Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)


FAZİLET ÇEKİÇ

ÖĞRENCİ NO:21922732

Usül; el-Asl kelimesinin çoğulu olup temel, esas, dayanak, kaide kural gibi anlamlara gelir ve konu edilen ilimle ilgili kullanılan metot ve yöntemi ifade eder.

Hadis Usulü; ravilerin güvenilirliğini ve hadislerin sahihlik durumlarını tespit etmek amacıyla geliştirilmiş kurallardan bahseden ilimdir.  

Tefsir Usulü; Kur'an-ı Kerim'deki ayetlerin manalarını açıklarken müracaat edilen kuralları içeren ilimdir.

Fıkıh Usulü; delillerden hüküm çıkarma kaide ve yollarını öğreten ilimdir. Fıkıh usulünün asli kaynaklarından Kur'an-ı Kerim aynı zamanda tefsir usulünün; sünnet ise aynı zamanda hadis usulünün konusu olmaktadır. Hicri 3. asırla birlikte ilimler  her ne kadar tasnife tabi tutulmuşsa da birbirlerine kaynaklık etme, malzeme olma vb. noktalarında birbirleriyle iç içedirler. Fıkıh usulü tahsili yapan birinin Kur'an ve hadisten bağımsız hareket etmesi düşünülemez. Ezcümle; doğru neticeye ulaşabilmek için bilgiye bütün bir çerçeveden bakmak gerekmektedir. 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


21922766

Zehra İslamoğlu

Doktora 

 

Hz.. Peygambere Kur’ânın vahyedilmesiyle İslam bilimlerinin de temelleri atılmış oldu. Kur’ân İslam bilimlerin üzerine kurulduğu ilk kaynaktır ancak tek kaynak değildir. İslam geleneğinde sınırlı sayıda kaynak metin ile sonsuz sayıda duruma cevap vermek gerekiyordu. Bunun için Kur’ân ile birlikte sünnet, sahabe sözleri de kaynak metin olarak rivayet formunda sonraki nesillere aktarıldı. İslam bilimler geleneğinde tüm metinsel kaynakların oluşturulması hadis disiplininin konusu olmuştur. Tefsir ve fıkıh ise İslam bilimler geleneğinde yorum disiplinleridirler. Metinsel kaynakların Kur’ân’dan sonra en önemlisi olan Hz.. Peygamberin sünneti hadis biliminin konusu, fıkıh biliminin ise kaynağı durumundadır. Dolayısıyla bu üç bilimindeki gelişmeler, faaliyetler ve çalışmalar birbirlerini etkilemiştir. Ayrıca İslam devletinin sahip olduğu toprakların genişlemesi, farklı kültürlerden insanların İslam dinini benimsemesi, yaşanan siyasi olaylar, mevcut siyasi otoritenin ilime karşı tutumu da üç bilim dalındaki faaliyet ve çalışmaları etkilemiştir. Şimdi Hz.. Peygamber döneminden günümüze kadar geçen sürede bu bilimler arasında meydana gelen etkileşimlerinde dikkatimizi çeken hususlara tespit edebildiğimiz kadarıyla değinmeye çalışalım.

Fıkhın usûl ve fürûunun ayrı birer ilim dalı olarak incelenmesi okunup okutulması sonra kitaplara geçirilmesi daha sonraki dönemlerde gerçekleşmiş olmakla beraber gerek usûlun gerekse füruun temelleri Hz. peygamber döneminde atılmıştır. Fıkhın kaynağı olarak sünnet bir yandan Kur’ânı kerimin açıklamaya muhtaç bulunan ayetlerini açıklarken bir yandan da boşlukları doldurmuş, Kur’ân-ı Kerim de bulunmayan hükümler koymuş, temel ilkeler belirlemiştir. Bundan sonraki fıkıhçılar şer’i hükümlerin istinbatında Hz. peygamberin koymuş olduğu temel ilkeler ışığında hareket ederek Hz. peygamber döneminde cereyan etmemiş olayları çözmeye çalışmışlardır. Peki Hz.. Peygamberin aile yaşantısı, sorgularken yargılarken ve müeyyide uygularkenki tutum ve davranışları, ibadeti ve taatı, düşman ya da yabancılarla diyalogu ile ilgili bilgiler daha sonraki nesilleri nasıl ulaşmıştır? Tüm bunlar ve daha fazlası O’nunla birlikte bir müddet yaşayan, savaşlarına katılan, onun eğitim ve terbiyesinde geçen, onu yakından tanıyacak kadar birlikte olan sahabiler tarafından nakledilen hadislerle ulaşmıştır. Ancak Hz. peygamber döneminde onun Kur’ân dışındaki söz ve davranışları sistematik olarak yazıya geçirilmemiştir. Bazı sahabelerin kendiler için yazdıkları sahifelerin yanında, İslama davet mektupları, Medine anlaşması, Hudeybiye anlaşması, Yemen’e gönderilen vergi düzenlemesi örnekleri gibi Hz. peygamberi bizzat yazdırdığı siyasi idari ve mali konularla ilgi evraklar da yazıya geçirilen hadisler arasında sayılır. Aslında bunlar tam da devletler hukuku için önem teşkil eden temek kaynaklardır. Yani fıkıh önce yaşanmış sonra hadise konu olmuş, sonraki yıllarda da hadisin kendisine sunduğu malzemeyle yeni olaylara çözümler bulmak için genişlemiştir.

Hadisin diğer bilimlere sunduğu rivayet malzemeleri hıfz, kitabet, tedvin ve tasnif evresi denilen aşamalardan oluşan hicri I. ve II. asırları içine alan oluşum döneminde gerçekleşmiştir. Bu evreler hadis tarihinin en nazik devresini teşkil eder. Oluşum dönemini şekillendiren siyasi, sosyal ve fikri gelişmeler hadis faaliyetlerini ve buna bağlı olarak sünneti ikinci kaynak kabul eden fıkhı çok yakından etkilemiştir.

Sahabi döneminde daha sonraki dönemlere göre fıkhi konulardaki ihitlaflar daha az olmuştur. Bunun nedeni, hadis rivayetlerinin oldukça az olmasıdır. Ancak tâbiûn dönemimde hem toprakların genişlemesi ve böylece farklı kültürlerden insanları İslamiyeti benimsemesiyle fıkıh ilmi zenginleşmeye başlamıştır. Siyasi parçalanmalardan sonra ortaya çıkan şia ve havaric gibi zümrelerin kendilerine has görüşleri ve farklı fıkıh anlayışları çeşitli fıkıh meselelerine yansımıştır. Aynı zamanda her zümre kendini haklı çıkarmak, karşıtlarını karalamak maksadıyla hadislerden yararlanma cihetine gitmiştir. Bilhassa Hz.. Ali ve ailesine aşırı sempati duyanlar yoğun miktarda hadis icat etmiştir. Emevi iktidarına yakın olanlar, kabile ve soy taassubu içerisinde bulunanlar, halkı ibadet ve itaata teşvik etmek isteyen vaizler de hadis uydurma faaliyetinde bulununca ilk dönemde az olan yazılı hadis kaynaklarını sayısı oldukça artmıştır. Hicri I. Asırda dört yüzün üzerinde yazılı hadis vesikası olmuştur. Tüm bu gelişmeler hadis ilminin de gelişmesini sağlamıştır. Daha sonra hadisleri nakledenleri değerlendiren cerh ve tadil ilimleri ortaya çıkmasına neden olmuştur.

 Hicri II. asırda ise hadis alanında yoğun tasnif faaliyetleri olmuştur. Hadisler, fıkıhtan önce yazılı kaynaklar da toplamış olsalar da bunların belli sistemlere göre kitaplaştırılması fıkhın tasnifinden sonra olmuştur. Konularına göre sistematik ilk fıkıh kitabının emeviler döneminde hicri I. asrın sonunda II. asrın başında yazıldığı anlaşılmaktadır. Bu yüzyılda hem fıkıh hem de hadis alanında yazılan pek çok kitap vardır. Ancak İmam Mâlik’e ait olan el-Muvatta isimli eserin hadis tarihi kitaplarında o döneme ait önemli bir hadis kitabı olarak, fıkıh tarihi kitaplarında da o dönemde yazılan önemli bir fıkıh kitabı olarak zikredilmesi dikkat çekici bir durumdur. Harun Reşid Muvatta’yı kanunlaştırmayı teklif etmiş ancak İmam Malik bunu ihtisarclık ve ictihad hürriyetine aykırı bulduğu ve tüm hadisleri ihtiva etmediği için kabul etmemiştir. Bu tutum o dönemde fikir hürriyetine ve ictihada ne kadar önem verildiğinin bir delilidir. Çünkü hicri IV. asırdan sonra böyle bir anlayışı görmek pek mümkün olmamıştır.

Sahabe döneminde temelleri atılan tâbiûn döneminde daha belirgin çizgilerle birbirinden ayrılan iki ekol hadis ve fıkıh ilmi arasındaki etkileşimi göstermesi açısından önemlidir. Sahabe döneminde daha çok muhit, üstad ve malzeme farkına dayanan gruplaşma Abbasiler devrine girerken hadis ve reye verilecek değer ili ilgili tartışmaların devam etmesiyle ehl-i hadis ve ehl-i rey diye iki ekolün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Fıkıh tarihinde önemli bir dönüm noktası olan bu gruplaşmanın nedenlerinden biri de hadisteki gelişmelerdir. Hadisin bilinip bilinmemesi, sıhhat derecesi, çelişen delillerle uzlaştırılması, haber-i vahid’in delil olarak değeri gibi sebepler grupların görüşlerinin oluşmasına tesir etmiştir.

Hicri III. asırda ideolojik hadisçilik denilen yeni bir anlayış vücuda gelmiştir. Birçok hadisçi şiddete maruz kalmıştır. Bu tutum sebebiyle hadisçiler arasında da ciddi kamplaşmalar olmuştur. Hadisin altın çağı olarak bilinen bu çağda kütüb-ü sitte denilen altı klasik hadis eseri yazılmıştır. Hicri IV. asırda da hadis alanındaki çalışmalar devam etmiş önemli hadis kitapları vücuda gelmiştir. Fıkıh ilminde de büyük müctehidler bu devirde yaşamış, fıkıh ekolleri oluşumu tamamlamış ve yaygınlaşma sürecine girmiştir.

Hicri V. asra kadar bu iki ilimin gelişmesinde bir paralellik göre çarpmaktadır. Her ikisi de kesin ve tam tarihlerle ayrılmasa da I. ve II. asırlarda oluşumlarını tamamlamışlar III. ve IV. Asırlarda ise gelişimleri tamamlayarak olgunlaşmışlardır. V. Asırdan sonra ise bu paralellik devam etmemektedir. Hadis ilimi bu yüzyılda başlayıp beş yüz yıl süren bir açılım dönemine girerken fıkıh duraklama ve taklid dönemine girmiştir.

Hadis ilminde şerh edebiyatının en seçkin eserleri verilmiştir, hadis usûlü sistematik olarak tamamlanmıştır, seçme hadis kitapları yazılmıştır. Şehir tarihler tabakat kaynakları artarak çoğalmıştır.

 Fıkıhta mezhep taassubu oluşmuş, görüşler arasında tercih etme dönemi başlamıştır. Mezhep imamlarının ictihad ve reylerini yazılı ve şifahi olarak nakledenler birden fazla olunca ve çelişen hükümler nakledilince rivayet bakımından tercih bahis mevzuu olmuştur. Tercih nakledilen iki görüşü usul kaidelerine, kitap sünnet gibi delillere bakarak karşılaştırmak ve birisini tercih etmek suretiyle yapılmıştır. Burada dikkat çekici olan husus artık nakledilen hadislere göre hüküm vermek yerine nakledilen ictihadlara göre hüküm vermenin uygulanmış olmasıdır. Gerçek manada fıkıh bilgini yetiştiren ictihad ruhu aşılayan kitaplar okutulmamış, kısa yoldan hazır bilgilerin ezberlenmesi tercih edilmiştir. Daha önceki dönemlerde yazılan eserler özetlenmiş, müftü ve kadıların fetva verirken müracaat edecekleri kitaplar tespit edilmiş ve belli bölgelerde sadece belli fıkıh mezheblerinin kitapları kullanılmıştır. Bu da hadis ilminin açılımın döneminde, fıkhı oluşum dönemindeki kadar etkilemediğinin, her mezbehin kendi mezhep taassubu içinde kaldığının bir göstergesi olmuştur.

Nihayet son bir buçuk asırda yaşanan olaylar ise hadis fıkıh ilimlerini başka açılardan etkilemiştir. Batı akademilerinde aydınlanmaya ruhunu veren tenkit ve tarih kelimelerinin özetlediği metodik mantık hadis araştırma yöntemlerinde de esas alınmıştır. Hadis sünnet merkezinde ciddi tartışmalar başlamıştır. Fıkıhta ise bir türlü gerçekleştirilemeyen el- Muvatta kitabının yazıldığı dönemde kanunlaştırılması düşüncesi bu döneme damgasını vurmuştur.  Kanunlaştırma hareketi Mecelleyle birlikte başlamış ve bütün İslam dünyasında yaygınlık kazanmıştır. Kanunlaştırma faaliyeti şu şekilde yapılmıştır. Sahabe, tâbiûn fukahası ile meşhur olmasa bile mezhebi olan müctehidlerin ictihadları araştırılıp derlenmiş, bundan sonra her meseleye uygun olan biri delilin güçlü olması, toplumun menfaatlerini gerçekleştirmesi, ihtiyaçları karşılaması, içinde bulunduğu siyasi, iktisadi, ictimai, medeni, kültürel şartlar ışığında problemleri çözmesi esaslarına dayanarak kanun maddesi haline sokulmuştur. Bu yöntem artık mezheb taasubunun bulunmadığını, ictihadın yeniden canlandığının bir göstergesidir. Son devir fukahası arasında zikredilen Leknevî nin şu sözleri hadis ile fıkıh ilminin son dönemde nasıl bir etkileşim içinde olduğunu göstermektedir. “ Allah bana hadis ve hadise dayalı fıkıh sevgisi ve meylini nasip etti. Hadise aykırı olan ictihadı ( mezheb hükmünü) terk ederim. Fakat o mezhebin (reyin) sahibi olan müctehidi de ma’zur hatta mecur kabul ederim.”

Peki tefsir ilmi bu gelişmleri ne şekilde etkilemiş ve ne şekilde etkilenmiştir?

Kur’an’ın, tefsirine, anlaşılmasına ve yorumlanmasına ilişkin çalışmalar Müslümanların geleneğinde önemli bir yer tutmaktadır. Kur’an, indirildiği dönemden günümüze kadar önce Hz. Peygamber sonra sahabe, tâbiûn ve birçok âlim tarafından tefsir edilmiştir. Malumdur ki Allah’ın kitabındaki ayetlerin hepsi aynı açıklıkta değildir. Bazı ayetler kolay anlaşıldığı halde bazıları üzerinde derin derin düşünmek gerekmektedir. Bazılarını ise nüzul sebeplerini bilinmeden doğru anlamak mümkün olmamaktadır. Ana dilimiz Arapça dahi olsa bazı ayetleri anlamak için edebi sanatları, garip kelimelerin anlamlarını ve daha birçok ilmi ve nasıl bir yol takip etmemiz gerektiğini bilmemiz gerekmektedir.

Şüphesiz ki Kur’ân’dan sonra İslam ilimlerin üzerine kurulduğu en önemli ikinci kaynak hadis ilmidir. Çünkü İslam bilimler geleneğinde tüm metinsel kaynakların oluşturulması hadis disiplininin konusu olmuştur. Hatta Kur’ân “mütevatiren” günümüze kadar geldiğine göre bizzat Kur’ân metni bile hadis ilminin konusu olmaktadır. Dolayısıyla hadis bilimindeki gelişmeler, faaliyetler ve çalışmalar tüm İslami bilimlerini ilgilendirdiği gibi tefsir ilmini de yakından ilgilendirmektedir. Hadis biliminin oluşum dönemini şekillendiren siyasi, sosyal ve fikri gelişmeler hadis faaliyetlerini etkilemiştir. Hadis uydurma faaliyetlerinin artması, âlimleri, peygamberin hadislerinin sıhhatini incelemeye, sahih olanlarla zayıf olanları birbirinden ayırmaya çalışmaya yöneltmiştir. İşte âlimlerin bu çalışmaları hadis usulü ilmini oluşturmaktadır.

Peki, daha öncede belirttiğimiz gibi İslam bilimler geleneğinde tüm metinsel kaynakların oluşturulması ve sıhhat durumlarının belirlenmesi konu edinen hadis usulünün tefsir ilmiyle nasıl bir ilişkisi vardır?

Tefsir usulü ilmi ilk olarak Kur’ân’ın tarifi, isimleri, yazılması ve çoğaltılması gibi konular ele alarak başlamaktadır. Kur’an’ın tarifinin, Rasulullah’a vahiy yoluyla gelen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen ve tilavetiyle ibadet olunan en üstün sözdür, olduğunu düşünürsek daha ilk baştan hadis usül ilminin önemli karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlar ancak rivayet yoluyla bilinebileceği için hadis usulünün, bu tür bilgileri içerin hadislerin sıhhat dereceleriyle ilgili söyledikler şeyler çok büyük önem arz etmektedir. Çok tartışmalı konulardan biri olan kıraatler konusu da tefsirin ele aldığı konular arasında yer almaktadır. Kıraat çeşitlerinin tevatüre dayandığı, sadece gramer kurallarına dayanan okuyuş tarzlarının şiddetle tenkit edildiği bilinirse hadis ilminin bu konudaki yeri ve önemi daha net anlaşılmaktadır.

Ulumu’l- Kur’ân eserlerinde ele alınan ilimlerin belki de en önemlisi esbâb-ı nuzül ilmidir. Esbâb-ı nüzul, Nüzul ortamında meydana gelen bir hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vukuu bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin, tazammum etmek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye denmektedir. Sahabe ve tâbiûn dönemlerinde Kur’ânı anlama gayreti içine girenlerin bu ilmi mutlaka bilmesinin gerektiği zikredilmektedir. Esbâbı nüzul ancak sahih nakille bilinebilmektedir. Yani nüzul sebebinin akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme ve görme suretiyle bilinebilen ve sahabiden veya tâbiûndan gelen rivayettir. Bu rivayetlerin hükmünün ortaya konması için hadis usulü açısından ele alınıp incelenmesi gerekmektedir.

Kur’ân ayetlerini özellikle ahkâm ayetlerini anlamakta çok büyük önem taşıyan Kur’ân ilimlerinden bir diğer nasih ve mensuh meselesi inceleyen ilimdir. Bu ilim de yine sadece nakille bilinmektedir. Bu durum da bizi bu ayetlerin daha iyi anlaşılması için gelen rivayetlerin hadis usulü açısından değerlendirilmesin önemli olduğu sonucuna götürmektedir.

Netice en genelde tefsir ilminin ana malzemeleri, Hz. Peygamber’den, sahabeden ve sahabeden öğrendiği için tâbiûndan gelen rivayetler ve Arap dilinin dilbilimsel bilgileridir. Hicri 4. asırda taberi kendinden önceki rivayetleri bir araya getirerek 30 ciltlik bir eser meydana getirmiştir. Bu durum bize Kur’ân tefsirine dair ne kadar çok rivayetin olduğunu göstermektedir. Bu rivayetler Kur’ân’ın ilk muhataplarının onu nasıl anladığını gösterdiği için çok önemlidir. Ancak burada da karşımıza şöyle bir problem çıkmaktadır. Müfessirlerin bir çoğu zayıf hadisleri de tefsirleri içinde nakletmektedirler.  Kendilerine ulaşan malumatın kaybolmasında endişe ederek ve bu haberlerin tenkidini ve incelenmesini kendilerinden sonrakilere bırakarak her şeyi yazıya aktarmışlardır. O zaman hem esbâb-ı nüzul hem de diğer rivayetlerin doğru anlaşılması için yeni yaklaşımlar geliştirmek gerekmektedir. Bu, kanımızca hem şimdiye kadar metinlerin değerlendirilmesiyle doğrudan ilgilenmeyen hadis usülü’nün hem de elindeki malumatı daha doğru değerlendirebilmesi için tefsir usulünün görevi olmaktadır.   

 


0 Yorum - Yorum Yaz


 Enes Furkan ONUR

21922776

İslam Toplumunda Bilginin Bütünlüğü – Hikmet Ekseninde Müktesebat

 

Kur’an, İslam geleneğinin doğmasına vesile olan, Hz. Muhammed’e vahiy ile vücuda gelmiş bir kaynaktır. Bu kaynak, Müslüman kitlenin faaliyetlerinde, hayat düzenlemelerinde, hukuk sisteminde genel olarak bir başvuru noktası haline gelmiştir. Bununla birlikte Kur’an, ihtiva ettiği meseleler hasebiyle her türlü konuya izah getirip her şeyi açıklamamaktadır. Yaşanan hayat, beraberinde yenilikleri getirir. Bu da Müslümanların kendi düzenlerini idame ettirmek için farklı kaynakları gerekli kılmaktadır. Hadis literatürü ile Hz. Peygamberin sözleri analiz edilmeye gayret edilmiş ancak bununla birlikte dini yaşantıda, yani hayatın kendisini İslami prensiplerle derin bir anlamayı teşvik için fıkıh kavramı oluşmuştur. Tefsir Kur’an’ın hangi bağlamda neleri söylediğini izah etmeye çalışırken erken dönem İslam müktesebatını görmek ve değerlendirmek için rical literatürünü, isnad çalışmalarını kullanır. Bu da Hadis alanıyla iç içe geçmiş bir durumdur. Bir rivayetin teknik analizi Hadis’in kapsamında ele alınıp bırakılmamıştır. Birebir Tefsir’in de en önemli hareket noktası olmuştur. Özellikle ilk üç asırda bilginin tahammülü ekseninde hem Hadis hem tefsir hem de fıkıh bu şekilde gelişmiştir. Bir haberi inceleyen sadece muhaddisliği ile kalmamıştır, diğer bir ifadeyle sadece Hadis’e mahsus görülmemiştir yaptığı faaliyet zira bir hayat düzenlemesine hizmet ettiği için haberden yola çıkarak farklı hassasiyet ve metotlarla bir söylem üretme gayretinde olmuşlardır. Muhaddis’in söylediklerinin yanı sıra yaşantıya bakılmıştır. Konu veya meseleler nasıl anlaşıla gelmiştir. Salt metin analizi veya isnad incelemesinden ibaret olmamıştır Müslümanların hayat düzenlemesi. Hem hadis, hem tefsir hem de fıkıh birbirinden bağımsız şekilde işlememiştir. Alanlarının ayrışması yüzyıllar içinde olmuştur. Bir Fakih tefsirden bihaber olarak işlem yaptığında Kur’an ve Kur’an’ı anlamış şahitlerden kendini izole ederek söylem üreteceği için İslam dinine mensup bir söylemde bulunamaz. Bağımsız bir ihtisas değil, bir dünya görüşü geliştirmek amaçtı. Bundan dolayı bir muhaddis; fakih ve müfessir olmaktan uzak duramazdı. Zira bir haberi nakletmek, başlı başına bir hayat düzeni kurmanız için yetersizdir. Mutlaka yorum ve rey devreye girmekteydi. Hadis, Fıkıh için kullanılacak araçlardan bir tanesiydi. Fıkıh erken dönem müşahitlerin yaşantılarına ve gelen sünnete de bakmaktaydı. İyiyi amaçlamaktaydı. Ancak Muhaddislerin amacı sadece Hadis ilmini icra etmek değildi. Onlar da toplumsal iyiyi hedefleyen, Müslümanların hayatlarına bir düzen sağlamak için gayret etmekteydi. Dolayısıyla onlar da fakihlik yapmaktaydı. Ancak bunu yaparken muhaddislik kimliklerini bir tarafa bırakmıyorlardı. Örneğin Ahmed b. Hanbel (ö. 241) rical sistemine hakimiyeti oldukça yüksekti ancak toplumsal gelişmeler ve Müslümanların yaşantısındaki problemlerden müstağni değildi. Onlara yönelik söylemler üretmekteydi. Keza Ebu Hanife (ö. 150) sadece bir fakih olarak bilinmez, bir alim olarak her bir temel islam biliminden faydalanır bu şekilde ürünler ortaya koyardı. İmam Taberi (ö. 310) de aynı şekilde hem bir muhaddis hem de bir fakihti. Bu ikisini bir bütünün parçalarını oluşturan unsur olarak görmekteydi. Burada Tefsirin Tabiun döneminde büyük oranda oluştuğunu söylememiz tefsir alanını izole etmez. O, tıpkı Taberi veya Ahmed b. Hanbel örneğinde olduğu gibi bir hayat düzenlemesinin enstrümanlarından biriydi.

Hicri ikinci asırda özellikle Arap olmayanların islam toplumunda yer alması, gelenekte garibu’l kur’an ve irabul kuran tarzı eserlerin meydana getirilmesine vesile oldu. İbn Kuteybe (ö. 276), Ferra (ö. 206), Kisai (ö. 189), Ma’mer b. Müsenna (ö. 210) bu tarz eserleriyle dilsel kıyasın önünü açtı. Medine ve Mekke’deki bilgi, böylece oralarla sınırlı kalmadan kıyas yoluyla farklı bağlamlara adapte edilebilmesi için Tefsir kanadından girişimde bulunulmuştu. Ancak onlar bunu tefsirin bir temsilcisi olarak yapmadılar. Tıpkı Ebu Hanife gibi, sosyal yaşamda karşılaştıkları durumları İslam çerçevesinde incelemenin gayretiyle hareket ettiler. Nitekim kıyas, İslam topluluğunda sadece dilde kalmamıştır.

Yıllar geçtikçe felsefenin İslam toplumlarına intisabı söz konusu oldu. Burada Felsefe’den kastımız düşüncenin tutarlılığı ve farklı düşünce sistemleri değildir. Burada bugün bilim dediğimiz matematik, tıp ve kimya gibi alanlar buraya dahildir. Nevevi’nin (ö. 676) dediği gibi o tıpla meşgul olmak için İbn Sina’nın el-Kanun isimli eserini okumaya girişir ancak kalbinin karardığını hissedip bunu bırakır. Nevevi bunu, felsefeden uzaklaşmasının nedeni olarak görür. Ancak İslam tarihinde bilginin mahiyeti felsefe karşıtlığıyla izah edilemez. Müslümanlar her türlü bilgiyi hikmet kavramı ekseninde ele almıştır. Bilgi tasavvurları da bu hikmet ekseninde bir bütünlük oluşturmuştur. Örneğin İbn Arabi (ö. 638), hikmetin müminin yitiği olduğunu, nerede bulursa onun alınması gerektiğini belirten hadise yorum yapar. O, nebevi ilimle uğraşan araştırmacıya bir filozofun veya mütekellimin sözünün duyulduğunda birisinin “onun dini yoktur” demesinin kişiyi onların zikrettiğini nakletmek ve kullanmaktan alıkoymaması gerektiğini belirtir. Zira ona göre filozofun her ilmi batıl değildir, eğer şeriata aykırı değil ve şehavetten değilse onun kabul edilmesi gerektiğini söyler. Burada o, filozofu suçlayan kimselerin bu tarz tutumlarının onların belirli bir konuda hiçbir tahsili olmamasından ileri gelmesine bağlar. Bu şekilde hikmet çerçevesinde, bir konunun hem pratik hem de teorik bir çok boyutunu düşünüp hesaba katarak bilgi tasavvuru gelişti. Bu da elbette bir bütünlüğü zaruri kılmıştı.


0 Yorum - Yorum Yaz


 

 

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

İLAHİYAT FAKÜLTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR)

ANABİLİM DALI

 

 

Usul/Tarih Mütalaası   

 

 

Hazırlayan Ögrenci: Murat KALKAN

Öğrenci No: 21922729

 

 

 

Ders Adı: Esbab-ı Nüzul II

Prof. Dr. Ahmed Nedim SERİNSU

 

 

 

 

ANKARA 2021

 

 

 

 

 

 

 

Bilginin bütünlüğü çerçevesinde tefsir, hadis, fıkıh tarihi/usûlü

USÛL

Sözlükte “kök, dip, temel, kaide, kaynak, bir şeyin esası, dayanağı gibi mânalara gelen asıl kelimesinin çoğuludur.[1] İslami ilimlerde usûl ise her ilim dalının üzerine metodolojisini inşa ettiği kaideler bütünü ve o ilmin sac ayaklarıdır.

 

FIKIH TARİHİ

 

Fıkıh tarihinin başlıca devirleri:

 

     Fıkhın geçirdiği devirler 6'ya ayrılır:

1 - Vahiy Devri: Yani Hz. Peygamber (S.A.) zamanı. Bu devirde teşri, Kitab ve Sünnete dayanır.

 

2 - Sahabe Devri: Bu devirde de fıkhın kaynağı Kitab ve Sünnettir. Ashabın içtihadları ve icma' da delil olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kitab toplanmış ve istinsah edilmiş, Sünnet tedvin olunmaya başlamıştır.

 

3 - Tâbiin Devri: Müslümanlar siyasi gruplara ayrılmıştır. Âlimler, muhtelif şehirlere dağılmıştır. Örf ve âdetin tesiriyle ihtilaflar artmıştır. Nasslardan hüküm istinbat etme usulü teessüs etmiştir. Uydurma hadisler baş göstermiştir. Ulema, Ehl-i Hadis ve Ehl-i Re'y diye iki gruba ayrılmıştır.

 

4 - Hicrî 100-350 yılları arasındaki devir: Büyük imamlar ve müctehidler devridir. Kur'an-ı Kerim'in kıraatına, tefsirine büyük önem verilmiştir. Hadisler yazılmıştır. Usul-ü Fıkıh, içtihad usulleri kurulmuştur. Füru'da ihtilaflar çoğalmıştır. Kıyas ve içtihadda ayrılıklar başlamış, fıkıh istilahları çıkmıştır. Ana kaynak olan kitablar yazılmıştır.

 

5- Hicrî 350-656 yıllan arasındaki devir: Mezhepler yayılmış ve kuvvetlenmiştir. Mezhep taraftarlığı ve taklid artmıştır. Eskilerin verdikleri hükümlerin sebeplerini araştırmak (Ta'lil-i Ahkâm) ve onlarınkilerinden mesele çıkarmakla uğraşılmıştır.

 

6 - Son Devir: Durgunluk devridir. Ulema arasında rabıta kopmuş, her ülke kendi derdine düşmüştür. Fukaha, eskilerin eserlerini, ya ihtisar veya şerh etmekle meşgul olmuştur. Bu şartlar altında fıkıh duraklamıştır. Ancak zamanımızda İslam âleminde, her sahada olduğu gibi fıkıh ve hukuk sahasında da bir uyanma ve çalışma başlamıştır.[2]

 

HADİS EDEBİYATI TARİHİ

 

I. Hadis İlminin Teşekkülü

 

Peygamber aleyhisselam döneminde hadislerin yazılmasıyla ilgili olarak birtakım tartışmalar olmakla beraber genel olarak kabul gören görüş, Rasûlullah’ın hadis yazmak için kendisinden izin isteyen ashabına başlangıçta izin vermeyip daha sonra bu taleple gelen bazı sahabîlere hadis yazmaları için izin verdiği yönündedir. Peygamber dönemine ait bazı yazılı vesikalar ile sahabîlerin kendileri için yazdıkları bazı hadis sahifeleri de hadislerin aynı dönemde yazıldığını ortaya koymaktadır. Ancak sahabeye ait olduğu iddia edilen bu sahifelerden hiçbiri daha sonraki nesillere ulaşmamıştır

Müslümanların fetihleri ile İslam devletinin toprakları genişleyip farklı din, kültür ve milliyetten insanlar Müslüman toplumun bünyesine dâhil oldular. Bu durumun getirileri olduğu kadar götürüleri de vardı. Kur’ân ile yeniden dirilen Arap dilinin saflığını korumak ve yaklaşık yüzyıldır nakledile gelen hadis rivayetlerini muhafaza edip sahih bir şekilde yeni nesillere aktarmak Müslümanların en önemli gündemleri arasına girmişti.

 

II. Hadis İlminin Gelişim Süreci

Hadis tarihinin geçirdiği safhalar genelde dört ana başlık altında zikredilmektedir. Bunlar; Hıfz, Kitabet, Tedvin ve Tasnif aşamalarıdır. Hadislerin hıfzı, Allah’ın elçisi henüz hayatta iken başlamış, kitabeti ise kısmen o dönemde başlamakla beraber hicrî ilk asrın sonları ve ikinci asrın başlarında hız kazanmıştı. Rasûlullah hayatta iken başlayan hadisleri yazıya geçirme faaliyeti bireysel çabalardan ibaret ve metodolojik olmaktan uzaktı.

İlk halifeler döneminde hadislerin yazıya geçirilip bir araya getirilmeye niyetlenildiği, fakat çeşitli sebeplerle bundan vazgeçildiği kaynaklarda nakledilmektedir. Genel kabule göre halife Ömer b. Abdulaziz’in (101/720) Zührî’ye (ö. 124/742) emriyle “tedvin” sürecinin başladığı yönündedir. Hicri birinci asrın sonları ile ikinci asrın başlarından itibaren bir araya getirilen ve tedvini tamamlanan bu hadis rivayetleri belli bir sisteme göre sınıflandırılmadığı için bunlardan istifade etmek oldukça zordu. Bu nedenle rivayetleri tasnif eden âlimler aynı zamanda rastgele sıralanan hadisleri de belli bir sisteme göre tertip etme gereği duydular. Bu durum da tasnif hareketini beraberinde getirdi.

Hicri ikinci yüzyılda muhaddisler ile Mutezilî kelamcılar arasında meydana gelen ve üçüncü asırda giderek şiddetlenen görüş ayrılıkları ve tartışmalar neticesinde hadisçiler hem Hz. Peygamber’in sünnetini onların bu eleştirilerinden korumak hem de onlara cevap verebilmek amacıyla yoğun bir tedvin ve tasnif hareketine girişmişlerdir. Hadisçilerin bu gayretleri neticesinde başta Kütüb-i Sitte olmak üzere çok sayıda Hadis kaynağı ve cerh-ta’dîl konusuyla alakalı eserler ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bu döneme hadisin altın çağı denilmiştir.

 

TEFSİR TARİHİ

I. Tefsir’in tanımı

Sözlükte “açıklamak, beyan etmek” anlamındaki فسر kökünden veya taklib yoluyla سفر kökünden تفعيل vezninden[3] türeyen tefsir; “açıklamak, ortaya çıkarmak, kelime veya sözdeki kapalılığı gidermek” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de tefsir kelimesi sadece bir ayette geçer (25/Furkân, 33).[4] Sefr kelimesinin kadının yüzünü açması, baştaki sarığın alınmasıyla başın ortaya çıkması ve sabahın aydınlıkla belirmesi gibi “bir şeyin üzerindeki perdenin kalkması ve belli olması, kapalı bir şeyin aydınlanması” anlamlarında kullanıldığı bilinmektedir.[5]

Istılahta ise Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini açıklamayı ve yorumlamayı ifade eden tefsir kelimesi; Kur’an âyetlerini yorumlama ilmi ve bu alandaki eserlerin ortak adıdır.

 

II. Tefsir’in konusu

Beşerî ve pozitif bilimlerin bir amacı olduğu gibi islamî ilimlerin herbiri de bir maksada matuf olarak ortaya çıkmıştır. İslamî ilimler içerisinde önemli bir yer kaplayan tefsir ilminin gayesi “Allah’ın muradını beşerî kudret nispetinde onun kitabından anlama çabası” olarak özetlenir. Bu amacı gerçekleştirmek için birtakım enstrümanlara ihtiyaç duyar. Bunlar; Arap dilinin çok yönlü bilgisi ve tarihi arka planı, Kur’ân ayetleri, Rasûlullah’ın sünneti, sahabe ve tâbiin sözleri ile müfessirin ilmî ve aklî dirayetiyle Kur’ân’dan istinbâtından ibarettir.

III. Tefsir’in doğuşu ve gelişmesi

Semâvî kitapların sonuncusu olan Kur’ân, Allah Resûlünün şahsında tüm insanlığa nâzil olması itibariyle, Kur’ân’ın ve dolayısıyla tefsirin ilk muhatabı Peygamber aleyhisselam’dır. Bunun doğal bir sonucu olarak tefsirin ortaya çıkış süreci onunla başlar ve ilk müfessir olarak o kabul edilir. Kendisi hayatta iken bazen sorulan bir soruya cevap sadedinde bir ayeti açıklamış, bazen ise  الصلاة الوسطى(orta namaz) meselesinde olduğu gibi ayetlerde geçen anlaşılması zor bazı kavramları izah etmiştir.

Rasûlullah’ın, Kur’ân’ın ne kadarını tefsir ettiği hususunda görüş birliğine varılamamış, İbn Teymiyye Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını tefsir ettiğini iddia ederken, diğer bir kısım âlimler ise tamamını tefsir etmediği noktasında birleşmektedir. İbn Teymiyye’ye göre eğer Kur’ân’ın tamamını tefsir etmeseydi Allah’ın kendisine verdiği tebyin görevinin bir anlamı kalmazdı. Huveyyî ise Rasûlullah’ın tefsir ettiği âyetlerin az olduğunu söyler. Hz. Âişe’den rivayet edilen, “Peygamber, Cibrîl’in kendisine öğrettiği sayılı âyet dışında Allah’ın kitabından herhangi bir şey tefsir etmezdi” şeklindeki rivayeti de görüşüne delil olarak getirir.

Kur’an’ın ilk müfessirinin Resul-i Ekrem olduğu noktasında bir ihtilâf yoktur. Tefsiri ondan ashabı almış, ashap da bu bilgileri tâbiîne aktarmıştır. Muteber hadis kaynakları Rasûlullah’a, ashaba ve tâbiînin önde gelenlerine ait Kur’an tefsirlerini bir araya getirmiştir. Bu kaynaklara bakıldığında Resûl-i Ekrem’in Kur’an tefsirinin muhtelif şekillerde ortaya çıktığı görülür. Rasûlullah yer yer ashabın yanlış anlama ve yorumlamalarını tashih etmekte, yer yer doğrudan bir âyeti veya sûreyi yorumlamakta veya kapalı bir noktasını açıklamakta, bazan da sorulara cevap mahiyetinde Kur’an’ı tefsir etmektedir. Âyetteki kapalılığın giderilmesi, bilinmeyen bir kelimenin izahı, âyetin âyetle tefsir edilmesi, âyette anlatılan bir olaya dair ayrıntı verilmesi bu tefsir şekillerindendir. Böylece Rasûlullah yaptığı yorumlarla Kur’an’ın mücmelini beyan, mutlakını takyid, müşkilini tavzih, müphemini beyan, umumunu tahsis ve neshini beyan etmiş, yer yer başka açıklamalar da yapmıştır. Hadis kaynaklarında nakledilen sahâbe rivayetlerinde esbâb-ı nüzûl ve nâsih-mensuh konularında bilgi bulunduğu gibi âyetteki kapalılığın giderildiği, kelimelerin açıklandığı, İsrâiloğulları’ndan gelen haberlerin aktarıldığı hususlar da göze çarpmaktadır.[6] 

Sahabe, vahyin iniş sürecine tanıklık etmiştir. Bu, esbab-ı nüzulü bilmek kadar vahiy-hadise ilişkisine şahitlik ile vahyin arka planına vâkıf olmakla mümkün olmuştur. Bu durum sahabeyi diğer insanlardan avantajlı kılmaktaydı. Sahabeler büyük çoğunluğu itibariyle tefsir yapmamış olsa da İbn Abbas, İbn Mes’ûd gibi bazı sahabelerden birçok tefsir rivayeti günümüze ulaşmıştır. Sahabenin Kur’an tefsirindeki kaynakları sırasıyla; Kur’an, Rasûlullah’ın tefsiri, ictihâd, cahiliye şiirleri ve ehl-i kitaba müracaat idi.[7]

Tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn devrinde tefsir faaliyetleri bir hayli genişlemiştir. Bunda tefsirle ilgili rivayetlerin farklı isnad çeşitlerinin anılması, Arap dil bilimlerinin gelişmesi ve tedvin faaliyetlerinin artması ile oluşan dil ilimlerinin, şiir, nesir, deyim ve atasözlerinin delil olarak kullanılması, İsrâiliyat’ın daha da artması ve ulemâ arasındaki tartışmaların nakledilmesi etkili olmuştur. Bu dönemde dirâyet tefsiri kategorisine giren yorumların dikkate değer biçimde çoğaldığı görülmektedir. Tâbiîn devrinde bizzat müfessirler tarafından kaleme alınan tefsirler bir hayli azdır; yine de tefsirin kitap olarak tedvini hadis mecmualarından öncedir. 150 (767) yılında muhtemelen 100 yaşında vefat eden Mukātil b. Süleyman’ın günümüze ulaşan Kur’an tefsiri ve tefsire dair diğer eserleri tefsirlerin ilklerindendir[8]

 

 

GENEL DEĞERLENDİRME

İnsanlığı hidayete ileten vahiyler silsilesinin sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerîm insanın kalp ve akıl birlikteliğini gözetmiş, bir yandan insanı aklını kullanmaya teşvik ederken öte taraftan onun kalp, duygu ve vicdan bütünlüğünü esas almıştır. Kalp ve aklın birlikteliğinden doğan hikmet gerek ayetlerde gerekse onun güzîde müfessiri Rasûlullah’ın uygulamalarında kendisini göstermiştir. Allah’ın elçisi insanların arasında iken ihtiyaç hissettikleri anda ona başvurur sorunlarına çözüm bulur, Allah’ın muradını anlamada onun rehberliğine güvenirlerdi. Onun vefatından sonra ise artık bu imkândan mahrum kalmışlardı; lakin Allah’ın kitabı önlerinde, elçisinin uygulamalarını temsil eden sünnet ise zihin ve dillerinde dolanmaktaydı. 

    Rasûlullah’tan sonra Müslümanlar, dinî, beşerî, sosyal ve hukukî ihtiyaçları için Kur’ân’a başvurur, orada bulamadıkları hüküm veya durumlar için ise rivayetler silsilesinde saklı hadislere müracaat ederlerdi. Hadisler her ne kadar Rasûlullah hayatta iken bazı sahabeler tarafından kayıt altına alınsa da ağırlıklı olarak şifahen nakledilmişti. Bu durum hicri ilk yüzyıl boyunca kısmen böyle devam etmiş, ilk asrın sonlarına doğru büyüyen İslam devletinin toprakları ve Müslüman olan yeni kavimlerin artmasıyla hadislerin cem edilmesi ihtiyacı doğmuştu. Bu ihtiyacı ilk olarak resmî emre döken kişi halife Ömer bin Abdulaziz olmuştu. Onun emri ile Zuhrî (ö. 124/742) hadisleri tedvin etmeye başlamıştı. İkinci yüzyılda hummalı bir şekilde sürdürülen tedvin faaliyeti neticesinde rivayetler herhangi bir tasnife tabi tutulmaksızın, mevcut bilgiler topluluğunun gelecek nesillere aktarılması hedeflenmişti. Bu rivayetler silsilesi içerisinde tefsir, siyer, meğâzî, fıkıh gibi sonradan her biri birer temel ilim dalı haline gelecek dallar yer almaktaydı. Hicrî ikinci asır sonu ve üçüncü asır başında hadislerin tasnifi kemale ermiş, hadis edebiyatı altın çağına ulaşmış ve literatür oturmuştu.

Temel İslami ilimlerin ihtisaslaşma neticesinde farklı dallara ayrılması her birine derinlemesine vukûfiyetin önünü açmıştı. Bununla birlikte bilginin bütünlüğü ilkesi çerçevesinde bir takım risklerin oluşmasının önüne de geçilememişti. Nitekim ilk dönemlerde bir âlim hem muhaddis, hem müfessir hem de fakih veya tarihçiydi. İhtisaslaşmanın oluşması bilgiye tikel yaklaşımı netice vermişti. Bu durum çağımızda da devam etmektedir. Bir ilim adamının hem muhaddis hem müfessir hem de fakih olduğu, aynı zamanda kelam ve İslam felsefesi bildiği pek rastlanan bir durum değildir. Bir insanın bu ilimlerin her birini kendinde cem etmesi zor olsa da zihnî ön kabul veya bilinçaltı olarak bilginin bütünlüğü ilkesi ile bu bilim dallarına bakabilmelidir. Tıpkı yapbozun parçalarına odaklanırken büyük resmi kaçırmamak gibi, bir bilgi ile uğraşırken Kur’ân’ın çizmeye çalıştığı büyük resim de kaçırılmamalıdır.

 Yararlanılan Kaynaklar:

Tefsir Tarihi, Muhsin Demirci;

Kur’ân İlimleri ve Tefsir Tarihi, Mehmet Akif Koç;

Hadis Tarihi, Talat Koçyiğit;

Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku.

 

 



[1] AHMET ÖZEL, "ASIL", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/asil#1-fikih (05.06.2022).

[2] Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Müftüoğlu Yayınları, Ankara,  1969, s.2.

 

[3] Muhsin Demirci, Tefsir usûlü, 29.b., İstanbul, M.Ü. İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul, 2014, s.19.

[4] Mehmet Akif Koç, Kur’ân İlimleri ve Tefsir Tarihi, 1.b., Grafiker Yayınları, Ankara, 2021, s.30.

[5] Abdulhamit Birışık, "TEFSİR", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsir#1 (28.10.2021).

[6] Abdulhamit Birışık, "TEFSİR", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsir#1 (28.10.2021).

[7] Mehmet Akif Koç, Kur’ân İlimleri ve Tefsir Tarihi, 1.b., Grafiker Yayınları, Ankara, 2021, s.30.

[8] Abdulhamit Birışık, "TEFSİR", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsir#1 (28.10.2021).


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi