Mehmet Akif Özdemir
Öğrenci no: 20922777
Tefsir usulünün teşekkülü
Bugünkü anlamda tefsir usülü Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında yoktu. Vefatından sonra bir meşru otoriteye, yani Kuran-ı Kerîm’e ihtiyaç duyuldu. Bu konuda vahyin dilini bilen ve ilk muhatabı olan sahabeye başvuruluyordu. Ibn Abbas, Ibn Mesud, Ubey b. Ka’b (radiyallahuanhum) farklı şehirlerde tefsir dersleri vermiş ve buralardan ekoller oluşmuştu. İlk olarak usûle dair bilgiler burada çıkmaya başladı. Hicri 1. Yüzyılın ortalarından itibaren bu bilgiler şifahen kayıtlara geçmeye başladı. İkinci yarısında yazıya geçirilmeye başlandı. Kitapların telif edilmesi ise 2. Yüzyılın başından itibaren başladı. Yazıya ve kitaba geçmesi tefsir usulünün önce müstakil alan olması, sonra ise bir bilim haline geldiğini ifade eder.
Hadis Usûlü
Birinci asrın ortalarında ortaya çıkan siyasî ihtilaflar ve ikinci asırdan sonra farklı kültürlerle temasa geçilmesiyle itikâdî konulara kadar bir sarsıntı yaşanmıştı. Karşı safta bulunmayı tercih eden gruplar fikirlerine bir mesned bulmak ve meşrulaştırmak için Kur’an’ı ve Hadisleri isti’mal etmekte idiler. Bazı hadisler reddediliyor, bazen uyduruk hadisler ihtilak ediliyordu. Bu hareketlere karşı Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnetini korumak adında muhaddisûn harekete geçti. Önlem olarak cerh ve ta’dil başlattılar ve isnad ilmini geliştirdirler.
Hadislerin tedvini ikinci asrın başından itibaren başlamıştır. Bu aşamada muhaddislerin benimsediği usul ve kaideler henüz kitaplaşmamıştı. Onlar bu ilmin birbirinden ayrı muhtelif nevilerine muttali idiler ve değişik görüşlere sahip idiler.
Hadis rivayet, rivayetin şartları, çeşitleri, ravilerin şart ve ahvali, merviyyatın sınıflarını bahsede Usûlu’l-hadîs (Mustalahu’l-Hadis) ilk defa 4. Asırda tedvîn edilmiştir. Hadis ıstılahlarından bahseden ilk musannıf Ebu Muhammed er-Râmahurmuzî (ö. 360) olarak bilinir. En önemli geliştiricileri ise Ibn Abdillah el-Isfahânî (ö. 430), el-Hatib el-Bağdadî (ö. 463), Ibni’s-Salâh (ö. 643), en-Nevevî (ö. 676) olarak bilinir.
Fıkıh Usûlü
İlk dönemde İslam’ın genel hükümleri Kur’an ve Peygamber tarafından belirlendi. Yani nüzûl döneminde sorular (yes’elûneke) veya ihtilaflar doğrudan kendisine arz ediliyor, vahyedilen Kur’an’la veya Peygamber’in hüküm koymasıyla sabit oluyordu. Hükümleri öğrenen sahabesine aynı zamanda istinbat metodunu öğretiyordu. Nitekim Muaz’a (r.a.) Kuran, Sünnet ve ictihad metodunu vermişti.
Vahyin sona ermesi ve Peygamber’in (a.s) vefatı ile yargı artık en ehil olan kişilere geçmişti. Teşrî tarihi sürecini ve Peygamber’in sünnetini müşahede eden Sahabe istinbat etmek için Kur’an’a, Sünnete, ictihada başvuruyorlardı. Sonraki dönemde ise fütuhat ve İslam coğrafyasının genişlemesi ile önceden mevcut olmayan yeni durumlarla karşılaşıldı. Arap dili zayıflamaya başladı. Yeni bir olay gördükleri zaman, benzeri bir olayı Kur’an/Sünnetten bulup onun hükmünü diğerine hüküm çıkarırlardı. Kıyas edecek bir hüküm bulamayınca İslam’ın gözettiği maslahatı göz önünde bulundurarak hüküm verirlerdi. Eğitimden geçen Tabi’un nesli de böyle devam ettirdi. Ancak şartların gerektirmesiyle önü açılan ictihad faaliyetinin disipline edilmesi ve keyfî hükük vermeye karşı tedbir alınması gerekliydi. Müctehid imamlar bu ilmi açıktan açığa bir metodolojiye göre yapmaya başladılar. Fıkıh ilminin kurallarını ilk kez müstakil bir eser halinde telif eden Muhammed b. İdris eş-Şafii’dir (h. 204). Fıkhın tedvin dönemi ise böylece başlamıştır. Bu bağlamda Şafii metoduna ‘mütekellimîn’ , Hanefilerin metoduna ise ‘hanefiyye’ denilmiştir.
Zekiyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları
İsmail Çalışkan http://www.tefsir.gen.tr/img/KTA01-ismail-caliskan.pdf
Hadis usulu – Talat Koçyiğit
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR)
ANABİLİM DALI
Usul/Tarih Mütalaası
Hazırlayan Ögrenci: Murat KALKAN
Öğrenci No: 21922729
Ders Adı: Esbab-ı Nüzul I
Prof. Dr. Ahmed Nedim SERİNSU
ANKARA 2021
TEFSİR TARİHİ
I. Tefsir’in
tanımı
Sözlükte
“açıklamak, beyan etmek” anlamındaki فسر kökünden
veya taklib yoluyla سفر kökünden تفعيل vezninden[1] türeyen tefsir; “açıklamak,
ortaya çıkarmak, kelime veya sözdeki kapalılığı gidermek” demektir. Kur’ân-ı
Kerîm’de tefsir kelimesi sadece bir ayette geçer (25/Furkân, 33).[2] Sefr
kelimesinin kadının yüzünü açması, baştaki sarığın alınmasıyla başın ortaya
çıkması ve sabahın aydınlıkla belirmesi gibi “bir şeyin üzerindeki perdenin
kalkması ve belli olması, kapalı bir şeyin aydınlanması” anlamlarında
kullanıldığı bilinmektedir.[3]
Istılahta
ise Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini açıklamayı ve yorumlamayı ifade eden tefsir
kelimesi; Kur’an âyetlerini yorumlama ilmi ve bu alandaki eserlerin ortak adıdır.
II.
Tefsir’in konusu
Beşerî
ve pozitif bilimlerin bir amacı olduğu gibi islamî ilimlerin herbiri de bir
maksada matuf olarak ortaya çıkmıştır. İslamî ilimler içerisinde önemli bir yer
kaplayan tefsir ilminin gayesi “Allah’ın muradını beşerî kudret nispetinde onun
kitabından anlama çabası” olarak özetlenir. Bu amacı gerçekleştirmek için
birtakım enstrümanlara ihtiyaç duyar. Bunlar; Arap dilinin çok yönlü bilgisi ve
tarihi arka planı, Kur’ân ayetleri, Rasûlullah’ın sünneti, sahabe ve tâbiin
sözleri ile müfessirin ilmî ve aklî dirayetiyle Kur’ân’dan istinbâtından
ibarettir.
III.
Tefsir’in doğuşu ve gelişmesi
Semâvî
kitapların sonuncusu olan Kur’ân, Allah Resûlünün şahsında tüm insanlığa nâzil
olması itibariyle, Kur’ân’ın ve dolayısıyla tefsirin ilk muhatabı Peygamber
aleyhisselam’dır. Bunun doğal bir sonucu olarak tefsirin ortaya çıkış süreci
onunla başlar ve ilk müfessir olarak o kabul edilir. Kendisi hayatta iken bazen
sorulan bir soruya cevap sadedinde bir ayeti açıklamış, bazen ise الصلاة الوسطى(orta namaz) meselesinde olduğu gibi ayetlerde geçen anlaşılması zor
bazı kavramları izah etmiştir.
Rasûlullah’ın,
Kur’ân’ın ne kadarını tefsir ettiği hususunda görüş birliğine varılamamış, İbn
Teymiyye Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını tefsir ettiğini iddia ederken, diğer bir
kısım âlimler ise tamamını tefsir etmediği noktasında birleşmektedir. İbn
Teymiyye’ye göre eğer Kur’ân’ın tamamını tefsir etmeseydi Allah’ın kendisine
verdiği tebyin görevinin bir anlamı kalmazdı. Huveyyî ise Rasûlullah’ın tefsir
ettiği âyetlerin az olduğunu söyler. Hz. Âişe’den rivayet edilen, “Peygamber,
Cibrîl’in kendisine öğrettiği sayılı âyet dışında Allah’ın kitabından herhangi
bir şey tefsir etmezdi” şeklindeki rivayeti de görüşüne delil olarak getirir.
Kur’an’ın
ilk müfessirinin Resul-i Ekrem olduğu noktasında bir ihtilâf yoktur. Tefsiri
ondan ashabı almış, ashap da bu bilgileri tâbiîne aktarmıştır. Muteber hadis
kaynakları Rasûlullah’a, ashaba ve tâbiînin önde gelenlerine ait Kur’an
tefsirlerini bir araya getirmiştir. Bu kaynaklara bakıldığında Resûl-i Ekrem’in
Kur’an tefsirinin muhtelif şekillerde ortaya çıktığı görülür. Rasûlullah yer
yer ashabın yanlış anlama ve yorumlamalarını tashih etmekte, yer yer doğrudan
bir âyeti veya sûreyi yorumlamakta veya kapalı bir noktasını açıklamakta, bazan
da sorulara cevap mahiyetinde Kur’an’ı tefsir etmektedir. Âyetteki kapalılığın
giderilmesi, bilinmeyen bir kelimenin izahı, âyetin âyetle tefsir edilmesi,
âyette anlatılan bir olaya dair ayrıntı verilmesi bu tefsir şekillerindendir.
Böylece Rasûlullah yaptığı yorumlarla Kur’an’ın mücmelini beyan, mutlakını
takyid, müşkilini tavzih, müphemini beyan, umumunu tahsis ve neshini beyan
etmiş, yer yer başka açıklamalar da yapmıştır. Hadis kaynaklarında nakledilen
sahâbe rivayetlerinde esbâb-ı nüzûl ve nâsih-mensuh konularında bilgi bulunduğu
gibi âyetteki kapalılığın giderildiği, kelimelerin açıklandığı, İsrâiloğulları’ndan
gelen haberlerin aktarıldığı hususlar da göze çarpmaktadır.[4]
Sahabe,
vahyin iniş sürecine tanıklık etmiştir. Bu, esbab-ı nüzulü bilmek kadar
vahiy-hadise ilişkisine şahitlik ile vahyin arka planına vâkıf olmakla mümkün
olmuştur. Bu durum sahabeyi diğer insanlardan avantajlı kılmaktaydı. Sahabeler
büyük çoğunluğu itibariyle tefsir yapmamış olsa da İbn Abbas, İbn Mes’ûd gibi bazı
sahabelerden birçok tefsir rivayeti günümüze ulaşmıştır. Sahabenin Kur’an
tefsirindeki kaynakları sırasıyla; Kur’an, Rasûlullah’ın tefsiri, ictihâd,
cahiliye şiirleri ve ehl-i kitaba müracaat idi.[5]
Tâbiîn
ve tebeu’t-tâbiîn devrinde tefsir faaliyetleri bir hayli genişlemiştir. Bunda
tefsirle ilgili rivayetlerin farklı isnad çeşitlerinin anılması, Arap dil
bilimlerinin gelişmesi ve tedvin faaliyetlerinin artması ile oluşan dil ilimlerinin,
şiir, nesir, deyim ve atasözlerinin delil olarak kullanılması, İsrâiliyat’ın
daha da artması ve ulemâ arasındaki tartışmaların nakledilmesi etkili olmuştur.
Bu dönemde dirâyet tefsiri kategorisine giren yorumların dikkate değer biçimde
çoğaldığı görülmektedir. Tâbiîn devrinde bizzat müfessirler tarafından kaleme
alınan tefsirler bir hayli azdır; yine de tefsirin kitap olarak tedvini hadis
mecmualarından öncedir. 150 (767) yılında muhtemelen 100 yaşında vefat eden
Mukātil b. Süleyman’ın günümüze ulaşan Kur’an tefsiri ve tefsire dair diğer
eserleri tefsirlerin ilklerindendir[6]
HADİS EDEBİYATI TARİHİ
I. Hadis
İlminin Teşekkülü
Peygamber
aleyhisselam döneminde hadislerin yazılmasıyla ilgili olarak birtakım
tartışmalar olmakla beraber genel olarak kabul gören görüş, Rasûlullah’ın hadis
yazmak için kendisinden izin isteyen ashabına başlangıçta izin vermeyip daha
sonra bu taleple gelen bazı sahabîlere hadis yazmaları için izin verdiği
yönündedir. Peygamber dönemine ait bazı yazılı vesikalar ile sahabîlerin
kendileri için yazdıkları bazı hadis sahifeleri de hadislerin aynı dönemde
yazıldığını ortaya koymaktadır. Ancak sahabeye ait olduğu iddia edilen bu
sahifelerden hiçbiri daha sonraki nesillere ulaşmamıştır
Müslümanların
fetihleri ile İslam devletinin toprakları genişleyip farklı din, kültür ve
milliyetten insanlar Müslüman toplumun bünyesine dâhil oldular. Bu durumun
getirileri olduğu kadar götürüleri de vardı. Kur’ân ile yeniden dirilen Arap
dilinin saflığını korumak ve yaklaşık yüzyıldır nakledile gelen hadis
rivayetlerini muhafaza edip sahih bir şekilde yeni nesillere aktarmak
Müslümanların en önemli gündemleri arasına girmişti.
II. Hadis
İlminin Gelişim Süreci
Hadis
tarihinin geçirdiği safhalar genelde dört ana başlık altında zikredilmektedir.
Bunlar; Hıfz, Kitabet, Tedvin ve Tasnif aşamalarıdır. Hadislerin hıfzı,
Allah’ın elçisi henüz hayatta iken başlamış, kitabeti ise kısmen o dönemde
başlamakla beraber hicrî ilk asrın sonları ve ikinci asrın başlarında hız
kazanmıştı. Rasûlullah hayatta iken başlayan hadisleri yazıya geçirme faaliyeti
bireysel çabalardan ibaret ve metodolojik olmaktan uzaktı.
İlk
halifeler döneminde hadislerin yazıya geçirilip bir araya getirilmeye niyetlenildiği,
fakat çeşitli sebeplerle bundan vazgeçildiği kaynaklarda nakledilmektedir. Genel
kabule göre halife Ömer b. Abdulaziz’in (101/720) Zührî’ye (ö. 124/742) emriyle “tedvin” sürecinin başladığı yönündedir. Hicri birinci
asrın sonları ile ikinci asrın başlarından itibaren bir araya getirilen ve
tedvini tamamlanan bu hadis rivayetleri belli bir sisteme göre
sınıflandırılmadığı için bunlardan istifade etmek oldukça zordu. Bu nedenle
rivayetleri tasnif eden âlimler aynı zamanda rastgele sıralanan hadisleri de
belli bir sisteme göre tertip etme gereği duydular. Bu durum da tasnif
hareketini beraberinde getirdi.
Hicri
ikinci yüzyılda muhaddisler ile Mutezilî kelamcılar arasında meydana gelen ve
üçüncü asırda giderek şiddetlenen görüş ayrılıkları ve tartışmalar neticesinde
hadisçiler hem Hz. Peygamber’in sünnetini onların bu eleştirilerinden korumak
hem de onlara cevap verebilmek amacıyla yoğun bir tedvin ve tasnif hareketine
girişmişlerdir. Hadisçilerin bu gayretleri neticesinde başta Kütüb-i Sitte
olmak üzere çok sayıda Hadis kaynağı ve cerh-ta’dîl konusuyla alakalı eserler
ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bu döneme hadisin altın çağı denilmiştir.
FIKIH TARİHİ
Fıkıh
tarihinin başlıca devirleri:
Fıkhın geçirdiği devirler 6'ya ayrılır:
1 - Vahiy Devri: Yani Hz. Peygamber (S.A.) zamanı. Bu devirde teşri, Kitab ve
Sünnete dayanır.
2 - Sahabe Devri: Bu devirde de fıkhın kaynağı Kitab ve Sünnettir. Ashabın
içtihadları ve icma' da delil olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kitab toplanmış
ve istinsah edilmiş, Sünnet tedvin olunmaya başlamıştır.
3 - Tâbiin Devri: Müslümanlar siyasi gruplara ayrılmıştır. Âlimler, muhtelif
şehirlere dağılmıştır. Örf ve âdetin tesiriyle ihtilaflar artmıştır. Nasslardan
hüküm istinbat etme usulü teessüs etmiştir. Uydurma hadisler baş göstermiştir.
Ulema, Ehl-i Hadis ve Ehl-i Re'y diye iki gruba ayrılmıştır.
4 - Hicrî 100-350 yılları arasındaki
devir: Büyük imamlar ve müctehidler
devridir. Kur'an-ı Kerim'in kıraatına, tefsirine büyük önem verilmiştir.
Hadisler yazılmıştır. Usul-ü Fıkıh, içtihad usulleri kurulmuştur. Füru'da
ihtilaflar çoğalmıştır. Kıyas ve içtihadda ayrılıklar başlamış, fıkıh
istilahları çıkmıştır. Ana kaynak olan kitablar yazılmıştır.
5-
Hicrî 350-656 yıllan arasındaki devir:
Mezhepler yayılmış ve kuvvetlenmiştir. Mezhep taraftarlığı ve taklid artmıştır.
Eskilerin verdikleri hükümlerin sebeplerini araştırmak (Ta'lil-i Ahkâm) ve
onlarınkilerinden mesele çıkarmakla uğraşılmıştır.
6 -
Son Devir: Durgunluk devridir. Ulema arasında
rabıta kopmuş, her ülke kendi derdine düşmüştür. Fukaha, eskilerin eserlerini,
ya ihtisar veya şerh etmekle meşgul olmuştur. Bu şartlar altında fıkıh
duraklamıştır. Ancak zamanımızda İslam âleminde, her sahada olduğu gibi fıkıh
ve hukuk sahasında da bir uyanma ve çalışma başlamıştır.[7]
GENEL DEĞERLENDİRME
İnsanlığı hidayete
ileten vahiyler silsilesinin sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerîm insanın kalp
ve akıl birlikteliğini gözetmiş, bir yandan insanı aklını kullanmaya
teşvik ederken öte taraftan onun kalp, duygu ve vicdan bütünlüğünü esas
almıştır. Kalp ve aklın birlikteliğinden doğan hikmet gerek ayetlerde gerekse
onun güzîde müfessiri Rasûlullah’ın uygulamalarında kendisini göstermiştir. Allah’ın
elçisi insanların arasında iken ihtiyaç hissettikleri anda ona başvurur
sorunlarına çözüm bulur, Allah’ın muradını anlamada onun rehberliğine
güvenirlerdi. Onun vefatından sonra ise artık bu imkândan mahrum kalmışlardı;
lakin Allah’ın kitabı önlerinde, elçisinin uygulamalarını temsil eden sünnet
ise zihin ve dillerinde dolanmaktaydı.
Rasûlullah’tan sonra
Müslümanlar, dinî, beşerî, sosyal ve hukukî ihtiyaçları için Kur’ân’a başvurur,
orada bulamadıkları hüküm veya durumlar için ise rivayetler silsilesinde saklı
hadislere müracaat ederlerdi. Hadisler her ne kadar Rasûlullah hayatta iken
bazı sahabeler tarafından kayıt altına alınsa da ağırlıklı olarak şifahen
nakledilmişti. Bu durum hicri ilk yüzyıl boyunca kısmen böyle devam etmiş, ilk
asrın sonlarına doğru büyüyen İslam devletinin toprakları ve Müslüman olan yeni
kavimlerin artmasıyla hadislerin cem edilmesi ihtiyacı doğmuştu. Bu ihtiyacı
ilk olarak resmî emre döken kişi halife Ömer bin Abdulaziz olmuştu. Onun emri
ile Zuhrî (ö. 124/742) hadisleri tedvin etmeye başlamıştı. İkinci yüzyılda
hummalı bir şekilde sürdürülen tedvin faaliyeti neticesinde rivayetler herhangi
bir tasnife tabi tutulmaksızın, mevcut bilgiler topluluğunun gelecek nesillere
aktarılması hedeflenmişti. Bu rivayetler silsilesi içerisinde tefsir, siyer,
meğâzî, fıkıh gibi sonradan her biri birer temel ilim dalı haline gelecek dallar
yer almaktaydı. Hicrî ikinci asır sonu ve üçüncü asır başında hadislerin
tasnifi kemale ermiş, hadis edebiyatı altın çağına ulaşmış ve literatür
oturmuştu.
Temel İslami ilimlerin ihtisaslaşma neticesinde farklı
dallara ayrılması her birine derinlemesine vukûfiyetin önünü açmıştı. Bununla
birlikte bilginin bütünlüğü ilkesi çerçevesinde bir takım risklerin oluşmasının
önüne de geçilememişti. Nitekim ilk dönemlerde bir âlim hem muhaddis, hem
müfessir hem de fakih veya tarihçiydi. İhtisaslaşmanın oluşması bilgiye tikel
yaklaşımı netice vermişti. Bu durum çağımızda da devam etmektedir. Bir ilim
adamının hem muhaddis hem müfessir hem de fakih olduğu, aynı zamanda kelam ve İslam
felsefesi bildiği pek rastlanan bir durum değildir. Bir insanın bu ilimlerin
her birini kendinde cem etmesi zor olsa da zihnî ön kabul veya bilinçaltı
olarak bilginin bütünlüğü ilkesi ile bu bilim dallarına bakabilmelidir. Tıpkı
yapbozun parçalarına odaklanırken büyük resmi kaçırmamak gibi, bir bilgi ile
uğraşırken Kur’ân’ın çizmeye çalıştığı büyük resim de kaçırılmamalıdır.
Yararlanılan Kaynaklar:
Tefsir Tarihi, Muhsin Demirci;
Kur’ân İlimleri ve Tefsir Tarihi, Mehmet Akif Koç;
Hadis Tarihi, Talat Koçyiğit;
Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku.
[1]
Muhsin Demirci, Tefsir usûlü, 29.b., İstanbul, M.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul,
2014, s.19.
[2]
Mehmet Akif Koç, Kur’ân İlimleri ve Tefsir Tarihi, 1.b., Grafiker Yayınları,
Ankara, 2021, s.30.
[3]
Abdulhamit Birışık, "TEFSİR", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsir#1 (28.10.2021).
[4] Abdulhamit
Birışık, "TEFSİR", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsir#1 (28.10.2021).
[5] Mehmet
Akif Koç, Kur’ân İlimleri ve Tefsir Tarihi, 1.b., Grafiker Yayınları, Ankara,
2021, s.30.
[6] Abdulhamit
Birışık, "TEFSİR", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsir#1 (28.10.2021).
[7] Osman
Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Müftüoğlu Yayınları, Ankara, 1969, s.2.
FAZİLET ÇEKİÇ-DOKTORA 1. SINIF GÜZ DÖNEMİ- NO:21922732
HADİS TARİHİ- TEFSİR TARİHİ- FIKIH TARİHİ MUKAYESELİ OKUMA
Hz. Peygamber, devrinde Kur'an'a karışır endişesiyle sözlerinin yazılmasını yasaklamış, karışma endişesi bulunmayan durumlarda ise izin vermiştir. Sahabeden bazısının hadisleri yazdığına dair rivayetler de bu yasağın vahiy katipleri için olduğunu göstermektedir. Rasulullah hayatta olduğu için sahabe duyduğu haberleri ona sorarak tahkik ettirebiliyor, anlamadıkları ayetlerin açıklamasını, yapmadığı bir şeyin haram olup olmadığını yine ondan sorup öğrenebiliyordu.
Sahabe devrinde hem hadisler aktarılıyor hem de Rasulullah'a yalan isnat etme endişesinden kaynaklı şahit isteme, az hadis rivayet etme gibi sistematik olmayan hadis nakli kuralları uygulanıyordu. Aynı endişeden kaynaklı ayetleri yorumlama ve fetva verme konusunda da temkinli davranmışlar Kur'an'ı Kur'anla sünnetle ve sebebi nüzulle tefsir etmişerdir. Bunun yanında rivayetin olmadığı yerde ayetleri kendi reyi ile tefsir eden sahabeler de olmuştur. Bu dönemde nakiller şifahidir.
Tabiin devrinde dönemin siyasi olaylarından kaynaklı hadis naklinde yeni kurallara ihtiyaç duyulmuş, siyasi ve itikadi fırkaların kendi görüşünü desteklemek için hadis uydurmalarının önüne geçmek için isnat sorma faaliyetleri yerleşmiştir. Yine bu fırkaların ayetleri de kendi görüşlerini desteklemek için yanlış yorumlamalarıyla mücadele etmek üzere Basra, Kufe ve Medine medreseleri kurulmuştur. Bu dönemde ayetlerin tamamı tefsir edilmiş, geniş fıkhi izahlarda bulunulmuştur.
İlk olarak Ömer b. Abdülaziz'in görevlendirmesiyle resmi olarak hadis tedvini başlamış, Arap yazısından kaynaklı eksiklikleri gidermek için nakilde sema ve kıraat yöntemi kullanılmıştır. Musannef ve müsned türü eserler telif edilmiştir. Hadis toplamak için yapılan uzun yolculuklarda tefsirle ilgili mevkuf ve maktu rivayetler de derlenmiş yazıya geçirilmiştir.
Müçtehit imamlar asrı olan H. 2. asırda rey ekolü, hadis ekolü, Mutezile, Şia, ehl-i zühd ve tasavvuf okulları ortaya çıkmıştır. Dönemin halifesine tek mezhebin devletin resmi mezhebi olması teklif edilmiş kabul görmemiştir. İmam Malik bu konuda kendisine yapılan teklifi reddetmiştir. Ama halife ve kadıların desteklediği mezhepler yayılmıştır. Mesela Abbasilerde Hanefilik, Fatımilerde İsmaililik, Eyyubilerde Şafiiilik gibi.
H. 3. asırda ekoller arası tartışmalar devam etmiştir. Yunan felsefesinden yapılan tercümeler, özellikle Aristo Mutezile üzerinde etkili olmuş, Mutezilenin halkul kuran meselesindeki siyasi baskısı sonucu Mihne olayları yaşanmış, taraflar birbirlerini dinden çıkma ile itham etmiştir. Tartışmaların yazılı şekilde devam etmesi temel hadis kitaplarının telifine, hadis usulünün gelişmesine sebep olmuştur. Kütübi sitte bu dönemde yazılmış, sahih hadisler müstakil eserlerde toplanmaya çalışılmıştır.
Abbasi ve bağımsız emirliklerin olduğu h.4 ve 5. asırda siyasi ve fikri çatışmalar yoğun bir şekilde görülür. Bu dönem mezheplerin kökleştiği , İslam ve tasavvufunun geliştiği, geniş hacimli rivayet ve dirayet tefsirlerinin, Mutezili, Şii, Harici, fıkhi ve tasavvufi tefisrlerin yazıldığı bir dönemdir. Bu asrın sonuna kadarki dönem rivayet dönemidir.
H. 6. asır ile 12. asrın sonlarına kadarki dönem ise nakil dönemidir. Telif edilen temel hadis kaynakları nakledilir. Nizamiye medreselerinin kurulması ile kitap esaslı bir eğitime geçilmiş, eğitim kurumsallaşmıştır. Gazali ile mantık ilmi meşruiyet kazanmış, bu çerçevede hadis terimlerinin tanımı yapılmıştır. Yine Gazali ile ilmi tefsir ilk defa derli toplu bir şekilde ele alınmıştır. Siyasi desteğini kaybeden Mutezile ve ehli rey ekolü zayıflamıştır.
Yavuz Sultan Selim'in halifeliği döneminde Hanefilik kaza ve fetva işlerinde devletin resmi mezhebi olmuş, halk ibadetlerini kendi mezhebine göre yapmaya devam etmiştir.
H.13 asırdan günümüze kadarki son dönemde oryantalisler ortaya çıkmış ve hadislerin Hz. Peygambere aidiyetini sorgulamışlardır. İslam beldelerinin batının etkisinde olduğu bu dönemde hadisin otoritesini ve Hz. Peygambere aidiyetini inkar edenler olmuştur. Son dönemin bir özelliği de hadisler ile ilgili akademik çalışmaların yapılması ve hadisleri Hz. Peygamber'in hangi vasıfla söylediğinin tesbiti üzerinde durulmasıdır.
19. yyda canlılık kazanan ilmi tefsir teknolojik gelişmelere paralel olarak 20 asırda zirveye ulaşmıştır. İslam dünyasını içine düştüğü geri kalmışlıktan kurtarmanın çarelerini bulmak için ictimai, klasik modernist ve çağdaş modernist tefsirler yazılmıştır. Batıdaki tarihselcilik akımı modernist tefsirlere etki etmiştir.
19. yyda Mecellenin neşri ile tek mezhep resmen tedvin edilmiş oldu. 1917de Hukuk-i Aile Kararnamesinin kabulü ile de farklı mezheplerden tercihler yapma merhalesi yaşandı. Bunda toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek görüşün seçilip uygulanması sağlandı. Son merhalede ise İslam hukuna bağlı kalınmaksızın batı kanunlarından iktibaslar yapıldı.
SONUÇ
Hz. Peygamber ile başlayıp günümüze kadar devam eden hadis, tefsir ve fıkıh tarihi seyrine baktığımızda bu ilimlerin eşzamanlı ve biribirine bağlı olarak değişim ve gelişim yaşadığını görmekteyiz. Yaşanan olaylar ve değişen şartların ortaya çıkardığı sorunlara cevap üretmeye çalışan bu ilmi disiplinlerin her biri diğerine kaynaklık etmiştir.
ESBAB-I NÜZÜL
DERSİ DÖNEM ÖDEV-1
ÖĞRENCİ:
MUSTAFA ACAR
NO: 21922730
TEFSİR USUL-TARİH MÜTALAASI
Tefsir kelimesi sülasi. F s r kelimesinden türemiştir. Şerh etmek,
açıklamak, beyan etmek, tevil etmek anlamındadır. Kur’an’ın Tefsiri ise,
ayetlerinin manalarını izah, içerdiği belağatı ortaya koymak, edebi icazına
işaret etmek, esbabı-ı nüzul, ahkâmını
beyan etmektir.[1]
Istılah olarak ise İsfehahi tefsiri “makul manayı ortaya koymak” olarak tarif
etmiştir. Suyuti Kur’an ilimlerinin, esbab-ı nüzül, nasih, mensuh, vb, ile
tefsir edilmesine vurgu yapar. Zerkeşi, Allah’ın ayetten muradının
anlaşılmasını sağlayan ilim olarak tarif eder.
PEYGAMBER ve SAHABE DÖNEMİ:
Kur’an peygamberimize aralıklarla ayet ayet, gelişen olaylarla
bağlantılı olarak inmiştir. Ayetleri peygamber sahabesine tefsir etmektedir.
Sahabe izaha ihtiyaç duyulan hallerde ona müracaat ediyordu. Zira peygamber Kur’an’ı
en iyi bilen ve anlayandır. Bu meyanda o Kur’an’ın anlaşılması hususunda ilk
kaynaktır.[2] (إِنَّا
أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ) Kevser 108-1, ayetin tefsirinde peygamber
Kevser’i, (فإنَّه نَهْرٌ وعَدَنِيهِ رَبِّي عزَّ وجلَّ)
“Cennette bir nehirdir ki Rabbim onu bana vaat etti” diyerek tefsir etmiştir.
Sahabeden bazıları Kur’an’ın Tefsiri, anlaşılması ve lafızlarının açıklanması
hususunda peygamberimizin yakınında olmalarına binaen çok şey öğrenmişlerdi. Bu
isimlerin başında Hz. Aişe gelmektedir. Kimi sahabeden ise kaynaklara çok az
rivayet ulaşmıştır. Kur7an’ın tefsiri babında peygamberden ulaşmayan tefsire
ihtiyaç duyulan ayetlerin tefsirinde ise öne çıkan dört sahabi dikkat
çekmektedir. Bu sahabeler: Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mesud, Ali b. Ebi Talip,
Ubey b. Ka’b dir. İslam dininin yeryüzünün dört bir yanına yayılması ile
oralara giden sahabe tefsir medreselerinin oluşmasına öncülük etmişlerdir. İbn
Abbas Mekke, Ubey b. Ka’b Medine, Abdullah b. Mesud Kufe’de Kur’an’ın
anlaşılmasına vesile olacak temelleri mezkûr beldelerde atmışlardır. Sahabe arasında Kur’an’ın anlaşılması
babından pek fazla ihtilafa rastlamamaktayız. Belki de sahabe döneminin en
dikkat çekici yanı bu olsa gerektir. Ayetler umumi bir anlam ile açıklanmakta
ve anlaşılmaktadır. Tefsir adeta hadis formatı kazanmıştır. Bununla birlikte
henüz tedvin gerçekleşmemiştir. Kulaktan duyma ezberlenmektedir. Nadiren Ehli Kitap’a
müracaat ettikleri görülmektedir. [3]
TABİUN DÖNEMİ:
Tabiun dönemi için tefsirin ilk dönemi denilebilir. Sahabenin öğrencileri
mesabesindeki tabiun Kur’an’ı tefsir ederken yine Kur’an’ın kendisine müracaat etmişler
ve Kur’an’ı birinci masdar – kaynak olarak görmüşlerdir. Zira Kur’an’ın
kendisini tefsir ettiğini düşünmüşlerdir.[4] İkinci
sırada sahabeden kendilerine ulaşan hadisleri kaynak almışlardır. Üçüncü olarak
sahabeden naklolan tefsiri, sonra Ehli Kitap’tan gelen rivayetleri
değerlendirmişlerdir. Son olarak ise kendi dirayetlerini ortaya koyarak içtihat
etmek suretiyle tefsir ortaya koymuşlardır.
Tefsir Okulları:
Mekke-i Mükerreme okulu: Başında
Abdullah b. Abbas bulunmaktaydı. Ardından Said b. Cübeyr, İkrime. Tavus b. Keysan,
Mücahid, Ata b. Rabah okulun önde gelenleri olmuşlardır.
Medine-i Münevvere Okulu: Tabiün’un en
meşhur tefsir alimleri bu okulda, Ebu’l Aliyye Rifî b. Mehran er-Riyahi,
Muhammed b. Ka’b el-Karzî, Zeyd b. Eslem’dir.[5]
Irak okulu: Sahabeden
Abdullah b. Mesud’un meclisinde yetişen tabiundur. Mesruk b. El-Ecd’a el-Kufi,
Katade b. Düame es-Sedusi el-Basri, el-Hasen el-Basri, Mürre el-hemezani
başlıcalarıdır.
Bu tefsir okulları sonraki asırlarda gelen müfessirler için esas
teşkil etmiştir. Her bir okulun bir sahabeden kaynağını almış olması masdar ve
hareket noktası olması bakımından tercih ve metod olarak kabul edilmiştir.[6]
TEDVİN ASRI VE GÜNÜMÜZ
Tefsirin tedvini hicri ikinci asırda hadislerin tedvini ile başlar.
Zira hadis rivayet kitaplarında tefsir için müstakil baplar açılmaktaydı.
Tedvin ise bu dönemde isnat ağırlıklı idi. Hadisin senedi zikredilir, ardından
da gelen görüşlere yer verilirdi. Tefsirin müstakil ilim haline gelmesiyle müstakil
kitaplar tefsire ifrad edilmeye başlandı. Yeni Tefsir kitaplarında isnatlar
zikredilmeden rivayetlere yer verilerek ihtisar ediliyordu. Bu uygulama uydurma
ve israiliyyat cinsinden rivayetlerin tefsire girmesine sebep oldu. Tefsir
ilminin müstakil ilim olmasında etkili müfessirlerden bazıları: İbn Cerir
et-Taberi, İbn Mace’dir.
Abbasîler döneminde Rey tefsiri
göze çarpmaktadır. Bu tefsir okulunda fıkh, mantık, Arapça, akli yorumlar
çoğalmıştır. Günümüzde ise, daha anlaşılır bir dil kullanılan tefsir
çalışmaları devam etmekte gün geçtikçe Kur’an’ın anlaşılması için emeklerin
sonuçları bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Elmalılı Hamdi Yazır, Hasan
Basri Çantay tefsirleri başlıca örneklerdendir.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] https://www.almaany.com/ar/dict/ar-ar/%D8%AA%D9%81%D8%B3%D9%8A%D8%B1/
[2] Abdülcevad
Abdülhalef, Medhal ila tefsiri’l kur’an s.75
[3] Mukatil
b. Süleyman, Tefsirü Mükatil b. Süleyman. S.76
[4] Muhammed
Hüseyn Zehebi. et-Tefsir ve’l Müfessirün, s.76
[5] Muhammed
Ali el-hasen, el-Menar fi Ulumi’l Kur’an, s.225
[6] Ebu Zeyd
es-Sealibi, el-Cevher el-Hisan fi Tefsiri’l Kur’an s. 82