Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


Muteber Gülsefa UYGUR

18922770

Doktora

"*"

TEFSİR, HADİS VE FIKIH USÜLLERİNİN BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ 

       Bilgi kavramı, bir iş veya konu hakkında bilinen şey, malumat ve ilim anlamlarını ifade eden bir kavramdır. Bilginin bütünlüğü kavramı ise sosyal bilimler ve özellikle din bilimleri açısından “bir konuda hakiki bilgiye ulaşmak için o konuyla ilgili bütün verilerin dikkate alınması ve elde edilen bilgiyi diğer bilgiler arasında olması gereken yere koyulması” anlamına gelmektedir. Bilginin bütünlüğü bir metodu değil, bir tutum ve yaklaşımı ifade etmektedir. 

       Herhangi bir konuyla ilgili gerçek bilgiyi elde etmek isteyen bir kimse, öncelikle bilginin bir bütün olduğunu bilmeli ve konuya bütüncül yaklaşabilmelidir. Aksi takdirde gözleri bağlı kişilerin fil tarifi örneğinde olduğu gibi, elde edilen bulguların eksik ve yanlış olma ihtimali yüksektir. Örneğin İslami bir meseleyi ele alan bir araştırmacı, konuyla  ilgili bir ya da birkaç âyet veya hadis üzerinden değerlendirme yapıp diğerlerini göz önünde bulundurmadan, tarih boyunca o konu üzerindeki görüşleri dikkate almadan, tefsir, hadis ve fıkıh külliyatından bîhaber bir şekilde konuyu yorumladığı takdirde, isabet etme olasılığı düşüktür. Bu tıpkı bir puzzledaki bir ya da birkaç parçaya bakarak resmin bütünü hakkında yorum yapmak gibidir. Bu yorumun bütünü görerek yapılacak açıklamalar kadar hakikati yansıtması beklenmemelidir. 

İslamî ilimlerin kaynağı, insanın anlam arayışında ona yol gösteren, dünya ve ahiret saadetini sağlamak için Allah tarafından gönderilen kitap olan Kur’an-ı Kerim’dir. Hepsinin ortak gayesi Kur’an-ı Kerim’in en iyi şekilde anlaşılmasıdır. Biz bu ilimlerden Kur’an-ı Kerim’in lafız ve manalarının anlaşılmasını konu edinen tefsirin; Kur’an-ı Kerim’in hayata uygulanmasının canlı örneği olan Hz. Peygamber’in (sav) söz, fiil ve takrirlerini konu alan hadisin; Kur’an-ı Kerim’in insan hayatının ibadet ve muamelat ile ilgili kısımlarını düzenleyen hükümlerini konu edinen fıkhın usullerini mukayeseli olarak inceleyeceğiz.    

İslami ilimler Cenab-ı Allah tarafından son Peygamber Hz. Muhammed (sav) vasıtası ile gönderilen yeni şeriatın gereği gibi uygulanması için ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara  paralel olarak bir gelişim göstermişler ve birbirleri ile ilişki içerisindedirler. Kur’an-ı Kerim’in ilk ve en önemli tefsiri olan Peygamber (sav) açıklamalarını tefsir alanından, İslam teşriinin en büyük iki kaynağı olan Kur’an ve Sünneti fıkıh alanından ayrı düşünmek hatalı bir tutum olsa gerektir. Her bir ilim dalı diğeri ile iç içedir ve birbirini destekler. Nitekim Hz. Peygamber’in (sav) Kur’an-ı Kerim’i tefsir eden açıklamaları ve nüzul sebepleri ile ilgili haberler ilk olarak hadis mecmualarında yer almıştır. Hadis mecmualarının kitabu’t-tefsir bölümlerinde yer alan Hz. Peygamber’in (sav) ve sahabenin tefsirle ilgili beyanları rivayet yoluyla nakledilmiş ve hadis ilminin bir kolu olarak gelişmiştir. Örneğin hadis usulünde tedvin, tasnif, cerh ve ta'dil gibi faaliyetlerin hep ihtiyaca binaen ortaya çıktığı görülür. Aynı şekilde fıkıh usulünde kıyas, istihsan, maslahat gibi kaynaklar ile mezheplerin oluşum serüveni tarih içinde doğal bir seyir olarak ve ihtiyaç doğrultusunda ortaya çıkmışlardır. Tefsir usulünden bunun örneği ise, rivayet ve dirayet tefsirlerinin oluşum evresidir. Yine gerek fıkhî, gerek işari, gerekse toplumsal tefsirlerin ortaya çıkması hep bir ihtiyaca binaen oluşturulmuştur. 

Tefsir, hadis ve fıkıh; günümüz şartlarında bilginin bütünlüğü çerçevesinde ele alınmalıdır. Her ne kadar bağımız disiplinler olarak ifade edilse de İslami ilimler birbirinden ayrı değerlendirilemez. Ortaya çıkan yeni meseleler, mutlaka disiplinler arası bir metot izlenerek bilginin bütünlüğü çerçevesinde değerlendirilerek çözüme kavuşturulmalıdır.

Kaynağını Kur’an’dan alan her bir hüküm, Hz. Peygamber (sav) açıklamalarıyla daha iyi anlaşılacak ve fıkıh usulü sayesinde uyulması gereken bir kaide olarak kitaplardaki yerini alacaktır. Tefsir usulünün konusu, Kur’an lafızlarının inceliklerini araştırmak, müphem manalarını, diğer Kur’an ayetlerinden, Hz. Peygamber’in (sav) açıklamalarından yola çıkarak aydınlatmaya çalışacak kaideleri ortaya koymaktır. Hadis usulünün konusu Kur’an ayetleri üzerinde Hz. Peygamber (sav) tarafından yapılan ve bize rivayet yolu ile gelen açıklamaların haber değerini ortaya koymak, sahih olanını zayıf ve uydurma olanından ayırmaktır. Fıkıh usulünün konusu da bütün bu verilerden yola çıkarak, ferdin Allah ile, fert ile, toplum ile ve devlet ile hem dünyevi, hem uhrevi anlamda ilişkilerini düzenleyen hukuk manzumesinin ve teşri hükümlerinin oluşmasını sağlayacak düzenlemeleri yapmaktır. Bu anlamda hadis usulü ilmi diğer ilimlerin bir adım önündedir. Çünkü Hz. Peygamber (sav) devrinde teşriin kaynağı, vahy-i ilahi ve ictihad-ı nebevi idi. Kendisine vahyolan ayetleri tebliğ ve tebyin etmesi bu vazifenin birinci bölümünü oluşturuyordu. İkinci kaynağa nispetle vazifesi ise şartlara göre hüküm ortaya koyması, yani istinbat ve istimdadda bulunmasıdır ki buna da ictihad-ı nebevî denir. Hz. Peygamber’in (sav) tetkik ve takdire dayanan bu içtihadı, Allah Teâlâ’nın murakabesi altında teşekkül etmiştir. İçtihat doğru olarak sadır olmuşsa Allah onu tasvip, hatalı ise irşad eder. Dolayısıyla sünnet de Kur’an-ı Kerim ile birlikte uyulması gereken bir kaynak olarak tarif ve tavsif edilmiştir. Bundan dolayıdır ki dini ahkâmın oluşmasında gerek tebliğ ve gerek içtihat olarak Hz. Peygamber’den (sav) sadır olan her türlü söz ve fiilin sahih ve güvenilir kaynaklara göre nakledilmesi büyük önem taşımaktadır. İşte hadis usulü ilmi bu anlamda sağlam ve güvenilir bir hadis külliyatı oluşmasında hayati öneme haizdir.    Nitekim sonraki asırlarda bazı siyasi ve itikadi fırkalar bozuk fikirlerini desteklemek için hadis uydurma faaliyetlerine girişmişlerdir. Bu arada cahil kişiler ile siyasi fırkalara aşırı derecede bağlı olanlar, halkı kendi düşüncelerine teşvik etmek maksadıyla hadisler uydurmuşlardır. Bu sebeple özellikle Iraklı hukukçular. Hadis kabulünde sıkı şartlar ileri sürmüşler ve bu, tabiun dönemi sahih hadislerle, uydurulmuş hadisleri birbirinden ayırmak için usullerin tedvin edilmeye başladığı dönem olmuştur. Hadis ilminin tefsir usulü ile olan ilişkisi de Hz. Peygamber’in (sav) Kur’an’ın ilk müfessiri olması cihetinden ele alınmalıdır. O, Kur’an’ın müphem ve mücmelini açıklar, umumi hükümlerini tahsis eder, nasih ve mensuhunu bildirir. Sahabe ayetlerin nüzul sebeplerini bildirmekle Kur’an’ın anlaşılmasını gaye edinen tefsir usulünün oluşmasına katkıda bulunur. Sonraki dönemlerde mezhep kurucularının Kur’an’a ve hadise bakış açılarındaki farklılıklar re’y ve hadis ekollerinin oluşmasını intac etmiştir. Ehl-i hadis hüküm istinbatında Kur’an ve hadisi ön planda tutarken, ehl-i re’y yaşadıkları coğrafya gereği kıyas ve istihsan metotlarını öncelikli olarak kullanmışlardır.

Hz. Peygamber (sav) dönemine bakıldığında, bilginin bütünlüğü O’nun şahsında gerçek anlamda tezahür etmiştir. Zira o en iyi müfessir, gerçek muhaddis ve en bilgili fakihtir. Yani Hz. Peygamber (sav) hayatta iken tefsir, hadis ve fıkıh -henüz teşekkül etmiş birer ilim halinde olmamakla birlikte- vardır ve oluşum evresindedir. Aynı zamanda henüz birbirinden ayrılmamış, tıpkı anne karnında gelişen üçüzler gibi gerçek bir bütünlük arz etmektedirler. Fakat bu ilimlerin birbirinden ayrılması ve her birine ayrı bir isim verilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Tabiri caizse doğum gerçekleştiğinde adları da konacak ve her biri kendi rotasında gelişmeye ve büyümeye devam edecektir .

            Hz. Peygamber (sav) döneminde bilginin bütünlüğü sadece O’nun için değil, aynı zamanda bilgin sahabeler için de söz konusudur. Her ne kadar tefsir, hadis veya fıkıh alanında daha yetkin sahabelerden söz etmek mümkünse de, örneğin tefsir alanında önde olan bir sahabenin aynı zamanda fıkıhta da ismi geçmekte, ya da hadis yazan sahabeler arasında adına rastlanabilmektedir. Bu da o dönemde, İslami ilimlerin henüz ayrı ayrı teşekkül etmemiş olduğunu ortaya koymaktadır. 

Peygamber’in (sav) vefatından sonra sahabe döneminde de bilginin bütünlüğü belli oranda devam etmiştir. Yavaş yavaş belli alanlarda ihtisaslaşmanın zaruret haline gelmesinden sonra, -ki bu sahabe döneminin sonu, tabiin döneminin başına tekabül etmektedir- tefsir, hadis ve fıkıh halkalarının daha belirgin bir şekilde birbirinden ayrıldığı görülmektedir Bu da zamanla bilgi birikiminin artmasıyla doğru orantılıdır. Zaman ilerledikçe suya düşen bir damlanın oluşturduğu halkalar gibi malumat da çoğalmış ve önceleri bir kişinin taşıyabileceği, kaldırabileceği, halledebileceği kadar iken, sonraları bir kişinin boyunu aşmış ve belli bir alanda ihtisaslaşma ortaya çıkmıştır. Fakat bu durum bilginin bütünlüğüne zarar vermemiştir. Bir kişinin pek çok alanda uzman olması artık imkansız olmakla birlikte, İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun kendi ihtisas alanına ek olarak, bilginin bütünlüğünü koruyacak kadar diğer alanlara da hâkim oldukları görülmektedir. Bunun istisnaları da elbette vardır ama onların İslami ilimlerin usullerinde diğerleri kadar parlamadıkları da bir gerçektir .

Sonuç olarak, kaynağı yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim olan  islami ilimlerin bidayetinde ve klasik İslam eğitiminde ilim, bir bütün olarak algılanmış ve okutulmuştur. bu ilimlerin tedvin asrına kadarki süreçleri ve birbirleriyle aralarındaki ilişki bunu gerekli kılmaktadır. Mezkur ilimler, yöntem ve ilgi alanı olarak farklıymış gibi dursalar da aslında hepsi dinin bir cihetini temsil etmektedirler. Günümüzde bu mühim ve temel ilkeyi göz önünde bulundurmak, İslami ilimlerde yapılacak çalışmaların daha faydalı sonuçlar elde edilebilecektir. Tefsir alanı onu bir konu olarak ele alır ve açıklar, fıkıh usulünün konusu da Kur’an’dır, ancak Hz. Peygamber’in (sav) açıklama ve uygulamalarından yola çıkarak hükümler ve yaptırımlar ortaya koyar ve bu ilimler insanlığa son ilahi mesaj olan Kur’an-ı Kerim’in, Serinsu’nun oku-düşün-anla-yaşa prensibi doğrultusunda anlaşılması ve yaşanması, insanın da bu mesaj ile hayatını anlamlandırması gayesine hizmet eder.

 

KAYNAKÇA :

Atar, Fahreddin, Fıkıh Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2015. 

Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007.

Cerrahoğlu, İsmail, Kur’an Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1968.

Çakan, İ. Lütfi, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1989.

Demirci, Muhsin, Tefsir Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2003. 

Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), Hadis, mad., C: 15, s. 27-64, TDV Yayınları, İstanbul, 1997.

Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), Tefsir, mad., C: 40, s. 290-294, TDV Yayınları, İstanbul, 2011.

Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), Usûl-i fıkıh, mad., C: 42, s. 201-210, TDV Yayınları, İstanbul, 2012.

http://www.kuranveinsaninanlamarayisi.com

Karaman, Hayrettin, Ana Hatlarıyla İslam Hukuku, Ensar Neşriyat, İstanbul 1986. 

Koçyiğit, Talat, Hadis Usulü,  Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2012.

Koçyiğit, Talât , Hadis Tarihi , Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1997.

Kutlu, Sönmez, İslam Bilimlerinde Yöntem,  Ankuzem, Ankara, 2005.

Paçacı, Mehmet- Gözeler, Esra, Kur'an ve Hadis İlimleri, Ankuzem, Ankara, 2006.

Serinsu, Ahmet Nedim, Kur’ân ve Bağlam, Şûle Yayınları, İstanbul, 2008.

Serinsu, Ahmet Nedim,  Kur’an Nedir?, Şûle Yayınları, İstanbul, 2016.

Serinsu, Ahmet Nedim, Tefsir Tarihi Atlası ve Uygulamalı Haritaları, Grafiker Yayınları, Ankara, 2019.

Sezgin, M. Fuad, Buhârî’nin Kaynakları, Otto Yayınları, Ankara, 2012.

Suyûti, el-İtkân fî ‘Ulûm’il-Kur’ân, Dâru İbn Kesîr, II. Baskı, Dımeşk, 1993.

Şa’ban, Zekiyyüddin İslam Hukuk İlminin Esasları (Usûlü’l-Fıkh), Notlar Ekleyerek Tercüme Eden: İbrahim Kafi Dönmez, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1999.

Şâfiî, Muhammed b. İdrîs, er-Risâle İslam Hukukunun Kaynakları, Çevirenler: Abdülkadir Şener, İbrahim Çalışkan, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2018.

Tefsir, Hadis, Fıkıh Usûl ve Tarih Mütaalası Ödevleri,

Zerkânî, Menâhil’ul-‘İr’fân fî ‘Ulûm’il-Kur’ân, Dâru’l Fikr, Beyrut,  1988.

Zerkeşî, el-Burhân fî ‘Ulûm’il-Kur’ân, Dâru’l Fikr, Beyrut,  1988.


0 Yorum - Yorum Yaz


 Şeyma Gündüz

17912751

DR-Bahar Dönemi

 

 

  

 Bilginin Bütünlüğü Çerçevesinde Usul Mütaalası

 

 

Cenabı Allah Kur’an-ı Kerimi indirdiğinde insanlar için birçok hayır murad etmiş kelamının anlaşılıp uygulanmasını dilemiştir. Bu doğrultuda Hz. Peygamber vahyi insanlara tebliğ ve tebyin etmiştir. Hz. Peygamber vahiydeki herhangi bir belirsizliği ve anlaşılmazlığı Cenabı Allah’ın murad ettiği ölçüde açıklamıştır. Bu açıklamalar birçok ilmin membası mahiyetinde olup uzun zaman sonra sistemleşecek olan Hadis, Fıkıh ve Tefsir ilminin kaynağını oluşturmuştur. Örneğin kapalı manaya sahip olan bir ahkam ayetini Hz. Peygamber‘in açıklaması hem Hadis ilmine hem de Fıkıh ilmine malzeme olrmuştur. Hz. Peygamber döneminde sahabiler anlamadıkları konuları rahat rahat sorabiliyorlardı ama Hz. Peygamber’in vefatıyla her problemin çözüme kavuştuğu bu yüce mercinin yeri doldurulmaz  oldu. Birçok karmaşa ortaya çıktı. Doğru bilginin ve ilmin korunması için Hz. Peygamber’den sonra var olan ilimlerin yavaş yavaş sistemleşip bilgi ayıklanması yapılması gerekti. Hadis usulü de böyle bir zamanda sistemleşti. Örneğin Hadis ilminin tanımına ve  gayesine bakacak olursak; bir rivayetin Hz. Peygamber'e ait olup olmadığını tespit etmeye yarayan kuralları belirleyerek bunları uygulamadır. Konuya iyice açıklık getirmek için Fıkıh ve Tefsir ilminin de gayesini/tanımını aktaracağım. Tefsir usulünün gayesi ise Kur’an ayetlerini çeşitli yönleriyle ele alıp incelemek ve Kur’an’ın anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Fıkıh usulü  ise istinbat kaideleri ve icmali delillerdir ya da tafsili delillerden çıkarılmış olan şer'i-ameli hükümleri bilmektir. Bu üç ilmin tanımlarını/gayelerini vermemizin en önemli sebebi ise batınındaki asıl gaye ve hedefi hatırlatmaya çalışarak ilmin bütünlüğünü gösterebilmektir. Hadis usulü rivayetin sıhhat derecesiyle ilgilenerek kişinin o rivayetle amel edip etmeyeceğine yön verir. Hadisler; munkatı', mu‘dal, mu'allak, merfu ve mevkuf hadis gibi özelliklerine göre ayrılmış ve rivayetlerle sınırlı kalmayıp ravinin de muhalefetu’r-ravi, cehaletü’r-ravi, fısku’r-ravi, su-i hıfzı’r-ravi, fahş-ı gafleti’r-ravi gibi vasıflandırmalarla sıkı denetime tabi tutulmuş ve Hadis ilminin terminolojisi oluşmuştur. Böylece bu sınıflandırmalar insanların, doğru ameli tatbik etmesinde kaynak olan rivayetleri ve ravileri sıhhat derecesine göre eleyerek ilim membasını berraklaştırmıştır. Rivayet ve ravi konusundaki bu ince elemeler fıkıh ve tefsir ilminin şekillenmesinde de büyük katkıda bulunmuştur aynı titizlik bu sahalarda da var ola gelmiştir. Mesela Fıkıh ilmi bu rivayetlerin şer’i bir delil olup olmayacağını incelemektedir. Yazımızın başında; Hz. Peygamber vahiydeki herhangi bir belirsizliği ve anlaşılmazlığı Cenabı Allah’ın murad ettiği ölçüde açıklamıştır, demiştik. Bu kapalılık fıkıh usulünün oluşmasına sebep olmuştur. İnsanlar Kur’an’da ve sünnette bulamadıkları hükümlerde müçtehid alimlerin ittifakına başvurmuşlar herhangi bir ittifakın yokluğunda ise kıyasa başvurarak fıkıh metodolojisini doğal olarak şekillendirmişlerdir. Meselenin hükmünü tespit etmek için istihsan, seddü’z-zerai sahabi kavli gibi  yöntemler geliştirmişlerdir. Kitap ve sünnetten hüküm çıkarırken dikkate alınan dil kaideleri, lafızlar, manayla ilişkilerine ve manaya delalet yollarına göre Kur’andaki hükmü tatbik etme maksadıyla birtakım ayrımlara tabi tutarak  müşterek, müevvel lafız gibi hüküm çıkarma yöntemlerine kaynaklık edecek ilkeler oluşturmuşlardır. Tüm bu ıstılahların oluşmasının sebebi ise Kur’andaki hükümlerin anlaşılması ve hayata geçirilme çabasından ibaretti. Tefsir usulüne gelecek olursak Kur’an ve Kur’an ilimlerinin tamamını kapsar. Nasih-Mensuh, Ğarib’ul Kur’an, Muhkem- Müteşabih bunlardan bir kaçıdır. Kur’an ilimlerinden biri olan Esbabü Nuzul’ü bilginin bütünlüğü ilkesinden yola çıkarak örnek vermek istiyorum; Sebebi nüzulleri bilmenin faydalarından biri de bu ilimle Kur’an-ı Kerim’de emredilen hükümlerin hikmetlerinin anlaşılmasıdır. Yani tefsir usulündeki bir ilim fıkhi bir hükmü etkileyebilmektedir. Bu durum ilimlerin etkileşim halinde olduğu ve aslında bir bütün olduğunun göstergesidir. Sonuç olarak; tefsir, hadis ve fıkıh ilimleri birlikte gelişen ve ilerleyen ilimlerdir. Birbirleriyle etkileşim halinde olan bu ilimler  birbirlerine kaynaklık etmektedir. Her biri farklı  sahada ve farklı isimlerle çıksa da, gaye ve amaç bakımından ortak bir hedef içindedirler. O da vahyin ve sünnetin iyice anlaşılıp, yaşanıp ve sonraki nesillere aktarılmasıdır ki bu da Allah’ın muradıdır.
(Bugüne hitap eden yönü?)

 

Kaynakça

İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, TDV Yayınları,  Ankara, 2014.

Talat Koçyiğit, Hadis Usulü, TDV Yayınları, Ankara, 1998.

Abdullah Kahraman, Fıkıh Usulü, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2010.

 


0 Yorum - Yorum Yaz


BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ AÇISINDAN TEFSİR, HADİS VE FIKIH TARİHLERİNİN MÜTALAASI  01.04.2019

Abdullah KARACA

Doktora 2018-2019 Bahar Dönemi

Öğrenci No: 18922737

"*"

“İlim” İslâm kültüründe “ilâhî ve beşerî bilgiler” manasına gelen ve ayrıca “bilim” için de kullanılan kapsamlı bir terimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de ilim kavramı daha ziyade “ilâhî bilgi” yahut “vahiy” anlamında kullanılmakta, ayrıca gerek insanın vahyedilmiş ilâhî hakikate dair ilmi, gerekse bilme melekesiyle ilgili kazandığı dünyevî ilmi ifade etmek üzere çeşitli âyetlerde yer almaktadır. İlmin anlamı, önemi ve işlevi hadislerde de vurgulanmıştır. II. (VIII.) yüzyıldan itibaren ‘hadis’i ifade etmek üzere kullanılan terimlerden biri de ‘ilim’dir. İlk dönemlerde ‘ilim’ kelimesinin kapsamına Kur’an, hadis ve fıkhın girdiği, fakat sonraları ‘ilim’ sözüyle daha çok hadisin kastedildiği anlaşılmaktadır.

İslâm kültüründe ‘ilim’ kavramının zamanla kazandığı terim anlamları kelimenin Kur’an ve hadisteki kullanımından geniş ölçüde etkilenmiştir. Her ne kadar İslâm dünyasında gelişen ilimler kendilerine has konu, amaç ve bakış açılarıyla ilim kavramını farklı noktalardan tahlil etmişse de; sonuç olarak ilmin tanımına yönelik çabalar bir şekilde Kur’an’ın anlam dairesiyle irtibatlı olarak gerçekleşmiştir.

İslâmî ilimler açısından, “İlim” kelimesinin hakikat manasına geldiğini söyleyebiliriz. İslâmî ilimler ‘hakikat’ ve ‘hakikat üzere yaşama’nın hedeflendiği çabalar olarak görülebilir. Gerek ‘Hakikat’in ne olduğu’ gerek ‘hakikatin nasıl hayata yansıyacağı’ hususlarına dair sorgulamalar bir bütündür. İslami ilimlerdeki ayrışmalar sadece ihtisaslaşmanın ürünüdür.

İbn Hazm Meratibu'l-Ulûm adlı eserinde ilimleri şöyle bir sıralamaya tabi tutmaktadır.

1) Dini ve Hukuki ilimler:

a.Tefsir,

b.Hadis,

c.Hukuk,

d.Kelarn,

2) Tarih ilmi,

3) Dil ilmi,

4) Astronomi,

5) Aritmetik,

6) Tıp,

7) Felsefe

 

Kur’ân ve Sünnet tüm İslâmî ilimlerin ve disiplinlerinin kaynağı konumundadır. Kelam ilmi, İslam inanç sistemini dışarıdan gelen eleştiri ve itirazlara karşı savunma ve temellendirme gibi çok önemli bir fonksiyon icra eder. Gazâlî Kelamı, bu fonksiyonuna uygun biçimde, “Ehl-i Sünnet inancını koruyan ve Ehl-i bidat’ın eleştirileri karşısında onu savunan bir ilim” diye tarif eder. Bu durumda Kelâm ilmi, ‘hakikat ne olduğu’ sorusuna cevap aramaktadır. “Tefsir” ve “Hadis” ilimlerini müstakil ve üretme imkanına sahip ilimler olarak düşündüğümüzde, “Tefsir”, “Hadis” ve “Fıkıh” ilimlerini ‘İslâm’ın nasıl yaşanacağı’ sorusuna cevap verme uğraşları olarak görebiliriz. Bu durumda; Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimleri, aynı soruya (‘İslâm’ın nasıl yaşanacağı’/’Hakikatin nasıl yansıyacağı’) farklı açılardan cevap veren uğraşlardır. Bu açıdan her üç ilim bir bütündür ve aynı soruya odaklanmışlardır.

İslami ilimlerin bugünkü anlamda ayrışmadığı dönemde, bilginin nakledilme vasıtası rivayet idi. Müslümanlar, Rasûlüllâh’ı tanımak ve İslamı öğrenmek için Ashâbı izliyor, onlardan sözlü ve fiili şekilde eğitim alıyorlardı. Bu şifahi eğitim, İslam’ın emirlerini, ibadet şekillerini de kapsıyordu. Bu dönemde rivayetle aktarılan bilgiler arasında doğal olarak tefsire dair olanlar da vardı. Kısaca İslami ilimlerin sözlü/şifâhî/başlangıç dönemi bir bütündü. Bu dönemde Tefsir, Fıkıh ve Hadis bir bütün olarak öğretiliyor, mütalaa ediliyordu.

Tefsir, Hadis ve Fıkıh disiplinlerinin bütünlüğünü, ilimlerin tarihine dair eserlerin yapmış oldukları tasniflerde de somut şekilde görebiliriz. İslami ilimlerin tarihini ele alan çalışmalar genel olarak başlangıç dönemini üç merhalede ele alırlar Bu üç merhale şunlardır:

-          Hz Peygamber dönemi

-          Ashap dönemi

-          Tabiûn dönemi (Bazı çalışmalar üçüncü merhaleyi Tabiûn ile sınırlamaksızın, “Tâbiûn ve Tebe-i Tâbiûn dönemi” şeklinde kodlarlar)

Kur’ân diğer ilimlerin kaynağı mesabesinde olduğu için ve tefsir ilmi tüm ilimlerin birikiminden istifade ettiği için, “ilimler arası bütünlük” Tefsir ilmi açısından daha da kaçınılmazdır. Ayrıca tefsir ilminin çok kapsamlı oluşu ve farklı ekollere sahip oluşu da interdisipliner çalışmalarının önemini göz önüne sermektedir. Öyle ki, tefsir ekollerinden biri “Fıkhi tefsir ekolu”dür ve başlıca tefsir yöntemlerinden/kaynaklarından biri “rivayet tefsiri”dir.

Diğer taraftan, gerek ilk dönemdeki alimlere gerek ilerleyen dönem alimlerine baktığımızda, bir çoğunun her üç ilim dalıyla da meşgul olduğunu görüyoruz. Söz gelimi, Tabiûn döneminin simalarından olan Hasan-ı Basrî (v. 110) her üç ilim dalında da öne çıkmıştır. Hasan-ı Basrî’nin tefsir sahibi olduğu, bu tefsirin Amr b. Ubeyd tarafından rivayet edildiği ve daha sonraki kaynaklarda kendisinden iktibaslarda bulunulduğu zikredilmektedir. Hasan-ı Basrî bir çok rivayet nakletmiş, Hadis usulünün gelişimine de katkıda bulunmuştur. Hasan-ı Basrî genel düşüncesinin ve hayatının bir parçası olarak fıkıh ilminde de önemli bir şahıs olmuştur. Demek oluyor ki, Hasan-ı Basrî, tefsir faaliyeti, rivayetleri ve fıkıh nosyonu ile bir bütündür, çok yönlüdür. İlerleyen yüzyıllarda da hemen hemen tüm ilimlerde eser veren alimlerimiz olmuştur. Söz gelimi, Süyûtî (v. 911/1505) Tefsir, hadis, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı âlimi. Süyûtî’yi tam olarak anlamak her yönlerini göz önünde bulundurmak ile mümkündür.

Toparlamak gerekirse; İslami ilimlerin aynı sorunun farklı açılardan cevabına odaklanması (i), ilk dönemin (rivayet/şifâhî) ihtisaslaşmanın olmadığı ve ilimlerin bir arada ele alındığı bir zaman dilimi olması (ii),  Tefsir ilminin farklı ekollere ayrılması (iiii) ve İslam ilim tarihinde alimlerin genelde çok yönlü şahıslar olmaları (iiii) vb. sebeplerle ‘İslami ilimlerin tarihi’ bir bütün olarak ele alınmalıdır. Tefsir tarihi, Hadis tarihi ve Fıkıh tarihi tamamen müstakil olarak işlenemezler.

 

KAYNAKLAR

Ahmet Yaman-Halit Çalış, İslam Hukukuna Giriş,  İstanbul: İFAV, 2015.

Ahmet Yücel, Hadis Tarihi, İstanbul: İFAV, 2016.

Hayreddin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, İstanbul: İz, 2014.

İlhan Kutluer, “İlim”, DİA, TDV, 2000.

Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, İstanbul: İFAV, 2011.

-------, “Tefsir İlim midir? Değil midir?”, Tefsir Nasıl Bir İlimdir?”, Tartışmalı İlmi İhtisas Toplantısı, 15-16 Mayıs 2010, 2011, s. 108-116.

Mustafa Karagöz, “Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Telif ve Tercüme Tefsir Tarihi Eserleri-Tefsir Tarihi Yazımının Problemleri”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2012, cilt: X, sayı: 19-20, s. 61-108,

Özkan v.dğr., “Süyûtî”, DİA, TDV, 2010.

Uludağ v.dğr., “Hasan-ı Basrî”, DİA, TDV, 1997.


0 Yorum - Yorum Yaz


AYŞE SARI
2018-2019 Bahar Dönemi
DOKTORA
ÖĞRENCİ NO:18OZL33
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ BAĞLAMINDA TEFSİR, HADİS VE FIKIH TARİHİ İNCELEMESİ
 
          TEFSİR KAVRAMI 
 
Fesr; beyan etmek, keşfetmek, izhar etmek ve üzeri kapalı bir şeyi açmak gibi manalarda kullanılmaktadır. Tefsir kelimesi ıstılah olarak müşkil olan lafızdan murad edilen şeyi keşfetmektir.
 
        Hz. PEYGAMBER ZAMANINDA TEFSİR
    Arap dili ve üslubu ile nazil olan Kur'ân-ı ilk muhatapları, kendi kültür seviyeleri nisbetinde anlayabilmişler, anlayamadıkları kısımları,bu hususta en salahiyetli zat olan Hz. Peygamber'e sormuşlardı.
 
Hz. Peygamberi Kur'ân tefsirine sevkeden en mühim amil, şüphesiz islamiyetin kendisinden olan emridir. Kur'ân kendisi üzerinde düşünülmeyi istemiş, kapalı olan bir ayet başka bir yerde açıklığa kavuşturulmuş ve peygamberini tebliğ ve tebyinle mükellef kılmıştır. Kısacası Kur'ân  kendinin anlaşılmasını, açıklanmasını, tefsir edilmesini, uygulanmasını istemiştir. Bu bakımdan islam'da tefsir hareketi, bizzat İslam'ın kendi bünyesinde doğmuştur. O'nun için tefsirde bu devrin iki mühim kaynağı, Kur'ân ve Hz.Muhammed'in kendisi olacaktır.
    
      KUR'ÂN- KERİM: Kur'ân-ı Kerim'in en sağlam tefsir kaynağının yine Kur'ân olduğunu biliyoruz. Bir mesele mücmel veya müphem olarak ifade edilirken, aynı mesele başka bir yerde daha geniş ve daha açık olarak anlatılır. Bunun için Kur'ân 'da bir mesele inceleneceği zaman o mesele ile alakalı bütün ayetler üzerinde durmak gerekir. Kur'ân'ın Kur'ân ile tefsir edilmesinin sebebi Kur'ân ayetleri birbirlerini tasdik ve teyid edici mahiyettedir.
 
Hz. Peygamber: Kur'ân-ı Kerim'in gaye ve maksadını, Kur'ân'ın Kur'ân ile tefsirinden sonra, bize en iyi öğretecek olan zat, kendisine kitap gelen Hz. Muhammed (s.a.v) olacaktır. O Kur'ân tefsirinin aslı ve esasıdır. O mutlak olarak Kur'ân-ı insanlar arasında en iyi bilender. Kur'ân onu, tebliğ ve tebyin ile vazifelendirmiştir. Tebliğ ve tebyin, Peygamberliğin en mühim esaslarından biridir.
     
İbrahim sûresinin 4.ayetinde 'Hangi millete Peygamber gönderdiysek, onu ancak kavminin dili ile gönderdik ki, her şeyi onlara anlatsın' ayetinden risaletinin hududundan bahs olunmaktadır. Hz.Peygamber Kur'ân-ı muhataplarına okumuş, okutmuş, ezberletmiş, anlatmış anlayamadıkları yerleri lüzumunca tefsir etmişti. O, Kur'ân'ı Kerim'i yalnız sözleriyle değil amel ve hareketleri ile açıklamıştır.
 
      Sünnet Kur'ânı iki şekilde beyan eder. Birincisi, Kitaptaki mücmeli beyandır. Mesela namaz vakitleri, zekat miktarı gibi. İkincisi ise Kitapta bulunmayan bir hüküm üzerine ziyadeliktir. Kur'ân, Hz. peygambere itaatin ancak Allah'a itaat olduğunu ve O'nun heva ve hevesine göre konuşmayacağını ve 'Peygamber size ne getirdi ise onu alınız, sizi neden nehyetti ise ondan çekininiz' beyan buyurmaktadır.
 
      PEYGAMBERİN TEFSİR YÖNTEMİ: Peygamberin tefsir hareketine teşebbüs etmesi, ya muhatapları tarafından suale maruz kalması veya icab eden yerde muhataba ayette geçen şeyin ne olduğunu sorması, sonra da yine kendisinin cevap vermesi ya da hiç sual sormadan icap eden yeri açıklaması ile olurdu.
 
  
                                             SAHABE DEVRİNDE TEFSİR
    SAHABE TEFSİRİNİN BELİRLİ VASIFLARI
 
    1.Sahabilerin tefsirdeki en önemli özellikleri, ayeti ayetle, nüzul sebepleri ve Hz. Peygamberden işitmiş oldukları açıklamalarla tefsir etmeleridir.
 
     2.Sahabiler, Kur'ân-ı ayet ayet tefsir etmiş değillerdir. Çünkü onlar Kur'ân'ın tümünü tefsir etmeye ihtiyaç duymuyorlardı. Bu yüzden yaptıkları açıklamalar, manası kapalı ve zor anlaşılan lafızlar ile sınırlı idi.
 
     3.Kur'ân'ı açıklarken sahabinin yaptığı tefsir daha çok garip lafızlarla ilgili kısa açıklamalardan ibaretti. Yani onlar ekseriye icmali anlamla yetinmişlerdi.
 
     4. Zaman zaman sahabiler arasında bir kısım ihtilaflar çıkmıştır. Ancak bu ihtilaflar tezat ihtilafı olmaktan ziyade çeşitlilik ihtilafı idi. Kılıç için mihemmed, seyf ve sarim denilmesi gibi.
 
     5.Ahkam ayetlerini geniş bir tahlile tabi tutarak hüküm istinbatında bulunmuş değillerdir.
 
     6.Yaptıkları açıklamalar kendi dönemlerinde henüz tedvin edilmemişti.
      Sahabenin Tefsir Yöntemleri: Sahabi ayetlerin nüzul sebeplerini zikretmek, Kur'ân'ın nasih ve mensuhuna yer vermek suretiyle açıklama cihetine gitmiş, bazen de ayetleri tahsis yoluyla ya da tarihi yöntemle tefsir etme yolunu seçmiştir.
 
                                                        
TÂBİUN TEFSİRİ
 
  GENEL ÖZELLİKLERİ
 
  1.Tâbiun döneminde bir taraftan Kur'ân baştan sona ayet ayet tefsir edilirken diğer taraftan da ortaya konulan görüş ve iddiaların delillendirilmesi için bazı kelime ve tabirlerin izahına geniş yer verilmiştir.
 
  2. Tâbiun tefsirinde kelime açıklamaları yanında, geniş fıkhi izahlar, ayetlerden istimbat ve istidlal yoluyla çıkarılan hükümler ve tarihi bilgilerde yer almıştır.
 
   3.Şiirle, istişhad metoduyla bazı lafızları açıklamak ve bazı garip lügatları şerh ve izah etmekte bu dönemin bir başka özelliğidir.
 
   4.Tâbiilerin, Kur'ân'da geçen kıssalara manası müphem olan ayetlerin tafsilatını öğrenebilmek için ehli kitap alimlerine müracaat ettikleri bir vakıadır. Dolayısıyla İsrailiyat denilen gayri İslami bilgiler, bir önceki döneme kıyasla daha çok bu devirde Kur'ân tefsirine girmiştir.
 
   5. Bu dönemde de tefsir henüz tedvin edilmiş değildi. Tefsire dair haberler yine şifahi nakil yoluyla aktarılmıştır. Ancak bu haberler Mekke, Medine ve Irak gibi belli başlı ilim muhitlerinde yerleşmiş olan sahabinin ileri gelenleri tarafından rivayet edilmiş, böylece tabiun dönemindeki rivayetlerde bir ekolleşme meydana gelmiştir.
                             
HADİSİN MENŞEİ ÖNEMİ VE TEKAMÜLÜ
    Hadisin Lügat ve Istılah Manası: Lügat yönünden kadim (eski)'in zıddı cedid (yeni) manasına gelen hadis, aynı zamanda haber manasında da gelir ve bu kelimeden müştak bazı fiiller, haber vermek, tebliğ ve nakletmek gibi manalarda kullanılır.
 
  Bazı usul ulemasının tarifinde hadis, Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerine ıtlak olunmuştur.
  Hadisin Değeri:
  Herhangi bir ihtilaf  veya bir hadise, yahut da bir soru veya fetva talebiyle teşrii gerektiren bir şey zuhur etse, Allah Teâla elçisine hükmü bilinmek istenen  mesele hakkında hüküm getiren bir veya birkaç ayet indirmiş, Hz. Peygamber de vahyedilen bu ayetleri uyulması gerekli (vacip) bir kanun  olarak müslümanlara tebliğ etmiştir. Eğer teşrii gerektiren bir hadise olmuş, fakat Allah Teala Bu hadise ile ilgili hükmü beyan edecek bir ayet vahyetmemişse, Hz. Peygamber bu hükmün bilinmesi için ictihatta bulunmuş ve bu ictihadın O'na sağladığı netice ile hüküm vermiş, yahut sual veya istiftaya icabet etmiştir. İctihad eseri olarak O'ndan sadır olan bu hüküm veya cevap ilahi vahye istinad eden hükümler gibi uyulması gereken bir kanun olmuştur.
 
    İşte bu ilk devirde söz, fiil ve takrir olarak Hz. Peygamberden sadır olan her şey Kur'ân'ı Kerîm'in; "(Peygamber) kendi hevasından konuşmaz; O her ne söylemişse) kendisine vahyolunan bir vahiydir." ayeti ile de şehadette bulunduğu gibi, yukarıda izahını verdiğimiz şekilde kabul edilmiş ve sahabe, dini ve dünyevi yaşayışlarına düzen veren sünneti büyük bir titizlikle muhafaza etmeye koyulmuşlardır. Sünnet ise daha önceki bahiste açıkladığımız gibi söz fiil ve takrir olarak Hz. Peygamber'den rivayet edildiği müddetçe, hadisin isim yönünden bir başka ifade şekli olmuştur. 
HADİSİN SAHABE TARAFINDAN RİVAYETİ
  Hadis toplama ve onları muhafaza etme işi, Hz.Peygamber devrinde yalnız hafızaya tevdi edilmiş bu hususta yazıdan istifade etmek mümkün olmamıştır.
 
    Hz.Peygamber hayatta olduğu müddetçe hadis, sahabe arasında dolaşmış, müzakare ve münakaşa edilmiştir. Hatta zaman ilerledikçe yeni yetişen genç sahabiler arasında okuyup yazmayı öğrenenler çıkmış, yazı ile hafızalardaki hadisleri perçinleme gayretine girmişlerdir. Hz.Peygamber'in hayatta oluşu diğer taraftan vahyin devam edişi, hadise musallat olabilecek tahrif, tashif ve uydurma gibi her çeşit tehlikeye karşı en emin koruyuculuk görevi ifa etmiştir.
 
        Kur'ân-ı Kerim'de nazil olan ayetlerde ve Hz.Peygamber'den sadır olan hadislerde zaman zaman 'ilim' den 'fıkıh' veya 'tefakkuh'tan bahsedilmesi, sahabenin dini meselelerde bilgi sahibi ve hatta kudretleri nisbetinde bu meselelerin inceliklerine vakıf olma arzularını kamçılaşmış, bazıları mesailerini Kur'ân'ın muhkem ve müteşabih ayetlerini anlamaya hasrederken, diğer bazıları da, yalnız sünnetle meşgul olmaya ve Hz. Peygamberden görüp işittikleri fiil ve sözleri toplamaya gayret sarf etmişlerdir. Bu devirde, her ne kadar Hz.Peygamber'in hayatta olması dolayısı ile, ayet ve hadislerden hüküm istihracı sahabiyi doğrudan doğruya ilgilendiren bir husus olmasa bile, bunun yollarını usul ve kaidelerini O'ndan görüp öğrenmişler, ileride O'nun yokluğu halinde toplum ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir seviyeye gelmişlerdir.Sahabenin Kur'ân ve sünnet üzerindeki bu çalışması, İslam'ın bu iki kaynağına dayalı bir ilmin vücut bulmasına yol açmıştır.
 
    Ebu Hureyra'nın; 'Eğer Kur'ân'da şu iki ayet olmasaydı hiç bir hadis rivayet etmezdim' demesi sahabe arasında sünnetin nakli ile ilgili olarak yerleşmiş olan kanaati açıklaması bakımından büyük bir ehemmiyet taşır. Nitekim O'ndan rivayet olunan bir haberde şöyle denilmiştir.
 
    Şahit olan gaip olana tebliğ etsin; Olabilir ki, kendisine tebliğ olunan onu işitenden daha anlayışlıdır. Bir başka rivayette de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.
 
    Allah bizden bir hadis işitip de onu lafzeden sonra da başkasına tebliğ eden kimseyi güzelleştirsin. Bazen ilim (fıkıh) sahabi  kimse, kendisinden daha alim olan kimseyle onu nakletmiş olur; bazen ilim (fıkıh) yüklü kimse alim (fakih) olmayabilir.       
 
İslamiyet'in Araplar arasında günden güne kuvvet kazanması, İslam ülkesinin Mekke ve Medine hudutlarını aşıp geniş bir sahayı kaplaması, buna paralel olarak müslümanlar arasında yazı bilenlerin çoğalması ve yazının inkişafı, çok kısa bir zamanda bu günün insanlarını bile hayrete düşürecek bir şekilde süratlenmişti.
 
  Kur'an'dan nazil olan ayetler, vahiy katipleri tarafından muntazam kaydediliyor, bununla da iktifa olunmayarak hafizlar tarafından hıfzediliyordu. Artık Kur'an'ın kaybolma tehlikesi, yazılması ve hıfzedilmesiyle ortadan kalkıyordu. Böyle bir durumda hadislerin de yazılmasında bir mahsur kalmıyordu. İslamiyetin intişariyle birlikte daha geniş bir düşünce sahasına kavuşan sahabe, her gün biraz daha geçmiş günlerin cehaletinden kendisini kurtarıyor, ayet ve hadisi birbirinden ayırt edebilecek bir kültüre doğru süratle ilerliyordu. İşte biz bundan sonradır ki Hz.Peygaber'in hadis yazanlara mani olmadığını, yazmak isteyenlere izin verdiğini, hadislerini hıfzedemeyenlerin şikayetleri karşısında yazmalarını tavsiye ettiğini görüyoruz.
 
İlk Yazılı Hadisler
   
Hz.Peygamberin diplomatik Mektupları: Hangi maksatla olursa olsun Hz.Peygamber tarafından yazılan veya yazdırılan bir vasikayı, hadisin kapsamı içerisinde müteala etmek kadar tabii bir şey yoktur. Nasıl ki huzurunda işlenen bir fiil ya da söylenen bir söz, O'nun tarafından tasvip gördüğü müddetçe takriri sünnetten sayılmış ve hadi olarak rivayet edilmiştir. Onun  imzasını taşıyan bir mektubu da, yazılı bir hadis vesikası olarak kabul etmemek için hiç bir sebep yoktur. Hz. Peygamber'in Bizans İmparatorun'a, Acem Kisrası'na veya Mısırlı Mukavkıs'a ve Habeşli Necaşi'ye yazdığı mektuplar islam tarihinde pek meşhurdur. Fakat bunların dışında,yazılmış daha yüzlerce vesika vardır ve bu vesikaların yazılış sebepleri yahut konuları farklıdır. Bunları şöyle sıralayabiliriz 1.Yeni anlaşmalar veya daha önceden yapılmış anlaşmaların yenilenmesi. 2.İslama davet. 3.Memur tayinleri, vazifelerinin tespiti ve bu vazifelerin ifasında davranış şekilleri. 4.Arazi ve bu arazilerin gelirlerinden atiyyeler. 5.Eman ve tavsiye mektupları 6.Bazı kimseler hakkındaki istina teşkil eden hükümlerin tespiti. 7.Hz Peygamber tarafından yazılan mektuplara gelmiş cevaplarla ilgili müteferrikat.
 
FIKIH KAVRAMI
 
Fıkıh kavramını şu şekilde tarif edebiliriz; Şeri, feri, ameli hükümleri, tafsili delillerinden çıkararak bilmek veya tafsili delillerden çıkarılmış şeri hükümlerdir. Fıkıh fert ile fert, fert ile cemiyet veya devlet arasındaki münasebetleri tanzim eder. Ayrıca fıkıh, fert ile Allah arasındaki münasebetleri de tanzim eder.    
 
Hukuk tarihinde ilk yazılı anayasa Hz. Peygamber tarafından tanzim edilmiştir.  Bu anayasa elli iki madde halinde Hicret’in 1. yılında hazırlanmıştır. Siyasetten tamamen ayrı bir şekilde harb ve sulh hukuku yani Devletler umumi ve hususi hukuku Müslümanlara tarafından tespit ve tanzim edilmiştir. İmam Muhammed eş-Şeybani’nin es-Siyerül Kebir adlı eseri hukuk adının en eski müdevvenatıdır.
 
                     
HZ.PEYGAMBER DEVRİNDE FIKIH
1.Mekke Devri: Bu devirde vahiy itikad ve ahlak konularında iniyordu. Bu devirde fıkıhla ilgili hükümler az miktarda vazedildi. İbadetle ilgili hükümlerin bir kısmı ve nikah, talak, yemin konuları da bu devrede tebliğ edildi . Ayrıca devrin sonuna doğru zina, hırsızlık, öldürme konuları da yer almıştır.
 
2.Medine Devri: Hz.Peygamber burada İslam Devletini kurdu ve yaptığı anayasa ile Müslüman ve olmayanların adli, siyasi, mali vb. sahalarda hareket tarzını gösterdi.
 
Bu devirdeki fıkıh kaynakları;
 
      1.Kur’an: Alimlere göre Kur’an’da 500 kadar ahkamla ilgili ayet bulunmaktadır. Ahkam ayetlerini tefsirini konu eden tefsir kitapları şunlardır; İmam Şafi, Ahkamul Kur’an, Cesas, Ahkamul Kur’an, İbnül Arabi, Ahkamul Kur’an
 
      2.Sünnet: Bazı alimlere göre 4000 kadar hüküm ifade eden hadis rivayet edilmiştir. Hadis kitaplarının Ahkam, Kısas, Büyü vb. bölümleri ahkam hadislerini ihtiva etmektedir. Ayrıca bu nevi hadisler, ibn Hacer Askalani’nin Bulüğu’l Meram, Tehavi’nin Şerhü Meail Asar vb. eserde toplu bir şekilde yer almaktadır.
 
SAHABE DEVRİNDE FIKIH
  
Rey ile en çok ictihadda bulunan sahabiler;
 
  1.Ömer              2.İbn Mes’ud         3.Hz. Ali
 
  Rey ile az ictihadda bulunan sahabiler ;
 
  1.Abdullah b. Ömer          2.Abdullah b. Amr           3.Abdullah b. Zübeyr
  
FAKİH SAHABİLER
 
    Iraklılar, İbn Mesud'un, Mekkeliler İbn Abbas'ın, Medineliler Zeyd b. Sabit, İbn Ömer, Hz. Aişe gibi sahabilerin fetva ictihatlarıyla ilmi yüksek mertebeye ulaşmışlardır.
                            
         TABİUN DEVRİNDE  FIKIH
  
    Bu devir Hicri 40 yılında başlar yani Emevi Devletinin kuruluşundan başlar, Hicri 132 yılına kadar devam eder. Medineli Tabiiler İbn Ömer, Mekkeliler İbn Abbas, Küfeliler İbn Mesud, Mısırlılar Abdullah b. Amr’dan fıkıh öğrenmişlerdir .Böylece Tabiiler, fıkhı kendi bölgelerinde bulunan sahabilerden öğrenmişler, hüküm çıkarmada onların usullerini uygulamışlardı. Bu devirde fıkhi kaynakları şunlardı; Kitap, Sünnet, İcma, Sahabe kavli ve fetvaları, Rey.
   
TABİUN DEVRİNDE FIKIHİ GELİŞMELER
 
      Bu devirde fıkıh gelişmeleri üç madde halinde özetlenebilir.
 
1.Fıkıh sahasında ihtilafların devam etmesi
 
2.Fıkıh sahasında tedvin hareketlerini başlaması
 
3.Ehli Rey ve Ehli hadis mekteplerinin ortaya çıkışı
 
  TABİUN DEVRİNDE YETİŞEN FAKİHLER
 
    En meşhurları şunlardır;
 
Medine’de; Said b. Müseyyeb, En Nafi
 
Mekke’de; Mücahid, İkrime
 
Mısır’da; Yezid b. Habib, Ebul Hayr
 
Basra’da; Hasan el Basri, Katade
 
Küfe’de; Abdurrahman b. Ebi Leyla, İbrahim en Nehai
 
Yemen’de; Vehb b. Münebbih
 
Şam’da; Ömer b. Abdilaziz  
 
 
KAYNAKLAR
 
Tefsir Tarihi...............................Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu 
 
Tefsir Tarihi...............................Muhsin Demirci
 
Tefsir Usulü...............................Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu
 
Hadis Tarihi...............................Prof. Dr. Talat koçyiğit
 
Hadis usulü...............................Prof. Dr. Talat Koçyiğit
 
Hukukı İslamiye ........................Ömer Nasuhi Bilmen
 
Ana Hatlarıyla İslam Hukuku.......Hayreddin Karaman 
 
 
 Tahlil ve Terkip?

0 Yorum - Yorum Yaz


 

Üç Usul Kitabının değerlendirilmesi 

İnceleme ve değerlendirme konusu olan üç kitap bulunmaktadır. Birincisi Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu’nun Tefsir Usulü kitabıdır. İkinci kitab hadis alanı ile ilgili “Hadis Tarihi”dir ve yazarı Prof. Dr. Talat Koçyiğit’dir. Son kitap da Abdulvehhab Hallaf’ın İslam Teşrii Tarihi kitabıdır. Kitabın dili Arapça olup tercüme yine Talat Koçyiğit’e aittir.

            Öncelikle Tefsir Usulü isimli kitaptan başlarsak; kitap bir giriş ve üç ana bölümden oluşmaktadır. Aslında giriş bölümü de dâhil olmak üzere tüm bölümler ayrı ayrı kitap yazılabilecek konulardır. Tefsir Usulü kitabı daha çok ilahiyat öğrencilerine yönelik olduğu göz önüne alınırsa, yazarın da sarahaten beyan ettiği gibi, temel tanımlamaları yaparak, ilgili okuyucuya alana dair bilgileri aktarmaktadır.

            Giriş bölümünde, İslam öncesi Arap Dünyası ve dini durumları hakkında detaylı bilgiler verilmektedir. Coğrafya’nın Arap Kültürü’ne etkileri ve yaşanan iktisadi ve ictimai zorlukların başta inanç olmak üzere, tüm beşeri durumları tesiri altına aldığı gözlemlenmektedir. Buna ek olarak Arap Yazısı’nın gelişimi hakkında da gereken ölçüde malumat okura iletilmektedir. Böylelikle kitabın temel konusu olan Kuran-ı Kerim’in nüzul ortamına dair bir giriş ve ön bilgi sahibi olmaktayız.

            Birinci bölüm ise Kur’an Tarihi’dir. Yani Kur’an’ın tarifi ve kelime anlamı, diğer isimleri, Kur’an’ın mesajının varoluş şekli olan “Vahiy” hakkında bilgiler verilmektedir. Ayrıca yine Kur’an bölümleri olan “Sure”’nin tertibi ve “Mekki”- “Medeni” sureleri bilmenin pratik faydaları bu birinci bölümün konusuna dâhildir. Ayetler de aynı şekilde (tertip vs.) burada incelemeye alınmıştır. Konuya dair tartışmalar da aktarılmıştır.

            İkinci bölüm Ulum-ul-Kur’an hakkındadır. Kuran’ın tefsirine temel olan ilimlerdir. Ayetlerin nüzul sebebleri, Nesh mevzu, muhkem ayetler müteşabih ayetler, el-Huruf’l-mukattaa, Garib-ul-Kur’an, Uslub’l-Kur’an, Hakikat-mecaz gibi Kuran üzerinde inceleme ve tartışma konusu olmuş ve bu tartışmaların halline de faydası olmuş ilimler incelenmektedir. Belki de Tefsir Usulü denince, ne olduğuna dair en güzel cevapları verenler, söz konusu ilimlerdir.

            Üçüncü ve son bölüm ise Tefsir İlmi’nin Tarihi’dir. Neden tefsir ilmine ihtiyaç hissedilmiştir, tefsir ve tevil kelimelerinin anlamı, Kur’an tefsirinde ihtilaf sebebleri gibi tefsir tarihi diyebileceğimiz alanın oluşma vetireleri göz önüne konulmuştur. Daha sonra Hz Peygamber’den başlayarak, sahabe ve tabiun ve etba-ut’tabiin’in tefsirdeki yeri incelenmiştir. Son olarak da günümüze kadar gelen tefsir faaliyetlerinin kısa dökümü yapılmıştır. Istılahta olan “mezhebi- ilhadi-ilmi ve içtimai tefsir türlerinin açıklamasıyla kitap sona ermektedir.

            İncelemeye aldığımız ikinci kitap Hadis Tarihi’dir. Kitap aslında ilk üç asrın Hadis Tarihi’dir. Bir başka ifade ile günümüze kadar gelen bu ilmin müktesebatına şekil vermiş ilk zaman diliminin bize anlatılmasıdır. Hadis rivayeti olarak elimize gelen tüm veri (mevzu olanları da dâhil) işte bu üç asrın mahsulüdür. Her ilimde olduğu gibi öncelik olarak “kelime”nin lügat ve ıstılah manaları anlatılmıştır. Hadis yazımına ait tarihi bilgiler derlenmiştir. Yazımın yasaklanması ve sebebleri incelenmiştir. İlk yazılı hadislerin hangileri olduğu ve Sahabe (r.a.) ait hadis sahifeleri teker teker aktarılmıştır. Daha sonra Hadis’in ilk kaynağı olarak Sahabe’nin anlatıldığı bölüm gelir. Ayrıca ilk asırda gelişen Medine, Mekke, Kufe, Basra, Şam, Mısır ilim merkezleri ve ekolleri anlatılmaktadır. Hadis ilminin içerisinde çok önemli bir yere sahip olan bir tavır, yani “Rıhle” ye değinilmektedir.  Bu ilk asrın aynı zamanda “Hadis Va’zı” için de başlangıç asrı olduğunu gözlemlemekteyiz.

            Kitapta ikinci bölüm yani ikinci asır, işte bu ilmin gerekli olduğunun anlaşıldığı zaman dilimidir. Bu asırda ilhad hareketleri olmuş, fırkalar ve mezhepler belirmiş, itikadi ihtilaflar artmıştır. Buna paralel bir şekilde Hadis Va’zı da çoğalmaya başlamıştır. Bu va’z faaliyeti, kimi zaman siyasi ihtilaf sebebiyle, bazen mezhebi kaygılar neticesince, bazen de İslam düşmanlığı nedeniyle olmuştur. Veyahut da hüsn-i niyet ile tergiyb ve terhiyb için, kıssa anlatımını destekleyici olması için, Hadisler va’z edilmiştir.

            Tüm bu ihtilaf ve faaliyetler “Cerh ve Tadil” ilminin doğuşuna sebebiyet vermiştir. Ve bu zaman diliminde Hadislerin tedvini ve tasnifi de başlamıştır. İlk Hadis eserleri ortaya çıkmıştır.

            Kitabın üçüncü bölümü Kütüb-ü Sitte Devri’dir. Bir başka tanımlamayla “Hadis Tasnifinin Altın Çağı”dır. Bu devrede Kelam İlmi doğmuş ve gelişmiş, diğer taraftan hadis ilmi ve âlimleri eleştirilmeye başlanmıştır. Mutezile’nin başının çektiği “Halk-ul-Kur’an” meselesi baş göstermiş ve “Mihne” hadisesi yaşanmıştır.

            Son bölümde meydana gelmiş eserler ve eser türleri hakkında bilgi verilmiştir. Söz gelimi siyer ve megaziler, müsnedler, sunenler, musannefler gibi…

            Üçüncü kitaba gelirsek, Abdulvehhab Hallaf’ın İslam Hukuku’na dair eseri Teşrii Tarihi’dir. Kitap bir giriş bölümü ve beş farklı kısımdan müteşekkildir. Bir özet mahiyetindedir. Mukaddime’de “Dini ve kanuni ıstılah yönünden teşrii, mükelleflerin amelleriyle ilerde karşılaşabilecekleri hadiselere müteallik hükümleri bildiren kanunların vazından ibarettir.” denilmektedir.

            Yazar bahse konu teşrii tarihini dört bölümde incelemektedir, bunlar; 1-Peygamber devri, 2- Sahabe devri, 3-Tedvin ve müctehid imamlar devri, 4-Taklid devridir.

            Peygamber devri kısadır ancak nass ve usul ortaya koyduğu için İslam Hukuku’nda en büyük role sahiptir. Peygamber devrini de ikiye ayırarak Mekke ve Medine devirleri olarak incelemekte ve ahkâmın genellikle Medine’de teşekkül ettiğini söylemektedir. Bu devirde teşrii kuvvet Hz. Peygamber’in (as) elindedir. Peygamber’in teşrii kaynakları ise Kur’an-ı Kerim ve kendi ictihadlarıdır. Devrin teşrii yöntemi Hükümlerin ve esasların vaz edilmesidir.

            Sahabe devrinde teşrii kuvveti “İleri Gelen Ashab”ın elindedir. Hakkında nass bulunmayan hadiseler için istinbat kapısı artık açılmıştır. Bu devrin teşrii kaynakları Kuran, Sünnet ve Sahabe’nin içtihadlarıdır.    Sahabe döneminde teşrii yol, kaynaklara göre düzenlenmiştir. Yani nassın anlaşılması ve kasd edilen mananın bilinmesi şeklindeydi.

            Tedvin döneminde, teşrii faaliyetleri artmış, olgunlaşmış ve altın devir olmuştur. Devrin teşrii kuvveti müctehidlerin elindedir. Teşrii kaynakları Kitab, Sünnet, İcma ve kıyasla ictihaddır.

            Taklid devri, ulemanın Kur’an ve Sünnet nasslarından hüküm çıkarmayarak önceki alimlerin ictihadlarıyla iktifa ettikleri dönemdir.

            Son bölümde ise yakın zamanlarda girişilen teşri faaliyetlere değinilmiştir. Osmanlı son dönemindeki Mecelle gibi veya 1920’lerdeki mısırdaki telfiki çalışmalar gibi…

            Tüm bu kısa bilgiler neticesinde bir değerlendirmede bulunursak, aslında üç eserin de ortak noktası; İslam olmuş insanın hayata dair anlamlandırması, yaşamı ve varoluşu üzerine inşa edilmiş tarz, tutum ve metodlar olmasıdır. İslam olmuş insan diyoruz; çünkü söze Allah Kelamı’nın anlaşılmasıyla başlıyor, anlamlandırmada Kuran ve Resul ön planda, yaşamı ölçerken, değerlendirirken durduğu yer belli. Varoluş diyoruz çünkü sadece pratik bir hedef için bu bilgi ve usulleri kullanmıyor. Dünya ötesini ve kendisini yaratanı da göz önünde bulunduruyor. Nereden geldiğini ve nereye gideceğini hesaba katarak büyük ve geniş bir bakış açısından değerlendiriyor.


0 Yorum - Yorum Yaz


Nesibe ÇİMEN – Tefsir/Doktora – 18922767

 

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ AÇISINDAN TEFSİR TARİHİ-HADİS TARİHİ-FIKIH TARİHİ KİTAP MÜTALAASI

Kur’an ayetleri sahabe dönemi ve nispeten tabiun döneminde anlaşılır iken, ilerleyen tarihlerde ortaya çıkan problemlerle bağlantılı olarak Kur’an ayetlerinde ve hadislerde cevap aramak gayesi ile tefsir usulü, hadis usulü ve fıkıh usulü gibi ilim dalları teşekkül etmeye başlamıştır.  Birbiri ile iç içe olan bu ilim dallarından, temel referans kaynağı Kur’an ve onun açıklaması mahiyetindeki hadisler olduğu için, tefsir ve hadis usulü ilimleri hem birbirleri için hem fıkıh usulü için kaynaklık etmişlerdir.

 

TEFSİR TARİHİ

Tefsir Usûlü ve Tarihi - Prof. Dr. Muhsin DEMİRCİ

Bütün İslami ilimlerin ana kaynağı olan Kur’an’ın anlaşılmasında, mana ve hükümlerinin ortaya çıkarılmasında müfessirlere yol gösteren kaide ve esasları ihtiva eden Tefsir Usûlü ilminin ortaya çıkışı ve gelişmesi hakkında bilgi sahibi olmak için tefsir tarihi kaynaklarına başvurmak gerekmektedir.

Başlangıçta “Tefsir Usûlü İlmi” bütün konuları bir araya toplayıcı bir mahiyet arz etmiyordu. İlk dönemlerde usûl alimleri söz konusu ilmin içeriğini oluşturan konuları kendi özelliklerine göre müstakil birer ilim olarak ele alıyorlardı. Ancak daha sonraları bütün bu müstakil ilim dallarını bir araya toplayıcı, kapsamlı, tefsir usûlü ve tarihi kitapları kaleme alınmaya başlandı.

Prof. Dr. Muhsin DEMİRCİ, Tefsir Usûlü ve Tarihi isimli eserini bu minvalde üç bölüme ayırmış, birinci bölümde Kur’an Tarihini, ikinci bölümde Tefsir Usûlü’nü, üçüncü bölümde ise Tefsir Tarihini ele almıştır. Konumuzla alakalı olan üçüncü bölümde, ilk olarak Kur’an tefsirine duyulan ihtiyacı ve tefsirde yorum farklılığına yol açan sebepleri değerlendirmiş, tefsirin doğuşu ve tedvinini, Hz. Peygamber dönemi, sahabe dönemi, tabiûn dönemi olarak başlıklar halinde ayrıntılandırmıştır.

Son olarak tefsir çeşitleri başlığı altında;

  1. Nakil ve İctihad Açısından Tefsirler

  1. Riyavet Tefsirleri

  2. Dirayet Tefsirleri

  1. Niteliklerine Göre Tefsirler

  1. Mezhebî Tefsirler

  1. Mu’tezile Tefsirleri

  2. Şia Tefsirleri

  1. İlmî Tefsirler

  2. İş’arî – Tasavvufî Tefsirler

  3. İctimaî Tefsirler

  4. Ahkam Tefsirleri

başlıkları altında Tefsir tarihi ile ilgili detaylı bilgiler vererek diğer ilim dallarının istifadesine sunmuştur.

 

HADİS TARİHİ

Hadis Tarihi-Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT

 

Hz. Peygamber devrinden itibaren, hadislerin kazanmış olduğu değerlerin korunması, tedvin ve tasnifi, özellikle ilk dönem ve sonraki dönem hadisçileri için önemli bir problem alanı olmuştur.

Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, Hadis ilminin Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra teşekkül etmeye başladığı ve ilk üç asırda teşekkülünü tamamladığı düşüncesi ile ilk üç asrı ele alırken, bu ilmin üç asrın sonrasında da devam ettiğini, sayısız eser yazıldığını, ancak ilk dönemlerin kritik oluşundan hareketle eserini bu minvalde oluşturduğunu ifade etmektedir.

Kitap üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, “Hz. Peygamber ve Ashabı Devrinde Hadis” olup, bu başlık altında hadisin menşei, önemi, tekamülü, hadislerin yazılması, hadisin ilk kaynağı olarak sahabe, sahabe devrinde hadislerin yazılması ve hadiste vaz’ hareketleri hicri I. asır bağlamında ele alınmaktadır.

İkinci bölümde “Hadis İlminin Teşekkülü ve Bunu Hazırlayan Sebepler” başlığı altında II. hicri asırda toplumun genel yapısı, hadis vaz’ında gelişmeler ve sebepleri, cerh ve ta’dil hareketinin doğuşu, hadisin teşri’i değeri üzerinde münakaşalar, hadislerin tedvin ve tasnifi ele alınmaktadır.

Üçüncü bölümde “Tasnifin altın çağı: Kütüb-ü Sitte Devri” başlığı altında hicri III. Asırda girişilen tasnif faaliyetleri, yazılan hadis eserleri ve müellifleri ayrıntılı olarak değerlendirilmektedir.

 

 

FIKIH TARİHİ

Ana Hatlarıyla İslam Hukuku-Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN

“Hukuk” kelimesi Arapça “hak” kelimesinin çoğuludur. İslam Hukuku söz konusu olunca “Fıkıh” kavramı bunu karşılamaktadır.

Fıkıh Usulü, bir metodoloji, yani fıkhi hükümlerin istinbatında başvurulan metodları açıklayan bir ilimdir. Fıkıh tarihi de bu metodun gelişim seyrini ele alır.

Fıkıh Usulü bir ilim olarak, fakihe şer’i delillerden hüküm çıkarma yollarını gösteren kaideler iken, bu kaideler Kur’an-ı Kerim’in işaret ettiği, sünnet-i nebeviyyenin açıkça ve ima yoluyla bildirdiği esaslara dayanmaktadır. Dolayısıyla fıkıh tarihi, hadis tarihi ve tefsir tarihini birbirinden bağımsız alanlar olarak düşünmek imkansızdır.

İnsanlara doğru yolu göstermek, isteyene dünya ve ahirette mutlu olmanın anahtarını vermek üzere gelen İslam dini, Kur’an-ı Kerim’in Hz. Peygamber’e vahyedilmesi ile başlamaktadır. Hz. Peygamberin Allah’tan gelen vahyi insanlara ulaştırma yanında onu açıklamak, uygulamak, detay başlıklarını doldurmak gibi görevleri vardır. İşte bu noktada hadislerin İslam Hukukuna olan katkısı hayatidir. Gelen ayetlerin niçin geldiği, kime ve hangi durumlara hitap ettiği, neleri kastettiği ile ilgilenen tefsir ilminin de Fıkıhtan ve Hadisten ayrı olması düşünülemez.

Din, insan ile Allah arasındaki ilişkiyi açıklayıp düzenlediği gibi, fert ve toplum olarak insanlar arasındaki münasebetleri de düzenleyen bir müessesedir. Bütün bu ilişkilere ait olmak üzere Kur’an ve Sünnet’ten elde edilen bilgilerin adı olan fıkıh, iman ve ibadetten sosyal nizama ve ahlaka kadar bir çok bilim dalını içine almış olmaktadır.

Bu düşünceler doğrultusunda, Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN, Ana Hatlarıyla İslam Hukuku kitabının giriş bölümünde İslam Hukuku Tarihini ele almış, ilerleyen bölümlerde ise İslam Hukukuna dair her konuyu detayları ile değerlendirmiştir.

Konumuzla ilgili olan giriş bölümünde, öncelikle “Hukuk ve Fıkıh” kavramları üzerinde durmuş, İslam Hukukunun kaynakları ve özelliklerini ele almış ardından İslam Hukukunun tarihçesini incelemiştir. Tarihçe Bölümü, Hz. Peygamber Devri, Sahabe Devri (Raşid Halifeler ve Emeviler,  Abbasiler devri fıkhı, Selçuklu Devri Fıkhı, Moğol istilasından mecelleye, mecelleden zamanımıza kadar (uyanış çağı) olmak üzere ayrıntıları ile değerlendirmiş ve İslam Hukukunun zengin muhtevasını ele alarak çok değerli bir eseri istifadelere sunmuştur. Bu eseri hazırlarken de tefsir ve hadis ilimlerinden de istifade etmiştir.

İslam Fıkhı bir yönüyle ilahi tebliğ ile, Kur’an ve Sünnet’te yer alan açıklamalarla bir yönüyle de Müslüman hukukçuların entelektüel önerileri, gözlem ve tecrübe birikimleri, toplumun genel vak’a ve gelenekleri ile bağlantılıdır.

 Tahlil ve terkip?

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Salih ÇAÇAN

18922768

Tefsir DR

2018-2019 Bahar Dönemi

"*"!

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ AÇISINDAN TEFSİR USÛLÜ HADİS USÛLÜ VE FIKIH USÛLÜ MÜTALAASI

 

Gerek müspet bilimler gerekse sosyal bilimler çerçevesinde, her bir bilim dalı müstakil bir yer teşkil etse de; hakikat arayışının ürünü olan bilgi bir bütündür. Her bir bilim dalı ayrı ayrı kendi sahasında çalışmalar yaparak ilme dair kazanımlar elde etse de; bu tek başına bir anlam ifade etmeyecek; aksine bu bilim dallarının her biri esasında hakikat arayışımıza bir bütün olarak katkı sunmuş olacaktır. Söz konusu bu bütünlük İslamî ilimler için de geçerlidir. Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam gibi her biri müstakil bir yer kaplayan bu ilimler esasında; Yüce Allah’ın kullarını davet ettiği hakikate ulaşma çabasına hizmet eden ilimlerdir. Özellikle İslam medeniyetininin tedvin ve tasnif dönemlerinde birbirlerinden ayrışarak farklı birer bilim dalı olarak zuhur eden bu ilimler birbirinden tamamen bağımsız olmadıkları gibi birbirlerinden bağımsız kalarak ilerleme kat etmeleri ve sağlıklı bir bilgi birikimi sunmaları da olanaksızdır. İşte bu çerçevede ele alacağımız Tefsir Usûlü, Hadis Usûlü ve Fıkıh Usûlünün müstakil bilimler olmakla beraber nasıl bir bilgi bütünlüğü içerisinde olduklarını açıklamaya çalışacağız. Bunu yaparken de öncelikle bu ilimlerin tanımını ve çerçevesini belirterek birbiriyle farklı ve ortak noktalarını izah edecek; daha sonra da aralarındaki bu ilmî bütünlüğe açıklık getirmeye çalışacağız.

Tefsir Usûlü, Kur'ân'ın anlaşılması ve yorumlanması bağlamında bir takım temel ilke ve yöntemler ortaya koyan ve bunların nasıl kullanılması gerektiği noktasında bilgiler veren ilimdir. Amacı Kur'ân'm anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Tefsir ilminin başladığı ilk devirlerden itibaren, usûlü tefsir ilminin basit de olsa bazı tabirlerine rastlanılmaktadır. Zamanla tekâmül eden bu ilim dalı müstakil olarak tedvin edilmiştir. Sonradan gelen alimlerin bu konuda eserleri bol miktarda mevcuttur. ez-Zerke şi'- nin "el-Burhân"1, es - Suyuti'nin "el-Itkân"1, İbn Teymiyye'nin "Mukaddime fi Usâli't-Tefsir"i, ez-Zerkâni'nin "Menâhilu'l-İrfânnı, Dr. Suphi Salih'in "Mebâhis fi Ulâmi'l-Kur'ân" ı gibi eserler bu alanda çok zikredilirler. Usûlü Tefsir ilmi, beşerin -kudreti nisbetinde- ve müfessirlerin Kur'ân’dan nasıl istihraçlar yapacağını ve takip ettikleri yolları gösteren kâideler ve usuller mecmuasıdır. Usulü tefsir ilmi, bütün ilimlerin yardımına muhtaçtır. İlimler ilerledikçe, insanlığın akli melekesi ve kudreti kemâle erdikçe, Allah’ın Kitabını anlamak daha kolaylaşacaktır. Tefsir hakkında şimdiye kadar söylenenler, gelecekte söyleneceklerin yanında - Hz. Peygamber ve Sahâbenin sözleri hariç- belki de bir hiç mesâbesinde kalacaktır.

Hadis Usulü, hadis ilminin dayandığı prensiplerini, metodolojisini inceleyen ilim dalıdır. Hâdîs rivayetiyle bu rivayetin şartlarından, çeşitlerinden, ravilerin şart ve ahvalinden, merviyyatın sınıflarından bahseden Usulü’l Hadis veya Mustalahu'l-Hadis, ilk defa IV. asırda tedvin edilmiştir.

Fıkıh Usûlü ise, şer’i hükümlerin delillerini bilmek, bu delillerin bu ahkâma nasıl delalet ettiklerinin (genel olarak) tümel metotlarını bilmektir. Şer’i deliller Kitap, sünnet ve icma olunca bunların (sübutu) bulunması, sıhhat dereceleri, delalet tarzları gibi meseleler Fıkıh Usûlü diye tabir edilir. Fıkıh Usûlü, Fıkhın delilleri ve bu delillerin şer’î ahkâma delaletlerinin gerekçesinden bahseden bir ilimdir.

Bu üç ayrı ilim dalının çerçevesini belirlemek adına yapılan bu kısa tanımlamalardan sonra aralarındaki ilmi bağ ve bilgi bütünlüğü hakkında şunlar söylenebilir:

“Vahiy, inzâl, ilk ve son inen ayetler, yedi harf, tevâtür, yedi kıraat, meşhur kıraatler, Kur’an’ın icazı, Kur’an’ın cemi, Kur’an’ın isimleri, Mekkî-Medenî, nâsi-mensuh, ayetlerin iniş yerleri ve sebepleri, tertib-i nüzûl, sûre, ayet, kelime ve harf ile ilgili bahislerden her biri tefsir ilminde incelenmektedir. Tefsir bu sınırlar içerisinde ilk olarak Kur’an’ın tamamına ilişen zâtî arazları incelemektedir. Bu inceleme tefsire özgüdür; çünkü, tanımda işaret edildiği üzere, kendisi gibi Kur’an’ı konu alan diğer ilimlerden ayrı olarak tefsir ilmi, Kur’an’ı Kur’an olması bakımından da incelemektedir. Tefsir ilminde ikinci olarak dil ilimlerinden istifadeyle kelime ve terkiplerin lügavî anlamları açığa çıkarılmakta; hadis, siyer, tarih, kasas gibi ilimlerinden istifadeyle ise ayetlerin genel ve özel bağlamı (nüzûl ortamı, nüzûl sebepleri, ayet ve sûreler arası münasebetler gibi)ortaya konulmaktadır.

Müfessirin bilmesi gereken manaya yönelik ilimlere gelince, bunların dirayete değil de rivayete yönelik olanları “esbâb-ı nüzûl”, Kur’an’ın geçmiş milletlere dair anlattığı kıssaların şerhleriyle oluşan “kasas ve âsâr ilmi” ve “insanlara açıklayasın diye” ayetinde atıf yapıldığı üzere, Kur’an’ın mücmelini açıklayıp tavzih eden sünnete ilişkin olan “hadis ilmi”dir. Dirayete yönelik manevi ilimlerse ya aslî olan akaid ya da fer‘î olan şer‘î hükümler hakkındadır. Şayet bu ilim, nâsihin mensuha, âmmın hâssa, mutlakın mukayyede, mücmelin mübeyyene, ibarenin işarete, delaletin iktizâya nispetlerini ve kıyas cârî olan meselelerle cârî olmayan meseleleri ele almak için lafzî delaletlerinden fer‘î ahkâmı istinbata imkân veren kavâid ve usule yönelikse “fıkıh usûlü ilmi” olur.

Bir yönüyle “alet olması cihetinden” bakıldığında tefsir ilmi, “şer‘î ilimlerin istinbatları için bir çıkış noktası” teşkil etmekte, sonradan ise bizzat talep edilir hâle gelmektedir. “Nazarî olması cihetinden” bakıldığında ise tefsir ilminin üstünlüğü, öncelikle “konusunun üstünlüğü”nden kaynaklanır; onun konusu Kur’an’dır ve ileride tafsil edileceği üzere Kur’an, her hikmetin kaynağı ve her faziletin esasıdır. İkinci olarak tefsir ilminin üstünlüğü, “maksadının üstünlüğü”nden kaynaklanır. Onun maksadı, ilmî ve amelî hikmetlerin elde edilmesi ve ebedî-uhrevî saadetin kazanılmasıdır.. Nazarî bir ilim olarak tefsirin üçüncü üstünlüğü “kendisine duyulan şiddetli ihtiyaç”tan kaynaklanır; çünkü dinî veya dünyevî her türlü kemal, ulûm-i şer‘iyye ve maârif-i diniyyeye muhtaçtır. Bu ikisinin medârı ise, kendisine “önünden ve ardından bâtılın sokulamayacağı” Allah’ın kitabını bilmektir.”

Sonuç olarak diyebiliriz ki; İslami ilimlerin temelindeki vahyi ve vahyi anlamadaki kaynaklığı doğrultusunda sünneti  ve bu vahiy ve sünnet ışığında hüküm çıkararak yaşamı idame ettirme yolunu belli bir metot ve kaideyle inceleyen ve bir anlam bütünlüğü ortaya koymaya çalışan Tefsir ,Hadis ve Fıkıh Usulü ilimleri “vahyi ve vahyi anlama “ temelinde ortaklaşırlar. Dolayısıyla bu ortak temel üzerinden, disiplinler arası bir yaklaşımla bilgi üretegelmişlerdir. Bu sebeple İslami ilimlerde sağlıklı ve doğru bilgi, bütün alt bilim dallarının ortak çabasının bir sonucudur.

 

KAYNAKÇA

İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/744.pdf

Talat Koçyiğit, Hadis Usulü, http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/693.pdf

Gıyasettin Arslan, Tefsir Usûlü’nün Fıkıh Usûlü’nden Arındırılması, http://www.tefsir.gen.tr/img/KTA01-giyasettin-arslan.pdf

M. Taha Boyalık, Molla Fenârî’nin Tefsir İlminin Mahiyetine Dair Tartışmasının Tahlili, http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D01712/2007_18/2007_18_BOYALIKMT.pdf


 


0 Yorum - Yorum Yaz


Mesut TAY

18922769

Doktora 2018-2019 Bahar dönemi

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ AÇISINDAN TEFSİR, HADİS, VE FIKIH USULÜNÜN DEĞERLENDİRİLMESİ

İslam teminolojisinde genel olarak el-ilim ve el-marife terimleriyle ifade edilen bilgi özne ile nesne arasındaki ilişki olarak anlaşılmıştır. İlim kesin olan bilgiyi ifade etmektedir.

Kuranı Kerimin anlaşılması ve tefsir edilmesi ilk dönemden itibaren muhataplarının uğraştığı bir mesele olmuştur. Kuranı tebliğ ve tebyini ilk dönemde Peygamber (s.a.v.)in kontrolünde gerçekleşti. Peygamber (s.a.v.)in vefatından sonra sahabe, ilahi maksada daha fazla ulaşmak için rivayetleri öncelemekle beraber ‘esbab-ı nüzulü’ olarak Kuran ilimleri içinde önemli bir yer tutan ayetlerin hangi bağlamda nazil olduğnu ifade eden  ve rivayetlere dayanan birikimi çerçeve olarak kabul etmiştir.

İlim ehli olanlar hadis ve fıkıh ilimleri için usuller tespit ettikleri gibi tefsir ilmi içinde bir takım usuller ortaya koymuşlardır. Tefsir usulü, Allahın muradına delalet etmesi bakımından Kuran metninin ihtiva ettiği manaları açıklayıp ortaya koymada kullanılması gereken esaslar ve metotlar olarak tanımlanmaktadır. Tefsir usulünün gayesi Kuran ayetlerini çeşitli yönleriyle ele alıp incelemek ve Kuranın anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Peygamber (s.a.v.) ve sahabeden gelen tefsir ile ilgili açıklamalar rivayetler yoluyla nakledilmiştir. Hadis usulü, rivayet yoluyla gelen tefsir açıklamalarından sahih rivayetleri zayıf ve uydurma olanlardan ayırmaktadır.

Usulül fıkıh icmali delilleri ve fıkıh istinbatına ulaştıran kaideleri bilmek olarak tanımlanmaktadır. Tanımdaki icmali delillerden maksat dini hükümlerin meşruiyet kaynağını teşkil eden toplu bakış, fıkıh istinbatına ulaştıran kaidelerden de bu delillerden fıkhi hükümlerin çıkarılmasında izlenecek metotları ifade etmektedir. İlk dönemden tedvin dönemine kadar meydana gelen ve o güne kadar yürütülen ictihad faaliyetinin fikri temellerini ve metotlarını açıklamayı fıkıh usulü üstlenmiştir. Fıkıh usulü fıkıhla ilgili –eğitim ve meslek- faaliyetlerin sağlam esaslar üzerinde gelişmesini sağlamış ve ortak bir ilim dilinin oluşturulmasına katkı sağlamıştır.

Kabul ve red açısından ravi ve mervinin durumunu bildiren kaideler ve meseleler bütününü ifade eden usulül-hadis tabirinden önce ulumül-hadis, kavaidül-hadis, dirayetül-hadis tabiri de bu anlamda kullanılmıştır. Erken dönemde rivayet hadislerin naklini dirayet ise hadislerden mana çıkarmayı ve fıkhi yönlerini ifade ederdi.

İslami ilimlerin üzerinde çalıştığı temel dini metinlerin aynı olması bu ilimler arasında disiplinler arası ilişkileleri zorunlu hale getirmiştir. Peygamber (s.a.v.)in sözlerinden ibaret olan bu kaynağın, nazil olan ayetlerin şerh ve izahı tefsirin, bu ayetlerden istinbat edilen hükümlerle, istinbat yolları ise fıkhın temelini oluşturuyordu. Tefsir ve hadis alimleri, ayet ve hadislerin anlaşılıp yorumlanmasıyla ilgili delalet ve dil meselelerinde fıkıh usulüne atıfta bulunmaları ilimlerin birbirlerinden etkilendiklerini göstermektedir. Bu durum bilginin bütünlüğünü göstermektedir.

 

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


 

 

Hazırlayan: Ayten DURMUŞ

BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ

Tevhid dini olan İslam, Allah’ın mutlak anlamda birliğine inanmayı zorunluğu kıldığı gibi, bu dinin mensuplarının ırk, dil, bölge ve diğer farklılık sebepleriyle ayrılıp parçalanmamalarını da tevhidin gereklerinden olarak kabul eder.

Bu inancın ana kaynağı olan Kur’an’ın doğru anlaşılması için vahyin muhatabı olan Hz. Peygamber gerektikçe açıklamalar yapmıştır. O’nun ahirete irtihalinden sonra ise aradan geçen zamanla birlikte Kur’an’ın doğru anlaşılması hususunda farklı ihtiyaçlar ortaya çıkmış, bu ihtiyaçlar sebebiyle yeni ilmî disiplinler oluşmuştur. Oluşan her ilmî disiplinin ihtiyaç duyduğu kaynakların ve daha alt ilim dallarının belirginleşmesiyle birlikte, ilgili ilmin usulü de yeni bir ilim olarak ortaya çıkarmıştır.

İLİM TASNİFİ: Büyük İslam bilgini Gazzali (ö. 505/1111) ilim tasnifi yaparken onları önce aklî ve dinî olmak üzere ikiye ayırır. Sonra bunların her birinin küllî ve cüzî kısımlara ayrıldığını söyler. Ona göre dini ilimlerin içinde külli olan Kelam ilmidir. Fıkıh, tefsir, hadis gibi diğer ilimler ise cüzi ilimlerdir. Çünkü müfessir sadece Kuran’ın manasına bakar. Muhaddis sadece hadisin sabit oluş yollarını araştırır. Fakih sadece efal-i mükellefin hükümlerini tespite çalışır. Usul-i fıkıh ile meşgul olan âlim ise şer’î hükümlerin delilleriyle uğraşır. Kelam ise araştırmaya varlıkların en umumî olanından başlar ki o da ‘mevcud’dur. Sonra bu mevcudu vasıflarına göre kısımlarına ayırır ve onlar hakkında yorumlarda bulunur. O halde bütün dini ilimlerin dayandığı esas ve prensipleri ispat etmek vazifesini üzerine alan ilim kelam ilmidir. Bu sebeple Kelam ilmi, Temel İslam bilimlerinin ana kaynağı olarak kabul görmüştür.

Temel İslam Bilimlerinin ortak amacı, Kur’an ve hadislerin doğru bir şekilde anlaşılmasıdır. Örneğin; fıkıh ilmi, Kur’an’ın uygulama ile ilgili ayetlerini, kelam ilmi ise itikadî konularla ilgili ayetlerini incelemektedir. Hadis ilmi ise Hz. Peygambere ait olan söz, fiil ve takrirleri tespit ederek Kur’an’ın anlaşılmasında ilk ve en güvenilir kaynak olan sünneti ortaya koymayı amaçlar.

İslâmî ilimleri görkemli bir binaya benzeten Hattâbî, hadis ve sünneti bu binanın temeli, fıkhı da bu temel üstünde yükselen gövde olarak niteler. Temeli sağlam atılmayan bina ise çökmeye mahkûmdur.  Demek oluyor ki rivâyet-dirâyet bütünlüğü ve fıkhü’l-hadîs disiplini ölçeğinde hadis ve sünnet, başta Kur’an tefsiri olmak üzere, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi diğer temel İslâm bilim dallarını olumlu yönde etkileyecek ve onları daha sağlam zeminle buluşturacaktır.

KELAM/AKAİD/USULÛ’D-DİN: Kelimenin çoğulu olan kelâm sözlükte “yaralamak, etkilemek” anlamındaki kelm kökünden türemiş bir isim olup “bir fikri tam olarak anlatan söz” demektir.

İslam’ın inanç sistemini inceleyen bilim dalı Kelamdır. Akaid ilmi de denir. Akaid ilminin diğer İslami ilimler arasında çok önemli bir yeri vardır. Hatta Akaid ilminin, İslami ilimlerin en önemlisi ve mertebesi en yüksek olanı olduğu ifade edilir. Zira her şeye gücü yeten, insanlara Peygamberler ve kitaplar gönderen bir yaratıcının varlığı kabul edilmediği sürece tefsir, hadis, fıkıh, ahlak, tasavvuf gibi ilimlerden söz etmek mümkün değildir.

Kelam ilminin temel konuları: ‘Uluhiyet, Nübüvvet-Risalet ve Ahiret’ olmak üzere üç ana başlık halinde ele alınır. Bunlara ana konular anlamında ‘Mesail-Makasıd’ denir. Başlangıç döneminde Kelâm ilminin başlıca konusu Allah'ın zatı, sıfatları ve fiilleridir. İslâm dünyasında felsefenin yaygınlık kazanmasından sonra Kelâm'ın konusu genişleyerek "varlık" (mevcud)u da içine aldı. Bu ana konuların daha iyi anlaşılabilmeleri için adına ‘Vesail’ denilen diğer konular da bu ilmin meselelerini oluşturur

Kelâm ilmi konusu, amacı ve ekolleri dikkate alınarak yapılan tanımların bir kısmı Allah’ı, bir başka kısmı nübüvveti, bir kısmı da âhireti tarifin kapsamına almakla yetinmiş (et-Taʿrîfât, “Kelâm” md.; Topaloğlu, s. 48), bir kısmı imanın üç temel esasına da yer vermiştir. Buna göre kelâm “Allah’ın zâtından ve sıfatlarından, nübüvvet konularından, başlangıç ve sonuç itibariyle kâinatın hallerinden İslâm kanunu üzere bahseden bir ilimdir” (Bilmen, s. 5).

Fârâbî’nin tanımı şöyledir: “Kelâm sanatı, din kurucusunun açıkça belirttiği belli düşünce ve davranışları teyit edip bunlara aykırı olan her şeyin yanlışlığını sözle gösterme gücü kazandıran bir tartışma yeteneğidir” (İḥṣâʾü’l-ʿulûm, s. 71).

Gazzâlî kelâmı Ehl-i sünnet inancını koruyan ve Ehl-i bid‘at’ın eleştirileri karşısında onu savunan bir ilim olarak görmüş (el-Münḳıẕ, s. 96), dinin temel esaslarıyla aklın ilkelerini uzlaştırmayı Ehl-i sünnet’in başardığını söylemiştir.

İslami ilimler bir binaya benzetilirse, dinin inanç esaslarını ele alan akaid ilmi bu binanın temeli, diğer İslami ilimler ise, binanın katları ve bölümleri gibidir. Temelsiz bir bina düşünülemeyeceği gibi akaid ilmi olmaksızın diğer İslami ilimler de düşünülemez. Çünkü akaid esaslarına inanılmadan, dinin namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetleri; cihad, ticaret, ziraat ve günlük yaşayış gibi muameleleri kapsayan fıkhi hükümler ile güzel ahlak ve tasavvufî incelik ve adaptan bahsetmek mümkün değildir.

HADİS: Peygamberimize ait olan söz, fiil ve takrirleri tespit ederek Kur’an’ın anlaşılmasında ilk ve en güvenilir kaynak olan sünneti ortaya koymayı amaçlar. Bu özelliği ile de Temel İslam Bilimleri için vazgeçilmez bir kaynak olma özelliği taşır. “Kütüb-i Sitte” adı verilen meşhur altı hadis kitabının dördü “sünen” türü kitaplardan oluşmaktadır. “Sünen” türü hadis kitapları ise daha çok fıkıh ilmini ilgilendiren uygulama ile ilgili hadislerin toplanıp tasnif edildiği kaynaklardır.

Hadis kelimesi başta Efendimizin sözü anlamında kullanılmıştır, daha sonra ilim haline gelince söz, fiil, takrirleri olarak ifade edilmiştir. Dahası, ahlaki ve fiziki vasıf olarak Rasulullah sav.e izafe edilen her şey(in yazılı metinleri)dir. Fakat sahabe ve tabiuna ait söz ve fiillere de mevkuf ve maktu‘ kayıtlarıyla da olsa hadis denilmektedir. Bu manada hadis yerine haber kelimesini kullananlar, sahabe ve tabiuna ait söz ve filler için eser terimini tahsis edenler de bulunmaktadır.

Sünnet kavramı başlangıçta yalnızca Rasulullah sav.e ait olan uygulamaları, Hadis ise, Rasulullah sav.in sözlerini ifade etmek için kullanılıyordu. Bu aşamada Sünnet ve Hadis arasında açık bir anlam farklılığı vardı. Bu anlamda Sünnete Rasulullah’ın yaşam biçimi diyebiliriz. Hadis ise uygulamayla ilgili olsun ya da olmasın, Rasulullah ile ilgili aktarılan rivayetleri kapsamaktaydı.

Kur’an ve Sünnet Bütünlüğü: Klasik dönemde Kur’an ve Sünnet arasında doğal bir bütünlük bulunduğundan ve öyle de algılandığından bu konuda özel bir vurgu gözlemlenmez. Hz. Peygamber’in pek çok ayeti açıklamak üzere ortaya koyduğu tasarruf, beyan ve davranışları bu durumun bir sonucudur. Kur’an’ın ilk tefsirleri sayılabilecek bu açıklamalara, hem hadis kitaplarının ‘Kitabu’t-Tefsir’ bölümlerinde ve hem de rivayet tefsirlerinde geniş biçimde yer verilmiştir.

Sahabe de Kur’an ve Sünnet’i bir bütün telakki etmiştir. Abdullah b. Ömer’in, Kur’an’da mukimken kılınan namaz ile korku namazını bulup da seferî namazı bulamadığından yakınan bir kişiye verdiği cevap, sahabe gözünde Hz. Peygamber’in Kur’an’ın uygulayıcısı olarak görüldüğünü ifadesi etmesi açısından önemlidir. İbn Ömer şöyle cevap vermiştir: “Biz hiçbir şey bilmiyorken Allah bize Muhammed’i (s.a.v) gönderdi, O ne yapıyorsa biz de aynısını yapıyoruz.” (Malik, Muvatta, Kasru’s-Salat 2, Hadis no:336)

FIKIH: Ebu Hanife fıkhı; ‘Kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir.’ şeklinde tarif eder. Fıkhın, Kur’an kadar sünnete de ihtiyacı vardır. Bu gereklilik “Hadis ile fıkıh birlikte oldukları zaman kemal bulur, birbirlerinden ayrıldıkları zaman ise noksan kalırlar.” (Râmehürmüzî) şeklinde formüle edilmiştir. Hadis âlimi el-Ameş, Ebu Hanife’ye (veya Ebu Yusuf’a): ‘Sizler doktorsunuz bizler ise eczacıyız.’ demiştir.

Fıkıh, İslam’ın ameli hükümlerini Kur’an’dan çıkarmayı amaçlar. Bunu yaparken öncelikle Kur’an’ın uygulama ile ilgili ayetlerinin Rasulullah tarafından nasıl hayata aktarıldığını gösteren hadis ilminin verilerine bakmak zorundadır. Nitekim Kur’an’da yer almayan bir meselenin hükmünün hadiste aranması sahabe devrinden bu yana Müslümanlar arasında yerleşmiş bir uygulamadır. Hadisleri göz ardı ederek hüküm çıkarmaya çalışmak kabul görmemiştir. Bu nedenle fıkıh, başlangıçta sünnetin uygulamasına bağlı olarak gelişmiş, sonraki dönemlerde de onun kopmayan bir parçası olmuştur.

Fıkıh, amelî hayata ait bilgileri ve hükümleri ihtiva eden ilim dalının adı olduktan sonra da kapsamı geniş kalmış, çağımıza kadar ilmihal, hukuk ve hukuk metodolojisi, ekonomi, siyaset, idare bilimleri ve bu bilimlerle ilgili kurumlar İslâmî ilimler sayımında fıkıh dalı içinde görülmüş ve incelenmiştir.

Hz. Peygamber devri fıkıh dönemlerinin en önemlisidir; çünkü vahye dayanan veya vahyin denetimi altında gerçekleşen yasama ve uygulama bu dönem içinde tamamlanmış, dolayısıyla bu devir daha sonraki dönemlere de kaynak ve örnek olmuştur.

TEFSİR: Sözlükte “açıklamak, beyan etmek” anlamındaki fesr kökünden türeyen tefsir “açıklamak, ortaya çıkarmak, kelime veya sözdeki kapalılığı gidermek” demektir. (Cevherî, eṣ-Ṣıḥâḥ, “sfr” md.; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât). “Beyan etmek” anlamındaki tefsirin çoğulu tefsîrât, bu alanda yazılan eserlere verilen isim olarak tefâsîrdir. Tefsiri çeşitli tanımları bir araya getirerek şöylece tarif etmek mümkündür: “Sarf, nahiv ve belâgat gibi dil bilimlerinden; esbâb-ı nüzûl, nâsih-mensuh, muhkem-müteşâbih gibi Kur’an ilimlerinden; hadis ve tarih gibi rivayet ilimlerinden; mantık ve fıkıh usulü gibi yöntem bilimlerinden yararlanılarak Kur’an’ın manalarının açıklanmasını ve ondan hüküm çıkarılmasını öğreten ilim”. Tefsiri, “Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’deki muradını beşerin gücü oranında bulmaya yardımcı olan bir ilim dalı” şeklinde kısaca tarif etmek de mümkündür. Kur’ân-ı Kerîm’in yorumu hakkında tefsir dışında “te’vil, tebyin, beyan, tâlim, tafsil, tasrif, i‘rab, şerh, tavzih” gibi kelimeler de kullanılmaktadır.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Kur’an’ın ilk ve en yetkin müfessiridir. Hz. Peygamber Kur’an’ın ilk ve en yetkin müfessiri olduğuna göre Kur’an-ı Kerim’in yorumu ile ilgilenen “tefsir ilmi”nin öncelikle başvuracağı kaynağın hadisler olması kaçınılmazdır. Bunun içindir ki başlangıçta “rivayet tefsiri”, ayetleri yalnızca hadislerle tefsir eden bir yöntem olarak ortaya çıkmıştır. Hatta rivayet tefsiri müstakil bir ilim dalı hâline gelinceye kadar hadisin bir parçası olarak varlığını sürdürmüştür. Hadis ilminin kaynaklarından “cami” türündeki eserleri meydana getiren sekiz ana bölümden birinin “tefsir” olmasının sebebi de budur.

DİL BİLGİSİ: İslam âlimleri, sahaları ne olursa olsun, kelimelerin etimolojik ve semantik yapısıyla ilgili konulara önem vermişler, ilmin tüm alanlarının mensupları, dil bilginlerinden hayli faydalanmışlardır. Bu bilgi onların Kur’an ve Sünnet’i doğru anlamalarına katkı sunduğundan, bazı bilginler ilk dönemlerden itibaren dille ilgili çalışmalara da yönelmişlerdir.

İSLAM TARİHİ VE SİYER: İslamî ilimlerin tüm dalları, İslam Tarihi ve Siyer’i Kur’an ve Sünneti anlamak açısından önemsemişler ve bunlardan kendi ilmi disiplinleri için faydalanmışlardır. Çünkü İslam tarihi ve siyer aynı zamanda Kur’an’ın ve Sünnet’in de tarihidir. Bu sebeple bu iki saha da bilginlerin önem verdiği ve diğer ilim dallarının faydalanması gereken saha kabul edilmiştir.

İLİM ÖĞRENMENİN GAYESİ NEDİR: Bilginin amele yönelik olması her zaman önemli bulunmuş ve gerçek bir âlim tanımı Hz. Ali’nin dilinden: “Ey ilim sahipleri, ilimle amel ediniz! Âlim; önce bilen, sonra amel eden ve ilmi, ameline uygun düşen kimsedir” şeklinde tanımlanmıştır. (Darimi, Mukaddime 34, Hadis no:382; İbn Abdilberr, (2003), II, 17, no.661). Hasan-ı Basrî de ilmin öncelikli olarak yaşanmak içini olduğunu ifade hususunda şöyle demiştir: ‘Sefihlerin gayreti rivayet, ulemanın gayreti riayet içindir.’ (Bağdadî, (1994), I, 135, no.37). Kur’an-ı Kerim de ilmi, doğru ve anlamlı bir amacın dışında edinenler için belleklerden silinmeyecek bir benzetmeyle örneklendirir: ‘Ciltlerce kitap taşıyan merkep’ (62/Cuma Sr:5)

Kaynakça: TDV Ansiklopedisi; Şâmil İslam Ansiklopedisi; Tefsir Usûlü, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu; İslam Hukuk Metodolojisi, Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, Ter: Prof. Dr. Abdülkadir Şener; İslam Hukukunda Sünnet, Mustafa Sıbai, Ter: Kâmil Tunç

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


BİLGİNİN  BÜTÜNLÜĞÜ ÇERÇEVESİNDE USUL ESERLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Şamil Aşbay 18922721

Tefsir usulu,  Kur’ânı anlama çabası neticesinde oluşmuş bir ilimdir. Bu bağlamda tefsir usulu ilminde esbabı nuzul, aksamul Kur’ân, emsalul Kur’ân, garibul Kur’ân, hurufu mukataa, icazul Kur’ân, nasih, mensuh, münasebatül Kur’ân, müşkil, müteşabih, vucuh ve nezair konuları ele alınmıştır. Bu kavramların Kur’ânla ilişkisini iyi bilen kişi vahyi daha iyi kavrayacak, Kur’ânı güne taşıyacak ve Kur’ânın evrensel boyutu ile tarihsel boyutu arasındaki farkı kavramış olacaktır. Yani Kur’ânın söyledikleri ile söylemek istediklerini anlayacaktır.

Fıkıh usulu ise  müctehidin hüküm çıkarmasına yarayan kurallardır. Hz. Peygamber döneminde insanlar dini sorularını Hz. Peygambere danışarak çözüyorlardı. Tabiun döneminden sonra daha önce mevcut olmayan yeni durumlar ortaya çıkmıştı . Yeni durumlar karşısında müctehitlerin çeşitli yorumları ortaya çıkmaktaydı. Bu durum fıkıh ilminin disipline edilmesini gerektirmişti. Bu bağlamda ilk olarak İmam Şafii (204) ‘’ Risale’’  adlı eserini ortaya koymuştur.

Fıkıh usulunde yöntem farklılığı mevcuttur. Mütekellimin metodu ile yazılan usul eserleri olduğu gibi Hanefiyye metodu ile yazılan usul eserleri de ortaya çıkmıştır. Mütekellimin metodu ile yazılmış eserlere Gazzali’nin Mustasfa’sı, Kadı Abdülcebbar el Mu’tezili’nin el- umde’si; Hanefiyye metodu ile yazılmış eserlere el-cessas’ın el-usul’u, ed-Debusi’nin el-usul’ü örnek olarak verilebilir. Fıkıhta ya da fıkıh usulunde farklı eserlerin, farklılıkların ortaya çıkmasının sebebi insandır. Çünkü insan karşılaştığı olguları, kavramları aynı şekilde anlayan bir varlık değildir. Çeşitli eğitim aşamalarından geçmesi, farklı kültürlerde yetişmesi insanın yorumunda farklılıklar meydana getirmektedir.

Fıkıh usulu kitap, sünnet, icma, kıyas, istihsan, örf, Seddi zerai, vacip, mekruh, haram, emir, nehy, mecaz, sarih, kinaye, müşkil, şeru men kablena, mubah, mücmel kavramlarını başlık olarak ele almaktadır. Tıpkı tefsir usulunde olduğu gibi fıkıh usulunde de bu başlıklar Kuran’ı /dini  sahih anlama çabaları neticesinde ortaya çıkmıştır.

Hz. Peygamberin vefatından sonra siyasi ihtilaflar ortaya çıkmış, Müslümanlar yabancı kültürlerle karşılaşmışlardı. Bundan dolayı  hadisler tedvin ve tasnif edilmişti. Tedvin ve tasnif faaliyetinde bulunan hadis imamlarının her birinin ayrı bir usulu vardı. H. 4. asırdan itibaren  er-Râmahurmuzi , el-Hakim Ebû Abdillah, Ebû Nuaym  Ahmed  İbn Abdillah el-Isfahâni ve birçok alim hadis usulu ile ilgili kitaplar  yazmışlardır.

Hadis usulunde isnad, cerh ve tadil, mevzu hadis, nasih ve mensuh, sahih hadis gibi başlıklar ele alınmıştır. Bu kavramların işletilmesi ile usulculer doğru hadis bilgisini ortaya koymaya çalışmışlar, ilk dönem bilgisinin sahihine ulaşmaya çalışmışlardır.

Bilginin bütünlüğü çerçevesinde hadis usulu, tefsir usulu, fıkıh usulu kitaplarına baktığımızda her üç ilmin gayesinin Kur’an’ın, dinin sahih bilgisine ulaşmak olduğunu görmekteyiz. Hz. Peygamber’in vefatından sonra insani sebeplerle çeşitli ihtilaflar vuku bulmuş, bağlamdan kopuşlar yaşanmış, yada dini konularda  yeni meseleler ortaya çıkmıştır. Usul ilimleri de bağlamı ortaya koyma hususunda önem arzetmiş ve Müslüman toplumun sahih dini bilgiye ulaşması için bir sistematik ortaya koymuşlardır.

Tefsir Usûlu Halis Albayrak Şule Yay.

İslam Hukuk İlminin Esasları  Zekiyyüddin Şa’ban TDV Yay.

Hadis Usulu  Talat Koçyiğit Ankara Üniversitesi Basımevi


0 Yorum - Yorum Yaz


BİLGİNİN  BÜTÜNLÜĞÜ ÇERÇEVESİNDE USUL ESERLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Şamil Aşbay 18922721

Tefsir usulu,  Kur’ânı anlama çabası neticesinde oluşmuş bir ilimdir. Bu bağlamda tefsir usulu ilminde esbabı nuzul, aksamul kur’ân, emsalul kur’ân, garibul kur’ân, hurufu mukattaa, icazul kur’ân, nasih, mensuh, münasebatül kur’ân, müşkil, müteşabih, vucuh ve nezair konuları ele alınmıştır. Bu kavramların Kur’ânla ilişkisini iyi bilen kişi vahyi daha iyi kavrayacak, Kur’ânı güne taşıyacak ve Kur’ânın evrensel boyutu ile tarihsel boyutu arasındaki farkı kavramış olacaktır. Yani Kur’ânın söyledikleri ile söylemek istediklerini anlayacaktır.

Fıkıh usulu ise  müctehidin hüküm çıkarmasına yarayan kurallardır. Hz. Peygamber döneminde insanlar dini sorularını Hz. Peygambere danışarak çözüyorlardı. Tabiun döneminden sonra daha önce mevcut olmayan yeni durumlar ortaya çıkmıştı . Yeni durumlar karşısında müctehitlerin çeşitli yorumları ortaya çıkmaktaydı. Bu durum fıkıh ilminin disipline edilmesini gerektirmişti. Bu bağlamda ilk olarak İmam Şafii (204) ‘’ Risale’’  adlı eserini ortaya koymuştur.

Fıkıh usulunde yöntem farklılığı mevcuttur. Mütekellimin metodu ile yazılan usul eserleri olduğu gibi Hanefiyye metodu ile yazılan usul eserleri de ortaya çıkmıştır. Mütekellimin metodu ile yazılmış eserlere Gazzali’nin Mustasfa’sı, Kadı Abdülcebbar el Mu’tezili’nin el- Umde’si; Hanefiyye metodu ile yazılmış eserlere el-Cessas’ın el-Usul’u, ed-Debusi’nin el-Usul’ü örnek olarak verilebilir. Fıkıhta ya da fıkıh usulunde farklı eserlerin, farklılıkların ortaya çıkmasının sebebi insandır. Çünkü insan karşılaştığı olguları, kavramları aynı şekilde anlayan bir varlık değildir. Çeşitli eğitim aşamalarından geçmesi, farklı kültürlerde yetişmesi insanın yorumunda farklılıklar meydana getirmektedir.

Fıkıh usulu kitap, sünnet, icma, kıyas, istihsan, örf, seddi zerai', vacip, mekruh, haram, emir, nehy, mecaz, sarih, kinaye, müşkil, şeru men kablena, mubah, mücmel kavramlarını başlık olarak ele almaktadır. Tıpkı tefsir usulunde olduğu gibi fıkıh usulunde de bu başlıklar Kuran’ı /dini  sahih anlama çabaları neticesinde ortaya çıkmıştır.

Hz. Peygamberin vefatından sonra siyasi ihtilaflar ortaya çıkmış, Müslümanlar yabancı kültürlerle karşılaşmışlardı. Bundan dolayı  hadisler tedvin ve tasnif edilmişti. Tedvin ve tasnif faaliyetinde bulunan hadis imamlarının her birinin ayrı bir usulu vardı. H. 4. asırdan itibaren  er-Râmahurmuzi , el-Hakim Ebû Abdillah, Ebû Nuaym  Ahmed  İbn Abdillah el-Isfahâni ve birçok alim hadis usulu ile ilgili kitaplar  yazmışlardır.

Hadis usulunde isnad, cerh ve tadil, mevzu hadis, nasih ve mensuh, sahih hadis gibi başlıklar ele alınmıştır. Bu kavramların işletilmesi ile usulculer doğru hadis bilgisini ortaya koymaya çalışmışlar, ilk dönem bilgisinin sahihine ulaşmaya çalışmışlardır.

Bilginin bütünlüğü çerçevesinde hadis usulu, tefsir usulu, fıkıh usulu kitaplarına baktığımızda her üç ilmin gayesinin Kur’an’ın, dinin sahih bilgisine ulaşmak olduğunu görmekteyiz. Hz. Peygamber’in vefatından sonra insani sebeplerle çeşitli ihtilaflar vuku bulmuş, bağlamdan kopuşlar yaşanmış, yada dini konularda  yeni meseleler ortaya çıkmıştır. Usul ilimleri de bağlamı ortaya koyma hususunda önem arzetmiş ve Müslüman toplumun sahih dini bilgiye ulaşması için bir sistematik ortaya koymuşlardır. .

Tefsir usûlu Halis Albayrak Şule Yay.

İslam Hukuk İlminin Esasları  Zekiyyüddin Şa’ban TDV Yay.

Hadis Usulu  Talat Koçyiğit Ankara Üniversitesi Basımevi


0 Yorum - Yorum Yaz


Muhammet Musab Özden

Öğrenci No: 18927765, Doktora

 

Usûl Çerçevesinde İlmin Bütünlüğü

Tefsir İlmi Kur’ân-ı Kerîm’i anlama ve anlamlandırma faaliyetidir. İnsanın anlama ve anlamlandırma faaliyetlerini sağlıklı bir şekilde deruhde edebilmesini için öncelikle şu 3 ilişkiyi sağlıklı bir zemine oturtmak durumundadır:

Beschreibung: Ohne Titel:Users:musab:Desktop:Bildschirmfoto 2019-04-24 um 00.59.32.png 

 

 

 

 

 

 İnsan - Tanrı; İnsan - İnsan; İnsan - Eşya/Tabiat/Alem

İnsandan hareketle birinci ilişkinin keyfiyetini belirleyen kavram kulluk, ikincisi ahlâk üçüncüsü ise emânettir.

İnsanın bu ilişkiler ağındaki konumunu ve ilişkilerin hangi eylem ve duruş ile kurulması gerektiğini kelâm ilmi belirlemektedir. Bu ilişkilerin keyfiyetini kelâmbelirledikten sonra bunların somut bir şekilde nasıl hayata geçirileceğini de fıkıhilmi tarif eder. Emirler, nehiyler, ibadet şekilleri ve zamanları vs. bunların muayyen bir şekle girip fıkhedilebilmesini fıkıh ilmine borçluyuz. Tefsir ilmine gelecek olursak, bu ilim Allah Tealâ’nın milâdi 7. yüzyılda Kur’ân’ı Kerîm ve peygamberi Hz. Muhammed (sas.) vasıtasıyla tarihe nasıl müdahale ettiğini araştırır. Kur’ân’ın muhataplarının ona nasıl cevab verip hangi davranışları takındıklarını, bunun Kur’ân’ın nüzulüne ve üslûbuna nasıl yansıdığını yani Allah’ın hareket ve ıslah tarzını biz tefsir ilmi vasıtasıyla bilmekteyiz. Hadis ilmi ise, Allah Teâlâ’nın maksadını en güzel bir şekilde hayata aksettiren ve bu aksettirme ile hem alemlere rahmet hem de inananlara örnek olan sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın (sas.) sünnetine dair bilgiler ihtiva eden rivayetlerin toplanması, değerlendirilmesi ve yorumlanmasını deruhde eder. Netice itibariyle biz İslâmı bu ilimlerin ortaya koyduğu verilerin toplamı vasıtasıyla biliyor, anlıyor ve tatbik ediyoruz. Bu ilimlerin birbiri ile münasebetleri de birbirlerini besleyici ve ilzam edici bir şekildedir. Mesela tefsir ilminden yeterince istifade etmeyen bir kelâm alimi oluşturmuş olduğu kelâmî nazariyenin sıhhatini tesbit noktasında sıkıntı yaşar. Zira bu sıhhatin tesbiti ancak Kur’ân’ın doğru anlaşılması ile olur. Fakat aynı şekilde keâlmî bakış açımız da Kur’ân’a yaklaşımımızı da temelden belirler ve kayıt altına alır. Kur’ân’ı tarih üstü algılayan bir zihnin inşa edeceği fıkıh ve tefsir anlayışı ile Kur’ân’ı kendi tarihselliği içerisinde anlayıp onunla farklı bir ilişki içerisine giren bir zihnin inşa edeceği tefsir ve fıkıh faaliyeti elbette birbirinden çok farklı neticeler doğuracaktır. Burada ilimlerin birbiri ile münasebetlerin dialektik özelliğine dikkat çekmek istiyoruz.

Buradan bilginin bütünlüğü meselesine nazar edecek olursak: Nasıl mezkur ilimlerin doğru inşa edilip doğru neticeler üretmesi her birinin diğeri ile beslenmesine bağlı ise, aynı şekilde insanın kendini ve hayatı anlama ve anlamlandırma faaliyetine katkı sağlayan her şey de birbiri ile irtibatlıdır. Mesela insanın kendi özünü ve davranışlarının özündeki kaynağını anlama faaliyeti olan psikoloji ile toplumların davranışlarını ve ben idraklerini anlama faaliyeti olan sosyoloji, geçmiş ve yabancı toplumları anlama faaliyeti olan antropoloji birbirini dikkate almak ve ona göre veri üretmek durumundadır. Aksi halde bu üretilen bilgiler her zaman büyük eksikliklerle malül olmakla karşı karşıya kalacaklardır. Binaenaleyh Esbâb-ı Nüzûl II adlı derste işlenen bazı konular ve sunulan ders materyalleri insanın kendini ve etrafını anlama ve anlamlandırması noktasında farklı bakış açıları sağlamayı, felsefî ve ahlâkî meselelerin farklı yönlerine işaret etmeyi hülâsâ tefsir ve tefsir ilimlerine bakışı başka ilimler ile zenginleştirip beslemeyi amaçlamaktadır.

İnsan bir alem olduğuna göre o alemi keşfedebilmek ve yaratılış gayesini gerçekleştirebilmek için dünya üzerinde üretilmiş her türlü ilim dalından istifade etmek gerekir. Aksi halde sırf teker üretmekle araba yapabileceğini, sırf buğdayla ekmek yapabileceğini zanneden bir müteşebbis durumuna düşülür.


0 Yorum - Yorum Yaz


ESRA ERDOĞAN ŞAMLIOĞLU     DOKTORA     18922720

 

Tefsir, Hadis ve Fıkıh Tarihi’nin Mukayeseli Olarak Bilginin Bütünlüğü Kapsamında Ele Alınması

        

 Immanuel Kant, Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi isimli yazısında belli başlı bazı önermeler üzerinde durur. Bunlardan ikincisinde geçtiği üzere, “İnsanda (yeryüzünde tek akıl sahibi yaratık olarak) aklın kullanımına yönelik doğal yetenekler, tam olarak bireyde değil, ancak türde gelişebilir.”  Bir yaratıkta akıl, o yaratığın içgüdülerinin sınırlarının çok ötesinde düşünmesini sağlayan özel bir yetenektir ve aklın tasarılarının ufku sınırsızdır. Adım adım ilerlemesi bir çaba, deneme ve öğrenim gerektirir. Buna göre, doğal yeteneklerinin hepsini tam olarak nasıl kullanacağını öğrenmesi için her insanın çok uzun yaşaması gerekirdi ve eğer doğa insan ömrünü kısa tutmuşsa türümüze ektiği çekirdeklerin, onun özgün eğilimine uyacak ölçüde gelişebilmesine kadar uzun ve aydınlanma yoluyla bir sonrakine devreden kuşakların gelip geçmesi gerekecektir. Bu gelişim derecesinin ulaşıldığı zaman noktası, insanın en azından aklındaki bir ide olarak çabalarının hedefi olmalıdır. Kısaca ifade etmek gerekirse, her insan tarihin sonunda ulaşılacak olan bir büyük insan idesi için çabalamalıdır. Yoksa insan dünyada amaçsız bir varoluşun içinde değildir. Bu şekilde ise tarih ve tarihin içindeki kültürel gelişim rahatlıkla görülebilir. Her bilgi türü, bu büyük bilgi hazinesinin bir parçasını oluşturur ve sonraki kuşaklara aktarılarak, büyük bir insanlık hazinesi oluşturulur. Bu yazı da bizde üç ayrı ama birbirlerini tamamlamaları ve gelişim süreçlerinde benzeşen tarih disiplinlerini ele alacağız.

           Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilimleri tarihsel gelişimlerine bakıldığında kümülatif bir yapı halinde karşımıza çıkarlar. Hepsine ayrı ayrı bakıldığında, bir doğuş, sonrasında bir gelişme ve en sonunda da bir olgunluk çağının olduğu açıktır. Öncelikle hepsi bir nedene, bir amaca ve en önemlisi bir ihtiyaca binaen ortaya çıkmıştır. Örnek vermek gerekirse, Kur’an ayetlerindeki bazı kapalılıkların giderilmesi için Tefsir ilmine, Peygamberin ağzından çıkan her kelimenin İslam dini açısından ikincil kaynak olması Hadis faaliyetlerine ve bu dinin muamelatta sınırlarının ve kurallarının belirlenmesi, daha doğru ifadeyle yaşanması için ise Fıkıh ilmine ihtiyaç duyulduğundan, biz bugün bu ilimleri bilgi hazinemiz içinde merkezi bir noktaya yerleştirmiş ve sonrasında da geliştirmişizdir. Hepsi kendi içlerinde bütünlüğe sahip olmakla birlikte, bir yapbozun parçaları gibi bir araya geldiklerinde de, büyük resmin görülebilmesi için uyumlu bir üst bütünlük oluşturmaktadırlar.

     Üç disipline de bakıldığı zaman tarih sahnesinde doğuşlarının Peygamber devri ile başladığı görülmektedir. Hz.Peygamber kendisine inen vahyi, daha doğrusu Allah’ın belli bir dönemde Arap toplumu ile diyalogunu, şifahi olarak insanlara aktarıyordu. Kur’an metinlerine gösterilen yazma özeninin dışında hiçbir konuda yazım söz konusu değildi. Fıkhi kurallar şifahi olarak tartışılıyor, Peygamberin sözleri ise şifahi olarak naklediliyordu. Sahabe aklına takılanı soruyor ve cevabını alıyordu. Buradan da anlaşıldığı üzere bütün bilgi herhangi bir ilmi aktivite olmanın dışında kullanılıyordu. Bilginin açıklanmasında birincil kaynak Hz. Peygamber’di. Daha sonrasında Sahabe ve Tabiun gelmekteydi. Bilgi bu zamanda Tefsir, Hadis veya Fıkıh olarak ayrılmış değildi. Hepsi bir bütün olarak, birbirinin içine geçmiş olarak gelişmekteydi. Ancak bir süre sonra İslam Devleti’nin kurulmuş olması, fetih hareketleri ve farklı etnik unsurların İslam dünyasına dâhil olmasıyla, dini çerçeve genişledi. Dolayısıyla farklı diller, farklı kültürler derken, farklı sorular ve sorunlarla karşılaşan İslam dini ve bu konuda çalışma yapan âlimler, ilimler konusunda yazı faaliyetlerine başladılar. Yazı faaliyetlerinin başlaması, en başta Kur’an-ı Kerim’in toplanması ve çoğaltılması iledir dememiz de pekâlâ mümkündür. Kıraat ilminin ve yazının bu dönemde gelişmesi de bu durumu desteklemektedir. Farklı okuyuşların getirebileceği muhtemel yanlışların önüne geçebilmek için noktalama ve harekelemenin gündeme alınması da bu dönem açısından ilmi bir faaliyetin yürütüldüğünü gösterir. Resmi Osman mushafının dağıtılması, büyük bir karışıklığın önüne geçilmesine sebep olmuştur. Kur’an’ın yazıya geçirilip standart nüshanın elde edilmesi, hadis yazma ve nakletme faaliyetlerinin de gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bilginin bütünlüğü çerçevesinde baktığımız zaman, ilk tefsir metinlerinin hadis kitapları içinde yer aldığını görmek, aslında birbirlerinden ayrılmaz bütünler hakkında konuşulduğunun açık bir göstergesidir. Daha sonraları, rivayet kültürü içerisinde gelen bu tefsir metinleri rivayetlerin ayrı olarak korunması endişesi ile müstakil eserlerde ele alınmıştır. İlk ayrı tefsir kitabı olarak Mukatil b. Süleyman’ın eserini zikredebiliriz. Rivayet tefsirlerinin ilk olarak çıkmış olması bu sebepledir. Daha sonraları ise rivayetler arasında tercihlerde bulunarak görüş öne süren dirayet tefsirleri, yoğunlukla ahkâm ayetlerini ele alan fıkhi tefsirler yazılmıştır. Fıkıh literatürünün gelişimi ise nispeten sonraki bir döneme rastlamaktadır. Risalet devrinde Hz.Peygamber’in ve sonrasında sahabenin Kur’an’a ve kendi görüşlerine dayanarak yaptıkları içtihadi faaliyetler sonraları sistemli bir hale getirilmiştir. Geç dönem sahabelerinin ve daha çok tabiinin çalışmalarıyla gelişen fıkıh ilmi, Peygamber dönemindeki uygulamalar, hadis ve tefsir ilminin gelişimiyle kaynaklarını bulmuş ve köklü bir ilmi disiplin olmayı başarabilmiştir. Mezheplerin bölgesel olarak farklılıklarıyla da desteklenen fıkıh ilmi, dünya hukuk sistemleriyle karşılaştırılacak bir düzleme oturtulmuş ve devletlerin yönetimdeki gücü haline dönüşmüştür. Özellikle Tefsir ve Hadis ilimlerinin yazımından sonra geçilen tedvin dönemi, fıkıh literatürü açısından büyük yarar sağlamıştır. Bu dönemde gördüğümüz Ebu Hanife, Malik b. Enes, İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel İslam fıkhının temel taşlarını oluşturmuşlardır. Fıkhın tedvini de hadisin tedvini gibi karmaşayı önlemiş ve yanlış anlaşılmaların önüne geçilmiştir. Tedvin döneminden sonra her ilim kendi ıstılahlarıyla kendi özel alanlarında uzmanlaşmış ve ilk başta bütün olarak ele alınan üç disiplin ayrı uzmanlık alanları olarak gelişimini sürdürmüştür.

        Bu üç disiplinin Peygamber dönemi ve sonrasında gelişim süreçlerinin benzer olduğu ve hepsinin aynı kaynaklardan beslendiği görülmektedir. Temel kaynak Kur’an ve sonrasında Peygamber’in sünneti olmuştur. En temelde Kur’an anlaşılmaya çalışılmış, bunun için temel açıklayıcı Hz.Peygamber’in kendisi olmuştur. Açıklayıcı her söz bir rivayet kültürü oluşturmuştur. Sonrasında bu bütün tefsire kaynaklık edenler, fıkha kaynaklık edenler olarak ayrılınca müstakil olarak tefsir, hadis ve fıkıh ilminden bahsedildiği görülmüştür. Özetle, ilimler ihtiyaca dayalı olarak birbiriyle bağlantılı ortaya çıkmış ve sonrasında uzmanlaşma ile birlikte ayrı akademik başlıklar kazanmıştır


0 Yorum - Yorum Yaz

ödev    10.06.2019

 

2018- 2019  Doktora Ödevi

Bölüm: Tefsir

Adı/Soyadı: Sahıba mande

Öğrenci No: 17922518

 

Tefsir tarihi:

   Kuran son vahiy olması ve Allah’ın , Kuran henüz bir kitap halini almamışken ona el-Kitap adını vermesi Kur’an’ın zımnen yazılmasını da istediğini göstermektedir. Hz. Peygamber’in vefatından hemen önce Kur’an- Kerim tamam olmuştu. Hz. Peygamber nazil olan ayetlerin nerelere konulacağını dahi söylemişti. Vefatından sonra dağınık olan bu vahiy malzemesinin bir araya getirilmesi gerekiyordu. Hz. Peygamber bu konuda yönlendirme ve işaretlerde bulunuyordu.

Yani Kur’an vahiyle beraber doğmuştur. Kur’an nazil olmaya başlayınca sahabenin bir takım soru ve merakını gidermek üzere açıklamalarda bulunan peygamber tefsiri tarihinin müessisidir.

Tefsir Usulü ise:

Usûl: “Herhangi bir ilim dalıyla alakalı bilgilerin sistemli bir şekilde yerleştirilmesinde kullanılan belli esas ve metodlara” denir.

Tefsir Usûlü bir ilim olarak Kur’ân’ın anlaşılması ve yorumlanması bağlamında bir takım temel ilke ve yöntemler ortaya koymakta ve bunların nasıl kullanılması gerektiği noktasında bilgiler vermektedir

 


0 Yorum - Yorum Yaz


SAMİ SAKARYA- 18922766,

Tefsir-Doktora, Bahar Dönemi

FIKIH USULÜ

Usul kelimesi, “asl”ın çoğulu olup lügatte temel, esas, kök, dayanak gibi manalara gelir. Fıkıh kelimesi ise, lügatte bir şeyi bilmek, anlamak manasındadır. Istılahta ise fıkıh, müçtehitlerin tafsili şer’i delillerden istinbat ettiği şer’i ameli hükümlerdir. Bir diğer tabirle, müçtehitlerin her bir ameli meseleyle alakalı delilleri -Kur’an ve sünnet ekseninde- tek tek inceleyip onlardan çıkardıkları hükümlere fıkıh denir. Fıkıh denildiğinde genellikle bu ilmin füru’ kısmı yani tatbiki (uygulamalı) yönü anlaşılır. Müçtehidin tafsili şer’i delillerden şer’i ameli hükümleri çıkarması, mutlaka kendisine yol gösterecek belli başlı ilke ve kurallara uymasını iktiza eder ki; bu gerçekten yola çıkan İslam âlimleri, müctehidlerin hüküm istinbatında takip ettikleri ya da ihtiyaç duydukları metodları (yöntemleri) açıklamak üzere yoğun çaba sarf etmişlerdir. Böylece içtihat şartlarını taşıyanlar, öncekilerin yaptığı gibi içtihat edip karşılaşılan yeni fıkhi durum ve olaylarla ilgili hüküm verebilecek; İçtihada ehil olmayanlar ise, müçtehitlerin hükümlere varırken kullandıkları delilleri ve o delillerden bu hükümleri nasıl çıkardıklarını öğrenerek, onlardan nakledilen hükümleri kalplerinde her hangi bir şüphe duymadan kabullenmiş olacaklardır. İşte bu düşüncelerden hareketle, onlar bir taraftan hakkında Kur’an ya da hadiste özel nass bulunsun ya da bulunmasın, delillerden hüküm çıkarılmasında yol gösterecek bir takım genel prensip ve kaideleri ortaya koymuş, diğer yandan da bu işi yapacak yani delillerden hüküm çıkaracak kişide “müçtehit”te bulunması gereken özellikleri (nitelikleri), yapılacak ictihadın ve taklidin şartlarını ve hükümlerini de belirlemişlerdir. Sonuçta bütün bu kurallara ve sözü edilen hususlarla ilgili inceleme ve çalışmalara topluca -yukarıda bahsettiğimiz fıkhın nazari yönünü oluşturan- “Fıkıh Usulü” denilmiştir. Bu tarif ve açıklamalardan anlaşıldığı üzere fıkıh usulü,  fıkhın metotlarını belirleyen bir metodoloji (yöntem) ilmidir. Bu ilme İslâm hukuk metodolojisi denilmesi uygun değildir. Çünkü fıkıh, sadece fıkhın bölümlerinden biri olan hukuk ilminden ibaret olmayıp ondan daha derin ve kapsamlıdır.

Her meseleye ait hüküm Kur'ân ve Hadiste her zaman aynıyla mevcut ve açık değildir. Ya da Kur'ân ve Hadisteki lâfızlar, emir, nehy, hass, âm, mutlak, mukayyed v.s gibi değişik versiyonlarda varid olmuştur. Bu çerçevede karşısına amelî bir problem çıkan müçtehit, bu problemin dînî hükmünü ortaya koymak için Kur'ân'ı ve Hadis malzemelerini araştırır. Cevabını bu iki kaynakta açıkça bulamazsa, hükmü açıkça belirlenen benzer problemlere kıyasla, dinin temel ilkelerini de göz önüne alarak bu problemleri çözüme kavuşturur. İşte müçtehidin hüküm çıkarabilmek için yararlandığı kaideleri tespit eden ilim fıkıh usulüdür. Bu açıdan bakıldığında fıkıh usulü ilmi dini hükümlerin anlaşılmasında ve murad-ı ilahiye uygun tarzda yerine getirilmesinde son derece ehemmiyeti haizdir. Çünkü ancak bu ilmin koyduğu ilke ve kaideleri sayesinde şer'î nasslar anlaşılabilir, kapalı olan lafızların manaları bilinebilir, aralarında çelişki varmış gibi görünen lafızların arasını bulma ve bunlardan birisini tercih etme imkânı elde edilebilir.

İslâm'ın ilk dönemlerinde yani Hz.Peygamber zamanında Müslümanlar herhangi bir meselenin dinî hükmünü öğrenmek istediğinde Hz. Peygamber’e, vefatından sonra da sahabelerinden birisine başvururdu. Sahabe gerek Hz. Peygamber’e olan yakınlığı gerekse Arap diline olan hâkimiyetleri sayesinde sorulara cevap veriyorlardı. Karşılarına çıkan problemin çözümü için Kur’an’a ve Hadise müracaat ediyorlar ve onlardan çıkardıkları hükümlerle problemin hükmünü ortaya koyuyorlardı. Gerek Arapçaya olan hâkimiyetleri gerekse Hz. Peygambere yakınlıkları sebebiyle ayetlerin nüzul, hadislerin vürud sebeplerini bilmeleri onların hüküm çıkarmakta işlerini kolaylaştıran en büyük sebeplerdi. Sahabeden sonra gelen Tâbiûn nesli de ayet ve hadislerden hüküm çıkarırken yazılı olmayan belirli kurallara bağlı idiler. Fakat zamanla bu nesillerin ahirete intikal etmesi ve İslâm'a yeni giren yabancıların kendi dillerinden bazı söz ve tabirlerle birlikte eski din ve düşüncelerinden bazı görüşleri de İslam’a sokmaları yeni yeni bir takım problemlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu problemlerin çözümünde değişik kesimlerden değişik fetvalar çıkmaya başladı. Bunlar içerisinde şeriatın ruhuna uygun olanlar olduğu gibi, heva ve hevese dayananlar, siyasî ya da mezhebi kaygılara bağlı olanlar da vardı. İşte bütün bu faktörler, meselelerle ilgili doğru hükme varmak için bir takım temel kuralların ortaya konulması zaruretini doğurdu. İşte fıkıh usulü böyle bir ihtiyaçtan hâsıl oldu.

Fıkıh usulü ilminin doğuşu hicrî ikinci asra rastlamaktadır. Her yeni doğanda olduğu gibi, usulü fıkıh ilmi de küçük ve zayıf olarak doğdu. İlk dönemde esasları fıkhın konuları arasında dağınık bir vaziyette olup, müstakil eserlerde toplanmayan bu ilim zamanla fıkıhtan ayrılarak yavaş yavaş gelişti ve müstakil bir hal aldı. Usul-ü fıkıh sahasındaki ilk eser İbn Nedîm'in nakline göre -günümüze kadar ulaşmasa da- İmam Ebû Yusuf'a aittir. Bu ilim konusunda günümüze kadar ulaşan en eski eser ise, fıkıh usulü ilminin kurucusu olarak bilinen İmam Şâfi’ye aittir. Daha sonraki İslâm âlimleri de bu ilme büyük itina göstermişler ve böylece şerhler ve haşiyelerle sayılamayacak kadar eser vücuda gelmiştir.

TEFSİR USÛLÜ

Tefsir, Kur’an lafızlarındaki murad-ı ilahîyi ortaya koymak demektir. Usûl ise herhangi bir ilim dalıyla alakalı bilgilerin sistemli bir şekilde elde edilmesinde kullanılan belli esas ve metodlardır. Buna göre, tefsir usulü ise, bir ilim olarak Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanması bağlamında bir takım temel ilke ve yöntemler ortaya koyarak bunların nasıl kullanılması gerektiği hususunda detaylı malumatlar sunan ilim dalının adıdır. İlk devirlerde Tefsir usulü yerine ulûmu'l-Kur'ân tabiri kullanılmıştır.

Tefsir usulü, her önüne gelenin bir takım kişisel arzu ve heveslerle Allah’ın evrensel ve son kelâmı olan Kur’an hakkında konuşmaması ve böylece de bir tahrif yoluna gidilmemesi için ortaya çıkmış ve zamanla gelişmiş bir ilimdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) hayatta iken nasıl onun dışında herhangi bir insanın tefsirine ihtiyaç duyulmamışsa, aynı şekilde tefsir usulüne de ihtiyaç duyan olmamıştır. Çünkü sahabe, Kur’an’ın lâfızlarının delâleti üzerinde herhangi bir tereddüdü ya da sorusu olduğunda hemen vahiy kontrolündeki Peygamber'e müracaat ederek müşküllerini hallediyordu. Bu yüzden peygamber zamanında bugünkü anlamda bir tefsir Usulü’nün varlığından bahsedilemez. Ancak İslâm devletinin fetihlerle sınırlarının genişleyip Arap yarımadasını aşması ve Arap olmayan -farklı kültür ve dinlerden unsurların- da İslâm'a girmesiyle hicri II. yüzyıldan itibaren her önüne gelenin -siyasi ya da mezhebi kaygılarla- kendi görüşlerini Kur’an’a onaylatır mahiyette asılsız, herhangi bir ilmî ve şer'î dayanağı olmayan bir takım tefsir ve tevillerde bulunmaya başlaması tefsire duyulan ihtiyacı artırmış, bu çerçevede  gelişigüzel tefsirin kontrol altına alınarak bir çerçeve çizilerek  beli başlı ön şart ve prensiplerin tespit edilmesi zarureti hasıl olmuştur.. Tefsir usulü âlimlerinin tespit edip koyduğu ön şartlar da bir anlamda "Bir müfessirde olmazsa olmaz" özelliğine sahip olan şartlardır. Buna göre bir müfessirin her şeyden önce sağlam bir imana sahip olması gerekir. Tefsire başlarken kendi şahsî arzu ve heveslerinden, önyargılardan, siyasi ve mezhebi kaygılardan kendini soyutlamalı, tefsire ilk önce Kur’an’ı Kur’an’la (Kur’an’ın bütünlüğü çerçevesinde) tefsiriyle başlamalı, onda bulamazsa Hz. Peygamber'in sahih hadislerine ve sünnetine, orada da bulamazsa sahabenin, sonra da tâbiûnun açıklama ve beyanlarına müracaat etmelidir. Tabi bütün bunları yapabilmesi ise sağlam bir dil ve edebiyat altyapısı olarak Arapçayı ve Kur’an’la ilgili usûl ilimlerini çok iyi bilmesini tazammun eder. Diğer bir tabirle iyi bir müfessir aynı zamanda hadis usulüne, İslam tarihine ve Arap diline de vakıf olmalıdır.

Tefsir Usul’üne ilişkin ilk eserler, ilk önce tefsirlerin mukaddimeleri şeklinde olmak üzere zamanla müstakilleşerek -tespit edilebildiği kadarıyla- hicri III. asırda kaleme alınmıştır. Bu bağlamda meşhur bir mutasavvıf olan Hâris el-Muhâsibî (öl. 243/857)'nin "el-Akl ve Fehmu'l Kur'ân" adlı eseri bu alandaki ilk müstakil çalışma olarak bilinmektedir. Oldukça dağınık ve sistematik olmaktan uzak ilk çalışmalardan sonra ilerleyen dönemlerde tefsir Usulü’nde daha sistematik çalışmalar yapılarak bu alanda ciddi bir literatür oluşmuştur. Bütün bu çalışmalar İslâm'ın ve Müslümanların birinci derecede başvuru kaynağı ve rehberi olan Kur’an-ı Kerim'i tahriften korumak, ondan insanlığın en iyi şekilde istifade etmesini sağlamak ve getirdiği dini ve ahlaki prensiplerin hayata hâkim kılınmasını sağlamak gayesine matuftur.

HADİS USULÜ

Hadis kelimesi lügatte; ‘haber, söz’ ve eskinin zıttı olan ‘yeni’ anlamlarına gelmektedir. Istılahta ise; söz, fiil, takrir, yaratılış veya huyla ilgili bir vasıf olarak Hz. Peygamber’e izafe edilen her şeydir. Sahabe ve tabiuna atfedilen sözler için de bu kelime kullanılmıştır. Hadis ilmi temelde rivayetu'l-hadis ve dirayetu'l-hadis olarak iki ana bilim dalından oluşmaktadır. Rivayetü'l-hadis ilmi, Hz. Peygamber’in (s.a.s.)'in söz, fiil, takrir ve hallerini; bunların zabt edilip (kaydedilip) usulüne uygun olarak sonraki nesillere nakledilmelerini (rivayetlerini) inceleyen ilim dalıdır. Usulü'l-hadis diye de isimlendirilen dirayetü'l-hadis ilmi ise "Hadisin sened ve metninin - kabul ve red yönünden - durumlarını anlamaya imkân veren kaideler (prensipler) ilmi" olarak tarif edilir. Bu tariften anlaşılacağı üzere Usulü'l-hadis, genel ve teorik kaideler vaz ederek râvî, rivayet ve merviyy konularının tetkik ve tenkidine imkân tanıyan bir ilimdir. Günümüzde hadis metodolojisi terkibi hadis usulü anlamında kullanılmaktadır.

Hadis usulü edebiyatı temellerini rivayetü'l-hadis ilmi ve edebiyatı gibi sahabenin hadis nakli ve rivayetinde gösterdikleri titizlik, araştırma ve denetim faaliyetlerinde bulmaktadır.  Sahabe ile başlayan bu araştırma ve tetkik gayretleri, usul-ü hadise ait kaidelerin şekillenmesine zemin hazırlamıştır. Hadis ilmine dair tüm faaliyetlerin temelinde Müslümanların İslam’ı tebliğ görevi, Hz. Peygamber'e yalan isnad etme konusundaki büyük tehdide muhatap olma korkusu ve dolayısıyla O’nun sözlerini eksiksiz ve yanlışsız olarak gelecek nesillere nakletme (aktarma) arzu ve gayreti yatmaktadır.

Hadis metinlerinin hadis kitaplarında bir araya getirilmesi, temelde "sahih" hadisleri tespit gayesinden kaynaklanmıştır. Belli kaidelere göre yapılan bu tespit çalışmaları sonucunda hadislerin bazıları kabul edilirken bir kısmı da güvenilir bulunmayarak reddediliyordu. Ne var ki ilk dönmelerde kaidelerin biliniyor ve uygulanıyor olması yeterli görüldüğü için;  hadislerin tespit, red ve kabul edilmelerine temel teşkil edecek kaideler (usul) belli kitaplarda toplanmış değildi. Hadis metinlerinin bu uygulanan canlı kaidelere göre tespitinden sonra, geleceğin araştırmacılarına hadis edebiyatının hangi kaidelere göre oluşturulduğunu anlatma görevi de yerine getirilmiş ve Kütüb-i Sitte dönemini takip eden yıllarda usul edebiyatı da müstakil eserler vermeye başlamıştır.  Ancak burada hatırlatılması gereken önemli bir husus -müstakilen olmasa da- bazı hadis usulü kaidelerinin daha önceki kaidelere ait eserlerde yer almış olmasıdır. Meselâ İmam Şafiî'nin er-Risale'si, Ahmed b. Hanbel'in kendisine sorulan suallere verdiği cevaplar, Müslim'in Sahih'ine yazdığı mukaddime, Ebu Davud'un Mekkelilere yazdığı mektup bu konuda ilk anda akla gelen eserlerdir.  Zaman içerisinde hadis usulü meseleleri, te'lif, ihtisar, şerh, nazım şeklinde telif olunan geniş kapsamlı eserlerde araştırma, inceleme ve tetkike tabi tutulmuştur. Özellikle hicri XIV. yüzyıl başlarından itibaren İslâm dünyasında yeniden canlanan hadis usulü çalışmaları giderek müspet yönde gelişmektedir. Bu konuda telif edilen olan eserler, bize her şeyden önce Müslümanların sağlam ve sahih hadis metinlerine sahip olmak için göstermiş oldukları fevkalade ilmî ciddiyeti ve gayreti göstermektedir.

 BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ ÇERÇEVESİNDE USUL İLİMLERİNİN TAHLİLİ

 İslam dinini kökü sağlam bir ağaca benzetirsek bu ağacın köklerini hiç şüphesiz tevhid, nübüvvet ve ahiret inancı oluşturur. Peygamberler ise bu ağacın dalları ve getirdikleri kitaplar da meyveleridir. Nasıl ki bir ağacın kurumaması ve daimi taze kalarak gelişmesi için ise suya ve güneşe ihtiyacı varsa İslam ağacının da dalları konumundaki peygamberler getirdikleri kitaplarla tevhidin her daim canlı ve diri kalmasına gayret etmişlerdir. Nasıl ki ağacı meyvesiz meyveyi ağaçsız düşünemiyorsak İslam’ı da peygamber ve kitapsız düşünemeyiz. Yani din bütün cüzleriyle bir bütündür. Bu bütünün anlaşılması ve hayata anlam katması da ancak bilginin bütün olarak ele alınıp anlaşılmasıyla mümkündür. İslam’ın zuhurundan bu yana teşekkül eden ve gelişen bütün ilimler bu gayeye hizmet amacı gütmüştür. Tefsiri, hadisi, fıkhı, Arap dilini, usul ilimlerini ve diğer alet ilimlerini bu açıdan değerlendirmek gerekir. Hepsini aynı hedefe götüren, aynı amaç için çalışan bir makinanın dişlileri olarak düşünmemiz oldukça isabetli bir yaklaşımdır. Bunların hepsi birbirinin mütemmim cüzü hükmündedir. Tefsir ve tefsir usulü Kur’an’ın doğru açıklama ve yorumunu ele alırken, hadis ve hadis usulü ise sünnetin doğru şekilde aktarılması ve anlaşılmasına odaklanır. Fıkıh ve fıkıh usulü ise Kur’an’ın tatbiki (uygulama) yönünü konu edinir. Dili, mantık, tarih gibi ilimler ise bu mezkûr ilimlerin doğru çalışmasında yardımcı kuvvet hizmeti görürler. Son tahlilde hepsinin gayesi Kur’an’ın prensiplerini hâkim kılmak ve onun öngördüğü ideal insanı oluşturmaktır. Bu açıdan bakıldığında hangi ilim daha üstün gibi tartışmalara girmek çok da akıllıca ve insaflıca bir yaklaşım olmasa gerektir.

Sonuç olarak, tefsir ve hadissiz bir fıkıh düşünülemeyeceği gibi, hadis ve fıkıhtan bağımsız bir tefsir ilmi de öngörülemez. Bu ilimler, ihtisaslaştıkları (odaklandıkları) alan ve konu itibariyle birbirinden ayrı olsa da kaynak ve güttükleri gaye bakımından aynı denklemin unsurlarıdır. İnsanın yaratılışından bu yana, tarih boyunca da ayrı metot ve yöntemleri kullanarak ama aynı hedefe doğru birlikte ilerleyen bu ilim dalları bilginin bütünsel manada ele alınması gerektiği olgusunu hakiki manada ortaya koymuşlardır. Bu anlamda diğer ilimlere örneklik teşkil ettikleri söylenebilir. 


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi