıkıh, içtihad usûlleri kurulmuştur.
Füru'da ihtilâflar çoğalmıştır. Kıyas ve içtihadda ayrılıklar başlamış, fıkıh
kaynak olan kitablar yazılmıştır.
İslâm fıkhı bu devirde son derece
gelişmiştir. Müctehidler ve büyük imamlar bu devirde yetişti. Mezhepler
kuruluyor, ictihadlar birbiriyle çarpışıyor, kendine göre bir hukuk sistemi
kurarak o usûl dairesinde hükümler veriyor, mes'eleleri çözüyor. Umûmî kaideler
bulunup çıkarılıyor. Fikıh ve Usûl-ü Fıkıh ilimleri kuruluyor. Ana kitaplar
yazılıyordu. Sonra gelen fukahâ, bunları esas tutarak şerh ve îzahla meşgûl
olmuşlardır. Bu devirden önce ilim daha ziyade dînî bir mahiyet taşırdı.
Halbuki bu devirde İlimler tasnif
edilmiş, mes'eleler sıraya konmuş, şûbelere ayrılmıştı. Terceme hareketleri
gelişmiş, eski ilimlere ve başka medeniyetlere dâir birçok şeyler Arapçaya
çevrilmiştir. Fıkıh ufku genişlemiş, düşünceler gelişmiştir.
Tefsir, Hadîs, kelâm, lûgat, fıkıh,
usûl-ü fıkıh ilimleri bu devirde yazılmıştır. Büyük imam ve müctehidler bu
devirde yetişmiştir. Meselâ: Mekke'de: Süfyan İbn-i Uyeyne, Medîne'de: Mâlik
İbn-i Enes, Mısır'da: Şâfiî ve Leys İbn-i Sa'd, Basra'da: Hasan-ı Basrı,
Kûfe'de: Ebâu Hanife, Süfyân-ı Sevrî, Şam'da: Evzâi, Nişâbur'da: İshak İbn-i
Rahveyh (Rahuye), Bağdat'ta: Ebû Sevr, Ahmed ibn-i Hanbel, Dâvud Zâhirî, İbn-i
Cerîri Taberî gibi. Bu devirde mühim ilim merkezleri şu şehirlerde toplanır:
Bağdat, Kûfe, Basra, Medîne, Mekke, Mısır, Şam, Merv, Nisabur, Semerkand, Belh,
Kayravan, Kurtuba...
Mezheplerin Kuruluşu:
İslâm Hukuku geniştir. Birçok
ekollere ayrılmıştır. Bu tefekküre geniş bir alan açmıştır.
Dört mezhebe Ehl-i Sünnet
ve'l-Cemâat mezhepleri nâmı da verilir. Bunlar makûl ve makbûl görülmüştür.
-
Hanefiler, daha
rasyonalisttir.
-
Şâfiî, daha didaktik görüş
sahibidir.
-
Mâlik, an'anecidir.
Aristokrattır.
-
Hanbelî daha fanatiktir,
muhafazakârdır.
5. Devir: Taklid DEVRİ:
350-656 H. / 960-1258 M. Yılları Arasındaki Devir:
Bu devirde, mezhepler yayılmış ve
güçlenmiştir. Mezhep taraftarlığı ve taklid artmıştır. Eskilerin verdikleri
hükümlerin sebeplerini araştırmak (Ta'lîl-i Ahkâm) ve onlarınkilerinden mes'ele
çıkarmakla uğraşılmıştır.
Bu devirde İslâm ülkeleri birçok küçük
devletlere bölünmüştür. Her yerde "Emîrü'l-Mü'minîn" unvâniyle bir
hâkim bulunur. Bu parçalanma İslâm'ı zayıf düşürmüştür. Çok defalar bunlar
birbirlerine saldırmışlardır. Siyasî münâzaalar artmıştır. Fitneler almış
yürümüş, Müslümanlar birbirinin boğazını sıkmıştır. Abbâsîler ve Fâtımîler
arasındaki mücâdeleye bak. En sonunda Haçlı seferleri, İslâm âlemini yağma,
Müslümanları dağınık etti. Bu kargaşalık; hayatı, ilmî hareketleri saptırdı.
Karanlık bulutların çöktüğü İsilâm âlemi, eski nurlu ışıklarını kaybetti. Bu
devir karanlık içinde boğulurdu Bereket versin
bazı âlimler yine ilim meş'alesini söndürmeden yandırdılar. Etrafa ışık
saçtılar. Yalnız bu, eskilere bakarak sönük idi. İlim hareketi yavaşlamıştı.
Kötü şartların îcâbı olarak emeller gevşemişti. İleri atılan hamleler durmuştu.
Ulemâda istiklâl rûhu ölmüş idi. 310'da öllen Muhammed İbn-i Cerir-i,
Taberi'den sonra, kendisini ictihad mertebesinde sayan pek çıkmıyordu. Geçen
imamların re'yleri ile mukayyed olmaksızın, taklid etmeksizin, doğrudan Kitab
ve Sünnetten hüküm alan müctehid çıkmamıştı. Kendilerini bu mertebeden aşağı
görüyorlardı. Halbuki kendilerinde ictihad şartları toplanmış ulemâ yok
değildi. Fakat dört mezheb imamlarının dediklerinin dışına çıkmağa cesaret
edemiyorlardı. Onların söz çemberlerinin dışına çıkmıyorlardı. yordu.
Bu devirdeki fukahâdan bâzları:
1. Ebû Bekir Hâherzâde (Muhammed
İbn-i Hüseyin Buhâri (433 H./1041 M.)
2. Şemsu'l-Eimme-i Halvâni (Abdülâziz İbn-i Ahmed) (456 H./1063
M.)
3. Kadı Ebû Zeyd Debûsî (430 H./1038 M.)
4. Fahrü'l-İslâm Ali Pezdevî (482 H./1089 M.)
5. Kâd Şureyk Bin Abdullah (90- 177 H./708 - 793 M.)
6. Muhammed İbn-i Ebî Leylâ (74-148 H./693 - 765 M.)
7. Abdullah İbn-i Şübrüme (74 - 144 H /693 - 761 M.)
6. Son Devir: Durgunluk devridir.
Ulemâ arasında bağlantı kopmuş, her
ülke kendi derdine düşmüştür. Fukahâ, eskilerin eserlerini, ya ihtisar veya
şerh etmekle meşgûl olmuştur. Bu şartlar altında fıkıh duraklamıştır. Ancak
zamanımızda İslâm âleminde, her sahada olduğu gibi fıkıh ve hukuk sahasında da
bir uyanma ve çalışma başlamıştır.
bu devir, İctihad ve târihe
geçti. Ondan başladılar. Mezheblerin Kurulma Devri olarak sonra gelen fukahâ,
eski imamları taklide başladılar. Halbuki bunlardan hiçbiri kendilerine taklidi
ileri sürmüş değildi. İctihad kapısının kapalı olduğunu ileri sürmekle fıkıh
ilmi gerilemeğe başlamıştır. 656 senesine kadar geçen devirde taklid
hüküm sürdü. Bu zamanda da görünen ulemâ da olmasa, bu devir karanlık içinde
kalırdı. Tahric ve tercih erbâbı nâmi verilen ulemâ fıkha yine bâzı hizmetlerde
bulunmuşlardır.
VI. devre gelince: X. Asra gelinceye
kadar arasıra değerli ulemâ çıktığını görüyoruz. (Halil Mâlikî, Remli, İbn-i
Rif'a, İbn-i Hümam, Süyûtî, Sübkî gibi.) Bu devir ulemâsı ictihad yoluna
gitmemişler, eskilerin eserlerini toplayıp, kitab yazma hevesine düşmüşlerdir.
Yazılan kitabları şerh ve ihtisar etmeğe uğraşmışlardır. Hattâ muhtasarlar
birer bilmece haline gelmiştir. Bu hal zihinlere durgunluk vermiştir.
Bu gerilemenin sebepleri
şunlardır:
1- Ulemâ, bu muhtasar ve bozuk kitabları okumuştur. Eskilerin rûhu
besleyen, zihinleri açan, ilim yüklü açık kitabları bir tarafa bırakılmıştır.
2- Ulemâ arasında fikir birliği kalmamış, münasabetler kesilmiştir. Eski
ulemâ, diyar diyar dolaşır, münâzaralar yapardı. Bu, ilim hareketlerinde
canlılık demektir.
3- Medreselerde ana kitablar ve kaynaklar bırakılıp, lüzumsuz kavâid ve
irâb münâkaşalariyle vakit öldürülmüştür. Kavâid, vasıtadır. Gâye, anlamaktır.
4- Müsbet ilimlere medresede yer verilmez oldu. Ne okutacak hoca kaldı, ne
de anlayacak talebe. İşte bu gibi sebeplerle ilim geriledi.
TAKLİD SEBEPLERİ
1- Mezheb taraftarları.
2- Baştakiler muayyen bir mezhebi destekliyordu.
3- Fukahâ arasında rekabetin başlamasıdır.
4- Hâkimlerin adâletten ayrılması.
5- Ulemânın hasedi.
6- Medreselerde ders usûlü çığırından çıkmıştı: Kitaplar gâyet muhtasardı.
Müsbet ilimler okunmuyordu. Kavâid ve irâb nizâ'larıyla vakit öldürüyorlardı.
Bu sebeplerle ictihad edecek seviyeye gelemiyorlardı.
7- Kendine güvenir, azimli ulemâ kalmamıştı: Him- metler gevşemiş,
gayretler sönmüştü.
8- İnsanlar maddeci olmuşlardı: Kendini ilme verip Allah için ilme çalışan
yoktu. İşte bu gibi sebeplerle doğrudan doğruya dînî hükme götüren, ilim ve
marifet yolu olan ictihad caddesi bırakılarak, dolambaçlı yollar tutuldu.
İctihad devri sona erip taklid devri başladı.
BU DEVİRDE
YETİŞEN ULEMÂDAN BÂZILARI:
1- Ebu'l-Berekât Hâfızüddin Nesefî
2- Sadru's-Şerîa Ubeydullah İbn-i Mes'ûd (747 H./1346 M.)
3- Osman Zeylei (743 H./1342 M.)
4- Kıvâmüddin itkânî Emir Kâtib b. Emir Gâzi (685 - 758 H./1286 - 1356 M.)
5- Mahmud Bedrettin Ayni (762-855 H./1360 - 1451 M.)
6- İbn-i Nüceym (969 H./1561 M.)
7- Seyid Şerif Cürcânî Ali b. Muhanmed (740 - 816 H./1339 - 1413 M.)
8- Molla Hüsrev Mehmed Efendi (885 H./1480 M.)
KAYNAKÇA
1.
MUHAMMED HÜSEYiN ez-ZEHEBÎ (1915-1977), "ET-TEFSÎR VE’L
MÜFESSİRÛN", MEKTEBETU VEHBE, KAHİRE.
2.
NUREDDİN ITIR (1937-2020), "MENHECU'N-NAKIDİ Fİ ULUMİ'L
HADİS", Darul Fikir, Şam, 3. Baskı, 1401/1981.
3.
OSMAN
KESKİOĞLU (1907-1989), "FIKIH TARİHİ
ve İSLÂM HUKUKU", Müftüoğlu Yayınları,
Ayyıldız Matbaası A.S. Ankara 1969.
AD-SOYAD: Azime Betül DEMİREL
YİĞİT
ÖĞR. NU.: 20922731/Doktora TARİH: 16.01.2021
10.Bilginin bütünlüğü ilkesiyle ve
disiplinlerarası yaklaşımla Tefsir-Hadis-Fıkıh Tarihleri müşterek-mukayeseli
mütalaanızı yazınız.
Her
bir ilim alanına dair tarihler incelendiğinde her birisinin şifahi, kitabet,
tedvin, tasnif gibi pek çok dönemlerden geçtiği görülecektir. Her bir alan Hz.
Peygamber’in yaşadığı zamanda birbiriyle iç içe şekillenmiş, önce şifahi olarak
sonra yazıya geçirilmesi yani kitabet ile kayıt altına alınmış, daha sonra
tedvin ve tasnif gibi birçok dönemlerden geçmişlerdir. Her bir alanın alanı
büyük oranda ortak; ancak inceleme usül, yöntem ve prensipleri birbirinden
farklı bununla beraber hep birbiriyle iç içe girmiş ve birbirinden beslenmiş
bir şekilde ilerlemişlerdir. Zira beslendikleri kaynak aynıdır, vahiy üzerine
bütün çabalar ortaya konmuştur, hepsinin kaynağı ortaktır. Her bir ilim alanın
gayesi de Kur’ân’ı daha iyi anlama ve hayata aktarabilme gayretidir. Hz.
Peygamber Dönemi’nde bu alanların hepsi Hz. Peygamber’de mündemiçti. Sahabe bu
üç alana hatta daha sonra pek çok ilim dalı olarak gelişen pek çok alana dair
ihtiyaç hissettikleri soruları soruyor ve cevaplarına göre hayatlarını
şekillendiriliyorlardı. Hz. Peygamber’in görevinin ikmal etmesi ve vahyin sona
ermesi ile beraber bu soru ve cevaplar sahabe, tabiun, t.tabiun ve sonraki
nesiller vasıtasıyla devam etmiştir. Ancak ilimlerin tedvini ile bu birliktelik
ve iç içelik bir ayrıma gidilmesine sebep olmuştur. Hâlbuki bu alanların da hep
birlikte ve birbirlerinden beslenerek ilerlemesi ve vahyin bu bütünlük ile
anlaşılması gerekmektedir. Bugün de bilimsel çalışmalarda aynı bütünlük
içerinde okuma ve anlama çalışmalarının yapılması ve buna dair kurumsal alt
yapıların kurulması, kolektif çalışmaların yapılması gerekmektedir. Zira bu
alanlarda aynı kavramlar, malzemeler kullanılmaktadır. Her bir ilmin alanındaki
bilgiyi diğeriyle bütünleştirmesi ya da diğerinin rahatlıkla kullanabileceği
bütünlükte sunması büyük bir önem arz etmektedir. Bugün sözgelimi bir cami inşa
edilirken bir eser yapılırken bile bilginin bütünlüğü yaklaşımına ihtiyaç, o
kadar açık ve net bir şekilde ortadadır ki. İlmi çalışmalarda ve hayatın bütün
alanlarında bu bütünlüğü sağlamak, bilgiyi bir bütün ve disiplin ile anlamak ve
hayata katmak son derece önem arz etmektedir.