Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmâil

محمد بن إسماعيل البخاري

Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî el-Buhârî (ö. 256/870)

Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en güvenilir kitap kabul edilen el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ adlı eseriyle tanınmış büyük muhaddis.

13 Şevval 194 (20 Temmuz 810) Cuma günü Buhara’da doğdu. Dedesinin dedesi olan Berdizbeh Mecûsî idi. Onun oğlu Mugīre, Buhara Valisi Cu‘feli Yemân vasıtasıyla müslüman oldu. Buhârî bundan dolayı Cu‘fî nisbesiyle de anılmıştır. Dedesi İbrâhim hakkında fazla bilgi bulunmamakla beraber babası İsmâil’in Mâlik b. Enes ve Abdullah b. Mübârek gibi âlimlerden hadis öğrenen bir kişi olduğu bilinmekte ve Buhârî henüz çocukken vefat ettiği, hadise dair bazı kitaplarının oğluna intikal ettiği anlaşılmaktadır. Annesinin ise duası makbul dindar bir kadın olduğu zikredilmektedir.

Buhârî on yaşına doğru Muhammed b. Selâm el-Bîkendî, Abdullah b. Muhammed el-Müsnedî gibi Buharalı muhaddislerden hadis öğrenmeye başladı. On bir yaşlarında iken hocası Dâhilî’nin rivayet sırasında yaptığı bazı hataları tashih etmesiyle dikkatleri çekti. On altı yaşına geldiği zaman İbnü’l-Mübârek ve Vekî‘ b. Cerrâh’ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed ile birlikte hacca gitti. Hac sonrası onlar memleketlerine döndükleri halde Buhârî Mekke’de kaldı ve Hallâd b. Yahyâ, Humeydî gibi âlimlerden hadis tahsil etti. Daha sonra bu maksatla ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Bu merkezler alfabetik olarak şöyle sıralanabilir: Bağdat’a sekiz defadan fazla gitti ve her seferinde Ahmed b. Hanbel ile görüşüp ondan faydalandı. Basra’ya dört veya beş defa gitti; orada Ebû Âsım en-Nebîl, Ensârî diye tanınan Basra kadısı Muhammed b. Abdullah ve Haccâc b. Minhâl gibi muhaddislerden istifade etti. Mekkî b. İbrâhim, Kuteybe b. Saîd vb. âlimlerden hadis dinlemek için Belh’e birkaç defa gitti ve Belhliler’in isteği üzerine onlara kendilerinden ilim tahsil ettiği 1000 hocadan birer hadis yazdırdı. Dımaşk’ta Ebû Müshir’den hadis öğrendi. Hicaz’da altı yıl kaldı. Humus’a gitti. Kûfe’ye birçok defa seyahat ederek Âdem b. Ebû İyâs, Ubeydullah b. Mûsâ, Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn gibi muhaddislerden hadis dinledi. Medine’de İsmâil b. Ebû Üveys, Merv’de Abdân b. Osman, iki defa gittiği Mısır’da Saîd b. Ebû Meryem, Abdullah b. Yûsuf ve Asbağ b. Ferec gibi hocalardan hadis tahsil etti. İlk defa 209’da (824), son olarak da 250’de (864) gittiği ve beş yıl süreyle hadis okuttuğu Nîşâbur’da Yahyâ b. Yahyâ el-Minkarî gibi hadis hâfızlarından faydalandı. Buhârî kendilerinden hadis yazdığı muhaddislerin sayısının 1080 olduğunu söyler (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XII, 395). Tek nüshası İrlanda’da bulunan (Chester Beatty, nr. 5165/1, 11 varak) İbn Mende’ye (ö. 395/1005) ait Tesmiyetü’l-meşâyiḫ elleẕîne yervî ʿanhüm el-İmâm Ebû ʿAbdillâh Muḥammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî adlı eserde, Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te rivayette bulunduğu hocalarından 309 muhaddisin adı, yaşadıkları şehirler ve ölüm tarihleri verilmektedir (A. J. Arberry bu risâleyi tanıttıktan sonra söz konusu muhaddislere ait listeyi İngilizce olarak yayımlamıştır [bk. bibl.]). Ancak el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’teki rivayetlerin Buhârî’nin derlediği yüz binlerce hadisin pek az bir bölümünü teşkil ettiğini de gözden uzak tutmamalıdır. Meşhur talebesi Firebrî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i Buhârî’den 90.000 talebenin dinlediğini söylemektedir. En tanınmış diğer talebeleri ise İmam Müslim, Tirmizî, Ebû Hâtim, Ebû Zür‘a er-Râzî, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Sâlih Cezere, İbn Huzeyme gibi muhaddislerdir.

 Yazdığı hadislerin kitaplarda kalmayıp onları hâfızasına nakşettiğini gösteren en iyi örneklerden biri Bağdat’ta verdiği imtihandır. İbn Adî’nin rivayetine göre, Buhârî’nin Bağdat’a geldiğini duyan muhaddisler 100 hadisin sened ve metinlerini birbirine karıştırarak bunları on kişiye verdiler ve onlara Buhârî toplantı yerine gelince bu hadisleri sırayla sormalarını söylediler. Bu on kişi tesbit edilen hadisleri çeşitli İslâm ülkelerinden gelmiş olan muhaddislerin huzurunda okuyarak bunların mahiyeti hakkında bilgi istediler. Buhârî onlara bu hadislerin hiçbirini okunduğu şekliyle bilmediğini belirttikten sonra, ilk soruyu yönelten kimseden başlayarak, sordukları hadislerin sened ve metinlerinin doğrusunu her birine ayrı ayrı söyledi. Buhârî hakkında tereddüdü olanlar onun nasıl bir hâfıza gücüne ve ne kadar geniş bir hadis kültürüne sahip olduğunu gördüler.                                                                       Buhârî ve Mihne Olayı. Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk oluşuyla ilgili olarak Mu‘tezile tarafından ileri sürülen görüş (bk. HALKU’l-KUR’ÂN), devletin de destek vermesiyle İslâm âlemini zor durumda bırakmıştır.  İslâm âleminde sürüp giden bu tartışmalardan Buhârî de zarar görmüştür.  Buhârî bu konuda fikrini soran kişiye cevap vermek istememiş, fakat onun üç defa ısrarla sormasından sonra, “Kur’an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir; ancak kulların fiilleri (Kur’an’ı okuyuşları) mahlûktur; bu konuda soru sormak ise bid‘attır” diye cevap vermiş, bunun üzerine ortalık karışmıştır.  bu konuda Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd adıyla bir de müstakil eser kaleme almış olan Buhârî bu ve benzeri itikadî konuları gerektiğinde konuşulacak meseleler olarak kabul etmektedir. Buhârî Nîşâbur’dan sonra Merv’e gitti. Kendisini yolda karşılayan şehrin tanınmış muhaddis ve fakihi Ahmed b. Seyyâr görüşlerinin isabetli olduğunu, fakat halkın anlayamayacağı konulara girmemesi gerektiğini söyledi. Buhârî de kendisine iyi bildiği bir mesele sorulduğu zaman susmasının mümkün olmadığını ifade etti.     Buhârî kendisinden ilim tahsil etmek isteyen herkese bildiğini esirgemeden vermesine rağmen devlet adamlarından uzak durur, onların saraylarına gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak kabul eder ve bu uğurda her zorluğa katlanmayı göze alırdı. Buhârî kendisinden ilim tahsil etmek isteyen herkese bildiğini esirgemeden vermesine rağmen devlet adamlarından uzak durur, onların saraylarına gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak kabul eder ve bu uğurda her zorluğa katlanmayı göze alırdı. Horasan Valisi Hâlid b. Ahmed ez-Zühlî ona bir adamını göndererek el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥet-Târîḫu’l-kebîr ve diğer eserlerini kendisinden dinlemeyi arzu ettiğini bildirince bu talebi reddetti. İlmi küçük düşüremeyeceğini, onu başkalarının ayağına götüremeyeceğini, gerçekten arzu ediyorsa hadis okuttuğu mescide -veya evine- gelmesini, bunu da istemiyorsa hadis okutmasını yasaklayabileceğini söyledi. Hz. Peygamber’in, “Kendisine sorulan şeyi öğretmekten kaçınan kimsenin ağzına ateşten gem vurulacağını” ifade eden hadisi sebebiyle ilmi kimseden esirgemediğini de haber verdi. Buhara valisinin sadece kendi çocuklarına ders vermesi yolundaki isteğini de ilmi belli insanlara tahsis edemeyeceği gerekçesiyle reddetti. Bunun üzerine vali, yakın adamlarından bazılarının Buhârî’nin Ehl-i sünnet görüşüyle bağdaşmayan fikirlere sahip olduğunu iddia etmelerini sağladı. Sonra da bu iddiaya dayanarak onu kendi memleketinden sürdü. Buhârî oradan Semerkant’a gitmek üzere yola çıktı. Semerkant’a 3 mil mesafede bulunan Hartenk kasabasındaki akrabalarını ziyaret etti. Fakat orada hastalandı ve Semerkant’a gidemedi. 256 yılının ramazan bayramı gecesi vefat etti, ertesi gün (1 Eylül 870 Cuma) orada toprağa verildi.                                                                                                                          Buhârî’nin ahlâkî faziletleri, tenkit ettiği râviler hakkındaki son derece mutedil ve insaflı sözlerinde de görülür. Buhârî’yi yakından tanıyan âlimlerin takdirkâr ifadeleri, onun ilmî şahsiyeti ve otoritesi hakkında fikir vermektedir. Hocası Nuaym b. Hammâd ile muhaddis Ya‘kūb b. İbrâhim ed-Devrakī, “Buhârî bu ümmetin fakihidir” derlerdi. Yine Basralı hocalarından “emîrü’l-mü’minîn fi’l-hadîs” lakabını ona vermiş.  İmam Müslim Buhârî’ye hitaben, “Sana ancak seni çekemeyenler kızabilir. Dünyada senin bir benzerinin bulunmadığına şahadet ederim” diyerek ona duyduğu derin sevgiyi dile getirmiştir. İbn Huzeyme ise, “Şu gök kubbenin altında Resûlullah’ın hadislerini Buhârî’den daha iyi bilen ve daha iyi ezberlemiş olan birini görmedim” derdi. Hocalarından Muhammed b. Selâm el-Bîkendî ile Abdullah b. Yûsuf et-Tinnîsî hadis kitaplarını ona tashih ettirmişlerdi. Humeydî de hadise dair bir meselede muhaddislerden biriyle anlaşmazlığa düşünce henüz on sekiz yaşında bulunan talebesi Buhârî’yi hakem tayin etmişti.                                                                                                                              Hadisçiliği. Hicrî ilk üç asırda hadise hizmetleriyle tanınan önemli şahsiyetler arasında Buhârî’nin ön planda gelmesinin sebebi, sahih hadisleri ilk defa bir araya getirmesinin yanında hadis ilmindeki tartışmasız otoritesidir. Bizzat Buhârî’nin bütün kitaplarını üçer defa yazdığını söylemesi (İbn Hacer, Taġlîḳu’t-taʿlîḳ, V, 418), onun eserlerini yazdıktan sonra talebelerine okuttuğunu, bu sırada bazı konuları ilâve edip bazılarını çıkardığını, daha sonra eserini ikinci ve üçüncü defa aynı şekilde okutup tashih ettiğini göstermektedir.                                                                                                                                             Eserleri. 1. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ. Buhârî, halk arasında Ṣaḥîḥ-i Buḫârî diye şöhret bulan bu eseri 600.000 kadar hadis arasından seçerek on altı yılda meydana getirdiğini, her bir hadisi (veya babı) yazmadan önce mutlaka boy abdesti alarak iki rek‘at namaz kıldığını söylemiştir. Eserini Buhara’da yazmaya başlamış, çalışmasına Mekke, Medine ve Basra’da devam etmiştir. Yeryüzünde hiçbir esere gösterilmeyen bir ihtimama mazhar olan ve İslâm dünyasında üzerine yüzlerce inceleme ve şerh kaleme alınmış bulunan el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, İstanbul, Mısır, Hindistan ve Avrupa’da birçok defa basılmıştır.

2. et-Târîḫu’l-kebîr. Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ten önce yazdığı bu kitap sahasının ilk eserlerinden biri olup burada ashaptan kendi şeyhlerine gelinceye kadar 13.000’e yakın râvinin güvenilirlik derecesini tesbit etmiştir. et-Târîḫu’l-kebîr Haydarâbâd’da Dârü’l-maârifi’l-Osmâniyye tarafından dört büyük cilt (sekiz cüz) halinde basılmıştır (1361-1364). Ayrıca Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye ve Müessesetü’l-kütübi’s-sekāfiyye tarafından eserde geçen şahısların ve hadislerin fihristi hazırlatılarak Beyrut’ta iki cilt halinde yayımlanmıştır (1407/1987).

3. et-Târîḫu’l-evsaṭet-Târîḫu’l-kebîr’in bir muhtasarı olduğu anlaşılmakla beraber eserin tam olarak günümüze geldiği bilinmemektedir. Çok eksik bir nüshası Hindistan’da mevcuttur (Bankipûr 12/32, nr. 687, 56 varak).

4. et-Târîḫu’ṣ-ṣagīret-Târîḫu’l-kebîr’in bir hulâsası olup râvileri et-Târîḫu’l-kebîr’deki gibi alfabetik olarak değil vefat tarihlerine göre ele almakta ve onlar hakkında diğer eserlerinde rastlanmayan bilgiler vermektedir. Eser Muhammed el-Ca‘ferî tarafından Allahâbâd’da (1324, taşbaskı) ve Ahmedâbâd’da (1325), Mahmûd İbrâhim Zâyed tarafından da Kahire’de (1396-1397/1976-1977) iki cilt halinde yayımlanmıştır. Bu çalışma, Yûsuf el-Mar‘aşlî tarafından içindeki hadislerin fihristi yapılarak Beyrut’ta yeniden basılmıştır (1986).

5. Kitâbü’ḍ-Ḍuʿafâʾi’ṣ-ṣaġīr. İbrâhim ismiyle başlamakta ve 418 râviyi ihtiva etmektedir. Buhârî’nin daha önce zikredilen kitaplarına nisbetle oldukça küçük hacimli olup alfabetiktir. Eser Agra’da (1323), Allahâbâd’da (1325), Bûrân ed-Dannâvî’nin tahkikiyle Beyrut’ta (1404/1984), Abdülazîz İzzeddin es-Seyrevân tarafından el-Mecmûʿ fi’ḍ-ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn adıyla ve Nesâî ile Dârekutnî’nin eḍ-Ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn adlı eserleriyle birlikte Beyrut’ta (1405/1985) ve Mahmûd İbrâhim Zâyed’in tahkikiyle Nesâî’nin Kitâbü’ḍ-Ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn’i ile birlikte yine Beyrut’ta (1406/1986) yayımlanmıştır.

6. Kitâbü’l-Künâet-Târîḫu’l-kebîr’i tamamlayıcı mahiyette olan bu eser, isimlerinden çok künyeleriyle tanınan 1000 kadar râvi hakkında kısa bilgiler vermektedir. Kitabın sonunda Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî el-Yemânî’nin eseri tanıtan bir yazısı bulunmaktadır. İbn Ebû Hâtim er-Râzî’nin Beyânü ḫaṭaʾi Muḥammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî fî Târîḫih adlı eseriyle birlikte Haydarâbâd’da basılmıştır (1360).

7. et-Târîḫ fî maʿrifeti ruvâti’l-ḥadîs̱ ve naḳaleti’l-âs̱âr ve temyîzi s̱iḳātihim min ḍuʿafâʾihim ve târîḫi vefâtihim. Bu eser de Buhârî’nin diğer tarih kitaplarına nisbetle oldukça küçük hacimli olup Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunmaktadır (Medine, nr. 524, 18 varak).

8. et-Tevârîḫ ve’l-ensâb. Bazı önemli şahsiyetler hakkında bilgiler ihtiva eden eserin diğer kitaplarda olduğu gibi belli bir metodu yoktur. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bir nüshası mevcuttur (III. Ahmed, nr. 2969, vr. 382a-399b).

9. el-Edebü’l-müfredel-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te bulunmayan güzel ahlâka dair bazı hadisleri de ihtiva eden ve 644 bab içinde 1322 hadisi toplayan eser Hindistan’da (1304), Agra’da (1306), İstanbul’da (1306, 1309), Kahire’de (1346, 1349) ve Muhammed Fuâd Abdülbâkī’nin tahkikiyle yine Kahire’de (1375/1955) yayımlanmıştır.

10. Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd. Kulların diğer fiilleri gibi Kur’an’ı telaffuz edişlerinin de mahlûk olduğunu ortaya koymak maksadıyla yazılan eser Muhammed Şemsülhak el-Azîmâbâdî tarafından Delhi’de (1306), Ali Sâmî en-Neşşâr ile Ammâr et-Tâlibî tarafından ʿAḳāʾidü’s-selef adlı eser içinde (1970), daha sonra müstakil olarak Beyrut’ta (1404/1984) yayımlanmıştır.

11. Refʿu’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât. Namazda rükûa varırken ve rükûdan kalkarken tekbir almanın sünnet olduğuna dair olan eser, Urduca tercümesiyle birlikte Kalküta’da (1256), Tenvîrü’l-ʿayneyn bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Delhi’de (1299), Ḫayrü’l-kelâm fi’l-ḳırâʾati ḫalfe’l-imâm ile birlikte Kahire’de (1320) ve Ahmed eş-Şerîf tarafından Ḳurretü’l-ʿayneyn bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Küveyt’te (1983) basılmıştır.

12. Kitâbü’l-Ḳırâʾati ḫalfe’l-imâmEhl-i re’yin görüşlerinin aksine farz namazlarda imamla beraber cemaatin de Kur’an okumasının gerekli olduğunu ileri süren eser, Ḫayrü’l-kelâm fi’l-ḳırâʾati ḫalfe’l-imâm adıyla ve Urduca tercümesiyle birlikte Delhi’de (1256), Kahire’de (1320) ve Beyrut’ta (1985) yayımlanmıştır.

Buhârî’nin bunlardan başka el-ʿAḳīde (et-Tevḥîd) (Sezgin, I, 259), Aḫbârü’ṣ-ṣıfât (Sezgin, a.y.), Ḳażâya’ṣ-ṣaḥâbe ve’t-tâbiʿînet-Tefsîrü’l-kebîr (et-Târîḫu’l-kebîr, VIII, 232, 265; Brockelmann, III, 179), Kitâbü’l-ʿAtîḳ (et-Târîḫu’l-kebîr, II, 95, 169), el-Eşribeel-Hibeel-Vuḥdân (sadece bir hadis rivayet eden sahâbîlere dair), el-Mebsûṭel-ʿİlelel-Fevâʾidel-İʿtiṣâmKitâbü Aṣḥâbi’n-nebî (et-Târîḫu’l-kebîr, II, 60), Esmâʾü’ṣ-ṣaḥâbeKitâbü’l-Îmân (et-Târîḫu’l-kebîr, II, 158), Birrü’l-vâlideynel-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīrel-Câmiʿu’l-kebîr (el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i bu eserden meydana getirdiği düşünülebilir) gibi eserleri bulunmaktadır.                                                                                                                                                                                                             Fıkıh İlmindeki Yeri

Büyük bir hadis imamı olarak şöhret bulan Buhârî aynı zamanda bir fakihtir. Ancak hadis ilmindeki yüksek seviyesi sebebiyle bu yönü ikinci planda kalmıştır. Hayatı ve ilmî şahsiyetinden bahseden tabakat kitaplarında kendisinin “fakihlerin efendisi”, “bu ümmetin fakihi” ve “Allah’ın yarattığı kullar içerisinde en fakih olanı” diye nitelendirildiği nakledilir. Bazı müellifler ise mukayese yolu ile bir değerlendirme yaparak Buhârî’yi, hocaları Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye’den daha fakih sayarlar (İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, II, 237). İbn Kuteybe de kendisine fetva soran bir adamı Buhârî’ye gönderirken ona, “İşte Ahmed b. Hanbel, İbnü’l-Medînî ve İshak b. Râhûye, Allah bu üçünü de sana gönderdi” diyerek Buhârî’ye danışmakla bu üç âlime danışmış sayılacağına işaret etmiş, onun fıkıh ilmindeki bilgi ve kabiliyetinin seviyesini dile getirmiştir (Sübkî, II, 222; İbn Hacer, a.g.e., II, 236).                  Buhârî fıkıh ilmindeki bu üstün mevkii sebebiyle dört mezhebin mensupları tarafından sahiplenilmiştir. Hanbelî fakihlerinden İbn Ebû Ya‘lâ onu Hanbelî fakihlerin birinci tabakasından, Tâceddin es-Sübkî ise Şâfiî fakihlerin ikinci tabakasından saymaktadır. Abdullah b. Yûsuf, Saîd b. Anber ve İbn Bükeyr’den el-Muvaṭṭaʾı rivayet ettiği için Buhârî Mâlikîler’ce kendi mezheplerine mensup kabul edildiği gibi, Hanefî fakihi İshak b. Râhûye’den ders almış olması sebebiyle de Hanefîler tarafından kendi mezheplerine bağlı olduğu ileri sürülmüştür. Ancak onun birçok meselede İmam Şâfiî’ye muvafakat etmesi, Şâfiî mezhebine mensup olarak şöhret bulmasına sebep olmuştur. Fakat Keşmîrî ile bir grup hadis ve fıkıh âlimine göre Buhârî ne belli bir mezhebe intisap eden mukallid, ne de herhangi bir mezhebin sınırları içinde ictihadda bulunan “mezhepte müctehid”dir. Eğer fıkıh “şer‘î-amelî hükümleri tafsilî delillerinden istinbat ederek bilmek” ise Buhârî bu tarife göre tam bir fakih ve bir “mutlak müctehid”dir. Zira Kitap ve Sünnet’e en geniş çerçevede vâkıf olmuş ve hükümleri doğrudan o kaynaklardan elde etmiştir. Sahâbe, tâbiîn ve daha sonra gelen müctehid imamların görüşlerine vâkıf olması da onu bu hususta daha güçlü kılmıştır. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’indeki bab başlıklarını tesbit ederken herhangi bir mezhebe bağlı kalmamış, yalnızca naklettiği nasları dikkate alarak hüküm çıkarmıştır. Ayrıca Ebû Hanîfe’ye muvafakat ettiği yerler, Şâfiî’ye muvafakat ettiklerinden daha az değildir (Keşmîrî, I, 58). Meselâ Buhârî, abdesti sadece iki çıkış mahallinden çıkan şeylerin bozduğunu kabul ederek tenasül organına veya kadına dokunmak sebebiyle abdest almanın vâcip olmadığını söylemiş (Buhârî, “Vuḍûʾ”, 36), böylece Ebû Hanîfe’ye muvafakat ederken Şâfiî’den ayrılmıştır. Buna karşılık başkasının câriyesini gasbedenle ilgili olarak verdiği hükümle Ebû Hanîfe’nin kanaatine ters düşmüştür (Buhârî, “Ḥiyel” 9; krş. Kâsânî, VII, 152). Öte yandan İbrâhim en-Nehaî’den hayızlı kadının, İbn Abbas’tan da cünüp kimsenin Kur’an okumasında bir mahzur olmadığını naklederken cünübün kıraatine cevaz vermekte ve bu fetvasıyla da fakihlerin büyük çoğunluğuna muhalefet etmektedir (Buhârî, “Ḥayıż”, 7; İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, II, 220)                                                     Bütün âlimler, Buhârî’nin telif ettiği eserler ve verdiği fetvalar yoluyla büyük bir fıkhî miras bıraktığı hususunda ittifak etmişlerdir. Söz konusu eserleri içinde en önde gelenin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ olduğu bilinmektedir. Bu eser başlı başına bir fıkıh ve fetva hazinesi olarak nitelendirilmektedir. Özellikle Buhârî tarafından konulan bab başlıkları fıkhî görüşlerini yansıtması bakımından apayrı bir önem taşır. Bu sebeple, “Buhârî’nin fıkhı bab başlıklarındadır” denilmiştir.

İbn Hacer’in tesbit ve değerlendirmesine göre Buhârî, Ṣaḥîḥ’inde fıkhî bilgi ve inceliklerin bulunmasına özen göstermiş, bundan dolayı rivayet ettiği naslardan birçok hüküm çıkarmış ve bu hükümleri ilgili kitâbın (ana bölümün) muhtelif babları arasına uygun bir şekilde serpiştirmiştir. Bunu yaparken gerekli yerlerde ahkâm âyetlerini zikretmeyi de ihmal etmemiştir. Aslında el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i telif ederken Buhârî’nin takip ettiği hedef, koyduğu prensipler çerçevesinde hadis nakletmenin yanında bunlardan ve ilgili âyetlerden hükümler çıkarmak olmuştu. Bu sebepledir ki birçok babda rivayet ettiği hadislerin isnadını başka yerde vermiş olduğundan tekrar kaydetmeyerek yalnızca Hz. Peygamber’den nakilde bulunan kimsenin adını ve hadisin ilgili kısmını zikretmekle yetinmiştir. Bu ve benzeri durumlarda Buhârî’nin esas amacı, bab başlığı olarak ele aldığı mesele için bir delil getirmek olmuş ve zaten mâlum olan bu hadislere yalnızca işarette bulunmakla yetinmiştir. Bazan bir babda sadece bir hadis kaydedilmesinin, bazan da konu ile ilgili olarak hadis bulunmayıp onun yerine bir Kur’an âyeti zikredilmesinin sebebi budur (meselâ bk. Buhârî, “Meẓâlim” 6, 7). Böyle durumlarda Buhârî’nin, bab başlığı şeklinde ortaya koyduğu hükmün delilinin hadis değil Kur’an olduğunu belirtmek istediği anlaşılmaktadır. İbn Hacer’e göre Buhârî’nin fıkıh alanındaki kudreti sadece bab başlıklarında değil aynı zamanda babların düzenlenmesinde de görülmektedir.                                                Buhârî, diğer imamların hüküm çıkardığı şer‘î kaynaklardan faydalanmakla birlikte onun genelde takip ettiği metot, hadisleri ihtiva ettikleri fıkhî hükümleri esas almak suretiyle bablara ayırmak, bu bablarda yer alan meseleleri Kur’an, hadis ve sahâbe fetvalarına dayandırmaktır. Bazı araştırmacılara göre bu metodun belli başlı üç özelliği vardır. 1. Fıkhî hükme temel teşkil eden esas kaynağın sıhhatine güven duymak; 2. Sahâbe ve tâbiîn tarafından varılan ya da onlar tarafından teyit edilen hükmün doğruluğuna inanmak; 3. Ehliyetli bir fakihin önüne bir hükmün âyet ve hadisle ilgisi hususunda yeni ufuklar açmak.

Buhârî sadece kendi görüşünü zikretmekle yetinmemiş, bazı durumlarda muhalif görüşleri de kaydetmiş ve onlarla tartışmaya girmekten çekinmemiştir. Bu durumlarda karşı görüşü savunan kişi veya mezhebin adını anmak yerine “bazı insanlar, insanlardan biri” tabirini kullanmıştır. Bu şekilde vârit olan itirazların birçoğu Ebû Hanîfe’ye yönelik olduğu için Hanefî mezhebi mensupları bu tabiri, imamlarının lâyık olduğu makama yakışmayan bir ifade olarak değerlendirmişler, hatta bu konuyu ciddi bir mesele gibi ele alan bir grup Hintli Hanefî âlimi Baʿżu’n-nâs fî defʿi’l-vesvâs (Hind 1892) adıyla bir kitap telif etmiştir. Söz konusu eser, Buhârî’nin Ebû Hanîfe’ye yönelttiği itirazlara verilmiş cevaplar mahiyetindedir. Bu konuda kaleme alınan diğer bir kitap da Keşfü’l-iltibâs ʿammâ evredehü’l-Buḫârî ʿalâ baʿżi’n-nâs’tır. Daha sonra Mevlânâ Muhammed Nezîr Hüseyin ed-Dihlevî bu kitaba cevap vermek ve dolayısıyla Buhârî’yi savunmak maksadıyla Refʿu’l-iltibâs ʿan baʿżi’n-nâs adını verdiği bir eser kaleme almıştır (Hind 1311). Hüseynî Abdülmecid Hâşim de kaynaklarda son derece nâzik ve saygılı bir kişi olduğu kaydedilen Buhârî’nin söz konusu tabirinin Hanefî âlimlerin zannettiği gibi bir anlam taşımayıp tam aksine Ebû Hanîfe’ye saygıyı ifade ettiğini ileri sürmektedir (el-İmâmü’l-Buḫârî: muḥaddis̱en ve faḳīhen, s. 192-193).


0 Yorum - Yorum Yaz


BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmâil

محمد بن إسماعيل البخاري

Teşekkür ederim. Derste müzakere edeceğiz.

Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî el-Buhârî (ö. 256/870)

Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en güvenilir kitap kabul edilen el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ adlı eseriyle tanınmış büyük muhaddis.

13 Şevval 194 (20 Temmuz 810) Cuma günü Buhara’da doğdu. Dedesinin dedesi olan Berdizbeh Mecûsî idi. Onun oğlu Mugīre, Buhara Valisi Cu‘feli Yemân vasıtasıyla müslüman oldu. Buhârî bundan dolayı Cu‘fî nisbesiyle de anılmıştır. Dedesi İbrâhim hakkında fazla bilgi bulunmamakla beraber babası İsmâil’in Mâlik b. Enes ve Abdullah b. Mübârek gibi âlimlerden hadis öğrenen bir kişi olduğu bilinmekte ve Buhârî henüz çocukken vefat ettiği, hadise dair bazı kitaplarının oğluna intikal ettiği anlaşılmaktadır. Annesinin ise duası makbul dindar bir kadın olduğu zikredilmektedir.

Buhârî on yaşına doğru Muhammed b. Selâm el-Bîkendî, Abdullah b. Muhammed el-Müsnedî gibi Buharalı muhaddislerden hadis öğrenmeye başladı. On bir yaşlarında iken hocası Dâhilî’nin rivayet sırasında yaptığı bazı hataları tashih etmesiyle dikkatleri çekti. On altı yaşına geldiği zaman İbnü’l-Mübârek ve Vekî‘ b. Cerrâh’ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed ile birlikte hacca gitti. Hac sonrası onlar memleketlerine döndükleri halde Buhârî Mekke’de kaldı ve Hallâd b. Yahyâ, Humeydî gibi âlimlerden hadis tahsil etti. Daha sonra bu maksatla ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Bu merkezler alfabetik olarak şöyle sıralanabilir: Bağdat’a sekiz defadan fazla gitti ve her seferinde Ahmed b. Hanbel ile görüşüp ondan faydalandı. Basra’ya dört veya beş defa gitti; orada Ebû Âsım en-Nebîl, Ensârî diye tanınan Basra kadısı Muhammed b. Abdullah ve Haccâc b. Minhâl gibi muhaddislerden istifade etti. Mekkî b. İbrâhim, Kuteybe b. Saîd vb. âlimlerden hadis dinlemek için Belh’e birkaç defa gitti ve Belhliler’in isteği üzerine onlara kendilerinden ilim tahsil ettiği 1000 hocadan birer hadis yazdırdı. Dımaşk’ta Ebû Müshir’den hadis öğrendi. Hicaz’da altı yıl kaldı. Humus’a gitti. Kûfe’ye birçok defa seyahat ederek Âdem b. Ebû İyâs, Ubeydullah b. Mûsâ, Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn gibi muhaddislerden hadis dinledi. Medine’de İsmâil b. Ebû Üveys, Merv’de Abdân b. Osman, iki defa gittiği Mısır’da Saîd b. Ebû Meryem, Abdullah b. Yûsuf ve Asbağ b. Ferec gibi hocalardan hadis tahsil etti. İlk defa 209’da (824), son olarak da 250’de (864) gittiği ve beş yıl süreyle hadis okuttuğu Nîşâbur’da Yahyâ b. Yahyâ el-Minkarî gibi hadis hâfızlarından faydalandı. Buhârî kendilerinden hadis yazdığı muhaddislerin sayısının 1080 olduğunu söyler (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XII, 395). Tek nüshası İrlanda’da bulunan (Chester Beatty, nr. 5165/1, 11 varak) İbn Mende’ye (ö. 395/1005) ait Tesmiyetü’l-meşâyiḫ elleẕîne yervî ʿanhüm el-İmâm Ebû ʿAbdillâh Muḥammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî adlı eserde, Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te rivayette bulunduğu hocalarından 309 muhaddisin adı, yaşadıkları şehirler ve ölüm tarihleri verilmektedir (A. J. Arberry bu risâleyi tanıttıktan sonra söz konusu muhaddislere ait listeyi İngilizce olarak yayımlamıştır [bk. bibl.]). Ancak el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’teki rivayetlerin Buhârî’nin derlediği yüz binlerce hadisin pek az bir bölümünü teşkil ettiğini de gözden uzak tutmamalıdır. Meşhur talebesi Firebrî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i Buhârî’den 90.000 talebenin dinlediğini söylemektedir. En tanınmış diğer talebeleri ise İmam Müslim, Tirmizî, Ebû Hâtim, Ebû Zür‘a er-Râzî, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Sâlih Cezere, İbn Huzeyme gibi muhaddislerdir.

 Yazdığı hadislerin kitaplarda kalmayıp onları hâfızasına nakşettiğini gösteren en iyi örneklerden biri Bağdat’ta verdiği imtihandır. İbn Adî’nin rivayetine göre, Buhârî’nin Bağdat’a geldiğini duyan muhaddisler 100 hadisin sened ve metinlerini birbirine karıştırarak bunları on kişiye verdiler ve onlara Buhârî toplantı yerine gelince bu hadisleri sırayla sormalarını söylediler. Bu on kişi tesbit edilen hadisleri çeşitli İslâm ülkelerinden gelmiş olan muhaddislerin huzurunda okuyarak bunların mahiyeti hakkında bilgi istediler. Buhârî onlara bu hadislerin hiçbirini okunduğu şekliyle bilmediğini belirttikten sonra, ilk soruyu yönelten kimseden başlayarak, sordukları hadislerin sened ve metinlerinin doğrusunu her birine ayrı ayrı söyledi. Buhârî hakkında tereddüdü olanlar onun nasıl bir hâfıza gücüne ve ne kadar geniş bir hadis kültürüne sahip olduğunu gördüler.                                                                       Buhârî ve Mihne Olayı. Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk oluşuyla ilgili olarak Mu‘tezile tarafından ileri sürülen görüş (bk. HALKU’l-KUR’ÂN), devletin de destek vermesiyle İslâm âlemini zor durumda bırakmıştır.  İslâm âleminde sürüp giden bu tartışmalardan Buhârî de zarar görmüştür.  Buhârî bu konuda fikrini soran kişiye cevap vermek istememiş, fakat onun üç defa ısrarla sormasından sonra, “Kur’an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir; ancak kulların fiilleri (Kur’an’ı okuyuşları) mahlûktur; bu konuda soru sormak ise bid‘attır” diye cevap vermiş, bunun üzerine ortalık karışmıştır.  bu konuda Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd adıyla bir de müstakil eser kaleme almış olan Buhârî bu ve benzeri itikadî konuları gerektiğinde konuşulacak meseleler olarak kabul etmektedir. Buhârî Nîşâbur’dan sonra Merv’e gitti. Kendisini yolda karşılayan şehrin tanınmış muhaddis ve fakihi Ahmed b. Seyyâr görüşlerinin isabetli olduğunu, fakat halkın anlayamayacağı konulara girmemesi gerektiğini söyledi. Buhârî de kendisine iyi bildiği bir mesele sorulduğu zaman susmasının mümkün olmadığını ifade etti.     Buhârî kendisinden ilim tahsil etmek isteyen herkese bildiğini esirgemeden vermesine rağmen devlet adamlarından uzak durur, onların saraylarına gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak kabul eder ve bu uğurda her zorluğa katlanmayı göze alırdı. Buhârî kendisinden ilim tahsil etmek isteyen herkese bildiğini esirgemeden vermesine rağmen devlet adamlarından uzak durur, onların saraylarına gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak kabul eder ve bu uğurda her zorluğa katlanmayı göze alırdı. Horasan Valisi Hâlid b. Ahmed ez-Zühlî ona bir adamını göndererek el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥet-Târîḫu’l-kebîr ve diğer eserlerini kendisinden dinlemeyi arzu ettiğini bildirince bu talebi reddetti. İlmi küçük düşüremeyeceğini, onu başkalarının ayağına götüremeyeceğini, gerçekten arzu ediyorsa hadis okuttuğu mescide -veya evine- gelmesini, bunu da istemiyorsa hadis okutmasını yasaklayabileceğini söyledi. Hz. Peygamber’in, “Kendisine sorulan şeyi öğretmekten kaçınan kimsenin ağzına ateşten gem vurulacağını” ifade eden hadisi sebebiyle ilmi kimseden esirgemediğini de haber verdi. Buhara valisinin sadece kendi çocuklarına ders vermesi yolundaki isteğini de ilmi belli insanlara tahsis edemeyeceği gerekçesiyle reddetti. Bunun üzerine vali, yakın adamlarından bazılarının Buhârî’nin Ehl-i sünnet görüşüyle bağdaşmayan fikirlere sahip olduğunu iddia etmelerini sağladı. Sonra da bu iddiaya dayanarak onu kendi memleketinden sürdü. Buhârî oradan Semerkant’a gitmek üzere yola çıktı. Semerkant’a 3 mil mesafede bulunan Hartenk kasabasındaki akrabalarını ziyaret etti. Fakat orada hastalandı ve Semerkant’a gidemedi. 256 yılının ramazan bayramı gecesi vefat etti, ertesi gün (1 Eylül 870 Cuma) orada toprağa verildi.                                                                                                                          Buhârî’nin ahlâkî faziletleri, tenkit ettiği râviler hakkındaki son derece mutedil ve insaflı sözlerinde de görülür. Buhârî’yi yakından tanıyan âlimlerin takdirkâr ifadeleri, onun ilmî şahsiyeti ve otoritesi hakkında fikir vermektedir. Hocası Nuaym b. Hammâd ile muhaddis Ya‘kūb b. İbrâhim ed-Devrakī, “Buhârî bu ümmetin fakihidir” derlerdi. Yine Basralı hocalarından “emîrü’l-mü’minîn fi’l-hadîs” lakabını ona vermiş.  İmam Müslim Buhârî’ye hitaben, “Sana ancak seni çekemeyenler kızabilir. Dünyada senin bir benzerinin bulunmadığına şahadet ederim” diyerek ona duyduğu derin sevgiyi dile getirmiştir. İbn Huzeyme ise, “Şu gök kubbenin altında Resûlullah’ın hadislerini Buhârî’den daha iyi bilen ve daha iyi ezberlemiş olan birini görmedim” derdi. Hocalarından Muhammed b. Selâm el-Bîkendî ile Abdullah b. Yûsuf et-Tinnîsî hadis kitaplarını ona tashih ettirmişlerdi. Humeydî de hadise dair bir meselede muhaddislerden biriyle anlaşmazlığa düşünce henüz on sekiz yaşında bulunan talebesi Buhârî’yi hakem tayin etmişti.                                                                                                                              Hadisçiliği. Hicrî ilk üç asırda hadise hizmetleriyle tanınan önemli şahsiyetler arasında Buhârî’nin ön planda gelmesinin sebebi, sahih hadisleri ilk defa bir araya getirmesinin yanında hadis ilmindeki tartışmasız otoritesidir. Bizzat Buhârî’nin bütün kitaplarını üçer defa yazdığını söylemesi (İbn Hacer, Taġlîḳu’t-taʿlîḳ, V, 418), onun eserlerini yazdıktan sonra talebelerine okuttuğunu, bu sırada bazı konuları ilâve edip bazılarını çıkardığını, daha sonra eserini ikinci ve üçüncü defa aynı şekilde okutup tashih ettiğini göstermektedir.                                                                                                                                             Eserleri. 1. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ. Buhârî, halk arasında Ṣaḥîḥ-i Buḫârî diye şöhret bulan bu eseri 600.000 kadar hadis arasından seçerek on altı yılda meydana getirdiğini, her bir hadisi (veya babı) yazmadan önce mutlaka boy abdesti alarak iki rek‘at namaz kıldığını söylemiştir. Eserini Buhara’da yazmaya başlamış, çalışmasına Mekke, Medine ve Basra’da devam etmiştir. Yeryüzünde hiçbir esere gösterilmeyen bir ihtimama mazhar olan ve İslâm dünyasında üzerine yüzlerce inceleme ve şerh kaleme alınmış bulunan el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, İstanbul, Mısır, Hindistan ve Avrupa’da birçok defa basılmıştır.

2. et-Târîḫu’l-kebîr. Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ten önce yazdığı bu kitap sahasının ilk eserlerinden biri olup burada ashaptan kendi şeyhlerine gelinceye kadar 13.000’e yakın râvinin güvenilirlik derecesini tesbit etmiştir. et-Târîḫu’l-kebîr Haydarâbâd’da Dârü’l-maârifi’l-Osmâniyye tarafından dört büyük cilt (sekiz cüz) halinde basılmıştır (1361-1364). Ayrıca Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye ve Müessesetü’l-kütübi’s-sekāfiyye tarafından eserde geçen şahısların ve hadislerin fihristi hazırlatılarak Beyrut’ta iki cilt halinde yayımlanmıştır (1407/1987).

3. et-Târîḫu’l-evsaṭet-Târîḫu’l-kebîr’in bir muhtasarı olduğu anlaşılmakla beraber eserin tam olarak günümüze geldiği bilinmemektedir. Çok eksik bir nüshası Hindistan’da mevcuttur (Bankipûr 12/32, nr. 687, 56 varak).

4. et-Târîḫu’ṣ-ṣagīret-Târîḫu’l-kebîr’in bir hulâsası olup râvileri et-Târîḫu’l-kebîr’deki gibi alfabetik olarak değil vefat tarihlerine göre ele almakta ve onlar hakkında diğer eserlerinde rastlanmayan bilgiler vermektedir. Eser Muhammed el-Ca‘ferî tarafından Allahâbâd’da (1324, taşbaskı) ve Ahmedâbâd’da (1325), Mahmûd İbrâhim Zâyed tarafından da Kahire’de (1396-1397/1976-1977) iki cilt halinde yayımlanmıştır. Bu çalışma, Yûsuf el-Mar‘aşlî tarafından içindeki hadislerin fihristi yapılarak Beyrut’ta yeniden basılmıştır (1986).

5. Kitâbü’ḍ-Ḍuʿafâʾi’ṣ-ṣaġīr. İbrâhim ismiyle başlamakta ve 418 râviyi ihtiva etmektedir. Buhârî’nin daha önce zikredilen kitaplarına nisbetle oldukça küçük hacimli olup alfabetiktir. Eser Agra’da (1323), Allahâbâd’da (1325), Bûrân ed-Dannâvî’nin tahkikiyle Beyrut’ta (1404/1984), Abdülazîz İzzeddin es-Seyrevân tarafından el-Mecmûʿ fi’ḍ-ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn adıyla ve Nesâî ile Dârekutnî’nin eḍ-Ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn adlı eserleriyle birlikte Beyrut’ta (1405/1985) ve Mahmûd İbrâhim Zâyed’in tahkikiyle Nesâî’nin Kitâbü’ḍ-Ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn’i ile birlikte yine Beyrut’ta (1406/1986) yayımlanmıştır.

6. Kitâbü’l-Künâet-Târîḫu’l-kebîr’i tamamlayıcı mahiyette olan bu eser, isimlerinden çok künyeleriyle tanınan 1000 kadar râvi hakkında kısa bilgiler vermektedir. Kitabın sonunda Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî el-Yemânî’nin eseri tanıtan bir yazısı bulunmaktadır. İbn Ebû Hâtim er-Râzî’nin Beyânü ḫaṭaʾi Muḥammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî fî Târîḫih adlı eseriyle birlikte Haydarâbâd’da basılmıştır (1360).

7. et-Târîḫ fî maʿrifeti ruvâti’l-ḥadîs̱ ve naḳaleti’l-âs̱âr ve temyîzi s̱iḳātihim min ḍuʿafâʾihim ve târîḫi vefâtihim. Bu eser de Buhârî’nin diğer tarih kitaplarına nisbetle oldukça küçük hacimli olup Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunmaktadır (Medine, nr. 524, 18 varak).

8. et-Tevârîḫ ve’l-ensâb. Bazı önemli şahsiyetler hakkında bilgiler ihtiva eden eserin diğer kitaplarda olduğu gibi belli bir metodu yoktur. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bir nüshası mevcuttur (III. Ahmed, nr. 2969, vr. 382a-399b).

9. el-Edebü’l-müfredel-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te bulunmayan güzel ahlâka dair bazı hadisleri de ihtiva eden ve 644 bab içinde 1322 hadisi toplayan eser Hindistan’da (1304), Agra’da (1306), İstanbul’da (1306, 1309), Kahire’de (1346, 1349) ve Muhammed Fuâd Abdülbâkī’nin tahkikiyle yine Kahire’de (1375/1955) yayımlanmıştır.

10. Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd. Kulların diğer fiilleri gibi Kur’an’ı telaffuz edişlerinin de mahlûk olduğunu ortaya koymak maksadıyla yazılan eser Muhammed Şemsülhak el-Azîmâbâdî tarafından Delhi’de (1306), Ali Sâmî en-Neşşâr ile Ammâr et-Tâlibî tarafından ʿAḳāʾidü’s-selef adlı eser içinde (1970), daha sonra müstakil olarak Beyrut’ta (1404/1984) yayımlanmıştır.

11. Refʿu’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât. Namazda rükûa varırken ve rükûdan kalkarken tekbir almanın sünnet olduğuna dair olan eser, Urduca tercümesiyle birlikte Kalküta’da (1256), Tenvîrü’l-ʿayneyn bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Delhi’de (1299), Ḫayrü’l-kelâm fi’l-ḳırâʾati ḫalfe’l-imâm ile birlikte Kahire’de (1320) ve Ahmed eş-Şerîf tarafından Ḳurretü’l-ʿayneyn bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Küveyt’te (1983) basılmıştır.

12. Kitâbü’l-Ḳırâʾati ḫalfe’l-imâmEhl-i re’yin görüşlerinin aksine farz namazlarda imamla beraber cemaatin de Kur’an okumasının gerekli olduğunu ileri süren eser, Ḫayrü’l-kelâm fi’l-ḳırâʾati ḫalfe’l-imâm adıyla ve Urduca tercümesiyle birlikte Delhi’de (1256), Kahire’de (1320) ve Beyrut’ta (1985) yayımlanmıştır.

Buhârî’nin bunlardan başka el-ʿAḳīde (et-Tevḥîd) (Sezgin, I, 259), Aḫbârü’ṣ-ṣıfât (Sezgin, a.y.), Ḳażâya’ṣ-ṣaḥâbe ve’t-tâbiʿînet-Tefsîrü’l-kebîr (et-Târîḫu’l-kebîr, VIII, 232, 265; Brockelmann, III, 179), Kitâbü’l-ʿAtîḳ (et-Târîḫu’l-kebîr, II, 95, 169), el-Eşribeel-Hibeel-Vuḥdân (sadece bir hadis rivayet eden sahâbîlere dair), el-Mebsûṭel-ʿİlelel-Fevâʾidel-İʿtiṣâmKitâbü Aṣḥâbi’n-nebî (et-Târîḫu’l-kebîr, II, 60), Esmâʾü’ṣ-ṣaḥâbeKitâbü’l-Îmân (et-Târîḫu’l-kebîr, II, 158), Birrü’l-vâlideynel-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīrel-Câmiʿu’l-kebîr (el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i bu eserden meydana getirdiği düşünülebilir) gibi eserleri bulunmaktadır.                                                                                                                                                                                                             Fıkıh İlmindeki Yeri

Büyük bir hadis imamı olarak şöhret bulan Buhârî aynı zamanda bir fakihtir. Ancak hadis ilmindeki yüksek seviyesi sebebiyle bu yönü ikinci planda kalmıştır. Hayatı ve ilmî şahsiyetinden bahseden tabakat kitaplarında kendisinin “fakihlerin efendisi”, “bu ümmetin fakihi” ve “Allah’ın yarattığı kullar içerisinde en fakih olanı” diye nitelendirildiği nakledilir. Bazı müellifler ise mukayese yolu ile bir değerlendirme yaparak Buhârî’yi, hocaları Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye’den daha fakih sayarlar (İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, II, 237). İbn Kuteybe de kendisine fetva soran bir adamı Buhârî’ye gönderirken ona, “İşte Ahmed b. Hanbel, İbnü’l-Medînî ve İshak b. Râhûye, Allah bu üçünü de sana gönderdi” diyerek Buhârî’ye danışmakla bu üç âlime danışmış sayılacağına işaret etmiş, onun fıkıh ilmindeki bilgi ve kabiliyetinin seviyesini dile getirmiştir (Sübkî, II, 222; İbn Hacer, a.g.e., II, 236).                  Buhârî fıkıh ilmindeki bu üstün mevkii sebebiyle dört mezhebin mensupları tarafından sahiplenilmiştir. Hanbelî fakihlerinden İbn Ebû Ya‘lâ onu Hanbelî fakihlerin birinci tabakasından, Tâceddin es-Sübkî ise Şâfiî fakihlerin ikinci tabakasından saymaktadır. Abdullah b. Yûsuf, Saîd b. Anber ve İbn Bükeyr’den el-Muvaṭṭaʾı rivayet ettiği için Buhârî Mâlikîler’ce kendi mezheplerine mensup kabul edildiği gibi, Hanefî fakihi İshak b. Râhûye’den ders almış olması sebebiyle de Hanefîler tarafından kendi mezheplerine bağlı olduğu ileri sürülmüştür. Ancak onun birçok meselede İmam Şâfiî’ye muvafakat etmesi, Şâfiî mezhebine mensup olarak şöhret bulmasına sebep olmuştur. Fakat Keşmîrî ile bir grup hadis ve fıkıh âlimine göre Buhârî ne belli bir mezhebe intisap eden mukallid, ne de herhangi bir mezhebin sınırları içinde ictihadda bulunan “mezhepte müctehid”dir. Eğer fıkıh “şer‘î-amelî hükümleri tafsilî delillerinden istinbat ederek bilmek” ise Buhârî bu tarife göre tam bir fakih ve bir “mutlak müctehid”dir. Zira Kitap ve Sünnet’e en geniş çerçevede vâkıf olmuş ve hükümleri doğrudan o kaynaklardan elde etmiştir. Sahâbe, tâbiîn ve daha sonra gelen müctehid imamların görüşlerine vâkıf olması da onu bu hususta daha güçlü kılmıştır. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’indeki bab başlıklarını tesbit ederken herhangi bir mezhebe bağlı kalmamış, yalnızca naklettiği nasları dikkate alarak hüküm çıkarmıştır. Ayrıca Ebû Hanîfe’ye muvafakat ettiği yerler, Şâfiî’ye muvafakat ettiklerinden daha az değildir (Keşmîrî, I, 58). Meselâ Buhârî, abdesti sadece iki çıkış mahallinden çıkan şeylerin bozduğunu kabul ederek tenasül organına veya kadına dokunmak sebebiyle abdest almanın vâcip olmadığını söylemiş (Buhârî, “Vuḍûʾ”, 36), böylece Ebû Hanîfe’ye muvafakat ederken Şâfiî’den ayrılmıştır. Buna karşılık başkasının câriyesini gasbedenle ilgili olarak verdiği hükümle Ebû Hanîfe’nin kanaatine ters düşmüştür (Buhârî, “Ḥiyel” 9; krş. Kâsânî, VII, 152). Öte yandan İbrâhim en-Nehaî’den hayızlı kadının, İbn Abbas’tan da cünüp kimsenin Kur’an okumasında bir mahzur olmadığını naklederken cünübün kıraatine cevaz vermekte ve bu fetvasıyla da fakihlerin büyük çoğunluğuna muhalefet etmektedir (Buhârî, “Ḥayıż”, 7; İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, II, 220)                                                     Bütün âlimler, Buhârî’nin telif ettiği eserler ve verdiği fetvalar yoluyla büyük bir fıkhî miras bıraktığı hususunda ittifak etmişlerdir. Söz konusu eserleri içinde en önde gelenin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ olduğu bilinmektedir. Bu eser başlı başına bir fıkıh ve fetva hazinesi olarak nitelendirilmektedir. Özellikle Buhârî tarafından konulan bab başlıkları fıkhî görüşlerini yansıtması bakımından apayrı bir önem taşır. Bu sebeple, “Buhârî’nin fıkhı bab başlıklarındadır” denilmiştir.

İbn Hacer’in tesbit ve değerlendirmesine göre Buhârî, Ṣaḥîḥ’inde fıkhî bilgi ve inceliklerin bulunmasına özen göstermiş, bundan dolayı rivayet ettiği naslardan birçok hüküm çıkarmış ve bu hükümleri ilgili kitâbın (ana bölümün) muhtelif babları arasına uygun bir şekilde serpiştirmiştir. Bunu yaparken gerekli yerlerde ahkâm âyetlerini zikretmeyi de ihmal etmemiştir. Aslında el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i telif ederken Buhârî’nin takip ettiği hedef, koyduğu prensipler çerçevesinde hadis nakletmenin yanında bunlardan ve ilgili âyetlerden hükümler çıkarmak olmuştu. Bu sebepledir ki birçok babda rivayet ettiği hadislerin isnadını başka yerde vermiş olduğundan tekrar kaydetmeyerek yalnızca Hz. Peygamber’den nakilde bulunan kimsenin adını ve hadisin ilgili kısmını zikretmekle yetinmiştir. Bu ve benzeri durumlarda Buhârî’nin esas amacı, bab başlığı olarak ele aldığı mesele için bir delil getirmek olmuş ve zaten mâlum olan bu hadislere yalnızca işarette bulunmakla yetinmiştir. Bazan bir babda sadece bir hadis kaydedilmesinin, bazan da konu ile ilgili olarak hadis bulunmayıp onun yerine bir Kur’an âyeti zikredilmesinin sebebi budur (meselâ bk. Buhârî, “Meẓâlim” 6, 7). Böyle durumlarda Buhârî’nin, bab başlığı şeklinde ortaya koyduğu hükmün delilinin hadis değil Kur’an olduğunu belirtmek istediği anlaşılmaktadır. İbn Hacer’e göre Buhârî’nin fıkıh alanındaki kudreti sadece bab başlıklarında değil aynı zamanda babların düzenlenmesinde de görülmektedir.                                                Buhârî, diğer imamların hüküm çıkardığı şer‘î kaynaklardan faydalanmakla birlikte onun genelde takip ettiği metot, hadisleri ihtiva ettikleri fıkhî hükümleri esas almak suretiyle bablara ayırmak, bu bablarda yer alan meseleleri Kur’an, hadis ve sahâbe fetvalarına dayandırmaktır. Bazı araştırmacılara göre bu metodun belli başlı üç özelliği vardır. 1. Fıkhî hükme temel teşkil eden esas kaynağın sıhhatine güven duymak; 2. Sahâbe ve tâbiîn tarafından varılan ya da onlar tarafından teyit edilen hükmün doğruluğuna inanmak; 3. Ehliyetli bir fakihin önüne bir hükmün âyet ve hadisle ilgisi hususunda yeni ufuklar açmak.

Buhârî sadece kendi görüşünü zikretmekle yetinmemiş, bazı durumlarda muhalif görüşleri de kaydetmiş ve onlarla tartışmaya girmekten çekinmemiştir. Bu durumlarda karşı görüşü savunan kişi veya mezhebin adını anmak yerine “bazı insanlar, insanlardan biri” tabirini kullanmıştır. Bu şekilde vârit olan itirazların birçoğu Ebû Hanîfe’ye yönelik olduğu için Hanefî mezhebi mensupları bu tabiri, imamlarının lâyık olduğu makama yakışmayan bir ifade olarak değerlendirmişler, hatta bu konuyu ciddi bir mesele gibi ele alan bir grup Hintli Hanefî âlimi Baʿżu’n-nâs fî defʿi’l-vesvâs (Hind 1892) adıyla bir kitap telif etmiştir. Söz konusu eser, Buhârî’nin Ebû Hanîfe’ye yönelttiği itirazlara verilmiş cevaplar mahiyetindedir. Bu konuda kaleme alınan diğer bir kitap da Keşfü’l-iltibâs ʿammâ evredehü’l-Buḫârî ʿalâ baʿżi’n-nâs’tır. Daha sonra Mevlânâ Muhammed Nezîr Hüseyin ed-Dihlevî bu kitaba cevap vermek ve dolayısıyla Buhârî’yi savunmak maksadıyla Refʿu’l-iltibâs ʿan baʿżi’n-nâs adını verdiği bir eser kaleme almıştır (Hind 1311). Hüseynî Abdülmecid Hâşim de kaynaklarda son derece nâzik ve saygılı bir kişi olduğu kaydedilen Buhârî’nin söz konusu tabirinin Hanefî âlimlerin zannettiği gibi bir anlam taşımayıp tam aksine Ebû Hanîfe’ye saygıyı ifade ettiğini ileri sürmektedir (el-İmâmü’l-Buḫârî: muḥaddis̱en ve faḳīhen, s. 192-193).


0 Yorum - Yorum Yaz


 

T.C

ANKARA ÜNİVERSİTESİ, İLAHİYET FAKÜLTESİ

YÜKSEK LİSANS

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ

TEFSİR BÖLÜMÜ

 

 

İMAM BUHARİ VE FIKIH HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME

 

HAZIRLAYAN

SAJAD ETTONNIL JAMLUDEEN

ÖĞRENCİ NUMERSİ 18912755

 

 

DANIŞMAN

PRÖF.DR. AHMET NEDİM SERİNSU

BAHAR DÖNEMİ

ANKARA 2020

 

 

 

 

 

 

v  İMAM BUHARİNİN MEVALID

13 Şevval 194 (20 Temmuz 810) Cuma günü Buhara’da doğdu. Dedesinin dedesi olan Berdizbeh Mecûsî idi. Onun oğlu Mugīre, Buhara Valisi Cu‘feli Yemân vasıtasıyla müslüman oldu. Buhârî bundan dolayı Cu‘fî nisbesiyle de anılmıştır. Dedesi İbrâhim hakkında fazla bilgi bulunmamakla beraber babası İsmâil’in Mâlik b. Enes ve Abdullah b. Mübârek gibi âlimlerden hadis öğrenen bir kişi olduğu bilinmekte ve Buhârî henüz çocukken vefat ettiği, hadise dair bazı kitaplarının oğluna intikal ettiği anlaşılmaktadır. Annesinin ise duası makbul dindar bir kadın olduğu zikredilmektedir.

v  İMAM BUHARİ'NİN HADİS ÖĞRENMEYE BAŞLAMASI

Buhârî on yaşına doğru Muhammed b. Selâm el-Bîkendî, Abdullah b. Muhammed el-Müsnedî gibi Buharalı muhaddislerden hadis öğrenmeye başladı. On bir yaşlarında iken hocası Dâhilî’nin rivayet sırasında yaptığı bazı hataları tashih etmesiyle dikkatleri çekti.On altı yaşına geldiği zaman İbnü’l-Mübârek ve Vekî‘ b. Cerrâh’ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed ile birlikte hacca gitti. Hac sonrası onlar memleketlerine döndükleri halde Buhârî Mekke’de kaldı ve Hallâd b. Yahyâ, Humeydî gibi âlimlerden hadis tahsil etti. Daha sonra bu maksatla ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Bu merkezler alfabetik olarak şöyle sıralanabilir: Bağdat’a sekiz defadan fazla gitti ve her seferinde Ahmed b. Hanbel ile görüşüp ondan faydalandı. Basra’ya dört veya beş defa gitti; orada Ebû Âsım en-Nebîl, Ensârî diye tanınan Basra kadısı Muhammed b. Abdullah ve Haccâc b. Minhâl gibi muhaddislerden istifade etti.

Mekkî b. İbrâhim, Kuteybe b. Saîd vb. âlimlerden hadis dinlemek için Belh’e birkaç defa gitti ve Belhliler’in isteği üzerine onlara kendilerinden ilim tahsil ettiği 1000 hocadan birer hadis yazdırdı. Dımaşk’ta Ebû Müshir’den hadis öğrendi. Hicaz’da altı yıl kaldı. Humus’a gitti. Kûfe’ye birçok defa seyahat ederek Âdem b. Ebû İyâs, Ubeydullah b. Mûsâ, Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn gibi muhaddislerden hadis dinledi. Medine’de İsmâil b. Ebû Üveys, Merv’de Abdân b. Osman, iki defa gittiği Mısır’da Saîd b. Ebû Meryem, Abdullah b. Yûsuf ve Asbağ b. Ferec gibi hocalardan hadis tahsil etti. İlk defa 209’da (824), son olarak da 250’de (864) gittiği ve beş yıl süreyle hadis okuttuğu Nîşâbur’da Yahyâ b. Yahyâ el-Minkarî gibi hadis hâfızlarından faydalandı.

v  HADİS YAZDIĞI MUHADDİSLERİN SAYISI BİNDEN FAZLAYDI

Buhârî kendilerinden hadis yazdığı muhaddislerin sayısının 1080 olduğunu söyler (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâ, XII, 395). Tek nüshası İrlanda’da bulunan (Chester Beatty, nr. 5165/1, 11 varak) İbn Mende’ye (ö. 395/1005) ait Tesmiyetü’l-meşâyih ellezîne yervî ʿanhüm el-İmâm Ebû ʿAbdillâh Muhammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî adlı eserde, Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te rivayette bulunduğu hocalarından 309 muhaddisin adı, yaşadıkları şehirler ve ölüm tarihleri verilmektedir (A. J. Arberry bu risâleyi tanıttıktan sonra söz konusu muhaddislere ait listeyi İngilizce olarak yayımlamıştır [bk. bibl.]). Ancak el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’teki rivayetlerin Buhârî’nin derlediği yüz binlerce hadisin pek az bir bölümünü teşkil ettiğini de gözden uzak tutmamalıdır. Meşhur talebesi Firebrî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i Buhârî’den 90.000 talebenin dinlediğini söylemektedir. En tanınmış diğer talebeleri ise İmam Müslim, Tirmizî, Ebû Hâtim, Ebû Zür‘a er-Râzî, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Sâlih Cezere, İbn Huzeyme gibi muhaddislerdir.

Buhârî’nin uzun seyahatleri sonunda derlediği hadislerle geniş bir kütüphane meydana getirdiği ve seyahatleri esnasında kitaplarını imkân nisbetinde yanında taşıdığı anlaşılmaktadır. Câriyesinin, odasında adım atacak yer bulunmadığından şikâyet etmesi, bir gece uyumayıp o güne kadar yazdığı hadisleri hesapladığını ve senedleri muttasıl 200.000 hadis kaydetmiş olduğunu söylemesi de bunu göstermektedir (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâ, XII, 411, 412, 452). Yazdığı hadislerin kitaplarda kalmayıp onları hâfızasına nakşettiğini gösteren en iyi örneklerden biri Bağdat’ta verdiği imtihandır.

v  BUHARİ VE MİHNE OLAYI

Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk oluşuyla ilgili olarak Mu‘tezile tarafından ileri sürülen görüş (bk. HALKU’l-KUR’ÂN), devletin de destek vermesiyle İslâm âlemini zor durumda bırakmıştır. Ahmed b. Hanbel, muhafazakâr âlimler için bir imtihan vesilesi (fitne) olan bu olay karşısında büyük bir azim ve sebatla direnmiş, sonunda devletin desteğini çekmesi üzerine Mu‘tezile davayı kaybetmiştir. Buna rağmen konu büsbütün kapanmamış, İslâm âleminde sürüp giden bu tartışmalardan Buhârî de zarar görmüştür.

İmam Müslim’in belirttiğine göre Buhârî Nîşâbur’a gittiğinde halk kendisine çok itibar etmiş, onu iki üç günlük mesafede karşılamıştır. Nîşâbur’un tanınmış muhaddisi Muhammed b. Yahyâ ez-Zühlî halka Buhârî’yi karşılamasını tavsiye etmiş, ileri gelen âlimlerle birlikte kendisi de bizzat karşılamaya gitmiş ve talebelerine ona hiçbir kelâm meselesini sormamalarını tenbih etmiştir. Buna gerekçe olarak da Buhârî kendi görüşlerinin aksine bir fikir beyan edecek olursa aralarında ihtilâf çıkacağını, o takdirde Horasan’daki bütün Hâricî, Râfizî, Cehmî ve Mürciî grupların kendilerine düşman olacağını söylemiştir.

Yine Müslim’in belirttiğine göre Buhârî’nin kaldığı ev ziyaretçilerle dolup taşmış, şehre gelişinin ikinci veya üçüncü günü bu ziyaretçilerden biri ona Kur’an’ın mahlûk olup olmadığını sormuş, onun da, Fiillerimiz mahlûktur; bir sözü ifade edişimiz de (Kur’an metnini okuyuşumuz) fiillerimizdendir” demesi üzerine orada bulunanlar arasında büyük bir ihtilâf çıkmıştır. Buhârî’nin Kur’an okumayı mahlûk saydığını iddia edenlerle bu iddiaya katılmayanlar kavgaya tutuşmuş, bunun üzerine ziyaretçiler ev halkı tarafından dışarı çıkarılmıştır.

Bu konuda kendisine anlatılanları nakleden İbn Adî’ye göre ise Buhârî’yi kıskanan bir muhaddis onun Kur’an mahlûktur görüşünü benimsediğini iddia ederek hadis talebelerini hocalarının kanaatini öğrenmeye teşvik etmiş, ancak Buhârî bu konuda fikrini soran kişiye cevap vermek istememiş, fakat onun üç defa ısrarla sormasından sonra, “Kur’an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir; ancak kulların fiilleri (Kur’an’ı okuyuşları) mahlûktur; bu konuda soru sormak ise bid‘attır” diye cevap vermiş, bunun üzerine ortalık karışmıştır.

Sübkî’nin kanaatine göre muhaddis Zühlî, Kur’an metnini telaffuz etmenin mahlûk olduğunu söyleyenlerin kendileriyle konuşulmaması gereken birer bid‘atçı, bizzat metnin mahlûk olduğunu söyleyenlerin ise kâfir sayılacaklarını belirtirken Buhârî’ye muhalefet etmeyi düşünmemiştir. Eğer Zühlî Buhârî’ye muhalefet etmiş ve mahlûk olan dudaklardan çıkan sözün kadîm olduğunu ileri sürmüşse büyük bir günah işlemiştir. Zira gerek Zühlî ve Ahmed b. Hanbel, gerekse diğer büyük imamlar bu kabil münakaşalara dalmanın doğru olmayacağını ifade etmek istemişlerdir.

Anlaşılan odur ki, bu konuda Halku efʿâli’l-ʿibâd adıyla bir de müstakil eser kaleme almış olan Buhârî bu ve benzeri itikadî konuları gerektiğinde konuşulacak meseleler olarak kabul etmektedir. Bu olaylardan sonra muhaddis Ahmed b. Seleme Buhârî’yi ziyaret ederek Zühlî’nin Nîşâbur’da belli bir yeri olduğunu, onun görüşlerine kimsenin karşı çıkamadığını söyledi ve bu durumda ne tavsiye edeceğini sordu. Buhârî de, “Ben işimi Allah’a havale ediyorum; şüphesiz Allah kullarının her halini görür” (el-Mü’min 40/44) meâlindeki âyeti okuyarak Nîşâbur’a bir menfaat elde etmek için gelmediğini, kendisini kıskanan Zühlî’nin dedikodularına son vermek için hemen ertesi gün şehri terkedeceğini bildirdi (Buhârî’nin halku’l-Kur’ân meselesiyle ilgili görüşleri için bu maddenin “Akaide Dair Görüşleri” bölümüne bakınız).

Buhârî Nîşâbur’dan sonra Merv’e gitti. Kendisini yolda karşılayan şehrin tanınmış muhaddis ve fakihi Ahmed b. Seyyâr görüşlerinin isabetli olduğunu, fakat halkın anlayamayacağı konulara girmemesi gerektiğini söyledi. Buhârî de kendisine iyi bildiği bir mesele sorulduğu zaman susmasının mümkün olmadığını ifade etti. Daha sonra Merv’den Buhara’ya geçti.

 

v  .HADİS VE FIKIH İLİMLERİNDE DERİN BİLGİSİ

Buhârî’yi yakından tanıyan âlimlerin takdirkâr ifadeleri, onun ilmî şahsiyeti ve otoritesi hakkında fikir vermektedir. Hocası Nuaym b. Hammâd ile muhaddis Ya‘kūb b. İbrâhim ed-Devrakī, “Buhârî bu ümmetin fakihidir derlerdi. Basralı hocalarından Bündâr diye tanınan Muhammed b. Beşşâr Buhârî gibi bir âlim görmediğini ifade eder ve Buhârî Basra’ya gelince onunla iftihar ettiğini söylerdi. Hadis ve fıkıh ilimlerindeki derin bilgisiyle tanınan hocası İshak b. Râhûye muhaddislere, “Bu gençten hadis yazınız” diye tavsiyede bulunduktan sonra eğer Buhârî Hasan-ı Basrî zamanında gelmiş olsaydı hadis ve fıkhı çok iyi bildiği için herkesin ona başvurmak zorunda kalacağını söylerdi. Yine Basralı hocalarından ve “emîrü’l-mü’minîn fi’l-hadîs lakabını almış nâdir muhaddislerden biri olan Ali b. Medînî’ye, “Buhârî sadece senin yanında tevazu gösteriyor” dediler.

İbnü’l-Medînî de, “Siz ona bakmayın, onun gözleri kendi gibi birini daha görmemiştir” karşılığını verdi. Diğer bir hocası olan Amr b. Ali el-Fellâs ise onun bilmediği hadise hadis denilemeyeceğini söylerdi. İmam Müslim Buhârî’ye hitaben, “Sana ancak seni çekemeyenler kızabilir. Dünyada senin bir benzerinin bulunmadığına şahadet ederim” diyerek ona duyduğu derin sevgiyi dile getirmiştir. İbn Huzeyme ise, “Şu gök kubbenin altında Resûlullah’ın hadislerini Buhârî’den daha iyi bilen ve daha iyi ezberlemiş olan birini görmedim” derdi. Hocalarından Muhammed b. Selâm el-Bîkendî ile Abdullah b. Yûsuf et-Tinnîsî hadis kitaplarını ona tashih ettirmişlerdi. Humeydî de hadise dair bir meselede muhaddislerden biriyle anlaşmazlığa düşünce henüz on sekiz yaşında bulunan talebesi Buhârî’yi hakem tayin etmişti.

v  İMAM BUHARİ'NİN HADİSÇİLİĞİ

Hicrî ilk üç asırda hadise hizmetleriyle tanınan önemli şahsiyetler arasında Buhârî’nin ön planda gelmesinin sebebi, sahih hadisleri ilk defa bir araya getirmesinin yanında hadis ilmindeki tartışmasız otoritesidir. Yüz binlerce rivayet arasından en sahih olanları seçmedeki metodunu Müslim’in aynı adlı çalışmasındaki farklı metoduyla mukayese ederek onu Buhârî’ye tercih etmek isteyenler fazla taraftar bulamamışlardır.

Rivayetlerde her âlimin göremediği ince kusurları (ilel) farketme hususunda Müslim’den de ileride olduğu, senedleri meydana getiren şahısların hem aynı zamanda yaşama, hem de birbiriyle uzun müddet görüşme şartını uygulama hususunda hiçbir muhaddisin onunla boy ölçüşemediği kabul edilmiştir.

Bunlardan başka hadislerden elde ettiği fıkhî görüşlerini bab başlıklarında göstermeye çalışması, bir hadisin ihtiva ettiği birkaç hükmü ilgili yerlerde zikretmek için onu tekrardan kaçınmaması gibi ilmî özellikleri sebebiyle el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, diğer hadis kitaplarına tercih edilmiştir. Bütün muhaddisler gibi Buhârî de eserlerine aldığı hadisleri hangi prensiplere göre seçtiğini kaydetmemiştir. Onun bu prensipleri (şartlar) daha sonra eserleri incelenmek suretiyle tesbit edilmiştir. Bununla beraber Buhârî bazı râviler hakkında tenkitte bulunurken bir kısım prensiplerinden söz etmiştir. Meselâ İbn Ebû Leylâ’dan söz ederken, sadûk* olmakla beraber hadisin sağlamı ile çürüğünü birbirinden ayıramadığı için ondan ve onun gibilerden hadis rivayet etmediğini belirtmiştir (Tirmizî, “Ṣalât”, 152).

v  HADİS YAZARKEN DİKKAT ETTİĞİ HUSUSLAR

Birinden hadis yazarken onun ismini, künyesini, nisbesini ve hadisi nasıl öğrendiğini mutlaka sorduğunu, aldığı cevaplar sonunda eğer o kişiyi yeterli bulursa ondan hadis rivayet ettiğini, aksi halde onun şeyhinden yazdığı asl*ı gördükten sonra hadislerini yazdığını ifade etmekte, fakat bazı hadis talebelerinin ne yazdıklarına ne de nasıl yazdıklarına dikkat etmediklerinden yakınmaktadır (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâ, XII, 406). Buhârî’nin rivayetteki titizliğine rağmen çoğu kendi hocası olan bazı zayıf râvilerden hadis almasının sebebini anlamak kolay değildir. Kendilerinden Müslim’in rivayette bulunmayıp sadece Buhârî’nin hadis aldığı muhaddislerin sayısı 435’tir. Bunlardan zayıf olmaları sebebiyle tenkit edilenler seksen kadardır. Şüphesiz Buhârî bu muhaddislerin her biriyle bizzat görüşmüş, rivayetlerini gözden geçirmiş ve onların hadislerini çok defa bir konuyu desteklemek üzere kullanmıştır (ayrıca bk. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ).

v  İMAM BUHARİ'NİN AHLAK VE FAZİLETİ

Buhârî orta boylu olup zayıf ve ince bir yapıya sahipti. Birçok güzel huyu yanında az konuşması, başkalarının sahip olduğu imkânlara özenmemesi gibi özellikleri de vardı. Yiyip içmeye önem vermezdi. Onun cömertliğini, dünya malına değer vermediğini ve yardım severliğini gösteren davranışları pek çoktur. 25.000 dirhem alacaklı olduğu birine karşı gösterdiği müsamaha dikkat çekicidir. Uzun zamandan beri borcunu ödemeyen bu şahıstan bazı idareciler vasıtasıyla alacağını tahsil etmesini tavsiye edenlere, “Ben onlardan yardım istersem onlar da benden işlerine geldiği gibi fetva vermemi isterlerdünya için dinimi satamam” demiştir. Fakat bazı dostları ona rağmen bu konuyu yöneticilere söylediler. Buhârî bunu haber alınca ilgililere mektup yazarak borçluya bir kötülük yapılmamasını istedi ve onunla her yıl kendisine 10 dirhem ödemek üzere anlaşma yaptı. Buhârî’nin dünya işleriyle ilgilenmediği, şahsî işlerini bir adamının yürüttüğü kendi ifadelerinden anlaşılmakta

v  İMAM BUHARİ'NİN ESERLERİ

1. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ*. Buhârî, halk arasında Ṣaḥîh-i Buḫârî diye şöhret bulan bu eseri 600.000 kadar hadis arasından seçerek on altı yılda meydana getirdiğini, her bir hadisi (veya babı) yazmadan önce mutlaka boy abdesti alarak iki rek‘at namaz kıldığını söylemiştir.Eserini Buhara’da yazmaya başlamış, çalışmasına Mekke, Medine ve Basra’da devam etmiştir. Yeryüzünde hiçbir esere gösterilmeyen bir ihtimama mazhar olan ve İslâm dünyasında üzerine yüzlerce inceleme ve şerh kaleme alınmış bulunan el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, İstanbul, Mısır, Hindistan ve Avrupa’da birçok defa basılmıştır.

2. et-Târîḫu’l-kebîr*. Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ten önce yazdığı bu kitap sahasının ilk eserlerinden biri olup burada ashaptan kendi şeyhlerine gelinceye kadar 13.000’e yakın râvinin güvenilirlik derecesini tesbit etmiştir. et-Târîḫu’l-kebîr Haydarâbâd’da Dârü’l-maârifi’l-Osmâniyye tarafından dört büyük cilt (sekiz cüz) halinde basılmıştır (1361-1364). Ayrıca Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye ve Müessesetü’l-kütübi’s-sekāfiyye tarafından eserde geçen şahısların ve hadislerin fihristi hazırlatılarak Beyrut’ta iki cilt halinde yayımlanmıştır (1407/1987).

3. et-Târîḫu’l-evsaṭ. et-Târîḫu’l-kebîr’in bir muhtasarı olduğu anlaşılmakla beraber eserin tam olarak günümüze geldiği bilinmemektedir. Çok eksik bir nüshası Hindistan’da mevcuttur (Bankipûr 12/32, nr. 687, 56 varak).

4. et-Târîḫu’ṣ-ṣagīr. et-Târîḫu’l-kebîr’in bir hulâsası olup râvileri et-Târîḫu’l-kebîr’deki gibi alfabetik olarak değil vefat tarihlerine göre ele almakta ve onlar hakkında diğer eserlerinde rastlanmayan bilgiler vermektedir. Eser Muhammed el-Ca‘ferî tarafından Allahâbâd’da (1324, taşbaskı) ve Ahmedâbâd’da (1325), Mahmud İbrâhim Zâyed tarafından da Kahire’de (1396-1397/1976-1977) iki cilt halinde yayımlanmıştır. Bu çalışma, Yûsuf el-Mar‘aşlî tarafından içindeki hadislerin fihristi yapılarak Beyrut’ta yeniden basılmıştır (1986).

5. Kitâbü’d-Duʿafâʾi’s-sagīr. İbrâhim ismiyle başlamakta ve 418 râviyi ihtiva etmektedir. Buhârî’nin daha önce zikredilen kitaplarına nisbetle oldukça küçük hacimli olup alfabetiktir. Eser Agra’da (1323), Allahâbâd’da (1325), Bûrân ed-Danâvî’nin tahkikiyle Beyrut’ta (1404/1984), Abdülazîz İzzeddin es-Seyrevân tarafından el-Mecmûʾ fi’d-duʿafâʾ ve’l-metrûkîn adıyla ve Nesâî ile Dârekutnî’nin ed-Duʿafâʾ ve’l-metrûkîn adlı eserleriyle birlikte Beyrut’ta (1405/1985) ve Mahmûd İbrâhim Zâyed’in tahkikiyle Nesâî’nin Kitâbü’d-Duʿafâʾ ve’l-metrûkîn’i ile birlikte yine Beyrut’ta (1406/1986) yayımlanmıştır.

6. Kitâbü’l-Künâ. et-Târîḫu’l-kebîr’i tamamlayıcı mahiyette olan bu eser, isimlerinden çok künyeleriyle tanınan 1000 kadar râvi hakkında kısa bilgiler vermektedir. Kitabın sonunda Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî el-Yemânî’nin eseri tanıtan bir yazısı bulunmaktadır. İbn Ebû Hâtim er-Râzî’nin Beyânü ḫaṭaʾi Muhammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî fî Târîḫih adlı eseriyle birlikte Haydarâbâd’da basılmıştır (1360).

7. et-Târîḫ fî maʿrifeti ruvâti’l-hadîs ve nakaleti’l-âsâr ve temyîzi sikātihim min duʿafâʾihim ve târîḫi vefâtihim. Bu eser de Buhârî’nin diğer tarih kitaplarına nisbetle oldukça küçük hacimli olup Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunmaktadır (Medine, nr. 524, 18 varak).

8. et-Tevârîḫ ve’l-ensâb. Bazı önemli şahsiyetler hakkında bilgiler ihtiva eden eserin diğer kitaplarda olduğu gibi belli bir metodu yoktur. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bir nüshası mevcuttur (III. Ahmed, nr. 2969, vr. 382a-399b).

9. el-Edebü’l-müfred*. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’te bulunmayan güzel ahlâka dair bazı hadisleri de ihtiva eden ve 644 bab içinde 1322 hadisi toplayan eser Hindistan’da (1304), Agra’da (1306), İstanbul’da (1306, 1309), Kahire’de (1346, 1349) ve Muhammed Fuâd Abdülbâkī’nin tahkikiyle yine Kahire’de (1375/1955) yayımlanmıştır.

10. Ḫalku efʿâli’l-ʿibâd*. Kulların diğer fiilleri gibi Kur’an’ı telaffuz edişlerinin de mahlûk olduğunu ortaya koymak maksadıyla yazılan eser Muhammed Şemsülhak el-Azîmâbâdî tarafından Delhi’de (1306), Ali Sâmî en-Neşşâr ile Ammâr et-Tâlibî tarafından ʿAkāʾidü’s-selef adlı eser içinde (1970), daha sonra müstakil olarak Beyrut’ta (1404/1984) yayımlanmıştır.

11. Refʿu’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât. Namazda rükûa varırken ve rükûdan kalkarken tekbir almanın sünnet olduğuna dair olan eser, Urduca tercümesiyle birlikte Kalküta’da (1256), Tenvîrü’l-ʿayneyn bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Delhi’de (1299), Ḫayrü’l-kelâm fi’l-kırâʾati ḫalfe’l-imâm ile birlikte Kahire’de (1320) ve Ahmed eş-Şerîf tarafından Ḳurretü’l-ʿayneyn bi-refʿi’l-yedeyn fi’ṣ-ṣalât adıyla Küveyt’te (1983) basılmıştır.

12. Kitâbü’l-Kırâʾati ḫalfe’l-imâm. Ehl-i re’y*in görüşlerinin aksine farz namazlarda imamla beraber cemaatin de Kur’an okumasının gerekli olduğunu ileri süren eser, Hayrü’l-kelâm fi’l-kırâʾati ḫalfe’l-imâm adıyla ve Urduca tercümesiyle birlikte Delhi’de (1256), Kahire’de (1320) ve Beyrut’ta (1985) yayımlanmıştır.Buhârî’nin üç râvi ile Hz. Peygamber’e ulaşan rivayetlerini ihtiva eden es-Sülâsiyyât daha sonraları tertip edilmiştir. Onun el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’teki bazı “kitâb”ları önce müstakil olarak yazdığını, bunları daha sonra yeniden gözden çirerekeserine birer bölüm olarak aldığını tahmin etmek güç değildir. Daha çok et-Târîḫu’l-kebîr’de görülen es-Sahîh, el-Müsned, el-Müsnedü’l-kebîr, el-Muḫtasar gibi kitap isimleriyle de el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i kastetmiş olmalıdır.

v  BUHARİ HAZRETLERİ'NİN VEFATI

Buhârî oradan Semerkant’a gitmek üzere yola çıktı. Semerkant’a 3 mil mesafede bulunan Hartenk kasabasındaki akrabalarını ziyaret etti. Fakat orada hastalandı ve Semerkant’a gidemedi. 256 yılının ramazan bayramı gecesi vefat etti, ertesi gün (1 Eylül 870 Cuma) orada toprağa verildi. Ailesi hakkında bütün bilinenler, Ahmed adında bir oğlu olduğu, evinde birkaç câriyesi bulunduğundan ibarettir.

FIKIH HAKIINDA BİR DEĞERLENDİRME

Fıkıh nedir?  kısaca ceveplarsak eğer temelin üçüncü kayanığdır. Fıkıh kelimesi sözlükte "bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, içyüzünü ve inceliklerini kavramak" anlamına gelir. Terim olarak fıkıh hicrî ilk asırlarda zihnî çaba ile elde edilen dinî bilgilerin tamamını ifade etmişken, iman ve itikad konularının ayrı bir ilim dalı olarak teşekkül etmesine paralel olarak, ileri dönemlerde İslâm'ın fert ve toplum hayatının değişik yönleriyle ilgili şer‘î-amelî hükümlerini bilmenin ve bu konuyu inceleyen ilim dalının özel adı olmuştur. Fıkıh ilminde uzman olan kimselere de fakih (çoğulu fukahâ) denir. Bir bakıma müslümanın davranış bilgisi demek olan fıkhın iki ana kaynağı, Kur'an ve Sünnet’tir.

Fık h İlınindeki Yeri. Büyük bir hadis imamı olarak şöhret bulan Buhar! aynı zamanda bir fakihtir. Ancak hadis ilmindeki yüksek seviyesi sebebiyle bu yönü ikinci planda kalmıştır. Hayatı ve ilmi şahsiyetinden bahseden tabakat kitaplarında kendisinin "fakihlerin efendisi", "bu ümmetin fakihi" ve "AIIah'ın yarattığı kullar içerisinde en fakih olanı" diye nitelendirildiği nakledilir. Bazı müellifler ise mukayese yolu ile bir değerlendirme yaparak Buhari'yi. hocaları Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Rahuye'den daha fakih sayarlar (İbn Hacer. Hedyü's· sarf, ll, 237). İbn Kuteybe de kendisine fetva soran bir adamı Buharl'ye gönderirken ona, "İşte Ahmed b. Hanbel. İbnü'I-Medlni ve İshak b. Rahuye. Allah bu üçünü de sana gönderdi" diyerek Buhari'ye danışmakla bu üç alime danışmış sayıtaeağına işaret etmiş, onun fıkıh ilmindeki bilgi ve kabiliyetinin seviyesini dile getirmiştir

Buhari fıkıh ilmindeki bu üstün mevkii sebebiyle dört mezhebin mensupları tarafından sahiplenilmiştir . Hanbeli fakihlerinden İbn Ebu Ya'la onu Hanbeli fakihlerin birinci tabakasından . Taeeddin es -Sübkf ise Şafif . fakihlerin ikinci tabakasından saymaktadır. Abdullah b. Yusuf. Said b. Anber ve İbn Bükeyr'den el-Mu atta,ı rivayet ettiği için Buharf Malikller'ce kendi mezheplerine mensup kabul edildiği gibi, Hanefi fakihi İshak b. Rahuye'den ders almış olması sebebiyle de Hanefiler tarafından kendi mezheplerine bağlı olduğu ileri sürülmüştür. Ancak onun birçok meselede İmam Şafil'ye muvafakat etmesi, Şafii mezhebine mensup olarak şöhret bulmasına sebep olmuştu . Fakat Keşmlrf ile bir grup hadis ve kıh alimine göre Buhar! ne belli bir mezhebe intisap eden mukallid, ne de herhangi bir mezhebin sınırları içinde ictihadda bulunan "mezhepte müctehid"dir. Eğer fıkıh "şer'l-ameli hükümleri tafsill delillerinden istinbat ederek bilmek" ise Buhar! bu tarife göre tam bir fakih ve bir ,;mutlak müctehid "dir. Zira Kitap ve Sünnet'e en geniş çerçevede va ıf olmuş ve hükümleri doğrudan o kaynaklardan elde etmiştir. Sahabe. tabiln ve daha sonra gelen müctehid imamların görüşlerine vakıf olması da onu bu hususta daha güçlü kılmıştır. el-Cami 'u·s-saN~ 'indeki bab başlıklarını tesbit ederken herhangi bir mezhebe bağlı kalmamış , yalnızca naklettiği nasları dikkate alarak hüküm çıkarmıştır. Ayrıca Ebu Hanife'ye muvafakat ettiği yerler, Şafii'ye muvafakat ettiklerinden daha az değildir . İbn Abbas'tan da cünüp kimsenin Kur'an okumasında bir mahzur olmadığını naklederken cünübün kıraatine cevaz vermekte ve bu fetvasıyla da fak.ihlerin büyük çoğunluğuna muhalefet etmektedir. Şu kadar varki Şafii de görüldüğü üzere delillerden ahkam çı armak için esas teşkil edecek herhangi bir usul kaidesi Buhari' den nakledilmemiştir. Bu noktadan hareketle onun mutlak müctehid değil ancak mezhepte riıücteh d olduğunu söylemek ilk bakışta mümkün gibi görünürse de aslında doğru değildir. Çünkü bu ölçü doğru kabul edilecek olursa, Takıyyüddin Abdülganl'nin de belirttiği gibi. İmam Malik ile Ebu Hanife'nin de mutlak müctehid sayılmaması gerekir (Hüseynl Abdülmecld aşim , s. 169). Bütün alimler, Buhari'nin telif ettiği eserler ve verdiği fetvalar yoluyla büyük bir fı hl miras bıraktığı hususunda ittifak etmişlerdir. Söz konusu eserleri içinde en önde gelenin el-Cami 'u'ş-ş ~i~ old uğu bilinmektedir. Bu eser balı başına bir ıh ve fetva hazinesi olarak nitelendirilmektedir. Özellikle Buhar! tarafından konulan bab başlıkları fıkhl görüşlerini yansıtması bakımından apayrı bir önem taşır. Bu sebeple, "Buhari'nin fıkhı bab başlıklarındadır" denilmiştir. İbn Hacer'in tesbit ve değerlendirmesine göre Buhar!, ŞaNh 'inde fıkhl bilgi ve incelikierin bulunmasına özen göstermiş , bundan dol yı rivayet ettiği naslardan birçok hüküm çıkarmış ve bu hükümleri ilgili kitabın (ana bölümün) muhtelif babları arasına uygun bir şekilde serpiştirmiştir. Bunu yaparken gerekli yerlerde ahkam ayetlerini zikretBUHAR[, Muhammed b. İsmail meyi de ihmal etmemiştir. Aslında elCami şa~fh'i telif ederken Buhari'nin takip ettiği hedef. koyduğu prensipler çerçevesinde hadis nakletmenin yanında bunlardan ve ilgili ayetlerden hükümler çıkarmak olmuştu. Bu sebepledir ki birçok babda rivayet ettiği hadislerin isnadını başka yerde verm ş olduğundan tekrar kaydetmeyerek yalnızca Hz. Peygamber'den nakilde bulunan kimsenin adını ve hadisin ilgili kısmını zikretmekle yetinmiştir. Bu ve benzeri durumlarda Buhari'nin esas amacı. bab başlığı olarak ele aldığı mesele için bir delil getirmek olmuş ve zaten malum olan bu hadisiere yalnızca işarette bulunmakla yetinmiştir. Bazan bir babda sadece bir hadis kaydedilmesinin, bazan da konu ile ilgili olarak hadis bulunmayıp onun yerine bir Kur'an ayeti zikredilmesinin sebebi budur (mesela bk. Buhari, "Mezdlim" 6, 7). Böyle durumlarda Buhari'nin, bab başlığı şeklinde ortaya koyduğu hükmün delilinin hadis değil Kur'an olduğunu belirtmek istediği anlaşılmaktadır. Hatta bazan da bab başlığının altında hiçbir şey. Buhari'nin l-Cami'u ş- aN}ı'ine koyduğu bab başlıklarının hem muhaddisler hem de fakihler için taşıdığı önem dolayısıyla bu eser üzerine yapılan şerhlerde konu itina ile işlendiği gibi aynı mevzuda müstakil eserler de kaleme alınmıştır..

İbn Hacer'e göre Buharl'nin fıkıh alanındaki kudreti sadece bab başlıklarında değil aynı zamanda babların düzenlenmesinde de görülmektedir. Hacası Ebu Hafs ömer b. Raslan el-Bulkfnl'nin bu konudaki görüşlerini nakleden İbn Hacer (Hedyü's -sarf, II, 224 -227), bu üslup ve metottan etkitenmiş olarak Buhari Muhammed b. ismail hu'1- bdrf' de benzeri değerlendirmeleri ihmal etmemiştir. Mesela "Kitabü ~-salat"ın başlangıcında sözü edilen tertip ve tanzirnin fıkhi cephesi hakkında ileri sürdüğü mütalaalar dikkate değer  Buhari, diğer imamların hüküm çıkardığı şert kaynaklardan faydalanmakla birlikte onun genelde takip ettiği metot, hadisleri ihtiva ettikleri fıkhi hükümleri esas almak suretiyle bablara ayırmak, bu bablarda yer alan meseleleri Kur'an, hadis ve sahabe fetvaianna dayandırmaktır. Bazı araştırmacılara göre bu metodun belli başlı üç özelliği vardır.

 1. Fıkhi hükme temel teşkil eden esas kaynağın sıhhatine güven duymak;

 2. Sahabe ve tabiin tarafından varılan ya da onlar tarafından teyit edilen hükmün doğruluğuna ınanmak ;

3. Ehliyetli bir fakihin önüne bir hükmün ayet ve hadisle ilgisi hususunda yeni ufuklar açmak. Buhari sadece kendi görüşünü zikretmekle yetinmemiş, bazı durumlarda muhalif görüşleri de kaydetmiş ve onlarla tartışmaya girmekten çekinmemiştir. Bu durumlarda karşı görüşü savunan kişi veya mezhebin adını anmak yerine "bazı insanlar, insanlardan biri" tabirini kullanmıştır. Bu şekilde varit olan itirazların birçoğu Ebu Hanife'ye yönelik olduğu için Hanefi mezhebi mensupları bu tabiri, imamlarının layık olduğu makama yakışmayan bir ifade olarak değerlendirmişler, hatta bu konuyu ciddi bir mesele gibi ele alan bir grup Hintli Hanefi alimi Ba c:iu'n-nds if det ci'l-vesvds (Hind 1892) adıyla bir kitap telif etmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi