Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


“Ne Var?”, “Ben Neyim?”   01/04/2019

Nesibe ÇİMEN   18922767

Tefsir/DOKTORA

Hadis Tarihi

 

“Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir Kitap indirdik. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?” Enbiya-10

“Öğüt” anlamında çevrilen “zikir” kelimesi, “kişinin elde ettiği bilgiyi zihinde koruma kabiliyeti, hatırlama, hatırlatıcı, akılda tutulması gereken her şey” (Ragıb el-İsfehani, El-Müfredat, “z k r” maddesi) anlamlarına gelmektedir.

“Ne Var?”:  Zikir var, hatırlatma var, öğüt var, kişide bu bilgiyi zihinde koruma kabiliyeti var, anlama, kavrama kabiliyeti var, Yaratıcı’dan hatırlatma var…

“Ben Neyim?”: Muhatap…Akıl sahibi varlık…Okuyacak, düşünecek, anlayacak, kavrayacak, hatırda tutacak, değerlendirecek, hayatına geçirecek, hayatı hem kendisi için hem başkaları için “anlamlı” kılacak…

                                                           ------------------------

“Gerçek şu ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, tereddüt etmeden "Allah" derler. De ki: "O halde söyler misiniz, Allah’ı bırakıp da taptığınız şu şeyler, Allah bana bir zarar vermek istese, O’nun vereceği zararı önleyebilirler mi? Yahut O bana bir rahmet dilese, onun rahmetini durdurabilirler mi?" De ki: "Allah bana yeter! Hakkıyla tevekkül edenler yalnız O’na güvenip dayanırlar." De ki: "Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Muhakkak ki ben de yapmam gerekeni yapacağım! Kime alçaltıcı bir azabın geleceğini, kimin tepesine sonu gelmez bir azabın ineceğini yakında öğreneceksiniz!" Biz sana, insanlar için gerçeği ortaya koymak üzere kitabı indirdik; artık kim doğru yolu izlerse kendi iyiliği için izlemiş olur, kim de yoldan saparsa kendi aleyhine sapmış olur; sen onlardan sorumlu değilsin.” Zümer 38-41.

“Ne Var?”: Muhatabın zihninde uyandırılmak istenen sorular…

Allah’ın varlığını, büyüklüğünü ikrar ettirici…

Tevekküle yönlendirici…

Tehdit edici…

Uyarıcı…

“Ben Neyim?”:

Değer verilip konuşulan, ikna edilmeye çalışılan, hayat nimeti elinde iken “Hakikat”i fark edip bu nimeti “anlamlandırma”sı beklenen, sorumluluğu kendine ait, türlü inanç şekilleri içinde serbest bırakılmış, ama yine de vazgeçilmeyen “insan”…

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Zümer 39/38

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ
 اللّٰهُۜ قُلْ اَفَرَاَيْتُمْمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ اَوْاَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ عَلَيْهِيَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ


Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette, “Allah”, derler. De ki: “Peki söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah’ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O’na tevekkül ederler.”

                                   Diyanet İşleri Meali 
                                 
Zümer 39/39-40


قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ


مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ 


De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; doğrusu ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek, yakında bileceksiniz!   


                                  Diyanet Vakfı Meali

Zümer 39/41

اِنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّۚ فَمَنِ اهْتَدٰى 
فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ۟

(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Sen onlara vekil değilsin.

                                   Diyanet İşleri Meali 
Enbiya 21/10


لَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَابًا ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟


Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?

                                   Diyanet İşleri Meali     
www.kuranmeali.com

Bu ayetlerde; 
1.Inanç konusunda putperestlerin çelişki içinde oldukları ifade edilmektedir .Allah'ın yaratıcı olduğunu kabul edip bir taraftan da putlardan yardım beklemektedirler.
2.Putperestleri akıllarını kullanmaya davet var.
3.Peygamberin sadece bir tebliğ edici olduğu vurgulanıyor. Hidayeti veren Allah'tır. Müşriklerin islâm çağrısına kayıtsız kalmalarından dolayı peygamberin çok üzüldüğünü başka ayetlerden anlıyoruz.
4. Bu ayetlerde peygamberimize bir teselli göndermesi de yapılıyor .
5. Müşriklerinden yaptıklarından peygamberimizin sorumlu tutulması onun için rahatlatıcı bir mujde.
6. Hidâyet ve dalâletin yalnız Allah'tan geldiği vurgulanıyor bu ayetlerde
7.Müşriklerin bile mutlak kudret sahibi bir varlığa inanma ihtiyaçlarının olduğunu anlıyoruz.
8.Kur'an ile Araplar'ın bir ün sahibi olduklarını ve yeryüzünün doğuşu ve batısında şerefle anıldıklarını anlıyoruz.
9.Kur'an'ın öğüt veren bir kitap olduğunu ve mucize olarak yeterli olabileceğini anlıyoruz.
0 Yorum - Yorum Yaz

Kim iletti? Ben Neyim ?    10.04.2019

 Insan fıtraten hayatı  anlamlandırmaya çalışan bir varlıktır. Küçük-büyük, genç- yaşlı farketmez bir anlam arayışı içindedir. Hiçbir insan eylemlerini anlamsız bulmaz. Bir mânâ yükler ama  bu doğru ya da yanlış olabilir.
       Insan geçmiş ve geleceğiyle irtibat halinde olan bir varlıktır.Geçmişin tecrübesinden  yararlanan,geleceği ümitle bekleyendir.
       Geçmişte yapılan üretimlerden faydalanarak bir 'hakikat 'fikrinin  peşine düşendir insan.
        Hakikat arayışı peşine düşen insan farklı yöntemler geliştirir ve bunun sonucunda farklı düşünceler ortaya çıkar. Böylece insan eleştirel düşünceyi  gerçekleştirir ve kendini incelemeye alır.
        Insan hayati anlamlandırmak için amel ile eylemin tutarlılığını sağlamaya çalışır.
        Insan önceki dinlerden de yararlanmıştır.
0 Yorum - Yorum Yaz

Ayetlerden Anladıklarım    28.04.2019

ÖDEV 4: "Ne var?" ( Zümer
39/38-41;Enbiya21/10)


Zümer 39/38

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ
 اللّٰهُۜ قُلْ اَفَرَاَيْتُمْمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ اَوْاَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ عَلَيْهِيَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ


Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette, “Allah”, derler. De ki: “Peki söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah’ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O’na tevekkül ederler.”

                                   Diyanet İşleri Meali 
                                 
Zümer 39/39-40


قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ


مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ 


De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; doğrusu ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek, yakında bileceksiniz!   


                                  Diyanet Vakfı Meali

Zümer 39/41

اِنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّۚ فَمَنِ اهْتَدٰى 
فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ۟

(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Sen onlara vekil değilsin.

                                   Diyanet İşleri Meali 
Enbiya 21/10


لَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَابًا ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟


Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?

                                   Diyanet İşleri Meali     
www.kuranmeali.com

Bu ayetlerde; 
1.Inanç konusunda putperestlerin çelişki içinde oldukları ifade edilmektedir .Allah'ın yaratıcı olduğunu kabul edip bir taraftan da putlardan yardım beklemektedirler.
2.Putperestleri akıllarını kullanmaya davet var.
3.Peygamberin sadece bir tebliğ edici olduğu vurgulanıyor. Hidayeti veren Allah'tır. Müşriklerin islâm çağrısına kayıtsız kalmalarından dolayı peygamberin çok üzüldüğünü başka ayetlerden anlıyoruz.
4. Bu ayetlerde peygamberimize bir teselli göndermesi de yapılıyor .
5. Müşriklerinden yaptıklarından peygamberimizin sorumlu tutulması onun için rahatlatıcı bir mujde.
6. Hidâyet ve dalâletin yalnız Allah'tan geldiği vurgulanıyor bu ayetlerde
7.Müşriklerin bile mutlak kudret sahibi bir varlığa inanma ihtiyaçlarının olduğunu anlıyoruz.
8.Kur'an ile Araplar'ın bir ün sahibi olduklarını ve yeryüzünün doğuşu ve batısında şerefle anıldıklarını anlıyoruz.
9.Kur'an'ın öğüt veren bir kitap olduğunu ve mucize olarak yeterli olabileceğini anlıyoruz.

0 Yorum - Yorum Yaz


 

Adı-Soyadı: Muteber Gülsefa UYGUR

Öğrenci No: 18922770

Bölümü: Tefsir (DR) 

NE VAR?

 “Andolsun, size, içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hala akıllanmaz mısınız?” (Enbiya 21/10)

“Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette “Allah’tır” derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar. De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; doğrusu ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek, yakında bileceksiniz! (Resûlüm)! Şüphesiz biz bu Kitab’ı sana insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.” (Zümer 39/38-41)

Kur’an insanlığın adresine gönderilen bir mektup; anlaşılmayı/hayatı anlamlandırmayı bekleyen bir kitaptır. Kur’an’a göre “gerçekten yaşamış olmak” için ilâhî bilgiyle hayatı anlamlandırmak gerekir. Yüce Allah bu sebeple Kur’an’da insanı “kâinat” ve “varoluş” hikmeti karşısında tavır almaya çağırmakta, onun  “büyük emaneti” yüklenişini, hayatına vahiyle anlam verişini görmek istemektedir.

O halde Kur’ân-ı Kerim’i nasıl tanımalı ve anlamalıyız?  Kur’ân’ı tanımak ve anlamak için  “Kur’an Nedir?” sorusuna insanın anlam arayışı çerçevesinde onu anlaşılır ve yaşanılır kılmak için bir cevaba ihtiyaç vardır.

Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasından kastedilen, “anlama” fiilinin belli bir yönü ile ilgilidir. O da hayatın değişen görünümleri karşısında Kur’an-ı Kerim’in öngördüğü reel cevapları anlamak ve hayata taşımaktır. Nüzul sırasında bu gerçekleştirilmiştir. Kur’an, insandan okunmasını, üzerinde düşünülmesini, anlaşılmasını, ihlasla fikrî ve amelî/düşünsel açıklanmasını istemekle ve okuyucularını/muhataplarını buna teşvik etmekle anılan amacın gerçekleşmesini bizzat desteklemektedir. Bu sebepledir ki, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e “tebliğ” ve “t”ebyin ile görevli olduğunu bildirmiştir.

Hz. Peygamber’e ilk gelen vahyin okuma ve yazmayı emretmesi de anlamlı ve ilham vericidir. Tümüyle insanı anlatan ve insanla ilgili olanı tespit eden bu ayetler, insana “yaşam boyu eğitimi” zorunlu kılmaktadır.

Sahabiler, Hz, Peygamber’in Kur’an-hayat bütünlüğünü hedefleyen eğitim-öğretim siyasetini devam ettirdiler. Kur’an’ı hayata tatbik etme, yani hayatı anlamlandırma şekliyle birlikte öğrenen sahâbiler, birer eğitimci olarak gittikleri bölgeler ede bu metodu taşıdılar.

Tabiiler “Kur’an’ı Kerim’i ilim ve amel yönleri ile birlikte öğrenme” ilkesini sahabilerden aldılar. Sahâbiler-tâbiîler arasındaki bu ilim akışı “kaydetmekle değil, öğretimle; yazı ile değil, sözle gerçekleştirmiştir. Aynı bilgi akışı, tâbiîler ile etbâu tabiîn arasında da cereyan etti.

Kur’ân ile hayatına anlam vermek çabası, nüzul asrından tedvin dönemine bu şekilde geldi. Sonraki her asır, bir önceki asrın Kur’an ile hayata anlam vermek  mirasını devraldı; onu kendi çağının maddî ve manevî şartları (kültür) çerçevesinde yoğurdu. Böylece her asır kendi zihniyetine Kur’an’la bir hayatı anlamlandırma ortaya koydu, bu bağlamda katkılar yaptı. Tedvin dönemi ve sonrasına alimlerin, İslam ilimlerini tedvin etmelerindeki ortak gaye, Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmasına içerdiği manaların açıklanmasına yarayacak ve vesile (araç) olarak ilmleri tespit etmek olmuştur. Bu alimler Hz. Peygamberin Kur’an-hayat bütünlüğünü hedefleyen, “Kur’an’ı ilim ve amel/teorik ve pratik yönleri ile birlikte öğrenme-öğretme” ilkesini bu şekilde algılamışlardır.

Kur’an Nedir? sorusuna “insanın hayatını anlamlandıran kitap” oluşunu temel almalıyız.

BEN NEYİM?

İnsanı insanı yapan merakı ve öğrenme arzusudur. Her insan kendi eylemlerini ve hareket tarzını anlamlı bulur; çünkü insanın yapıp etmelerine bir anlam vermesi onun hayatta kalmasını sağlar. Tarihteki her insanın inanma ve anlamlandırma hali aynıdır; çünkü insanın anlam arayışı onun fıtrî/özsel bir kabiliyetidir. Herkes bunu kendi başın bulmalı ve bulduğu cevabın gerektirdiği sorumluluğu üstlenmelidir. Yani iman ettim sözünün sorumluluğunu taşımalıdır. Ancak o zaman bu anlam, kişinin anlam talebini doyurur. İnsanın bu kabiliyeti kendi idealleri ve değerleri için yaşama, hatta onların uğruna ölme gücü verir.

            İnsan zihni kendi özündeki, çevresindeki ve çevresindekilerle olan ilişkisini; düşünce ve zanlarının, duygu ve inançlarının istek ve eylemlerinin kaynak ve gayesinin hayatı için gerekli görerek anlamak istemiştir. Ortaya attığı sayısız sorulara çeşitli alanlardan türlü açıklamalar ve cevaplar vermiştir. Bu cevap ve çözümlerle hayatının anlamlandırmış, zihnini ve eylemini/üretimini tatmin ettiğini sanmıştır. İnsan bu cevapların ne derece isabetli olduğunu ilk bakışta kestirememiştir. Ama yine de fıtratının gereğini yapmış, hayatını ve varlığı anlamaya/açıklamaya çalışmıştır. Bu çabalar elbette ki tamamen isabetsiz olmamıştır. Bu çalışma insanlığa, anlamlandırma faaliyetinde fayda sağlayacak gerçek bir miras bırakmıştır. Bu miras sayesinde insan düşüncesini zenginleştirmiş, verimlileştirmiş ve geliştirmiştir. Ama yine de hayatını anlamlandırmak için elde edeceği, bir “hakikat” fikri peşinde olmuş, bunun için türlü yön ve yöntemler araştırmıştır.

            Böylece insanlar, kendi düşünce ve eylemleri/amelleri üzerinde düşünmeye ve kendi kendilerini inceleme konusu olarak almaya başlamışlardır. Bunun sonucu olarak giriştikleri çözümlemelerin derinliği, farklı düşünce ve eserlerin artışına, bu da eleştirici ve sentezci zihniyetin gelişmesine imkan saplamıştır. Bu şekilde büyük gayretlerle durmadan değişen insan, ilim ile amelin/eylemin uygunluk ve birliğini gerçekleştiren daha toplayıcı, daha ahenkli ve daha tatmin edici bir dünya görüşüne, hayatı anlamlandırmaya ulaşmak amacıyla büyük sistemler ve sentezler ortaya koymaya çalışmıştır.

            İnsan, hayatı anlamlandırırken fıtratını tatmin etmeyi hedefler. Bu sebeple bir sistemi (hayatı anlamlandırmayı) diğer insanların beğenmesini sağlayan, sağlamlığını ve değerini oluşturan “mantıksal tutarlılık” ve “gerçeğe uygunluğu” dur. Bu “gerçek”  asla bir bilimin sınırları içinde değildir. Her bir bilgi, ondan bize bir taraf, bir görünüş sunmakta ve “fıtratı” yani “kendimizi” tanımamıza imkan vermektedir.

 


0 Yorum - Yorum Yaz

Ben Neyim    28.04.2019

Insan fıtraten hayatı  anlamlandırmaya çalışan bir varlıktır. Küçük-büyük, genç- yaşlı farketmez bir anlam arayışı içindedir. Hiçbir insan eylemlerini anlamsız bulmaz. Bir mânâ yükler ama  bu doğru ya da yanlış olabilir.
       Insan geçmiş ve geleceğiyle irtibat halinde olan bir varlıktır.Geçmişin tecrübesinden  yararlanan,geleceği ümitle bekleyendir.
       Geçmişte yapılan üretimlerden faydalanarak bir 'hakikat 'fikrinin  peşine düşendir insan.
        Hakikat arayışı peşine düşen insan farklı yöntemler geliştirir ve bunun sonucunda farklı düşünceler ortaya çıkar. Böylece insan eleştirel düşünceyi  gerçekleştirir ve kendini incelemeye alır.
        Insan hayati anlamlandırmak için amel ile eylemin tutarlılığını sağlamaya çalışır.
        Insan önceki dinlerden de yararlanmıştır.
0 Yorum - Yorum Yaz


Abdullah Karaca

18921737

2018-2019 Doktora Bahar

 

Ne var? Ben Neyim?

İnsanoğlu, hayatın anlamından zaman zaman kaçmakta, daha doğrusu, kaçmaya çalışmaktadır. İnsanoğlu bilir ki, kendisini bir yaratan, kollayan vardır ve bu varlık kendisine her türlü nimeti de bahşedendir.  Ne var ki, bu gerçeğin gereği her kul tarafından yerine getirilmez. Oysa bu ağır sorumluluğu yerine getirmemek,  büyük bir kaçamaktır. Tıpkı Kur’ân’ın ilk muhatabı olan Arap müşriklerin yaptığı gibi…

Şu ayet, Arapların kaçamağını gözler önüne sermektedir: Gerçek şu ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, tereddüt etmeden "Allah" derler. De ki: "O halde söyler misiniz, Allah’ı bırakıp da taptığınız şu şeyler, Allah bana bir zarar vermek istese, O’nun vereceği zararı önleyebilirler mi? Yahut O bana bir rahmet dilese, onun rahmetini durdurabilirler mi?" De ki: "Allah bana yeter! Hakkıyla tevekkül edenler yalnız O’na güvenip dayanırlar."

Putperest Araplar, aslında Allah’ın varlığına inanıyor, sorulduğunda O’nun yaratıcı kudretini tanıdıklarını ifade ediyorlardı; fakat putlarını aracı tanrılar saydıkları için Allah’ı bırakıp putlara tapıyor, onlara sığınıyor, onlardan yardım istiyor, böylelikle şirk inancına sapıyorlardı. Oysa onların  insanlara  yardım etmek şöyle dursun, Allah’tan gelen bir zararı veya bir rahmeti, nimet ve bereketi önleme güç ve imkânları yoktu. Bunun âyette soru ifadesiyle ortaya konması, eğer akıllarını kullanırlarsa bunun, o putlara tapanlarca dahi rahatlıkla anlaşılabilecek açık bir gerçek olduğu anlamına gelir.  “Allah  bana yeter” ikrarı  ve bunun devamındaki ifade, müminin sadece Allah’a inanmakla kalmayıp her türlü tutum ve davranışında, faaliyetlerinde yalnız Allah’a dayanıp güvenmesi, ihtiyacını sadece O’na arzederek yardım ve desteği O’ndan beklemesi, böylece inancını eylemleriyle bütünleştirmesi gerektiğine işaret eder. Âyette geçen tevekkülün anlamı da budur. Bu anlamıyla tevekkül kişiye güç ve onur kazandırır, kendine güvenini arttırır; kısaca –yine Kur’an’ın tabiriyle– onu izzet sahibi yapar.

Kur’an, Resûlullah’a Allah tarafından gönderilmiştir; gönderiliş amacı ise gerçeğin ortaya konması, insanların bâtıl inançlara ve yanlış davranışlara sapmalarının önlenmesidir.  Bundan sonra Kur’an’ın  aydınlığından yararlanarak doğru yolu tutmak  veya ona sırt çevirip  yanlış yollara sapmak insanların kendi seçimlerine kalmıştır. Peygamber de insanların  vekili değildir; yani insanların sorumluluğunu kendisi yüklenmek veya onları  ilâhî hükümlere zorla inandırmak gibi bir görevi yoktur. “Çünkü yükümlülük zorlamaya değil, insanın kendi seçimine dayanır”.

İnsanlığın en esaslı arayışı ve meçhullerinden biri, “ne var” sorusunun cevabıdır. Bu soru, hem şu ana, hem ölüm sonrasına ve öteye dair açılımlar içerir. Böyle bir sorgulama ile hem “Bu dünya, varlıklar nedir, ben neyim?” gibi kendimiz anlama çabalarına, hem de “yarın ne olacak” tarzındaki, bir nevi endişe ve belirsizlik içeren konulara uzanırız. Kur’ân bu sorulara farklı yollarla cevap vermektedir.

Enbiyâ sûresi 10. âyetinde de, bu esaslı konulara dair izahlar bulmaktayız. "Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?"  (Enbiyâ 21/10).

Zikir kelimesi, “şan, şeref, uyarı, vaad ve tehdit, din konusunda gerekli olan şeylerin açıklaması”, “kişinin elde ettiği bilgiyi zihinde koruma kabiliyeti, bir şeyin zihinde tutulması, hatırlatıcı, hatırlama, hâtıra, akılda tutulması gereken her şey” anlamlarına da gelmektedir. İnsanlara indirilen kitaptan maksat da Kur’an’dır. Allah Teâlâ insanların şeref ve şanını koruyup yücelten, onları uyaran, öğüt veren ve dinleri konusunda gerekli açıklamaları yapan bir kitap indirdiğini belirtmiş ve insanların kitabı okuyup akıllarını da kullandıkları takdirde bu nimetlere kavuşacaklarına işaret etmiştir.

(Âyet aynı zamanda Hz. Peygamber’den mûcize isteyen müşriklere de cevap teşkil etmektedir; yani şöyle denmiş olmaktadır:  Peygamber size bu özellikleri taşıyan bir kitap getirmiştir, bu sizin için yeterli değil mi ki başka mûcize istiyorsunuz?)

Anlam arayışı, insanın varlık yapısından kaynaklanan, hayatın bütün aşamalarında insanın değişim ve gelişim sürecine bağlı olarak varlığını hissettiren anlamlı bir arayıştır. İnsanın bu köklü arayışı, yoğun olarak bilim, felsefe ve din alanında kendisini hissettirir. Bilimin temelinde, insanın etrafında olup biteni anlama, açıklama ve kontrol edebilme arzusu yatar. İnsan, evrende tutunabilmek için doğru, güvenilebilir ve savunulabilir bilgiye muhtaç olduğunun farkındadır. Bunun için bilimsel yöntemle, hareket ederek, alanı daraltarak bilimsel bilgi elde edilir. Felsefe, temelde mantıksal tutarlılığı esas alarak insanın daha çok akılla ürettiği bilgilerin kümelendiği bir alandır. Bir başka ifadeyle, felsefe, insanoğlunun aklını kullanarak oluşturabileceği düşünsel ürünlerin zirvesini temsil eder. Felsefenin de temelinde insanın anlam arayışının yattığını söylemek pek yanlış olmasa gerektir. Din, anlam arayışının en yoğun yaşandığı alandır. Bilimden ve felsefeden farklı olarak, din alanında Tanrısal bilgi ve Tanrı’nın desteği söz konusudur. Dinin en temelde insan hayatına anlam kazandırmak için var olduğunu söylemek mümkündür. İnsanın anlam arayışında sağlıklı bir yol bulabilmesi için, hem bilimin, felsefenin ve dinin birbiri ile işbirliği yapması, hem de insanın bunların kesiştiği noktalarda ortaya çıkan “özgürleştirici ışığı” görmesi gerekmektedir.


0 Yorum - Yorum Yaz

Şükran Kaya Ne var?    01.04.2019

insanın hayatına anlam araması...

anlam ne demek diyerek başlayalım. anlam: ifade edilen anlaşılan, iç ruh biçim ve kalıp dışında kalan öz olarak tanımlanabilir. anlam görülen, bilincine varılan ve inanmayı da içeren bir şeydir. insan bütün hayatını bir anlam bulmak çabasıyla geçirir. bir anlam bulan insan  amacını bilir planlarını amaçları doğrultrusunda yapar ve mutlu bir hayat sürer. ancak bir anlam bulamayan insan intihar, zararlı alışkanlıklar edinir. ve anlam yüklenmediği için zaten kötü olan hayatını daha da çekilmez kılar.

şükran kaya  


0 Yorum - Yorum Yaz

Ne Anladım?    28.05.2019

ESRA ERDOĞAN ŞAMLIOĞLU  DOKTORA  18922720

Ayetlerde;

 

  • İnsanın Allah karşısındaki acziyetinden bahsedilmektedir.
  • İnsan-Allah ilişkisini düzenlemektedir.
  • İnsan bilgisi sınırında bilir. Allah ise herşeyi bilir. İnsan bunu düşünerek yaşamalıdır.
  • Kuran insanın hayatı sorgulama sürecinde bir aracıdır.
  • Allah insanın aklını kullanmasını istemektedir.
  • Kuran insanın akletmesinin temel kodlarını verir.
  • İnsanın aklını kullanarak Kuran öncülüğünde Allah ile sağlıklı bir ilişki içerisinde olabilir. 

 


0 Yorum - Yorum Yaz

ödev 2 "Kim iletti???"    01.04.2019

kuran nedir? Kur'an nedir?

 Kuran Hz. Muhammede arapça olarak vahiy yoluyla parça parça indiilip bize tavatürle naklolunan ve mushaflarda yazılmış bulunan tilavetiyle ibadet edilen muciz Tanrı kitabının özel adıdır. 


Lütfen!
1.Ödev sorusu ne idi?
2.Ödevin nasıl iletileceğini açıklamıştım. Okudunuzmu?


0 Yorum - Yorum Yaz


SAMİ SAKLARYA, 18922766, Tefsir, DOKTORA, BAHAR

NE VAR? BEN NEYİM?

İnsan, fıtratının gereği olarak, kendisini bildiğinden beri anlam arayışında olan, yani düşünce tavır ve hareketleriyle hayatına anlam katmaya ve değer üretmeye çalışan bir varlıktır. Zira insanın bütün eylem ve fiillerinde –olumlu ya da olumsuz- hayata verdiği anlamın tezahürleri (tecellileri) görünür. Bu özelliğiyle o diğer bütün canlı ve cansız mahlûkattan ayrılır. Fıtrat denilen ve yaratıcının kendisine koyduğu “öz” bunu gerektirir. Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten korkup çekindiği “emanet”i (Ahzab 33/72) yüklenmesinin altında yatan gerçek de budur. 

Fıtrat yalan söylemez. Yüce yaratıcı, insanın fıtratına kendisini bilme (marifetullah) ve sevme (muhabbetullah) kabiliyeti koymuştur. “Gerçek şu ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, tereddüt etmeden "Allah" derler..." (Zümer 39/38) ayeti bu hususu teyit eder. Dolayısıyla insana yakışan da fıtratının gereğini yaparak “hakikat”a ulaşma yollarını aramaktır. Bu yolda en büyük rehberi hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim’dir. Nitekim “Andolsun, size öyle bir kitap (Kur’an) indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Enbiya 21/10) ayetinin de işaretiyle Allah Teâlâ insanların şeref ve şanını koruyup yücelten, onları uyarıp öğüt veren, dini ve dünyevi hayatları için lazım olan açıklamaları (beyan) içeren değerli ve yüce bir kitap indirmiştir ki; insanlar ancak bu kitabı okuyup hayatlarına tatbik ettiklerinde mutlu olacak ve anlam arayışlarına doğru cevabı vermiş olacaklardır. Fıtratının gereğini yapmak ise –ayetin muktezasınca- insanın aklını doğru biçimde kullanmasına bağlıdır. “Biz sana, insanlar için gerçeği ortaya koymak üzere kitabı indirdik; artık kim doğru yolu izlerse kendi iyiliği için izlemiş olur, kim de yoldan saparsa kendi aleyhine sapmış olur; sen onlardan sorumlu değilsin.” (Enbiya 21/41) ayetinde de açıkça anlaşılabileceği üzere, tercih yani hayatına doğru anlamı verme -aklını doğru yönde kullanma- insanın cüzi iradesine bırakılmıştır. Tercihi o yaptığına göre neticesine de o katlanacaktır. Bundan ne bir başkası ne de kitabın mübelliği (tebliğ edicisi) olan peygamber (s.a.v) sorumludur. Çünkü peygamber(s.a.v) sadece bir uyarıcı ve müjdeleyicidir. (Bakara 2/119). O'nun görevi insanları zorla hidayete erdirmek değil (Kasas 28/56), aksine hidayete gidecek yolları aklın ve fıtratın ölçülerince göstermek yani yukarıda ifade ettiğimiz “hakikat”ı bulma gayesine rehberlik eden Kur'an’ı yaşayarak tefsirtebyin ve tebliğ etmektir. Peygamberler kendi görevlerini hakkıyla yerine getirdiklerine göre insan için fıtratlarının gereğinin yerine getirmeme konusunda herhangi bir mazeret (arkasına sığınılacak bir bahane) kalmamıştır. Dolayısıyla ona düşen bahane üretmek değil, aklını doğru şekilde kullanarak hem bu dünya hem de ebedi ahiret âlemi için iyilik ve mutluluk üretmektir. 

 

 

 




0 Yorum - Yorum Yaz


 
Şeyma Gündüz-17912751-DR
 
   'Ne var?Ben Neyim?'
 
 İnsanoğlu sorgulayan bir varlıktır, bu sorgulama öz'ünden/ anlam arayışından kaynaklanmaktadır.  Bu anlam arayışı ise  fıtridir. Kişi kim olduğunu,bu dünyaya neden geldiğini  sorgular durur. Bu sorgulama sadece benliği ile ilgili değildir, aynı zamanda çevresi ve kainatla da ilgilidir. Hep bir düşünme faaliyet içindedir, bu faaliyetle bazen yanılır bazen hakikate biraz daha yaklaşır. Kur'an-ı Kerim bu gerçeğe binaen insanı durmadan tefekküre ve tedebbüre sevk etmektedir.  Enbiya Suresi 10. ayeti ile Zümer Suresi 38-41. ayetleri buna birer örnektir:

 

  • “Andolsun, size, içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hala akıllanmaz mısınız?” (Enbiya 21/10)
  • “Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette “Allah’tır” derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar. De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; doğrusu ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek, yakında bileceksiniz! (Resûlüm)! Şüphesiz biz bu Kitab’ı sana insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.” (Zümer 39/38-41)

 

Kur'an-ı Kerim  insanı durmadan tefekküre ve tedebbüre sevk etmesinin sebebi ise hakikat arayışına yardımcı olmaktır. Çünkü herkes bu mana yarışında  tek başına eğriyi doğruyu ayırt edemez ve yaptığı anlam arayışında aciz kalır. Herkesin hakikati anlaması,sorgulaması bir olmadığı gibi yetersiz de olmasından dolayı  harici ve üstün bir kaynağın varlığı gerekir. Bu da vahiydir. Vahiy hakikati hakikatle bulmayı öğretir. Kişinin doğru bir anlam arayışında olmasını istediği gibi buna da kaynaklık etmek ister. Enbiya Suresi 10. ayeti ile  ne var sorusunun bir  yanıtı olarak vahiy ve vahiy içeriği hakkında bilgi vererek düşünmemizi ister. Zümer Suresi 38-41. ayetleri ile de ben neyim sorusuna ışık tutarak doğru düşünmeye/sorgulamaya ve kulluk bilincinin gerçekliğine işaret eder.

 



0 Yorum - Yorum Yaz


Salih ÇAÇAN

18922768

Tefsir DR

2018-2019 Bahar Dönemi

 

NE VAR?

“Andolsun, size, içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hala akıllanmaz mısınız?” (Enbiya 21/10)

“Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette “Allah’tır” derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar. De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; doğrusu ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek, yakında bileceksiniz! (Resûlüm)! Şüphesiz biz bu Kitab’ı sana insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.” (Zümer 39/38-41)

İnsan,var olduğu günden bu yana sürekli olarak içinde yaşadığı dünya ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış, ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur. İnsandaki bu anlama  merakı ve öğrenme arzusu,insanı insan eden en büyük kuvvettir.

İnsan zihni,reel hayatta olayların arka arkaya çıkışında içinde bulunduğu dünyayı,bu dünyanın ötesini,önce ve sonrasını;kendini çevreleyen varlık ve nesneleri,bunlar arasındaki yerini, onlarla olan ilişkisini;kendi fıtratını düşünce ve zanlarının,duygu ve inançlarının,istek ve eylemlerinin hayatı için gerekli görerek anlamak ister.

Gerek fert,gerekse topluluk olarak insanlar,fıtratlarını gerçekleştirirken birbirlerinin her düzeydeki üretim ve eserleri ile karşılaşmışlar.Bu türlü karşılaşma bu türlü yenileşme ve oluşta bütün bir insanlık serüvenini,gerçeği  araştırırken bütün bir insan fıtratının imkanlarını görmek mümkündür.

Bu sayede insan,düşüncesini zenginleştirmiş ve genişletmiştir. Fakat yine de hayatını anlamlandırmak için elde edeceği bir hakikat peşinde olmuştur.

Böylece insanlar,kendi düşünce ve eylemleri üzerinde düşünmeye ve kendi kendilerini inceleme konusu olarak almaya başlamışlardır. Bunun sonucu olarak giriştikleri çözümlemelerin derinliği,düşünce ve eserlerin artışına,bu da eleştirici ve sentezci zihniyetin gelişmesine imkan sağlamıştır.

 

 

BEN NEYİM?

 

'İnsanın anlam arayışı' tabirindeki "anlam" sözcüğü insanın bütün yapıp-etmelerini yöneten, insanın somut varlık-bütününe ait, bu varlık-bütününde temelini bulan varlık-koşullarından (fıtrî imkanlarından) birini ifade etmektedir.

O halde "anlam", insan gerçeğinin bir olgusudur. Özellikle anlam, inanmayı içerir. Eğer insan inanmayan bir varlık olsaydı hali ne olurdu? İnanmayan bir varlık, amaçlarını gerçekleştirmek için nasıl çalışabilirdi; içinde yaşadığı durumlara nasıl anlam verebilir, kendisini yapacağı işe verip onu nasıl sevebilirdi; fıtratında bulunan imkanlarını eğitimle nasıl olgunlaştırabilirdi? O halde anlam, görülen, bilincine varılan ve inanmayı da içeren bir şeydir.

İnsan görendir. İnsan, reel bir dünyada ve onun gelip geçici reel olayları içinde yaşar. İnsanın hayatı akış içindedir. O, bu akış içerisinde yaşadığı reel durumların içinden sıyrılıp çıkmaya yönelen eylemler/ameller içerisinde bulunur. Bu eylemleri/amelleri ile herhangi bir şeyi gerçekleştirmeye, herhangi bir şeye şekil kazandırmaya, hayatını anlamlı/değerli bir uğraşla doldurmaya çalışır.

Kişinin bir şeyde anlam görmesi, onun gerçeklikle yüzleşmesi ve varoluşunu gerçekleştirmesidir. Kişinin varoluşu ise obje ile ilişki kurarsa başlar. Bu temasla ferdin özünü (fıtratını) oluşturan unsurlar içerik kazanır. Aksi halde fert ancak bir öz olarak kalırdı, ortaya çıkamazdı.

Bu sebeple anlamlı yaşamak, bir anlam yaratma ve bu anlamı hayata katma yoludur.




0 Yorum - Yorum Yaz


ne var?

 Enbiya Suresi'nin delaletiyle; insana değerlerini ve amacını hatırlatan İlahî bir kitap kavli ayet var. İnsanda da yine Allah tarafından bahşedilmiş bir Akıl var kevni ayet. Yani birisi Vahy ve diğeri insanın kendi sermayesi. Amaç insana bu iki rehber ile "doğru"yu buldurmaktir.

Zümer Suresi'nin ilgili ayetlerine gelirsek; Insana akl-ı selim çerçevesinde soru sorulduğunda muhakkak ki doğru cevabı verecektir. Yani doğruyu bulamamak veya yanlışta ısrar etmek fıtrî değildir. Bir sapma davranışıdır. Kısaca Allah'ı inkar etmek ve insanlara zulmetmek yaradılışın bozulmasıyla yabacılaşma meydana gelmektedir. 39. ayet ile birlikte insanların bu dünyadaki  fiilerinde özgür olduklarını görüyoruz. Iyi olanı veya doğru olanı yapmakta serbesttirler. Ancak işlediklerinin sonuçlarını Ahirette mükafat veya mucazat olarak göreceklerdir.

ben neyim?

bilmeye, anlamaya, kavramaya çalışan varlığım. Bildiğim ölçüde anlam yaratırım. Bu hal bende tarih boyunca sürüp girmiştir. Diğer yönüm ise imanımdır. Yaşamak için uğruna hayatımı varoluşumu harcayabileceğim bir inanca ihtiyaç duyarım. Bu sebeble felsefeler, dinler, ideolojiler oluştururum. Ölümlü olduğum için korku ve merak içinde çeşitli cevaplar bulmuşumdur. Ama en doğru cevabı bulmak için yardıma ihtiyaç duyduğumda Yaratıcı o merhametli yardımıyla bana elçi/insan ve kitap/bilgi göndererek ışık tutmuştur . 

* ANS




0 Yorum - Yorum Yaz


Ne Var? Ben Neyim?     20.03.2019 

Ayşe Sarı 

18OZL133 2018-2019 Tefsir Doktora 

 

Din veya felsefi düşünce sisteminde oluş ve insanın varlığı meselesi, en büyük meseledir. Bu bağlamda; İnsan nereden geliyor? İnsanın bu dünyada varoluşunun kaynağı nedir? Soruları, insan zihnini meşgul eden en önemli sorulardan olmuştur. 

Kur'ân’a göre sorunun tek doğru cevabı şudur: Oluşun kaynağı Allah’tır. Varlık insana Allah’ın bir lütfudur. Allah insanın yaratıcısıdır.  اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ  O her şeyin yaratıcısıdır.” (Zümer; 62) Yüce Allah; yerleri, gökleri, yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkları yarattıktan sonra, yeryüzüne halife olmak üzere ilk insanı ve eşini yaratmış, bu ikisinin evlilikleri ile insan cinsinin devamını sağlamıştır. 

İnsan fıtratında saklı bulunan bu inancı göz ardı edip o boşluğu doldurmak için başka alternatifler aramak, insanlık sınırlarını zorlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Yüce yaratan Zümer suresi 38-41. Ayetlerde bu durumu şöyle ifade eder:  

“Gerçek şu ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, tereddüt etmeden "Allah" derler. De ki: "O halde söyler misiniz, Allah’ı bırakıp da taptığınız şu şeyler, Allah bana bir zarar vermek istese, O’nun vereceği zararı önleyebilirler mi? Yahut O bana bir rahmet dilese, onun rahmetini durdurabilirler mi?" De ki: "Allah bana yeter! Hakkıyla tevekkül edenler yalnız O’na güvenip dayanırlar." (38) 

“De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; doğrusu ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek, yakında bileceksiniz!” (39-40) 

 “Biz sana, insanlar için gerçeği ortaya koymak üzere kitabı indirdik; artık kim doğru yolu izlerse kendi iyiliği için izlemiş olur, kim de yoldan saparsa kendi aleyhine sapmış olur; sen onlardan sorumlu değilsin.” (41) 

İnsan bu yaratılmışlardan birisidir ancak bunların en değerlisidir. Düşünen her insanı hayrete bırakmaya yeterli, kudret kalemiyle yazılmış bir varlıktır. Kur’ân, insana yaratılmışların en şereflisi gözüyle bakmıştır. Enbiya suresinin 10. Ayeti de buna işaret eder; 

And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”  

Allah Teâlâ insanları, varlıkların en itibarlısı yapmış, yerde, göklerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi onların hizmetine sunmuştur. Ancak onu başı boş bırakmamış, iyiyi, kötüyü; doğruyu, yanlışı ayırt edebilecek akıl gibi büyük bir nimeti ona bahşetmiştir. İnsan akıl ve irade sahibidir. Akıl da ilahi hitabın muhatabıdır ve insani erdemlerin kaynağıdır. Yüce Allah tek başına aklın yeterli olmayacağını ve onunda yanlışa düşebileceğini bildiğinden insan ile iletişim kurmuş ve ona vahyetmiştirİnsanın anlam arayışı, kendini gerçekleştirme azmi, temiz fıtrata uygun bir hayat nizamının sağlanması, insanların fıtratlarındaki getirdiklerine yabancılaşmasının önlenmesi, bu ilahi kelama sımsıkı sarılmakla mümkün olacaktır. Kâinata sığmayan bu ilahi terennümü, imanında yaşatabilecek bir yöne sahip varlıktır insan. Bir Kudsi hadiste Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: 

“Ne göğe ne yere sığdım. Samimi kulumun kalbine sığdım.” Kaynak?




0 Yorum - Yorum Yaz


Ne var? Ben neyim?

Masut TAY

18922769

2018-2019 Bahar Doktora

Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” Enbiya, 21/10

Andolsun, eğer onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette, "Allah", derler. De ki: "Peki söyleyin bakalım? Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah'ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar onun rahmetini engelleyebilirler mi?" De ki: "Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O'na tevekkül ederler. De ki: "Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de yapacağım. Kişiyi rezil edici azabın kime geleceğini ve sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz!. (Ey Muhammed!) Biz sana Kitab'ı (Kur'an'ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Sen onlara vekil değilsin. Zümer, 39/38-41

İnsan merak ve öğrenme arzusunu taşıyan özelliğe sahip olduğu için sürekli bir anlam arayışı içerisindedir. Bundan dolayı kendisini, çevresini ve çevresinde olup biteni anlamak istemiştir. Kur’an bu arayışa cevap vererek insanın yeryüzüne halife olarak görevlendirildiğinden bahsetmektedir. (En’am, 6/165; Fatır, 35/39) Hilafet görevi yeryüzünü imar ve ıslah etmeyi gerektirdiği için insan bu görevi icra edebilecek özellikte yaratılmıştır. İlk insandan kıyamete kadar Ard arda gelen nesiller bu görevin sorumluluğu altındadır.
   İnsanların dünya ve ahiret mutluluğuna erişebilmesi için gönderilen Kuran bu mutluluğa ulaşmayı engelleyen yolları da –insana anlayacağı bir üslupla- bildirmiştir. Bu ilahi kelam muhatabın ihtiyacı olan dini ve dünyevi hususları kendisinde toplamıştır. Kur’an’ın ifadesiyle bu kitapta hiçbir şey eksik bırakılmamıştır. (En’am, 6/38) Muhataba düşen ise kendisinde hiçbir eksiklik bulunmayan kitabın gereklerini yerine getirmektir. Kitabı okuyup akıllarını kullanarak kitabın gereklerini yerine getirenler şeref ve şan gibi nimetlere kavuşacaklardır.

Halife olarak gönderilen insan iyi olanı yanlış olandan ayırabilecek özellikte yaratılmıştır. Dolayısıyla insan sorumluluk alabilecek kabiliyete sahiptir. Peygamber tebliğ görevini yaptıktan sonra sorumluluk tamamen insana ait olup onlara vekil olacak değildir. Peygamber inanmamakta ısrar eden muhatabı zorla inandırmak zorunda olmadığı gibi böyle bir görevi de yoktur.

 




0 Yorum - Yorum Yaz


 

              Şamil Aşbay  18922721                                                 

                                                     'NE VAR ?'

Andolsun size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hala aklınızı kullanmayacakmısınız ? (Enbiya 21/10)

De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de yapacağım. Kişiyi rezil edici azabın kime geleceğini ve sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz!” Ey Muhammed! Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) değilsin. (Zümer 38/39-41)

Ayetlerden anladığım ilkeler şunlardır :

o   Kur’ânın hak oluşu üzerinde muhatap kitlenin tefekkür etmesi gerektiği.

o   Kişinin doğru ya da yanlış yolda bulunmasının kendi iradesine bağlı olduğu

o   İnanmayanların cezalandırılacağı

o   Hz. Peygamber’in görevinin tebliğ olduğu, zorlayıcı bir yönünün olmadığı

 

                                                 'BEN NEYİM ?'

Dünyayı, çevremi anlamaya çalışan, sorumluluğu olan, tecrübelerimi göz önünde bulunduran, ‘’zamanın öncesi ve sonrasına bakan’’, eylemlerim üzerinde düşünen, ve böylelikle eylemlerimi anlamlı kılan bir bireyim.  Kur’âna göre de çevreme, eylemlerime anlam katarsam imanım değer kazanır. Çünkü Allah, Kur’ân’-ı Kerim’de  varlık/çevre üzerinden muhatabı düşünmeye sevketmektedir.  




0 Yorum - Yorum Yaz


Muhammet Musab Özden

Öğrenci No: 18927765, Doktora

 

İnsan, diğer varlıklardan farklı olarak biolojik ve psikolojik ihtiyaçların ötesinde bir bir varlık alanına sahibtir. Mesela bir hayvan biolojik ihtiyaçlarını gördüğü ve hemcinsleri (veya kendini irtibatlandırdığı başka varlıklar) tarafından dışlanıp hor görülmediği takdirde sağlıklı ve huzurlu bir hayat güder. Onun bu hayatını sürdürmesi büyük oranda içgüdüsel davranış biçimleri ile şekillenir. Bunun aksine insan varoluşuna dair bir anlam arayışı içindedir. Bununla irtibatlı olarak yapıtğı işlerin de genel hayat çerçevesi içerisinde anlamlı bir zemine oturmasını ve tüm yapıp ettiklerinin ve idame ettirdiği hayatının anlamlı ve tatmin edici bir varoluş sebebinin olmasını ister. Şayet hayatını sağlıklı bir şekilde anlamlandıramaz ise intihar, dünya dalma (mal düşkünlüğü, zevk ve eğlence bağımlılığı, kendini sahib olduğu güç, servet veya şöhretle değerlendirme, sürekli heyecan peşinde koşma vs) veya dünyaya küsme gibi bir yol tutarak bu anlamsızlığı gidermeye çalışır. Zira anlamsız bir hayat sürmek insanı mutsuz ve ümitsiz yapar. Yarına dair ümidi ve hedefleri olmayan bir insanın bugününü anlamlı bir şekilde imar etmesi ve yarın daha iyi bir durumda, hedefine daha yakın bir noktada olmak için gayret sarf etmesi aslında imkansız denebilecek bir durumdur.

Allah Teâlâ insanın bu anlam arayışını kolaylaştırmak ve ona en doğru ve en kolay (Leyl 92/7) yolu göstermek için ona peygamberler vasıtasıyla kitablar göndermiştir. Bu kitapları insanın fıtratına uygun bir şekilde onu doğru yola yönlendirme ve insan hayatını anlamlı kılma vazifesini deruhde etmişlerdir. Allah teâlâ bu lütfuna ziyade olarak peygamberlerini en güzel örnek olarak (Ahzâb 33/21; Mütehine 60/4) insanlara göndermiş ve anlamlı ve insanca bir hayatın nasıl yaşanabilir olduğunu canlı örneklerle insana göstermiştir. Şüphesiz insan fıtratı itibariyle dürüst, izzetli ve anlamlı bir hayat sürmeye, sevmeye ve sevilmeye, değerler uğrunda gayret etmeye meyillidir. Ancak insanların çoğu içerisine doğdukları şartlar, kültür, inanç sistemi, siyasî sistem, iktisâdî şartlar itibariyle fıtratlarında olan bu potansiyeli kendiliğinden harekete geçirme, aklını ve duygularını yüce ve yüksek bir amaca yönlendirme noktasında başarısız olmaktadırlar. Bundan dolayı Allah teâlâ peygamberleri ve kitabları aracılığıyla insanlara doğru yolu bulmayı kolaylaştırmıştır. İlâhî kitablar insana varoluş maksadına (yani Allah’ı tanıyıp ancak ona ibadet ederek, insan-insan münasebetlerinde ahlaklı olarak ve insan-tabiat/eşya/alem münasebetinde ise emânet şuurunca hareket ederek) uygun hareket ederek insanca yaşama fırsatını kolaylaştıran rehberlerdir. Bu dünyada insanca yaşayanlar da şüphesiz ahirette büyük bir lütufla karşılanacaklardır. (İnsan 76/22)




0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi