OSMAN ÇATAL
22922712
TEFSİR DOKTORA
2022-2023
MÜFESSİR HER ZAMAN HAKLI MIDIR
Sözlükte “açıklamak, beyan etmek, izhar etmek”
anlamındaki “fesr” kökünün “tef‘il” kalıbından
türeyen müfessir kelimesi “Kur’an-ı Kerim’i yorumlayan kimse”
demektir. Kur’an-ı Kerim’e göre onu yorumlama yetkisi, Allah’tan sonra Resulüne
aittir. Sahabe, Resul-u Ekrem’in sağlığında Kur’an’ı yorumlamak yerine ortaya
çıkan problemlerin halli için ona başvurmuştur.
Hz. Peygamberin vefatının ardından Onun
doğrudan öğrencileri olan ve Allah’ın ayetlerini hayatına tatbik ederken gören
sahabeler, Kur’an’ı açıklama görevini üstlenmişlerdir. Hz. Peygamberin,
ayetleri açıklarken gelişigüzel yorumlara başvuranların yerlerinin cehennem
olacağı şeklindeki hadisi, sahabeyi bu konuda tedbirli davranmaya hatta
birçoğunu tefsir yoluna gitmemeye yönelttiği görülebilir. Bununla birlikte İbn
Abbas, İbn Mesud, Ubey ibn Ka’b gibi sahabeler ayetleri izahtan çekinmedikleri
gibi bu konuda ekol oluşturacak kadar tefsir yapmışlardır. Tabiin devrinde ise
sahabenin eğitimiyle yetişen, ilim noktasında kabiliyetli şahsiyetler, tefsir
konusunda ön plana çıkmışlardır. Bu müfessirler arasında Said b. Cübeyr, Mücahid
b. Cebr, İkrime el-Berberi, Tavus b. Keysan, Ata b. Ebu Rebah, Ebü’l-Aliye
er-Riyahi, Muhammed b. Ka‘b el-Kurazi, Zeyd b. Eslem, Alkame b. Kays, Mesruk b.
Ecda‘, İbrâhim en-Nehai, Hasan-ı Basri ve Katade b. Diame gibi isimler ön plana
çıkmıştır.
İslâm coğrafyasının genişlemesi,
tefsir ilminin seyrini de etkilemiştir. Tebeu’t-tabiin ve daha sonra gelenler,
kaynaktan uzaklaşmış olmaları sebebiyle, Kur’an’ın yorumlanması konusunda bazı
yeni şartlarla karşı karşıya geldiler. Giderek sayıları artan itikadi
mezheplere ve bid‘at fırkalarına mensup bazı alimlerin tefsir yazma girişimleri
bir müfessirde aranacak şartları gündeme getirmiş, ilk dönemden itibaren
yazılan tefsire dair eserlerde ve bazı usulü fıkıh kitaplarında müfessirin
nitelikleri ve tefsir yazmanın ilkeleri ile ilgili bilgiler yer almıştır.
Bununla birlikte zamanın hızla
ilerlemesi, teknolojik gelişmeler, ilim alanlarının çeşitliliği ve genişlemesi
müfessirin taşıması gereken özellikleri daha da genişletmiş ve değiştirmiştir.
Kur’an ayetlerinin temas ettiği konuların çeşitliliği ve derinliğinin artması
müfessirin yetkinliği ile ilgili hususları da belirginleşmiştir.
Rivayet tefsirlerinde İbn Ebi
Hatim, Taberi gibi müfessirler, kendilerini Hz. Peygamberin rey ile tefsir
yapma ile ilgili uyarılarına uygun olarak sadece rivayetlere yer vermişler.
Özellikle sebeb-i nüzul gibi hususları ön plana çıkararak kendi görüşlerine çok
az başvurmuşlar ya da hiç yer vermemişlerdir. Rivayetin yanında dirayet
hususlarına yer veren müfessirler ise bu riski, ayetleri çeşitli deliller
ışığında izah ederek bertaraf etmeye çalışmışlardır. Bir bölümü, ayetin dilsel
özelliklerini ön plana çıkarmışlar ya da eski Arap şiiri ile istişhad etmişler
ya da ayetleri Kuran’dan konuyla ilgili diğer ayetlerle izah etmeye
çalışmışlardır. Bazıları sadece zahiri mana ile yetinmeyi uygun görmüşlerdir.
Müteşabih ya da mübhem hususlar hakkında çok fazla görüş ifade etmekten
kaçınmışlardır.
Görüldüğü gibi Kuran’ı kendi
kişisel görüşlerine göre değil, kendi yöntemlerine göre sağlam delillere
dayandırarak tefsir etmeye gayret etmişlerdir.
İslam tefsir tarihi boyunca Kur’an’ı
nebevi uyarıları dikkate alarak tefsir etmeye çalışan müfessirler olduğu gibi
her alanda olduğu üzere bu alanda da bu alanı suistimal eden yorumlayıcılar
ortaya çıkabilmiştir. Nitekim kendi ideolojik, felsefi, siyasi, mezhepsel vb.
görüşlerini esas alarak Kur’an ayetlerini bu görüşlerini desteklemek için
kullanmaya çalışanlar olagelmiştir. Bunun dışında iyi niyetli olmakla birlikte
yeterli bilgi birikimine sahip olmaksızın yorumlamaya çalışanlara
rastlanabilmektedir. Nitekim tarihte, bu iki tarzda yanlış ve batıl izahlar
yapan kişiler de görülmektedir. Bu iki gurubu “müfessir” kavramı içinde
değerlendirmesek bile ve hatta “müfessir” kavramı ile ilgili bütün şartları
taşısa bile her izahın murad-ı ilahiye mutabakat ettiğini söylemek uygun olamaz.
Zira gerek rivayet tefsirinde rivayetlerin sıhhati meselesi gerekse
rivayetlerin ayetin izahına uygunluğu meselesi, izaha beşeri bir özellik
vermektedir. Yine dirayet tefsirinde ister dilsel açıklamalara başvurulsun
isterse diğer ayetlerle izaha çalışılsın yapılan açıklamaların ayetle olan
ilgisini kurma hususu, yine beşeri bir tercih ortaya koymaktadır. Peygamber’den
(as) mervi olduğu sabit izahlar dışında hepsini böyle değerlendirebiliriz. Bu
yorumlar, tefsirde mutlak doğruyu ifade etmekten uzaktır. Müfessirlerin farklı
açıklamaları ve hatta birbiri ile te’lif etmenin mümkün olmayan izahları da
bunu isbat etmektedir. Her ne kadar bu farklılıklar bazen ayetin çeşitli
veçhelerini izah gibi düşünülse de her zaman bu yorumu yapmak mümkün
görülememektedir.
Bütün bu hususlar dikkate alındığında,
murad-ı ilahiye mutabakatını veya yakınlığını test etmenin yolu, yapılan
izahların Kur’an’ın dili olan Arapça’ya, Arapça’nın edebi özelliklerine, muhkem
ayetlere, İslam’ın temel prensiplerine uygun olması ve Kur’an’ın zahirine ve
ulemanın icmaına zıt bir anlam taşımamasıdır. Bu şartları ile yapılan bir
tefsire kabul edilebilir bir tefsir olarak bakabiliriz.
Müfessir kelimesini açıklamadan önce onun hangi kelimeden türediğine değinmekte fayda vardır. Müfessir kelimesi fesera fiilinden türemiştir. Fesera kelimesi ise "bir şeyi açıklamak, beyan etmek" anlama gelmektedir. Doktorların, gelen hastaları tedavi etmek maksadıyla bevlettikleri küçük tüpleri inceleyerek hastalıkları üzerine tespitler yapmasına tefsir denilmektedir. İşte islami ilimlerde bu açıklamayı yapan kişiye "müfessir" denilmektedir. Müfessir tıpkı doktorun yaptığı incelemeye benzer ayetleri yakından inceleyerek onları yorumlayan kimsedir.
İslam dininde ilk müfessir Hz. Peygamber'dir. Kur'an, Hz. Peygamber'e bu payeyi vermektedir.(Nahl/44, Haşr/9) Ulema Hz. Peygamber'in Kur'an'ı tefsir etmesi noktasında iki görüşe sahiptir. İlk görüşe göre Hz. Peygamber'in tüm ayetleri açıkladığını ileri sürmüşlerdir. İbn Teymiye bu görüş üzerinde karar kılmaktadır. Sahabeden bu anlayışı destekleyecek mahiyette rivayetler de mevcuttur. Ubey b. Kab: "Kur'an'ın hiçbir ayeti yoktur ki nerede indiğini bilmiyor olayım." demiştir. Diğer görüşe göre ise Hz. Peygamber anlaşılmayan bir kısım ayetleri açıkladığını dile getirmiştir. Bu görüş de Hz. Aişe'ye izafe edilmektedir.
Kur'an, Hz. Peygamber vefat ettikten sonra onun öğrencileri olan sahabeler tarafından açıklanmıştır. Onlar gerek peygamberden duyduklarını gerekse kendi ictihadlarını dile getirerek Kur'an'ın açıklanmasına katkı sunmuşlardır. Ulema onların açıklamalarıyla Hz Peygamber'in açıklamalarını ayırmak için hadis usulünde merfu- maktu ayrımına gitmişlerdir. Merfu hadislerin dinde otorite olduğuna icma etmişlerdir. Ancak sahabenin ictihadlarına gelince yanlış ihtimalini de göz önünde bulundurarak tüm rivayetler açısından herhangi bir sorun olmadığında ve ayetlere muğayir bir durum meydana gelmediğinde bu rivayetlerin de bağlayıcı olduğunu ileri sürülmüştür.
Hz Peygamber'den sonraki devirde iki anlayış tezahür etmiştir. Biri "Kur'an'ı olduğu gibi anlamalıyız, onu hiçbir şekilde yorumlamamalıyız" diyen görüştür. Bu anlayışa sahip olan ulema ayetlerin zahiri üzere okunmasını savunmuştur. Bu görüşe refarans olan en önemli hadis ise "Kim Kur'an'ı kendi reyi ile tefsir ederse isabet etse de hata etmiştir." ifadesini ileri sürmüşlerdir. Diğer görüşe göre ise Hz. Peygamber'in " Kim benden bir şey duyarsa onu nakletsin, Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğretenlerinizdir." hadislerini referans alarak Kur'an'ın açıklanmasını istemişlerdir. Ayrıca bu görüşe sahip olanlar ilk görüşün refarans aldığı hadis için, Hz Peygamber'in keyfi yorumlamanın önüne geçmek maksadıyla bu şekilde ifade kullandığını ileri sürmüşlerdir. Bu hadis hakkında İbn Atıyye Arap şiirini, lügatını, hadis malzemesini, sahabenin beyanlarını, siyer bilgisini bilen kimselerin Kur'an'ı yorumlayabileceğini savunmuştur.
Müfessirler Kur'an'ı yorumlarken ilk olarak rivayet malzemesini aktarmakla başlamış daha sonra kendi dönemine, yaşadığı coğrafyaya, bilgisine, görgüsüne göre ayetleri yorumlamıştır. En son olarak da "Bu ayetten benim anladığım budur maksadını en iyi bilen Allah'tır." diyerek ayetin yorumunu sonlandırmışlardır. Ulemanın genelini baz alarak ifade edersek hiçbir zaman tektipçi bir anlayış olmamış, tefsirlerinde bir ayetin altında birçok görüşe yer vermişlerdir. Bu sebeple yanılabilme ihtimallerini göz önünde tutarak açıklama getirmişlerdir.
Sonuç olarak şunu ifade etmek gerekir ki müfessir her zaman haklı değildir. Zira benim her konuştuğum doğrudur demek haşa ben gökyüzüne çıktım bu ayetin yorumunu Allah'tan öğrendim demek gibidir. Allah'ın muradını biliyorum demek Allah adına konuşmak anlamına gelmektedir. Onun için ulema tefsir ve tevil ayrımına gitmişlerdir. Çünkü tefsir direk murad-ı ilahi tarafından konuşmakla eş değer olduğundan kendilerinin tevil yaptıklarını ifade etmişlerdir.