OSMAN
ÇATAL
22922712
TEFSİR
DOKTORA 2022-2023
TEFSİR -FIKIH VE HADİS TARİHİNİN VE
USULLERİNİN BERABER DEĞERLENDİRİLMESİNİN ÖNEMİ
Tefsir tarihi, Hz. Peygamber’den
başlayarak sahabe, tabiin ve sonraki dönem tefsirlerini ve bu dönemlerde
yapılmış tefsir ve müfessirleri incelemektedir. Hadis tarihi ise yine Hz.
Peygamber’den başlamakta daha sonra rivayet ve ravileri ve bu alanda yazılmış
eserleri incelemektedir. Yine Fıkıh
Tarihi de doğrudan Kur’an ve Hz. Peygamber as ile başlayarak hüküm istinbat
yöntemleri, bu alanda oluşan sistematikler ve ortaya çıkan eser ve
müelliflerini araştırmaktadır. Görüldüğü gibi Tefsir tarihini inceleyen bir
araştırmacının Hadis tarihinden ya da ayet ve hadislerde ifade edilen hükümlerin
hayata tatbikini ele alan Fıkıh tarihinden bağımsız ve ilgisiz olamayacağı çok
aşikardır.
Özellikle ilk dönem tefsirleri,
tefsir faaliyetlerini aktarmayı temel amaç olarak edinmişlerdi. Zira ilk
dönemde hususan İbn Abbas’tan gelen rivayetler genellikle Kur’an’ın manasını
anlama çabasının bir sonucu olarak görülmektedir. Örneğin Taberi, tefsirini
doğrudan rivayetlere dayandırmaktadır. Yine İbn Teymiyye, Hz. Peygamberin bütün
söz ve uygulamalarını tefsir kapsamında görmektedir. Bununla birlikte Buhari,
Tırmizi gibi muhaddislerin tefsir için ayrı bölümler hazırlamaları aynı şekilde
düşünmediklerini göstermektedir.
Tefsir tarihi, Hz. Peygamber’in, sahabenin
ayetlerin anlaşılması ile ilgili sorularına verilen cevaplar ya da bizzat Hz. Peygamberin
ayetleri doğrudan izahı ile başlamıştır, diyebiliriz. Bu sorulara dikkat
edildiğinde, abdest alırken başa mesh etmenin hükmü ile ilgili, orucun başlama
ve bitiş vakitleri ile ilgili ya da namaz vakitleri veya bazı namaz isimlerinin
tayini gibi, hac ve hac ile ilgili hükümler ve çeşitli haram ve helaller ile
ilgili konulardan olduğunu müşahede edilmektedir. Bu açıdan bakıldığında aynı
zamanda bu soruların ve cevapların fıkıh tarihinin de başlangıcı olduğunu,
rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira bu sorular ve cevapları, fıkıh ilminin temel
konuları olduğunu görebiliriz. Hz. Peygamber’e ait bu rivayetlerin sahabe,
tabiin ve sonraki dönem ravileri ile bizlere aktarıldığını ve bu ravi ve
rivayetlerin tahkik edilmesi zorunluluğu da yine hadis tarihinin bilinmesini
zorunlu kılmaktadır.
Yine ilk tefsir ilimleri ya da Kur’an
ilimleri, Hadis ilmi çerçevesinde ele alınmış ya da hadis kitaplarında tefsir
bölümlerine yer verilmiştir. Yine fıkıh alanında verilen eserler, pek çok
ayetin tefsirine doğal olarak yer vermişlerdir. Nitekim Fıkıh ilmi Kur’an
ahkamının hayata tatbikinden ibaret bir ilim dalı olmak hasebiyle birbiriyle
yakından ilgili olma durumundadır.
Hadis usulü, bu alanın en temel terminolojisini ve bu alana ait rivayet
usullerini ifade eden ilimdir. Diğer adı Müstelehatü’l-hadistir. İlk önceleri
hadis ravilerinin adalet ve zabt yönünden irdelenmesi ve rivayetlerin Hz.
Peygambere ulaşıp ulaşmaması ile ilgilenen ilim dalı olarak bilinmekle birlikte
daha sonraları ravi ve rivayetlerin kabul edilebilir ya da kabul edilemez
oluşlarını izah eden ilim olarak anlaşılmıştır. Bu anlamda hadis usulü,
hadislerin sonraki nesillere doğru ve sağlam bir şekilde ulaşmasının temel
ilkelerini ortaya koyan, zayıf olanla olmayanı ayıran ölçütleri belirleyen ve
bununla ilgili terimlerden bahseden ilimdir. Hadis rivayetlerinin kendi alanına
özgü çeşitli terimleri esasları ve kuralları açıklayan bir literatür ortaya
çıkmıştır. Bu çalışmaların amacı Hakim en-Nisaburi’nin ifade ettiği gibi
bid’aların çoğalması, insanların sünnete ait haberlerle ilgili yeterli ve
sağlam bilgiye sahip olmamalarıdır.
Fıkıh usulü ise dini hükümlere
kaynaklık eden ve meşruiyet kazandıran delilleri araştırmaya ve bu delillerden
hüküm çıkarmanın ilkelerine denmektedir. Buradan yola çıkarak hüküm ve hüküm
çıkarmakla ilgili müçtehidin kaynak ve yöntem bilgisine de bu ad verilir.
Zamanla fıkhi kaynak ve yöntem ve anlayışlarının sistemleşmesi ile belli
sistematikler oluşmuş ve bu sistematikler belli bir odak oluşturmuştur. Bilindiği
üzere bu alanda en önemli ilk iki kaynak ittifakla Kuran ve sünnet olmuştur.
İlk kaynakla ilgili önemli bir ihtilaf bulunmamakla birlikte gerek birinci
kaynağı anlama çabası ve bu alanda süregelen tartışmalar gerekse ikinci kaynak
olan sünnetle ilgili yani Hz. Peygamber’e nisbet edilen söz ve davranışların
gerçekten ona ait olup olmaması meselesi ve gerekse sahabe ve tabiinin söz ve
uygulamaları ile ilgili konular Tefsir usulü ve hadis usulünü beraber mütalaa
etmek zorunluluğunu getirmiştir.
Tefsir usulü ise “Kur’ân’ın
anlaşılması maksadıyla bir takım ilke ve esasların belirlenip bu ilke ve
esaslar üzerinden gidilerek Kur’ân ayetlerinin tefsir edilmesine yardımcı olan
ilimdir. Her disiplinin olduğu gibi Kur’ân’ı anlayabilmenin de kendine özgü bir
usülü vardır. İslam literatüründe bu ilim dalı, Tefsir usülü adıyla
bilinmektedir. Tefsir usülü, Kur’ân’ı anlamak için takip edilmesi gerekli olan
yol ve yöntemleri öğretir.
Kavramlarla ilgili ıstılahi
tanımlamalardan anlaşılacağı üzere fıkıhla ilgili temel kaynak olan Kur’an’ın
anlaşılmasında ve sağlıklı hüküm istinbatında tefsir usulü ile ilgili ilkelere
müracaat ve bu alandaki ilimlere vukufiyet hayati önemdedir. Zira doğru
anlaşılamayan bir metinden doğru hüküm çıkartılamaz. Aynı şekilde ikinci kaynak
olan sözlü sünnet ve uygulamaların doğru seçilmesi ve anlaşılması da hadis
usulü ile alana vakıf olmayı zorunlu kılmaktadır. Hadis usulünü bilmek, hem
tefsir alanında peygamber as, sahabe ve tabiinin görüşlerini bilmek yine kıraat
farklılıkları, nasih ve mensuhu, sebebi nüzulü öğrenmek, ayetleri doğru anlamak
için gereklilik olup bunun da hadis usulünü bilmeye mütevakkıf olduğu
açıktır. Zira ayeti anlarken hangi
rivayetin ne mertebede doğru olduğunun tahkiki gerekir. Kuranın anlaşılması ve
ondan hüküm istinbatı onu anlamaya yönelik temel ilke ve yöntemleri bilmeye,
Kuranı doğru anlamak ise Kuranın ilk müfessirleri olan başta peygamber as ve
sahabeden gelen rivayetleri doğru seçmeye ve güvenilirliklerini araştırmaya
bağlıdır. Zira Kuranın hayata tatbiki hususu, onu hayata tatbik edenlerin
anlayış ve uygulamalarını anlamadan tam olarak ve her zaman mümkün olmayabilir.
Görüldüğü gibi bu üç usül ilmi birbiri ile yakından ilgili olup birbirlerini
bütünlemektedir.
Tefsir usulü alanında çalışan bir
araştırmacının, ayetin izahında ayetin ifade ettiği hükme işaret etmemesi imkan
dahilinde olmadığı gibi fıkıh usulü ile ilgili araştırma yapan bir
araştırmacının ayetlerin anlaşılması için gereken ilke ve yöntemleri bilmemesi
son derece yadırgatıcıdır. Yine bu mana ve manadan çıkan hükümleri nakleden ravi ve rivayetleri
araştırmak için hadis usulüne müracaat etmek gerekecektir.
Sonuç olarak her üç alan, birbirinden
bağımsız olmadıkları gibi birbirinin mütemmimi hatta bir cüz’ü olarak nitelemek
mümkün olabilir. Nitekim İslam tarihinin ilk dönemlerinde bu ilimler beraber
mütalaa edilmiş ve pek çok ilim adamı her üç alanda da eserler ortaya
koymuşlardır. Buna göre bu ilimlerin tarihini ve usullerini bütüncül bir bakış
açısıyla değerlendirmek, daha doğru bir perspektif sunacaktır. Kaynakları,
temel amacı, başlangıcı aynı olan bu üç alanın ürettikleri eserlere ve
müelliflerine ait tarihi mirasın ve temel ilkelerini artaya koyan usullerini
beraber incelenmesi yararlı olmanın dışında, zorunluluk olarak görülmelidir.
İslami ilimleri, Hz. Peygamber döneminden itibaren incelemeye başladığımızda bugünkü tefsir,hadis,fıkıh ve diğer ilimlerin hepsi bir arada tedris edildiğini görmekteyiz. Hz. peygamber Allah'tan aldığı mesajları insanlara tebliğ etmiş bunun yanında anlaşılmayan meselelere açıklık getirmiştir. Hz. Peygamber sahabeyi bu anlayış üzerine yetiştirmiştir. Bu minvalde Yemen'e İslam'ı anlatması için gönderdiği Muaz b Cebel'e orada nasıl hükmedeceğini sormuştur. Muaz bu soruya cevap olarak ilk önce Kur'an'a göre hükmedeceğini, orada bulamadığında sünnete göre hükmedeceğini, sünnette de bulamadığında kendi ictihadıyla hükmedeceğini bildirmiştir. Hz. Peygamber, Muaz'ın bu cevabına tebessüm ederek yanıtlamış ve ona doğru hükmetmesi için dua etmiştir.
Tefsir tarihi ilmi, Hz. Peygamber'den başlamak suretiyle bu alanda Kur'an'ın açıklamasına dair yapılmış olan gayretleri, kitapları, müfessirleri inceleyen disiplindir. Bu sebeple Hz. Peygamber'in Kur'an'a dair ifadelerini daha sonra sahabe ve tabiinden itibaren günümüze kadar yapılmış çalışmaları nakletmektedir. Hadis tarihi ilmi ise Hz. Peygamber'in sözleri,fiilleri ve takrirlerini tespit etmek için muhaddislerin yaptıkları çalışmaları inceleyen ilim dalıdır. Fıkıh tarihi ise Hz. Peygamber'in ictihadlarını, sahabenin görüşlerini ve daha sonra hicri 2 yy ortalarından itibaren oluşmaya başlayan mezheplerin ahkama dair beyanlarını nakleden ilim dalıdır.
Girişte zikrettiğimiz üzere tefsir,hadis ve fıkıh ilimleri sahabe döneminde birbiri içinde mütalaa edilen ilimlerdi. O dönemin İslami ilimlerin ruhuna örnek olarak Abdullah ibn Abbas hakkında Ubeydullah b Abdillah şöyle demiştir: İbn Abbas tefsiri, hadisi, fıkıhı, Arap şiirini, Tevrat ve İncil'i bilen alim bir sahabedir. Tefsir tarihi kitapları onun Mekke tefsir ekolünün kurucu alimi olarak nakletmiştir. Hz. Peygamber ise Allah'ım dinde onu fakih kıl ve tevilini öğret diye dua etmiştir. Aynı şekilde muhaddisler İbn Abbas'ı muksirun içerisinde zikrederek onun 1700 hadis naklettiğini ifade etmiştir. el-Hallaf, "Teşri islam Tarihi" adlı kitabında Mekke'de fıkıh ilminde temayüz eden sahabiler arasında ilk onu dile getirmiştir.
Hz. Peygamber'in hanımı olan Hz. Aişe'nin islami ilimler noktasında İbn Abbas gibi alim bir sahabe olduğunu göstermektedir. İsmail Çalışkan hocanın "Tefsir Tarihi" adlı çalışmasında verdiği bilgiye göre Buhari'nin "Sahih" kitabının Tefsir bölümünde 457 rivayetin 42'si Hz Aişe'ye ait olduğunu belirtmiştir. Bu da yüzde 10'a karşılık gelmektedir. Aynı şekilde muhaddisler Hz. Aişe'yi muksirun içerisinde mutalaa etmektedir. Fıkıh konularında, özellikle kadınlarla ilgili mevzularda kadın sahabiler Hz. Aişe'nin ictihadlarına başvurdukları nakledilmektedir.
Bir diğer sahabe olarak Abdullah ibn Mesud'u zikredebiliriz. O, Kufe ekolünün kurucularından sayılmaktadır. Hz. Ömer döneminde feth edilen Irak şehrine, halifenin isteği üzerine İbn Mesud oraya gönderilmiştir. İlmi faaliyetlere başlayan İbn Mesud zamanla bölgeyi ilim havzası haline getirmiştir. İbn Mesud kendine ait mushafı bulunmaktadır. Bunun yanında Kur'an tefsirinde akla önem veren sahabelerdendir. İbn Mesud altıncı müslüman olan sahabe olduğu için uzun bir müddet Hz. Peygamber ile yaşamış onun sünnetine vakıf olmuştur. Fıkıh konusunda da akla ve reye önem veren sahabe olması dolayısıyla ileride teşekkül edecek olan Hanefi mezhebinin tohumlarını atmıştır.
İslami ilimlerin tek vücut halinde olması noktasında sahabeden sonraki dönemlere baktığımızda aynı anlayış üzere devam ettiği görülmektedir. Hicri 1. asrın ortalarından itibaren tedvin edilen hadis ilmi kitaplarında tefsir bölümü açılmış, tefsir kitaplarında ise hadis rivayetleri görülmektedir. Buhari kitabına tefsir bölümü koyarak Kur'an ayetlerinin açıklanmasına katkı sağlamak istemiştir. Bu anlayışın devamı olarak hadis mecmualarından sayılan sünnen, feraiz kitapları hadis kaynakları olarak telakki edilmesinin yanında fakihlerin de istifade ettiği kaynaklardandır. İmam Malik "Muvatta" adlı eserinde Hz. Peygamber'in hadislerini toplamış, sahabe ictihadlarına ve Medine ameline dikkat göstererek kitabında yer vermiştir.
Sonuç olarak Hz. Peygamber döneminden itibaren İslam ilimleri tek vücut halinde başlamıştır. Bu ilimler daha sonra tefsir,hadis,fıkıh vs diye ayrılmıştır. Ancak her ne kadar farklı isimler altında incelenmekle birlikte ulema disiplinler arası çalışma yaparak bütüncül bir anlayışa sahip olmuşlardır. Bugün islami ilimlerde yapılan çalışmaların ilk dönem alimlerinin metodunu kullanarak İslam'ı yorumlaması izahtan varestedir.