Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


AD-SOYAD: SEDA KESİK              ÖĞR. NU.: 18952705                   TARİH:16.01.2020

9. “Nasıl yaşamalı” sorusunu cevabını nasıl vermeli?

SORUMLU OLDUĞUN KİTAP-MAKALE-VEB SAYFASINDAKİ MATERYALLER ÇERÇEVESİNDE
Tanımlayın: Teori. 
Pratik: Teori-pratik ilişkisini hayattan örnekler vererek nasıl kuruyorsun?

            Nasıl yaşamalı sorusuna en iyi cevap kişinin yaşadığı yere, kültüre, kişiliğe göre verilebilir. Bir kimse dindarsa nasıl yaşamalı sorusuna cevabı “Kur’an ve sünnete uygun” olmalıdır. Bir kimse öğretmense “eğitime gönül vererek yaşamalı” şeklinde olur cevabı. Birisi putperest ise nasıl yaşamalı sorusuna cevabı “putlara hediyeler sunup dilekler dileyerek” olur belki de. Nasıl yaşamalı sorusunun tek bir cevabı olamaz. Bu sorunun cevabı herkese göre değişir. Ben okuyarak, öğrenerek, ibadet ederek yaşamalı derim, bir başkası eğlenerek hayattan zevk alarak yaşamalı der. Başka birine soracak olsak o da buna daha farklı cevaplar verecektir. Dindar olan ve takvaya dikkat eden herkes için nasıl yaşamalı sorusunun cevabında kıstası “Kur’an ve sünnet” ölçüsünde olmalıdır.


0 Yorum - Yorum Yaz

ödev 10    17.01.2021

AD-SOYAD: Mikail AKBOĞA             ÖĞR. NU. : 19922778                   TARİH: 17. 01. 2021

10. Bilginin Bütünlüğü İlkesiyle ve Disiplinler Arası Yaklaşımla Tefsir-Hadis-Fıkıh Tarihleri Müşterek-Mukayeseli Mütalaası

Tefsir tarihi

Hz. Peygamberin tefsiri bir program dahilinde ders veren bir öğretmen tarzında değil, bir takım vesilelerle gerçekleşiyordu ki şöyle sıralayabiliriz; ayet okuyarak, soru sorarak, sözü delillendirmek için ayet okuyarak, sahabilerin sorusuna cevap vererek. Hz. Peygamber Kur’an’ı mücmelin tebyini (ahkam, gayb, yaratılış, kader, kıyamet ve ahlaki konuları içeren ayetler), mübhemin tafsili, mutlakın takyidi, müşkilin tavzihi olarak gerçekleştirmiştir. Hz. Peygamberin Kur’an’dan tefsirinin miktarının bazı ayetlerle sınırlı olduğunu ilk kez dile getiren Gazzali ve Kur’an’ın tamamını içerdiğini ilk kez dile getiren İbn Teymiyye ve onlar gibi düşünenlerin yanı sıra Hz. Peygamberin ne Kur’an ayetlerinin pek azını tefsir ederek meydanı boş bıraktığını ne de tamamını tefsir ederek aklı dondurduğunu söyleyebiliriz. Kur’an karşısında sünnetin beyan ve teşri (Kur’an’da yer almayan konularda Hz. Peygamberin hüküm koyması) olarak iki fonksiyonu vardır. Sünnetin vahye dayalı olup olmadığı hususunda alimlerin çoğu çoğunlukla vahye, kısmen de ictihada dayalı olduğu görüşünü kabul etmektedirler. Kur’an vahyi için vahy-i metluv, sünnet için vahy-i gayri metluv tabirleri kullanılmıştır. Sahabenin tefsiri konusunda Kur’an’ın nüzul ortamını yaşayan sahabe anlayamadıklarını da Hz. Peygambere sorarak öğrendiklerinden tefsir konusunda Resulullah’tan sonra en güvenilir kaynak olmuştur. Ama rey ile tefsire gelince bir kısım sahabi bu şekil tefsire sıcak bakmamış bir kısmı da naklin bulunmadığı yerlerde kendi ictihadlarıyla Kur’an’ı tefsir cihetine gitmiştir. Sahabe tefsirinin merfu haberler niteliğindeki tefsiri bağlayıcı kabul edilmiş ama mevkuf durumundaki tefsiri ise tercih sebebi olmakla beraber bağlayıcı değildir. Sahabe döneminde tefsir, Kur’an’ın tamamını kapsamaz ve tedvin edilmemiştir.

Sahabe tefsirde öne çıkanları; Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mesud, Ubey b. Ka’b, Hz. Ali’dir. Abdullah b. Abbas, hicretten üç yıl kadar önce Mekke’de doğmuş, Hz. Peygamberin vefatında 13-15 yaşlarındaydı ve 70 yaşlarında Taif’te vefat etmiştir. Abdullah b. Mesud, Hz. Ömer zamanında Kufe kadılığı yapmış, bu Hz. Osman zamanında da devam ederken azledilmesinden sonra Medine’ye dönmüş ve 60 yaşını geçkin bir durumdayken vefat etmiştir. Kufe’de tefsir okulunun temellerini atmıştır. Kendi özel mushafını vahiy nazil olurken yazmıştır. Ubey b. Ka’b, Hz. Peygambere vahiy katipliği yapmıştır, Hz. Ömer’in hilafetinde vefat etmiştir. Tefsirdeki rivayetleri;1) Ebu Cafer er-Razi – er-Rebi b. Enes – Ebu’l Aliye – Ubey b. Ka’b, 2) Veki b. Cerrah – Süfyan b. Uyeyne – Abdullah b. Muhammed b. Ukayl – İbn Ubey b. Ka’b – Ubey b. Ka’b olarak gelmektedir. Ali b. Ebi Talib, hicretten 22 yıl önce Mekke’de doğmuştur. Hicri 40 yılında vefat etmiştir, vahiy katipliği yapmıştır, güvenilir üç tariki, 1) Hişam b. Hasan el-Ezdi – Muhammed b. Sirin – Abide es-Selmani – Ali b. Ebi Talib 2) Abdullah b. Abdurrahman b. Ebi Hüseyin – Ebu’t-Tufeyl Amir b. Vasile el-Leysi – Ali b. Ebi Talib 3) ez-Zuhri – Ali b. Zeynelabidin – Hüseyin b. Ali – Ali b. Ebi Talib

Tabiun dönemi ise Hz. Peygamberi görememiş, sahabeye yetişebilmiş olanların dönemidir. Bu dönemde tefsirde medreseler oluşmuştur. 1) Mekke Medresesi; kurucusu Abdullah b. Abbas’tır. Arap şiirini tefsirde kullanmıştır. Talebeleri; Mücahid b. Cebr, İkrime, Said b. Cübeyr, Tavus b. Keysan, Ata b. Ebi Rabah. Mücahid akli tefsir uygulayanların ilki olarak kabul edilmektedir. 2) Medine Medresesi; Medine’nin en büyük alimlerinden olan Ubey b. Ka’b’ın öğrencileri; Ebu’l Aliye, Muhammed b. Ka’b el-Kurazi, Zeyd b. Eslem’dir. Rey ile tefsirde öne çıkan Zeyd b. Eslem’dir. 3) Kufe Medresesi; kurucusu Abdullah b. Mesud’dur. Onun medresesi rey medresesi olarak nitelendirilmiştir. Öğrencileri Alkame b. Kays, Mesruk b. Ecda, Esved b. Yezid, Mürretü’l-Hemedani, Amiru’ş-Şabi, el-Hasan el-Basri, Katade b. Diame. Tabiun döneminin müfessirlerinin çoğu mevalidendir, yani gayr-i Arap unsurlardandı. Böylelikle tefsire farklı sosyal çevre, din, dil ve kültür muhitinden anlayış ve yorum katmışlardı. Bu dönemde ictihadın boyutları genişlemiş, itikadi ve ameli mezheplerin temelleri atılmıştı. Bu dönemdeki tefsirler, kaynak değeri taşımaz, kaynak değeri taşır ve ittifak edilenler kaynak değeri taşır olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemde Kur’an baştan sona tefsir edilmiş, kelimelerin izahına geniş geniş fıkhi açıklamalara, şiirle istişhad metoduna ve israiliyat haberlerine yer verilmiştir. Tefsirde tedvin bu dönemde gerçekleşmemiş ama medreselerle ekolleşme başlamış oldu. Tedvin; bir araya getirmek, toplamak anlamlarındadır. Tefsir ilk olarak hadis ilminin bir kolu olarak tedvin edilmiştir. Kur’an’ı bir bütün olarak baştan sona tefsir eden ilk şahıs Mukatil b. Süleyman’dır. Tedvin döneminin ilk tefsirlerinin ortak özellikleri dilbilimsel tefsirler olmalarıdır.

Tefsir çeşitlerini iki ana başlıkta zikredebiliriz; mevzii ve mevzui tefsirler. Mevzii tefsir; müfessirin Kur’an’daki sure sıralamasını esas alarak her ayeti birer birer açıklamasıdır. İcmali tefsirde müfessir, ayetleri kelimeden hareket ederek literal bir okumayı esas alır, ilahi mesajın ne olduğunu tespit cihetine gitmez. Bu mevzii icmali tefsir iki yaklaşım ortaya çıkarır; sadece lafızları dikkate alan lafzi tefsir, lafızlardan yola çıkarak ilahi iradenin maksadını ortaya koymaya çalışan yorum eksenli tefsirdir. Tahlili tefsirde; nakli ve ictihadi tefsir geleneği yerine göre geniş veya dar anlamda uygulanır, yani lafız ile anlam arasında hassas bir denge vardır. Bunlar rivayet ve dirayet tefsirleridir. Rivayet tefsirlerinin zayıf noktaları; uydurma rivayetlerin tefsire sokulması, rivayetlerin tahkiksiz ve senetsiz nakledilmesi, israiliyata yer vermesidir. Meşhur rivayet müfessirleri ve tefsirleri; et-Taberi / Camiu’l Beyan (her ne kadar rivayet tefsiri arasında sayılırsa da kullandığı kaynaklarda hiçbirşey bulamazsa Arap dili bilgilerine dayanarak yorumlamaya çalışmasıyla, yapmış olduğu tenkid ve tercihlerde dirayet tefsiri özelliği taşır) el-Begavi / Mealimu’t-Tenzil, İbn Atiyye el-Endülüsi / el-Muharraru’l Veciz, İbnü’l Cevzi / Zadu’l-Mesir, İbn Kesir / Tefsiru’l Kur’ani’l-Azim, es-Suyuti / ed-Dürrü’l-mensur. Dirayet Tefsiri; yalnızca rivayetlere bağlı kalmayıp, dil, edebiyat ve çeşitli ilimlere dayanılarak yapılan tefsirdir. Buna rey ve akli tefsir de denilir. Önce rivayet kaynaklarına başvurulur, buradan elde edilen bilgi akıl süzgecinden geçirilir. Buna ek olarak ilm-i mevhibeye de ihtiyaç duyulur. Dirayet tefsirini; ictihadın zan manasına olması ve de ayet, hadis ve sahabe sözlerinden getirilen delillerle izin verilmemesini delil göstererek caiz görmeyenler vardır. Bu ayet, hadis ve sahabe sözlerinin bilgisiz insanlar için geçerli olduğunu ve Muaz b. Cebel örneğini de göz önüne alarak caiz görenler de vardır. Dirayet tefsirinde, öncelikle lugat, sarf, nahiv, iştikak, beyan, bedii, meani, kıraat, usulu-d-din, usûl-i fıkıh, esbâb-ı nüzul, nesih-mensuh gibi ilimlerinin bilinmesi, ön yargılı olunmaması, Kur’an’da kullanılan Arapça’nın bugünkü Arapça olmadığının farkında olunması, kendi şahsı arzu ve isteklerine göre hareket edilmemesi, hususlarına riayet edilmelidir. Dirayet tefsirlerinin öne çıkan isimleri; er-Razi / Mefatihu’l gayb, el-Beyzavi / Envaru’t-Tenzil (eleştirilen yanı surelerin faziletine dair uydurma hadisler içermesidir.), en-Nesefi / Medariku’t-Tenzil (Mutezili Zemahşeri’nin el-Keşşaf’ına karşılık yazılmıştır), eş-Şirbini / es-Siracu’l-Münir (tefsirinde surelerin faziletlerine dair hadis rivayetleri olmakla beraber bunların uydurma olanlarını bildirmiştir, Ebussuud Efendi / İrşadu’l akli-s-selim (surelerin fazileti ile ilgili nakiller bu tefsirde de vardır.) Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (yoğun bir dirayet tefsiridir, kevni ayetlerde Kur’an’ı ilme değil, ilmi Kur’an’a mutabık kılmak gerektiğini söyler, kelami konularda fazla yoğunlaşmamış, mezhepçilik yapmamış, israiliyatı tercih etmemiştir, hadis tenkidinde aynı titizliği göstermemiştir. Mevzui Tefsir; konulu tefsir de denilebilir. Kur’an’daki herhangi bir meseleyi -inanç, toplum, hayat, evren vb.- araştırma konusu yaparak değişik surelerde zikredilen nassları nüzul sırasına göre ele alıp usulüne uygun bir şekilde incelemek suretiyle onun pratik hayata uygunluğunu ortaya çıkarmaktır. Hz. Peygamberin uygulamış olduğu, Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri metodunu çağrıştırır. (Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi)

Hadis tarihi

HADİS TARİHİNDE DÖNEMLER:

• Müstakil Hadis Tarihi çalışmalarının yakın dönemlerde başlamış olması, ileride de görüleceği üzere, hadislerin geçirdiği evre ve dönemler konusunda farklı yaklaşımların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

• Hadis tarihi boyunca görülen gelişmeleri şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:

• Doğrudan anlatım ve uygulama dönemi (Hz. Muhammed dönemi)

• Şifahi Rivâyet Dönemi (Hıfz Dönemi) (Sahabe dönemi)

• Kitabet (Takyîd) Dönemi (Hz. Muhammed ve sahabe dönemi)

• Tedvîn Dönemi (Tabiin dönemi)

• Tasnîf Dönemi (Tebei’t-tabiin dönemi)

• Şerh Dönemi (Tebei’t-tabiin dönemi sonrası)

• Taklit ve Doktrin Dönemi (Güçlü şerhlerin oluşması sonrası dönem)

• Yeni Arayışlar Dönemi (Devam ediyor)

HADİS TARİHİ İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR

• Herhangi bir ilmin doğru olarak anlaşılabilmesi için geçirdiği tarihsel sürecini, usûl ve ıstılahlarını, o ilme katkıda bulunan ilim adamlarını ve literatürünü bilmek gerekir.

• Hadîs tarihi, hadîslerin ilk kaynağı olan Hz. Peygamber'le başlayıp günümüze kadar devam eden yaklaşık onbeş asırlık bir zaman dilimini kapsamaktadır. Bu kadar uzun bir süreyi bir bütün olarak incelemenin zorluğu ise ortadadır. Bu durum ilk dönemlerden itibaren hadîs tarihinin farklı kriterler esas alınarak dönemlere ayrılarak incelenmesini gerekli kılmıştır.

• İbn Sa'd'ın (ö. 230/844) et-Tabakâtu I-kübrası, Halife b. Hayyât'ın (ö. 240/854) Kitâbü't-tabakâf ı gibi konuyla ilgili eserlerde, önceki dönemler "tabaka" esaslı incelenmiştir. Daha sonra hadîs ricali ve hadîs usûlü eserlerinde de aynı yöntem takip edilmiştir. Hadîslerin naklinde ve Hz. Peygamber'e aidiyetini tespitte isnadın son derece önemli olduğunu düşünen ilk dönem âlimleri, râviler arasındaki hoca-talebe ilişkisi ve isnadların ittisalini araştırmada sağlayacağı kolaylığı dikkate alarak hadîs tarihini sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn şeklinde "tabaka"' esaslı ayırıma tâbi tutmuşlardır. Bu anlayış sonraki dönemlerde de devam etmiş ve sözü edilen ilk üç nesil hadîs usûlü eserlerinde ayrı tabakalar olarak incelendiği gibi hadîs tarihinin dönemlere ayrılmasında da belirleyici olmuştur. Bu ayırımın, amacını gerçekleştirmede başarılı olduğu söylense bile sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn dönemlerinde hadîs tarihinin gelişimini ortaya koyması açısından yeterli olduğu söylenemez. Daha sonraki dönemlerde ise "mütekaddimûn" ve "müteahhirûn" şeklindeki yeni bir ayırım yaygınlaşmıştır.

• Bu ayırıma göre yaklaşık ilk dört asırlık dönem "mütekaddimûn", sonraki dönem ise "müteahhirûn" olarak isimlendirilmektedir. Söz konusu iki dönemin ayırıcı özelliği ise gerek hadîslerin gerekse hadîs ilmiyle ilgili bilgilerin nakledilmesinde isnadın kullanılıp kullanılmamasıdır. Buna göre isnadlı bilgilerin bulunduğu ilk dönem "mütekaddimûn", hadîs ve hadîs ilmiyle ilgili bilgilerin isnadsız olarak nakledildiği dönem "müteahhirûn" olarak kabul edilmektedir.

• "Hıfz/ezber", "kitabet/yazıya geçirme", "tedvîn/hadîsleri yazılı olarak toplama" ve "tasnif/ hadîsleri konularına göre ayırma" veya "tesbît", "tedvîn", tasnîf" ve "tehzîb" şeklindeki ayırımlar ise sadece ilk dönemi ve hadîslerin yazılı rivayetinin tarihsel sürecini ifade etmektedir. Hadîs tarihiyle ilgili tabaka/nesil ve literatür merkezli yapılan çalışmaların yeterli olmadığını belirten Mehmet Emin Özafşar ise hadîs tarihinin "oluşum dönemi", "gelişim dönemi", "açılım dönemi", "daralma dönemi" ve "yeni dönem-dönüşüm dönemi" olmak üzere beş ayrı dönem olarak incelenmesi gerektiği görüşündedir.

• Görüldüğü gibi önceki dönemlerde hadîs tarihi hakkında bilgi toplayan eserler bulunmakla birlikte bu konuyu müstakil olarak ele alan çalışmaların varlığı bilinmemektedir. Hadîs tarihi ile ilgili müstakil çalışmalar son derece az ve yenidir. Nitekim hadîs tarihi hakkındaki müstakil çalışmaların yirminci asrın ilk çeyreğinde başladığı görülmektedir. Tespit edilebildiği kadarıyla hadîs tarihi başlığıyla yapılan çalışmaların ilki izmirli İsmail Hakkı'nın Târih-i Hadîs’idir.'' Türkçe'de "hadîs tarihi" başlığı ile ikinci eseri kaleme alan Talat Koçyiğit de hadîs tarihini inceleyen bir kitap telifinin bulunmamasından yakınır.

• Bunların dışında Muhammed Abdülaziz el-Hûlî'nin Miftâhu's-sünne ev târîhu funûni'l-hadîs'ı Ali Osman Koçkuzu'nun Hadîs ilimleri ve Hadîs Tarihi, Abdulfettah Ebû Gudde'nin Lemehât min târîhi's-sünne ve ulûmi'l-hadîs'i, Selman Başaran ve M. Ali Sönmez'in Hadîs Usûlü ve Tarihi, İbrahim Canan’ın Hadîs Usûlü ue Tarihi, H. Musa Bağcı'nın Hadîs Tarihi, ile Ekrem Ziya elÖmerî’nin Buhûs fî târîhu's-sünneti'l-müşerrefe isimli eserleri de hadîs tarihi bağlamında yazılmış eserlerdir. Ayrıca Muhammed Muhammed Ebû Zehv'in elHadîs ue‘l-muhaddisûn ev inâyetü ümmeti 'l-Islâmiyye bi's-sünneti'n-nebeviyye, Muhammed Acâc el-Hatîb'in es-Sünne kable't-tedvîn, ' Muhammed Mustafa elAzami’nin Dirâsât fi'l-hadîsi'n-nebeviyyi ve târîhi tedvînihi, Kemal Sandıkçı’nın İlk Üç Asırda İslam Coğrafyasında Hadis ve Ömer Ozpınar'ın Hadîs Edebiyatının Oluşumu isimli eserleri de özellikle ilk dönem hadîs tarihi açısından önemli çalışmalardır. Söz konusu müelliflerden Talat Koçyiğit, Muhammed Acâc el-Hatîb ve Muhammed Mustafa el-Azamî'in eserleri daha çok hadîslerin yazılı rivayet tarihiyle ilgili ve yaklaşık ilk dört asırla sınırlıdır. Diğerleri ise genellikle hadîs usûlü, literatürü ve hadîs âlimleri esaslıdır. Bunlar arasında Muhammed Ebû Zehv'in el-Hadîs ve'l-muhaddisûn isimli eseri literatür ve hadîs âlimleri merkezli olmakla birlikte hadîs tarihini dönemlere ayırarak incelemektedir.

• Görüldüğü gibi ilk dönem âlimlerinin hadîs tarihini genellikle râvi merkezli "tabaka" veya "mütekaddimûn" ve "müteahhirûn" şeklinde ayırıma tâbi tutarak incelemeleri son dönem çalışmalarını da etkilemiştir. Dolayısıyla son dönemde yazılan eserlerde hadîs tarihi genellikle nesil ve literatür esaslı olarak ele alınmış ve çoğunlukla ilk dört asırla sınırlı kalınmıştır. Söz konusu ayrımlar hadîs tarihinin gelişiminde kişi ve nesillerin katkılarını, rivayet esnasında kullanılan yöntemi ortaya koymakla birlikte siyasî, sosyal ve kültürel şartların etki ve katkısını görmezden gelmektedir. Özellikle İslâm düşünce tarihinde hadîslerin Hz. Peygamber'e aidiyetini tespitten ve yorumlanmasından kaynaklanan sebeplerle oluşan ekollerin hadîs anlayışları ile ilişkileri dikkate alınmamaktadır. Dolayısıyla hadîs tarihi dönemlere ayrılırken gelişimindeki kişi, nesil, siyasî, sosyal ve kültürel şartlar ile ekollerin hadîs anlayışlarını da ortaya koyan bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Hadîs tarihini dönemlere ayırırken ayrıca dönemlerin birbirinden ayırıcı özellikleri de ön plana çıkarılmalıdır. Bu bağlamda hadîs tarihini "Rivayet Dönemi", "Nakil Dönemi" ve "Son Dönem" olmak üzere üç döneme ayıranlar da olmuştur. (Ahmet Yücel, Hadis Tarihi ve Usulü)

Fıkıh tarihi

Fıkhın doğuşundan günümüze kadar geçirdiği değişme ve gelişmelerde bazan kişiler ve nesiller, bazan da siyasî, sosyal ve kültürel şartlar belirleyici rol oynamıştır. Bundan dolayı fıkhın dönemleri Hz. Peygamber, sahâbe, Abbâsîler, Selçuklular, Moğol istilâsından Mecelle’ye ve Mecelle’den günümüze kadarki devirler şeklinde bir sıralamaya tâbi tutulmuştur.

Hz. Peygamber devri fıkıh dönemlerinin en önemlisidir; çünkü vahye dayanan veya vahyin denetimi altında gerçekleşen yasama ve uygulama bu dönem içinde tamamlanmış, dolayısıyla bu devir daha sonraki dönemlere de kaynak ve örnek olmuştur.

Fıkıh tarihinin ikinci dönemi, bir kırılma noktasıyla Hulefâ-yi Râşidîn ve Emevîler şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Her iki dönemde de sahâbe nesli fıkıh açısından belirleyici bir role sahip olmakla beraber siyaset-fıkıh ilişkisi bakımından Emevîler devri hilâfetin saltanata dönüşmüş olması sebebiyle önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir.

Beşinci Halife Hz. Hasan’ın Muâviye lehine hilâfetten çekilmesiyle başlayan ve 132 (750) yılına kadar süren Emevîler devrinde sahâbe nesli zamanla âhirete intikal etmiş ve bunların yerini tâbiîn nesli almıştır. Hz. Ömer’in Kur’an bilgisini yaygınlaştırmak ve ona yabancı unsurların karışmasına engel olmak için yasakladığı hadis rivayeti, ondan sonra sahâbîlerin İslâm dünyasına dağılmaları ve gittikleri yerlerde Hz. Peygamber’den gördüklerini ve işittiklerini nakletmeleri sebebiyle yeniden başladı.

Abbâsîler devri fıkhın olgunluk çağıdır. Bu hânedan, hilâfeti hakkı olana geri vermek ve Hulefâ-yi Râşidîn devrini ihya etmek gibi bir dava ile iktidara talip olduğundan, halifeler görünüşte de olsa hem din hem de dünya işlerinde Allah resulünün halifesi ve müslümanların başkanı sıfatı ile davranıyorlardı. Bunun tabii sonucu olarak din ulemâsının söz, fiil, düşünce ve inançlarıyla da yakından ilgileniyorlardı. Nitekim Ebû Ca‘fer el-Mansûr siyasetine ters düşmeyen âlimlere ihsanlarda bulunmuş, öte yandan verdiği görevi kabul etmediği ve gizlice muhalefeti desteklediği için Ebû Hanîfe’yi kırbaçlatmıştır. Mehdî-Billâh zındıklara karşı çok sert davranmış, onların takip edilerek cezalandırılması için bir daire kurmuştur. Hârûnürreşîd, Ebû Yûsuf’u yargının başına getirmiş ve yanından hiç ayırmamıştır. Me’mûn Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk olduğuna dair bir emirnâme çıkarmış, müt‘a nikâhını münakaşa ettirmiş, cevazına dair emir çıkarmaya teşebbüs etmiştir. Abbâsîler’in bu tutumları bilgi ve uygulama olarak fıkhı da etkilemiştir. Sulama düzeni, vergiler, kanallar, çeşitli divanlar vb. bir yönüyle dinî işlerdi ve bu konuda yapılacak düzenlemelerin şer‘î esaslara aykırı olmaması gerekiyordu. Bu sebeple Ebû Yûsuf el-arâc adlı eserini kaleme almış, diğer müctehidler de çeşitli çözümler ve görüşler ortaya koymuşlardı.

Abbâsîler’in son zamanları ile Selçuklular devri fıkhın duraklama dönemidir. Merkezî otoritenin sarsılması ve birçok İslâm devletinin kurulması, bu devletler arasındaki dostane ve hasmane münasebetler, çeşitli kültürlerin karşılıklı etkileşiminin meydana gelmesi, hak ve bâtıl birçok fikir cereyanının, inanç ve düşüncenin ortaya çıkıp yayılması vb. âmiller, İslâm toplumunda düşünce ve kültür hayatını ve ilmî gelişmeleri hem olumlu hem de olumsuz yönden etkilemiş olmakla birlikte bu dönemde fıkıh ilminde tekâmül grafiğinin yükselmesi durmuş, hatta aşağıya doğru seyretmeye başlamıştır. 

Moğol istilâsından Mecelle’ye kadar süren dönem fıkhın gerileme çağıdır. Hukuk ilmi ve kurumlarının gelişmesinde onu uygulayan yönetim ve devletin rolü önemlidir. Abbâsî ve Selçuklu hâkimiyetine son veren Moğollar, İlhanlı Hükümdarı Gāzân Han’a kadar (1295-1304) devleti Cengiz yasasına göre idare etmişler, halkı şahsî ve dinî işlerinde serbest bırakmışlardır. Halk ve fıkıhçılar belli mezheplere sımsıkı sarılmış, bunları meşrû savunma aracı olarak kullanmışlar, ictihada ve mezhepler arası iletişime kapılarını kapamışlardır.

Mecelle’den günümüze kadar devam eden dönem fıkhın uyanma, canlanma, kanunlaşma çağıdır. Cemâleddîn-i Efgānî ve tâbilerinin başlattığı uyanış ve kalkınma hareketinin programında ictihadın önemli bir yeri vardır. Programa göre yeni bir İslâm dünyası kurulurken ihtiyaç duyulan çözümler ve mevzuat, bir yandan çeşitli fıkıh mezheplerine ait ictihadlardan tercihler yapılarak, öte yandan gerektiği yerlerde ictihad edilerek ortaya konacaktır (Subhî el-Mahmesânî, s. 246 vd.). Fıkıhta ictihad ve tercih hareketi Osmanlı ülkesinde Mecelle’nin tedvinini etkileyememiş, bu kanun Hanefî mezhebinin fetvaya esas olan hükümlerinden derlenmiştir. Ancak hareket, bazı dârülfünun hocaları ile Sırât-ı MüstakîmSebîlürreşâd gibi mecmuaların yazarlarına tesir etmiş, bunlar çeşitli kitap ve makalelerinde ictihadı savunmuşlardır Mecelle’den sonra İslâm dünyasında başlayan uyanış hareketi Türkiye’yi de etkisi altına aldığı için 1917’de hazırlanan aile kanunu (Hukūk-ı Âile Kararnâmesi) birden fazla mezhebin ictihadını ihtiva etmiş, Mısır, Güney Yemen ve Sudan’da yapılan kanunlarda da (Subhî el-Mahmesânî, s. 182-185) bu yol takip edilmiştir. Ancak bu kanunların çoğu acele ile hazırlandığı, gerekli ilmî araştırmalara dayanmadığı, kanun tekniğine göre eksikleri bulunduğu ve kuşatıcı bir bakış açısı içinde bütün İslâm hukukunu ihtiva etmediği için yürürlüğe konduktan bir müddet sonra yeniden ele alınmaları gerekmiş, önemli tâdillere ve eklere ihtiyaç hâsıl olmuştur. (Tdv İslam Ansiklopedisi, Fıkıh Maddesi)

Değerlendirme

Her ilmin nevi şahsına münhasır bir tarihi vardır. İşlemeye çalıştığımız üç disiplinin temel İslam bilimlerinden olması ayrı bir öneme haizdir. Bu ilimlerin doğuş ve tarihteki gelişimleri birbirleri ile eş zaman ve mekanlı olması hasebiyle birbirlerini ciddi anlamda etkilemişlerdir. Özellikle tefsir disiplini hadis ve fıkıhtan onların kendisinden etkilenmesinden daha fazla etkilenmiştir. Bunun sebebi tefsirin ilk dönemlerde hadisin bir alt bilimi olmasından ve fıkhın da normatif bir yapıya sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Birbirlerinden bu anlamda etkilenmeleri bir olumsuzluk olmayıp bilakis daha faydalı sonuçlar doğurmuştur. Özelikle tefsir ilmi Kuran’ın nüzul dönemindeki en sahih anlamına ulaşmada hadis rivayetlerden ciddi anlamda istifade etmiştir.


0 Yorum - Yorum Yaz


ÖMERÜL FARUK ALTUN

TEFSİR.DR  19922783

ESBAB-I NÜZUL 1

TEFSİR-HADİS-FIKIH TARİHLERİ MÜTALAASI

Kur'an-ı kerim Hz. Muhammed (sav)e vahiy yoluyla indirilmiş mushaflarda yazılmış tevatürle nakledilmiş tilavetiyle ibadet edilen bir ilahi kelam olmakla beraber Kur'an ilimlerinin kaynağı da bizzat kendisidir. Çünkü Kur'an'ı Kerim bizzat kendisi, kendisi üzerinde düşünülmesin, anlaşılmasını ve açıklanmasını isteyip, neticede yaşanılır kılınmasını  muhataplarından isteyen bir kitaptır.

Asrı saadette Kur’an’ı bizzat kaynağından öğrenen ashap, anlayamadıkları yeri vahyin kaynağı efendimize sorarak öğreniyorlardı. Sahabeler, Efendimizin  aralarında olmasından dolayı Kur’an'ı tedvine ihtiyaç hissetmemişlerdi. Ancak  Kur’an’ın kitap haline getirilmesi Hz. Ebu Bekir devrinde vücut bulmuştur. Hz. Ebu Bekir döneminde vuku bulan Yemâme savaşında Kur'an'ın nüzulüne tanık olmuş çok sayıda hafız sahabenin şehit olması üzerine, 633 yılında, Hz. Peygamber'in vahiy kâtiplerinden hafız sahabe Zeyd b. Sâbit'e, Hz. Peygamber'in yazdırdığı Kur'an metinlerini, diğer hafız sahabelerin şahitliğine de başvurarak bir mushaf haline getirme görevi verilmiştir. Zeyd b. Sabit, sahabelerle istişare ederek yaptığı titiz bir çalışma sonunda muhtelif malzemelere yazılmış olan Kur'an metinlerini mushaf haline getirmiştir. Kur'an metni tertip edilirken ayetlerin iniş sıraları veya konu bütünlüğü esas alınmamış, baştan beri Hz. Peygamber tarafından öğretilen tilâvet sırasına riayet edilmiştir. Gerek Hz. Peygamber, gerekse dört halife devrinden itibaren, yeni fetihlerle İslam devletinin sınırları Arap yarımadasını aşmıştı. Fethedilen her belde ve bölgeye İslam'ı öğretmek için muallimler, asayişi temin etmek için de valiler görevlendiriliyordu. Resûlullah zamanında Muaz b. Cebel'in Yemen'e, Hz. Ömer döneminde de Abdullah b. Mes’ud' un Irak'a gönderilişi örnek olarak zikredilebilir. Bu şekilde muhtelif şehirlere dağılan sahabe, oralarda ilmî hareketlere başlamıştı. İslam dininin hükümran olduğu beldelerde, sahabe tedris halkaları kuruyor, öğrencilerine Kur'an'dan anladıkları ve Hz. Peygamber’den öğrendiklerini öğretiyorlardı. Bilhassa Müslümanların yaşadıkları bir çok bölgede, fitnenin zuhuruyla ihtilafların artması, görüş ve kanaat farklılıkları neticesinde grupların ortaya çıkması, her grubun, haklılığını ispat etmek için öncelikle Kur'an'a sarılması, bazen yanlış ve bozuk tevillerle halkın yanıltılmaya çalışılması gibi nedenler, sahabeden bazılarının yaptığı üzere, Kur'an'ın tefsiri hakkında ihtiyatlı davranmak ve mesuliyetinden korunmak gayesiyle tabiundan bazılarının da karşı çıkmasına rağmen Kur'an'ın ma'kul ve doğru bir şekilde tefsir edilmesine şiddetle ihtiyaç duyuluyordu. İşte bu ve buna benzer daha başka sebeplerden dolayı Sahabenin ileri gelen âlimlerine müracaat artıyor, onların çevrelerinde Kur’an ve hadis tedris ediliyordu. Bu tedris neticesinde genel olarak "Mevali" adıyla anılan ve Arap olmayan kişiler sahabeden ilim almışlar ve özellikle tefsir alanında temayüz etmişlerdir. Bu kimseler, eski din ve kültürlerinin de belli ölçüde tesiri altında kalarak, İslamiyet’i Araplardan farklı bir biçimde anlamışlar, bu anlayış farkları yüzünden tefsirde önemli hareketlerin başlamasında etkin rol oynamışlardır. Tabiun, Kur’an’ı bir taraftan sahabelerden devraldıkları tefsir mirasına dayanarak rivayet yöntemiyle aktarıyor, diğer taraftan da dirayet metodunu kullanarak akli çıkarımlarda bulunuyorlardı. Tabiin de sahabeler gibi Kur’an’ın   tefsirinde önemli hizmetler yapmışlardır. Kur’an'ın kıraati konusunda ortaya çıkan sorunlardan dolayı Kur'an ilimlerinden ilk olarak Kur’an’ın noktalanması ve harekelenmesiyle başlayan bu ilmi çaba diğer Kur’an ilimleri ile devam etmiştir.  Hz. Osman döneminde, İslam coğrafyasının genişlemesi dolayısıyla farklı bölgelerde Kur'an ayetlerinin farklı şekillerde okunması, ihtilaflara sebep olmuştur. Halife muhtemel karışıklıkları gidermek yine Zeyd b. Sâbit'in başkanlığını yaptığı bir komisyon kurmuş nihayetinde biri Medine’de kalan birkaç tane daha Mushaf yazılıp İslam beldelerine gönderilmiştir.  Bu sayede Kur’an’ı daha önceki ilahi kitapların başına gelen tahrif ve tebdilden korumuştur. Bugün elimizde bulunan mushaflar işte bu mushafa dayanmaktadır.

Hadis, Hazreti Muhammed (s.a.v) in 23 yıllık süreçte Kur'an'ın anlaşılması ve yaşanması için yaptığı bütün açıklama, söz, fiil ve takrirlerinden oluşan sünnet malzemesidir. Elde bulunan tefsire dair bütün rivayetler özellikle esbab-ı nüzule dair olan dökümanlar hadis kaynaklarından temin edilmektedir. Özellikle Kur'an'ın indiği dönemi anlamak için en önemli kaynak hadisdir. Erken dönem müfessirleri rivayet merkezli tefsirlerini oluştururlarken hadis rivayetlerinden faydalanmışlardır. Bugün de Kur'an'ın bağlamsal anlamını tespit edebilmek için esbab-ı nüzul rivayetlerine ihtiyaç vardır ve bunlarda hadis külliyatlarında  bulunabilir.

Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber'e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul denir.

Esbabı nüzulün bilinmesi konusuna gelince; bu ilmin bilinmesi ancak sahih nakillerle mümkündür. Sadece işitme ve görme ile anlaşılabilir ki bu da sahabe tarafından bize nakil olarak gelmiştir. Ancak bu rivayetlerden faydalanılmasının çok fazla katkıları olmakla beraber bir takım olumsuz sonuçları da bulunmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçları;

1) Yorum zenginliğine engel olması

2) Kur'an-ı Kerim'in evrensel hedefi olan Kur'an-insan-hayat bütünleşmesini önlemesi

3) Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğünün dikkate alınmaması

4)Siyak-sibakın göz önünde bulundurulmaması, tefsirde problemlere neden olmaktadır.

      Tefsir rivayetlerini eserlerinde nakleden tefsircilerin birçoğu ilmi yeterliliklerine salah ve takva ehli olmalarına rağmen zayıf, garip, münker ve İsrail'i bir çok hadis zikr etmişlerdir. Hatta uydurma hadis naklettikleri olmuştur. O halde âlimlerimizin bir tefsir haberini kitaplarında rivayet etmiş olmaları her zaman o rivayetin doğru olduğuna delil teşkil etmemelidir. Kuran'ın anlaşılması konusunda esbab-ı nüzul rivayetlerinin değerlendirilmesinde yeni bir usul takip edilmelidir. Böylece tefsir kitaplarında kalmaya hakkı olmayan pek çok rivayet temizlenmiş olacak ve Kuran'daki bir ayeti anlamak için tefsir kitaplarına bakan kimseler onlarla karşılaşıp hiçbir esası olmayan haberlerle meşgul olmaktan kurtulacaklardır.

Tüm İslami ilimlerin kaynağı ve dayanağı Kur’an-ı Kerim’dir. Tefsir, hadis vb ilimlerin teşekkülünden önce Kur'an-ı Kerimdeki ayet, sure ve kavramların hukuki, kelami veya başka bir alanla ilgili olup olmadığını usulü fıkıh belirlemekteydi. Ancak ilimlerin yaygınlaşıp teşekkül etmesinden sonra usulü fıkıh daralma yaşamıştır. Kuranın anlaşılmasında daha çok Tefsir, peygamberin hadislerinin anlaşılmasında Hadis usulü ve Kur'an’daki itikadi hususlarda Kelam gelişmiştir. Bu süreçte de fıkıh usulü Kur'an’daki hukuki ayetleri daha çok inceler hale gelmiştir. Bu ilim dalları ayetleri incelerken öncelikle Kur’an’a ardından Hz. Peygamber’in açıklama ve uygulamalarına başvururlar. Hadis ilmi de Hz. Peygambere ait olan söz, fiil ve takrirleri tespit ederek Kur’an’ın anlaşılmasında ilk ve en güvenilir kaynak olan sünneti ortaya koymayı amaçlar. Bununla birlikte Kur’an’ın doğru anlaşılması ve yorumlanmasında hadis ilmi, Kur’an’ı farklı yönleriyle inceleyen tüm İslam bilimlerini doğrudan etkileyen bir kaynak durumundadır. Tefsir ilmi ise; Kur’an’ı Kerimi daha açık ve onun muradını (Murad-ı İlahiyi) ne demek istediğini açıklamaya çalışan bir ilimdir. Burada dikkat edilmesi gereken bir hususu ifade etmek uygun olacaktır, bilginin bütünlüğü için Kur'an ya da dini bir metni literal/ lafızcı okumak değil; tefsir, fıkıh, hadis gibi İslami ilimlerle; metnin oluştuğu, meydana geldiği dönemdeki dil, kültür bilgisi ile beraber okumak daha isabetli olacaktır. Ayrıca günümüzde bilgi bütünlüğünü sağlamanın belki de en sağlıklı yolu; değişik ilim ve bilim dallarında branşlaşmış ilim adamlarının bir araya gelmeleridir. Bu da kollektif çalışmak suretiyle mümkün olabilir.

Son kertede önemli olan bu ilimlerin amacının Kur’an’ı doğru anlamak ve doğru açıklayıp insanların hem dünya hem de ukba saadetlerine vesile olup rızayı ilahiyi kazanmak olduğudur. Bu nedenle bu ilimlere klasik ulema tarafından ilm-i aliye ismi verilmiştir.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


RAMAZAN ÜNSAL (19922782) DOKTORA ESBABI NÜZUL

X.  ÖDEV:  MUKARENELİ TARİH OKUMALARI (BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ)

Hadis kavramı kadim ve eski kavramlarının karşıt anlamına gelen yeni manasına gelir. Bu kavramı ilk kez konuşulan söz anlamında Peygamber efendimiz söylemiştir. Âlimler, hadis teriminin kapsamını daha da genişleterek sahâbe ve tâbiînin şahsî beyan ve fetvalarını da bu kapsama almışlar, Hz. Peygamber’e ait olan hadislere merfû, sahâbeye ait olanlara mevkuf, tâbiîne ait olanlara da maktû adını vermişlerdir. II. (VIII.) yüzyıldan itibaren hadisi ifade etmek üzere kullanılan terimlerden biri de ilimdir. İlk dönemlerde ilim kelimesinin kapsamına Kur’an, hadis ve fıkhın girdiği, fakat sonraları ilim sözüyle daha çok hadisin kastedildiği anlaşılmaktadır Hadis Tarihi’nin amacı, hadis metinlerini doğru anlayabilmek ve yorumlayabilmek için, hadisin tarihi geçmişini ortaya koymaktır. Bu tarihi geçmiş içerisinde yaşananlar, hadis malzemesinin başından geçenler ortaya konmalıdır ki, hadis metinlerinin doğru ve sağlıklı bir şekilde anlaşılabilsin yöntem, modern tarih, sosyal tarih, kültürel tarih, siyasal tarih incelemelerinde olduğu gibi, aynı veya benzer metotların kullanılmasıdır. Doğrudan anlatım ve uygulama dönemi (Hz. Muhammed dönemi)  Şifahi Rivâyet Dönemi (Hıfz Dönemi) (Sahabe dönemi) Kitabet (Takyîd) Dönemi (Hz. Muhammed ve sahabe dönemi) Tedvîn Dönemi (Tabiin dönemi)  Tasnîf Dönemi (Tebei’t-tabiin dönemi)  Şerh Dönemi (Tebei’t-tabiin dönemi sonrası)  Taklit ve Doktrin Dönemi (Güçlü şerhlerin oluşması sonrası dönem)  Yeni Arayışlar Dönemi olarak hadis tarihi dönemleri ayrılmıştır. Hadis tarihi de fıkıh tarihide tefsir tarihi de peygamberimizle birlikte başlayıp günümüze kadar gelmektedir. İlk dört asırlık dönem "mütekaddimûn", sonraki dönem ise "müteahhirûn" olarak isimlendirilmektedir. İlk dönemde senet olmakla birlikte müteahhirun döneminde senet kaldırılmıştır. Rivayet dönemi: Hz. Peygamberden yaklaşık hicrî beşinci asrın sonlarına kadar geçen süreyi kapsamaktadır. Nakil dönemi: Hicrî altıncı asırdan miladî XVIII. asrın başlarına kadar geçen süreyi kapsamaktadır. Fıkıh ilminin başlangıç dönemi üç ana başlık altında ele alınır. Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemi, Sahabe dönemi ve Tabiîn dönemidir. İslam Hukuku’nun doğuşu Peygamberimiz ’in (s.a.v) hayatta olduğu zamanı kapsar. Bu dönemde vahiy gelmekte, hükümler yeni yeni ortaya konmaktadır. Fayda sağlayan şeyler emredilmiş, zararlı şeyler yasaklanmıştır. Bu dönemde hükümlerin kaynağı, Kitap ve Sünnet ’in ortak adı olan nasslardır. Hz. Peygamber dönemi fıkhı, kolaylık, teşri, tedrîc ve nesh ilkeleri çerçevesinde şekillenmiştir: Kolaylık: İnsanın gücünü aşan bir şey İslam’da emredilmemiştir. Teşri: Bu dönemde teşri yani hüküm koyma kaynağı Allah ve Resulüdür. Allah Teâlâ'nın hakkında hüküm bildirmediği konularda peygamberimiz de müstakil hüküm koyabilir. Tedrîc: Tedrîc son hükme varmak için basamak basamak ara hükümler koyup sonunda esas hükmü ortaya koymaktır. Nesh: Nesh daha önce konmuş bir hükmün sonraki yeni hükümle ortadan kaldırılmasıdır. Sahabe Dönemi Hz. Peygamberin vefatı ile başlayıp ikinci asrın başına kadar olan zamanı kapsar. Fetihlerin artması, İslam beldelerinin sınırlarının genişlemesi, farklı kültürler, yaşam şartları yeni problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu çıkan problemlere Hz. Peygamber (s.a.s)’in vefatından sonra sahabe, Kur’an ve sünnette çözüm bulamazsa öğrendikleri istişare ve içtihat metoduyla anında çözüm üretebiliyordu. Tâbiîn Dönemi Sahabilerin yetiştirdikleri talebeler tabiin neslinin âlimleri olmuşlardır. Çıkan problemlere bir takım usul ve kaideler belirlemişler ve çözümler üretmişlerdir. Kendilerine has metotlarıyla bazı tabiilerin (ör. Ebu Hanife, İmam Malik) isimleri öne çıkmıştır. Bu dönemde iki fıkıh merkezi ön plana çıkmıştır: Hicaz (Medine) ve Irak (Kufe). Hicazlılara Ehl-i Eser, Iraklılara Ehl-i Rey denilir. İçtihat, fakihin herhangi bir şer‘î hüküm hakkında zannî bilgiye ulaşabilmek için bütün gücünü harcaması” anlamındadır. İçtihat ehliyetine sahip olan âlime müçtehit denir. Fıkıh literatüründe fakih ve müftî de benzer anlamda kullanılır. Mezheplerin Oluşum Dönemi Birçok ayette Peygamberimize ‘’sana soruyorlar, senden fetva istiyorlar’’ gibi ifadeler yer almaktadır. Bu ve benzeri sorulara vermiş olduğu cevaplar ‘Fıkh’ın ilk örneklerini oluşturur. Fıkıh İlminde Mezhepler Sonrası Gelişmeler Kanunlaştırma döneminden önce istikrar dönemi yaklaşık olarak 925 yılından başlar, 1869 yılına kadar devam eder. Bu zaman diliminden önce mezhepler oluşmuş, müessese olarak kuruluşunu tamamlamış, usulü ve ilkeleri ortaya konmuş, hem âlim yetiştiren hem meselelere çözüm getiren, istikrarlı araştırma merkezleri hâline gelmiştir. 19 yüzyıl ve 20. yüzyılın başları, fıkıh tarihinde kanunlaştırmanın yapıldığı dönem olarak dikkat çeker. Bu dönemdeki en meşhur kanunlaştırma faaliyeti Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye isimli çalışmadır.

Hz. Peygamber’in Yaşadığı Dönemde Tefsir: Arapça olarak indirilen Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz tarafından anlaşılmış ve sahabeye ak­tarılmıştır. Peygamberimiz indirilen ayetler hakkında zaman zaman açıklamalar da yapmıştır. Hz. Muhammed’in peygamberlikle ilgili üç temel görevi; kendisine indirilen vahyi insanlara iletmek (tebliğ), vahyi açıklamak (tebyin) ve kanun ve hüküm koymaktır (teşri). Bu nedenle Kur’an’ın tefsiri Peygamberimiz’le başlamıştır. Çünkü Peygamberimiz, vahyin ilk muhatabıdır. Kur’an, Peygamberimiz’e indirildiğinden onun en iyi ve en doğru açıklamasını da o bilmektedir. Sahabe Döneminde Tefsir: Kur’an, Peygamberimize sahabenin yaşadığı ortamda ve onların konuştukları dilde peyderpey nazil oluyordu. Bu nedenle sahabenin büyük çoğunluğu hangi ayetin nerede, nasıl, ne hakkında ve hangi sebeple nazil olduğunu biliyordu. Hatta ayetlerin indirilmesine neden olan olayların içinde yaşıyorlardı. Kur’an’ın ilk muhatapları olarak Kur’an’ın okunması, ezberlenmesi, yazılması, açıklanması, anlaşılması ve uygulanmasında Peygamberimiz ‘in yürüttüğü tüm faaliyetlere bizzat katılmışlardı. Anlayamadıkları bir ayeti doğrudan Peygamberimize sorup dinliyorlar. Sahabeler ayetlerin genel manasını vermekle yetinmişlerdir. Sahabe döneminde ahkâm ayetlerinden az sayıda hükümler çıkarılmıştır. Bu dönemde sebebi nüzule ağırlık verilmiştir. Sadece kısa yorumlar yapılmıştır. Müteşâbih ayetler üzerinde durmamışlardır. Ayetlerin tefsirinde Peygamberimizin sünnetinden gördüklerini ve hadislerinden doğrudan duyduklarını aktarmışlardır.

Tabiin Dönemi Tefsiri: İbn Abbas’ın öğrencileri Said b. Cübeyr, Mücahid ve İkrime gibi tabiînin önde gelen müfessirleri nakle (hadise) dayalı rivayet yöntemini esas alan “Mekke ekolü”nü, Ubey b. Ka’b’ın öğrencileri, Zeyd. b. Eslem ve Muhammed b. Ka’b el Kurazî gibi tabiîler ise “Medine ekolü”nü oluşturdular. İbn Mesud’un öğrencileri İbrahim en Nehaî, Muhammed b. Sirin ve Hasan el-Basrî gibi tabiinin önde gelen müfessirleri ise nakil yanında reye dayalı dirayet yöntemini kullanan “Kûfe ekolü”nü oluşturdular. Tefsirin Tedvin Dönemi: Toplamak, kaydetmek, yazıya geçirmek anlamındaki tedvin; “rivayet yoluyla hafızadan hafızaya nakledilen ve çeşitli yazı malzemeleri üzerinde dağınık hâlde bulunan tefsirle ilgili söz ve metinleri toplamak, düzenli bir şekilde yazıya geçirerek tefsir kitaplarını oluşturmak” anlamına gelir. Buna göre tefsirin tedvini denilince Kur’an tefsiriyle ilgili rivayetlerin düzenli bir şekilde kitaplarda toplanması anlaşılır. Sözlü Rivayet Dönemi: Peygamberimiz ve sahabenin dönemindedir. Sözlü kültürün daha yaygın olduğu Peygamberimiz Dönemi’nde Kur’an’la karışması ihtimali nedeniyle Kur’an dışında genellikle başka bir şey yazılmamıştır. Tefsirin Kitabeti Dönemi:Peygamberimiz Dönemi’nde yazılmış az sayıdaki hadis sahifeleri ve muhaddislerce ezberlenen hadisler çeşitli mecmualarda toplanılmaya başlandı. Bu hadis mecmualarının bazı bölümleri ayetlerin tefsirleriyle ilgili olduğundan hadis kitaplarında “kitabu’t-tefsir” olarak adlandırıldı. Tedvin Dönemi: Tabiin döneminin sonlarında başlamıştır. Bu dönemde tefsir rivayetleri, hadis kitaplarının birer bölümü olmaktan çıktı. Kur’an’ı baştan sona tefsir eden bağımsız tefsir çalışmaları kitaplarda toplanmaya başlandı. Bu anlamda Kur’an-ı Kerim’i baştan sona tefsir eden ilk yazılı kitap, Mukâtil b. Süleyman (öl. 150/767)’ın “Kitabu’t-Tefsiri’l- Kebir”idir. Mukâtil’in tefsirinde kelimelerin farklı anlamları, ilk dönem kıraat farklılıkları verilmiş, sebeb-i nüzul, tarihî haberler ve şahıs isimleri çokça nakledilmiştir.

Hemen hemen her disiplinde başlangıç olarak peygamber efendimiz zamanından başlatılmış. Her disiplin kendi konu alanına göre tarih dönemlerini açıklayıp ele almışlardır. Özelikle de hadis tarihiyle tefsir tarihinin iç içe olduğu görülmektedir. Hadis kitaplarında kitabu’t-Tefsir bölümlerinin olması tefsir rivayetleri ve değerlendirilmeleri açısından önem arz etmektedir. Fıkhı konularda da fıkıh tarihinin sunduğu bilgiler her disiplinin kendi konu alanıyla ilgili değerlendirmelerinde ışık tutmaktadır. Bu üç disiplinin tarihini okuduğumuzda her birine ait konuların daha iyi açıklanmasında, aydınlığa kavuşturulmasında alan uzmanlarının birbirleriyle tesanüt üçerinde olması elzemdir. İçtihatlarda kıyasta hükümlerinin illetlerinin bilinmesinde nüzul sebeplerinin bilinmesi kaçınılmazdır.


0 Yorum - Yorum Yaz


Mustafa Yılmaz; 19911780; Doktora

Tefsir Tarihi:
A.Tefsirin Konusu ve Amacı
Kuran’ın gerçeklerini ortaya çıkararak insanlığa hidayet yolunu açık ve net bir şekilde gösterip,dünya ve ahrette onların mutluluğunu sağlamaktır.

B.Tefsirin Gerekliliği
1)Hz.Peygamber’in ahirete irtihal etmesiyle sahabenin Kuran’ın anlamaya yönelik imkanlarının ortadan kalkmış olması
2)Kuran’ın bazı ıstılahlarıyla kelimelere yeni anlamlar kazandırması

3)Müteşabih ayetlerin olması
4)İsmi işaretler,ismi mevsuller ve zamirlerle işaret edilen şahısların müphem oluşu,zahiren birbiriyle çelişen müşkil nasların varlığı,kısa ifadelerin delaletlerinin açık olmaması yani mücmel ifadelerin yer alması
5)Kuran ‘ın şahsi ve toplumsal alanda hükümler koyması
6)Kuran’da yer alan mecaz,kinaye,istiare,teşbih gibi  sanatlar
7)Kevni (kozmolojik) ayetler
8)Kuran’da konuların dağınık bir şekilde her yerinde olması
9)Kuran’ın Arapça olarak gönderilmesi


TEFSİRDEKİ FARKLILIKLARIN SEBEPLERİ
Peygamberimiz’in vefatıyla beraber tefsirde  sıkıntıya düşülen konularda başta yine Kuran’a daha sonra Rasulullah’ın sünnetine başvuruyorlardı. Ancak bu ikisinde tefsirle ilgili malzemeye ulaşılmadığında sahabe rey ve ictihadla kastedilen manaya ulaşmaya çalışıyordu.Bunun sonucu olarak ashab devrinden itibaren tefsirde ihtilaflar başladı.
A.Kıraat İhtilafları
B.Çok Anlamlılık
C.Itlak-Takyid Anlayışı
D.Umum-Husus İhtilafı
E.Mensuh-Muhkem İhtimali
F.Seleften Farklı Rivayetlerin Gelmesi
G.Mezhep taraftarlığı
H.Tefsirde Dirayet ve Rivayet Olgusu


TEFSİRİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ
A. Hz.Peygamber’in Tefsiri
Bir yandan vahyedilen bölümleri okuyor diğer yandan manası açık olmayan hususları açıklayarak teybin ediyordu
Hz.Peygamber’in Kuran’ı Tefsir Yöntemi
a.Mücmelin Tebyini
b.Mübhemin Tafsili

c. Mutlakın Takyidi
d.Müşkilin Tavzihi

4.Sünnetin Kuran Karşısındaki Fonksiyonu ve Değeri

B. Sahabe Tefsiri
Kuranı baştan sona tefsir etmemişlerdir.Yaptıkları açıklamalar yalnız garip,mübhem,müşkil ve mücmel lafızlarla sınırlıydı.
Yöntemleri ayeti ayetle,sünnetle ve esbab-ı nüzul ile açıklamaktı.
Sahabeler arasında zaman zaman bir kısım ihtilaflar çıkmıştı ama bunlar tezat ihtilafı değil tenevvü ihtilafı idi.
Ahkam ayetlerini geniş bi tahlile tabi tutarak hüküm istinbatında bulunmamışlardır.
Henüz bu dönemde tefsir tedvin edilmemişti,beyanlar şifahi nakil yoluyla devam ediyordu.

C.Tabiun Tefsiri
Bazen son şık da olsa ehli kitap görüşlerine yer vermişlerdir.
Tefsir medreseleri açılmıştır.

-ihtilafların artması
-mensubu olduğu görüşü savunmak için Kuran’dan referans alma çabaları
-bir takım yanlış ve bozuk te’villerin ortaya çıkması

II.TEFSİRİN TEDVİNİ (Yazılı Nakil Dönemi)
Tebe-i tabiin döneminde yavaş yavaş tedvin asrına girilmiştir.
Tedvinin daha önce başlamama nedenleri :
Sahabelerin Kuran’dan başka bir şeyin yazımıyla meşgul olmamaları

Yazı malzemelerindeki zorluk ve sıkıntılar
ilk zamanlar tefsir müstakil kitap olabilecek kadar hacimli değildi. Muhaddisler hadisleri tedvin amaçlı beldeleri dolaşırken tefsirle ilgili merfu ve maktu haberleri toplamışlardır.


Fıkıh Tarihi:

I. FIKIH  MÂNASI:

Bir şeyi en derininde anlamak ve kavramak ayrıca; söyleyenin maksadını da içine almasıdır.

Hz. Peygamber Devri

Bu devre icinde vahye dayanan teşri faaliyeti tamamlanmis ve sonraki devirlere temel teskil etmistir.

Mekke devrinde fikih hükümleri hem azdir, hem de umumi ve külli bir karakter arzetmektedir.

Medine devri; Medine islam devletinin yeni merkezi olmustur. Böylece bu genc devletin toplumsal hayatini ve siyasetini düzenleyen kaidelere ihtiyac vardi. Bu baglamda teşri bu alanlara yönelerek bir düzenleme ortaya koymustur.  Bu devrin fikhi özellikleri sunlardir:

a) Tedricilik:  Kur`an bir anda indirilmemistir. Islam`in binasi basamak basamak tamamlanirken daha kolayca anlasilmasi saglanmistir.

b) Kolaylik: Kur`an da Allah`in güclük cikarmak istemedigi, kolaylik ve hafiflik istedigi acikca ifade edilmistir. Rasulullah ( S.A.V) „Kolaylastirin, zorlastirmayin, sevdirin, nefret ettirmeyin“ buyurmustur.

c) Nesih: Nesih daha sonra gelen bir hükmün önceki hükmü kaldirmasi manasina gelmektedir. Nesih sünni cogunluk tarafindan kabul edilmistir.Suyuti gibi alimler nesih ayetlerin sayisini 20 ye cikarmistir. Fakat nesih ancak Rasulullah hayatta iken söz konusu olabilecek bir olaydir.

Hz. Peygamber ve Ashabin ictihadi

Rasulullah`in ictihad edip etmemesi tartisilmistir. Bazilarina göre onun dedigi hersey vahye dayanir ve böylece ictihada ihtiyac yoktur. Diger bir kisim alimlere göre ise Sünnetin bir kismi hem manasi hem de sözleri ile Rasulullaha aittir, yani onun ictihadidir.

Mesela: Bedir savasinda alinan esirlere yapilacak muamele hakkinda bir vahiy gelmemisti. Hz. Peygamber meseleyi ashabiyle istisare etti. Hz. Ebu Bekirin fidye karsiliginda serbest birakilmalari fikrini kabul etmistir. Fakat bu ictihadin hatali olduguna dair ayet inmistir.

Ashabin ictihadina dair misal: Yolculukta su bulamayan iki sahabi teyemmüm ederek namazlarini kildilar. Biraz gidip su bulunca, birisi abdest alip namazi yeniden kildi. digeri ise yeniden kilmadi. Rasulullah ise ikisinin tavrini tasvip etmistir.

HULEFA-I RASIDIN DEVRI:

Hüküm Kaynaklari:

Önce KURAN sonra SÜNNET ve bu ikisinde bulamazlar ise REY ICTIHADINA basvuruyorlardi,

Istisareye, Sura Ictihadina basvuruyorlar, ICMA

Bu devirde REY: Kitap ve Sünnetin aciklamadigi hükümleri, naslarin ve Islami prensiplerin isigi altinda hükme baglamaktir.

Istihsan, istislah, kiyas vb. metodlar bu devirde REY ismi altinda uygulaniyordu.

Sahabe devrinde Hüküm ve Ictihad PRENSIPLERI

Sahabe vardiklari hükümleri kesin telakki etmemis, Kuran ve Sunnete nisbet eylememis, Kuran ve Sünnete dayanan hükümlerden Ayirm konusunda son derece titizlik göstermislerdir.

EMEVİLER DEVRI

Emevilerin zamani icerde isyan ve karisiklarla mucadele, disarda ise yeni ulkeler fethetmekle gecmistir.

ABBASİLER DEVRINDE FIKIH:

Bu devirde fıkhın sâhası genislemis, fikih inkişaf etmistir.

 

 Hadisin Tarihi:

• İslamiyeti tebliğ etmeye başladığından itibaren Hz. Peygamberin özellikle dinle ilgili söz ve fiilleri müminler tarafından dikkatli bir şekilde izlenmiş, öğrenilmiş, uygulanmış ve başkalarına da aktarılmaya çalışılmıştır.

•  Kuran'da, Hz. Peygambere itaat ve onu örnek alma konusunda yapılan vurgu doğrultsunda Hz. Peygamberin arkadaşlarının ona samimi bir inançla bağlanmaları ve her konuda onu kendilerine örnek almaları amaca ulaşılmrası için yeterli olmuştur.

Hz. Peygamberin hadis yazımım yasakladığına dair yaygın bir rivayet kitaplarımızda yer almakla beraber, yapılan bazı araştırmalarda, bu rivayetin zayıf olduğu veya rivayet eden sahabinin görüşü olduğu halde yanlışlıkla Hz. Peygambere atfedildiği ifade edilmiştir.

• Hz. Peygamber devrinde bazı sahabiler, Hz. Peygamberden duyduklarını yazmışlar ve böylece ilk hadis belgeleri olarak bilinen hadis sahifeleri oluşmuştur. Ancak sistematik ve düzenli bir hadis yazımı bu dönemde görülmediği için hadislerin büyük çoğunluğu ezber yoluyla ve sözlü olarak bir sonraki nesle aktarılmıştır.

Hz. Peygamber hayattayken, sahabe karşılaştığı problemleri ona soruyor ve çözümlerini

öğreniyordu. Onların yeni dini hükümleri öğrenme yolundaki bu arzuları, hadis ve sünnetin çoğalıp gelişmesini sağladı.

Peygamberin vefaatıyla birlikte başlayan ikinci dönemde de sahabe hadis ve sünnet

çoğalıp gelişmesini sağladı.

•  Hz. Peygamberin vefaatıyla birlikte başlayan ikinci dönemde de sahabe hadis ve sünnet konusunda titiz davranmaya devam ettiler. Örneğin, Hz. Ömer. Hz. Peygamberinin söz ve uygulamalarının ehil olmayan kimselerce istismar edilmesini önlemek için gelişigüzel hadis rivayet edilmemesini istiyordu.

•  Hz. Peygamberinin vefaatından sonra onun eşi Hz. Aişe de birçok hadis rivayet etmiş, bazı sahabiler onun rivayetlerini yazmışlardır.

Tabiin döneminde Öncelikle hadis tedvininden bahsetmek gerekir. Tedvin, sözlü ve yazılı olarak nakledilen hadisleri bir araya toplama çabasıdır.

•  Hadislerin tedvininden sonra tasnif aşamasına geçilmiştir. Tasnif (sınıflandırma) daha önce karışık olarak bir araya getirilen (tedvin) hadislerin konularına veya ravilerine göre ayrılarak kilaplarda toplanmasıdır.

•  Hadislerin tasnifinde başka bir yöntem daha görülmektedir. Bu da hadisleri konularına göre değil, genellikle ilk ravilerine, yani sahabilere göre bir araya toplamaktır.

Sahabi ravılerce nakledilen rivayetlerin, konuları dikkate alınmaksızın, onların adlan altında toplanmasıyla oluşturulan hadis eserlerine 'müsned' adı verilir.

•  Hadis kitaplarının son şeklini aldığı hicri 3. miladi 9. asır hadis tasnifinin altın çağı olarak kabul etmektedir. Gerçektende daha sonra gelen alimlerce en güvenilir hadis kitapları olarak kabul edilen ve bu dönemde derlenen altı eser (el kutubu's-Sitte) günümüze kadar islami ilimlerin Kur'an'dan sonraki temel kaynaklan olmuştur.

Hadislerin şerhi önceleri, içlerinde yer alan. güncel dilde çok kullanılmayan bazı kelimelerin açıklanması şeklinde başlamış ve bu konuda özel sözlükler hazırlanmıştır. 

 

Genel Değerlendirme:

Bilim tarihine genel hatlarıyla baktığımızda geçmişte yaşamış ilim adamlarının, günümüzde olduğu gibi kendisini yalnızca tek bir alanda yetiştirip, sadece o alanda yetkin olmadığını müşahade ederiz. Bu alimler günümüzdekinin aksine, birçok alanda söz sahibi olacak kadar bilgi sahibi idiler.

Günümüz tasnifinde yer alan ilimlere baktığımızda, hiçbir ilmin diğerninden tamamen ayrı ve bağımsız bir özellik teşkil etmediğini fark ederiz. Tefsir, hadis ve fıkıh adeta iç içe gelişmiştir. aralarında kesin sınırlar yoktur. Her birinin doğuşu ve gelişimi birbiriyle etkileşim içindedir. Erken dönem tefsir usulü ve tarihi, hadisin önemli bir parçasıdır. Bunun en bariz örneğini hadis kitaplarımızdaki "tefsir rivayetleri" bölümünde görmekteyiz.

Fakat zamanla bu birliktelik ortadan kalkmış ve tedvin dönemi ile birlikte günümüz ilim tasnifi oluşmaya başlamıltır.

Gerek tefsir, gerek hadis, gerekse fıkıh tarihine baktığımızda bu ilimlerin önderleri aynı şahıslar olduğu dikkatlerimizi çekmektedir. Örneğin Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel; kur'an, tefsir, kıraat, hadis ve fıkıh ilimlerinde söhret bulmuşlardır.

İslam dininde bilimler her ne kadar tefsir, hadis, kelam, fıkıh vb. gibi farklı alanlara ve branşlara ayrılsa da öz ve esas olarak aynı temele dayanmaktadırlar. İslamiyet içerisinde gelişen bütün ilimler kur'an'ı merkeze alarak, onun çerçevesinde, ona göre gelişmişleridr. Kur'an ilahi kökenli olması hasebiyle mü'minler için kesin bilgi ifade eder. 


0 Yorum - Yorum Yaz


AD-SOYAD: Muhammed SAQAAN         ÖĞR. NU.:  20922734              TARİH: 17.01.2021

10.  Ödev: Bilginin Bütünlüğü İlkesiyle ve Disiplinler Arası Yaklaşımla Tefsir-Hadis-Fıkıh Tarihleri Müşterek-Mukayeseli Mütalaası.

A. TEFSİR TARİHİ

         Allah'n kitabı, alemlerin Rabbinin, tüm evrenin Yaratıcısının sözleridir. Bu kitap Müslümanlar için bir rehberdir ve onları dosdoğru yola yönlendirir. Cenab Allah, Kuran'dan yararlanabilmek için Müslümanlara bu Kuran'ı incelemelerini, okumalarını, dinlemelerini, düşünmelerini ve anlamalarını emretmiştir. Muhammed Suresi 24. ayetinde şöyle buyuruyor:

(أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا)   

(Kur’an’ı okuyup düşünmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?) " Bu nedenle, bu ümmetin büyükleri, Erdemlileri ve faz'let sahibileri Kur'an-ı Kerim'i okuyup anlamaya, anlamlarını ve ayetlerini düşünmeye çalışmışlardır.

Tefsir Ve Te'vil Tanımları:

Tefsir ilmi, insan yeteneği kadar Yüce Allah'ın arzusunu arayan bir bilimdir.

Fıkhcılar, Kelamcılar, Hadisciler ve Sufilere göre Tevil ise, şöyledir:

Te'vil mümkün olabilecek mana yerine bir delil nedeniyle başka bir anlama yönelmektir. Tefsir ve Te'vil arasındaki fark'a gelince, sonuç, Tefsir, rivâyet kaynaklıdır. Te'vil ise: dirâyet kaynaklıdır.

TEFSİRİN ANA DEVİRLERİ

Tefsirin geçirdiği devirleri 3'a ayırırlar:  

1.      Devir: Peygamber ve Sahabeler Devrinde Tefsir:

Allah Peygamberin Ku'rânı eksiksiz ezberlemesini ve doğru anlamasını sağlamıştır. Konuyla ilgili Kıyâmet Suresi 17-18. Âyetlerde şöyle buyrulur: 

(لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ  * إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ)

"Onu zihninde toplayıp okumanı sağlama işi bize aittir .  O halde onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et."

Ashab-ı Kerim, Ku'rân'ı daha çok zahiri olarak anlamışlardı Bazı ince ayrıntıların anlaşılması hususunda farklılık göstermişlerdi. Ve Peygamber Efendimize, ihtilaf ettikleri hususlar için müracaat ederlerdi. Sahabe Ku'rânı anlama hususnda aynı derecede bilgiye sahip değildi, Yani seviyeleri birbirinden farklıydı..

Sahaber Devrinde Tefsir Kaynakları:

Sahabeler, Ku'rân-ı Kerim yorumlamada dört kaynağa müracaat etmişlerdir:

1-         Ku'rân-ı Kerim.

2-         Peygamber, (Eylemleri, sözleri ve muvafakat etmeleri).

3-         İctihad ve rey (düşüncenin gücü).

4-         Ehli'l-kitap (Yahudiler ve Hıristiyanlar).

1- Ku'rân-ı Kerim:

Ku'rân'ın Ku'rânla tefsiri, Ku'rân'a bakmak ve konuyla ilgili âyetleri toplamak, sonra âyetleri birbiriyle karşılaştırmaktır. Çünkü, sözün sahibi, sözlerinin anlamlarını en iyi bilendir.

2- Peygamber:

Sahabelerden biri Kur'ân-ı Kerim'deki bir mesele hakkında çıkmaza girerse, veya net anlayamadıysa Peygamberimizin yanına döner ve ona sorar ve Peygamber, ona doğru cevabı verir ve kafası karışan kişinin problem çözülmüş olurdu.

 (وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ)

Nahl Suresi 44. Âyet: "İnsanlara indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler diye sana da uyarıcı kitabı indirdik".

Alimler, Peygamber'in Ku'rân'ın tamamını mı yoksa sadece bir kısmını mı açıklayıp yorumladığı konusunda ihtilaf etmişlerdir şöyle ki.

        İbn Teymiyye (ö. 728/1328) de dahil olmak üzere ilk grup, Peygamberimizin Ku'rân'ın tamamını açıkladığını ifade etmişlerdir.

İmam Süyûtî  (ö. 911/1505) liderliğindeki ikinci grup, Peygamber Efendimizin sahabelerine Ku'rân'dan çok az şey açıkladığını yorumladığını düşünmektedirler. İki tarafında kendilerini haklı çıkaracak delillerinin olduğu görülmektedir.

          Resulullah sahih kitapların tanıklığına göre, Ku'rân'ın pek çok anlamını sahabelere açıklamış fakat Ku'rân'ın tamamını izah etmemiştir .Çünkü, Cenab-ı Hakk'ın, Ku'rân'da, bazı âyetlerin anlamlarını sadece kendisine has kılmıştır (anlamları sadece Allah bilir), bazılarını ise (o âyetlerinin anlamlarını), Araplar, kolayca anlarlar, ve bazılarını, hiç kimse anlayamaz. Bu yadırganacak bir durum değildir. Taberî (ö. 310/923) tefsirinde, İbn Abbas'ın şöyle dediğini belirtir: Yorumun dört yolu vardır: Arapların dilbilgisi yoluyla anlayabildikleri bir bölümü, bir kimsenin cehaletinden dolayı mazur görülemeyeceği bir yorum, alimlerin bildiği bir yorum ve sadece Allah'ın bildiği bir açıklama.

3-İctihad ve İstinbat Gücü:

Sahabeler, âyetlerin tefsirini Allah'ın Kitabında Reslullah'ın açıklamalarında bulamadıkları durumlarda, ictihada, başvururlardı. Bu da, dikkat ve özen gerektiren bir durumdu. Arap diliyle ilgili hususlarda anlamak için çok çaba sarfetmezlerdi. Çünkü onlar halis ve özgün araplar idi. Arapların sözlerini ve söyleme şekillerini biliyorlardı, Ve Araplar, İslam öncesi şiirde bahsedilenlere dayanarak Arapça ifadeleri ve anlamlarını biliyorlardıdır.

4-Yhudiler ve Hıristiyanlar/Kitap Ehli:

Ku'rân-ı Kerim bazı konularda, özellikle peygamberlerin hikâyelerinde ve geçmiş milletlerle ilgili konularda Tevrat'a katılmaktadır. Ku'rân'da ayrıca Meryem oğlu İsa'nın doğumunun öyküsü ve mucizeleri gibi İncil'de bahsedilen yerleri de içerir. Ancak Kur'ân-ı Kerim, Tevrat ve İncil'deki gibi, konuların detaylarını ele almadı ve hikayeyi tüm yönleriyle anlatmadı, aksine sadece ibret için konuyu sınırlı tuttu. Sahabelerden bazıları, Abdullāh b. Selâm (ö. 43/663-64), Kâ‘b el-Ahbâr (ö. 32/652-53 [?]) ve diğer Yahudi ve Hıristiyan alimler gibi Kitap Ehli'nden İslam dinine giren kişilere konularla ilgili sorular soruyorlar ve onları kaynak gösteriyorlardı.

Sonuç olarak, Peygamber devrinde Ku'rân bütünüyle açıklanmadı, aksine bir kısmı yorumlandı/tefsir edildi.

Sahabenin En Ünlü Müfessirleri:

1-      İbn Abbas (ö. 68/687-88).

2-      Abdullah b. Mes‘ûd (ö. 32/652-53).

3-      ALİ b. Ebî Tâlib  (ö. 40/661).

4-       Übey b. Kâ‘b (ö. 33/654)

Sahabe Devrinin Tefsir özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz:

      1: Ku'rân anlamada aralarında çok az fark vardı.

      2: Genellikle genel anlamla sınırlıydılar ve Ku'rân anlamlarını ayrıntılı olarak anlamak zorunda kalmazlardı.

      3: Arapçayı bilmeleri sayesinde metni kolayca anlamaları.

      4: Ku'rân âyetlerinin içtihadına ilişkin metodolojik bir  değerlendirme olmaması  ve dini düşünce okullarının daha teşekkül etmemesi.

      5: Bu dönemde Tefsir ile ilgili hiçbir şey kaydedilmedi/ yazılmadı/ tedvin olmadı, çünkü, tefsir tedvini sadece ikinci yüzyılda başlamıştır.

      6: Sahabenin yorumları hadis şeklini aldı, onun bir parçası ve dallarından biri olarak kabul gördü Bu yorumlar sistematik bir şekilde yapılmadı dağınık olarak yapıldı.

2.      Devir: Tabi'un Döneminde Tefsir

Bu devirdeki müfessirler/yorumcular, Yüce Allah'ın Kitabını anlamalarında şunlara dayandılar:

       - Ku'rân'ın kendisinde bildirilen,

       - Allah Reslü'ne ve sahabe'ye ait rivâyetler üzerine,

       - Sadece sahabe'ye ait yorumlar

       - Kitap Ehli'nin kitaplarında geçen bilgiler,

       - Kendi ictihatları

Tabi'un Döneminde Tefsir Okulları:

1.     Okul: Mekke'deki Tefsir Okulu:

Bu okul daha önce Abdullah b. Abbas tarafından başlatılmıştı. Bu ekolün tabiun dönemindeki meşhur isimleri  şunlardır:

-          Saîd b. Cübeyr (ö. 94/713)

-          Mücâhid b. Cebr (ö. 103/721)

-          Ikrime el-Berberî (ö. 105/723)

-          Tâvûs b. Keysân (ö. 106/725)

-          Atâ b. Ebî Rebâh (ö. 114/732)

2.     Okul: Medine'deki Tefsir Okulu:

Bu okul, Übey b. Kâ‘bla (ö. 33/654) başlar.

Tabi'un arasında bu okulun en ünlü adamları:

-          Zeyd b. Eslem (ö. 136/754)

-          Ebü’l-Âliye Rufey‘ b. Mihrân er-Riyâhî el-Basrî (ö. 90/709)

-         Muhammed b. Kâ‘b b. Süleym el-Kurazî (ö. 108/726)

3.     Okul: Irak'taki Tefsir Okulu:

Irak halkı fikir ve rey insanlarıdır. Bu okulun kurucusunun sahabe Abdullah b. Mes‘ûd (ö. 32/652-53) olduğu kabul edilmektedir.

Bu ekolün tabiun döneminde meşhur olanları şunlardır:

-          ALKAME b. KAYS el-Kûfî (ö. 62/682)

-          Mesrûk b. el-Ecda‘ el-Kûfî (ö. 63/683 [?])

-         el-Esved b. Yezîd el-Kûfî (ö. 75/694)

-         Mürre el-Hemedani

-         Âmir b. Şerâhîl eş-Şa‘bî (ö. 104/722)

-         el-Hasen el-Basrî (ö. 110/728)

-         Katâde b. Diâme es-Sedûsî el-Basrî (ö. 117/735)

Burada bir soru akla gelebilir, bu soru şöyledir: Tabi'un'un Tefsirinin değeri nedir? Soruya şöyle diyebiliriz:

Müferssirlerin çoğu, Tabi'un'un yorumlarını/tefsirlerini kabul edilir görmektedirler. Çünkü, Tabi'un'un yorumlarının çoğu Sahabe'den aldıklarıdır.

Kitabın yazarı, Tabi'un'unun yorumuna ilişkin açıklamada, oybirliğiyle kararlaştırılmadıkça dikkate alınmaması gerektiğine inanmaktadır.

Tabiu'n Döneminde Tef'sir Özellikleri:

Bu aşamadaki tefsir, aşağıdaki özelliklerle karakterize edilebilir:

1.      Tefsirde İsrâiliyat  (Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan İslâm kaynaklarına geçen bilgiler) Bu bilgiler İslam'a giren çok sayıda Kitap ehli kişiler aracılığıyla olmuştur. Dini hükümlerle ilgisi olmayan haberler Yaradılışın başlangıcı haberleri, varoluşun gizemleri ve varlıkların başlangıcı  gibi bilgilerdir. Tabi'un bu bilgileri soruşturma veya eleştiri yapmadan tefsir'e dahil etmiştir.

2.      Tefsir, anlatım/rivâyet niteliğini korudu, ancak Peygamber ve sahabeleri devrinde olduğu gibi kapsamlı bir anlamda alınmadı ve anlatılmadı. Aksine, yetkinlik karakterine sahip kişiler eliyle yapılan anlatma işiyidi. Yani her bölgenin öncü kişileri vardı.

3.      Bu dönemde mezhepsel anlaşmazlığın özü ortaya çıktı.

4.      Tefsirdeki ihtilaflar sahabeye kıyasla daha fazla çoğaldı

3. Devir: Tedvin Çağında Tefsir:

        Üçüncü tefsir aşaması, Emeviler döneminin sonu ve Abbasi döneminin ilk dönemleri yani yazma/tedvin'in ortaya çıkması ilkesiyle başlar.

Bu Devirde Tefsirin İçinden Geçtiği Adımları şöyledir:

1-           Rivâyet:

Sahabeler ve Tabi'un döneminde tefsir rivâyet yoluyla aktarılırdı. Onlar Reslullah'tan rivâyet ediyorlardı ve Bazılarını birbirinden de  rivâyet ediyorlardı. Bu, tefsir'in ilk adımıdır.

2-           Hadis ile Tedvin (yazı yazmak):

Sahabe ve Tabi'un döneminden sonra tefsİr ikinci bir aşamaya geçti. Bu dönem hadisin tedvini de başladı hadislerde yer alan bölümlerden biri tefsir idi. Fakat Ku'rân'ı başından sonuna kadar, tüm sureleri ve âyetleri yorumlayan özel bir tefsir eseri/kitabı olmadı.

3-           Hadisten ayrılma:

Bu adımda tefsir hadisten ayrılmış ve başlı başına bir ilim olmuştur. Tefsir, Ku'rân'ın her âyeti için yapıldı ve bu, Ku'rân'ın tertbine göre düzenlendi. Bu, İbn Mâce (ö. 273/887), Taberî, Muhammed b. Cerîr (ö. 310/923), Nîsâbûrî, İbn ebi Hatim, İbn Hibbân (ö. 354/965) ve diğerleri dahil olmak üzere bir grup bilginin eliyle yapıldı. Bu Tefsir kitapları Reslullah'a, Sahabe'ye, Tabi'un'e ve Tabi't-Tabiin'e atıfta bulunularak yazılmıştır. Ve o tefsir kitaplarında me'sur tefsirinden daha fazla bir tefsir yoktu.

4-           İsnad Sınırını Aşmak:

Tefsir bu aşamada, isnat rivâyetini  aşmasına rağmen, me'sur tefsirin sınırlarını aşmadı. Pek çok insan tefsirle ilgili kitaplar/eserler yazdılar ve İsnat zincirini kısalttılar/özetlediler Ve kendilerinden önceki müfessircilerin sözlerini onlara isnat etmeden aktardılar. Böylece, yalan yorumlamaya dahil edildi ve sağlıklı/ gerçek yorumlar, hastalıklı/bozuk/doğru olmayan yorumlarla karışık oldu. Bu kitaplara bakan kişiler, içlerindeki her şeyin doğru olduğunu zannettiler. Bu bilgileri sonraki müfessirler, kitaplarında naklettiler eski kitaplardaki israiliyet, kanıtlanmış gerçekler olarak zikredildi. Bu durum, tefsir kitaplarında, yalan söyleme ve israilliyatın yayılma tehlikesinin ortaya çıkışının başlangıcıydı.

5-           Zihinsel Çabayla Yapılan Tefsir:

Bu adım, en geniş adımlardan biri olarak kabul edilir ve Abbasi döneminden günümüze kadar uzanır.

Tefsirin tedvini, sadece önceleri selefden gelen raivâyetlerle sınırlı iken daha sonra, dirâyet ile naklin meczedildiği bir alana dönüştü. bu gözle görülür bir kademi ilerlemeydi.

Zihinsel/Akli Tefsir:

              Zihinsel akli tefsir ilk olarak kişisel olarak anlama girişimleri şeklinde başladı ve bazı sözlerin bazılarına göre değerlendirilmesiyle başladı. Bu, zihinsel yön dilin sınırları ve Ku'rân kelimelerinin anlamından kaynaklandığı sürece kabul edilebilirdi.  Daha sonra bu alandaki bilgiler, farklı bilimler, farklı görüşler ve farklı inançlardan bilgilerle artmaya ve güçlenmeye devam etti. Bunun neticesinde ne yazık ki, az da olsa tefsirle pek ilgisi olmayan birçok şeyi birleştiren tefsir kitapları ortaya çıktı.

Objektif Tefsir:

             Bazı alimler Ku'rânı anlama yorumlama için çaba sarfetmişlerdir Örneğin İbn-i Kayyim (ö. 751/1350), tüm eserlerinden Ku'rân'ın bölümleri hakkında konuşmak için "et-Tibyân fî Aksâmi’l-Kur’ân" adlı bir eser yazmıştı. Ebû Ubeyde de (ö. 209/824), Ku'rân mecazı üzerine konuşma için "Mecâzü’l-Kur’ân" adlı bir kitap ayırdı. Râgıb el-İsfahânî de (ö. v./xı. yüzyılın ilk çeyreği), kur’ân-ı Kerîm’in kelime ve kavramlarıyla açıklamak için "Müfredâtü’l-Kur’ân" adlı bir kitap oluşturdu. Ebu Ca‘fer en-Nahhâs (ö. 338/950) Ku'rân'daki  neshedilen ve nasheden âyetleri üzerine "en-Nâsih Ve’l-Mensûh" adlı bir kitap ayırdı. Ebü’l-Hasen Vâhidî (ö. 468/1076) de Ku'rân'ın nuzül sebeplerine bir kitap oluşturdu. Hanefî âlimlerinden Cessâs (ö. 370/980) ahkâm âyetlerinin tefsirine dair "Ahkâmü’l-Kur’ân"eseri de yazdı. Ve bunların dışında Ku'rân'da özel bir konu üzerine çalışan alimlerde olmuştur.

Me'sur Tefsiri:

Me'sur Tefsiri: Ku'rânın Ku'rânla tefsiri, Peygamber'den sahabelerden nakledilenlerle Yüce Allah'ın Kitabının anlaşılması için yapılan tefsir çeşididir.

Me'sur Tefsir'inin Zayıflığın Nedenleri:

Me'sur Tefsir'in zayıflığın nedenleri, üç şeyden kaynaklanmaktadır:

-         Tefsirde çok sayıda kasıtlı yalan/yanlış yorumlar bulunması.

-         İsrailiyyet rivâyetlerinin, Tefsir'e girmesi.

-         İsnat zinciri silmesi.

En Meşhur Rivâyet Metodu/Me'sur Tefsir Kitapları şunlardır:

1-      "Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân" İbn Cerîr et-Taberî’nin (ö. 310/923)

2-      "Bahrü’l-Ulûm" Alâeddin Ali b. Yahyâ es-Semerkandî’nin (ö. 860/1456) Ku'rân tefsiri.

3-      "El-Keşf Ve’l-Beyân" Sa‘lebî’nin (ö. 427/1035) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

4-      "Meâlimü’t-Tenzîl" Ferrâ el-Begavî’nin (ö. 516/1122) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

5-      "El-Muharrerü’l-Vecîz" İbn Atıyye el-Endelüsî’nin (ö. 541/1147) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

6-      "Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm" Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr’in (ö. 774/1373) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

7-      "El-Cevâhirü’l-Hisân" Ebû Zeyd es-Seâlibî’nin (ö. 875/1470) Ku'rân tefsiri.

8-      "Ed-Dürrü’l-Mensûr" Süyûtî’nin (ö. 911/1505) rivâyet tefsiri.

Rey Tefsiri:

Rey Tefsiri, Müfessirin Tefsir yapma şartlarını bildikten sonra Ku'rân'ı içtihat yoluyla, yorumlamasıdır..

Bilim adamlarının, Rey Tefsiri konusundaki tutumu:

Eski zamanlardan gelen âlimler, Ku'rân'ı rey ile yorumlamanın caiz olup olmadığı konusunda görüş ayrılığına düştüler:

1-        Bunun üzerine Muhafazakar bir grub  şöyle dedi: Ku'rân'dan kimsenin tefsiri caiz değildir. Ve Peygamber Efendimizin anlattıklarıyla/ondan gelen rivâyet, Sahabelerden veya Tabi'undan gelen rivâyet ile ancak sonuca varılabilir.

2-        Ve bir başka grup, onların görüşleri tam tersiydi, Ku'rân'ı müfessirin gayretleriyle/içtihatleriyle yorumlamakta yanlış bir şey görmedi. Ve edepli, ahlaklı ve dürüst kim olursa olsun, onun fikri ve gayretiyle Ku'rân'ı tefsirinin caiz olduğunu söylediler.

Rey Tefsiri İle En önemli Tefsir Kitapları Şunlardır:

-         "Mefâtîhu’l-Gayb" Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

-         "Envârü’t-Tenzîl" Ve Esrârü’t-Te’vîl Beyzâvî’nin (ö. 685/1286) Ku'rân tefsiri.

-         "Medârikü’t-Tenzîl Ve Hakāiku’t-Te’vîl" Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin (ö. 710/1310) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

-         "Lübâbü’t-Te’vîl" Ali b. Muhammed el-Hâzin’in (ö. 741/1341) Ku'rân tefsiri.

-         "El-Bahrü’l-Muhît" Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin (ö. 745/1344) nahvî-edebî tefsiri.

-         "Garâibü’l-Kur’ân Ve Regāibü’l-Furkān" Nizâmeddin en-Nîsâbûrî’nin (ö. 730/1329 [?]) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

-         "Tefsîrü’l-Celâleyn" Celâleddin el-Mahallî’nin (ö. 864/1459) yarım bırakıp Celâleddin es-Süyûtî’nin (ö. 911/1505) tamamladığı Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

-         "Es-Sirâcü’l-Münîr" Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed el-Hatîb eş-Şirbînî el-Kāhirî'nin (ö. 977/1570) Ku'rân tefsiri.

-         "İrşâdü’l-Akli’s-Selîm" Ebüssuûd Efendi’nin (ö. 982/1574) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

-         "Rûhu’l-Meânî" Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî’nin (ö. 1270/1854) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

İyi Olmayan/ Hatalı Rey Tefsiri

          Peygamberlik çağı bittikten sonra, Müslümanlar arasında anlaşmazlık, farklılık ve fitne ortaya çıkmaya başladı. Sonra çeşitli dini doktrinler/mezhepler ortaya çıkmaya başladı, Ve doktrinlerini desteklemeye ve inancını mümkün olan her yöntemle ve hile ile savunmaya çalışanlar bulundu. Ku'rân onların ilk hedefiydi, Âyetleri eğdirerek ve onları doktrine taşıyarak bile olsa,herkes kendi fikrini güçlendiren ve mezhebini destekleyen bir şey bulmak için Ku'rân da ararlardı. Böylelikle iyi ve caiz rey tefsirini aşıp, şeriat kurallarına uymayan, kötü, ve caiz olmayan rey tefsirine geçtiler.

Mu'tezile'nin Bazı Tefsir kitapları:

-         "Tenzîhü’l-Kur’ân" Kādî Abdülcebbâr’ın (ö. 415/1025) Ku'rân hakkında nazım ve anlam yönünden ileri sürülebilecek itirazlara cevap verdiği eseri.

-         "Gurerü’l-Fevâid Ve Dürerü’l-Kalâid" Şerîf el-Murtazâ’nın (ö. 436/1044) birçok âyet ve hadisi Mu‘tezilî bakış açısıyla tefsir ettiği kelâmî ve edebî sohbetler mahiyetindeki eseri.

-         "El-Keşşâf" Mu‘tezile âlimlerinden Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) ağırlıklı olarak dirâyet metoduyla yazdığı tefsiri.

İmâmiyye'nin (Şîa İsnâaşeriyye ) Bazi Tefsir Kitapları:

-         Hasan el-Askerî'nin (ö. 260/874), Ku'rân tefsiri

-         "Mecmau’l-Beyân" Şiî âlimi Tabersî’nin (ö. 548/1154) Kur’ân-ı Kerîm tefsiri.

-         "es-Sâfî fî Tefsîri kelam'llah Kâşî'nin tefsiri.

-         "Miratü'l-Envar'i ve Mişketül Esrar'i" kazeranini tefsiri.

Zeydîler'in Bazı Tefsir Kitapları:

"- Tefsiru Garîbü’l-Kur’ân" Hz. Hüseyin’in torunu, Zeydiyye mezhebinin imamı. Ebü’l-Hüseyn Zeyd b. Alî Zeynilâbidîn'in (ö. 122/740) tefsiri.

-         İsmail B Ali El-Büstî'nin Ku'rân tefsiri.

-         "et-Tehzîb" Muhsin b. Muhammed'in (ö.494) Ku'rân tefsiri.

-         "Fethu’l-Kadîr" İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457) tarafından Burhâneddin el-Mergīnânî’nin el-Hidâye adlı eserine yazılan şerh.

-         Atiyye b. Muhammed En-Necvani'nin Ku'rân tefsiri.

-         "Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr" Hasan b. Muhammed ez-Zeydi es-Sanaani.

İşari Tefsir'in En Önemli Kitapları:

-         "Tefsirul Ku'râni'l Azim" Sehl et-Tüsterî'nin (ö. 283/896) Ku'rân tefsiri.

-         "Hakāiku’t-Tefsîr" Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’nin (ö. 412/1021) tasavvufî tefsiri.

-         "Arâisü’l-Beyân" Rûzbihân-ı Baklî’nin (ö. 606/1209) Arapça işârî tefsiri.

İbnü'l- Arabî'ye atfedilen Tefsir Muhyiddîn Muhammed b. Alî  el-Arabî (ö. 638/1240) Tasavvuf ve İslâm düşünce tarihinde büyük etkileri bulunan sûfî müell

 

 

 

 

 

B. HADİS TARİHİ

GİRİŞ

Allah, hikmetli kitabını, insanlara dünya ve ahirette mutluluk ve barış yollarını aydınlatan açık bir rehber olarak indirdi. Allah, Ku’rân'ı Kerim’i, Resulü Muhammed için kıyamete kadar kalacak bir mucize olarak yaptı. Bu kitap, hidayete çağıran bir kitaptır. Sonra Allah, Resulüne sünneti verdi, O bununla kitabı detaylandırıp açıkladı.

Yüce Allah'ın Nahl suresi 44. ayetindeki dediği gibi:

(وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ)

"O peygamberleri apaçık delillerle ve kutsal metinlerle gönderdik. İnsanlara indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler diye sana da uyarıcı kitabı indirdik."

Veaynı surede deNahl suresi 64.ayetindeşöyle buyurmuş:

(وَمَا أَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدىً وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ)

"Sana kitabı, özellikle ayrılığa düştükleri konuda onları aydınlatman için ve inanan bir topluluğa rehber ve rahmet olsun diye indirdik."

 

Bu yüzden Kuran, bu iki ayette ve birçok ayette bize Reslullah'ın görevinin Allah'ın Kitabını açıklamak olduğunu açıklamıştır.Ve bu açıklama sadece bir yormlama ile sınırlı değildir.birçok yönü vardır. Bu yönler, Kuran'ın analşılamasında sünnete ihtiyacıvazgeçilmez kılmaktadır.

 Bu nedenle Peygamber şöyle buyurmuştur: 


"أُوصِيكُمْ بِتَقْوَى اللَّهِ وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ وَإِنْ عَبْدًا حَبَشِيًّا فَإِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْدِى فَسَيَرَى اخْتِلاَفًا كَثِيرًا فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِى وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الْمَهْدِيِّينَ الرَّاشِدِينَ تَمَسَّكُوا بِهَا وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ وَإِيَّاكُمْ وَمُحْدَثَاتِ الأُمُورِ فَإِنَّ كُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ

“Size, Allah’tan korkmayı ve başınızdaki idareci, Habeşli bir köle de olsa dinleyip itaat etmenizi vasiyet ediyorum.Benden sonra hayatta kalanlar, birçok ihtilâf görecekler.İşte o zaman benim sünnetime ve hidayet edilmiş olan Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetine, azı dişlerinizle ısırırcasına sımsıkı sarılın. Dinde sonradan çıkma işlerden sakının.Çünkü bu şekilde sonradan ortaya atılmış olan her şey bid’attir.Her bid’at ise sapıklıktır.”   

 

Sonra da şöyle buyurdu: 

"إن خير الحديث كتاب الله، وخير الهدي هدي محمد صلى الله عليه وسلم، وشر الأمور محدثاتها".

"Sözün en hayırlısı Allah’ın kitabıdır.Yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sel-lem’ in yoludur.İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid’atlardır.Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır.” 

 

Hadîs İlminde Rivayet ve Dirayet:

Hadîsinin Tanımı: "Peygamber Efendimize ait söz, fiil, ve davranışlara dendiği gibi, sahabeye veya tâbiî'ye ait sözlere

de denir."

Sünnetinin Tanımı: "Peygamberimizin söz, fiil veya takrirleridir Diğer bir ifadeyle "Hadîsİlmi"nin anlamı (Hadîs Bilinci)dİr.

Ancak bilim adamları hadislerin anlaşılmasına yönelik rivâyetü’l-hadîs ve dirâyetü’l-hadîs ilmini ortaya koydular.

Rivayet Olarak Hadîs İlminin tanımı: "Peygamberin sözlerini, hareketlerini, kararlarını/ikrarlarını, rivayet ve sözlerinin kaynağını araştıran bir ilimdir."

Dirâyetü’l-hadîs İlminin tanımı:

Buna "Mustalahu'l-Hadîs" veya "Hadîs İlmi" veya "Hadîs Usulü" denir.

Bu bilimin en iyi tanımı, İmam İzzeddin İbn Cemâa (ö. 767/1366)'nın şu tanımıdır: "Hadislerin senet ve metin durumlarını ele alan kaide ve kurallar koyan ilimdir

Sened veya İsnat'a gelince: Bir hadisi veya bir sözü ilk söyleyene nisbet etmek için senedinde yer alan râvilerin adlarını zikretmesidir.

Ahvalus's-senet (isnat durumları) denildiği zaman o zaman şöyle kastedilir: senate/Hadîs Râvilerinin zincirine İrtibat, kesinti, Tedlîs veya bazı adamlarının işitme konusundaki hoşgörüsü, yetersiz ezberlenmesi veya onu ahlaksızlık, yalan veya başka bir şekilde suçlaması gibi durmlarıdır.

Metne gelince: iletim zincirinin bittiği şeydir/sözlerdir/ifadelerdir.

Ve metnin durumlarına gelince, peygambere atıf etme, sahabalara atıf etme, yanlışlık veya doğruluk ve benz..gibi durmlarıdır.

Mustalahu’l-Hadîs/Ulûmü’l-Hadîs İlminin Gayesi:

Bu ilmin gayesi, Peygamber Efendimizin hadîslerinin içine yalan ve uydurma sözlerin karışmasını engellemek için oluşturulmuştur. Bu ilim sayesinde İslâm dininin ikinci kaynağı olan hadisler bozulmadan ve değişmeden korunmuştur. Dolayısıyla, İslâm Ümmeti, Hadîsi şerifleri, rivayetler zinciri ile/isnatla nakletmiştir. İsnad sayesinde sahih Hadîs doğru olmayandan ayrılmıştır. Bu ilim olmasaydı, zayıf ve uydurma hadîsler ile ve Resüllullah sözleri, birbirleriyle karıştırılacaktı.

Hadîs İlimlerinin Evreleri/Aşamaları

"Mustalahu’l-Hadîs " veya "Ulûmü’l-Hadîs" ilmi tarih boyunca gelişme kaydetmiş ve  birçok aşamadan geçmiştir ve bu merhaleler şunlardır.:

1.      Aşama: Hadîs İlimleri Ortaya Çıkma Aşaması

Birinci Aşama hicrî birinci yüzyılın sonuna kadar uzanan sahabe dönemidir:

Peygamberin vefatından sonra, sahabeler İslâm bayrağını taşıdılar ve İslâm'ı uzak diyarlara tebliğ ettiler, Sahabe, Ku'rân-ı Kerim'i tam olarak ezberlemişti. Ayrıca Peygamberin sözlerinin de öneminin farkındaydılar.

Sahabe Döneminde Hadîs Rivayetinin Kuralları:

O dönemdeki insanlar, adalet üzerindeydiler, Cerh Ve Ta‘dîl (Hadîs râvilerinin dinî ve ilmî yönden tenkidini konu edinen ilim)'e gerek yoktu, Çünkü çağ sahabe çağıdıdır ve hepsi adaletli ve dürüsttür. Sahabeler, rivayetin doğruluğunu teyit etmek ve hataya düşmekten kaçınmak için kendi çağlarında ihtiyaç duyulan bazı kuralları koydular.

1.      Hataya düşmek veya unutmak,Ya da Resülullah'a yalan söyleme şüphesine düşmek korkusuyla, peygamber'e atıf edilen rivayetleri azaltmaktır.

Ayrıca sahabenin Hadîs rivayetini azaltmadaki amacı/maksadı, insanların kendilerini Kuran'ı ezberlemeye adamalarıdır.

2.      Hadîs rivayeti alırken/tahmmülü edilirken ve o rivayetleri iletirken/rivayet ederken onaylamak ve emin olmak.

3.      Yerleşik metinlere ve din kurallarına sunarak/karşılaştırarak Hadîs rivayetleri değerlendirmek. Bunlardan herhangi birine o yerleşik metinlere ve din kurallarına aykırı olduğu tespit edilirse o rivayeti reddederlerdi.

Hadîste Yalan Söylemenin Çıkışı ve Onunla Mücadele Yolları:

1.      Şehit İmam Osman bin Affan'ın öldürülmesi ve ardından da İmam Hüseyin'in öldürülmesine yol açan fitnenin ortaya çıkmasıdır. Ardından Sapkın mezhep/fırkaların teşekkülüdür.Heves sahipleri, dediklerini doğrulatabilmek için dini metinlerden deliller aradılar. Bu yüzden kasıtlı olarak yalan söylediler ve uydurma Hadîsleri ortaya koydular. Bu şekil uydurma hadislerin ortaya çıkışının başlangıcıydı. Bunun üzerine Sahabe Hadîsleri korumaya yöneldi. İmam Müslim (ö. 261/875) "" adlı kitabında Muhammed b.Sîrîn'den (ö. 110/729) şöyle bildirmiştir: “Sahabel-Câmiu’s-Sahîh" kitabının girişinde ve İmam et-Tirmizî (ö. 279/892) de "İlelü'l-Camii e ilk önce isnadı sormuyorlardı, ancak,  fitne olunca "Bize adamlarınızı söyleyin" dediler. Sunnet ehlinin Hadîsleri alınır, bidatçıların ise, Hadîsleri alınmazdı".

2.      Sahabe âlimleri, insanları rivayetlerle ilgili dikkatli olmaya davet ettikleri gibi sadece takvasına ve ezberinegüvendikleri kişilerinHadîslerini almaya ihtimam gösterdiler. Böylece, Bir kural o zamandaki halk arasında yaygınlaşıtı o kaide şöyleydi: "Hadîsler bir dindir, öyleyse kimden alıyorsunuz! iyice bakın." Böylelikle, Hadîs Usulü İlmi dayanağı olan “Cerh Ve Ta‘dîl” ilmi ortaya çıktı.  Sahabelerden bazıları râvîler hakkında bilgi aktardılar. Bunlar: Abdullāh b. el-Abbâs (ö. 68/687-88), Ubâde b. es-Sâmit (ö. 34/654) Ve Enes b. Mâlik el-Ensârîdir (ö. 93/711-12), Fakatrâvîlerin adaleti hakkında konuşmak çok azdı. Çünkü, zayflık, yanlışlık ve yalan o dönemde çok azdı. Tabi'un'dan,Râvîlerin  adaleti hakkında konuşanlar şunlardır: Saîd b. el-Müseyyeb (ö. 94/713), Âmir eş-Şa‘bî (ö. 104/722) ve Muhammed b. Sîrîn (ö. 110/729).

3.      Asıl/ilk râvîden duymak için, Hadîs arama yolculuğu. Sahabeler, bir Hadîs bile elde etmek  veilk râvîden duymak için, engin mesafeleri ve zorlu yolları katettiler

4.      Râvînin Hadîsini, diğer ezberleyici ve güvenilir râvîlerinin rivayetleriyle karşılaştırmak,  Hadîste bulunan uydurma veya zaafın bilinmesi yollarından biri güvelir ravilerin rivayetleriyle karşılaştırmaktı. Bu yüzden, kimi Hadîslerini kabul etmez bulduklarında veya Hadîslerinin kendileriyle çeliştiğini gördüklerinde, alimler, onun Hadîslerini ve rivayetlerini reddederlerdi veya terk ederlerdi. Bütün bunlar doğru olmayan ve sağlıklı olanı birbirinden ayırmak içindi.

Kaynağına Göre Hadis Çeşitleri

1 – Merfû Hadîs (Hz. Peygamber’e nisbet edilen söz ve haber anlamında Hadîs terimi.)

2 – Mevkuf Hadîs (Sahâbenin sözü ve fiili anlamında Hadîs terimi.)

3 – Maktû Hadîs (Tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînin söz ve fiilleri anlamında Hadîs terimi.)

Sened Zincirine Göre Hadis çeşitleri

1 – MuttasilHadîs (Senedinde kopukluk bulunmayan rivayet anlamında Hadîs terimi.)

2 – Mürsel Hadîs (İsnadında, sahâbî olan râvisi veya diğer râvilerinden biri zikredilmeyen Hadîs.)

3 - Münkatı‘ Hadîs(Senedin sahâbîden sonra gelen kısmında bir veya daha çok râvisi atlanarak rivayet edilen Hadîs anlamında terim.)

4- Müdelles Hadîs (Râvinin, hocasından işitmediği bir Hadîsi ondan duymuş gibi nakletmesi anlamında bir terim). Bunler hepsi ve ve diğer türler iki bölüme ayrılırdı:

1 – Makbul Hadîs: Daha sonra Sahih ve Hasan olarak adlandırılır.

2 – Merdud Hadîs: Daha sonra Zayif olarak adlandırılır. Ve bunun birçok bölümü vardır.

2.      Aşama: Hadîs İlimleri/Usulleri Tamamlanması

Bu Dönem, ikinci yüzyılın başından üçüncü yüzyılın başına kadar ki dönemdir. Bu merhalede Hadîs ilimleri/usulleri tamamlandı.

Bu çağın özelliği  şöyledir:

1)      İnsanların ezberlemesinin zayıflığı.

2)      Peygamberlik devrinden uzak olan mesafe ve çok sayıda Hadîs rivayetinin taşınması nedeniyle rivayetler zinciri uzamış ve dallanmış hale gelmiştir. Sahabelerin rivayet ettiklerihadîsler çeşitli beldelere dağılmış Pek çok grub bu mevzuya ilgi gösterince Hadîs rivayetleri çoğalmıştır.Bu esnada hem apaçık hem de gizli yanlışlar rivayetlere girmiştir.

3)      Hadis konusunda Sahabelerin ve Tabi'un'un metodolojisinden sapan Mutezile, Cebriyye, Hariciler birçok gruplar vardı Bu hiziplerlemücadele için İslâm âlimleri harekete geçtiler.Ortaya çıkan boşluğu doldurmak harete geçtiler. Bu çalışmaları şöyle tasnif edebiliriz:

1- Sünnetin resmen tedvinine başlama: Ömer bin Abdül Aziz, Sünnet hazinelerinin acil olarak muhafaza edilmesi gerektiğini hissetti, bu yüzden şehirlere ve kasabalara Hadîslerin yazılıp kaydedilmesi için yazı yazdı. Bu emirden sonraCâmiler  veMusannefet ortaya çıktı. Örneğin: Ma‘mer b. Râşid'in (ö. 153/770) "el-Câmii”,  Süfyân es-Sevrî'nın (ö. 161/778) "el-Câmi’i",  Süfyân b. Uyeyne'nin (ö. 198/814)" el-Câmi’i", Abdürrezzâk es-San‘ânî'nin (ö. 211/826-27) "el-Muṣannef fi’l-ḥadîs̱’i", Hammâd b. Seleme'nin (ö. 167/784) "el-Muṣannef’i" İmam Mâlik’in (ö. 179/795)  "el-Muvatta"’sı bu dönemde yazılmıştır.

2- Hadîs âlimleri râvîlerde zayıf ezberlemenin yanı sıra, tutkuların ve sapkınlıkların yayılmasından dolayı, cerh Ve ta‘dîl ilminde yani Hadîs râvîleri eleştirisinde daha derinleştiler. Bazı imamlar kendilerini Hadîs râvîlerini cerh ve tadil etmeye adadılar ve bununla meşhur oldular. Örneğin: Şu‘be b. el-Haccâc (ö. 160/776), Süfyân es-Sevrî' (ö. 161/778), Abdurrahman b. Mehdi (ö. 198) ve diğerleri.

3 - Hadîs ehli arasında olmayanların rivayetlerini kabul etmemişler.

4 - Hadîs rivayetlerinin her yeni şekli için, onu tanımlayan ve kuralını açıklayan özel bir kural koydular.

Böylelikle Hadîs türleri tamamlanmış ve Hadîs ilminin terminolojisi geliştirilmiştir. Yine bu yüzyılda Hadîs yolculuğu faaliyetlerinde bir artış olmuştur.

Hadîs alimleri, sahabelerin rivayetlerini öğrendikçe, seyahatlerinden ve yolculuklarından birçok fayda sağladılar ve rivayetler zinciri ile Hadîs metinleri arasında bir karşılaştırma yaptılar. Bu yüzyılda İmam  ez-Zührî (ö. 124/742), Hadîs Usulu kuralları ve metotlarını toplayan ilk kişiydi.

Ancak kendi dönemlerinde var olan bilimler, Usullar ve kurallar sadece insanların çıkarılmasıyla korunuyordu, bu yüzden hiçbiri onları toplayan özel bir kitapta yazılmamıştır.

Yine İmam eş-Şâfiî (ö. 204/820), kitabında "er-Risale" bu kurallardan bazılarını yazmıştır. Hadîs usülüyle ilgili yazılan ilk kitaplardan olma ünvanını kazanmıştır..

3.      Aşama: Çeşitli Hadîs İlimleri İçin Tedvin Aşaması:

Bu devir, Hicrî  üçüncü yüzyıldan dördüncü yüzyılın ortasına kadar uzanır.

Tedvin çağı olan üçüncü yüzyıl, Sünnet ilimlerinin tam anlamıyla kaydedildiği Sünnet'in altın çağıdır.

Bu dönemin başında âlimler, Resul'ün Hadîslerini münferit tasnifle algılamışlar, böylece "Mesned"i oluşturmuşlar ve hadisleri sahabe isimlerine göre Örneğin, Ebu Bekir'in rivayet ettiği hadisler, "Ebu Bekir Müsnedi" başlığı altında, Ömer'in Hadîsleri vb. şekilde.

Sonra İmam el-Buhârî (ö. 256/870) geldi ve sahih Hadîse erişimi kolaylaştırmak için, hadislerin bölümlerde düzenlenmesi gerektiğini düşündü ve bu nedenle El-Câmiu’s-Sahîh kitabını yazdı.

en-Nesâî (ö. 303/915) dışında kalan Sünnet alimleri, Buhârî'nın öğrencileri arasındadırOnlar da kitaplarını bablara ayırdılar.

Buhari okulu, Hadîs rivayetinde ve Hadîs ilimlerinde büyük bir rol oynadılar. Şeyhayndan (Buhârî – Müslim) sonra İbn-ı Huzeyme (ö. 311/924) gelir. Ondan sonra da İbn Hibbân gelir (ö. 354/965). Bu devirde, Hadîs ilmi, Mursel ilmi, gibi lakaplar almış ve Hadîs özel bir ilim haline gelmiştir.

Yahyâ b. Maîn (ö. 233/848), Hadîs râvîleri tarihi ve tabakatı üzerine bir eser yazmıştır. İbn Sa‘d’ın (ö. 230/845) "et-Tabakātü’l-Kübrâ" isimli eseri siyer megāzî ve tabakata dair konuları içerir.

Muhammed İbn Sa‘d (ö. 230/845) ve  Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) İllet ilmi ve ricalle ilgili bir eserler  yazmışlardır.

el-Buhârî'nin (ö. 256/870) Şeyhi İmam  Ali b. Abdillâh  el-Medenî (ö. 234/848-49) yazı ve yazmada çok başarılıydı, onun yazdığı kitapları iki yüze ulaştı.

Böylece, Hadîslerde tasnif ve tedvin bir imamın kaçınamayacağı bir konu haline geldi Sünnet kitaplarına sahip olan imamların hepsinin Hadîs ilimlerinde çok sayıda kitabı ve derlemesi olmuştur.

Tedvin, her tür Hadîs ilmini içeriyordu ve tek bir kitap haline getirildi ve bu dağınık ilimler "Hadîs ilimleri" olarak adlandırıldı.

4.      Aşama: Kapsamlı/Toplayan Koleksiyonlar Çağı Ve Yazılı Olarak Hadîsİlimler Sanatının Ortaya Çıkışı

Dördüncü Hicrî  yüzyılın ortalarından yedinci yüzyılın başlarına kadar uzanır.

Bu dönemdeki Hadîsalimleri, tedvin yazarlığında ilk deney olan öncekilerin yazılarını ve eserlerini ele almışlar. Böylece aynı sanatın eserlerinden dağılmış olanı topladılar ve öncekilerin gözden kaçırdıklarını incelediler..

Hadîs ilimleri üzerine kaynak gösterilecek kitapların en önemlileri şunlardır:

1-      el-Muḥaddis̱ü’l-fâṣıl beyne’r-râvî ve’l-vâʿî’) Râmhürmüzî’nin (ö. 360/971) Hadîs usulüne dair eseri. Bu kitap, râvînin tavırları, Hadîsleri, tahammül ve edâ (Hadîsi usulüne uygun olarak rivayet etme) yöntemlerini anlattığı o döneme kadar Hadîs ilminde geliştirilmiş en büyük kitaptır.

2-      (el-Kifâye fî maʿrifeti uṣûli ʿilmi’r-rivâye’) Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071) Hadîs usulüne dair eseri. Bu eserde, râvilerinadalet ve zabtı, cerh ve ta‘dîl lafızları, cerh ve ta‘dîlin şartları, rivayeti eda şartları, lafzen ve mânen rivayet, mâna ile rivayette gözetilmesi gereken esaslar, bid‘at ehlinden rivayet, Hadîs öğrenim ve öğretim metotları üzerinde durulmuştur.

3-      (el-İlmâʿ ilâ maʿrifeti uṣûli’r-rivâye ve taḳyîdi’s-semâʿ) Kādî İyâz’ın (ö. 544/1149)  Hadîs usulüne dair çok faydalı bir  eseridir.

Bu eserler ve diğerleri o dönemdeki her tür Hadîs ilmini derlemiştir. Bu kitaplar, Rivayet zincirlerini/senetleri kaldırarak, önceki kitaplardaki hatalardan kaçınarak veya bunlara bazı eklemeler yaparak bu eserler orijinal kaynaklar haline gelmiştir.

Bu dönemde, her türden Hadîslerin kapsamlı kompozisyonları geliştirilmiş, "Hadîs ilimleri" sanatında tedvin ve kompozisyon büyümüştür.

Hadîs usulüne dair sınıflandırılan en önemli eserler arasında şunlar yer almaktadır:

1-      (Ma‘Rifetü Ulûmi’l-Hadîs) Hâkim en-Nîsâbûrî’nin (ö. 405/1014) Hadîs usulüne dair eseri. Yazar, elli iki tür Hadîs ilmini incelemiştir. 1937'de Mısır'da basılmıştır.

2-      (El-Müstehreç) Ebi Nuaim'in Hadîs usulüne dair eseri.

3-      )Me le Yese'u‘l Muhaddisu Cehluhu). İmam Meyanci'nin Hadîs usulüne dair eseri.

Bu hadİs alimleri, bu dönemdeHadîs ilimlerinin kurulmasına katkıda bulunan en önde gelen âlimlerdendirOnlardan sonragelen, el-Hâkim en-Nîsâbûrî (ö. 405/1014) ve Hatîb el-Bağdâdî (ö. 463/1071) gibi alimler de onlara dayanmıştır.

5.      Aşama:"Hadîs ilimleri" Sanatının Kaydedilmesinde Olgunluğun Ve Bütünlüğün Rolü

Hicrî yedinci yüzyıldan onuncu yüzyıla kadar uzanır.

Bu dönemde, Hadîs usulünün sınıflandırılması tam zirveye ulaştı ve bu bilimin türlerini karşılayan kompozisyonlar derlendi ve ifadelerin rafine edilmesi ve sorunların doğru bir şekilde düzeltilmesi gerçekleştirildi.

Bu tasniflerin sahipleri, Hz. Peygamber'in Hadîslerini ezbere bildikleri gibi Hadîsusülü konusunda uzman kişilerdi.

Bu dönemin öncüsü, Hadîs âlimi ve fakih, ünlü kitabı "Ulumu'l- Hadîs"inde İmam İbnü’s-Salâh Eş-Şehrezûrî (ö. 643/1245) idi. Dolayısıyla, İmam İbnü’s-Salâh, önceki kitaplarda olmayan konuları kitabında derledi, Bu eser alimlerin hayranlık ve ilgisini kazanan yeni bir dönemin başlangıcı olarak görüldü ve yakın ve uzak yerlere ulaştı. O kitap taklit edilecek ve takip edilecek bir imam gibi oldu, böylece ondan sonra gelen herkes ona dayandı.

Ayrıca, bu dönemdeki en önemli literatür arasında şunlar yer almaktadır:

1- (el İrşad) en-Nevevî'nin (ö. 676/1277) Hadîs usulü eseri.

2- (et Tebsira ve't-Tezkire).

3- (Tedrîbü’r-Râvî) İbnü’s-Salâh eş-Şehrezûrî’nin Muḳaddime’sini özetleyen Nevevî’nin et-Taḳrîb ve’t-teysîr’ine Süyûtî’nin (ö. 911/1505) yazdığı şerh.

4- (Nuhbetü’l-Fiker) İbnü’s-Salâh eş-Şehrezûrî’nin Hadîs usulüne dair Muḳaddime adlı kitabına İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) yazdığı muhtasar.

 

6.      Devir: Durgunluk Devri

Bu dönem, onuncu yüzyıldan günümüz Hicrî yüzyılın başına kadar uzanmıştır.

Bu dönemde, bilim ve yenilik konularında içtihat sınıflandırma sona erdi.

Hadîs ilimlerinde hem şiir hem de nesir olarak kısaltmalar bolca yer aldı ve yazarlar, eski yazarların ifadelerini, araştırmadan ve konunun derinliklerine girmeden aktardılar.

Bu dönemdeki en önemli literatürler arasında şunlar yer almaktadır:

1- (El-Beykūniyye) Beykūnî (ö. 1080/1669 [?]) tarafından kaleme alınan Hadîs usulüne dair manzum risâle.

2- (Tevzihu'l- Efkar) Muhammed b. İsmail Sanaani'nin Hadîs usulü eseri.

Yüce Allah, Hindistan topraklarında, Hadîs ilminin bir rönesansını tesis ettirmiştir. Bu, Hindistanlı âlim ve ıslahatçı İmam Şah Veliyyullah ed-Dihlevî' nin (ö. 1176/1762) eliyle olmuştur. Daha sonra bu çalışmayı çocukları, torunları ve öğrencileri sürdürmüştür.

7.      Devir: Modern ÇağdaYeniden Uyanış

Bu dönem, içinde bulunduğumuz hicrî  yüzyılın başından günümüze kadar uzanmaktadır İslâm dünyası, Doğu ve Batı ile temasların yarattığı tehlikeler ve ardından şiddetli askeri çatışmalar,akabinde sömürgeciliğin entelektüel olarak istilası nedeniyle  uyanmaya başlamıştır.

Peygamber Efendimiz'in sünneti ile ilgili şüpheler ortaya çıkmış, ve bu şüpheler oryantalistler tarafından gündeme getirilmiştir. Zayıf fikirli kişiler de onların tesiri altında kalmışlardır, Bunun üzerine müslüman düşünürler arasında bu konu üzerine araştırma yapılması eğilimi ortaya çıkmış ve iftiralara cevap vermek zorunlu hale gelmiştir.

Ayrıca Hadîs usulünün yönteminin de yenilenmesi gerekli hale gelmiştir.

Akademisyenler ve çağdaş alimler bu talepleri yerine getirmeye çalışmışlar. Bir kısmını zikredeceğimiz şu eserler kaleme alınmıştır:

1 – (Kavâidü’t-Tahdîs) Şeyh Cemâleddin El-Kāsımî'nin  (1866-1914) Hadîs usulüne dair eseri.

2 – (Miftâhu’s sünne) Abdulaziz el Huli'nin Hadîs usulüne dair eseri.

3- (Sünnet ve İslâm Hukukundaki Yeri) Mustafa es-Sibaii'nin Hadîs usulüne dair eseri.

C. FIKIH TARİHİ

           İslâm Fıkıh Tarihi Bilimi, Hz. Muhammed ve sonrasında hükümlerin ortaya çıktığı zamanların belirlenmesi, bunlara ait nesih ve tahsis, fukahaın ve müçtehitlerin durumlarının ve hükümler üzerindeki etkilerinin belirtilmesi bakımından İslâmi içtihat durumunu araştıran bilimdir.

           Fıkıh Tarihi: İslâm dininde din'le ilgili İslâm'ın görüşünü hayatın her alanında ve her konuda netleştirmeyi amaçlayan bir grup hukuki  hükümlerin tarihidir..

Fıkıh, (Ahkâm-I Şer'iyyei Ameliyye'yi tafsîlâtlı bir sûrette delilleriyle bilmektir). diye târif edilmiştir. Tarih ise, Geçmiş zamanın (olayların ve olguların) incelenmesidir.

İSLÂM HUKUKUNUN ANA DEVİRLERİ

İslâm Hukuku tarihçileri, fıkhın geçirdiği devirleri 6'ya ayırırlar:

1. Devir: Vahiy Devri: Yâni Hz. Peygamber (S.A.) zamanı.

           Bu devirde teşrî, Kitab ve Sünnete dayanır. Bu devirde teşrî vahy yoluyladır. Ve vuku'bulan hadiseleri ele alır. Olmamış şeyleri farzederek hüküm vermez. Takdîrî fikıh yoktur. Bu devrin özelliğini şöyle özetleyebilir:

A.      Bu devirde teşri' vahye dayanır. Kur'ân esastır.

B.      Hz. Peygamber'in Sünnetleri Kur'ân'ı îzah ve beyan eder.

C.      Hz. Peygamber bâzı mes'elelerde kendi re'y ve içtihadiyle hüküm vermiştir. İçtihadın cavâba da, hatâya da ihtimali vardır. Bedir esirleri hakkındaki karardan dolayı Kur'ân'da muâhaze var. Tebük Harbinde münâfıklara izin verilmesi de öyle.

2. Devir: Sahâbe Devri (Dört Halîfe zamanı):

            Bu devirde de fikhın kaynağı Kitab ve Sünnettir. Ashâbın içtihadları ve icma' da delil olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kitab toplanmış ve istinsah edilmiş, Sünnet tedvin olunmaya başlamıştır.

Bu devirde Kur'ân esastır. Ashâbın Kur'ân'ı anlıyarak O'ndan hüküm çıkarmada bâzı ayrılıklara düştükleri görülür. Meselâ; dedenin, mîrasta baba gibi olup olmayacağı hakkındaki ihtilâf böyledir. Sünnete gelince; Ashâbın hepsi aynı derecede Hadis bellemiş değildi. Hadîs rivayeti o asırda, sonraki asırlarda olduğu gibi çok yaygın değildi. Ashab bâzan birbirinin Hadîsini reddederdi. Şöyle ki:

1.      Râvîyi zayıf bulur, ona güvenmezdi. 

2.      O Hadîsin mensuh olduğunu bilirdi.

3.      Daha kuvvetli bir Hadîse muhâlif bulurdu.

3. Devir: Tâbiîn Devri:

           Müslümanlar siyasî gruplara ayrılmıştır. Alimler, muhtelif şehirlere dağılmıştır. Örf ve âdetin tesiriyle ihtilâflar artmıştır. Nasslardan hüküm istinbât etme usûlü teessüs etmiştir. Yalan Hadîs rivâyeti başgöstermiştir. Ulemâ, Ehl-i Hadîs ve Ehl-i Re'y diye iki gruba ayrılmıştır.

            Bu devirde teşrî, Ashab devrinde olduğu gibi Kitab, Sünnet, icma' ve kıyâsa dayanarak gelişmiştir. Ancak Müslümanlar birçok yerlere dağıldıklarından ve muhtelif milletlerle temasa geçtiklerinden, ihtilâflar daha da çoğalmış, Hilâfet işinden kopan ihtilâf birçok ayrılıklara sebep olmuş, Müslümanlar başlıca üç fırkaya ayrılmıştır:

1-      Hâricîler,

2-      Şia,

3-      Mûtedil Cumhur-u Müslimîn'i teşkil eden Ehl-i Sünnet fırkasıdır. Bunlardan herbiri kendince mevsûk bulduğu zâtı imam ittihaz etmiş, onun etrafında toplanmışlardır. Her fırkanın fukahâsı, kendi tarafına uygun deliller aramış, ictihadlarda bulunmuştur. Fikıh maddelerinin bol bol işlenmesine bu devirde başlanmıştır. Ehl-i Sünnet nâminı verdiğimiz mu'tedil fırka da, fikıh mes'elelerini inceleme ve hal tarzında takip ettikleri usûle göre iki kısma ayrılmıştır. Bir kısmı sırf nasslara bağlanıp kalmış, onlara "Ehl-i Hadîs" namı verilir. Bir kısmi nassların illetlerini inceleyip kıyas yoluyla yeni yeni hükümler verme yolunu tutmuşlardır ki, benlara da "Ehl-i Re'y" adı verilmiştir. Ehl-i Hadîsin merkezi Medîne idi. Onun için bunlara Hicaz fukahâsı da denir. Ehl-i re'yin merkezi Irak olduğundan Irak Fukahâsı nâmını alırlar. Bu devirde Hadîs rivâyeti çok şuyu bulmuş, yaygın bir hal alan Hadîs rivâyeti sırasında siyasî maksatlar ve mezhep gayretleriyle Hadîs uydurma da alıp yürümüştür.

TÂBİÎNİN BÜYÜKLERİ

Bu devirdeki Tâbiîn fukahâsından bâzıları şunlardır:

1-      Said b. Müseyyeb (94 H./712 M.)

2-      Nâfi (117 H./735 M.)

3-      İkrime (105 H./723 M.)

4-        Atâ İbn-i Ebî Rabâh (114 H./732 M.)

5-      Tâvus b. Keysan (106 H./724 M.)

6-      Hasan Basrî (110 H./728 M.)

7-      Muhammed b. Sîrîn (110 H./728 M.)

8-      Mesrûk b. Ecda' (63 H./682 M.)

9-      İbrahim Nahai (47-96 H./ 667-714 M.)

10-  Alkame b. Kays (63 H./682 M.)

11-  Şâ'bî Âmir b. Şurahbil (17-104 H./638-722 M.)

12-  Kâdı Şureyh (78 H./697 M.)

13-  Said b. Cübeyr (95 H./713 M.)

4. Devir: Ictihadlar Devri: Hicrî 100-350 / Milâdî 718-960 yıllar arasındaki đevir:

           Bu devir, büyük imamlar ve müctehidler devridir. Kur'ân-ı Kerîm'in kıraatına, tefsîrine büyük önem verilmiştir. Hadîsler yazılmıştır. Usûl-ü Fıkıh, içtihad usûlleri kurulmuştur. Füru'da ihtilâflar çoğalmıştır. Kıyas ve içtihadda ayrılıklar başlamış, fıkıh kaynak olan kitablar yazılmıştır.

           İslâm fıkhı bu devirde son derece gelişmiştir. Müctehidler ve büyük imamlar bu devirde yetişti. Mezhepler kuruluyor, ictihadlar birbiriyle çarpışıyor, kendine göre bir hukuk sistemi kurarak o usûl dairesinde hükümler veriyor, mes'eleleri çözüyor. Umûmî kaideler bulunup çıkarılıyor. Fikıh ve Usûl-ü Fıkıh ilimleri kuruluyor. Ana kitaplar yazılıyordu. Sonra gelen fukahâ, bunları esas tutarak şerh ve îzahla meşgûl olmuşlardır. Bu devirden önce ilim daha ziyade dînî bir mahiyet taşırdı.

          Halbuki bu devirde İlimler tasnif edilmiş, mes'eleler sıraya konmuş, şûbelere ayrılmıştı. Terceme hareketleri gelişmiş, eski ilimlere ve başka medeniyetlere dâir birçok şeyler Arapçaya çevrilmiştir. Fıkıh ufku genişlemiş, düşünceler gelişmiştir.

          Tefsir, Hadîs, kelâm, lûgat, fıkıh, usûl-ü fıkıh ilimleri bu devirde yazılmıştır. Büyük imam ve müctehidler bu devirde yetişmiştir. Meselâ: Mekke'de: Süfyan İbn-i Uyeyne, Medîne'de: Mâlik İbn-i Enes, Mısır'da: Şâfiî ve Leys İbn-i Sa'd, Basra'da: Hasan-ı Basrı, Kûfe'de: Ebâu Hanife, Süfyân-ı Sevrî, Şam'da: Evzâi, Nişâbur'da: İshak İbn-i Rahveyh (Rahuye), Bağdat'ta: Ebû Sevr, Ahmed ibn-i Hanbel, Dâvud Zâhirî, İbn-i Cerîri Taberî gibi. Bu devirde mühim ilim merkezleri şu şehirlerde toplanır: Bağdat, Kûfe, Basra, Medîne, Mekke, Mısır, Şam, Merv, Nisabur, Semerkand, Belh, Kayravan, Kurtuba...

Mezheplerin Kuruluşu:

İslâm Hukuku geniştir. Birçok ekollere ayrılmıştır. Bu tefekküre geniş bir alan açmıştır.

Dört mezhebe Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat mezhepleri nâmı da verilir. Bunlar makûl ve makbûl görülmüştür.

-         Hanefiler, daha rasyonalisttir.

-         Şâfiî, daha didaktik görüş sahibidir.

-         Mâlik, an'anecidir. Aristokrattır.

-         Hanbelî daha fanatiktir, muhafazakârdır.

5. Devir: Taklid DEVRİ: 350-656 H. / 960-1258 M. Yılları Arasındaki Devir:

           Bu devirde, mezhepler yayılmış ve güçlenmiştir. Mezhep taraftarlığı ve taklid artmıştır. Eskilerin verdikleri hükümlerin sebeplerini araştırmak (Ta'lîl-i Ahkâm) ve onlarınkilerinden mes'ele çıkarmakla uğraşılmıştır.

           Bu devirde İslâm ülkeleri birçok küçük devletlere bölünmüştür. Her yerde "Emîrü'l-Mü'minîn" unvâniyle bir hâkim bulunur. Bu parçalanma İslâm'ı zayıf düşürmüştür. Çok defalar bunlar birbirlerine saldırmışlardır. Siyasî münâzaalar artmıştır. Fitneler almış yürümüş, Müslümanlar birbirinin boğazını sıkmıştır. Abbâsîler ve Fâtımîler arasındaki mücâdeleye bak. En sonunda Haçlı seferleri, İslâm âlemini yağma, Müslümanları dağınık etti. Bu kargaşalık; hayatı, ilmî hareketleri saptırdı. Karanlık bulutların çöktüğü İsilâm âlemi, eski nurlu ışıklarını kaybetti. Bu devir karanlık içinde boğulurdu Bereket versin  bazı âlimler yine ilim meş'alesini söndürmeden yandırdılar. Etrafa ışık saçtılar. Yalnız bu, eskilere bakarak sönük idi. İlim hareketi yavaşlamıştı. Kötü şartların îcâbı olarak emeller gevşemişti. İleri atılan hamleler durmuştu. Ulemâda istiklâl rûhu ölmüş idi. 310'da öllen Muhammed İbn-i Cerir-i, Taberi'den sonra, kendisini ictihad mertebesinde sayan pek çıkmıyordu. Geçen imamların re'yleri ile mukayyed olmaksızın, taklid etmeksizin, doğrudan Kitab ve Sünnetten hüküm alan müctehid çıkmamıştı. Kendilerini bu mertebeden aşağı görüyorlardı. Halbuki kendilerinde ictihad şartları toplanmış ulemâ yok değildi. Fakat dört mezheb imamlarının dediklerinin dışına çıkmağa cesaret edemiyorlardı. Onların söz çemberlerinin dışına çıkmıyorlardı. yordu.

           Bu devirdeki fukahâdan bâzları:

1.      Ebû Bekir Hâherzâde (Muhammed İbn-i Hüseyin Buhâri (433 H./1041 M.)

2.      Şemsu'l-Eimme-i Halvâni (Abdülâziz İbn-i Ahmed) (456 H./1063 M.)

3.      Kadı Ebû Zeyd Debûsî (430 H./1038 M.)

4.      Fahrü'l-İslâm Ali Pezdevî (482 H./1089 M.)

5.      Kâd Şureyk Bin Abdullah (90- 177 H./708 - 793 M.)

6.      Muhammed İbn-i Ebî Leylâ (74-148 H./693 - 765 M.)

7.      Abdullah İbn-i Şübrüme (74 - 144 H /693 - 761 M.)

6. Son Devir: Durgunluk devridir.

            Ulemâ arasında bağlantı kopmuş, her ülke kendi derdine düşmüştür. Fukahâ, eskilerin eserlerini, ya ihtisar veya şerh etmekle meşgûl olmuştur. Bu şartlar altında fıkıh duraklamıştır. Ancak zamanımızda İslâm âleminde, her sahada olduğu gibi fıkıh ve hukuk sahasında da bir uyanma ve çalışma başlamıştır.

bu devir, İctihad ve târihe geçti. Ondan başladılar. Mezheblerin Kurulma Devri olarak sonra gelen fukahâ, eski imamları taklide başladılar. Halbuki bunlardan hiçbiri kendilerine taklidi ileri sürmüş değildi. İctihad kapısının kapalı olduğunu ileri sürmekle fıkıh ilmi gerilemeğe başlamıştır. 656 senesine kadar geçen devirde taklid hüküm sürdü. Bu zamanda da görünen ulemâ da olmasa, bu devir karanlık içinde kalırdı. Tahric ve tercih erbâbı nâmi verilen ulemâ fıkha yine bâzı hizmetlerde bulunmuşlardır.

           VI. devre gelince: X. Asra gelinceye kadar arasıra değerli ulemâ çıktığını görüyoruz. (Halil Mâlikî, Remli, İbn-i Rif'a, İbn-i Hümam, Süyûtî, Sübkî gibi.) Bu devir ulemâsı ictihad yoluna gitmemişler, eskilerin eserlerini toplayıp, kitab yazma hevesine düşmüşlerdir. Yazılan kitabları şerh ve ihtisar etmeğe uğraşmışlardır. Hattâ muhtasarlar birer bilmece haline gelmiştir. Bu hal zihinlere durgunluk vermiştir.

Bu gerilemenin sebepleri şunlardır:

1-      Ulemâ, bu muhtasar ve bozuk kitabları okumuştur. Eskilerin rûhu besleyen, zihinleri açan, ilim yüklü açık kitabları bir tarafa bırakılmıştır.

2-      Ulemâ arasında fikir birliği kalmamış, münasabetler kesilmiştir. Eski ulemâ, diyar diyar dolaşır, münâzaralar yapardı. Bu, ilim hareketlerinde canlılık demektir.

3-      Medreselerde ana kitablar ve kaynaklar bırakılıp, lüzumsuz kavâid ve irâb münâkaşalariyle vakit öldürülmüştür. Kavâid, vasıtadır. Gâye, anlamaktır.

4-      Müsbet ilimlere medresede yer verilmez oldu. Ne okutacak hoca kaldı, ne de anlayacak talebe. İşte bu gibi sebeplerle ilim geriledi.

TAKLİD SEBEPLERİ

1-      Mezheb taraftarları.

2-      Baştakiler muayyen bir mezhebi destekliyordu.

3-      Fukahâ arasında rekabetin başlamasıdır.

4-      Hâkimlerin adâletten ayrılması.

5-      Ulemânın hasedi.

6-      Medreselerde ders usûlü çığırından çıkmıştı: Kitaplar gâyet muhtasardı. Müsbet ilimler okunmuyordu. Kavâid ve irâb nizâ'larıyla vakit öldürüyorlardı. Bu sebeplerle ictihad edecek seviyeye gelemiyorlardı.

7-      Kendine güvenir, azimli ulemâ kalmamıştı: Him- metler gevşemiş, gayretler sönmüştü.

8-      İnsanlar maddeci olmuşlardı: Kendini ilme verip Allah için ilme çalışan yoktu. İşte bu gibi sebeplerle doğrudan doğruya dînî hükme götüren, ilim ve marifet yolu olan ictihad caddesi bırakılarak, dolambaçlı yollar tutuldu. İctihad devri sona erip taklid devri başladı.

BU DEVİRDE YETİŞEN ULEMÂDAN BÂZILARI:

1-      Ebu'l-Berekât Hâfızüddin Nesefî

2-      Sadru's-Şerîa Ubeydullah İbn-i Mes'ûd (747 H./1346 M.)

3-      Osman Zeylei (743 H./1342 M.)

4-      Kıvâmüddin itkânî Emir Kâtib b. Emir Gâzi (685 - 758 H./1286 - 1356 M.)

5-      Mahmud Bedrettin Ayni (762-855 H./1360 - 1451 M.)

6-      İbn-i Nüceym (969 H./1561 M.)

7-      Seyid Şerif Cürcânî Ali b. Muhanmed (740 - 816 H./1339 - 1413 M.)

8-      Molla Hüsrev Mehmed Efendi (885 H./1480 M.)

 

KAYNAKÇA

1.      MUHAMMED HÜSEYiN  ez-ZEHEBÎ (1915-1977), "ET-TEFSÎR VE’L MÜFESSİRÛN", MEKTEBETU VEHBE, KAHİRE.

2.      NUREDDİN ITIR (1937-2020), "MENHECU'N-NAKIDİ Fİ ULUMİ'L HADİS", Darul Fikir, Şam, 3. Baskı, 1401/1981. 

3.      OSMAN KESKİOĞLU (1907-1989), "FIKIH TARİHİ ve İSLÂM HUKUKU", Müftüoğlu Yayınları, Ayyıldız Matbaası A.S. Ankara 1969.

 



0 Yorum - Yorum Yaz


AD-SOYAD: Azime Betül DEMİREL YİĞİT                                              

ÖĞR. NU.:  20922731/Doktora                                       TARİH: 16.01.2021

 

10.Bilginin bütünlüğü ilkesiyle ve disiplinlerarası yaklaşımla Tefsir-Hadis-Fıkıh Tarihleri müşterek-mukayeseli mütalaanızı yazınız.

Her bir ilim alanına dair tarihler incelendiğinde her birisinin şifahi, kitabet, tedvin, tasnif gibi pek çok dönemlerden geçtiği görülecektir. Her bir alan Hz. Peygamber’in yaşadığı zamanda birbiriyle iç içe şekillenmiş, önce şifahi olarak sonra yazıya geçirilmesi yani kitabet ile kayıt altına alınmış, daha sonra tedvin ve tasnif gibi birçok dönemlerden geçmişlerdir. Her bir alanın alanı büyük oranda ortak; ancak inceleme usül, yöntem ve prensipleri birbirinden farklı bununla beraber hep birbiriyle iç içe girmiş ve birbirinden beslenmiş bir şekilde ilerlemişlerdir. Zira beslendikleri kaynak aynıdır, vahiy üzerine bütün çabalar ortaya konmuştur, hepsinin kaynağı ortaktır. Her bir ilim alanın gayesi de Kur’ân’ı daha iyi anlama ve hayata aktarabilme gayretidir. Hz. Peygamber Dönemi’nde bu alanların hepsi Hz. Peygamber’de mündemiçti. Sahabe bu üç alana hatta daha sonra pek çok ilim dalı olarak gelişen pek çok alana dair ihtiyaç hissettikleri soruları soruyor ve cevaplarına göre hayatlarını şekillendiriliyorlardı. Hz. Peygamber’in görevinin ikmal etmesi ve vahyin sona ermesi ile beraber bu soru ve cevaplar sahabe, tabiun, t.tabiun ve sonraki nesiller vasıtasıyla devam etmiştir. Ancak ilimlerin tedvini ile bu birliktelik ve iç içelik bir ayrıma gidilmesine sebep olmuştur. Hâlbuki bu alanların da hep birlikte ve birbirlerinden beslenerek ilerlemesi ve vahyin bu bütünlük ile anlaşılması gerekmektedir. Bugün de bilimsel çalışmalarda aynı bütünlük içerinde okuma ve anlama çalışmalarının yapılması ve buna dair kurumsal alt yapıların kurulması, kolektif çalışmaların yapılması gerekmektedir. Zira bu alanlarda aynı kavramlar, malzemeler kullanılmaktadır. Her bir ilmin alanındaki bilgiyi diğeriyle bütünleştirmesi ya da diğerinin rahatlıkla kullanabileceği bütünlükte sunması büyük bir önem arz etmektedir. Bugün sözgelimi bir cami inşa edilirken bir eser yapılırken bile bilginin bütünlüğü yaklaşımına ihtiyaç, o kadar açık ve net bir şekilde ortadadır ki. İlmi çalışmalarda ve hayatın bütün alanlarında bu bütünlüğü sağlamak, bilgiyi bir bütün ve disiplin ile anlamak ve hayata katmak son derece önem arz etmektedir.

 


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi