YÜKSEKLİSANS-12912776 / MÜCELLA TEKİN
TEFSİR TARİHİ -
DOÇ. DR. MUHSİN DEMİRCİ
Tefsir, Kur’an’ın
dil bakımından tahlil edilmesiyle ve metnin anlaşılması için gerekli olan
verilen bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilen bir faaliyettir. Hicri ikinci
asrın ikinci yarısında başlayıp başlayıp bugüne kadar devam edegelmiştir.
Tedricen indirilen Kur’an vahyi, hitap ettiği toplumun ihtiyaçlarına cevap
verirken sonsuzluk alemine uzanan çizgide fert ve cemiyetin muhtaç olduğu
evrensel prensipleri koymuştur. Hz. Peygamber devrinde Kur’an’ı kitaben derleme
mümkün olmamışsa da tilaveten derleme tam ve mükemmel bir şekilde
gerçekleşmiştir. Hz. Ebu Bekir devrinde de kitaben derleme işi
gerçekleştirilip, Hz. Osman döneminde kıraat farklılıklarını ortadan kaldıran
bir biçimde çoğaltılması yapılmıştır.
TEFSİRİN KAVRAMSAL
ÇERÇEVESİ VE GEREKLİLİĞİ
Tefsir kelimesinin
etimolojik olarak bir şeyin üzerini açmak, açıklamak anlamında ‘fesr’
kelimesinden veya bu kelimenin taklib yöntemiyle oluşan aydınlatmak, ortaya
çıkarmak anlamlarında ‘sefr’ köklerinden geldiği kabul edilir. Emin el-Huli
‘sefr’ kelimesinde maddi, zahiri bir keşif, ‘fesr’ kelimesinde manevi bir keşif
var demektedir. Terim olarak ise; tefsiri Kur’an’ı anlamaya yönelik faaliyetler
bütünü olarak değerlendirebiliriz. Hz. Peygamber döneminde, tefsir faaliyeti
Kur’an’ın mübhemat, mugayyebat, müteşabihatlarının Hz. Peygamber tarafından
açıklanmasıyla şifahi olarak vuku buluyordu. Tedvin dönemindeyse şifahi
rivayetler derlenip toplanıp rivayet şeklini, zaman zaman da insanların kendi
görüşlerini içeren bir şekilde dirayet şeklini almıştır. Tefsirin amacı
insanlığın hidayeti için indirilen kitabı onun gayesine uygun bir biçimde
açıklamak suretiyle insanın iki dünyadaki mutluluğunu temin etmektir. Tefsirde
anlam yakınlığı olan kelimelerden te’vil, ‘evl’ kökünden tef’il babında bir
mastardır, döndürmek, herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak manalarını
ifade eder, terim olarak ise, meşru bir sebep veya delilden ötürü ayeti zahir
manasından alıp, kendisinden önce veya sonraki ayete mutabık kitap ve sünnete uygun
manalardan birine hamletmektir. İslam bilginlerinin çoğunluğuna göre nasslardan
hüküm çıkarmada esas olan te’vile gitmemektir. Ama müşkil ve müteşabih ayetler
te’vilin kaçınılmaz olduğu hallerdir. Te’vilin sahih olması için lafız,
ihtimali olmayan bir anlamla te’vile zorlanmamalı, zahir manadan başka bir
manaya çekilmesi ancak şeri bir delile dayandırılmalı, sahih ve sarih nasslara
aykırı olmamalı, Kur’an ilimlerinden ve dil bilimlerinden ve belagat ilminden
yararlanmalıdır. Tefsir ile te’vilin farkına gelince, tefsir Kur’an’ın ne
dediğini, te’vil ise ne demek istediğini ortaya koyar. Tefsirle anlam yakınlığı
olan ikinci kelime tercüme, terim olarak bir kelamın manasını diğer bir lisanda
dengi bir tabirle aynen ifade etmektir. Tercüme, harf-i (nazmında ve tertibinde
asla benzeme) ve tefsir-i olarak iki çeşittir. Üçüncü kelime meal ise, eksik ve
hatalı tercüme anlamında bir kelime olarak Kur’an’ın tercümesinin tam olarak
yapılamayacağı düşüncesi kastıyla kullanılan terimdir. Tefsir faaliyeti Hz.
Peygamber döneminde anlaşılmayan ayetlerin açıklanması olarak başlamış ve daha
sonra İslamın geniş bir coğrafyaya yayılmasıyla daha önce olmayan meseleler
ortaya çıkınca ve bu farklı kültürlerdeki insanlar kendi yaşayış biçimlerini de
Kur’an’a dayandırmaya kalkınca tefsir çalışmaları zorunlu olmuştur. Kur’ani nassları farklı yorumlamanın
sebepleri kıraat ihtilafları, çok anlamlılık, ıtlak-takyid anlayışı,
nasih-mensuh ihtimali, seleften farklı rivayetlerin gelmesi, mezhep
taraftarlığı, tefsirde dirayet ve rivayet olgusudur.
TEFSİRİN DOĞUŞU VE
TEDVİNİ
Hz. Peygamberin
tefsiri bir program dahilinde ders veren bir öğretmen tarzında değil, bir takım
vesilelerle gerçekleşiyordu ki şöyle sıralayabiliriz; ayet okuyarak, soru
sorarak, sözü delillendirmek için ayet okuyarak, sahabilerin sorusuna cevap
vererek. Hz. Peygamber Kur’an’ı mücmelin tebyini (ahkam, gayb, yaratılış,
kader, kıyamet ve ahlaki konuları içeren ayetler), mübhemin tafsili, mutlakın
takyidi, müşkilin tavzihi olarak gerçekleştirmiştir. Hz. Peygamberin Kur’an’dan
tefsirinin miktarının bazı ayetlerle sınırlı olduğunu ilk kez dile getiren
Gazzali ve Kur’an’ın tamamını içerdiğini ilk kez dile getiren İbn Teymiyye ve
onlar gibi düşünenlerin yanı sıra Hz. Peygamberin ne Kur’an ayetlerinin pek
azını tefsir ederek meydanı boş bıraktığını ne de tamamını tefsir ederek aklı
dondurduğunu söyleyebiliriz. Kur’an karşısında sünnetin beyan ve teşri
(Kur’an’da yer almayan konularda Hz. Peygamberin hüküm koyması) olarak iki
fonksiyonu vardır. Sünnetin vahye dayalı olup olmadığı hususunda alimlerin çoğu
çoğunlukla vahye, kısmen de ictihada dayalı olduğu görüşünü kabul
etmektedirler. Kur’an vahyi için vahy-i metluv, sünnet için vahy-i gayri metluv
tabirleri kullanılmıştır. Sahabenin tefsiri konusunda Kur’an’ın nüzul ortamını
yaşayan sahabe anlayamadıklarını da Hz. Peygambere sorarak öğrendiklerinden
tefsir konusunda Resulullah’tan sonra en güvenilir kaynak olmuştur. Ama rey ile
tefsire gelince bir kısım sahabi bu şekil tefsire sıcak bakmamış bir kısmı da
naklin bulunmadığı yerlerde kendi ictihadlarıyla Kur’an’ı tefsir cihetine
gitmiştir. Sahabe tefsirinin merfu haberler niteliğindeki tefsiri bağlayıcı
kabul edilmiş ama mevkuf durumundaki tefsiri ise tercih sebebi olmakla beraber
bağlayıcı değildir. Sahabe döneminde tefsir, Kur’an’ın tamamını kapsamaz ve
tedvin edilmemiştir. Sahabe tefsirde öne çıkanları; Abdullah b. Abbas, Abdullah
b. Mesud, Ubey b. Ka’b, Hz. Ali’dir.
Abdullah b. Abbas,
hicretten üç yıl kadar önce Mekke’de doğmuş, Hz. Peygamberin vefatında 13-15
yaşlarındaydı ve 70 yaşlarında Taif’te vefat etmiştir.
Abdullah b. Mesud,
Hz. Ömer zamanında Kufe kadılığı yapmış, bu Hz. Osman zamanında da devam
ederken azledilmesinden sonra Medine’ye dönmüş ve 60 yaşını geçkin bir
durumdayken vefat etmiştir. Kufe’de tefsir okulunun temellerini atmıştır. Kendi
özel mushafını vahiy nazil olurken yazmıştır.
Ubey b. Ka’b, Hz.
Peygambere vahiy katipliği yapmıştır, Hz. Ömer’in hilafetinde vefat etmiştir.
Tefsirdeki rivayetleri;1) Ebu Cafer er-Razi – er-Rebi b. Enes – Ebu’l Aliye –
Ubey b. Ka’b, 2) Veki b. Cerrah – Süfyan b. Uyeyne – Abdullah b. Muhammed b.
Ukayl – İbn Ubey b. Ka’b – Ubey b. Ka’b olarak gelmektedir.
Ali b. Ebi Talib,
hicretten 22 yıl önce Mekke’de doğmuştur. Hicri 40 yılında vefat etmiştir,
vahiy katipliği yapmıştır, güvenilir üç tariki, 1) Hişam b. Hasan el-Ezdi –
Muhammed b. Sirin – Abide es-Selmani – Ali b. Ebi Talib 2) Abdullah b.
Abdurrahman b. Ebi Hüseyin – Ebu’t-Tufeyl Amir b. Vasile el-Leysi – Ali b. Ebi
Talib 3) ez-Zuhri – Ali b. Zeynelabidin – Hüseyin b. Ali – Ali b. Ebi Talib
Tabiun dönemi ise
Hz. Peygamberi görememiş, sahabeye yetişebilmiş olanların dönemidir. Bu dönemde
tefsirde medreseler oluşmuştur. 1) Mekke Medresesi; kurucusu Abdullah b.
Abbas’tır. Arap şiirini tefsirde kullanmıştır. Talebeleri; Mücahid b. Cebr,
İkrime, Said b. Cübeyr, Tavus b. Keysan, Ata b. Ebi Rabah. Mücahid akli tefsir
uygulayanların ilki olarak kabul edilmektedir. 2) Medine Medresesi; Medine’nin
en büyük alimlerinden olan Ubey b. Ka’b’ın öğrencileri; Ebu’l Aliye, Muhammed
b. Ka’b el-Kurazi, Zeyd b. Eslem’dir. Rey ile tefsirde öne çıkan Zeyd b.
Eslem’dir. 3) Kufe Medresesi; kurucusu Abdullah b. Mesud’dur. Onun medresesi
rey medresesi olarak nitelendirilmiştir. Öğrencileri Alkame b. Kays, Mesruk b.
Ecda, Esved b. Yezid, Mürretü’l-Hemedani, Amiru’ş-Şabi, el-Hasan el-Basri,
Katade b. Diame. Tabiun döneminin müfessirlerinin çoğu mevalidendir, yani
gayr-i Arap unsurlardandı. Böylelikle tefsire farklı sosyal çevre, din, dil ve
kültür muhitinden anlayış ve yorum katmışlardı. Bu dönemde ictihadın boyutları genişlemiş,
itikadi ve ameli mezheplerin temelleri atılmıştı. Bu dönemdeki tefsirler,
kaynak değeri taşımaz, kaynak değeri taşır ve ittifak edilenler kaynak değeri
taşır olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemde Kur’an baştan sona tefsir edilmiş,
kelimelerin izahına geniş geniş fıkhi açıklamalara, şiirle istişhad metoduna ve
israiliyat haberlerine yer verilmiştir. Tefsirde tedvin bu dönemde
gerçekleşmemiş ama medreselerle ekolleşme başlamış oldu. Tedvin; bir araya
getirmek, toplamak anlamlarındadır. Tefsir ilk olarak hadis ilminin bir kolu
olarak tedvin edilmiştir. Kur’an’ı bir bütün olarak baştan sona tefsir eden ilk
şahıs Mukatil b. Süleyman’dır. Tedvin döneminin ilk tefsirlerinin ortak
özellikleri dilbilimsel tefsirler olmalarıdır. Tefsir çeşitlerini iki ana başlıkta
zikredebiliriz; mevzii ve mevzui tefsirler. Mevzii tefsir; müfessirin
Kur’an’daki sure sıralamasını esas alarak her ayeti birer birer açıklamasıdır.
İcmali tefsirde müfessir, ayetleri kelimeden hareket ederek literal bir okumayı
esas alır, ilahi mesajın ne olduğunu tespit cihetine gitmez. Bu mevzii icmali
tefsir iki yaklaşım ortaya çıkarır; sadece lafızları dikkate alan lafzi tefsir,
lafızlardan yola çıkarak ilahi iradenin maksadını ortaya koymaya çalışan yorum
eksenli tefsirdir.
Tahlili tefsirde;
nakli ve ictihadi tefsir geleneği yerine göre geniş veya dar anlamda uygulanır,
yani lafız ile anlam arasında hassas bir denge vardır.
Bunlar rivayet ve
dirayet tefsirleridir.
Rivayet
tefsirlerinin zayıf noktaları; uydurma rivayetlerin tefsire sokulması,
rivayetlerin tahkiksiz ve senetsiz nakledilmesi, israiliyata yer vermesidir.
Meşhur rivayet
müfessirleri ve tefsirleri; et-Taberi / Camiu’l Beyan (her ne kadar rivayet
tefsiri arasında sayılırsa da kullandığı kaynaklarda hiçbirşey bulamazsa Arap
dili bilgilerine dayanarak yorumlamaya çalışmasıyla, yapmış olduğu tenkid ve
tercihlerde dirayet tefsiri özelliği taşır) el-Begavi / Mealimu’t-Tenzil, İbn
Atiyye el-Endülüsi / el-Muharraru’l Veciz, İbnü’l Cevzi / Zadu’l-Mesir, İbn
Kesir / Tefsiru’l Kur’ani’l-Azim, es-Suyuti / ed-Dürrü’l-mensur.
Dirayet Tefsiri;
yalnızca rivayetlere bağlı kalmayıp, dil, edebiyat ve çeşitli ilimlere
dayanılarak yapılan tefsirdir. Buna rey ve akli tefsir de denilir. Önce rivayet
kaynaklarına başvurulur, buradan elde edilen bilgi akıl süzgecinden geçirilir. Buna
ek olarak ilm-i mevhibeye de ihtiyaç duyulur.
Dirayet tefsirini;
ictihadın zan manasına olması ve de ayet, hadis ve sahabe sözlerinden getirilen
delillerle izin verilmemesini delil göstererek caiz görmeyenler vardır. Bu
ayet, hadis ve sahabe sözlerinin bilgisiz insanlar için geçerli olduğunu ve
Muaz b. Cebel örneğini de göz önüne alarak caiz görenler de vardır.
Dirayet tefsirinde,
öncelikle lugat, sarf, nahiv, iştikak, beyan, bedii, meani, kıraat,
usulu-d-din, usûl-i fıkıh, esbâb-ı nüzul, nesih-mensuh gibi ilimlerinin
bilinmesi, ön yargılı olunmaması, Kur’an’da kullanılan Arapça’nın bugünkü
Arapça olmadığının farkında olunması, kendi şahsı arzu ve isteklerine göre
hareket edilmemesi, hususlarına riayet edilmelidir.
Dirayet
tefsirlerinin öne çıkan isimleri; er-Razi / Mefatihu’l gayb, el-Beyzavi /
Envaru’t-Tenzil (eleştirilen yanı surelerin faziletine dair uydurma hadisler
içermesidir.), en-Nesefi / Medariku’t-Tenzil (Mutezili Zemahşeri’nin el-Keşşaf’ına
karşılık yazılmıştır), eş-Şirbini / es-Siracu’l-Münir (tefsirinde surelerin
faziletlerine dair hadis rivayetleri olmakla beraber bunların uydurma
olanlarını bildirmiştir, Ebussuud Efendi / İrşadu’l akli-s-selim (surelerin
fazileti ile ilgili nakiller bu tefsirde de vardır.) Elmalılı Hamdi Yazır, Hak
Dini Kur’an Dili (yoğun bir dirayet tefsiridir, kevni ayetlerde Kur’an’ı ilme
değil, ilmi Kur’an’a mutabık kılmak gerektiğini söyler, kelami konularda fazla
yoğunlaşmamış, mezhepçilik yapmamış, israiliyatı tercih etmemiştir, hadis
tenkidinde aynı titizliği göstermemiştir.
Mevzui Tefsir;
konulu tefsir de denilebilir. Kur’an’daki herhangi bir meseleyi -inanç, toplum,
hayat, evren vb.- araştırma konusu yaparak değişik surelerde zikredilen
nassları nüzul sırasına göre ele alıp usulüne uygun bir şekilde incelemek
suretiyle onun pratik hayata uygunluğunu ortaya çıkarmaktır. Hz. Peygamberin
uygulamış olduğu, Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri metodunu çağrıştırır.
TARİHTEN GÜNÜMÜZE
TEFSİR EKOLLERİ
1)
Mezhebi Tefsir Ekolü; Ehl-i sünnet dışındaki diğer
mezheplerde ortaya çıkan Kur’an’ı görüşüne uydurmaya çalışan tefsirlerdir.
A)
Mutezile; Vâsıl b. Ata kurmuştur. Tamamen
rastyonalist bir anlayıştan hareket eder. Akılla nakille çeliştiğinde akıl
tercih edilir. Beş esas üzerinde dururlar; tevhid, adl, vaad-vaid, menzile-beynel
menzileteyn, emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker. Mutezile’nin meşhurları;
el-İsfahani, Kadi Abdulcebbar, eş-Şerif el-Murteza, ez-Zemahşeri / el-Keşşaf
(Kur’an’ın belagi ve mucizevi yönünü ortaya koyması açısından otorite kabul
edilmiştir, israiliyat konusundaki titizliği, ahkamda mezhep taassubunun içine
girmeyişi olumludur.)
B)
Şia; Hz. Peygamberden sonra Hz. Ali’yi ve soyunu
halifeliğe layık görenlerin oluşturduğu topluluktur. Burada ele alınan Şia’nın
İmamiyye / Caferiyye adıyla anılanıdır. Mezhebin inanç esaslarının başında
gelen imamet anlayışı vahiy kurumunun devamı niteliğindedir yani imamın da
peygamber gibi Allah tarafından bildirilmesi ve peygamberler gibi ismet
sıfatına sahip olması söz konusudur. Böyle olunca da tefsirde de sadece
imamların rivayetleri sahihtir. Görüşlerini Kur’an’a dayandırmak için Batıni te’villere
çok yer vermişlerdir. Şia’nın meşhurları; el-Kummi, et-Tusi, et-Tabressi,
el-Becahti, et-Tabatabai.
C)
Harici; Şia’ya karşı bir tepki olarak ortaya
çıktığını söylemek mümkündür. Kur’an’ın lafzına sıkı sıkıya sarılırlar. En
meşhur tefsirci Muhammed b. Itfiyyiş’dir.
2)
İşari Tefsir Ekolü; yalnız tasavvuf erbabına açılan
birtakım gizli anlamlar ve işaretler yoluyla Kur’an’ı açıklamaktır. Zühd ve
takva hareketi gelişerek tasavvuf olmuştu. Onlara göre Kur’an’ın zahiri
anlamının yanında Batıni bir anlamı da var. İlk temsilcileri; el-Hasan
el-Basri, Caferi Sadık, Abdullah b. Mübarek. Öne çıkan isim es-Sülemi’dir.
Gazzali’de gelişiminde önemli rol oynamış, Muhyiddin-i İbn Arabi ile de zirveye
ulaşmıştır. Eleştirilerin temelinde zahiri anlamın tamamen yorum dışına atılıp
ortaya konulan tefsiri delillendirecek sahih nakillerin bulunmasıdır.
3)
Fıkhi Tefsir Ekolü; ibadat, muamelat ve ukubatla
ilgili ayetlerin izahları ve hükümleriyle ilgilenir. Meşhurları; eş-Şafii,
et-Tahavi, el-Cassas, el-Kiya el-Harrasi ve Ebu Bekir İbnü’l Arabi’nin Ahkamu’l
Kur’an’larıdır.
4)
İlmi Tefsir Ekolü; Bu ekole göre Kur’an insana aklın
ilim yolunda kullanmayı öğütler ve bu, çağın telakkisine göre açıklanmalıdır. el-Gazzali
ile sistemleşmiştir. Fahruddin er-Razi, el-Mürsi, ez-Zerkeşi, es-Suyuti öne
çıkan isimlerdir. Katip Çelebi ve Erzurumlu İbrahim Hakkı da sonraki dönem
isimlerdir. Tantavi Cevheri ile doruk noktasına ulaşmıştır. Emin el-Huli ve
diğerlerine göre bilimsel verilerin sürekli değişikliğe uğraması yüzünden Kur’an’da
varoldukları söylenemez. Böyle bir tefsir Kur’an’ın lugat ve belagatine de
zarar verir.
5)
İctimai Tefsir Ekolü; çağın toplumsal sorunlarını
nassların ışığı altında çözümlemektir. Kurucusu Muhammed Abduh’tur. Yöntemi
mushaftan ayetleri okuyup açıklamaktan ibaretti. Yaşadığı dönemin akılla
bilimin özdeşleştiği bir dönem olması hasebiyle Kur’an’ın da akla çok önem
verdiği savunmasını yapmak zorunda kalmıştır. Ekolün diğer önemli isimleri,
Reşid Rıza, Seyyit Kutub’tur. Akla verdiği önemle Modern Mutezile diye de
adlandırabiliriz. Taklidi şiddetle eleştirip batıl saymasıyla, israiliyata
karşı adeta savaş açmasıyla, mezhepçiliğe yer vermemesiyle olumlu
karşılanmışlar, aklı nakle tercih etmeleriyle, Buhari ve Müslim’de rivayet
edilen bir kısım hadisleri zayıf ve mevzu olarak nitelendirmeleriyle, aşırı te’vile
giderek Kur’an bütünlüğüne zarar vermeleriyle eleştirilmişlerdir.
6)
Modernist Tefsir Ekolü; Vahyedilmiş bir inanç ve
ameller pratiği olan Kur’an’ın bütün zamanlarda geçerli olduğunu iddia ederek
onu yaşanılan dönemde uygun yöntemlerle açıklamaktır. Bu ekol klasik modernist
olarak başlamıştır. Kurucuları Hintli olan Seyit Ahmet Han ve Emir Ali, Mısırlı
Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’tur. Taklide karşı bir tavır söz konusudur.
Tavırlarının arkasında onların dini, toplumsal hayattan uzaklaştırıp bireysel
hayata indirgeme istekleri vardır.
Çağdaş modernist (tarihselci) tefsirin
ilk temsilcisi Pakistanlı Fazlur-Rahman’dır. Diğer bir temsilcisi ise Fransız
Garaudy’dır. Garaudy Kur’an evrenselleştirilemez demektedir. En radikal söyleme
sahip olan Hasan Hanefi’dir. O, tarihselliği sadece vahyedilmiş metinlerin
değil Allah hakkındaki tasavvurların da bir özelliği olarak görmektedir.
Tarihselci modernistler ahkamın değişmesini talep etmiştir, örnek aldığı Batı
kutsal metindeki akıldışı şeyleri aklileştirmeye çalışırken. Tarihselci bir
yaklaşımla metne bağlı kalmadan Allah’ın maksadını tespit etmeye çalışmak Kur’an’ı
devre dışı bırakmak anlamına gelebilir. Hükmün değişebilirliğini modernistler
gibi zamanın değişmesine bağlı değil illetin değişmesine bağlamalıdır.