Kur'an ve İnsanın Anlam Arayışı
"Oku-Düşün-Anla-Yaşa: Güncel değerleri yaşayarak öğrenip-üreterek hayata katıyorum!" Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
    • İyilik yap,
      elinden geldiğince iyilik yap...
    • Mehmet SERİNSU (Şumnu 1925-Ankara 8.Eylül.2016 Perşembe)
    • Okuyacaksınız, okutacaksınız!
      Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede.
      İlmin en büyük ibâdet olduğunu halka öğreteceksiniz.
    • Nurettin TOPÇU (1909-1975)
    • Küçük şey yoktur!
    • Kemal URAL (v. 30.Nisan.2016)
    • Her zaman en güzel eylemi (salih ameli) çıkarabilmek için çok çalışmak,
      ben’i bulup biz’i de keşfedip hep beraber yürüyebilmek
      ve hizmet edebilmek,
      istikbalin ikbal ışığı olmak
      ve memleketi ışığa boğacak gayreti yaşamak
      gerçek Ankara İlâhiyatlı olmak bu demek.
    • İnsanı insan kılan,
      onun bağlı bulunduğu değerler sistemidir.
    • Prof. Dr. Necati ÖNER (v. 2 Ocak 2019)
    • Yaşamak,
      hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir.
    • Elbistanlı Dr. Rahmi ERAY (1918-1958)



 Mouna Baker 19922734   Tefsir Doktora 1. sınıf  

Allah’ın en Kiymetli ve Sevilen Yaratik İnsandir 

Giriş

Her zaman Allahten uzaklaştı, insan kendisine bu sorular soruyor:  Neden biz bu dünyaya geldik ? Ne ister bizden bu evren? Ben neden bu gezegendeyim? Nerden Nereye! Bu Hayatta, insanlar farklı  yollara gider bunların cevabı aramak icin. Her kişi kendi yoluna çikiyor ve bu geziye insanın özel hayatı denir. Şaşırtıcı bir ortamda yaşıyoruz ve çevremizdeki evren düzenlendiği ve organize olduğu için, bizim gibi kendisinden gelmedi. Çünkü en küçük ve doğru kısımlarında, kapsamlı ve eksiksiz doğasında örgütlendi. Kendisine bakan bir organizatör veya yaratıcıya sahip olmalı ve bu organizatör bizi yapan ilahi kaynak olmalıdır. Burası tanrı kelimesi, görmediğimiz enerji anlamına gelir, ancak her şeyi inanılmaz bir güçle yönetir ve çalıştırır.

Bu makala, Allahın ınsanı sevgisi ve yükseletmesi ve onun karşısı insanın yaşadığı evreninde varlıkları etkisi ve sorumluğudığını bahsediyor.  Nasıl bu evren başladı ve nasıl gelişiyor hatta içindeki insanın rölü  nedir. Allah, dünyamızı yaratmış ve onda İnsan varlıkların en üstü mekamını vermış. Allah insanları sever ve onlarından olumlu ve doğru davranla dünyayı adalet ve iyilikle inşa etmesini istiyor. Bu nedenle Kuran indirilmiş ve Hz. Peygamber  model olarak gönderilmiş. Kuran insanın yol harıtasıdır ve Hz. Pegamberimiz tüm insanlığına rehberdir.

I.          İnsan ve Tarihsal Gelişme:

“ İnsan, geçmişten kendine uzanan çizgiyi her şeyden önce kendisini tanımak, bugün bulunduğu yeri, araya tam olarak nasıl geldiğini anlamak için bilmek ister. Bu amaçla, “Ben kimim?” Sorusunu sorar.kimliğini, geçmişini, bugününü oluşturan koşulları bilerek bu soruya cevap verebileceğini var sayar. Öte yandan bugünü kavrayabilmeyi amaçlayan her caba, kendini yalnızca bugünle sinirlayamaz. Çünkü bütün bugünler, bir sebep-sonuç ilişkisi içinde, dünler,n tamamının sonucudur. Bu hem bireylerin hem de toplumların bugünler ve dünleri için geçerli olan bir kuraldır.”[1]   

İnsan, bir toplumda yaşayan sosyal bir varlıktır, yalnız yaşayamaz. Eski çağdan günümüze, insan çevresine uyum sağlamaya  ve faydalarını kullanmaya çalışır. Tanrı ona mantık ve irade verdi ve onu bu gezegende hayvanlar, bitkiler ve cansız nesneler de dahil olmak üzere yaratıklardan daha iyi yaptı ve yeryüzüne iyilik ve adalet yaymak için alay etti. Hatta onu yalnız bırakmadı bılaksı ona doğru yolu Kuranda gösterdi ve Hz. Muhammad Sünneti iyi eylemleri ve Kuranın maksadı açıkladı.

Kuran’ın ilk indirlmiş Ayeti Al-Alaq Süresinde “oku” emretti ve o tüm ınsanlık için bır mesaj ve ilim ve hakıkat arama bir çağrıdır. Hz. Peygamber, Sahabılara Kuran okuma yöntem öğretmiş. Sahabalar on ayet kadar okudu, düşündü ve anladılar sonra bu ayettlerıla yaşadılar sonraki yeni ayetler geçtiler. Bu Kuranın yaşamak terzi gibi öğrendiler Bu yüzden güçlü bir mümin nesillerdi ve dünyaya adalet ve iyilik yaydılar. Günümüzdeki insanlar, Kuran okumuyorlar yada doğru yöntemile onu tefekkür etmiyorlar ve onları medeniyet yaşam dinden uzaklaştırdı ve maalasaf yollarınıda kayboldu ve kendilerine “ Kimim? ” yeniden soru soruyorlar.

II.       İnsan Varlıkların En Üstünüdür:

Biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır.” Yuce Allah buyuyorki Tin Süresinde dördüncü ayettir. Evrende  Allah, varlıkların türlerinden İnsan en yükseklendir. Allah, diğer varlık türlerini, insanın yararına sunmuştur (Câsiye suresi, 13. ayet). Biçimsel anlam­daki güzelliği yanında Allah, insanı anlama, idrak etme, yorumlama, ko­nuşma ve bilgi üretme güçleriyle donatmıştır. Sonuç olarak insan, evrenin en onurlu varlığıdır (İsra suresi, 70. ayet).

Evrenin en yüce varlığı olan insan, dünyanın gidişatından sorumludur. Onu temiz maddı ve manavı olarak güzel  ve sağlıklı bir makan sağlanacak.  Bu sorumluluğu aştında  kalkmaz o zaman varlıkların en alt  maddeler seviye­sine düşmüş olur ve  Kur’an buna “esfel-i sâfi­lîn” der. Üstün varlık olan insanın bulunduğu yüce konumdan düşmesini Yüce Allah istemez. Bu sebeple Kur’an, insana iç ve dış hasımlarını insana tanıtmıştır. İnsanı ,  kötü tutkular, ar­kadaşlar, her türden günahlar, şeytan, kötü çevre ve ce­halet nefret eder. Tüm bunlara karşı nasıl duracak, onu Kuran öğretiyor.  Müslümanlar insanlığın ortak amaçları uğruna çalışmalıdırlar. Bilime, sanata, düşünceye yeterince katkı sağlamalıdırlar. Onlar da insan olarak evrenin en üstün varlığı olduklarının bilincini hiçbir şekilde kaybetme­melidirler.

İnsan, hayatını diğer insanlar ve varlık­larla paylaşarak birlikte yaşar ve insanlarla ilişkilerinde hem eğitir hem de eğitilir. Bu durumun insanın öğ­renme etkinliğinde çok ö­nemli yeri vardır. İnsan eğiten ve eğitilen bir varlık olarak bu kabiliyetini bir de “model alma” yönünde kullanır. İlk model­lerimiz anne ve babamızdır. Aslında modeller, ha­yatta karşılaşacağımız problemler karşısında nasıl cevap verece­ğimizi, prob­lemleri nasıl çözeceğimizi, güzel ve uygun olan şeylerin hayata nasıl katılacağını bizlere öğretirler. Kur’an, peygamberleri model almamızı öğütler ve bu olguyu “üs­ve” terimiyle ifade eder (Mümtehine suresi, 4. ayet). Hz. Mu­hammed de in­­sanlara model olarak gönderilen son elçidir. Kur’an-ı Ke­rim, onun mo­del oluşunu şöyle belirtmektedir: “And olsun Allah’ın elçisinde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek / model vardır.” (Ahzab suresi, 21. ayet) Peygamberimiz Hz. Muhammed, mükemmel bir baba, iyi bir eş, iyi bir komşudur. O, en güzel eğitici ve en güzel arkadaştır.

İnsan en üstün varlıklarınden olduğunu göre, tabıat ve güzellikleri kurmak sorumludır. Bu nimetler Allah’tan lütfudur ve insanın görevi tüm varlıkların hayatını kolay­laştırmaktadır. Çünkü o bu evrende Tanrının halefıdır ve dünyayı iyi , adalet ve barşla doldurmak onun roldur. Bu sayısız nimet karşılığında bunları karşılıksız olarak bize veren Yüce Allaha şükret­mek gerekiyor ve nimetlere teşekkür etmek, güzelliklerin art­ma­sının da sebebidir. “Allah  odur ki yerküreyi size kalacağınız yer, göğü de bina yaptı; sizi şekillendirdi, şekillerinizi de güzel yaptı ve sizi güzel rızklarla besledi. İşte Rabb’iniz Allah budur. Bütün âlemleri yaratan Allah, ne yücedir.” (Mü’min suresi, 64. ayet). Kur’an, canlı-cansız bütün varlıkların bir dilinin ve bilinci­nin olduğunu belirtmektedir:  Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, onu tesbih ederler. Onu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz on­ların tesbihlerini anlamazsınız. O hâlimdir, çok bağış­la­yan­dır”(İsrâ suresi, 44. ayet)

III.    Allah’ın İnsanlari sevmesi:

Allah insanlarından yakındır ve onu Kur’an’da belirtmektedir. Allah şöyle buyurur: “Kullarım sana beni sorduklarında bilin ki ben onlara çok yakınım...” (Bakara 2:186); “...Bilin ki Allah, insanla kalbi arasına girer...” (Enfâl 8:24) ; “...Ve biz insana şah damarından daha yakınız...” (Kâf 50:16). Bu, Allah’ın insanı yaratmayla başlayan bir yakınlıktır. Çünkü Allah, insanı yaratmış ve ona ruhundan üflemiştir. Bu sebeble  Allah’la insan arasında kopmaz bir bağ oluşmuştur.

Allah, yarattığı insanı sahipsiz bırakmaz. Onun büyüyüp yetişmesi için her türlü imkânları verir. Onu çok yakın ve yaratıcını oldunduğu  onun ne düşündüğünü ve ne yaptığını bilir. Allah’ın bize karşı bu yakın ilgisi karşısında biz de onun ya­kınlığına ibadetlerimizle, dualarımızla ve güzel eylemlerimizle karşılık vermeye çalışırız. Sıkıntılarımızı, dertlerimizi ve çaresizliklerimizi hep onunla paylaşırız. Dualarımız ve yakarışlarımız onadır. Bizi seven ve sevgisi her şeyi kuşatan Allah’ı severiz. Yakınlığından korkmak yerine dinginliğe ve huzura erişiriz. Nitekim müminin kendini Allah’a en yakın hissettiği anlardan biri secde anıdır. Bizler o anda onun sevgisi ve feyziyle dolarız. Böyle yakın bir Allah anlayışıyla yetişen insan, hayatı daha merhametli  ve sevecen olarak anlamlandırır. Hiçbir varlığın hukukuna saldırmaz. Dünyayı cennetleştirmek ister. Allah’ın sevgisini kazanmak için, biz de işlerimizle, eylemlerimizle, sevgimizle, dua ve ibadetlerimizle ona yakın olmayı başarabiliriz.

"Allah Bizi Seviyor" ne güzel ve huzurlu duyguları veren sözcüklerdir. “sevgi” İslamda anahtar kelimedir.Al­lah, sevgisini hak kazanan insanları şu sıfatlarla ifade et­miştir;  Ruh ve beden olarak temiz olanlar, bi­linçli bir şekilde kulluk edenler, adaletli davra­nanlar, davranışları güzel olup itici davranma­yanlar, sabırlı olanlar, yalnızca Allah’a gü­ve­­nip dayananlar, kendi yolun­da çok yön­lü çalışıp değer üretenler ve Hz. Muham­med’e u­yanlar. Sevgi olgu­su­nu daha iyi anla­ya­bilmek için konuyu bir de karşıt yönden ele alırsak Allah’ın; yalan söyleyenleri, ihanet edenleri, zalim­le­ri, hakikati inkâr edenleri, kibirlenenleri, başkalarına karşı övünenleri, şımarıkları ve iki yüzlüleri sevmediğini görürüz. Allah’ın insanlara olan sevgisini ve şefkatini Kur’an; “er-Rahman”, “er-Rahîm” ve “Vedûd” sıfat isim­leriyle ifade eder. Her olumlu işe başlarken bu iki sıfat ismin geçtiği “Besmele” ile başlamak bizim de Allah’ın sıfatlarıyla donanarak sevgi temelli bir dünya kurmaya karar vermemiz demektir.

Sonuç

 Allah, insanları  en değerli ve seven varlığı ve insan onu ne kadar teşek eder yetmez. Aynı zamanda Allah’ı biz de ne kadar çok tanırsak o kadar çok severiz. Güzel eylemleri içtenlikle çoğaltırsak o bi­zi sevdiği gibi başkalarına da sevdirir. Çünkü biz sev­meyi, sevginin kaynağı olan Allah’tan alıyoruz. Bu sevgiyi ne kadar di­ri tutar ve ha­yata yansıtabilirsek, iç dünyamızda büyütebi­lirsek yara­tılış amacı­mı­za da hizmet etmiş oluruz. Onun için Pey­gamberimiz; “Sev­meyende ve sevilmeyende hayır yoktur.” buyur­muş­tur. Ayrıca sevgi paylaşıldıkça büyür. Hz. Peygamber bunun için; “İn­san kendisi için sevdiğini mü’min kardeşi için sevmedikçe mükemmel bir şekilde iman etmiş olmaz.” buyurmuştur.



[1]  Serinsu, Ahmet Nedim. Pro. Dr. , Tefsir Tarihi Atlası ve Uygulama Haritaları,1. Baskı. Ocak 2019,Grafiker Yayınları, Ankara, 058.

Kaynaklar

Kuran el-Karimi

Tefsir Tarihi Atlası ve Uygulama Haritaları, Pro. Dr. Ahmet Nedim Serinsu

Karakter E[itim Adab Talimi, ünite 8 


0 Yorum - Yorum Yaz


HATİCE KAYA

19922729

TEFSİR DOKTORA

 

KUR’AN’LA KARAKTER İNŞASI

Sevinç, hüzün, umut, yeis, merhamet, öfke, heyecan, korku, memnuniyet, gurur, utanç, hoşnutluk gibi onlarca farklı duygunun çeşitli tonlarında gezinip duran insan, insanlık tarihinin ilk gününden itibaren, içinde bulunduğu hayat denilen bu akışı anlamlandırma çabası içinde olmuştur. İnsanoğlu; düşünce dünyası, hayatın içinde şahit olduğu birbirinden bağımsız gibi görünen yaşam örüntüleri ve birçok farklı kaynaktan edindiği bilgi birikimi ile, yaşadığı bu hayatın boş ve rastgele olmadığını fark etmiş, onun anlamını yakalama çabasını hep sürdürmüştür.

“İnsan çeşitli durumlar içinde yaşar. Bu durumlar, insanı hayatın gerçekleri ile karşı karşıya getirir, hatta sürükler. İnsan yaşamını sürdürmek için bu durumlara bir anlam vermek, onlarda bir değer görmek zorundadır. İnsan içinde yaşadığı durumlara bir anlam veremediği, onlarda bir değer göremediği zaman, onun yapıp etmeleri sona erer. O artık yaşayamaz. İnsanın bu durumlardan sıyrılabilmesi, onlarla başa çıkması, ancak insanda kendisini yapıp etmelerine verebilecek bir gücün bulunmasına bağlıdır. Bu güç imandır.”(Takiyyuddin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi, s.168)

İnsan için hayatı anlamlı kılan onun imanıdır. Müslüman insan özelinde ele aldığımızda onun hayatını anlamlandıran, iman ettiği Allah tarafından gönderilen Kur’an’dır. Kur’an insanoğluna, insan davranışlarını yöneten değerleriyle ışık tutar ve yol gösterir. Müslüman, kutsal kitabından çıkardığı ilkelerle hayatını düzenler ve ona yön verir. Hayat kitabı Kur’an’dan eşref-i mahlukat olduğunu öğrenen ve en güzel yaratılışla yaratıldığını fark eden insan, bu farkındalığıyla üzerine düşen sorumlulukların da bilincine varır. Çünkü o Allah’ın yeryüzündeki halifesidir, dünyanın gidişatından sorumludur. Din olarak İslam’ı seçmenin, aynı zamanda insanlığın ortak değerleri olan bilim, sanat ve düşünceye katkı sağlamak olduğunu idrakinde olan müslüman iki gününün denk olmaması için çaba gösterir ve daima gelişir. Kendi yapıp etmelerinin neticesinde bozulan düzenin yeniden inşasından da yine o sorumludur. Aksi taktirde ‘ahsen-i takvim’ mertebesinden ‘esfel-i safilin’ e doğru bir düşüş yaşayacaktır.

Kur’an ile hayatını anlamlandıran insan; onun yaşayan, hayata aksettirilmiş hali olan Hz. Peygamberi kendine kılavuz edinir. Çünkü Yüce Yaratıcı insanoğluna sözleriyle hitap etmekle kalmamış, rahmetinin bir tecellisi olarak insanlığa rol modelini de sunmuştur. Yaşayan Kur’an Hz. Peygamber ve yine Kur’an’da ibret verici hikayelerine yer verilen nice Peygamberler insanoğlunun hayat serüvenine ışık tutmuş; insanın insana, hayvana, bitkiye, tabiata, evrene karşı alacağı konum, takınacağı tutum konusunda örnek olmuştur.  Bu örnekler kılavuzluğunda hayatını tanzim eden insan, Kur’an’ın övdüğü güzel davranışlar ve bunları güzelleştiren hikmetleri; Kur’an’ın yerdiği çirkin davranışlar ve onları çirkin yapan hususları kavrayarak içselleştirir.

Peygamber hayatlarından dersler çıkaran Müslüman, davranışlardaki değer ölçüsünün, davranışın yaygınlığıyla doğru orantılı olmadığını fark eder. Nitekim Peygamberler çoğu zaman, toplumlarında yaygın olan fakat esasında çirkinlik ihtiva eden inanç ve eylemlerle mücadele etmiştir. O halde Kur’an’ı ve buna bağlı olarak peygamberi rehber edinen insan, değerlerini oluştururken sağlam bilgi kaynaklarına ihtiyacı olduğunun bilincindedir. Bu sağlam bilgi kaynakları; insanoğlunun dış donanımlarından Kur’an ve sünnet, iç donanımlarından akıl ve vicdandır denebilir. Bu kaynakları yerinde ve doğru kullanabilen insan ahsen-i takvim’e yaraşır doğru değerler üretmede başarılı olacaktır.

Her türlü olumlu çabasına karşın insan, zaman zaman hatalar yapacak, çeşitli yanılgılara düşecektir. Bu ise her şeyin sonu olmayıp belki de eksikliklerini görüp kendini tanımada bir fırsat, daha iyi işler yapabilmek adına bir adım olabilecektir. Bunun gerçekleşmesi için ilk şart ise hatasının bilincinde olup, kibre ve gurura kapılmadan eksiğini itiraf ve bu eksikten kurtulmak için göstereceği çabadır. Hata sahibi, hatasını düzelme çabası içinde olup, aynı yanlışa düşmeyeceğine dair taahhüt verir ve sonrasında Salih Amellerle yapıp etmelerini düzenlerse onun kötülüklerinin örtüleceği müjdelenmektedir. O halde Müslümana yakışan hatalarından ötürü ümitsizliğe kapılmaksızın, yanlışının farkındalığıyla; Allah’a, ailesine, topluma, insanlığa, tabiata ve kendine karşı olumlu davranışlar geliştirip üretmeye çalışmaktır. Bu çabanın sonucunda insan, kendisine şah damarından dahi yakın olan ve her türlü nimetleriyle kendini kuşatarak sevgisini hissettiren yaratıcısının affına nail olacaktır.

Fiziksel varlığı ve biyolojik yapısının yanı sıra, insanoğlunun kalbinin birçok farklı hissiyata ev sahipliği yaptığından bahsetmiştik. Bu hislerin en kuvvetli olanlarından biri de muhakkak ki sevgi duygusudur. Hayatını Kur’an ile aydınlatan insan Kur’an’da yaratıcısının sevgisi, şefkati, merhameti ile karşılaşır. Saymakla bitiremeyeceği nimetlerin içine gark olmuşken kendine şükrü yakıştırır. Sevildiğini hisseder, sevmeyi öğrenir. Yaratılanların her birinin bir sevgi mahsulü olduğunu görüp insana, hayvana, tabiata ve hatta cansız varlılara karşı duruşunu sevgi üzerine inşa eder. Sevme, sevilme, sevildiğini hissetme gerçekten de paha biçilmez nimetlerdendir. O halde insan sevgi temelli bir dünya inşa etme çabasında olmalı, kendini diri tutan bu duyguyu hayatına yansıtarak yaratılışının amacına hizmet etmelidir. Ancak bu şekilde kişiliğini Kur’an’a göre inşa etmiş ve insan olmanın hakkını vermiş olur.

 

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz

KURANLA ADAB TALİMİ    27.03.2020

KURANLA ADAB TALİMİ

Tuncay ALTINIŞIK

19952701

Bütünleşik Doktora

Kuran-ı Kerimde insanın yaratılışı, insana verilen değer, onun diğer varlıklardan üstünlüğü, var olan diğer şeylerin insanın hizmetine sunulması, insanın sorumlu bir varlık olarak başıboş bırakılmadığı ve verilen nimetlerden hesaba çekileceği gibi insanla ilgili çok yönlü hususlara ışık tutan ayetler vardır. Bu ve benzeri ayetlerden çıkarılacak temel mesaj ve ilkenin, yaratıcı ile insan arasında daimi bir iletişim halinin varlığı olduğunu düşünmekteyiz. İnsanın hayr, şer, mal, evlat, açlık, ölüm vb. birçok şey ile imtihana tabi tutulması, insana iyiliğin emredilmesi ve kötülüklerin yasaklanması, günlük hayata dair helaller ve haramların olması gibi hususlar da aynı şekilde bu iletişim halinin varlığını göstermektedir. Bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde, insandan beklenen, istenen/beklenmeyen, istenmeyen davranış biçimleri olduğu anlaşılmaktadır.

Dinimizin temel mesaj ve prensipleri dikkate alındığında bunların, –gücü nispetinde-insanı her durum ve şartta beklenen davranışları ortaya koyan; beklenmeyen davranışlardan da uzak kalan bireyler olarak inşa etme amacında olduğunu söyleyebiliriz. Peygamberlerin tüm insanlığa örnek gösterilmeleri de beklenen davranış biçimlerinin ne olduğunun insanlara somut olarak gösterilmesidir. En güzel surette yaratılmış olduğu belirtilen insana, en güzel surete uygun davranış kalıpları, adap veya karakter denilebilecek formlar, üsve-i hasene olarak nitelendirilen peygamberlerin şahsında ete kemiğe büründürülmüştür. Kendisine peygamberleri örnek alan insan Kuranın övdüğü güzel ahlakı elde etme imkânına kavuşacaktır. Böylece insan, Allah ile olan iletişiminde, insanlar ve diğer varlıklarla olan münasebetlerinde beklenen/istenen tutum ve davranışları geliştirebilecektir.

Allah’ın yakınlığını bilen insan, bu yakınlığı inancı ile sürekli hissedecek; hal, tutum ve davranışlarına da bunu yansıtacaktır. Yaptığı işlerden sorumlu olduğu, Allah’ın kendisini gördüğü, duyduğu, yaptığı her şeyi bildiği anlayışıyla hareket edecektir. Böylece insan, iyi işlere kendisini sevk eden ve kötü işlerden alıkoyan bir karakteri inşa etme sürecinde olduğunu ortaya koyacaktır. Yakınlık hissini yüksek düzeyde bir farkındalıkları korumaya devam ettiğinde insan, kendisi, anne-babası, eşi, çocukları, komşuları, içinde yaşadığı yakın veya uzak sosyal çevreye karşı iyi, güzel ve hukuku koruyan hal, tutum ve davranışlar ortaya koyacaktır. Bu durumda insan, hayatı güzelleştirecek, içinde yaşanılan dünyayı cennet haline dönüştürmeye dair adımlar atmış olacaktır. Örneğin; yaşlılık döneminin zorluklarını yaşayan anne-babasına, “öf” dahi demez. Bunu Allah’ın yakınlığını bilerek ve hissederek gerçekleştirir. Allah’ın sevgisine karşılık vermesinin bir gereği olarak da yapacaktır aynı zamanda.

Kuranla karakter inşa sürecinde insanın motivasyon unsurlarından biri de insanın üstün varlık olarak yaratılmasıdır. Şekildeki güzelliği yanında Allah’ın, insana anlama, idrak etme, yorumlama, konuşma ve bilgi üretme güçlerini vermiş olması, insana olumlu, güzel değerler üretme ve bunları gelecek nesillere aktarma gibi misyonlar da yüklemektedir. Genelde insanı özelde Müslümanı değerli kılan şey de budur.

Kuranla karakter inşa sürecinde insan için engelleyici durumlar da söz konusu olacaktır. İçinde yaşadığı toplumun değerlerinin, sağlam bilgi kaynaklarına dayanmaması, İslam’ın değerlerinden uzak değerlerin yaygınlık kazanması gibi olumsuzluklar, insanı ümitsizliğe, kimlik bunalımlarına sürükleyebilir. Burada da insana düşen görev, yaygın olanın iyi, güzel veya doğru olduğuna dair algıyı kırabilmesidir. Bu noktada kendisine üsve olan peygamberleri hatırlaması, sağlam bilgi kaynağı olan vahyin mesaj ve prensiplerini kendine rehber edinmesi olacaktır.

İnsan genellikle olumlu ve doğru davransa da bazen hata da yapabilir. Bu da insanın Kuranla karakter inşa sürecini olumsuz etkileyebilir. Kur’an’ın talim ettiği adaba göre hatalı davranmak, günah işlemek dünyanın sonu değildir. Kişi yaratıcısına itirafta bulunup tövbeye yöneldiğinde bireysel bağışlanmaya talip olmaktadır. Kuran bu durumda da başkalarına iyilik yapılmasını teşvik ederek bireysel bağışlanmaya giden yolda, sosyal iyiliği ihmal etmemiştir.

Hülasa insan değerli olarak yaratılmıştır. Üstün kılınmış, nimetler emrine verilmiştir. Sahipsiz bırakılmamış, sorumlu tutulmuştur. Değer üretmesi ve yaşadığı dünyayı cennetleştirmesi kendisinden beklenmiştir. Bunun için vahyin sağlam bilgilerine dayanan davranış kalıplarının örnekliği peygamberler aracılığı ile kendisine sunulmuştur. Kendisinden beklenenleri gerçekleştirmesi Kuranla adab talimi veya karakter inşası ile mümkün olabilecektir. İnsanın bunu yapması, Allah’a olan yakınlığının ve O’na olan sevgisinin yansıması olacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 


0 Yorum - Yorum Yaz


Bayram Maraşlı

19922777

Dokrora

ESBAB-I NÜZUL

Kur’ân’la Karakter İnşaası

1.     Allah Bize Bizden de Yakındır…

Allah Teâlâ yüce kitabında kuluna yakınlığını ifade etmek suretiyle kulun her daim murakabe altında olduğu ve yalnız olmadığı hissini diri tutar. Bu sayede insan kendisini Allah Teâlâ’ya yakın hisseder; sıkıntı, buhran, bunalım, inhibat, endişe, korku vb. her halde kendisine yakın olan Allah Teâlâ’dan destek alır. Yeise kapılmaz hayata tutunur. Diğer taraftan şeytânî bir dürtü kendisine hâkim olacak olursa kendisine yakın olan Allah Teâlâ’ya sığınır ve her türlü kötülükten uzak durur.

2.     Allah Teâlâ bizi Seviyor…

Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Hakim’inde sevdiği kullarından ve sevmediği eylemlerden bahsetmiştir. Kul yüce Allah’ın sevmiş olduğu eylemleri hayatına taşımak suretiyle Allah’ın sevdiği bir kul olur. İçi huzur dolar ve etrafına huzur saçar. Kimseyi kırmaz ve herkes tarafından sevilir. Allah’ın kendisini sevdiğini düşünen bir insanın, her daim morali yüksek yüksek olduğu gibi etrafına da pozitif enerji saçar. Allah tarafından sevilen insan Allah’ı sever, onun yarattıklarını sever, onlara merhametle yaklaşır. Hatta sadece insanlara değil doğaya ve cemadata dahi sevgi nazarıyla bakar.

3.     İnsan Varlıkların En Üstünüdür…

Esasında şu koca kâinatta en çelimsiz varlık insanoğludur. Zira ne bir aslan gibi koşabilir ne de bir kuş gibi uçabilir. Ne bir kartal kadar iyi görebilir ne de bir tazı kadar hızlı koşabilir. Tırnaklı hayvanların tırnakları kadar mükemmel değildir. Bir ot kadar esnek olmadığı gibi bir çiçek kadar güzel de kokmaz. Bir ağaç kadar uzun yaşayamadığı gibi bir taş kadar da dayanıklı değildir. Tüm bunlara rağmen o Allah Teâlâ’nı kendisine bahşetmiş olduğu birtakım nimetler ile tüm kâinatın efendisi mesabesindedir. Kendisinden kat be kat büyük güneş, ay, bulutlar, hava ve toprak ona hizmet etmektedir. Kendisinden çok daha güçlü hayvanlar emrine amade kılınmış. Allah tüm mahlukatı ona musahhar kılmış. Tüm bunlar Allah’ın ona verdiği akıl/irade gibi onu diğer varlıklara üstün kılıcı hassalar ve Allah’ın, mahlukatı onun önünde diz çöktürmesiyle mümkün olmuştur.  İşte bunun bilincinde olan bir Müslüman kâinatı imar noktasında elinden geleni yapar ve kendisine verilmiş bu emaneti/ağır yükü hakkıyla taşıma gayretine girer. İnsanlığın ortak faydası için insanlık onuru için gayret eder.

4.     Peygamberler En Güzel Modellerdir…

Allah’ın kendisine yakın olduğunu bilen, kendisini sevdiğini bilen ve kendisinin diğer mahlukattan daha üstün olduğunu ve sorumluluklarının olduğunu bilen insan harekete geçer. Fakat nereden başlamalı, ne yapmalı, nasıl yapmalı, niçin yapmalı vb. sorunlarla karşılaşabilir. Fakat Yüce Mevla onu burada da yalnız bırakmış değildir. Zira kendisine en güzel örnekler olan peygamberler göndermek suretiyle insana misyonun nasıl tamamlaması gerektiğini göstermiştir. Yüce Allah insanoğluna “Üsve’sini” göstermiş ve onu öndersiz lidersiz bırakmamıştır.

5.     Her Yaygın Olan Doğru ve Güzel Olmayabilir…

Misyonunu tamamlamakla/hilafetle memur olan insan şu dünya hayatında kendisini zaman zaman yalnız hissedebilir. Zira insanların ekseri yanlışın peşinde olacaktır. Bu yanlışların tesirinde kalmak, “İnsanlar ne der/ Herkes böyle diyor/yapıyor” şeklinde çıkarımlarda bulunmak suretiyle yaygın olan eylemleri yapmak insan oğlunun aklını dumura uğrattığı gibi onun üretkenliğini de baltalar.

6.     Güzel İşler Yapıyorsak Hatalarımız Bağışlanır…

İnsan toplumun baskısı sonucu veya kendi kişisel sorunlar sebebiyle hatalara düşebilir. Fakat yüce Mevla’mız “İnanıp iyi işler yapanların mutlaka kötülüklerini örteceğiz ve onları, yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandıracağız.” (29/Ankebut 7) buyurarak suretiyle yeisi bertaraf etmiş ve bizleri hayra teşvik etmiştir. “O hâlde bizi ve çevremizi rahatsız eden hatalı tutum ve davranışlara olumlu ve yapıcı tutum ve davranışlarla çözüm öner¬meliyiz. Bu amaçla öyle güzel eylemler yapmalıyız ki yeniden topluma faydalı bir insan olabilelim. Ayrıca edindiğimiz bu de¬neyim sonucunda aynı hatayı işlemekten de uzak kalabilelim (8. Ünite s.174.

7.     Yeteneklerimizin ve Güzelliklerimizin Kaynağında Allah Vardır…

Yüce Rabbimiz “…şekillerinizi de güzel yaptı ve sizi güzel rızklarla besledi…” (Mü’min suresi, 64. ayet) buyurarak insanoğluna bahşettiği nimetleri hatırlatmaktadır. İnsan herhangi bir şeyi başardığında, bu başarıyı Allah Teâlâ’nın kendisine bahşettiği organlardan ve yeteneklerden bağımsız olmadığı fark etmeli ve şükran duygusu içerisinde olmalıdır.

Biz bu duyu organlarımız sayesinde hayata uyum sağlarız. Aklımızı iyi kullanarak ve geliştirerek kendimiz ve tüm varlıklar için yeryüzünü daha yaşanılır bir hâle getiririz. Yine Yüce Allah’ın bize bağışladığı gözlerimizle hayran kaldığımız bir manzarayı fırça tutan ellerimizle bir tablo hâlinde resimleyebiliriz. Aynı manzarayı aklımızla elimizin ortak ürünü olan fotoğraf makinesi veya video kamera ile görüntüleyebiliyoruz. Bu yeteneklerin hiçbiri, yaratılışımızdaki yetilerimiz olmaksızın sadece bireysel kazanımlarımızla elde edilemez. (8. Ünite s.175)

8.     Tabiat Canlıdır, Onu İncitmemek Gerekir…

İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır. (Rum Sûresi, 41. âyet)

Efendimiz savaşta dahi olsa doğaya zarar vermemeyi emretmiştir. Göl kenarında dahi abdest alınsa, gölün suyunun israf edilmesini, kıyamet kopsa dahi elimizdeki fidanın dikilmesi gereğini nasihat etmiştir. Ancak ne yazık ki her geçen gün biraz daha betonlaşan dünya, insan oğlunun tahribatı neticesinde değişip dönüşüyor. Fakat bu olumsuz yöndeki dönüşümün faturası insanoğluna çıkıyor.

“Eğer insan tabiatı severek geliştirme yerine, ona egemen olmayı ister ve bu yönde çalışırsa tabiatta denge bozulur. Nitekim tabiata karşı acımasız ve saygısız tutumların sonucu olarak yeryüzünün çeşitli bölgelerinde çevre felâketleri yaşanmıştır. Bu yüzden insanlık, artık tabiatla daha dengeli bir ilişki kurmaya çalışıyor. (8. Ünite s.176”

 


0 Yorum - Yorum Yaz


ESMA UYSAL  Doktora.  19922779[i]

Kuranla Karakter İnşası- Adab Talimi

Allah bize bizden de yakındır

 

BİLİYORUM RABBİM,

BANA BENDEN YAKINSIN

 

Aslında çok uzun cümlelerle, ayet ve hadislerden deliller getirilip pek çok şey söylenebilir. Bu cümlenin anlamı üzerine çok yazılar yazılabilir. Allah bize bizden yakındır ne demek? Nasıl bir yakınlık bu? Ben bu yakınlığı tam manasıyla hissedebilir miyim?  Ben den bile yakın olması ne anlama geliyor? İşte ilk bu sorular geliyor zihnime.

Ve cevaplarını ararken şu ayetler bana yol gösteriyor: “Kullarım sana beni sorduklarında bilin ki ben onlara çok yakınım” ( Bakara 186) “Bilin ki Allah, insanla kalbi arasına girer.( Enfal 24) bu yakınlık Allahın insanı yaratmasıyla başlayan bir yakınlıktır. Çünkü Allah insanı yaratmış e ona ruhundan üflemiştir. Bu bakımdan Allah ile kul arasında kopma bir bağ oluşmuştur.[ii]

Bu ayetleri okuyunca  rabbimin Mücadele suresinde kadının şikayetini işittiği ayet beni o günlere götürüyor.ve kendi kendime keşke o günlerde yaşasaydım acaba böyle doğrudan bir iletişim nasip olur muydu diye düşünmeden edemiyorum.

Ancak Kur‘an’ın kıyamete kadar geçerli oluşu ve bu ayetlerin mesajının canlılığı bir vakıadır. Hem de öyle bir vakıa ki tecrübe ile elde edilen ve hiçbir bilgini onun kesinliğine ulaşamadığı bir vakıa. Ne mi demek istiyorum. Gelin sizi benim için eşiz ve ölümsüz bir hatıraya tanık olarak götüreyim.

            Evet, insan yaratıcısının kendisin yakınlığını zaten kendisini yaratmasıyla keşfetmiştir aslında. Bir çiçeğe bir ağaca bakınca da bunu yakınen hissedebilir. Ancak öyle anlar var ki kişi rabbinin yakınlığını yakınen hisseder. İlmel yakin değil, aynel yakin değil kastettiğim… hakkal yakin. Yani öyle bir hissetmedir ki bu kişi iliklerine kadar, bütün benliğiyle..

Bu her zaman tecrübe edilemez ancak bir kez tecrübe edilince de asla unutulmaz bir hissiyat oluşturur. Ben hayatımda bunu birkaç kez tecrübe ettim elhamdülillah. Burada beni en çok etkileyenin paylaşacağım sizinle.

Elbette biliyordum rabbim bana benden yakındı, rahmetiyle her an yanımdaydı.

2015 yılında Diyanetin umre için görevli seçme sınavına başvurmak istiyordum. Çok heyecanlı ve stresliydim. Hem bu görevi çok istiyor hem de çok korkuyordum. Vazifenin sorumluluğu bir yandan çocuklarımı bırakıp gitmenin – ki en küçüğü iki yaşında idi-vicdan azabı bir yandan beni çok bunaltıyordu.

Eşimin teşviki ile sınava başvurdum. Ancak yatılı bir kursta görev yaptığım için sınava yönelik fazla çalışamadım. Ama en başından beri “rabbim, razı olacağın bir iş ise bana nasip et değilse etme “ diye dua ediyordum.

Sınav günü geldi, heyecanla sıramı bekliyordu. Benden önce sınav olanlara sorulan sorular

 kah bildiğim kah bilmediğim sorulardı. Derken sıram geldi, sınava girdim. Bana sorulan soru tavafın vacipleriyle ilgiliydi.soru sorulur sorulmaz adeta gözümün önüne kitaptaki sayfa açılmıştı. Cevapladım. O an rabbimin duamı kabul ettiğini hissetim. Umreye gideceğim güne kadar gerekli çalışmaları yaptım rabbime hamdederek.

Bu süre zarfında kendime hep şunu soruyordum “ Ben rabbimin bu ikramını hak ettim mi?”

Sonunda ilk olarak Medine’ye indik.Mescid-i Nebevi de ilk sabah namazı için imama uyduk. İçim içime sığmıyor “rabbim ben bu ikramı hak ettim mi? Bu günahkar kuluna bu nimeti nasip ettin, günahlarım için estağfirullah mı desem bu nimet için elhamdülillah mı desem diye bir duygu harbindeydim ki  imamın kıratıyla adeta dünya  durmuştu”gulilhamdülillah…” Adeta içimde kopan sessiz fırtınaya rabbim cevap vermişti. Hem de ne cevap.. Kaf suresi 16. ayet  hiç bu kadar anlamlı olmamıştı”Andolsun ki insani biz yarattık ve nefsini ona ne fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından yakınız.”

Gözyaşarım sel olmuştu. Sevinç gözyaşlarım… Hiç bu denli benliğimle hissetmemiştim rabbimin yakınlığını o ana dek.. hakkal yakin bildim ki rabbim bana benden yakın. Hem de lutfuyla merhametiyle, hem de bütün günahkarlığıma ve kulluk görevimdeki eksi notlatıma rağmen.  Rabbim.. sonsuz hamde layık ancak sensin.. Rabbim yakınlığını yakinen hissettirdiğin için sonsuz hamdü senalar olsun.Elhamdülüllah…Elhamdülillah…Elhamdülillah.

             Bütün bu ayet ve tecrübelerim bana şunları işaret ediyor; bir şey isteyeceğin zaman rabbinden başka kapıyı çalma, o dilerse her kapıyı açar.

Bu kadar yakınlığı olan rabbine yaklaşmak için salih amellere sarıl.

Secde ona en yakın olduğun andır kıymetini bil…

Saygılarımla.



[i] Tefsir tarihi atlası ve uygulama Haritaları

[ii] 8. ünite Kur’ana Ait Değerler ve Dayanakları


0 Yorum - Yorum Yaz


Mustafa Yılmaz; 19922780; Doktora

Her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah'a daha yakın olma düşüncesi her müminin istediği ve arzuladığı/talip olduğu şeydir. Rabbine yaklaşmak isteyen kişi kainattaki hiç bir şeye benzemeyen sonsuz ve sınırsız olan yaratıcısını bilip tanımak, kulluk gereksinimlerini yerine getirirken nasıl bir iletişim dili benimseyeceğini bilmek ister. Tanımadan anlamanın, anlamadan yaklaşmanın ve sevmenin imkânı olmadığı için Rabbini tanımak, anlamak, Ona yaklaşmak ve Onu sevmek ister.

Allah insanlara şah damarlarından daha yakın olduğunu beyan etmiştir. Fakat Allah'ın kuluna çok yakın oluşu kulların da aynı oranda Allah'a yakın olduğu anlamına gelmez. Kullar, rabbe yakınlık açısından farklıdırlar. Allah’a yaklaşmak O'na karşı sevgi, saygı ve bağlılığı gösteren duygu, düşünce ve davranış biçimleriyle ve ilahî emir ve yasakların gereğini yerine getirmek suretiyle gerçekleşir.

Kur'an-ı Kerîm'de Allah'a yaklaşmak için çeşitli vesîleler aramak gerektiğine delalet eden âyetler vardır. Söz konusu vesileler arasında namaz, oruç, kurban, zekat, hac, zikir, sabır, rıza, şükür, dua ve takva zikredilebilir. Bütün bu kavramların içerisi bizler tarafından doldurulması gerekiyor. Allah ile olan bağını güçlendirmek isteyen kişi öncelikle samimi bir şekilde bu kararı vermeli ve buna niyet etmelidir. Bu bir irade beyanıdır ve Allah'a yaklaşmayı isteyen kişinin öncelikle iradesini bu yönde harekete geçirmesi gerekir.

Allah insanı en güzel surette yaratmıştır, kendi ruhundan üflemiştir ve halifesi olarak yeryüzüne indirmiştir. Bununla birlikte insanı başıboş bırakmamış, kullarına olan sevgisinin bir nişanesi olarak elçileriyle ve elçilerine ilettiği mesajlarla birlikte insanı eğitmiştir ve ona yaratıcısını tanıma fırsatı vermiştir. İnsan yapısı gereği eğitilen ve eğiten bir varlıktır. Bu bağlamda Allah'a yaklaşma vesileleri içinde Resûl-i Ekrem'e tabi olmak baş sıralarda yer alır. Çünkü Allah Kur'an'da elçisine uymayı "Bana uyun ki Allah da sizi sevsin" kendi sevgisine ulaştıracak bir vesile olarak sunmaktadır.

"Kendini bilen/tanıyan Rabbini bilir" ifadesi gereğince insanın kendini tanımaya da ihtiyacı vardır. Kendini tanıma kişinin kendisiyle buluşması, kendisiyle tanışması, kendisini keşfetmesi, varoluş sırrına nüfuz etmesi demektir. Kendini tanıyan kimse eksikliklerinin, acizliklerinin farkına varacak, bütün bu özelliklerin haricinde sonsuz ilim, kudret ve irade sahibi bir varlığın karşısında ne denli aciz ve muhtaç olduğunu anlayacaktır. Neticesinde hata, kusur ve günahlarının bağışlanması için Rabbine iltica edecek ve "Bir kötülük yaptığınızda ardından hemen bir iyilik yapın ki ona kefaret olsun" manasındaki hadis-i şerif gereğince insanlığa fayda sağlayacak salih amellerin peşinden koşacaktır. "İnsanların en hayırlısı insanlara faydası dokunandır" ilkesi gereğince gece gündüz, Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu özellik ve nimetler doğrultusunda, Allah'ın kullarına hizmet edecek, Kulları Allah'a sevdirmek, Allah'ı da kullarına sevdirmek için (Allah'ı da buna şahit tutarak) gayret sarfedecektir.

Çünkü biliyoruz ki Eger biz Allah'a yardım edersek, Allah da bizlere yardım edecektir. Vaktimizi ve ömrümüzü bereketlendirecektir. Savaşta kollarını kaybeden sahabiye kanat taktığı gibi, iyiliği/güzelliği/sevgiyi/barışı/huzuru vb. hakim kılmak için sarf ettiğimiz gayret ve fedakarlıkları asla karşılıksız bırakmayacaktır. Bizleri ummadığımız yerlerden rızıklandıracaktır. Buna hepimiz hayatımızda şahit olmuşuzdur.

Allah'ın sevgi ve rızasına nail olmak bedel ister. Bizler iradeli olduğumuz ölçüde, Rabbimizin bizlere bahşettiği türlü nimetlerin farkında olup onu insanlığa hizmete dönüştürdüğümüz ölçüde, benliğimizi ve hayatımızı Kur'an ile anlamlandırdığımız ölçüde, muamelatımızda Rabbimizin rızasına uygun hareket ettiğimiz ölçüde, kırmadığımız, incitmediğimiz, tabiata ve bütün canlılara sahip çıktığımız ölçüde dünyaya gönderiliş misyonumuzu (kulluk) yerine getirmiş olacağız. Bunun neticesinde Rabbimizi hakikaten sevebileceğiz, yakınlığını hissedebileceğiz, mutasavvufların tabiriyle iki nefes arasında Allah'tan kopmadan yaşayabileceğiz diye ümit ve dua ediyorum.

 

Rabbimizin kullarını ne kadar çok sevdiği ile ilgili olarak örnek teşkil etmesi açısından yakın zamanda yaşadığım bir olayı paylaşmak istiyorum. Öncesinde şunu ifade etmek istiyorum. Peygamberimiz (as) bir gün ashabıyla birlikteyken, “Bu anne sevgiyle öpüp kokladığı yavrusunu ateşe atar mı hiç?" diye soruyor. Ardından da "hiç şüphe yok ki Allah Teâlâ kullarına karşı annenin yavrusuna olan şefkatinden çok daha şefkatli ve merhametlidir” diye buyurdu. Annem bir gün oruç tutmak istedi ve istirahat etmeden önce sahur niyetiyle kalan bir parça ekmeği, tere yağı ve incir reçelini sofraya koydu. Ben de yalnız kalmasın diye annemle sofraya oturdum. Oruç tutmaya niyetlenmediğim halde kendi yediğinden daha fazla zorla bana yedirdi. Bütün annelerde olduğu gibi (şefkat ve merhametinden dolayı) kendinden daha fazla evladını düşündü. Annelerimizdeki bu duygu hiç şüphesiz Rabbimizden geliyor ve hadiste de ifade edildiği gibi Allah Teâlâ kullarına karşı annenin yavrusuna olan şefkatinden çok daha şefkatli ve merhametlidir. Hülasa Rabbimiz bizleri çok seviyor... 


0 Yorum - Yorum Yaz
Ders Malzemeleri
Lütfen Kopyalamayınız!
2021-2022 Arşivi
2020-2021 Arşivi
2019-2020 Arşivi
2018-2019 Arşivi
2017-2018 Arşivi
2016-2017 Arşivi
2015-2016 Arşivi
2014-2015 Arşivi
2013-2014 Arşivi