T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR)
ANABİLİM DALI
Usul/Tarih Mütalaası
Hazırlayan Ögrenci: Murat KALKAN
Öğrenci No: 21922729
Ders Adı: Esbab-ı Nüzul I
Prof. Dr. Ahmed Nedim SERİNSU
ANKARA 2021
TEFSİR TARİHİ
I. Tefsir’in
tanımı
Sözlükte
“açıklamak, beyan etmek” anlamındaki فسر kökünden
veya taklib yoluyla سفر kökünden تفعيل vezninden türeyen tefsir; “açıklamak,
ortaya çıkarmak, kelime veya sözdeki kapalılığı gidermek” demektir. Kur’ân-ı
Kerîm’de tefsir kelimesi sadece bir ayette geçer (25/Furkân, 33). Sefr
kelimesinin kadının yüzünü açması, baştaki sarığın alınmasıyla başın ortaya
çıkması ve sabahın aydınlıkla belirmesi gibi “bir şeyin üzerindeki perdenin
kalkması ve belli olması, kapalı bir şeyin aydınlanması” anlamlarında
kullanıldığı bilinmektedir.
Istılahta
ise Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini açıklamayı ve yorumlamayı ifade eden tefsir
kelimesi; Kur’an âyetlerini yorumlama ilmi ve bu alandaki eserlerin ortak adıdır.
II.
Tefsir’in konusu
Beşerî
ve pozitif bilimlerin bir amacı olduğu gibi islamî ilimlerin herbiri de bir
maksada matuf olarak ortaya çıkmıştır. İslamî ilimler içerisinde önemli bir yer
kaplayan tefsir ilminin gayesi “Allah’ın muradını beşerî kudret nispetinde onun
kitabından anlama çabası” olarak özetlenir. Bu amacı gerçekleştirmek için
birtakım enstrümanlara ihtiyaç duyar. Bunlar; Arap dilinin çok yönlü bilgisi ve
tarihi arka planı, Kur’ân ayetleri, Rasûlullah’ın sünneti, sahabe ve tâbiin
sözleri ile müfessirin ilmî ve aklî dirayetiyle Kur’ân’dan istinbâtından
ibarettir.
III.
Tefsir’in doğuşu ve gelişmesi
Semâvî
kitapların sonuncusu olan Kur’ân, Allah Resûlünün şahsında tüm insanlığa nâzil
olması itibariyle, Kur’ân’ın ve dolayısıyla tefsirin ilk muhatabı Peygamber
aleyhisselam’dır. Bunun doğal bir sonucu olarak tefsirin ortaya çıkış süreci
onunla başlar ve ilk müfessir olarak o kabul edilir. Kendisi hayatta iken bazen
sorulan bir soruya cevap sadedinde bir ayeti açıklamış, bazen ise الصلاة الوسطى(orta namaz) meselesinde olduğu gibi ayetlerde geçen anlaşılması zor
bazı kavramları izah etmiştir.
Rasûlullah’ın,
Kur’ân’ın ne kadarını tefsir ettiği hususunda görüş birliğine varılamamış, İbn
Teymiyye Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını tefsir ettiğini iddia ederken, diğer bir
kısım âlimler ise tamamını tefsir etmediği noktasında birleşmektedir. İbn
Teymiyye’ye göre eğer Kur’ân’ın tamamını tefsir etmeseydi Allah’ın kendisine
verdiği tebyin görevinin bir anlamı kalmazdı. Huveyyî ise Rasûlullah’ın tefsir
ettiği âyetlerin az olduğunu söyler. Hz. Âişe’den rivayet edilen, “Peygamber,
Cibrîl’in kendisine öğrettiği sayılı âyet dışında Allah’ın kitabından herhangi
bir şey tefsir etmezdi” şeklindeki rivayeti de görüşüne delil olarak getirir.
Kur’an’ın
ilk müfessirinin Resul-i Ekrem olduğu noktasında bir ihtilâf yoktur. Tefsiri
ondan ashabı almış, ashap da bu bilgileri tâbiîne aktarmıştır. Muteber hadis
kaynakları Rasûlullah’a, ashaba ve tâbiînin önde gelenlerine ait Kur’an
tefsirlerini bir araya getirmiştir. Bu kaynaklara bakıldığında Resûl-i Ekrem’in
Kur’an tefsirinin muhtelif şekillerde ortaya çıktığı görülür. Rasûlullah yer
yer ashabın yanlış anlama ve yorumlamalarını tashih etmekte, yer yer doğrudan
bir âyeti veya sûreyi yorumlamakta veya kapalı bir noktasını açıklamakta, bazan
da sorulara cevap mahiyetinde Kur’an’ı tefsir etmektedir. Âyetteki kapalılığın
giderilmesi, bilinmeyen bir kelimenin izahı, âyetin âyetle tefsir edilmesi,
âyette anlatılan bir olaya dair ayrıntı verilmesi bu tefsir şekillerindendir.
Böylece Rasûlullah yaptığı yorumlarla Kur’an’ın mücmelini beyan, mutlakını
takyid, müşkilini tavzih, müphemini beyan, umumunu tahsis ve neshini beyan
etmiş, yer yer başka açıklamalar da yapmıştır. Hadis kaynaklarında nakledilen
sahâbe rivayetlerinde esbâb-ı nüzûl ve nâsih-mensuh konularında bilgi bulunduğu
gibi âyetteki kapalılığın giderildiği, kelimelerin açıklandığı, İsrâiloğulları’ndan
gelen haberlerin aktarıldığı hususlar da göze çarpmaktadır.
Sahabe,
vahyin iniş sürecine tanıklık etmiştir. Bu, esbab-ı nüzulü bilmek kadar
vahiy-hadise ilişkisine şahitlik ile vahyin arka planına vâkıf olmakla mümkün
olmuştur. Bu durum sahabeyi diğer insanlardan avantajlı kılmaktaydı. Sahabeler
büyük çoğunluğu itibariyle tefsir yapmamış olsa da İbn Abbas, İbn Mes’ûd gibi bazı
sahabelerden birçok tefsir rivayeti günümüze ulaşmıştır. Sahabenin Kur’an
tefsirindeki kaynakları sırasıyla; Kur’an, Rasûlullah’ın tefsiri, ictihâd,
cahiliye şiirleri ve ehl-i kitaba müracaat idi.
Tâbiîn
ve tebeu’t-tâbiîn devrinde tefsir faaliyetleri bir hayli genişlemiştir. Bunda
tefsirle ilgili rivayetlerin farklı isnad çeşitlerinin anılması, Arap dil
bilimlerinin gelişmesi ve tedvin faaliyetlerinin artması ile oluşan dil ilimlerinin,
şiir, nesir, deyim ve atasözlerinin delil olarak kullanılması, İsrâiliyat’ın
daha da artması ve ulemâ arasındaki tartışmaların nakledilmesi etkili olmuştur.
Bu dönemde dirâyet tefsiri kategorisine giren yorumların dikkate değer biçimde
çoğaldığı görülmektedir. Tâbiîn devrinde bizzat müfessirler tarafından kaleme
alınan tefsirler bir hayli azdır; yine de tefsirin kitap olarak tedvini hadis
mecmualarından öncedir. 150 (767) yılında muhtemelen 100 yaşında vefat eden
Mukātil b. Süleyman’ın günümüze ulaşan Kur’an tefsiri ve tefsire dair diğer
eserleri tefsirlerin ilklerindendir
HADİS EDEBİYATI TARİHİ
I. Hadis
İlminin Teşekkülü
Peygamber
aleyhisselam döneminde hadislerin yazılmasıyla ilgili olarak birtakım
tartışmalar olmakla beraber genel olarak kabul gören görüş, Rasûlullah’ın hadis
yazmak için kendisinden izin isteyen ashabına başlangıçta izin vermeyip daha
sonra bu taleple gelen bazı sahabîlere hadis yazmaları için izin verdiği
yönündedir. Peygamber dönemine ait bazı yazılı vesikalar ile sahabîlerin
kendileri için yazdıkları bazı hadis sahifeleri de hadislerin aynı dönemde
yazıldığını ortaya koymaktadır. Ancak sahabeye ait olduğu iddia edilen bu
sahifelerden hiçbiri daha sonraki nesillere ulaşmamıştır
Müslümanların
fetihleri ile İslam devletinin toprakları genişleyip farklı din, kültür ve
milliyetten insanlar Müslüman toplumun bünyesine dâhil oldular. Bu durumun
getirileri olduğu kadar götürüleri de vardı. Kur’ân ile yeniden dirilen Arap
dilinin saflığını korumak ve yaklaşık yüzyıldır nakledile gelen hadis
rivayetlerini muhafaza edip sahih bir şekilde yeni nesillere aktarmak
Müslümanların en önemli gündemleri arasına girmişti.
II. Hadis
İlminin Gelişim Süreci
Hadis
tarihinin geçirdiği safhalar genelde dört ana başlık altında zikredilmektedir.
Bunlar; Hıfz, Kitabet, Tedvin ve Tasnif aşamalarıdır. Hadislerin hıfzı,
Allah’ın elçisi henüz hayatta iken başlamış, kitabeti ise kısmen o dönemde
başlamakla beraber hicrî ilk asrın sonları ve ikinci asrın başlarında hız
kazanmıştı. Rasûlullah hayatta iken başlayan hadisleri yazıya geçirme faaliyeti
bireysel çabalardan ibaret ve metodolojik olmaktan uzaktı.
İlk
halifeler döneminde hadislerin yazıya geçirilip bir araya getirilmeye niyetlenildiği,
fakat çeşitli sebeplerle bundan vazgeçildiği kaynaklarda nakledilmektedir. Genel
kabule göre halife Ömer b. Abdulaziz’in (101/720) Zührî’ye (ö. 124/742) emriyle “tedvin” sürecinin başladığı yönündedir. Hicri birinci
asrın sonları ile ikinci asrın başlarından itibaren bir araya getirilen ve
tedvini tamamlanan bu hadis rivayetleri belli bir sisteme göre
sınıflandırılmadığı için bunlardan istifade etmek oldukça zordu. Bu nedenle
rivayetleri tasnif eden âlimler aynı zamanda rastgele sıralanan hadisleri de
belli bir sisteme göre tertip etme gereği duydular. Bu durum da tasnif
hareketini beraberinde getirdi.
Hicri
ikinci yüzyılda muhaddisler ile Mutezilî kelamcılar arasında meydana gelen ve
üçüncü asırda giderek şiddetlenen görüş ayrılıkları ve tartışmalar neticesinde
hadisçiler hem Hz. Peygamber’in sünnetini onların bu eleştirilerinden korumak
hem de onlara cevap verebilmek amacıyla yoğun bir tedvin ve tasnif hareketine
girişmişlerdir. Hadisçilerin bu gayretleri neticesinde başta Kütüb-i Sitte
olmak üzere çok sayıda Hadis kaynağı ve cerh-ta’dîl konusuyla alakalı eserler
ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bu döneme hadisin altın çağı denilmiştir.
FIKIH TARİHİ
Fıkıh
tarihinin başlıca devirleri:
Fıkhın geçirdiği devirler 6'ya ayrılır:
1 - Vahiy Devri: Yani Hz. Peygamber (S.A.) zamanı. Bu devirde teşri, Kitab ve
Sünnete dayanır.
2 - Sahabe Devri: Bu devirde de fıkhın kaynağı Kitab ve Sünnettir. Ashabın
içtihadları ve icma' da delil olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kitab toplanmış
ve istinsah edilmiş, Sünnet tedvin olunmaya başlamıştır.
3 - Tâbiin Devri: Müslümanlar siyasi gruplara ayrılmıştır. Âlimler, muhtelif
şehirlere dağılmıştır. Örf ve âdetin tesiriyle ihtilaflar artmıştır. Nasslardan
hüküm istinbat etme usulü teessüs etmiştir. Uydurma hadisler baş göstermiştir.
Ulema, Ehl-i Hadis ve Ehl-i Re'y diye iki gruba ayrılmıştır.
4 - Hicrî 100-350 yılları arasındaki
devir: Büyük imamlar ve müctehidler
devridir. Kur'an-ı Kerim'in kıraatına, tefsirine büyük önem verilmiştir.
Hadisler yazılmıştır. Usul-ü Fıkıh, içtihad usulleri kurulmuştur. Füru'da
ihtilaflar çoğalmıştır. Kıyas ve içtihadda ayrılıklar başlamış, fıkıh
istilahları çıkmıştır. Ana kaynak olan kitablar yazılmıştır.
5-
Hicrî 350-656 yıllan arasındaki devir:
Mezhepler yayılmış ve kuvvetlenmiştir. Mezhep taraftarlığı ve taklid artmıştır.
Eskilerin verdikleri hükümlerin sebeplerini araştırmak (Ta'lil-i Ahkâm) ve
onlarınkilerinden mesele çıkarmakla uğraşılmıştır.
6 -
Son Devir: Durgunluk devridir. Ulema arasında
rabıta kopmuş, her ülke kendi derdine düşmüştür. Fukaha, eskilerin eserlerini,
ya ihtisar veya şerh etmekle meşgul olmuştur. Bu şartlar altında fıkıh
duraklamıştır. Ancak zamanımızda İslam âleminde, her sahada olduğu gibi fıkıh
ve hukuk sahasında da bir uyanma ve çalışma başlamıştır.[7]
GENEL DEĞERLENDİRME
İnsanlığı hidayete
ileten vahiyler silsilesinin sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerîm insanın kalp
ve akıl birlikteliğini gözetmiş, bir yandan insanı aklını kullanmaya
teşvik ederken öte taraftan onun kalp, duygu ve vicdan bütünlüğünü esas
almıştır. Kalp ve aklın birlikteliğinden doğan hikmet gerek ayetlerde gerekse
onun güzîde müfessiri Rasûlullah’ın uygulamalarında kendisini göstermiştir. Allah’ın
elçisi insanların arasında iken ihtiyaç hissettikleri anda ona başvurur
sorunlarına çözüm bulur, Allah’ın muradını anlamada onun rehberliğine
güvenirlerdi. Onun vefatından sonra ise artık bu imkândan mahrum kalmışlardı;
lakin Allah’ın kitabı önlerinde, elçisinin uygulamalarını temsil eden sünnet
ise zihin ve dillerinde dolanmaktaydı.
Rasûlullah’tan sonra
Müslümanlar, dinî, beşerî, sosyal ve hukukî ihtiyaçları için Kur’ân’a başvurur,
orada bulamadıkları hüküm veya durumlar için ise rivayetler silsilesinde saklı
hadislere müracaat ederlerdi. Hadisler her ne kadar Rasûlullah hayatta iken
bazı sahabeler tarafından kayıt altına alınsa da ağırlıklı olarak şifahen
nakledilmişti. Bu durum hicri ilk yüzyıl boyunca kısmen böyle devam etmiş, ilk
asrın sonlarına doğru büyüyen İslam devletinin toprakları ve Müslüman olan yeni
kavimlerin artmasıyla hadislerin cem edilmesi ihtiyacı doğmuştu. Bu ihtiyacı
ilk olarak resmî emre döken kişi halife Ömer bin Abdulaziz olmuştu. Onun emri
ile Zuhrî (ö. 124/742) hadisleri tedvin etmeye başlamıştı. İkinci yüzyılda
hummalı bir şekilde sürdürülen tedvin faaliyeti neticesinde rivayetler herhangi
bir tasnife tabi tutulmaksızın, mevcut bilgiler topluluğunun gelecek nesillere
aktarılması hedeflenmişti. Bu rivayetler silsilesi içerisinde tefsir, siyer,
meğâzî, fıkıh gibi sonradan her biri birer temel ilim dalı haline gelecek dallar
yer almaktaydı. Hicrî ikinci asır sonu ve üçüncü asır başında hadislerin
tasnifi kemale ermiş, hadis edebiyatı altın çağına ulaşmış ve literatür
oturmuştu.
Temel İslami ilimlerin ihtisaslaşma neticesinde farklı
dallara ayrılması her birine derinlemesine vukûfiyetin önünü açmıştı. Bununla
birlikte bilginin bütünlüğü ilkesi çerçevesinde bir takım risklerin oluşmasının
önüne de geçilememişti. Nitekim ilk dönemlerde bir âlim hem muhaddis, hem
müfessir hem de fakih veya tarihçiydi. İhtisaslaşmanın oluşması bilgiye tikel
yaklaşımı netice vermişti. Bu durum çağımızda da devam etmektedir. Bir ilim
adamının hem muhaddis hem müfessir hem de fakih olduğu, aynı zamanda kelam ve İslam
felsefesi bildiği pek rastlanan bir durum değildir. Bir insanın bu ilimlerin
her birini kendinde cem etmesi zor olsa da zihnî ön kabul veya bilinçaltı
olarak bilginin bütünlüğü ilkesi ile bu bilim dallarına bakabilmelidir. Tıpkı
yapbozun parçalarına odaklanırken büyük resmi kaçırmamak gibi, bir bilgi ile
uğraşırken Kur’ân’ın çizmeye çalıştığı büyük resim de kaçırılmamalıdır.
Yararlanılan Kaynaklar:
Tefsir Tarihi, Muhsin Demirci;
Kur’ân İlimleri ve Tefsir Tarihi, Mehmet Akif Koç;
Hadis Tarihi, Talat Koçyiğit;
Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku.
[1]
Muhsin Demirci, Tefsir usûlü, 29.b., İstanbul, M.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul,
2014, s.19.
[2]
Mehmet Akif Koç, Kur’ân İlimleri ve Tefsir Tarihi, 1.b., Grafiker Yayınları,
Ankara, 2021, s.30.
[3]
Abdulhamit Birışık, "TEFSİR", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsir#1 (28.10.2021).
[4] Abdulhamit
Birışık, "TEFSİR", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsir#1 (28.10.2021).
[5] Mehmet
Akif Koç, Kur’ân İlimleri ve Tefsir Tarihi, 1.b., Grafiker Yayınları, Ankara,
2021, s.30.
[6] Abdulhamit
Birışık, "TEFSİR", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsir#1 (28.10.2021).
[7] Osman
Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Müftüoğlu Yayınları, Ankara, 1969, s.2.
Tefsir, Hadis ve Fıkhın Kısa Tarihi[1]
Kur’an’ı Kerim, “oku-düşün-anla-yaşa”[2] olarak ilkeleştirilebilecek bir anlayış için gönderilmiştir. Bu ilahi vahiy, Levh-i Mahfûz’dan Cebrail vasıtasıyla Hz. Peygamber(s.a.s)’e ulaştırılmıştır. Tebliğ ve tebyin ile görevlendirilen Resulullah(s.a.s), kendisine ulaşan Kur’an’ı insanlara iletmiş, vahiy kâtipleri adı verilen Kur’an ayetlerini yazmakla görevli kimselere bunları yazdırmıştır. Her ne kadar Hz. Peygamber(s.a.s) döneminde Kur’an ayetleri yazılı olarak var olsalar da bunlar iki kapak arasına getirilmemiş, Mushaf olma özelliği kazandırılmamıştır. Bu dönemde Kur’an ile olan ilişki, sözlü olarak devam ettirilmiştir.
Birtakım prensipler çerçevesinde hadislerin bir kısmı yazıya geçirilmiş olsa da gerek hadis yazımını yasaklayan rivayet gerekse şifahi kültürün hakim olduğu Hz. Peygamber(s.a.s) döneminde hadisler rivayet yoluyla sözlü olarak aktarılmıştır. Bu aktarımda kural haline gelen birtakım prensipler söz konusu olmamıştır. Bu dönemde, sonraki nesle bir aktarım amacı taşımadan hadisleri belli bir zaman sonra hatırlamak veya yanlışları düzeltmek maksadıyla bazı sahabiler yazıya geçirmişlerdir.
Fıkıh ilmi de Hz. Peygamber(s.a.s) döneminde diğer ilimlere benzer bir süreç geçirmiştir. Hz. Peygamber(s.a.s)’in hayatta olması her türlü ihtilafta kendisine başvurma imkanı tanımaktaydı. Gerek Kur’an vahyi gerekse Hz. Peygamber ictihadları müminlerin ahkâma taalluk eden meselelerine ışık tutmuştur.
Resullah(s.a.s)’ın vefatı üzerine Kur’an vahyi için başka bir dönem başlamıştır. Zira ilahi hitap, vahyedilenin vefatıyla son bulmuş ve tamamlanmıştır. Hz. Ebu Bekir(r.a) döneminde Kur’an’ın birtakım sebeplerle bir araya getirilme ihtiyacı hasıl olmuş, bu faaliyete cem’ adı verilmiştir. Bir sonraki aşama ise Hz. Osman(r.a) döneminde ihtilaflara son vermek ve ümmet-i Muhammed’i tek bir Mushaf çatısında bir araya getirmek için yapılan istinsah faaliyetidir.
Hz. Peygamber(s.a.s) hayatta iken gelen vahyi sahabeye açıklamış, sahabe ihtilafa düştüğü konularda bizzat kendisine başvurmuştur. Bu yüzden sahabe, inzal sürecine şahitliği noktasında kilit bir konumda yer alır. Zira Kur’an’ı anlama ve onu yorumlama konusunda istisnai bir noktadadır. Böyle olmakla birlikte tefsir ilmi açısından sahabenin hepsini bir tutmak mümkün görünmemektedir. Bir kısmı hayatlarının büyük çoğunluğunu Hz. Peygamber ile geçirmişken bir kısmı yalnızca birkaç defa buna muttali olmuştur. Ayrıca insan olmanın gereği kendilerinin ve ailelerinin geçimleri için birtakım dünyevi işlerle meşgul olmuşlardır. Yine bilgi düzeyi konusunda da aynı hazırbulunuşlukta olmaları da mümkün değildir. Bununla beraber içlerinden bazılarının üstün gayretleriyle Kur’an’ın anlamına nüfuz etme çabaları söz konusudur. Özellikle esbab-ı nüzulün anlaşılmasında sahabe en önemli kaynaktır. İsrailiyat adı verilen Ehli Kitap’tan nakledilen bilgilerin de bu dönemde tefsire dahil olduğu bilinmektedir.
Peygamber’in vefatıyla hadis ilminde de bazı değişim ve gelişimler söz konusu olmuştur. Özellikle Hz. Osman(r.a)’ın şehit edilmesi ile beliren siyasi ve kültürel hadiseler hadis rivayeti için prensip oluşturmanın zorunluluğunu ortaya koymuştur. İslam toplumu arasındaki bu siyasi ayrılıkların, bazı kesimler tarafından kendilerine destek mahiyetinde hadis uydurma faaliyetine dönüştüğü görülmektedir. Bu gibi sebeplerden ötürü hadis rivayeti için -her ne kadar başlangıçtan itibaren var olsa da- isnad adı verilen uygulama bu devirde sistemli hale dönüştürülmüştür.
Toplumun genişlemesi ile yeni meselelerle karşılaşan Müslümanlar, Resulullah(s.a.s)’ın vefatıyla birlikte yeni bir arayış içerisine girmişlerdir. Hz. Peygamber(s.a.s) zamanında var olmayan ihtiyaçlar ortaya çıkmış, mevcut naslarda ise bunların karşılığı bulunamamıştır. Bu sebeplere binaen Dört Halife, Ubey b. Ka’b(r.a), İbn Ömer(r.a), Hz. Aişe(r.a), Hz. Ali(r.a), İbn Mes’ud(r.a), Muaz b. Cebel(r.a) gibi alim sahabiler yeni kanunlar vaz etme ihtiyacını fark etmişler ve bir çaba içine girmişlerdir. Bunu yaparken öncelikle Kur’an ve sünnete başvurmuş; eğer bir mesele bu ikisinde yoksa o zaman ictihad ortaya koymuşlardır. Kur’an’ın cemi ve istinsahı, hadisler için isnad kullanımı gibi diğer ilimlerdeki gelişmeler, ahkama taalluk eden nasları bir arada görme ve yeni meseleleri onlara kıyas etme imkanı sunmaktadır.
Hz. Osman(r.a)’ın şehit edilmesiyle ortaya çıkan karışıklıklar ve hizipleşmeler fıkıh için de başka bir sürecin başlamasına sebep olmuştur. Havaric, Şia, ehl-i sünnet olarak adlandırılan bu üç grup içinde farklı ictihadlar ve fıkıh anlayışı ortaya çıkmıştır.
Tâbiîn döneminde toplumun genişlemesiyle tefsirin de genişlediği görülmektedir. Tâbiîn dönemi tefsirini bir önceki dönemden ayıran önemli hususlardan bazıları şunlardır: İsrailiyatın yaygın olarak kullanılması, gayba dair serbest yorumlar yapılması, mezhebi tasavvurların tefsire konu edilmesi. Cem ve istinsah faaliyetleri ile Kur’an’ın İslam dünyasında yayılması bunun bir ön ayağıdır. Farklı kültürlerle temas hali, mezhebi ihtilafların ortaya çıkışı yine bu durumun ortaya çıkmasındaki sebeplerden bazılarıdır. Tefsir biçim olarak da bu dönemde değişmiş, Kur’an’ın tamamını sistematik tarzda tefsir etme yöntemleri gelişmiştir.
Tâbiînden Halife Ömer b. Abdülaziz’in hadislerin kaybolması konusundaki endişesi hadis ilmi için tedvin sürecini başlatmıştır. Bu sebeple hadis metinleri artmış, hicri ikinci asrın başlarından itibaren metin, hadis naklinin bir unsuru halini almıştır. Konu esasına dayanmayan bu yazılı metinler çoğaldıkça onlardan istifade etmek zor hale gelmiştir. Bu sıkıntı hadis kitaplarını konu esaslı telife götürmüş, bu faaliyete tasnif, esere de musannef adı verilmiştir. Bu merhaleyi hadisleri sahabi ravilere göre tertip eden müsned türü eserler takip etmiştir.
Tefsir ve hadis ilmi için başlayan tedvin faaliyetleri fıkıh ilmi için de müstakil kaynaklar oluşturma şeklinde gelişmiştir. Tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn devrinde fıkıh, coğrafyanın genişlemesi, birçok farklı kültürle temas edilmesi ve füruu meselelerin baş göstermesi gibi sebeplerle genişlemiş ve Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafi ve Ahmed b. Hanbel gibi mezhep imamları ortaya çıkmıştır.
Sonuç itibariyle, ilimlerin değişim ve gelişimi ilk devirlerden itibaren devam etmektedir. Genel hatlarıyla ele almaya çalıştığımız teşekkül, tasnif ve tedvin süreçleri bizde şu hususları belirginleştirmiştir. İlimler, her ne kadar Kur’an’ı daha iyi anlamak için şubelere ayrılıyor olsalar da geçirdikleri süreçler benzer ve bütüncüldür. Tefsir, konu olarak Kur’an’ı ele alıyorken hadis ve fıkıh için Kur’an, ana kaynaktır. İlimler bencil bir nitelik taşımazlar; sahip oldukları verileri hem kendileri kullanır hem de diğer ilimlerin kullanımına sunar. Coğrafyanın genişlemesi, farklı akımların ve meselelerin ortaya çıkışı sonucunda genişleseler de, tamamlanmak için birbirine muhtaçtır; adeta vücudun birer organı gibidirler. Tek birini kesip atmaya çalışmak sağlıklı bir vücudu hastalıklı hale getirir ki neticesinde ulaşmaya çalıştığımız anlam için de bu böyledir.
KAYNAKÇA
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Fecr Yayınevi, İstanbul, 1996
Çelebi, İlyas(ed.), İslami ilimlerde metodoloji/usul: Temel İslam İlimlerinin Ortaya Çıkışı ve Birbirleriyle İlişkileri, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2014.
Hallâf, Abdulvahhâb, İslâm Teşrîi Tarihi, (çev: Talat Koçyiğit), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1970
Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1977
[1] Sena UÇAR TAŞ, Ankara Üniversitesi Tefsir Yüksek Lisans Öğrencisi
[2] http://www.kuranveinsaninanlamarayisi.com/?SyfNmb=1&pt=Anasayfa (erişim tarihi: 31.10.2021)
Hadis Eserlerinde Tefsir Rivayetleri 1
1. ÖDEV: Tarih Mütalaası
Hazırlayan: SÜMEYYE CANBAZ
Öğrenci No: 21912744
Tefsir Yüksek Lisans
BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ BAĞLAMINDA TEFSİR, HADİS VE FIKIH TARİHİNİN MUKAYESESİ
Bilgi, bilen özne ile bilinen nesne arasındaki ilişki sonucu ortaya çıkan üründür. Bilginin bütünlüğü, bir konuyu anlamlandırırken, yorumlarken lazım olan bilgi şümulünü ifade eder. Bilimsel çalışmalarda bütüncül bir sonuca ulaşmak için bilginin bütünlüğü önemli bir unsurdur. Medeniyetler geliştikçe bilimler incelir, kavramlar daha rafine bir hale gelir ve kemiyet olarak çoğalır. Bilginin konusu çoğaldıkça da bilginin alanı alt dallara bölünür. Bu aşamada, bilgi bütünlüğünün önemi açığa çıkar ve disiplinler arası çalışmalar yapmak bir ihtiyaç haline gelir.
Kur’an-ı Kerim de insanlık için en önemli bilgi kaynaklarından biridir. Kur’an’ın nazil olduğu zamandan bugüne kadar, pek çok disiplin ortaya çıkmış ve kendi müstakil sınırlarını çizmiştir. İslami ilimler, tefsir, hadis, fıkıh vb. dallara ayrılmış, ihtisaslaşmalar bu alanların sınırları dâhilinde yapılmıştır.
Birbirinden ayrı görünen bu alanların gelişim tarihine baktığımızda, aslında hepsinin iç içe bir süreçte gelişmiş olduklarını görürüz. Kur’an’ın nazil olduğu Hz. Peygamber dönemi, tüm İslami ilimlerin temel referans noktasıdır. Kur’an-ı Kerim Arap dili ile nazil olmuştur. İlk günkü muhataplar onu kendi kültür seviyelerinde anlamış, anlayamadıkları hususları Rasulullah’a sormuşlardır. Hz. Peygamber; mücmel ayetleri ve kapalı ifadeleri açıklığa kavuşturmuş, müşkil gibi görünen durumları izah etmiş ve bu gibi yöntemlerle Kur’an’ı tefsir etmiştir.
Hz. Peygamber’in, Kur’an’ın tespitine verdiği önem ve onun başka bir şeyle karışmasını önleme endişesi bağlamında, zaman zaman çevresindekileri kendi sözlerini yazmamaları için uyardığı bilinmektedir. Bu endişenin bulunmadığı durumlarda ise kendi sözlerinin yazılmasına müsaade etmiştir. Ayrıca Efendimiz sözlerinin şifahi olarak nakledilmesine de teşvik etmiştir.
Risalet’in on üç yıllık Mekke devrinde imanla birlikte ahlaki ilkelerin içselleştirilmesi faaliyeti ağırlıklı olarak görünür. Efendimizin Medine’de geçirdiği on senelik süre içinde hükümler ve İslam hukukunun temel ilkeleri belirlenmiştir. Tüm bunlar ayrı başlıklar altında değil tek bir İslam ilimleri başlığı altında müzdemiçtir.
Hz. Peygamber’in ahirete irtihal edip Hz. Ebubekir’in halife oluşuyla başlayan sahabe devrinde bu muhterem insanlar, nüzul ortamına vakıf olmaları, hadislerin vürudunu görmeleri, Hz. Peygamber’in okulunda yetişmeleri sebebiyle hadise ve sebepleri müşahede edip hükümler arasında bağlantı kurabiliyorlardı. Sahabe Kur’an ayetlerini ya Peygamber’den işitmek suretiyle ya da içtihat ederek izah ediyorlardı. Bununla birlikte Kur’an’ı anlamak hususunda sahabeden sahabeye de farklılıklar vardı. Kur’an’ı tefsir ederken sahabenin bazısı yalnızca rivayetlere dayanırken bazısı sıhhatine itimat edeceği bir hadis bulamadığında re’ye ve kıyasa başvururdu. Fıkhi hususlarda problemleri çözüme kavuşturmakta başvurulan yöntem Kur’an’a ve sünnete müracaat etmek, onlarda açık bir hüküm tespit edilemezse re’y içtihadına göre çözüm üretmekti. Bu yöntem Hz. Peygamber’in onayına dayanıyordu.
Sahabe arasından, Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Mesud, Ubeyy b. Ka’b, Abdullah b. Abbas, Ebu Musa el-Eş’ari, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Zübeyr tefsir alanında meşhur olmuş kişilerdir. Bu isimlere baktığımızda Ali b. Ebi Talip ve Abdullah b. Mesud’un aynı zamanda fıkıh alanında da öncü şahsiyetler olduğunu görürüz. Yine Abdullah b. Abbas’ın, Abdullah b. Mesud’un ve Ebu Musa el-Eş’ari’nin hadis rivayeti konusunda öne çıkan sahabelerden olduğu bilinmektedir. Bu açıdan bakıldığında tefsir, hadis ve fıkıh alanlarının sahabe devrinde de iç içe bulunduğu gözlemlenmektedir. Nitekim alim bir sahabi hem muhaddis, hem müfessir, hem de müçtehittir.
Dört halife devrinden itibaren İslam coğrafyası Arap yarımadasını aşmış, sınırlar dört katına kadar genişlemişti. Genişleyen bu coğrafyada farklı kültürler ve yaşam tarzları meselesi gündeme gelmişti. Sahabe İslam mirasını, talebeleri olan tabiin nesline aktardılar. Tabiin de onlardan aldıkları ilimleri sonraki nesillere naklettiler. Sahabiler İslam coğrafyasına yayıldılar ve farklı merkezlerde ilim halkaları oluşturdular. İslam’ı öğrenmek iştiyakı ile bu halkalara katılanlardan çoğu mevali (Arap olamayanlar) idi. Eski kültürlerine ait olan bazı anlayışlar da bu şekilde yaptıkları tefsir ve fıkha etki etti. Bu açıdan bazı hareketler meydana geldi. Tefsir alanında israiliyat hareketi bunun örneklerinden sayılabilir.
Tabiin neslinde görülen bir diğer husus da sahabe devrinden farklı olarak daha fazla re’y içtihadına başvurmalarıdır. Bu dönemde dirayet tefsiri kısmına dâhil edilen dilsel yorumların bir hayli çoğaldığı gözlemlenir. Dirayet tefsiri faaliyetlerinin hız kazanmasıyla birlikte tefsir alanına dair rivayetleri koruma altına almak gerekliliği doğmuştur. Tefsir ilmi ilk olarak hadis ilmi altında toplansa da bundan kısa bir süre sonra müstakil bir ilim olmuştur. Hicri birinci yüzyılın ortalarında rivayetler şifahen toplanıp, ikinci yüzyılın başından itibaren kitaplar telif edilmeye başlanmıştır. Böylece müstakil tefsir eserleri ortaya çıkmıştır. Bunların ilki olarak Mukatil b. Süleyman’ın tefsiri zikredilebilir.
Tabiin döneminde fıkıh alanında farklı kültürlere bağlı olarak ihtilaflar artmıştır. Farklı metotlardan doğan ihtilaflar sebebiyle, Küfe merkezli re’y ekolü ve Medine merkezli hadis ekolü, iki kurumsal yapı olarak ortaya çıkmıştır.
Hz. Peygamber ve sahabe neslinin aksine bu dönemde hadis rivayeti çoğalmıştır. Bununla birlikte bazı siyasi saikler sebebiyle mevzu hadisler ortaya çıkmıştır. Hadis uyduranların çoğalması ve âlimlerin azalması, hadislerin tedvin edilmesini gerekli kılmıştır. Hadisleri ilk tedvin eden kişinin İbn Şihab ez-Zühri olduğu bilinmektedir. Tedvin döneminde hadislerin sahih olanı zayıftan ayrılmıştır. Tedvin aşamasından sonraki dönemde, kayda geçirilmiş hadisleri bulma noktasında yaşanan zorluktan dolayı da hadisler tasnif edilmiştir.
Fıkhın altın çağı olarak nitelendirilen hicri ikinci asrın başlarından itibaren dördüncü asrın ikinci yarısına kadar geçen dönemde, belli sebepler ışığında fıkıh büyük bir gelişme göstermiş ve olgunluk çağına ulaşmıştır. Yöneticilerin âlimlere olan itibarının artması, âlimleri hür olarak içtihat yapmaya teşvik etmeleri, rivayetlerin tedvin edilmiş olması içtihat devrinin önünü açıp fıkıh faaliyetini hızlandırmıştır. Bu dönemde müçtehit imamlar yaşamış ve mezhepler oluşmuştur.
Bu dönem sonrasında tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerinin sınırlarının belirlenmiş olduğu görülür. Üçünün de ortak paydasında rivayetler bulunmaktadır. İlk dönemde tefsir ilmi rivayet açısından hadislerin içinde yer tutuyorken, sonrasında muhtevası itibariyle ve dirayet yöntemlerinin eklenmesiyle farklı bir alan olarak temayüz etmiştir. Hadis ilmi belli kurallar dâhilinde sistemleşmiştir. Fıkıh ilmi her iki alanı da bünyesinde barındırır. Bununla birlikte kendine has başka yöntemleri kullanmakla tefsir ve hadisten farklı bir hüviyet kazanmıştır.
Sonuç olarak gelişim süreçlerini incelediğimiz tefsir, hadis ve fıkıh alanlarının birbiriyle ne kadar alakalı ve iç içe olduğunu görmekteyiz. Üçü de ilk dönemde şifahi olarak nakledilip sonrasında yazıya geçirilmiş, ardından müstakil bir alan elde etmişlerdir. Hadis rivayetleri, tefsir ve fıkıh alanını beslemektedir. Bilginin bütünlüğü çerçevesinde bu ilimlere yaklaşmak bizleri en doğru sonuca çıkaracaktır.
KAYNAKÇA
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, TDV Yayınları, Ankara, 2016.
Köse, Saffet, İslam Hukukuna Giriş, Hikmetevi Yayınları, İstanbul, 2016.
Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, TDV Yayınları, Ankara, 2014.
Bedir, Murteza, İslam’ın Yolu: Sünnet, İSAM Yayınları, İstanbul, 2006
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER FAKÜLTESİ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI
TEFSİR YÜKSEK LİSANS
HADİS ESERLERİNDE TEFSİR RİVAYETLERİ - I
Hazırlayan:
Mücahit ALBAYRAK
21912743
Danışman:
Prof. Dr. Ahmed Nedim SERİNSU
GÜZ DÖNEMİ
HADİS, TEFSİR VE FIKIH TARİHİ MUKAYESESİ
ANKARA – 2021
Mücahit Albayrak, 21912743, İlahiyat Fakültesi Tefsir Yüksek Lisans
HADİS, TEFSİR VE FIKIH TARİHİ MUKAYESESİ
İÇİNDEKİLER
D. HADİS, TEFSİR VE FIKIH TARİHİ MUKAYESESİ
Vahyin ilahi nuruyla aydınlanan peygamberimiz hitap ettiği topluma indirilen ayetleri olduğu gibi tebliğ etmiş, söz, fiil ve takrirleriyle ayetleri tebyin etmiş ve izaha muhtaç noktalarda teşri' görevi ile yani hüküm koymuştur. Kur'an-ı Kerim'in asli metninde bulunmayan ancak peygamberimizin söz, fiil ve takrirleriyle ashabına öğrettiği, Kur'an'ın ruhunu bütünleştiren, örnek bir yaşam modeli sunan ve ilk dönemden itibaren gerek şifahi gerek yazıya geçirilerek aktarılan bilgilere sünnet denir. Sünnet bu noktada İsalam dini için kural koyucu ve bağlayıcıdır. Bu alandaki konuları inceleyen ilme de hadis ilmi denmiştir.
Hadis tarihi dört dönemde incelenebilir:
- İlk dönem: Hz.Peygamberin sünnet-i seniyyesinin sahabe tarafından öğrenilmesi, ezberlenmesi ve yazıya geçirilmesi[1] tenkit edilerek[2] isnat yöntemleriye aktarılması[3] ve sonrasında tabiin neslinde mecmualara yazılarak kayıt altına alınması[4] şeklinde özetlenebilir. Hicri birinci asır[5] olarak sınırlandırabileceğimiz bu dönemde hadisler genel olarak şifahi olarak aktarılmış, günümüze ulaşmamış olsa da sahife veya cüz şeklinde yazıyla rivayet edilmiştir.[6]
- İkinci dönem: Tabiin döneminden sonra hadislerin kaybolması vb. sebeplerden ötürü rivayetler karışık olarak tedvin edilmeye başlandığı dönemdir.[7] Tedvin sırasında peygamberimizin sünneti, ashabın sözleri ve tabiin neslinin fetvaları da tedvin edilen hadisler içerisindedir. [8]Hicri ikinci asırdan sonra yaygın yazılı rivayet dönemi başlamıştır.
- Üçüncü dönem: Hadis rivayetlerinin konulara, bablara, ravilere göre tasnif edilip geniş kitaplarda ele alındığı, hadis ilminin altın çağı olarak nitelendirilen dönemdir.[9] Hicri ikinci asrın ortalarından sonra başlamıştır. Hicri ikinci asrın başlarından itibaren "cerh ve ta'dil" sistemli hale gelmiştir. İlk müstakil "hadis usülü" ve "rical" eserleri hicri üçüncü asırda derlenmiştir.
- Dördüncü dönem: Bu eserler üzerine şerh ve haşiyelerin yazıldığı hicri beşinci asırdan bugüne kadar gelen süsleme ve araştırma dönemidir.
Özetle hadis tarihini:
- Kitabetü'l-hadis: Sahabe ve erken tabiin döneminde sahife veya cüzlere yazım ve şifahi aktarım,
- Tedvinu'l-hadis: Hicri birinci asrın son çeyreği ve ikinci asrın ilk çeyreğinde dağınık kaydedilmiş malzemenin toplanması,
- Tasnifu'l-hadis: Hicri 125 senesinden sonra hadislerin muhteva yönünden bablarda yani "musanneflerde" tasnif edilmesi, hicri ikinci asrın sonlarında "müsned" türünün ortaya çıkması, üçüncü asırda "cami' " türünün ortaya çıkması ve devamında bu eserler üzerine şerh ve haşiyeciliğin bugüne kadar devam etmesi şeklinde üç bölümde inceleyebiliriz.[10]
- Hz. Peygamber Dönemi Tefsir (ö.12/632)
Kur'an-ı Kerim, 610 yılında tedrici olarak Hz.Peygamber aracılığı ile tüm insanlara bildirilmiş ve vahyin ilk muhatabı Hz. Peygamber tarafından ezberlenerek ve ashabına yazdırılmıştır. Vahiy nuruyla aydınlanan peygamberimiz bu nuru doğrudan ashabına nakletmiş, ihtiyaç halinde gerekli açıklamaları sözleriyle aktarmış ve fiilleriyle göstermiştir. Tebliğ, tebyin ve teşri' olarak adlandırılan bu süreç tefsir faaliyetlerinin Hz. Peygamber ile başladığını göstermektedir. Hadis mecmualarında müstakil birer kitap teşkil eden "Kitu't-Tefsir" kısımlarından anlaşıldığına göre, Hz.Peygamber, sahabenin anlayamadığı kısımları açıklamıştı.
Vahiy nurunun ikinci muhatapları sahabe efendilerimiz Kur'an-ı Kerim'i Hz.Peygamberimizden doğrudan alıp ezberlemişlerdir. Kur'an'ın hayata yansımasını Hz.Peygamberin insani ve peygamberi yönüyle ortaya çıkan tefsirinden öğrenmişlerdir. Örneğin namaz ve hac emrini Kur'an-ı Kerim'den anlayamayan sahabe efendilerimiz bu emirleri peygamberimizin teşri' gereğinden öğrenmişlerdir.
Sonuç itibariyle tefsir faaliyeti peygamberimiz tarafından yapılmış peygamberlik vazifesinin gerekliliğidir.[13]
- Sahabe Dönemi Tefsir (ö.100/718)
Hz. Peygambere tedricen vahyolunan Kur'an-ı Kerim'in ikinci muhatapları sahabe efendilerimiz, vahyolunan Kur'an ayetlerinin bağlamını peygamberimizden sonra en iyi bilen insanlardır. Kur'an-ı Kerim'in pek çok ayetine vakıf olmalarının yanında zaman zaman peygamberimize ayetlerin tefsirlerini de sormuşlardır. Böylece peygamberimizin izlediği tefsir metoduna ilk elden şahitlik etmişlerdir.
Hz.Peygamberin vefatından sonra sahabe efendilerimiz Kur'an-ı Kerimi peygamberimizden öğrendikleri usul ve tefsir rivayetlerini kullanarak tefsir etmeye devam etmişler ve sonraki nesillere aktarmışlardır.
Bu dönemde tefsir ilminde ön plana çıkan pek çok sahabe olmuş, bunlardan İbn Abbas efendimiz "Tercüman'ul-Kur'an" sıfatıyla ün kazanmıştır. Bu dönemde yapılan tefsirin genel özellikleri şöyledir: Tefsir rivayetlerine ağırlık verilmiş, sebebi nüzul üzerinde durulmuş, ayetlerin kısa manası verilmiş, kısa yorumlar yapılmış, ahkam ayetlerinden fazla hüküm çıkarılmamış, müteşabih ayetler üzerinde durulmamıştır. Sonuç olarak bu dönemde tefsir ilminin temelleri atılmaya başlanmıştır.
- Tabiin Dönemi Tefsir (ö.180/796)
Tabiin devri insanları vahyin ilahi nurundan dolaylı olarak istifade eden ilk nesildir. Bu yönüyle ayetlerin inişine doğrudan şahitlik eden Hz.Peygamber ve sahabe efendilerimizden ayrılmaktadırlar.
Vahyin canlı etkileşiminden uzaklaşan bu nesil ayetleri fazlaca yorumlayarak anlamaya gayret etmiştir. Yorum faaliyetlerinde aklı ve kendi ictihatlarını kullanmaları farklı görüşlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Yine bu dönemde farklı kültürlerle etkileşime girilmesi çeşitli tefsir yaklaşımlarını ortaya çıkmasında önemli etkenlerden oldu. Yine bu dönemde mevali toplumu tefsir faaliyetinde daha fazla söz sahibi olmaya başlamıştır. Kur'an'ın lafızları üzerine dilsel çalışmlar başlamıştır. İsrailiyyat olarak adlandırılan Yahudi ve Hıristiyan kültüründeki ögelerin tefsir faaliyetinde kullanılmasıyla rivayete dayalı tefsirin değeri düşmüştür. Bunun dışında sözlü olarak aktarılan tefsir rivayetlerini yazıya geçirme ve Kur'an'ın tamamını tefsir etme gayretleri de olmuştur.
Tefsir bakımından çeşitlilik yaşanan bu dönemde rivayete dayanan tefsir yöntemini benimseyen İbn Abbas efendimizin öğrencileri Mekke Ekolünü, Ubey b. Ka'b efendimizin öğrencileri Medine Ekolünü kurmuşlardır. Nakil yanında akıl ve ictihada önem veren İbn Mesut efendimizin öğrencileri Kûfe Ekolünü kurmuşlarıdır.
- Tedvin Dönemi Tefsir
Kur'an-ı Kerim'in tefsiriyle alakalı rivayet ve bilgilerin müstakil kitaplarda toplandığı dönemdir. Bu dönem tabiin döneminin sonu ile tebe-i tabiin dönemine raslar. Hz. Peygamber, sahabe ve tabiin döneminde kitabi ve şifahi olarak aktarılan ve bazı hadis mecmualarında "Kitabu't-Tefsir" başlığıyla yazılan tefsir bilgileri bu dönemde müstakil olarak kitaplaştırılmıştır. Bu eserler rivayet, dirayet, kelami, tasavvufi, fıkhi ve dil bilimsel olarak farklı yöntemlerle kaleme alınmıştır. Hicri IV. asra kadar varlığını sürdüren tedvin dönemi tefsir geleneği yerini daha hacimli rivayet ve dirayet tefsir geleneğine bırakmıştır.
Hz.Peygamber Kur'an-ı Kerim'i tebliğ ederken onun hükümlerini yani emir ve yasaklarını ashabına aktarmıştır. İslam'ın yayılmasıyla farklı bölgelere İslam'ı öğretmek için giden sahabeler bu bölgelerde Kur'an-ı Kerim'i ve onun yaşanır hali olan peygamberimizin örnekliğini aktarıyordu. Bu hüküm ve yasaklar sahabe tarafından tabiin nesline başta Kur'an-ı Kerim'in metninde daha sonra onun yaşanır hali olan peygamberimizin sünnetinde örtüşecek şekilde aktarmışlardır.
İslam hukukunun kaynakları genişleyerek Kur’ân-ı Kerim, Hz. Peygamberin sünneti ve sahabe içtihatları olmuştur. Ahkâmda insanların maslahatları öncelenmiştir. İslam fütuhatının artmasıyla sorunlar ve sorular da artmıştır. Siyasi ve ideolojik ayrılıklar her gurubun kendi fıkhi görüşünü oluşturmasına kadar varmıştır.
Özetle İslam fıkhı altı bölümde incelenebilir:[14]
- Fıkhın Doğuşu Hz.Peygamber Devri: Bu dönem mekke ve medine devri olarak ikiye ayrılmaktadır. Mekke devri fıkıh hükümleri bakımından az olmakla beraber peygamberimiz inanç ve ahlak alanlarında tebliğ faaliyetlerini yoğunlaştırdığğı bir dönemdir. Medine devrinde ise İslam cemiyetinin ictimai hayatını tanzim edecek kaidelere ihtiyaç vardır. İbadet, muamelat ve hukuk alanlarında bir çok fıkhi hükümler vaazedilmiştir. Bu devirde fıkıh özellikleri ve fıkıh usülü oluşmuştur.
- Fıkhın Gelişme Çağı Sahabe Devri: Bu devir hulefa-i raşidin ve emeviler dönemini kapsamaktadır. Bu dönemde önemli safabe fukahası mevcuttur. Emeviler devrinde ise önemli tabiin fukahası oluşmuş Hicaz ve Irak medreseleri öne çıkmaya başlamıştır. İlk fıkıh kitapları emeviler döneminde yazılmıştır. Bu noktada hadisler fıkıh kaynaklarından önce tedvin edilmiştir.
- Fıkhın Olgunluk Çağı Abbasiler Devri: Bu dönemde ictihad genişlemiş Re'y ve Hadis mektepleri ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Dört büyük mezhep teşekkül etmiştir. Bunlar yanında günümüze ulaşamayan mezheplerde mevcuttur.
- Fıkhın Duraklama Çağı Selçuklular Devri
- Fıkhın Gerileme Çağı Moğol İstilasından Mecelle Devri
- Uyanış Çağı Mecelle'den Zamanımıza
Hz. Peygamber devrinde hadis, tefsir ve fıkıh gibi farklı ilimler şeklinde olmayıp, peygamberimizin sahabe efendilerimize Kur'an-ı Kerim'i açıklama ve kapalı noktalarda hüküm koyarak onlara Kur'an'ın uygulamasını gösterme şeklindedir. Sahabe döneminde peygamberimizin tebyin ve teşri faaliyetleri sünnet-i seniyye olarak adlandırılmıştır. Tabiin döneminden başlayarak bugüne kadar İslam'ın genişlemesi ve gelişmesiyle sünnet-i seniyye içinde değerlendirilen bu bilgiler usulleri farklılaşan birer ilim alanı olmuşlardır. Özetle belirtilen üç kavramın dayanağı Hz.Peygamberin söz, fiil ve davranışlarıdır. Çeşitli adlarla öne çıkan islami bilgi bütünsel bir yapı içerir. Her biri bu bütünün ayrılmaz parçası ve farklı yönlerden görünümleridir. Bu bütünlük bu ilimlerin gayelerinde de ortaya çıkmaktadır. Her biri Kur'an'ın anlaşılmasını sağlayarak insanları saadeti dareyne kavuşturmayı amaç edinir.
Hayreddin Karaman. İslam Hukuk Tarihi. İstanbul: İz Yayıncılık, 13. Basım, 2017.
İsmail Cerrahoğlu. Tefsir Usûlü. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 30. Basım, 2017.
İsmail Lütfi Çakan. Hadis Edebiyatı. İstanbul: İfav, 22. Basım, 2018.
M.Fuad Sezgin. Buhârî’nin Kaynakları. Ankara: Otto, 7. Basım, 2019.
Ömer Nasuhi Bilmen. Fıkıh İlmi İslam Hukuk Tarihi. İstanbul: Nizamiye Akademisi, 2019.
TDV İslam Ansiklopedisi. “ABDULLAH b. AMR b. ÂS - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-b-amr-b-as
TDV İslam Ansiklopedisi. “ÂİŞE - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/aise
TDV İslam Ansiklopedisi. “BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmâil - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/buhari-muhammed-b-ismail
TDV İslam Ansiklopedisi. “CERH ve TA‘DÎL - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/cerh-ve-tadil
TDV İslam Ansiklopedisi. “EBÛ ŞAH - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-sah
TDV İslam Ansiklopedisi. “el-MUVATTA’ - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/el-muvatta
TDV İslam Ansiklopedisi. “HEMMÂM b. MÜNEBBİH - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/hemmam-b-munebbih
TDV İslam Ansiklopedisi. “İBN ŞİHÂB ez-ZÜHRÎ - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-sihab-ez-zuhri
TDV İslam Ansiklopedisi. “MÜSLİM b. HACCÂC - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/muslim-b-haccac
TDV İslam Ansiklopedisi. “ÖMER b. ABDÜLAZÎZ - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/omer-b-abdulaziz
TDV İslam Ansiklopedisi. “RİVAYET - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/rivayet
TDV İslam Ansiklopedisi. “TEDVÎN - TDV İslâm Ansiklopedisi”. Erişim 13 Ekim 2021. https://islamansiklopedisi.org.tr/tedvin
[1] “ABDULLAH b. AMR b. ÂS - TDV İslâm Ansiklopedisi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Erişim 13 Ekim 2021); “EBÛ ŞAH - TDV İslâm Ansiklopedisi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Erişim 13 Ekim 2021). Başlangıçta hadisler Kur'an' Kerim ile karışma endişesinden dolayı şifahi olarak aktarılmış sonrasında ise yazıya geçirilmiştir. Bu iki kayıt örneği vahiy katipleri dışındaki kimselerdir.
[2] “ÂİŞE - TDV İslâm Ansiklopedisi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Erişim 13 Ekim 2021).
[3] “RİVAYET - TDV İslâm Ansiklopedisi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Erişim 13 Ekim 2021); “CERH ve TA‘DÎL - TDV İslâm Ansiklopedisi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Erişim 13 Ekim 2021).
[5] En son sahabinin vefat tarihi h.100/m.718, son tabi h.180/m.796, son tebi-i tabi h.220/m.835'tir.
[6] M.Fuad Sezgin, Buhârî’nin Kaynakları (Ankara: Otto, 2019).
[7] “el-MUVATTA’ - TDV İslâm Ansiklopedisi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Erişim 13 Ekim 2021), Hadislere dair kaleme alınan ilk müstakil kitap.; “TEDVÎN - TDV İslâm Ansiklopedisi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Erişim 13 Ekim 2021).
[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Fıkıh İlmi İslam Hukuk Tarihi (İstanbul: Nizamiye Akademisi, 2019). s.27.
[9] “BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmâil - TDV İslâm Ansiklopedisi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Erişim 13 Ekim 2021); “MÜSLİM b. HACCÂC - TDV İslâm Ansiklopedisi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Erişim 13 Ekim 2021).
[10] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı (İstanbul: İfav, 2018).
[11] Unutmamak ve hatırlamak için tutulan özel not.
[12] “HEMMÂM b. MÜNEBBİH - TDV İslâm Ansiklopedisi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Erişim 13 Ekim 2021).
[13] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2017).
[14] Hayreddin Karaman, İslam Hukuk Tarihi (İstanbul: İz Yayıncılık, 2017).
NURHAN KINACI – 21912746 2021 TEFSİR YUKSEKLİSANS
İLMİN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE
Allahu Teala insanı yarattı ve ona tüm isimleri öğretti. Bu donanımla onu meleklerden üstün kıldığını meleklere gösterdi. Melekler: “ Seni tüm eksikliklerden tenzih ederiz (Subhaneke) senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir ilmimiz yok.” dediler. İlk insan Adem, aynı zamanda ilk peygamberdi. İnsanın yeryüzüne indirilmesi ile beraber Allah insanı başıboş bırakmadı, onların içinden elçiler seçti ve onlara hayatlarını anlamlandıracak ilahi yasaları gönderdi. Hz Adem'den son Peygamber Hz. Muhammed’e kadar gelen tüm peygamberler insanlığa hidayet, nur ve insanca yaşama rehberi olan fıtrat dini İslam'ı tebliğ ve tebyin ettiler. Bugün elimizde ilk günkü kadar taze, Allah'ın bir mucizesi olarak korunmuş kitap Kur'an-ı Kerim durmakta. Önümüzde, dilimizde, elimizde.
Nüzul Dönemi ve Sonrasında Tefsir Faaliyeti
Peygamberimiz 40 yaşındaydı Hira Mağarasında uzun uzun düşünüp insanlığın yaralarına merhem ararken Cibril-i Emin ile karşılaştı. İlk vahiy ” oku” dediğinde , o ” Ben okuma bilmem.” demişti. “Yaratan Rabb'inin adıyla oku.” emri indi. 23 yılda Allah Rasulünün hayatına şahitlik eden vahiy, Allah'ın peygamberini ve onun eliyle sahabe-i kiramı inşa etti. Ayetler geldi. Hıfzedildi, yazıldı tefekkür edildi, anlaşıldı ve yaşandı.
Peygamberimiz vefat ettiğinde 2 şey miras bıraktı bizlere: Kur'an ve sünneti. Önce Hz.Ebu Bekir'in tereddütünü bertaraf eden Hz Ömer'in” Kur'an'ı iki kapak arasında toplayalım.” teklifi kabul edildi. Zeyd bin Sabit başkanlığındaki heyet bu işi tamamladı.
Kur'an'ın mushaf tertibi Cebrail ile yapılan arzalara göre yapıldı. Bu tevfıki olduğundan tartışmasız bir şekilde sureler ve ayetlerin sureler içerisindeki sıralamalarına göre Kur'an toplandı. Kur'an tefsirinde ’nazmu’l Kur'an’ ve ‘icazü’l Kuran’ bu mevcut tertip merkeze alınarak yürütüldü. Kur'an mushaf haline geldikten sonra ashap, tabiun, tebei tabiin Kuran'ı bu tertibe göre anlama ve yorumlamaya başladılar. Tabiundan Hasan'ı Basri'nin (v.110) Basra mescidinde verdiği Kur'an tefsiri dersleri bunun bir örneğidir. Kur'an'ın mushaf tertibine göre incelemelerinde siyak sibak , ayetlerin başka ayetleri tefsiri, Peygamberimizin o ayetlerle ilgili açıklamaları ve ayetlerin nuzül sebepleri, anlamada başvurulan yöntemlerdi.
Kuşkusuz Kur'an'ı en iyi anlayan kitabın kendisine indirildiği Allah resulü idi. O hayattayken Kur'an'ın mücmelini beyan, mutlakını takyid, müşkilini tavzih, mübhemini beyan, umumunu tahsis ve neshini beyan etmiş yer yer de muhtelif türden açıklamalar yapmıştır. Tefsir diğer ilimlerin tedvin faaliyetine girişilmeden meşgul olunan ilk ilimdir. Çünkü tefsir ile meşguliyet Hz Peygamber zamanında başlamıştır. Bazı sahabiler -Hz Ömer'in kelale hakkında sorması gibi -Kur'an'dan manasını anlayamadıkları hususlarla ilgili sorular sormuş, bunları öğrenerek bu ilmin öncüsü olmuşlardır.
Allah Resul’ünün Kur'an'ı tefsiri Hicret'in 3.asrında tedvin edilmiş sünenlerin ‘kitabut tefsir’ bölümleri ile sınırlı değildir. Ayetler nazil oluyor peygamber onları tebliğ ediyordu. İndirilen metin ilk muhatapların çok iyi bildiği, özümsediği, en yüksek düzeyde kullandığı bir dille; onların muhayyilesine, yaşantısına, kültürüne uygun bir şekilde geliyor; anlayamadıklarını da hemencecik soruyorlardı. Peygamberimizin anlaşılan Kur'an'ı açıklaması abes olurdu. Ama Medine döneminin son 2 yılına tekabül eden dönemde bazı telaffuz ve anlama problemlerinin ortaya çıkmaya başladığını bunun da Kureyş lehçesi dışında konuşan başka dillere sahip kişilerin Müslüman olmaları ile başladığını görüyoruz. Peygamberimizin tefsir faaliyeti dönemin yapısı ve ihtiyacı nispetinde olmuştur ama onun 23 yıllık hayatındaki tüm eylemleri, sözleri, takrirleri kısaca sünneti seniyyesi Kur'an'ın bir tefsiridir.
Peygamberimizin Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini açıklama nev’inden rivayetlerin, Hadis eserlerinde pek az geçtiğinden yukarıda bahsetmiştik. Hicri ilk 3-4 asırda telif edilen rivayet tefsiri türünden eserlerde yer alan merfu hadisler hayli azdır. Peygamberimizin talebeleri olan sahabe-i kiramın Kur'an ayetleri hakkında yaptıkları tefsirler bu konuda ön plana çıkmıştır. Bunlar arasında Peygamber Efendimizin kendisine “Allah'ım ona kitabı öğret onu dinde fakih kıl.” diye dua ettiği Abdullah Bin Abbâs en önemlileri arasındadır. Yine Abdullah Bin Mesud, Ubey bin Ka’b, Hz Ebubekir, Hz Osman ,Hz Ali, Ebu Musa El Eş'ari müfessir sahabilerdendir. Sahabenin Kur'an tefsiri; garip, muğlak, müşkil ve mücmel lafızlarla sınırlı idi. Kur'an-ı Kur'an'la ve sünnetle tefsir etmişler, şiirden istişhadda bulunmuşlardır. Sahabe tefsirinde göze çarpan bir diğer konu ehli kitaptan intikal eden bilgilerin yani İsrailiyatın kullanılmaya başlanmasıdır. Abdullah Bin Abbâs Mekke'de; Ubey bin Ka’b Medine'de; Abdullah Bin Mesud ise Kufe’de tefsir ekolleri kurmuşlar. Buralarda talebeler yetiştirmişlerdir.
Tabiun döneminde bizzat müfessirler tarafından kaleme alınan tefsirler hayli azdır ancak yine de Kur'an yorumuna ait şifahi bilgilerin ve farklı türden mülahazaların bir tefsir kitabı şeklinde tedvini kütübi tisa ve kütüb-i Sitte denilen hadis mecmualarından öncedir. Gerek Hasan Basri gibi ilk dönem müfessirlerinin yorumları ve halka açık verdiği tefsir dersleri, gerek Katade b. Diame’nin (v.117) tefsir tartışmaları gerekse kendine çokça müracaat edilen Hicri 1. ve 2. yüzyıl tefsir alimlerinin değerlendirmeleri; bunların talebeleri ve sevenleri tarafından öylesine iyi muhafaza edilmiş ve nakledilmiştir ki bunları tedvin edilmiş eserler gibi görmek bile mümkündür.
Tabiin ve tebe-i tabiin döneminde rivayet tefsirine ek olarak Kur'an kelime ve ibarelerinin konu edildiği garibul Kuran ,mecazül Kuran ,müşkilül Kuran, el-vücuh ve ve nezair gibi Kuran lafız ve cümlelerinin anlamını belirleyen çalışmalar yapılmıştır. Kur’an tefsirindeki zenginleşmenin ve genişlemenin başlangıç noktası olan tabiin nesli kendi arasından Said Bin Cübeyr (v.94) Mücahit (v. 103 ) Dahhak (v. 105) İkrime (v. 105) Hasan Basri (v. 110 ) Katade (v.117) Ata b. Rabah ( v 114 ) Ata bin Dinar ( v 126 ) ve İbni Cüreyc (v. 150 ) gibi müfessirler çıkarmıştır.
Rivayet tefsirinde Rasulullah, sahabe ve tabiin otorite olarak kabul edilmektedir. Tebe-i tabiin dönemine ait ilk neşredilen eser Süfyani Sevri’ nin ( v.161) tefsiridir. Yine bu eserlerin içerisinde Taberi'nin (v.310) Tefsiri , metodu ve muhteva zenginliği açısından rivayet tefsirlerinin en temel kaynağı olmuştur. Dirayet tefsirlerine gelince tedvin dönemine ait en önemli ve kapsamlı dirayet tefsiri, İmam El Maturidi’nin (v.333) Te’vilatül Kuran adlı eseridir.
Hadislerin Tedvini
Tefsir ilminin maksadı ‘nazil olan ayetleri beşeri ölçüler düzeyinde ve zannı galibe göre ilahi iradeyi yakalama çabasıdır,’ dersek bu tarif bizi Rasulullah'ı tanımaya ve onun hadislerini öğrenmeye götürür. Peygamberimizin bize iki emanetinden biri de onun sünnetidir. Sünnetin bize aktarılması ise hadislerle olmuştur. Sahabe-i Kiram henüz peygamber hayattayken onu başlarında birer kuş konmuş-çasına pürdikkat dinlemiş, anlattığı hakikatleri hayatına geçirmekte titiz davranmış, on ayeti iyice öğrenmeden diğer on ayete geçmemiştir. Bununla birlikte peygamberimizin sözlerini kendi kişisel notları olarak yazanlar olmuş, Peygamberimiz “Benden Kuran'dan başka hiçbir şey yazmayınız şayet Kuran'dan başka bir şey yazmış kimse varsa onu imha etsin ancak benden rivayet edebilirsiniz bunda hiçbir sakınca yoktur. Bir de her kim bile bile bana isnad ederek yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın buyurmuştur.” Rasulullah Kur'an'la karışmasını engellemek amacıyla başlangıçta kendisine ait bilgilerin yazılmasını engellemiş böyle bir endişe olmadığında ise izin vermiştir. Peygamberimizin sözlerini nakletmek ihtiyatla yaklaşılan bir işti. İlk dönem ihtiyaç ve zorunluluk olmadıkça hadis rivayetinden kaçınılıyordu. Bunlardan biri Zeyd Bin Erkam ‘dı. Kendisine ” Niçin hadis nakletmiyorsun?” dediklerinde “ Biz yaşlandık ve unuttuk Rasülullah’tan hadis nakletmek zor bir iştir.” diye cevap vermiştir Ancak Peygamberimizin “Benim sözlerimi işitip ezberleyip kavradıktan sonra işittiği gibi aynen başkalarına aktaran kimselerin Allah yüzlerini ağartsın. Nice fıkıh taşıyıcıları vardır ki fakih değildir nice fıkıh taşıyıcıları da vardır ki fıkhı kendilerinden daha fakih olan kimselere taşırlar .” (Ebu Davud ilim 10 Tirmizi ilim 7) hadisi mucibince hareket etmişlerdir. Sayıları 60000 ila 124000 arasında olduğu söylenilen sahabeden sadece 1000 kadarı rivayette bulunmuş bunlardan 7 tanesi ise muksirun ismini alarak binden fazla hadis rivayet etmiştir Bunların ilk sırasında 5374 hadis rivayet eden Ebu Hureyre gelmektedir. Kendisinden ‘Muhacir kardeşlerimiz ticaret ile Ensar ise bahçelerinde meşgul olurken Ebu Hureyre karın tokluğuna peygambere hizmet ediyor onların bilmediklerine şahit oluyordu.’ diye bahsedilmiştir. Oysa peygamberin sadece 3 yıl sohbetinde bulunmuştur hatta bazıları onu hadis rivayetinde aşırı gittiği için eleştirmişlerdir.
İlk yazılı hadis sahifeleri bu dönemde ortaya çıkmıştır Abdullah bin Abbas ‘ın sahife-i sadıkası Hemmam bin münebbih tarafından Ebu hureyre'nin naklettiği hadisleri içeren Es sahifetü's sahiha bunların en meşhurlarıdır. Tefsirde otorite olan Abdullah bin Abbas’a ait bir sahifenin de olduğunu bilmekteyiz.
Tabiin nesli önderliğinde İslam dünyasını yönlendiren ilk ilmi hareket hadislerin toplanması olmuştur. Alimlerin yok olup gitmesi endişesini taşıyan halife Ömer Bin Abdülaziz, Medine valisine gönderdiği talimatla resmi tedvini başlatmıştır. Kaynaklarda bu talimatla ilk hadis tedvinini gerçekleştirenin İbni şihab Ez zuhr-i olduğu nakledilmektedir. Böylece hicri ikinci asırdan itibaren yazılı rivayet dönemi başladı. Hz. Peygambere ulaşan isnat zinciri önemsenmiş hadisin ayrılmaz bir parçası olmuştur. İsnat hicri 1. asrın ikinciyarısından itibaren önem kazanmıştır. Burada peygamber adına hadis uydurma işine mani olunmak istenmiştir. İbni Şihab Ez Zuhri, İshak bin Ebu Ferve’yi “Allah seni kahretsin hadisi niçin isnatsız naklediyorsun? Hangi cesaretle bağı ve zinciri olmayan hadisler rivayet ediyorsun ? diyerek azarlamıştır. Mevzu hadislerin yaygınlaşmasında o dönemde görülen siyasi ve itikadi ayrışmanın önemli bir faktör olduğu söylenebilir. Hatta Kufe şehri için hadis darphanesi denilen bir dönem olduğu nakledilmektedir.
Fıkıh İlminin Teşekkül Seyri
Hicri 1.asırda hadislerin tedvini ile beraber , fıkhın tedvini, hemen akabinden fıkhın bir ilim olarak teşekkülünün ortaya çıktığını görüyoruz Fıkh, tafakkuh anlamında dinin ahlaktan ahkama, itikattan muamelata kadar bütün konularındaki hususu anlama ve kavrama manasındaki geniş kullanımını Hicri . asrın başına kadar sürdürmüştür. Ebu Hanife’nin (v.150) fıkıh tarifi içine dinin bütün konuları girerken; İmam Şafii (v. 204) dinin hükümlerini muayyen delil ve kaynaklarından alarak elde edilen bilgi şeklinde özel bir alana hasretmiştir.
Fıkhın tedvini günlük hayatla ilgili farklı görüş ve uygulamalara son vermek için siyasi otorite tarafından da öne çıkarılmıştır. Halife Mansur'un başkatipliğini yapan İbn’ül Mukaffa (v.142) bu sahadaki dağınıklığın giderilmesi için halifenin onayladığı içtihatlardan oluşan bir standart hukuk metni oluşturulması ile ilgili önerilerini halife'ye sunmuştur. Halife Mansur, İmam Malik’in el Muvatta eserini seçmiş ancak İmam Malik ( v.179) buna karşı çıkmıştır. Yine Mansur'dan sonra Harun Reşid'in baş kadısı Ebu Yusuf'a Kitab’ul Haracı yazdırması ile devam etmiştir
Bunlardan önce fıkhı ilk tedvin eden Ebu Hanife (v. 150) olmuştur. Bir akademi oluşturan Ebu Hanife meseleleri talebeleri ile müzakere etmiştir. Bu meclisteki faaliyetler sonucunda mali konulardan devletlerarası hukuka kadar birçok konuyu içeren kitaplar tasnif edildi. Hadislerin tedvini fıkhın tedvininden önce başlamışsa da teşekkülünü tamamlayan ilk ilmin fıkıh olduğunu söyleyebiliriz. Kendisine ait meseleler ve bu meselelerin ele alınmasında takip edilen metodolojinin varlığı açısından değerlendirildiğinde kuşkusuz hadislere dayanmayan bir fıkıh mümkün değildir. Fıkıh bir ilim olarak teşekkülünü hadisin resmen tedvin edilmiş olmasına borçludur. Hicri 1. asrın ortalarından 2.asrın ortalarına kadarki süreçte ilim alanında fakihlerin söz sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Hadisle uğraşanlar rivayetleri nakledip toplarken fakihler, hadisleri kullanarak aradıkları çözümlere ulaşma gayreti gösteriyordu. El- Ameş (v. 148) kendisine bir soru sorulduğunda yanında oturan Ebu Hanife'den bunu cevaplanmasını istemiş; el- Ameş bu cevabı nereden bulduğunu sorunca Ebu Hanife “Bize rivayet ettiğin hadisten.” cevabını vermiştir. Bunun üzerine el-Ameş “ Biz hadisçiler eczacıyız, siz fakihler doktorsunuz.” demiştir. Hicri 2.asrın ilk çeyreğinden sonra hadislerin tasnifine başlanmış böylece hadisin ilimleşme sürecindeki önemli adım atılmıştır. Hadislerin tedvini fıkhın teşekkülünden önce, tasnifi ise fıkıhtan sonra olmuştur.
Fıkıhın teşekkülü ile ameli ve itikadi meselelerin hallinde re’ye dayalı ilim anlayışının yaygınlaşması sonucunda İslam ilim tarihinin en önemli metodolojik gruplaşması sayılan Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis ortaya çıkmıştır. Bundan sonraki devrede hadis ile fıkıh arasındaki ilişki farklı boyutlar kazanmıştır.
Sünen türünde görüldüğü gibi fıkıh kitapları tarzında tasnif edilen hadis edebiyatı türlerinin tasnifinin fıkıh kitapları ile paralel olduğunda şüphe yoktur. Bundan ‘Hadislerden ahkam istinbatının kolaylaştırılması için teşrie hizmet düşüncesi’ ve re’ye dayalı fıkıh ekollerine karşı hadis fıkhını ortaya koyma düşüncesinin var olduğunu söyleyebiliriz.
Hadis edebiyatının oluşum sürecinde önce tek bablı eserler -bunun ilk örneği Amir bin Serahil eş-Şabi’nin ( vefatı 103 ) talak ile ilgili hadisleri bir bab halinde topladığı kitaptır.- sonra ahkama dair sünen, muvatta, cami, musannef türü edebiyatın ,daha sonra (Hicri 3 asırdan itibaren ) aler Rical sistemli müsned türü edebiyatın tasnif edilmeye başlandığı kaydedilmektedir.
Sünnetin hayata intikali açısından fıkhi ameli rivayetlerin öncelikle toplanmaya ağırlık verildiği söylenebilir. Herhangi bir fıkıh kitabının fihristi ile bir sünenin fihristi karşılaştırılırsa tertip ve muhteva bakımından her ikisinin de aynı olduğu görülür. Ancak fıkıh kitaplarında müçtehit ve fakihlerin sözlerinin yer almasına karşılık sünenler Hz Peygamberin hadislerinin kısmen de ashabın fetvalarının toplanmasından meydana getirilmiştir. Başka bir deyişle sünenler hadislerle yazılmış birer fıkıh kitabıdır. . Suyuti ,hadisleri ilk tasnif edenlerden biri olan imamı Malik'in tasnif sistemi olarak Fıkhı ilk tedvin eden Ebu Hanife'yi takip ettiğini söylemiştir.
Rey fıkhına karşı gelinen hadisçi tavrının zirveye çıktığı hicri 3. asra gelindiğinde hadis fıkhının şaheserleri tasnif edilmiştir ki bu Asır tam anlamıyla fakih hadisçiler asrı olmuştur. Buhari’nin (v. 256) tasnif ettiği el Camiu's Sahih hadis fıkhının ulaştığı son nokta olarak kabul edilmiştir. Bu eserin yazılmasında de reye dayalı fıkıh anlayışına karşı sahih hadislerle örülü fıkhın ortaya konulma talebi baş etken olmuştur.
Hicri 3. asırda aler rical hadis tasnifinin ortaya çıkmasında da ehli hadis arasında re’ye dayalı fıkıh anlayışına tepkinin önemli olduğu anlaşılmaktadır. Onlar alel ebvab sistemle hadislerin tasnifini hadis kitaplarına re’y sokmak olarak görmüşlerdir. Müsnedlerin tasnif edilmesindeki amaç, hadis eserlerinin re’y olarak görülen bab başlıklarından arındırılması ve sırf rivayetin ait olduğu kaynağa göre tasnif edilmesi olduğunu görüyoruz.
Fıkıh ile hadisin ortak meselerinden biri de ‘haberi vahid’ tir. Bu mesele Re’y taraftarı fakihler tarafından Ashab’ul Hadisin görüşlerine muhalif bir tarzda ele alınmıştır. Hanefilerin hadis yerine kıyas, istihsan, istislah, örf ve benzeri usulleri kullanmaları ehli hadis ile fakihleri karşı karşıya getirmiştir. Bu münakaşalar bir yandan fıkıh usulünün doğmasına diğer yandan hadis usulünün sistematik hale gelmesinde önemli rol oynamıştır. Bu bağlamda İmamı Şafii (v. 204) hadisi fıkıh kaynaklarından biri olarak ele almış, Mutezile ve Ehli Rey e karşı hadis adına bir metodoloji geliştirmiştir ve eleştirileri karşılamaya çalışmıştır. Gerek hadis gerek fıkıh için bir dönüm noktası olan Er Risale ‘nin telifini gerçekleştirmiştir. Hadis usulünün ilk mimari olmuştur. Bu eser hadis ve fıkıh usulünün ortak eseri olmuştur. Fıkhın kaynaklarını, sünnetin konumunu , rivayetin sıhhat şartlarını ve re’yin sınırlarını tespit etmiş ve fıkıh usulüne dair farklı uygulamaları ortadan kaldırmak istemiştir haberi Vahid ve hücciyeti bahsini bu eserde değerlendirilmiştir. Ashabu’l hadis fikri olgunluğa erişmesini ve kendi sistematiği doğrultusunda mükemmel eserler tasnif etme kabiliyetini kazanmasını Şafi'ye borçludur. Onun sadece hadisin, Hz. Peygamber devrinde olduğu kadar güvenilir ve kıymetli bir kaynak olduğunu ispat edecek metodolojiyi ortaya koyması bile hadisçiler açısından başlı başına minnettarlık unsuru olmuştur.
Nitekim Hadis metodolojisi alanında yürütülen bu faaliyetler semeresini verdi. Hicri 3. asırdan itibaren merfu müsnet rivayetler ayrıcalıklı ve üstün bir konum kazanmıştır. Daha önceleri sahih ve zayıf şeklinde ikili tasnifle değerlendirilen rivayetler İlk defa Ali Bin El Medeni (vefatı 234) tarafından sahih hasen zayıf olmak üzere üçlü tasnife tabi tutulmuştur
Sonuç olarak fıkhın teşekkülünde hadislerin tedvininin büyük etkisi olduğu gibi fıkıh usulünün tedvininde de hadis ile ilgili tartışma ve araştırmaların önemli etkisi olduğu görülmektedir. Aynı şekilde hadis usulünün oluşması, hadisin sıhhat tahlili ve dini konumunu güçlendirmede fıkıh ilminin füruu ve usul olarak tedvin edilmiş olmasının etkileri olmuştur. Böylece fıkıh usulü teşekkülünü borçlu olduğu hadis ilmine karşı borcunu geliştirdiği altyapı ile ödemiştir denilebilir. Fıkıh süzgecinden geçmeyen sünnet anlayışı, sünnete dayanmayan bir fıkıh anlayışı eksiktir bir medeniyet oluşturamaz.
Hülasa İslam’ın ilk dönemlerinde hadis tefsir fıkıh gibi kategorik ayrımlar ve ayrışmalar mevcut değildi. Bilakis bütün bu alanlarla ilgili meseleler ilim kelimesinde mündemiç olarak ifade edilirdi. Bu anlamda ilim Kur'an ayetleri, peygamberimizin hadisleri ve bunların yorumları ve hayata tatbik süreci ile ilgili her şeyi kapsıyordu. Bu sebeple ilmi bize nakleden sahabe, tabiin ve tebe-i tabiinden gelen nakiller de bu ilmin içinde değerlendiriliyordu. İlmin ilim olması hadis ve rivayetin ilk kaynağına sahih ve muttasıl bir zincirle bağlanmasını gerektirirdi. Peygamberden gelen naklin merfu, sahabeden gelen naklin mevkuf, tabiundan gelen naklin maktu diye isimlendirilmesi bu nakillerin ilim olmasındandır. Dini ilimler ortak alanı paylaşıyor ve tüm ilimler rivayet malzemesi içinde yer alıyordu.
Okumalarım dan elde ettiğim bilgiye göre ilim denilen şey bir bütündür ve alimler peygamberlerin mirasçıları olarak onlardan aldıkları ilmi öğrenmiş, öğretmiş önderlik etmiş örnek olup olmuş ve bizlere aktarmışlardır. Allah onlardan razı olsun. ilim bir bütün olarak büyüye büyüye bize gelmiş ve biz de onu öğrenip öğreterek irfana ulaşıp bu irfan ile asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı. Murad-ı ilahi mucibince Peygamberimizin ahlakını yaşayarak Kur'an ahlakına erişme ve bundan bir medeniyet üreterek Allah’ın meleklere üstün kıldığı birer Adem olmalıyız.
Kaynakça
1. Hadis Tarihi- Prof. Dr. Ahmet Yücel
2. Hadis Usulü- Prof. Dr. Talat Koçyiğit
3. Tefsir Tarihi- Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu
4. Tefsir usulü-Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu
5. Teşekkül sürecinde Hadis-Fıkıh ilişkisi üzerine- Dr. Ömer Özpınar
6. İslami İlimlerde Metodoloji/Usul-V- Temel İslam ilimlerinin Ortaya Çıkışı ve Birbirileriyle İlişkileri Tartışmalı İlmi ihtisas Toplantısı 18-19 Ocak 2014 Ensar Neşriyat
NURHAN KINACI – 21912746 2021-2022 Güz Yarıyılı
TEFSİR YUKSEKLİSANS
İLMİN BÜTÜNLÜĞÜ ÜZERİNE
Allahu Teala insanı yarattı ve ona tüm isimleri öğretti. Bu donanımla onu meleklerden üstün kıldığını meleklere gösterdi. Melekler: “ Seni tüm eksikliklerden tenzih ederiz (Subhaneke) senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir ilmimiz yok.” dediler. İlk insan Adem, aynı zamanda ilk peygamberdi. İnsanın yeryüzüne indirilmesi ile beraber Allah insanı başıboş bırakmadı, onların içinden elçiler seçti ve onlara hayatlarını anlamlandıracak ilahi yasaları gönderdi. Hz Adem'den son Peygamber Hz. Muhammed’e kadar gelen tüm peygamberler insanlığa hidayet, nur ve insanca yaşama rehberi olan fıtrat dini İslam'ı tebliğ ve tebyin ettiler. Bugün elimizde ilk günkü kadar taze, Allah'ın bir mucizesi olarak korunmuş kitap Kur'an-ı Kerim durmakta. Önümüzde, dilimizde, elimizde.
Nüzul Dönemi ve Sonrasında Tefsir Faaliyeti
Peygamberimiz 40 yaşındaydı Hira Mağarasında uzun uzun düşünüp insanlığın yaralarına merhem ararken Cibril-i Emin ile karşılaştı. İlk vahiy ” oku” dediğinde , o ” Ben okuma bilmem.” demişti. “Yaratan Rabb'inin adıyla oku.” emri indi. 23 yılda Allah Rasulünün hayatına şahitlik eden vahiy, Allah'ın peygamberini ve onun eliyle sahabe-i kiramı inşa etti. Ayetler geldi. Hıfzedildi, yazıldı tefekkür edildi, anlaşıldı ve yaşandı.
Peygamberimiz vefat ettiğinde 2 şey miras bıraktı bizlere: Kur'an ve sünneti. Önce Hz.Ebu Bekir'in tereddütünü bertaraf eden Hz Ömer'in” Kur'an'ı iki kapak arasında toplayalım.” teklifi kabul edildi. Zeyd bin Sabit başkanlığındaki heyet bu işi tamamladı.
Kur'an'ın mushaf tertibi Cebrail ile yapılan arzalara göre yapıldı. Bu tevfıki olduğundan tartışmasız bir şekilde sureler ve ayetlerin sureler içerisindeki sıralamalarına göre Kur'an toplandı. Kur'an tefsirinde ’nazmu’l Kur'an’ ve ‘icazü’l Kuran’ bu mevcut tertip merkeze alınarak yürütüldü. Kur'an mushaf haline geldikten sonra ashap, tabiun, tebei tabiin Kuran'ı bu tertibe göre anlama ve yorumlamaya başladılar. Tabiundan Hasan'ı Basri'nin (v.110) Basra mescidinde verdiği Kur'an tefsiri dersleri bunun bir örneğidir. Kur'an'ın mushaf tertibine göre incelemelerinde siyak sibak , ayetlerin başka ayetleri tefsiri, Peygamberimizin o ayetlerle ilgili açıklamaları ve ayetlerin nuzül sebepleri, anlamada başvurulan yöntemlerdi.
Kuşkusuz Kur'an'ı en iyi anlayan kitabın kendisine indirildiği Allah resulü idi. O hayattayken Kur'an'ın mücmelini beyan, mutlakını takyid, müşkilini tavzih, mübhemini beyan, umumunu tahsis ve neshini beyan etmiş yer yer de muhtelif türden açıklamalar yapmıştır. Tefsir diğer ilimlerin tedvin faaliyetine girişilmeden meşgul olunan ilk ilimdir. Çünkü tefsir ile meşguliyet Hz Peygamber zamanında başlamıştır. Bazı sahabiler -Hz Ömer'in kelale hakkında sorması gibi -Kur'an'dan manasını anlayamadıkları hususlarla ilgili sorular sormuş, bunları öğrenerek bu ilmin öncüsü olmuşlardır.
Allah Resul’ünün Kur'an'ı tefsiri Hicret'in 3.asrında tedvin edilmiş sünenlerin ‘kitabut tefsir’ bölümleri ile sınırlı değildir. Ayetler nazil oluyor peygamber onları tebliğ ediyordu. İndirilen metin ilk muhatapların çok iyi bildiği, özümsediği, en yüksek düzeyde kullandığı bir dille; onların muhayyilesine, yaşantısına, kültürüne uygun bir şekilde geliyor; anlayamadıklarını da hemencecik soruyorlardı. Peygamberimizin anlaşılan Kur'an'ı açıklaması abes olurdu. Ama Medine döneminin son 2 yılına tekabül eden dönemde bazı telaffuz ve anlama problemlerinin ortaya çıkmaya başladığını bunun da Kureyş lehçesi dışında konuşan başka dillere sahip kişilerin Müslüman olmaları ile başladığını görüyoruz. Peygamberimizin tefsir faaliyeti dönemin yapısı ve ihtiyacı nispetinde olmuştur ama onun 23 yıllık hayatındaki tüm eylemleri, sözleri, takrirleri kısaca sünneti seniyyesi Kur'an'ın bir tefsiridir.
Peygamberimizin Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini açıklama nev’inden rivayetlerin, Hadis eserlerinde pek az geçtiğinden yukarıda bahsetmiştik. Hicri ilk 3-4 asırda telif edilen rivayet tefsiri türünden eserlerde yer alan merfu hadisler hayli azdır. Peygamberimizin talebeleri olan sahabe-i kiramın Kur'an ayetleri hakkında yaptıkları tefsirler bu konuda ön plana çıkmıştır. Bunlar arasında Peygamber Efendimizin kendisine “Allah'ım ona kitabı öğret onu dinde fakih kıl.” diye dua ettiği Abdullah Bin Abbâs en önemlileri arasındadır. Yine Abdullah Bin Mesud, Ubey bin Ka’b, Hz Ebubekir, Hz Osman ,Hz Ali, Ebu Musa El Eş'ari müfessir sahabilerdendir. Sahabenin Kur'an tefsiri; garip, muğlak, müşkil ve mücmel lafızlarla sınırlı idi. Kur'an-ı Kur'an'la ve sünnetle tefsir etmişler, şiirden istişhadda bulunmuşlardır. Sahabe tefsirinde göze çarpan bir diğer konu ehli kitaptan intikal eden bilgilerin yani İsrailiyatın kullanılmaya başlanmasıdır. Abdullah Bin Abbâs Mekke'de; Ubey bin Ka’b Medine'de; Abdullah Bin Mesud ise Kufe’de tefsir ekolleri kurmuşlar. Buralarda talebeler yetiştirmişlerdir.
Tabiun döneminde bizzat müfessirler tarafından kaleme alınan tefsirler hayli azdır ancak yine de Kur'an yorumuna ait şifahi bilgilerin ve farklı türden mülahazaların bir tefsir kitabı şeklinde tedvini kütübi tisa ve kütüb-i Sitte denilen hadis mecmualarından öncedir. Gerek Hasan Basri gibi ilk dönem müfessirlerinin yorumları ve halka açık verdiği tefsir dersleri, gerek Katade b. Diame’nin (v.117) tefsir tartışmaları gerekse kendine çokça müracaat edilen Hicri 1. ve 2. yüzyıl tefsir alimlerinin değerlendirmeleri; bunların talebeleri ve sevenleri tarafından öylesine iyi muhafaza edilmiş ve nakledilmiştir ki bunları tedvin edilmiş eserler gibi görmek bile mümkündür.
Tabiin ve tebe-i tabiin döneminde rivayet tefsirine ek olarak Kur'an kelime ve ibarelerinin konu edildiği garibul Kuran ,mecazül Kuran ,müşkilül Kuran, el-vücuh ve ve nezair gibi Kuran lafız ve cümlelerinin anlamını belirleyen çalışmalar yapılmıştır. Kur’an tefsirindeki zenginleşmenin ve genişlemenin başlangıç noktası olan tabiin nesli kendi arasından Said Bin Cübeyr (v.94) Mücahit (v. 103 ) Dahhak (v. 105) İkrime (v. 105) Hasan Basri (v. 110 ) Katade (v.117) Ata b. Rabah ( v 114 ) Ata bin Dinar ( v 126 ) ve İbni Cüreyc (v. 150 ) gibi müfessirler çıkarmıştır.
Rivayet tefsirinde Rasulullah, sahabe ve tabiin otorite olarak kabul edilmektedir. Tebe-i tabiin dönemine ait ilk neşredilen eser Süfyani Sevri’ nin ( v.161) tefsiridir. Yine bu eserlerin içerisinde Taberi'nin (v.310) Tefsiri , metodu ve muhteva zenginliği açısından rivayet tefsirlerinin en temel kaynağı olmuştur. Dirayet tefsirlerine gelince tedvin dönemine ait en önemli ve kapsamlı dirayet tefsiri, İmam El Maturidi’nin (v.333) Te’vilatül Kuran adlı eseridir.
Hadislerin Tedvini
Tefsir ilminin maksadı ‘nazil olan ayetleri beşeri ölçüler düzeyinde ve zannı galibe göre ilahi iradeyi yakalama çabasıdır,’ dersek bu tarif bizi Rasulullah'ı tanımaya ve onun hadislerini öğrenmeye götürür. Peygamberimizin bize iki emanetinden biri de onun sünnetidir. Sünnetin bize aktarılması ise hadislerle olmuştur. Sahabe-i Kiram henüz peygamber hayattayken onu başlarında birer kuş konmuş-çasına pürdikkat dinlemiş, anlattığı hakikatleri hayatına geçirmekte titiz davranmış, on ayeti iyice öğrenmeden diğer on ayete geçmemiştir. Bununla birlikte peygamberimizin sözlerini kendi kişisel notları olarak yazanlar olmuş, Peygamberimiz “Benden Kuran'dan başka hiçbir şey yazmayınız şayet Kuran'dan başka bir şey yazmış kimse varsa onu imha etsin ancak benden rivayet edebilirsiniz bunda hiçbir sakınca yoktur. Bir de her kim bile bile bana isnad ederek yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın buyurmuştur.” Rasulullah Kur'an'la karışmasını engellemek amacıyla başlangıçta kendisine ait bilgilerin yazılmasını engellemiş böyle bir endişe olmadığında ise izin vermiştir. Peygamberimizin sözlerini nakletmek ihtiyatla yaklaşılan bir işti. İlk dönem ihtiyaç ve zorunluluk olmadıkça hadis rivayetinden kaçınılıyordu. Bunlardan biri Zeyd Bin Erkam ‘dı. Kendisine ” Niçin hadis nakletmiyorsun?” dediklerinde “ Biz yaşlandık ve unuttuk Rasülullah’tan hadis nakletmek zor bir iştir.” diye cevap vermiştir Ancak Peygamberimizin “Benim sözlerimi işitip ezberleyip kavradıktan sonra işittiği gibi aynen başkalarına aktaran kimselerin Allah yüzlerini ağartsın. Nice fıkıh taşıyıcıları vardır ki fakih değildir nice fıkıh taşıyıcıları da vardır ki fıkhı kendilerinden daha fakih olan kimselere taşırlar .” (Ebu Davud ilim 10 Tirmizi ilim 7) hadisi mucibince hareket etmişlerdir. Sayıları 60000 ila 124000 arasında olduğu söylenilen sahabeden sadece 1000 kadarı rivayette bulunmuş bunlardan 7 tanesi ise muksirun ismini alarak binden fazla hadis rivayet etmiştir Bunların ilk sırasında 5374 hadis rivayet eden Ebu Hureyre gelmektedir. Kendisinden ‘Muhacir kardeşlerimiz ticaret ile Ensar ise bahçelerinde meşgul olurken Ebu Hureyre karın tokluğuna peygambere hizmet ediyor onların bilmediklerine şahit oluyordu.’ diye bahsedilmiştir. Oysa peygamberin sadece 3 yıl sohbetinde bulunmuştur hatta bazıları onu hadis rivayetinde aşırı gittiği için eleştirmişlerdir.
İlk yazılı hadis sahifeleri bu dönemde ortaya çıkmıştır Abdullah bin Abbas ‘ın sahife-i sadıkası Hemmam bin münebbih tarafından Ebu hureyre'nin naklettiği hadisleri içeren Es sahifetü's sahiha bunların en meşhurlarıdır. Tefsirde otorite olan Abdullah bin Abbas’a ait bir sahifenin de olduğunu bilmekteyiz.
Tabiin nesli önderliğinde İslam dünyasını yönlendiren ilk ilmi hareket hadislerin toplanması olmuştur. Alimlerin yok olup gitmesi endişesini taşıyan halife Ömer Bin Abdülaziz, Medine valisine gönderdiği talimatla resmi tedvini başlatmıştır. Kaynaklarda bu talimatla ilk hadis tedvinini gerçekleştirenin İbni şihab Ez zuhr-i olduğu nakledilmektedir. Böylece hicri ikinci asırdan itibaren yazılı rivayet dönemi başladı. Hz. Peygambere ulaşan isnat zinciri önemsenmiş hadisin ayrılmaz bir parçası olmuştur. İsnat hicri 1. asrın ikinciyarısından itibaren önem kazanmıştır. Burada peygamber adına hadis uydurma işine mani olunmak istenmiştir. İbni Şihab Ez Zuhri, İshak bin Ebu Ferve’yi “Allah seni kahretsin hadisi niçin isnatsız naklediyorsun? Hangi cesaretle bağı ve zinciri olmayan hadisler rivayet ediyorsun ? diyerek azarlamıştır. Mevzu hadislerin yaygınlaşmasında o dönemde görülen siyasi ve itikadi ayrışmanın önemli bir faktör olduğu söylenebilir. Hatta Kufe şehri için hadis darphanesi denilen bir dönem olduğu nakledilmektedir.
Fıkıh İlminin Teşekkül Seyri
Hicri 1.asırda hadislerin tedvini ile beraber , fıkhın tedvini, hemen akabinden fıkhın bir ilim olarak teşekkülünün ortaya çıktığını görüyoruz Fıkh, tafakkuh anlamında dinin ahlaktan ahkama, itikattan muamelata kadar bütün konularındaki hususu anlama ve kavrama manasındaki geniş kullanımını Hicri . asrın başına kadar sürdürmüştür. Ebu Hanife’nin (v.150) fıkıh tarifi içine dinin bütün konuları girerken; İmam Şafii (v. 204) dinin hükümlerini muayyen delil ve kaynaklarından alarak elde edilen bilgi şeklinde özel bir alana hasretmiştir.
Fıkhın tedvini günlük hayatla ilgili farklı görüş ve uygulamalara son vermek için siyasi otorite tarafından da öne çıkarılmıştır. Halife Mansur'un başkatipliğini yapan İbn’ül Mukaffa (v.142) bu sahadaki dağınıklığın giderilmesi için halifenin onayladığı içtihatlardan oluşan bir standart hukuk metni oluşturulması ile ilgili önerilerini halife'ye sunmuştur. Halife Mansur, İmam Malik’in el Muvatta eserini seçmiş ancak İmam Malik ( v.179) buna karşı çıkmıştır. Yine Mansur'dan sonra Harun Reşid'in baş kadısı Ebu Yusuf'a Kitab’ul Haracı yazdırması ile devam etmiştir
Bunlardan önce fıkhı ilk tedvin eden Ebu Hanife (v. 150) olmuştur. Bir akademi oluşturan Ebu Hanife meseleleri talebeleri ile müzakere etmiştir. Bu meclisteki faaliyetler sonucunda mali konulardan devletlerarası hukuka kadar birçok konuyu içeren kitaplar tasnif edildi. Hadislerin tedvini fıkhın tedvininden önce başlamışsa da teşekkülünü tamamlayan ilk ilmin fıkıh olduğunu söyleyebiliriz. Kendisine ait meseleler ve bu meselelerin ele alınmasında takip edilen metodolojinin varlığı açısından değerlendirildiğinde kuşkusuz hadislere dayanmayan bir fıkıh mümkün değildir. Fıkıh bir ilim olarak teşekkülünü hadisin resmen tedvin edilmiş olmasına borçludur. Hicri 1. asrın ortalarından 2.asrın ortalarına kadarki süreçte ilim alanında fakihlerin söz sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Hadisle uğraşanlar rivayetleri nakledip toplarken fakihler, hadisleri kullanarak aradıkları çözümlere ulaşma gayreti gösteriyordu. El- Ameş (v. 148) kendisine bir soru sorulduğunda yanında oturan Ebu Hanife'den bunu cevaplanmasını istemiş; el- Ameş bu cevabı nereden bulduğunu sorunca Ebu Hanife “Bize rivayet ettiğin hadisten.” cevabını vermiştir. Bunun üzerine el-Ameş “ Biz hadisçiler eczacıyız, siz fakihler doktorsunuz.” demiştir. Hicri 2.asrın ilk çeyreğinden sonra hadislerin tasnifine başlanmış böylece hadisin ilimleşme sürecindeki önemli adım atılmıştır. Hadislerin tedvini fıkhın teşekkülünden önce, tasnifi ise fıkıhtan sonra olmuştur.
Fıkıhın teşekkülü ile ameli ve itikadi meselelerin hallinde re’ye dayalı ilim anlayışının yaygınlaşması sonucunda İslam ilim tarihinin en önemli metodolojik gruplaşması sayılan Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis ortaya çıkmıştır. Bundan sonraki devrede hadis ile fıkıh arasındaki ilişki farklı boyutlar kazanmıştır.
Sünen türünde görüldüğü gibi fıkıh kitapları tarzında tasnif edilen hadis edebiyatı türlerinin tasnifinin fıkıh kitapları ile paralel olduğunda şüphe yoktur. Bundan ‘Hadislerden ahkam istinbatının kolaylaştırılması için teşrie hizmet düşüncesi’ ve re’ye dayalı fıkıh ekollerine karşı hadis fıkhını ortaya koyma düşüncesinin var olduğunu söyleyebiliriz.
Hadis edebiyatının oluşum sürecinde önce tek bablı eserler -bunun ilk örneği Amir bin Serahil eş-Şabi’nin ( vefatı 103 ) talak ile ilgili hadisleri bir bab halinde topladığı kitaptır.- sonra ahkama dair sünen, muvatta, cami, musannef türü edebiyatın ,daha sonra (Hicri 3 asırdan itibaren ) aler Rical sistemli müsned türü edebiyatın tasnif edilmeye başlandığı kaydedilmektedir.
Sünnetin hayata intikali açısından fıkhi ameli rivayetlerin öncelikle toplanmaya ağırlık verildiği söylenebilir. Herhangi bir fıkıh kitabının fihristi ile bir sünenin fihristi karşılaştırılırsa tertip ve muhteva bakımından her ikisinin de aynı olduğu görülür. Ancak fıkıh kitaplarında müçtehit ve fakihlerin sözlerinin yer almasına karşılık sünenler Hz Peygamberin hadislerinin kısmen de ashabın fetvalarının toplanmasından meydana getirilmiştir. Başka bir deyişle sünenler hadislerle yazılmış birer fıkıh kitabıdır. . Suyuti ,hadisleri ilk tasnif edenlerden biri olan imamı Malik'in tasnif sistemi olarak Fıkhı ilk tedvin eden Ebu Hanife'yi takip ettiğini söylemiştir.
Rey fıkhına karşı gelinen hadisçi tavrının zirveye çıktığı hicri 3. asra gelindiğinde hadis fıkhının şaheserleri tasnif edilmiştir ki bu Asır tam anlamıyla fakih hadisçiler asrı olmuştur. Buhari’nin (v. 256) tasnif ettiği el Camiu's Sahih hadis fıkhının ulaştığı son nokta olarak kabul edilmiştir. Bu eserin yazılmasında de reye dayalı fıkıh anlayışına karşı sahih hadislerle örülü fıkhın ortaya konulma talebi baş etken olmuştur.
Hicri 3. asırda aler rical hadis tasnifinin ortaya çıkmasında da ehli hadis arasında re’ye dayalı fıkıh anlayışına tepkinin önemli olduğu anlaşılmaktadır. Onlar alel ebvab sistemle hadislerin tasnifini hadis kitaplarına re’y sokmak olarak görmüşlerdir. Müsnedlerin tasnif edilmesindeki amaç, hadis eserlerinin re’y olarak görülen bab başlıklarından arındırılması ve sırf rivayetin ait olduğu kaynağa göre tasnif edilmesi olduğunu görüyoruz.
Fıkıh ile hadisin ortak meselerinden biri de ‘haberi vahid’ tir. Bu mesele Re’y taraftarı fakihler tarafından Ashab’ul Hadisin görüşlerine muhalif bir tarzda ele alınmıştır. Hanefilerin hadis yerine kıyas, istihsan, istislah, örf ve benzeri usulleri kullanmaları ehli hadis ile fakihleri karşı karşıya getirmiştir. Bu münakaşalar bir yandan fıkıh usulünün doğmasına diğer yandan hadis usulünün sistematik hale gelmesinde önemli rol oynamıştır. Bu bağlamda İmamı Şafii (v. 204) hadisi fıkıh kaynaklarından biri olarak ele almış, Mutezile ve Ehli Rey e karşı hadis adına bir metodoloji geliştirmiştir ve eleştirileri karşılamaya çalışmıştır. Gerek hadis gerek fıkıh için bir dönüm noktası olan Er Risale ‘nin telifini gerçekleştirmiştir. Hadis usulünün ilk mimari olmuştur. Bu eser hadis ve fıkıh usulünün ortak eseri olmuştur. Fıkhın kaynaklarını, sünnetin konumunu , rivayetin sıhhat şartlarını ve re’yin sınırlarını tespit etmiş ve fıkıh usulüne dair farklı uygulamaları ortadan kaldırmak istemiştir haberi Vahid ve hücciyeti bahsini bu eserde değerlendirilmiştir. Ashabu’l hadis fikri olgunluğa erişmesini ve kendi sistematiği doğrultusunda mükemmel eserler tasnif etme kabiliyetini kazanmasını Şafi'ye borçludur. Onun sadece hadisin, Hz. Peygamber devrinde olduğu kadar güvenilir ve kıymetli bir kaynak olduğunu ispat edecek metodolojiyi ortaya koyması bile hadisçiler açısından başlı başına minnettarlık unsuru olmuştur.
Nitekim Hadis metodolojisi alanında yürütülen bu faaliyetler semeresini verdi. Hicri 3. asırdan itibaren merfu müsnet rivayetler ayrıcalıklı ve üstün bir konum kazanmıştır. Daha önceleri sahih ve zayıf şeklinde ikili tasnifle değerlendirilen rivayetler İlk defa Ali Bin El Medeni (vefatı 234) tarafından sahih hasen zayıf olmak üzere üçlü tasnife tabi tutulmuştur
Sonuç olarak fıkhın teşekkülünde hadislerin tedvininin büyük etkisi olduğu gibi fıkıh usulünün tedvininde de hadis ile ilgili tartışma ve araştırmaların önemli etkisi olduğu görülmektedir. Aynı şekilde hadis usulünün oluşması, hadisin sıhhat tahlili ve dini konumunu güçlendirmede fıkıh ilminin füruu ve usul olarak tedvin edilmiş olmasının etkileri olmuştur. Böylece fıkıh usulü teşekkülünü borçlu olduğu hadis ilmine karşı borcunu geliştirdiği altyapı ile ödemiştir denilebilir. Fıkıh süzgecinden geçmeyen sünnet anlayışı, sünnete dayanmayan bir fıkıh anlayışı eksiktir bir medeniyet oluşturamaz.
Hülasa İslam’ın ilk dönemlerinde hadis tefsir fıkıh gibi kategorik ayrımlar ve ayrışmalar mevcut değildi. Bilakis bütün bu alanlarla ilgili meseleler ilim kelimesinde mündemiç olarak ifade edilirdi. Bu anlamda ilim Kur'an ayetleri, peygamberimizin hadisleri ve bunların yorumları ve hayata tatbik süreci ile ilgili her şeyi kapsıyordu. Bu sebeple ilmi bize nakleden sahabe, tabiin ve tebe-i tabiinden gelen nakiller de bu ilmin içinde değerlendiriliyordu. İlmin ilim olması hadis ve rivayetin ilk kaynağına sahih ve muttasıl bir zincirle bağlanmasını gerektirirdi. Peygamberden gelen naklin merfu, sahabeden gelen naklin mevkuf, tabiundan gelen naklin maktu diye isimlendirilmesi bu nakillerin ilim olmasındandır. Dini ilimler ortak alanı paylaşıyor ve tüm ilimler rivayet malzemesi içinde yer alıyordu.
Okumalarım dan elde ettiğim bilgiye göre ilim denilen şey bir bütündür ve alimler peygamberlerin mirasçıları olarak onlardan aldıkları ilmi öğrenmiş, öğretmiş önderlik etmiş örnek olup olmuş ve bizlere aktarmışlardır. Allah onlardan razı olsun. ilim bir bütün olarak büyüye büyüye bize gelmiş ve biz de onu öğrenip öğreterek irfana ulaşıp bu irfan ile asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı. Murad-ı ilahi mucibince Peygamberimizin ahlakını yaşayarak Kur'an ahlakına erişme ve bundan bir medeniyet üreterek Allah’ın meleklere üstün kıldığı birer Adem olmalıyız.
Kaynakça
1. Hadis Tarihi- Prof. Dr. Ahmet Yücel
2. Hadis Usulü- Prof. Dr. Talat Koçyiğit
3. Tefsir Tarihi- Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu
4. Tefsir usulü-Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu
5. Teşekkül sürecinde Hadis-Fıkıh ilişkisi üzerine- Dr. Ömer Özpınar
6. İslami İlimlerde Metodoloji/Usul-V- Temel İslam ilimlerinin Ortaya Çıkışı ve Birbirileriyle İlişkileri Tartışmalı İlmi ihtisas Toplantısı 18-19 Ocak 2014 Ensar Neşriyat
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
SOSYAL BİLİMLER
ENSTİTÜSÜ
TEFSİR ANABİLİM DALI
HADİS ESERLERİNDE
TEFSİR RİVAYETLERİ – 1
AYSUN VELİ
20932723
TEFSİR, HADİS ve FIKIH TARİHİ
ÜZERİNDEN
“BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ”NÜN DEĞERLENDİRİLMESİ
Kur’an, Hz. Peygamber özelinde tüm insanlığa seslenen ilahi bir hitaptır.
Hitabın gerçekleşmesi için hatip, muhatap ve bağlam olmazsa olmazdır. Bu
paradigma dikkate alınmadan ilahi hitaptaki murad-ı ilahiyi anlamak mümkün
değildir. Bu çerçevede bize yol gösterecek yegane rehber sünnettir. Kur’an’daki
hükümlerin ekserisi külli olduğundan, o külli hükümleri izah etmek ve açıklamak
için daima sünnete ihtiyaç duyulmuştur.
Kur’an ile sünnet arasındaki bu ilişkiyi Yahya b. Ebu Kesir’in “ Sünnet,
Kur’an üzerine hakimdir fakat Kur’an sünnet üzerine hakim değildir “
(Darimi,“Mukaddime”,49) mahiyetindeki sözü, buna mukabil Ahmed b. Hanbel’in bu
sözü mevzu bahis ederek “Ben bunu söylemeğe cesaret edemem fakat Sünnet
Kur’an’ın tefsiridir” demesi sünnetin önemini açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Bilindiği gibi Hazreti Peygamberin görevi, genel manada İslam'ın koyduğu
prensipler çerçevesinde insanları tek Allah inancına davetten ibarettir. Buna
binaen Allah Teala, Hazreti Peygamber’i Kur'ân’ı Kerim’i tebliğ etmekle
görevlendirmiş ve bu hususta ona şu emri vermiştir: "Ey Peygamber,
Rabbinden sana indirileni tebliğ et; eğer (bunu) yapmazsan O'nun
peygamberliğini yapmamış olursun" (Maide/67). Bu açık emirden
anlaşıldığına göre; Hazreti Peygambere tevdi olunan tebliğ görevinin taalluku,
kendisine inzal olunan Kur'an’ı Kerimin insanlara duyurulması veya öğretilmesi
ve dolayısıyla onların Kur'an’ın emir ve nehiylerine uymalarının sağlanmasıdır.
Hazreti Peygamber Rabbinden aldığı bu emre uyarak, Kur'an-ı Kerim’den
kendisine inzal olunan ayetleri müminlere tebliğ etmiş ve bu suretle görevini
yerine getirmiştir. Ancak bu görevin mücerred tebliğ görevine münhasır kalması
halinde, müslümanlar büyük müşkillerle karşılaşmış olacaklardır. Çünkü Hazreti
Peygamber tarafından tebliğ olunan ve tatbiki istenen bazı ayetler, mücmel;
gayri mufassal, yahut mutlak; gayri mukayyed olarak nazil olmuştur. Mesela
namaz kılınmasını emreden ayetler mücmel olarak gelmiş fakat rekatlarının
adedi, şekli ve vakitleri Kur'an’da beyan edilmemiştir. Zekatı emreden ayetler
de mutlak olarak gelmiş; zekatı gerektiren malın asgari haddi takyid ve tahdid,
miktarı ve şartları beyan edilmemiştir.
Kur'an Kerimde bunun gibi şekli, şartı ve erkanı beyan edilmedikçe tatbiki
mümkün olmayan daha bir çok hükümler vardır ve bunların beyanı için yine
Hazreti Peygamber’e başvurmaktan başka çare yoktur. Nitekim Allah
Teala da bu yönden Hazreti Peygambere ikinci bir görev vermiş ve şöyle
demiştir: "İnsanlara, kendilerine indirileni beyan edesin diye sana
zikri (Kur'an) indirdik. Ola ki onlar da düşünürler" (Nahl/44).
Görülüyor ki, Hazreti Peygamber bir taraftan kendisine indirilenleri
insanlara tebliğ etmekle, diğer taraftan da tebliğ ettikleri arasında
Müslümanlar için anlaşılması ve tatbik edilmesi güç olanları açıklamakla yani
tebyin ile görevlendirilmiştir. Dolayısıyla İslam'ın ilk kaynağını teşkil eden
Kur'ânı Kerimden bazı ayetleri, Hazreti Peygamberin izahatı
olmaksızın anlamak mümkün değildir. Bu bakımdan hadis veya sünnet, Kur'an' Kerimin
tefsiri olduğu gibi Hazreti Peygamber de ilk müfessirdir.
Hazreti peygamberi Kur’an tefsirine sevkeden en mühim amil, şüphesiz
İslamiyet’in kendisinden olan emridir. Çünkü Kur’an kendisi üzerine
düşünülmeyi, kendisinin anlaşılmasını, açıklanmasını, tefsir edilmesini ve
uygulanmasını istemiştir. Bu bakımdan İslam’da tefsir, hadis, fıkıh hareketi,
bizzat İslam’ın kendi bünyesinden doğmuştur. Onun için de Hz. Peygamber
devrinde tefsirin iki mühim kaynağı Kur’an’ı Kerim ile Hz. Muhammed’in kendisi
olacaktır.
Hz. Peygamber henüz hayatta iken, hatta onun vefatından sonra birkaç on
yılda dinin bilgi kaynakları epistemik olarak ele alınmamış ve bu nedenle de
herhangi bir dini/ilmi disiplin vücut bulmamıştır. Alimler de herhangi bir özel
alanda mütehassıs olarak ayrışmamıştı. Bu nedenle bir alim hem dilci hem
hadisçi hem tarihçi hem fıkıhçı hem de tefsirci olabiliyordu. Dolayısıyla erken
dönemde İslami ilimler birbirleriyle iç içe ve ayrışmamış bir halde
bulunmaktaydı. Hz. Peygamber’in hayatı, hicri birinci ve ikinci asırda tüm
alimlerin meşguliyet alanının merkezinde yer alıyordu. Bu yoğun faaliyet başta
Hadis olmak üzere Siyer, Tefsir ve diğer dini ilimleri ortaya çıkarmıştır.
Böylece aslında ilk anda doğrudan muhatapları olan Kur’an, bu disiplinler
aracılığıyla daha sonraki nesillere de hitap eder hale gelmiş oldu.
İlimler teşekkül etmeden önce ilim
dendiğinde akla gelen hadisti. Hadis deyince bunun içinde Kur’an tefsiri de,
fıkıh, ahlak da, siyer ve tarih de vardı. Bütün ilimler hadisin bünyesindeydi.
Ancak üçüncü yüzyıldan itibaren ihtisaslaşmaya gidilince her ilim diğerinden
ayrışmaya, kendi alt yapısını oluşturmaya, kendi müstakil yolunda devam etmeye
başladı. Bu anlamda tefsir de hadisin bünyesinden ayrıldı, bağımsız bir
disiplin haline geldi.
Malum olduğu üzere Kur’an’ı anlamada
birinci temel kaynağımız yine Kur’an’ın kendisidir. Öncelikle Kur’an’ı Kur’an
ışığında anlamaya çalışırız. Yani Kur’an kendi kendini tefsir eder
ancak hadisten müstağni bir tefsir asla düşünülemez çünkü hadis, Kur’an’ı
anlamada ikinci temel kaynağımızdır. Aynı zamanda Kur’an kendi bünyesinde hüküm
bildiren ayetlere de yer verir. Kendi ahkamını, hukuk nizamını ortaya koyar. Bu
ahkam ayetleriyle ilgili detayları diğer Kur’an ayetleri ya da hadis-i şerifler
ışığında belirleyip ortaya koymaya çalışan fıkıh disiplinini de tefsirden ayrı
düşünmemiz mümkün değildir. Zira Kur’an’ın ahkam ayetlerini ele alıp işleyen, o
ayetleri konu edinen müstakil tefsir kitaplarının yazılması bize tefsir ilminin
fıkıh ilmiyle ilişkisinin en somut göstergesidir.
Görüldüğü üzere İslami ilimlerin ortaya çıkışı Hz. Peygamberden sonradır.
Bu da peygamberî hayatın
ayrıştırılıp kategorize edilmesiyle gerçekleşmiştir. Zira ilim, kavramlar
üzerine kurulan akli bir faaliyettir, özü gereği parçalar ve tanım yapar. Buna
mukabil hayat ise parçalanmaz bir bütündür. Pratik hayatta insani her bir
eylem, zihinsel ve ruhsal olandan hali değildir. Çünkü insan “anda” külli
olarak mevcuttur. Dolayısıyla insanın her bir an’ı fıkıhtan, tefsirden ve
hadisten de hali değildir. Bütün bu ilimler insanın eylemlerinde içkindir.
Teorik olarak zihinde ayrışan bu ilimleri pratik hayatta birbirinden ayırmak
asla mümkün değildir. Teorik olan bu ilimler, pratik hayatta tüm eylemlerde
somut olarak tezahür eder. Böylece bilginin bütünlüğü amelde gerçekleşmiş olur
çünkü amel, bilginin kemal halidir.
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
SOSYAL BİLİMLER
ENSTİTÜSÜ
TEFSİR ANABİLİM DALI
HADİS
ESERLERİNDE TEFSİR RİVAYETLERİ – 1
AYSUN
VELİ
20932723
TEFSİR, HADİS ve FIKIH TARİHİ ÜZERİNDEN
“BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ”NÜN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Kur’an, Hz. Peygamber özelinde tüm insanlığa seslenen ilahi bir
hitaptır. Hitabın gerçekleşmesi için hatip, muhatap ve bağlam olmazsa olmazdır.
Bu paradigma dikkate alınmadan ilahi hitaptaki murad-ı ilahiyi anlamak mümkün
değildir. Bu çerçevede bize yol gösterecek yegane rehber sünnettir. Kur’an’daki
hükümlerin ekserisi külli olduğundan, o külli hükümleri izah etmek ve açıklamak
için daima sünnete ihtiyaç duyulmuştur.
Kur’an ile sünnet arasındaki bu ilişkiyi Yahya b. Ebu Kesir’in “
Sünnet, Kur’an üzerine hakimdir fakat Kur’an sünnet üzerine hakim değildir “
(Darimi,“Mukaddime”,49) mahiyetindeki sözü, buna mukabil Ahmed b. Hanbel’in bu
sözü mevzu bahis ederek “Ben bunu söylemeğe cesaret edemem fakat Sünnet
Kur’an’ın tefsiridir” demesi sünnetin önemini açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Bilindiği gibi Hazreti Peygamberin görevi, genel manada İslam'ın
koyduğu prensipler çerçevesinde insanları tek Allah inancına davetten
ibarettir. Buna binaen Allah Teala, Hazreti Peygamber’i Kur'ân’ı Kerim’i tebliğ
etmekle görevlendirmiş ve bu hususta ona şu emri vermiştir: "Ey Peygamber,
Rabbinden sana indirileni tebliğ et; eğer (bunu) yapmazsan O'nun
peygamberliğini yapmamış olursun" (Maide/67). Bu açık emirden anlaşıldığına göre; Hazreti
Peygambere tevdi olunan tebliğ görevinin taalluku, kendisine inzal olunan
Kur'an’ı Kerimin insanlara duyurulması veya öğretilmesi ve dolayısıyla onların
Kur'an’ın emir ve nehiylerine uymalarının sağlanmasıdır.
Hazreti Peygamber Rabbinden aldığı bu emre uyarak, Kur'an-ı
Kerim’den kendisine inzal olunan ayetleri müminlere tebliğ etmiş ve bu suretle
görevini yerine getirmiştir. Ancak bu görevin mücerred tebliğ görevine münhasır
kalması halinde, müslümanlar büyük müşkillerle karşılaşmış olacaklardır. Çünkü
Hazreti Peygamber tarafından tebliğ olunan ve tatbiki istenen bazı ayetler,
mücmel; gayri mufassal, yahut mutlak; gayri mukayyed olarak nazil olmuştur.
Mesela namaz kılınmasını emreden ayetler mücmel olarak gelmiş fakat
rekatlarının adedi, şekli ve vakitleri Kur'an’da beyan edilmemiştir. Zekatı
emreden ayetler de mutlak olarak gelmiş; zekatı gerektiren malın asgari haddi
takyid ve tahdid, miktarı ve şartları beyan edilmemiştir.
Kur'an Kerimde bunun gibi şekli, şartı ve erkanı beyan edilmedikçe
tatbiki mümkün olmayan daha bir çok hükümler vardır ve bunların beyanı için
yine Hazreti Peygamber’e başvurmaktan başka çare yoktur. Nitekim Allah Teala da bu yönden Hazreti
Peygambere ikinci bir görev vermiş ve şöyle demiştir: "İnsanlara,
kendilerine indirileni beyan edesin diye sana zikri (Kur'an) indirdik. Ola ki onlar da
düşünürler" (Nahl/44).
Görülüyor ki, Hazreti Peygamber bir taraftan kendisine
indirilenleri insanlara tebliğ etmekle, diğer taraftan da tebliğ ettikleri
arasında Müslümanlar için anlaşılması ve tatbik edilmesi güç olanları açıklamakla
yani tebyin ile görevlendirilmiştir. Dolayısıyla İslam'ın ilk kaynağını teşkil
eden Kur'ânı Kerimden bazı ayetleri,
Hazreti Peygamberin izahatı olmaksızın anlamak mümkün değildir. Bu
bakımdan hadis veya sünnet, Kur'an' Kerimin tefsiri olduğu gibi Hazreti
Peygamber de ilk müfessirdir.
Hazreti peygamberi Kur’an tefsirine sevkeden en mühim amil,
şüphesiz İslamiyet’in kendisinden olan emridir. Çünkü Kur’an kendisi üzerine
düşünülmeyi, kendisinin anlaşılmasını, açıklanmasını, tefsir edilmesini ve
uygulanmasını istemiştir. Bu bakımdan İslam’da tefsir, hadis, fıkıh hareketi,
bizzat İslam’ın kendi bünyesinden doğmuştur. Onun için de Hz. Peygamber
devrinde tefsirin iki mühim kaynağı Kur’an’ı Kerim ile Hz. Muhammed’in kendisi
olacaktır.
Hz. Peygamber henüz hayatta iken, hatta onun vefatından sonra
birkaç on yılda dinin bilgi kaynakları epistemik olarak ele alınmamış ve bu
nedenle de herhangi bir dini/ilmi disiplin vücut bulmamıştır. Alimler de
herhangi bir özel alanda mütehassıs olarak ayrışmamıştı. Bu nedenle bir alim
hem dilci hem hadisçi hem tarihçi hem fıkıhçı hem de tefsirci olabiliyordu.
Dolayısıyla erken dönemde İslami ilimler birbirleriyle iç içe ve ayrışmamış bir
halde bulunmaktaydı. Hz. Peygamber’in hayatı, hicri birinci ve ikinci asırda
tüm alimlerin meşguliyet alanının merkezinde yer alıyordu. Bu yoğun faaliyet
başta Hadis olmak üzere Siyer, Tefsir ve diğer dini ilimleri ortaya
çıkarmıştır. Böylece aslında ilk anda doğrudan muhatapları olan Kur’an, bu
disiplinler aracılığıyla daha sonraki nesillere de hitap eder hale gelmiş oldu.
İlimler
teşekkül etmeden önce ilim dendiğinde akla gelen hadisti. Hadis deyince bunun
içinde Kur’an tefsiri de, fıkıh, ahlak da, siyer ve tarih de vardı. Bütün
ilimler hadisin bünyesindeydi. Ancak üçüncü yüzyıldan itibaren ihtisaslaşmaya
gidilince her ilim diğerinden ayrışmaya, kendi alt yapısını oluşturmaya, kendi
müstakil yolunda devam etmeye başladı. Bu anlamda tefsir de hadisin bünyesinden
ayrıldı, bağımsız bir disiplin haline geldi.
Malum
olduğu üzere Kur’an’ı anlamada birinci temel kaynağımız yine Kur’an’ın
kendisidir. Öncelikle Kur’an’ı Kur’an ışığında anlamaya çalışırız. Yani Kur’an
kendi kendini tefsir eder ancak hadisten
müstağni bir tefsir asla düşünülemez çünkü hadis, Kur’an’ı anlamada ikinci temel
kaynağımızdır. Aynı zamanda Kur’an kendi bünyesinde hüküm bildiren ayetlere de yer
verir. Kendi ahkamını, hukuk nizamını ortaya koyar. Bu ahkam ayetleriyle ilgili
detayları diğer Kur’an ayetleri ya da hadis-i şerifler ışığında belirleyip
ortaya koymaya çalışan fıkıh disiplinini de tefsirden ayrı düşünmemiz mümkün
değildir. Zira Kur’an’ın ahkam ayetlerini ele alıp işleyen, o ayetleri konu
edinen müstakil tefsir kitaplarının yazılması bize tefsir ilminin fıkıh ilmiyle
ilişkisinin en somut göstergesidir.
Görüldüğü üzere İslami ilimlerin ortaya çıkışı Hz. Peygamberden
sonradır. Bu da peygamberî hayatın
ayrıştırılıp kategorize edilmesiyle gerçekleşmiştir. Zira ilim, kavramlar
üzerine kurulan akli bir faaliyettir, özü gereği parçalar ve tanım yapar. Buna
mukabil hayat ise parçalanmaz bir bütündür. Pratik hayatta insani her bir
eylem, zihinsel ve ruhsal olandan hali değildir. Çünkü insan “anda” külli
olarak mevcuttur. Dolayısıyla insanın her bir an’ı fıkıhtan, tefsirden ve
hadisten de hali değildir. Bütün bu ilimler insanın eylemlerinde içkindir. Teorik
olarak zihinde ayrışan bu ilimleri pratik hayatta birbirinden ayırmak asla
mümkün değildir. Teorik olan bu ilimler, pratik hayatta tüm eylemlerde somut
olarak tezahür eder. Böylece bilginin bütünlüğü amelde gerçekleşmiş olur çünkü
amel, bilginin kemal halidir.
Davud Üstün -20912754
Hadis
Öncelikle
Peygamberimizin temel görevleri tebliğ, tebşir, beyan, inzar, teşri ve
tezkiyedir. Peygamberimizin görevleri arasında olan teşri yani hüküm koyma Müslümanlar
ın dini açıdan sorumluluklarını ortaya koyan, kural koyucu(normatif) ve bağlayıcı niteliktir.
Sünneti yani Hz Peygamber(sav) sözleri, davranışları ve
onayları, açıklayan yapı hadislerdir.
1-KAVLİ SÜNNET:
Hz Peygamber(sav) sözleridir
2-FİİLİ SÜNNET:
Hz Peygamber(sav) ın fiilleri ve davranışlarıdır.
3-TAKRİRİ SÜNNET:
Hz Peygamber(sav) in huzurunda veya bilgisi dahilinde olmak şartıyla, sahabe
tarafından söylenen sözleri ve yapılan davranışları onaylaması veya karşı
çıkmasıdır. Peygamber efendimiz (sav) :Yaşayan Kur’an ve Yürüyen Kur’an diye
nitelendirdi.
Hadis tarihi dört
döneme ayrılmaktadır. İlk dönem Tesbit dönemi. Bu dönemde duyulanlar aktarılır
ve güvenilirliği dahi bu dönemde sorgulanmıştır. Rivayeti azaltma, şahit isteme, Kur’an ile
karşılaştırma ve ravileri inceleme öne çıkan uygulamalardır. Bu dönemde tenkit
faaliyetleri azdır. Hz. Peygamberin irtihalinin ardından en çok tenkit yapan
sahabe Hz. Aişedir. İkinci dönem ise Tedvin dönemidir. Sahabe ve Tabiun vefat
etmeye başlayınca hadisler kaybolma tehlikesi ile yüz yüze geldi. Devlet eliyle
rivayetlerin toplanması Ömer b. Abdulazizin Medine valisi Ebubekir b. Hazımla
gönderdiği talimat ile başlamıştır. Rivayetler karışık bir şekilde toplanmaya
başlamıştır ve Tabiun döneminde isnad kuralları gelmiştir. Üçüncü dönem ise
tasnif dönemidir. Bu dönemde konular, raviler vs. Çeşitli özelliklere göre
hadisleri sınıflandırmıştır. Sahih hadisleri konularına göre bir araya ilk kez
getiren Buhari ve Müslimdir. Talat koçyiğit Hoca H. 3. Asır, hadisin altın çağı
olarak nitelendirmektedir. 4. Denem ise tezhip dönemidir. H. 5 asırdan günümüze
kadar yazılan şerhler dönemidir. Türkçe
olarak ilk hadis tarihi İzmirli İsmail Hakkı tarafından yazılmıştır. İlk
Müstakil eser ise Talat Koçyiğite aittir.
Hadis ilminin alt
disiplini şu şekildedir: Rivayetul Hadis, Hz. Peygamberin söz, fiil ve
takrirleri ile ilgili rivayetlerin belirlenmesi ve aktarılması. Günümüze ulaşan
en eski hadis mecmuası Hemmam b. Münebbihin Sahifei Sahihasıdır. Dirayetul
hadis, Hadisin senet ve metninin incelenmesi. Usulül hadis ise nakledilenerin
güvenirliği ve naklettikleri hadislerin sıhhatini ele almaktadır. İlk müstakil
hadis usulü eserleri h. 3. Asırda tesbit edilmiştir. Rical ilmi diğer adıyla
cerh ve tadil. Rical eserleri yine 3. Asırda başlamıştır ve ilk toplu olarak
yazılan eser Taceddin es Subkiye aittir. Garibul hadis ise anlaşılması zor olan
kelimeleri açıklama çalışan daldır. Diğer alt disiplinler ise İhtilaful hadis,
ilelul hadis ve esbabu vurudul hadis.
Fıkıh
Fıkıhsözlükte;
bir şeyi iyice düşünmek, derinlemesine anlamak, bilmek/ilim ve anlamak/fehim
gibi anlamlara gelmektedir.Dinde, dinî ilimlerde derin anlayış ve kavrayış
sahibi olmakdemektir.
Fıkıh kelimesi,
ayetlerde ve hadislerde genellikle sözlük anlamıyla kullanılmıştır. Hz. Peygamber Dönemi, Mekkî ve Medenî olarak ayrılan ve
ilk dönemde tevhid akidesinin ikinci dönemde ise ahkâmın yerleşmesi
hedeflenmiştir. İslam hukukunun kaynakları genişleyerek Kur’ân-ı Kerim, Hz.
Peygamberin sünneti ve sahabe içtihatları olmuştur. Ahkâmda insanların
maslahatları öncelenmiştir. İslam fütuhatının artmasıyla sorunlar ve sorular da
artmıştır. Siyasi ve ideolojik ayrılıklar her mezhebin kendi fıkhi görüşünü
oluşturmasına kadar varmıştır.
Hz. Peygamber’in
vefatından sonra hicri 2. yüzyılın ortalarından itibaren dinî ilimlerin ortaya
çıkmasıyla fıkıh kelimesi terim anlamıyla kullanılmaya başlanmıştır. Sahabe
döneminde farklı bölgelerde farklı sahabeler öne çıkar. Mekkede ibn Abbas,
Medinede Zeyt b. Sabit ve Kufede Abdullah b. Mesud. Hukuk kaynakları olarak
Kur’an, Sünnet, içtihat ve Hz. Ebubekir ve hz. Ömer döneminde Şura kurulması
ile sahabenin icması öne çıkmaktadır.
Fıkıh kelimesi,
ilkdönemlerde İslami ilimlerin hepsini içine alacak
şekildekullanılmıştır.Kavram olarak fıkıh ilminin iki tanımı yapılmıştır: İmam
Azam’a göre; Fıkıh, kişinin lehinde ve aleyhinde olan hükümleri bilmesidir.İmam
Şâfiî’ye Göre; Fıkıh; tafsilî delillerden (ayet ve hadislerden) elde edilen
dinî amelî hükümleri bilmektir.
Fıkıh ilmi, bir
meselenin şer’î hükmünütespit ederken Tefsir, Hadis, Siyer, İslam Tarihi,
Tasavvuf, Kelam, Arapça ve Belağat gibi ilimlerden faydalanır. Ayrıca Fen, Fizik,
Kimya, Tıp, Coğrafya,
Matematik, Sosyoloji, Psikoloji,
İktisat gibi ilimlerin
de verilerini kullanmaya önem
verir. Fıkıh–Tefsir İlişkisi; Kur’an ayetlerinin doğru bir şekilde anlaşılmasıile
ilgili konuları ele almaktadır.
Fıkıh –Hadis
İlişkisi. Hz. Muhammed’in sünnetinin doğru bir şekilde aktarılmasıiçin
hadislerin sened ve metin tenkidi ile ilgili konuları içermektedir.
Fıkhın Diğer
İlimlerle İlişkisi. Kıyas konusunu işlerken Mantık ve Felsefe➔Zekat ve miras hesapları yaparken Matematik➔Maslahat konusunu işlerken Sosyolojiİlimleriyle ilişki kurar.
Ayrıca Tıp
dünyasında organ nakli, klonlama, tüp bebek, DNA testigibi birçok yeni fıkhi
sorunlar gündeme gelmiştir. Bu sorunların fıkhi yönünü doğru bir şekilde tespit
edebilmek için tıp ilminin verilerinden faydalanılır. Fıkhın, fetva yönü hukuk ilmiyle
ilişkilidir. Fıkhın takva yönü ise Tasavvuf ve Ahlak ilmiyle bağlantılıdır.
Tefsir
Öncelikle Kur’an,
Peygamberimize sahabenin yaşadığı ortamda ve onların konuştukları dilde
peyderpey nazil oluyordu. Bu nedenle sahabenin büyük çoğunluğu hangi ayetin
nerede, nasıl, ne hakkında ve hangi sebeple nazil olduğunu biliyordu. Hatta
ayetlerin indirilmesine neden olan olayların içinde yaşıyorlardı. Kur’an’ın ilk
muhatapları olarak Kur’an’ın okunması, ezberlenmesi, yazılması, açıklanması,
anlaşılması ve uygulanmasında Peygamberimiz ‘in yürüttüğü tüm faaliyetlere
bizzat katılmışlardı. Hz. Peygaber ilk müfessirdir. Allah’ın elçisi birçok şeyi
ashabı için beyan etmiş ama bütününü açıklamamıştır. Anlayamadıkları bir ayeti
doğrudan Peygamberimize sorup dinliyorlar. Böylece ayetlerde kastedilen
anlamları bilginin asıl kaynağından öğreniyorlardı. Onlar da ayetlerin indirilme
sebebini ve Peygamberimiz’in onlara öğrettiği her türlü bilgiyi sonraki
nesillere naklederek tefsir ilminin temelini atmışlardır.
Hz. Peygamber
döneminde Kur’an hıfz edilmiş ve yazılmıştır. Hz. Ebu Bekir döneminde ise
hafızların şehit olması hz. Ömeri telaşını artırmış ve Kur’an’ın toplanması
teklifi isabetli bulunup kabul edilerek cem yani toplanma faaliyeti
başlamıştır. Hz. Osman döneminde ise farklı kıraatler ile okunması ihtilafları
ardısıra getirmiştir. Kureyş lehçesi üzerine Kur’an tekrar Zeyt b. Sabit
liderliğinde istinsah edilmiş ve farklı islam beldelerine gönderilmiştir.
Bu döneme Sözlü
Rivayet dönemi denmiştir. Sahabe içerisinde aralarında Ali b. Ebi Talip,
Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Abbas, Ubey b. Kâ’b, Ömer b. Hattab ve Hz.
Aişe’nin de bulunduğu kişiler Kur’an tefsiri konusunda ön plana çıkmışlardır.
“Tercümanü’l-Kur’an” adıyla da anılan Abdullah b. Abbas tefsirle ilgili
rivayetleri oldukça fazla olan sahabilerden biridir.
Sahabe döneminde
öne çıkan özellikler şu şekildedir: Sahabeler ayetlerin genel manasını vermekle
yetinmişlerdir. Sahabe döneminde ahkâm ayetlerinden az sayıda hükümler
çıkarılmıştır. Bu dönemde sebebi nüzule ağırlık verilmiştir. Sadece kısa
yorumlar yapılmıştır. Müteşâbih ayetler üzerinde durmamışlardır ve ihtiyatlı
davranılmıştır. Ayetlerin tefsirinde Peygamberimizin sünnetinden gördüklerini
ve hadislerinden doğrudan duyduklarını aktarmışlardır. Bu dönemin sonu ve
tabiin dönemi başına kitabet dönemide denmektedir.
Tabiun döneminde
ise, Peygamberimiz’le bizzat karşılaşmamış ve ayetlerin indirilişine tanıklık
etmemiş olduklarından tabiin dönemi müfessirleri, ayetleri yorumlarken daha
fazla açıklama yapma gereği duymuşlardır. Sahabe döneminde sınırlı sayıdaki ayetlerin
tefsiri yapılmışken tabiin döneminde Kur’an tamamen tefsir edilmeye
başlanmıştır. Sahabe Dönemi’nde sözlü olarak devam eden tefsir hareketi, Tabiin
Dönemi’nde de bazen sahifelere yazılmış olmakla birlikte, çoğunlukla sözlü
olarak devam etmiştir. Tabiin müfessirleri ayetlerin yorumunda naklin yanında
rey ve içtihadı da kullanılmaya başlamıştır. Bu da farklı görüşlerin ortaya
çıkmasına sebep olmuştur. Farklı kültürlerle karşılaşmalar sonunda farklı
görüşlere zemin teşkil eden tefsir anlayışları yaygınlaşmıştır. Arap olmayanlar
(mevâlî), tefsir hareketinde daha fazla rol almaya başlamıştır. Bazı Müslüman
âlimlerin, ehl-i kitap olarak kabul edilen Yahudi ve Hristiyanların kültürünü
kıssaların tefsirinde kullanmaya başlamasıyla İsrailiyyât adı verilen
rivayetler, İslam kültürüne girmiştir. Bu rivayetler, özellikle rivayet
yöntemine dayanan tefsirlerin değerini düşürmüştür. Mekke ve Kûfe gibi tefsir
okulları oluşmaya başlamıştır. Tabiin dönemi sonlarında ise Tedvin dönemi
başlamıştır. Bu dönemde tefsir rivayetleri, hadis kitaplarının birer bölümü
olmaktan çıktı. Kur’anın baştan sona tefsir edilen ve bize ulaşan ilk eser
Mukatil b. Süleyman (ö. 150)’ın Kitabu’t-Tefsiri’l- Kebir eseridir. Mukatil’in tefsirinde kelimelerin farklı
anlamları, ilk dönem kıraat farklılıkları verilmiş, sebeb-i nüzul, tarihi
haberler ve şahıs isimleri çokça nakledilmiştir.
Sonuçlar olarak
Hadis, Tefsir ve Fıkıh ilimleri aynı kaynaktan yani Kur’an-ı Kerim’den
beslenmektedir. Hepsi bir ihtiyaca binaen ortaya çıkmıştır. Tefsirin Hadis
ilimden bir cüz olduğunu savunanlar varsada, Prof. Dr. Fuat Sezgin Buharinin
kaynakları eserinde bunun aksini ispat etmiştir. İlimlerin zuhurunda
öncelik-sonralık yok, eşzamanlılık vardır. Dini ilimler aynı kaynaktan
besleniyor ve rivayetle naklediliyordu. Bu
ilimlerin ancak paralel okuma ve disiplinlerarası çalışmalar vasıtasıyla doğru
anlayabiliriz. Doğru anladıktan sonra insanlığı doğru yaşamak üzere
yönlendirebileğiz.