Kur'an ve Bağlam’ın birinci kitabı Kur’ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul’ün Rolü’nü mütalaanızın sonuçlarını maddeler halinde yazınız.
Hedef Tarih: 23 Nisan 2013
Mehmet İmadettin Türe
Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzulün Rolü
Mülahazalar / Mütalaalar
1. Gerek fıkıh ve Usulü gerekse Hadis ve Usulü, fürudan usule doğru bir süreç içersinde gelişmiştir. Esasen bu şekilde bir gelişmeyi, o zamanki imkânlar ve ihtiyaçlar ortaya çıkarmıştır. Hadisin (sünnetin) kaybolmasından endişe edilmekteydi. Fıkıh bakımından ise bir an önce hukukun şekillenmesi, devlet yönetiminden ilmihal bilgisine kadar, soru ve sorunların cevaplanması ve çözülmesi icap etmekteydi. Tefsirde de bazı farklarıyla beraber aynı süreç gözlemlenebilir. Ancak Tefsir İlimleri -bir başlangıcı olduğu varsayılabiliyorsa- Hadis İlimlerinde farklı ve bağımsız değildi. İslam İlimlerinin yapısı gereği bunun tabii olduğu elbette açık bir gerçektir. “Ulûmu’l-Kur’an” ile Tefsir İlimlerinin nerede nasıl kullanılacağı ve tartışılacağı, bu ihtilafların çözümü için nelerin teklif edilebileceğinin müzakeresi mümkün hale gelmiştir.
2. Bu ihtilaflar, görebildiğim kadarıyla, Esbab-ı Nüzul İlminin kapsamı, bazen Kur’an’ı anlama arzusuyla çok genişlemelere uğramış ve sonucunda çıkan zorluklar onun kapsamını daraltmıştır.
3. Kur’an’ın içeriğinin incelenmesinde, ilgi duyuş farklılıklar göstermiş, azalma ve artma olmuş mudur? Vahyin başlangıcı ile ileriki safhaları arasında, Sebeb-i Nüzul olarak görülen olay ile o hükme duyulan ihtiyaç bağlamında ve nihayet ayetin hitabına muhatap olmada, ilk nesil ashab ile genç sahabilerin yaklaşımlarında farklılıklar var mıdır?
4. Esbab-ı Nüzul başlığı ve kapsamı ile te’lif edilen eserlerin baskılarında görülen hatalar, ileriki devirlerde bu ilme önem verilmediği anlamını taşır mı?
5. Âlim Sahabîlerin ve sahada yetkileri müsellem Tâbiînin rivayet ettikleri nüzul sebeplerini, kullandıkları lafızlar itibariyle sınıflandırmak ve listelemek mümkün olabilir. Sahabînin merfu olarak aktardığı veya kendi içtihadıyla zikrettiği nüzul sebeplerini, kullandığı lafızlara göre belli başlıklar altında sıralamayı (listelemeyi) deneyen çalışmalar yapılabilir.
6. Şah Veliyyullah Dihlevî’nin yaptığı tasnifle nüzul sebeplerine duyulan ihtiyacı sınırlamak istemesi, şu açıdan müzakere edilmelidir: Bir ayetin tefsirinde kullanılan rivayetin nassıyla sebebiyeti tespit ettiği yönün belirlenmesi için, müfessirlerin esbab-ı nüzul değerlendirmeleri dayanak teşkil edebilir. Esbab-ı nüzul değerlendirmesi olarak kabul edilen rivayetin, toplumu o günkü şartlarda hangi ölçüler ve yönlerle etkilemiş olduğunu anlamada bu rivayetlerin büyük bir katkısı olabilir.
7. Tarihte vuku bulan siyasi bir olay hakkında rivayete dayalı tefsir değerlendirmeleri, kimlerin mezheb taassubu içerisinde olduğunun tespiti bakımından önemlidir. Başka konu başlıklarına veya başka ayetlere dair tefsir değerlendirmelerinin senedinde râvî olarak bulunan bu kişilerin rivayetlerine, bu sayede daha ihtiyatlı yaklaşılır. Tefsirlerdeki bir bilginin hadisin konusuna (rical ilmi) böyle bir katkısı her zaman bulunabilir. Söz konusu tespit, tevkîfî olarak sıralanan ayetlerinde aranacağı için daha kolay takip edilip araştırılabilecektir.
8. Gerek nüzul sebebi olsun gerekse lafızların delâleti olsun, aynı tabakada bulunan müçtehitlerin ittifak ettikleri veya cumhurun meylettiği istidlâller, ayetin anlaşılmasında katkı sağlayacaktır. Çünkü o delillendirme, müfessiri o manaya (anlayışa) sevk eden bir etken içerebilirler. Fıkhın furu’unun ulaştığı hükümlerden tümevarım yoluyla tefsirde de yararlanılması mümkündür.
9. Esbab-ı Nüzul, Kur’an-ı Kerim’in soyut bir düşünce veya düşünce biçimi olarak kalmadığının aksine yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat, bir hidayet rehberi olduğunun en büyük delilidir. (Prof. Dr. A. N. SERİNSU, Kur'an ve Bağlam. sayfa 249)
1.“Kur’anın anlaşılmasında esbab-ı nüzulün rolü” adlı kitapta yazar konuyu analitik, deskriktif ve eleştirel bir tarzda ele almaktadır.
2. Öncelikle yazar, konuyu Kur’an ilimleri
çerçevesinde ele alır. Bu doğrultuda yazar Kur’an ilimleri ve tefsir ilimleri
kavramaları hakkında bilgi vererek eserine başlangıç yapar. Kuran ilimlerinin
doğuşu ve gelişmesi hakkında Taberi, Şatibi, Zerkeşi, Zerkani, İbn Teymiyye gibi islam alimlerinden alıntılar
yaparak özet bir malumat verir.
3. Daha sonra yazar Kuran ilimlerinden konumuz
olan “esbab-ı nüzul” kavramını
açıklamaya çalışır. Doğuşu ve gelişimi ile ilgili bilgi verdikten sonra konuyla
ilgili çok geniş ve doyurucu bir bibliyografyaya yer verir.
4. Esbab-ı nüzül rivayetlerini örneklerle ele
almaya çalışır. Ayrıca çok önem verdiği rivayetlerin tasnifini açıklar. Burada
Tahir b. Aşur ve Dihlevi’nin tasniflerine yer verir.
5. Esbab-ı nüzul ile ilgili taadüt-taahhür,
has-umum meselelerini örnek ayetlerle izah eder. Bu arada esbab-ı nüzul
disiplinlerinden “hikmet-i teşriiye ilmi, mübhemat ilmi, tenasüb ve insicam
ilimlerine de açıklama getirir.
6. Yazar ikinci bölümde Esbab-ı nüzul
rivayetlerini değerlendirmeye alır. Bu çerçevede öncelikle Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında
esbab-ı nüzulün yetersiz kalma sebeplerini maddeler halinde ele alır.
7. Daha sonra Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında
esbab-ı nüzul rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçları; yorum zenginliğine
engel olması, Kur’anın evrensel hedefi olan Kur’an- insan-hayat bütünleşmesini
önlemesi ve konunun istismar edilmesi şeklinde açıklar.
8. Kanaatimizce eserin hedefi olan “esbab-ı
nüzule yeni bir yaklaşım”a zemin hazırlama babında bir ve ikinci bölümlere yer
verildi. Böylelikle ister istemez yeni bir arayış ihtiyacı okuyucunun zihninde
de oluşuverdi.
9. Bu arayış aslında uzun zamandır arzulanan
bir şeydi. Ancak ilk defa böyle bir çalışma ile tarihi serüven ve bu süreçteki
uygulama neticeleri paylaşıldıktan sonra konu etraflı bir şekilde ortaya
konulmuş oldu.
10. Bu zamana kadar olan uygulamanın sadra şifa
olmadığı anlaşıldıktan sonra üçüncü bölümde alternatif yöntem üzerinde
duruluyor.
11. Yeni bir yaklaşım çerçevesinde yazar
Kur’an-ı Kerim bütünlüğünün dikkate alınması, siyak ve sibakın gözönünde
bulundurulması, rivayetlerin tasnifi ve hadis usulü açısından tenkidi gibi hususlara dikkat edilmesini
önermektedir. Bu hususlara yazarın yeni yaklaşımının prensipleri de
diyebiliriz.
12. Özet olarak söyleyecek olursak bu eser
öncelikle “Esabab-ı Nüzul” vakıasını tespit edip sonra da tenkid ederek “ Yeni
Bir Yaklaşım” önermektedir.
13. Ayrıca bu eser bu zamana kadar esbab-ı
nüzule dair toparlayıcı ve derleyici ilk çalışma özelliği taşımaktadır. Bununla
beraber esbab-ı nüzul ile ilgili orjinal bir bakış açısını bu eserde
görebilmekteyiz.
Muhammet KARAOSMAN
Doktora öğrencisi
Öğrenci No:12922756
Esbâb-ı Nüzûl: Nüzûl ortamında oluşan bir olaya ya da
peygamberimize yöneltilmiş bir soruya, o günlerde bir veya daha fazla ayetin
tazammun etmek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine sebep olan
ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzûl denir.
Esbâb-ı Nüzûl Kur’an’ın nüzûl ortamının
aslî bir unsurudur. Bu konudaki tek kaynak sahabedir.
Esbâb-ı Nüzûl eserlerin müstakil olarak
te’lifi Ali b. El-Medinî ile başlamaktadır. Daha önce ilgili konuda eser telif
edilmeme sebebi bu alandaki rivayetlerin hadis ve tefsirlerde kaydedilmiş
olmasından kaynaklanabilir. Bazı alimlerin Esbâb-ı Nüzûl rivayetlerinin yanında
ekledikleri kıssalar da yanlış değerlendirmelere sebep olmuştur.
Ulûmü’l-Kur'ân; Konusu her yönüyle Kur'ân olan, Kur'ân ile
ilgili veya Kur'ân’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’ân’ın en
doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı amaçlayan bir bilgi alanıdır
Kavram olarak olmasa da Ulûmu’l-Kur'ân
bahisleri (Arap Dili, Garibü’l-Kur'ân, Mecâzü’l-Kur'ân, peygamberimizin tefsiri, Esbâb-ı Nüzûl,
vücûhu’l Kur'ân,….vb.) peygamberimiz ve ashabı tarafından bilinmektedir.
Kur'ân ilimleri konusunda özellikle Hulefa-i Raşidin, İbn Abbas, İbn Mesud, Zeyd b. Sabit, Ebu Musa el-Eş’ârî, Abdullah b. Zübeyr temeyyüz etmişlerdir.
Hicri birinci asrın sonlarından itibaren
Kur'ân ile ilgili ilimlerin tek tek ele alındığı görülmektedir. İlk tedvin
edilen Kur'ân İlimleri; Kıraat İlmi, Resmü’l-Kur'ân, İrabü’l-Kur'ân, Esbâb-
Nüzûl, Mekkî-Medenî, Nâsih-Mensûh, Garîbü’l-Kur'ân... Buna göre ilk eserler,
Kur'ân ilimlerinin müstakil olarak ele alınması, konunun bütün yönleriyle
incelenmesi metoduna dayanmaktadır
Bazı tefsirlerin mukaddimelerinde Kur’ân’ın
anlaşılmasına yönelik izahatlar çerçevesinde
ulumu’l-Kur'ân’a değinilmiştir.
“Ulûmü’l-Kur'ân” başlığı altında Kur'ân
ilimlerinin tek bir eserde muhtasar olarak toplanması, bugün anladığımız
şekliyle “kavram” olarak kullanılması Zerkeşî (794/1391) sayesinde h.VIII.yy.da
gerçekleşmiştir.
Tefsir, Kur'ân ilimlerinden biridir, bir cüzüdür. Tefsir ile
meşgul olan Kur'ân ilimlerinden faydalanmak zorundadır.
Hz. Ebubekir(14/634) döneminde Kur'ân
cemedilmiş, hz. Osman (35/656) döneminde çoğaltılmış, hz. Ali (40/661) ve
sonraki dönemde ise harflerin noktalanması ve harekelenmesi başlamıştır.
Hicri birinci asrın sonları ile ikinci
asrın başları tedvin asrının başlangıcı olarak tanımlanır. Tedvindeki temel gaye,
Kur'ân’ın anlaşılmasına katkıda bulunmak, hadisleri tesbit etmek, Kur'ân ile
hadisin manalarını açıklamaktır.
Sebebi
Nüzûl ancak sahih nakille bilinir. Sadece işitme ve görme suretiyle
bilinebilen, sahabiden gelen rivayet; hz. peygamberden bildirilmiş hükmünde
kabul edilir, bu da merfu hükmündedir.
Arap
dili ile ilgili olmayan, re’y-ictihad alanına girmeyen, dünya ve ahiret işleri,
cennet-cehennem ahvali, sevap-günah sınırlamaları yapan gaybi konulardaki
rivayetler ve sebeb-i nüzûl rivayetleri merfu kabul edilir.
Sahabenin
sebeb-i nüzûl hakkındaki rivayetleri “müsned hadis” sayılmıştır. El-Hâkim’e
göre, müsned hadiste senet muttasıl ve merfu olmalıdır. Sahabenin
sebeb-i nüzûl dışındaki tefsir rivayetleri rey ve ictihad alanında gerçekleşir.
Bu da gramer, belagat ya da şer’î hüküm bilgisi ile ilgili olabilir.
Esbâb-ı
Nüzûlü bilme açısından tabiîlerin rivayetleri de kaynaktır, mürsel hükmündedir.
Sebeb-i
Nüzûl Rivayetlerinin Kalıpları iki türlüdür: Sebep ifade etmede “nas olmayan” rivayetler.
Sebep ifade etmede “nas” olan rivayetler.
Esbâb-ı
Nüzûl’le İlgili Bazı Meseleler: 1. Taaddüt Meselesi 2. Hükmün veya Nüzûlün Taahhuru Meselesi 3.Umum
- Husus Meselesi
Esbâb
-ı Nüzûlle İlgili Disiplinler: Hikmet-i Teşriiye İlmi, Mübhemâtu’l Kur’an İlmi,
Tenasüb ve İnsicâm İlmi
Kur’ân-ı
Kerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzûl’ün yetersiz kalma sebeplerine gelince; Rivayetler
Açısından: Merfu-müsned esbab-ı nüzul rivayetleri konusunda şu konularda mutabakat
yoktur: Sahabenin içtihada imkan bulunmayan alanlardaki bütün rivayetlerinin
müsned kabul edenler olduğu gibi, sahabenin tefsir maksatlı görüşlerinin müsned
olamayacağı kanaatinde olanlar da vardır.
Nüzûl ortamına izafe edilen her “müsned” sebebi nüzûl rivayetinin “sahih”
olup olmadığı da tartışma konusudur.
Mürsel sebeb-i nüzûl rivayeti ise,
Kur’ân’ı anlamada ufuk açıcı bir kaynak olarak görüp değerlendirilebilir. Hadis
senedlerinin hazfedilmesi ve rivayetlerin tasnifine dikkat edilmemesi de bir
diğer tartışma konusudur.
Aslolan sebebin hususiliği değil lafzın
umumiliğidir.
Esbâb-ı Nüzûl rivayetleri tasnife tabi
tutularak sebeb-i nüzûl-tefsir için sebeb-i nüzûl ayırımı yapılması ve bu
rivayetlerin siygalarının tetkik edilmesi teaddüd ve teahhur meselesine ışık
tutabilir.
Esbâb-ı Nüzûl yorum zenginliğine engel
olması, Kur’an-ı Kerim’in evrensel hedefi olan kur’an-insan-hayat bütünleşmesini
engellemesi, şahısların ebedileştirilmesi, mezhep hareketlerine etkisi açısından
da olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
Esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin tamamına
ulaşılamayabilir.
Esbâb-ı nüzûlü bilmeden de Kur’an’ı
anlamak mümkündür. Bu da Kur’ân’ı bütünlüğü içinde okuyarak ve zahirinden
gücümüzün yettiğini anlamaya çalışarak yapılabilir.
Kur’an’ın zahir nasslarını mücmel nasslar
konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunan hallerde; Esbâb-ı Nüzûl ilmine
ihtiyaç doğar.
Kur’an’ı okuyan veya dinleyen kimse onu anlama noktasında bir bekleyişe, bir arayışa giriyorsa işte bu noktada da esbâb-ı nüzûle ihtiyaç vardır.
Esbâb-ı nüzûl alanındaki birçok problem, hadis usûlü kriterlerinin bu rivayetlere uygulanmasıyla çözülebilir.
Sebeb-i Nüzule yapılacak olan tenkit,
sened-metin bütünlüğü içerisinde yapılmalıdır.
Esbâb-ı nüzûl rivayetlerinde içtihad söz
konusu değildir. Tefsir için olan esbâb-ı nüzûl rivayetlerinde ise re’y ve
içtihad söz konusudur.
Kur’an’ın anlaşılmasında sebebin değil
lafız ve ifadelerin daha çok önem arz ettiği unutulmamalıdır. Yani sebebe bağlı
kalarak tahsisten kaçınılmalıdır. Aslolan Kur'ân-ı Kerim metnidir.
Kur’ân’ın anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzûlden
yararlanırken Kur'ân’a bütün olarak yaklaşmak önemlidir.
Esbâb-ı Nüzûl: Nüzûl ortamında oluşan bir olaya ya da peygamberimize yöneltilmiş bir soruya, o günlerde bir veya daha fazla ayetin tazammun etmek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine sebep olan ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzûl denir.
Esbâb-ı Nüzûl Kur’an’ın nüzûl ortamının aslî bir unsurudur. Bu konudaki tek kaynak sahabedir.
Esbâb-ı Nüzûl eserlerin müstakil olarak te’lifi Ali b. El-Medinî ile başlamaktadır. Daha önce ilgili konuda eser telif edilmeme sebebi bu alandaki rivayetlerin hadis ve tefsirlerde kaydedilmişolmasından kaynaklanabilir. Bazı alimlerin Esbâb-ı Nüzûl rivayetlerinin yanında ekledikleri kıssalar da yanlış değerlendirmelere sebep olmuştur.
Ulûmü’l-Kur'ân; Konusu her yönüyle Kur'ân olan, Kur'ân ile ilgili veya Kur'ân’ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’ân’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı amaçlayan bir bilgi alanıdır
Kavram olarak olmasa da Ulûmu’l-Kur'ân bahisleri (Arap Dili, Garibü’l-Kur'ân, Mecâzü’l-Kur'ân, peygamberimizin tefsiri, Esbâb-ı Nüzûl, vücûhu’l Kur'ân,….vb.) peygamberimiz ve ashabı tarafından bilinmektedir.
Kur'ân ilimleri konusunda özellikle Hulefa-i Raşidin, İbn Abbas, İbn Mesud, Zeyd b. Sabit, Ebu Musa el-Eş’ârî, Abdullah b. Zübeyr temeyyüz etmişlerdir.
Hicri birinci asrın sonlarından itibaren Kur'ân ile ilgili ilimlerin tek tek ele alındığı görülmektedir. İlk tedvin edilen Kur'ân İlimleri; Kıraat İlmi, Resmü’l-Kur'ân, İrabü’l-Kur'ân, Esbâb-Nüzûl, Mekkî-Medenî, Nâsih-Mensûh, Garîbü’l-Kur'ân... Buna göre ilk eserler, Kur'ân ilimlerinin müstakil olarak ele alınması, konunun bütün yönleriyle incelenmesi metoduna dayanmaktadır
Bazı tefsirlerin mukaddimelerinde Kur’ân’ın anlaşılmasına yönelik izahatlar çerçevesinde ulumu’l-Kur'ân’a değinilmiştir.
“Ulûmü’l-Kur'ân” başlığı altında Kur'ân ilimlerinin tek bir eserde muhtasar olarak toplanması, bugün anladığımızşekliyle “kavram” olarak kullanılması Zerkeşî (794/1391) sayesinde h.VIII.yy.da gerçekleşmiştir.
Tefsir, Kur'ân ilimlerinden biridir, bir cüzüdür. Tefsir ile meşgul olan Kur'ân ilimlerinden faydalanmak zorundadır.
Hz. Ebubekir(14/634) döneminde Kur'ân cemedilmiş, hz. Osman (35/656) döneminde çoğaltılmış, hz. Ali (40/661) ve sonraki dönemde ise harflerin noktalanması ve harekelenmesi başlamıştır.
Hicri birinci asrın sonları ile ikinci asrın başları tedvin asrının başlangıcı olarak tanımlanır. Tedvindeki temel gaye, Kur'ân’ın anlaşılmasına katkıda bulunmak, hadisleri tesbit etmek, Kur'ân ile hadisin manalarını açıklamaktır.
Sebebi Nüzûl ancak sahih nakille bilinir. Sadece işitme ve görme suretiyle bilinebilen, sahabiden gelen rivayet; hz. peygamberden bildirilmiş hükmünde kabul edilir, bu da merfu hükmündedir.
Arap dili ile ilgili olmayan, re’y-ictihad alanına girmeyen, dünya ve ahiret işleri, cennet-cehennem ahvali, sevap-günah sınırlamaları yapan gaybi konulardaki rivayetler ve sebeb-i nüzûl rivayetleri merfu kabul edilir.
Sahabenin sebeb-i nüzûl hakkındaki rivayetleri “müsned hadis” sayılmıştır. El-Hâkim’e göre, müsned hadiste senet muttasıl ve merfu olmalıdır. Sahabenin sebeb-i nüzûl dışındaki tefsir rivayetleri rey ve ictihad alanında gerçekleşir. Bu da gramer, belagat ya da şer’î hüküm bilgisi ile ilgili olabilir.
Esbâb-ıNüzûlü bilme açısından tabiîlerin rivayetleri de kaynaktır, mürsel hükmündedir.
Sebeb-i Nüzûl Rivayetlerinin Kalıpları iki türlüdür: Sebep ifade etmede “nas olmayan” rivayetler. Sebep ifade etmede “nas” olan rivayetler.
Esbâb-ıNüzûl’le İlgili Bazı Meseleler: 1. Taaddüt Meselesi 2. Hükmün veya Nüzûlün Taahhuru Meselesi 3.Umum- Husus Meselesi
Esbâb-ı Nüzûlle İlgili Disiplinler: Hikmet-i Teşriiye İlmi, Mübhemâtu’l Kur’an İlmi, Tenasüb ve İnsicâm İlmi
Kur’ân-ıKerîm’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzûl’ün yetersiz kalma sebeplerine gelince; Rivayetler Açısından: Merfu-müsned esbab-ı nüzul rivayetleri konusunda şu konularda mutabakat yoktur: Sahabenin içtihada imkan bulunmayan alanlardaki bütün rivayetlerinin müsned kabul edenler olduğu gibi, sahabenin tefsir maksatlı görüşlerinin müsned olamayacağı kanaatinde olanlar da vardır. Nüzûl ortamına izafe edilen her “müsned” sebebi nüzûl rivayetinin “sahih” olup olmadığı da tartışma konusudur.
Mürsel sebeb-i nüzûl rivayeti ise, Kur’ân’ı anlamada ufuk açıcı bir kaynak olarak görüp değerlendirilebilir. Hadis senedlerinin hazfedilmesi ve rivayetlerin tasnifine dikkat edilmemesi de bir diğer tartışma konusudur.
Aslolan sebebin hususiliği değil lafzın umumiliğidir.
Esbâb-ı Nüzûl rivayetleri tasnife tabi tutularak sebeb-i nüzûl-tefsir için sebeb-i nüzûl ayırımı yapılması ve bu rivayetlerin siygalarının tetkik edilmesi teaddüd ve teahhur meselesine ışık tutabilir.
Esbâb-ı Nüzûl yorum zenginliğine engel olması, Kur’an-ı Kerim’in evrensel hedefi olan kur’an-insan-hayat bütünleşmesini engellemesi, şahısların ebedileştirilmesi, mezhep hareketlerine etkisi açısından da olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
Esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin tamamına ulaşılamayabilir.
Esbâb-ı nüzûlü bilmeden de Kur’an’ıanlamak mümkündür. Bu da Kur’ân’ı bütünlüğü içinde okuyarak ve zahirinden gücümüzün yettiğini anlamaya çalışarak yapılabilir.
Kur’an’ın zahir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunan hallerde; Esbâb-ı Nüzûl ilmine ihtiyaç doğar.
Kur’an’ıokuyan veya dinleyen kimse onu anlama noktasında bir bekleyişe, bir arayışa giriyorsa işte bu noktada da esbâb-ı nüzûle ihtiyaç vardır.
Esbâb-ınüzûl alanındaki birçok problem, hadis usûlü kriterlerinin bu rivayetlere uygulanmasıyla çözülebilir.
Sebeb-i Nüzule yapılacak olan tenkit, sened-metin bütünlüğü içerisinde yapılmalıdır.
Esbâb-ı nüzûl rivayetlerinde içtihad söz konusu değildir. Tefsir için olan esbâb-ı nüzûl rivayetlerinde ise re’y ve içtihad söz konusudur.
Kur’an’ın anlaşılmasında sebebin değil lafız ve ifadelerin daha çok önem arz ettiği unutulmamalıdır. Yani sebebe bağlıkalarak tahsisten kaçınılmalıdır. Aslolan Kur'ân-ı Kerim metnidir.
Kur’ân’ın anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzûlden yararlanırken Kur'ân’a bütün olarak yaklaşmak önemlidir.
KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA ESBÂB-I NÜZULÜN ROLÜ
1.
Esbâb-u Nüzul bilgisi
tefsir ilminin ilk ve temel kaynağıdır. Peygamberimiz
(S.A.V)’e sorulan bir soru veya o esnada gerçekleşen bir olay üzerine vahyin indirilmesi
Esbâb-u Nüzul ilminin temel çıkış noktasıdır. Ayetlerin anlaşılmasında ve yorumlanmasında
aslında ilk müracaat edilen başucu kaynağı olmasına rağmen çerçevesi çizilip
sınırları belirlenebilen bir ilim dalı olamamıştır. Bu eserde ulaşılmak istenen
temel gaye Kur’an İlimleri içerisinde yeni bir ilim dalı olarak Esbâb-u Nüzul
ilminin oluşturulmasıdır. Kur’an
İlimleri içerisinde zikredilen ve bu esere kadar da müstakil ve sistematik bir
çalışma içerisinde ele alınmayan Esbâb-u Nüzul ilminin önemine dikkat çekilmeye
çalışılmıştır.
2.
Bu eserde dikkat çekilen
bir başka husus da (s.23) aslında Esbâb-u Nüzul hakkında şu anda elimizde
mevcut olan bilgiler belki de istemediğimiz kadar çoktur. Malumat bulma
konusunda hiçbir sıkıntıya düşmeyecek olan araştırmacıyı daha farklı bir
problem beklemektedir. O problem de bu kadar çok olan bilginin düzensiz
oluşudur. Yeni bir yaklaşımla Esbâb-u Nüzul ilmine yönelip var olan bu bilgi
yığınının düzenli bir ilme dönüştürülmesi teklifi yapılmaktadır.
3.
Esbâb-u Nüzul Kur’an
İlimleri kapsamında zikredilse de aslında, kaynak itibari ile Hadis İlimlerinin
temel araştırma konusudur. Çünkü Esbâb-u Nüzul rivayetlerinin ilk kayda
geçirildiği eserler Hadis kaynaklarıdır. Ayrıca bu eserde vurgulanan Tâhir bin
Âşûr ve Şah Veliyyullah ed-Dihlevi’nin de vurguladığı bir diğer nokta da şudur:
Kur’an İlimleri açısından her ne kadar dikkat edilmişse de sistemli bir şekilde
ifade edilmeyen Esbâb-u Nüzul rivayetleri ile Tefsir rivayetleri arasındaki
farka dikkat çekilmektedir.
4.
Esbâb-u Nüzul rivayetleri
ile Tefsir rivayetlerinin mukayesesi yapılırken nüzulün hususiliği hükmün umûmuna
engel midir? Sorusu zihinlere takılmaktadır. Bu konuda da aydınlatıcı bilgilere
yer verilirken Tâhir bin Âşûr ve Şah Veliyyullah ed-Dihlevi’nin görüşlerine bu
noktada sıkça başvurulmuştur. Belki de günümüz Tefsir problemleri arasında
popülerlik açısından üst sıralarda bulunan “sebebin hususiliği hükmün umûmiliğine
mani midir? Tartışmasını gündeme taşımıştır. Dihlevi’ye göre özel bir durum
için nazil olmuş olan ayetin hükmü o ayetin umûmiliğine mani değildir.
5.
Dikkat çekilen bir diğer
husus da Esbâb-u Nüzul rivayetlerinde yaşanan ihtilaftır. Modernist ve Kur’an’a yeni bir bakış açısıyla
bakmaya çalışan Muhammed Abduh, bu tür tefsirî bir anlayışın yani sebebi nüzul
rivayetleri ile uğraşıp durmanın boş ve anlamsızlığına dikkat çekilmiştir. Bizim asıl gayemizin Kur’an’ın ruhuna uygun
bir tefsire ihtiyacımızın olduğu ifade edilmiştir. Ancak burada şuna dikkat etmek gerekir; rivayet
ve dirayet tefsirleri diye her ne kadar
taksim edilmiş olsa da asıl itibari ile dirayet tefsirleri de Kur’an’ın
anlamlandırılmasında rivayetlerden uzak değildir. Burada Muhammed Abduh’un
görüşleri tefsir ilminde Esbâb-u Nüzulun önemini gölgelemez.
6.
Hassas bir nokta olan
ravinin ayet ile ilgili olan vermiş olduğu rivayetin ayetin sebebi nüzuluna mı
ait olduğu yoksa o dönemde olan ve ayetin nüzulü ile ilişkisi olmayan bir durum
mu yoksa ravinin kendi tercihi olan bir yorum mudur bunun tespit edilmesi
gerekmektedir. Ebu Hanife’nin fıkhi kaideler ile ilgili söylemiş olduğu prensip
gibi eğer sunulan rivayet ayetin nüzul sebebi değilse müfessir onun yerine
kendi re’yini okuyucusuna sunar.
7.
Esbâb-u Nüzul
rivayetlerinin Kur’an’ın bütünlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi konusu ile
esbâbı nüzul rivayetlerinin tasnifi konusu birlikte düşünülmelidir. Böylece
Kur’an’ın nüzul ortamına ait rivayetler ile sahabe ve tâbiûnun tefsir için
yaptıkları sebebi nüzul değerlendirmeleri Kur’an’ın anlaşılması çabalarında tam
yerlerini bulmuş olacaklardır. Her ayette bir nüzul sebebi arama gibi hatalara
düşülmeyecektir.(Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU, Kur’an Ve Bağlam s. 213)
ŞABAN YILMAZ
Doktora Öğrencisi
1.
Hayat kitabı ve ilâhî bir kılavuz olan Kur’anı-ı Kerim’in, bu fonksiyonunu icra
edebilmesi için doğru anlaşılması zaruridir. Bu noktadan hareketle tarih
boyunca ve günümüzde doğru anlama adına birçok çalışmalara imza atıldığına
şahit olmaktayız. İyi niyetle yapılan bütün çalışmalar bir emeğin mahsulü olması
hasebiyle mukaddestir ve değerlidir.
2.
Ancak çalışmaların hepsinin İlâhî Kelâm’ı doğru anlamaya aynı oranda katkı
sağladığını söylemek mümkün değildir. Zira öncelikle metodoloji/yöntem/usûl
sorunu halledilmelidir. Bu yapılmadan atılacak adımlar bir noktada akîm kalmaya
mahkum olacaktır.
3.
Yapılan bunca çalışmalardan yeterince verim alınamayışının en başta gelen
nedenlerinden biri kanaatimizce bu husustur. Kültürümüzde önemli bir yere sahip
olan “vüsûlsüzlüğümüz, usûlsüzlüğümüzdendir” ifadesi, âdeta bu husus dile
getirmek için söylenmiş gibidir.
4.
İşte “Kur’an ve Bağlam” kitabını bu noktada atılmış önemli bir adım olarak
telakki etmekteyiz. Zira söz konusu eser, Allah Kelâmı’nı doğru anlama
noktasında temel yaklaşım olan metodoloji açısından meseleye bakmaktadır.
5.
İlk dönemlerde tefsir ilmi denilince ilk akla gelen “Esbab-ı Nüzûl” konusunu farklı
bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Hâlbuki bu konu, belki ilk dönemlerden beri
onlarca kez anlatılmış, gerek müstakil olarak, gerekse usûl kitaplarının ilgili
bölümlerinde mutlaka yer verilmiş olan bir konudur.
6.
Ancak yazarın da zaman zaman ifade ettiği gibi bu konuyla ilgili yazılıp
çizilenlerin çoğu, genel anlamda birbirinin tekrarı olmuştur. Bu yüzden, işin
sistematik olarak çözüme kavuşmasına şiddetle ihtiyaç olduğu tartışılmaz bir
hakikatti. İşte sözü edilen eseri ortaya koymakla yazar, “Esbab-ı Nüzûl”
konusuna alışılmışın dışında, moda deyimi ile “ezber bozan” bir tarzda, farklı
bir bakış açısıyla yaklaşarak, önce sorunu ortaya koymaya çalışmıştır.
7.
Bu anlamda öncelikle “Ulûmu’l-Kur’an” içerisinde Esbab-ı Nüzûl ilminin yeri ve
konumu sorgulanarak söz konusu ilim, bugüne kadar yapılmış olanlar, sorun
olarak addedilen hususlar ve rivayetlerdeki senet ve metin kısmı dahil âdeta
bütün yönleriyle sorgulanmıştır.
8.
Bu işlem yapılırken öncelikle durum ya da vakıanın tespitinin yapılmasına önem
verildiğine şahit olmaktayız. Tıp diliyle ifade edecek olursak, âdeta doğru
tedavinin uygulanabilmesi için şart olan, hastalığın doğru teşhisine önem
verilmiştir.
9.
Bunun için de, bu hususta önceki yapılan çalışmalardan neşet eden sistematize
edilmemiş birçok malumat açık yüreklilikle ortaya konulmaktadır.
10.
Ardından ortaya konulan bu malzemeler kritiğe tabi tutularak bugüne kadar
yapılanların eksik ya da yetersiz yönlerine dikkat çekilmekte, önceki
yapılanlarla ihtilaf edilen noktalara vurgu yapılmaktadır.
11.
Bu konuda ısrarla ele alınarak vurgulanan husus, bugüne kadar hadisçilerin
hadis rivayetinde gerek senet, gerekse metin tenkidi konusunda gösterdikleri
hassasiyetin, esbab-ı nüzûl rivayetleri
ve bu rivayetlerin tasnifi konusunda gösterilmemiş olması hususudur.
12.
Son olarak da tespit edilen bu eksikliklerin hangi yöntemle nasıl giderileceği
hususu olan tedaviye geçilmekte ve bu husus ayrıntılı bir şekilde örneklerle
ortaya konulmaktadır.
13.
Hadis usûlünde titizlikle uygulanan tenkit yöntemlerinin, esbab-ı nüzûl
rivayetlerine de hem senet hem de metin tenkidi açısından uygulanmasının elzem
oluşuna vurgu yapılması dikkat çekmektedir.
14.
Rivayetlerin, tefsir için yapılan rivayetler ile esbab-ı nüzûl rivayetlerinin
birbirinden ayrılacak şekilde tasnife tabi tutulması, bu meyanda yazarın
koyduğu teşhis için önerdiği tedavi yöntemlerinden sadece bir kaçı olarak göze
çarpmaktadır.
1.
Hayat kitabı ve ilâhî bir kılavuz olan Kur’anı-ı Kerim’in, bu fonksiyonunu icra
edebilmesi için doğru anlaşılması zaruridir. Bu noktadan hareketle tarih
boyunca ve günümüzde doğru anlama adına birçok çalışmalara imza atıldığına
şahit olmaktayız. İyi niyetle yapılan bütün çalışmalar bir emeğin mahsulü olması
hasebiyle mukaddestir ve değerlidir.
2.
Ancak çalışmaların hepsinin İlâhî Kelâm’ı doğru anlamaya aynı oranda katkı
sağladığını söylemek mümkün değildir. Zira öncelikle metodoloji/yöntem/usûl
sorunu halledilmelidir. Bu yapılmadan atılacak adımlar bir noktada akîm kalmaya
mahkum olacaktır.
3.
Yapılan bunca çalışmalardan yeterince verim alınamayışının en başta gelen
nedenlerinden biri kanaatimizce bu husustur. Kültürümüzde önemli bir yere sahip
olan “vüsûlsüzlüğümüz, usûlsüzlüğümüzdendir” ifadesi, âdeta bu husus dile
getirmek için söylenmiş gibidir.
4.
İşte “Kur’an ve Bağlam” kitabını bu noktada atılmış önemli bir adım olarak
telakki etmekteyiz. Zira söz konusu eser, Allah Kelâmı’nı doğru anlama
noktasında temel yaklaşım olan metodoloji açısından meseleye bakmaktadır.
5.
İlk dönemlerde tefsir ilmi denilince ilk akla gelen “Esbab-ı Nüzûl” konusunu farklı
bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Hâlbuki bu konu, belki ilk dönemlerden beri
onlarca kez anlatılmış, gerek müstakil olarak, gerekse usûl kitaplarının ilgili
bölümlerinde mutlaka yer verilmiş olan bir konudur.
6.
Ancak yazarın da zaman zaman ifade ettiği gibi bu konuyla ilgili yazılıp
çizilenlerin çoğu, genel anlamda birbirinin tekrarı olmuştur. Bu yüzden, işin
sistematik olarak çözüme kavuşmasına şiddetle ihtiyaç olduğu tartışılmaz bir
hakikatti. İşte sözü edilen eseri ortaya koymakla yazar, “Esbab-ı Nüzûl”
konusuna alışılmışın dışında, moda deyimi ile “ezber bozan” bir tarzda, farklı
bir bakış açısıyla yaklaşarak, önce sorunu ortaya koymaya çalışmıştır.
7.
Bu anlamda öncelikle “Ulûmu’l-Kur’an” içerisinde Esbab-ı Nüzûl ilminin yeri ve
konumu sorgulanarak söz konusu ilim, bugüne kadar yapılmış olanlar, sorun
olarak addedilen hususlar ve rivayetlerdeki senet ve metin kısmı dahil âdeta
bütün yönleriyle sorgulanmıştır.
8.
Bu işlem yapılırken öncelikle durum ya da vakıanın tespitinin yapılmasına önem
verildiğine şahit olmaktayız. Tıp diliyle ifade edecek olursak, âdeta doğru
tedavinin uygulanabilmesi için şart olan, hastalığın doğru teşhisine önem
verilmiştir.
9.
Bunun için de, bu hususta önceki yapılan çalışmalardan neşet eden sistematize
edilmemiş birçok malumat açık yüreklilikle ortaya konulmaktadır.
10.
Ardından ortaya konulan bu malzemeler kritiğe tabi tutularak bugüne kadar
yapılanların eksik ya da yetersiz yönlerine dikkat çekilmekte, önceki
yapılanlarla ihtilaf edilen noktalara vurgu yapılmaktadır.
11.
Bu konuda ısrarla ele alınarak vurgulanan husus, bugüne kadar hadisçilerin
hadis rivayetinde gerek senet, gerekse metin tenkidi konusunda gösterdikleri
hassasiyetin, esbab-ı nüzûl rivayetleri
ve bu rivayetlerin tasnifi konusunda gösterilmemiş olması hususudur.
12.
Son olarak da tespit edilen bu eksikliklerin hangi yöntemle nasıl giderileceği
hususu olan tedaviye geçilmekte ve bu husus ayrıntılı bir şekilde örneklerle
ortaya konulmaktadır.
13.
Hadis usûlünde titizlikle uygulanan tenkit yöntemlerinin, esbab-ı nüzûl
rivayetlerine de hem senet hem de metin tenkidi açısından uygulanmasının elzem
oluşuna vurgu yapılması dikkat çekmektedir.
14.
Rivayetlerin, tefsir için yapılan rivayetler ile esbab-ı nüzûl rivayetlerinin
birbirinden ayrılacak şekilde tasnife tabi tutulması, bu meyanda yazarın
koyduğu teşhis için önerdiği tedavi yöntemlerinden sadece bir kaçı olarak göze
çarpmaktadır.
Şükür KÜÇÜK
Doktora Öğrencisi
11922762
Esbab-ı Nüzul II
Kur’an ve Bağlam
Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’un Rolü
1. Bu bölümde 'bir vakıa olarak Esbab-ı nüzul nedir?' sorusuna cevap aranmıştır.
2. Kur’an bir hidayet rehberidir, bir roman veya hikâye kitabı değildir. Hayatımıza yön verecek, hayatımızı anlamlandıracak ilahi bir mesajdır. Bu mesajın doğru anlaşılması için de başlangıçtan günümüze bazı ilimlere ihtiyaç duyulmuştur ve bunların başında da Esbab-ı nüzül bilgisi gelmektedir.
3. Kur’an’ı en doğru şekilde anlayanlar hiç şüphesiz ayetlerin inişine şahit olan nüzul ortamını bizzat müşahede eden ve Hz. Peygamber (sav)’in eğitiminden geçen sahabelerdir.
4. Esbab-ı nüzul Kur'an'ın anlaşılmasında gerekli bir bilgi olarak değerlendirilmiş, sahabe, tabiun, tebe-i tabiin Kur'an'ı esbabı nüzul ile tefsir etmişlerdir. Hatta başlangıçta tefsir ilmi 'Esbab-ı nüzulu bilmekten ibaretti' denilmiştir.
5. Ulumu'l-Kur'an Hz. Peygamber ve ashabı tarafından bilinmekteydi. Ancak o dönemde bu adlandırma ve bu ilimlerin neler olduğu şeklinde bir sınıflandırma ihtiyacı duymamışlardır. Peygamber (sav), yeni fethedilen bölgelere gönderdiği sahabelerde en fazla Esbab-ı Nüzulü şehadet etme vasfını aramıştır. Bunun sebebi, Esbab-ı Nüzulü iyi bilenlerin Kur’an’ı da iyi bilecekleri kanaatidir.
6. İslam sınırlarının genişlemesi ve Arap olmayan kavimlerin İslam’a girmesi gibi sebeplerden dolayı Ulumu'l Kur'an'ın tedvinine ihtiyaç duyulmuştur. Kuran ilimleri, başlangıçta Kuran’ı anlama çabasıyla ortaya çıkmış hususi çalışmalardı. Bu dönemde Kur’an ilimleri belirli bir alanda yoğunlaşmış hususi bilgi alanı olarak görüldü ve bütün Kur’an ilimlerini kapsayacak bir kavrama ihtiyaç duyuldu. Bunu ilk gerçekleştiren ise h.8. yüzyılda Zerkeşi olmuştur.
7. Zerkeşî ve daha sonraki dönemlerde Kur'an İlimlerinde hadis ilminin metoduna benzer bir metod uygulanmaya başlanmıştır. Tefsir kitaplarındaki tefsir ve Esbab-ı Nuzül rivayetlerinin, hadis tenkitçilerinin rivayetlerin tenkidinde kullandıkları sened ve metin tenkidi kurallarının sıkı eleğinden geçirilmesi bugün zarurettir. Böylece tefsir kitaplarındaki pek çok rivayet temizlenmiş olacaktır.
8. Kur'an ilimlerinin neler olduğu da tartışılmış ve neticede 'Kur'an İlimleri; konusu her yönüyle Kur'an'ı Kerim olan, Kur’an’la ilgili veya Kur'an'ın içerdiği ilim ve araştırmalardan oluşan, Kur’an’ın en doğru şekilde anlaşılmasına yardımcı olmayı gaye edinen bir bilgi alanıdır' denilmiştir.
9. Kur'an ilimleri genel olarak Kur'an'la ilgili ilimler ve araştırmalardan oluşurken Tefsir ilmi; Kur’an’ın izahını amaçlayan bir ilimdir. Kur’an ilimleri genel kapsamlı iken Tefsir ilmi daha özel bir alandır.
10. Kuran’ın anlaşılmasında Esbab-ı Nuzülün doğru bir şekilde anlaşılmasında yeni yaklaşımlar için dikkat edilmesi gereken iki önemli husus vardır. Bunlar; Kur’an’ın bütünlüğü ve siyak-sibak meselesidir. Kuran’ın nüzul ortamındaki muhataplarının bilgisiyle aydınlanacak ayetler tespit edilmelidir.
11. Yani nüzul sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan sadece işitme veya görme suretiyle bilinebilen ve sahabeden merfu olarak gelen rivayetlerdir. Esbab-ı nüzul sahih nakille bilinir. Bu alanda içtihada ve akla yer yoktur.
Abdullah BEKİROĞLU
DOKTORA - 12922754
MURAT CAN /NO:12912777 YÜKSEK
LİSANS
DERS: TEFSİR RİVAYETLERİNE GÖRE
KUR’AN’IN NÜZUL ORTAMI
KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA
ESBAB-I NÜZUL’ÜN ROLÜ 2
*Esbabı Nüzulü bilmek Kuran-ı
daha iyi anlamaya yardımcı olmaktadır.
*Kuran eğitimine sahabe özen
göstermekte ezberlediği ile amel etmeden başka bir ayete geçmemektedirler.
Tabiun ve sonraki nesilde aynı yolu izlemiştir.
*Hz. Peygamber Kuran-ı hem
kavliyle hem de fiili ile tefsir etmekteydi.
*İslam coğrafyasının genişleyip
yeni millet ve kültürlerle kaynaşması ulumul Kuran ilmine ihtiyacı artırmış
tasnif ve tedvin hareketini başlatmıştır.
* Esbabı nüzul ilminin doğuşu
ve gelişimi Kuran ilimleri ile paraleldir.
*Kuran-n Kerim indiği dönemdeki
Arap toplumunun zirvede olan fesahat ve belağatına meydan okumuş, her konuda
onları aciz bırakmıştır.
*İslam âlimleri Esbabı Nüzul
ilmine önem vermişler, bu alanda müstakil ederler telif etmişlerdir.
*Selef âlimleri tefsir yazacak
kişilerin Esbabı Nüzul ilmine vakıf olmalarını şart koşmuşlardır.
*Müfessirler esbabı nüzul ile
alakalı nass olup olmaması ile ilgili özel siyga kalıp ve ifadeler
kullanmışlar, gelen rivayetleri konularına göre belirleyip tasnif etmişler.
*Esbabı nüzul ile ilgili
ihtilaflar ufku açmaya, ayet manalarının daha iyi anlaşılmasına yardımcı
olmaktadır.
*Birçok sebebe binaen bir ayet
inmiş olmakla beraber bazende bunun tersi olup birkaç ayet tek sebebe binaen
inmiştir.
*Burada dikkat edilmesi
gereken, rivayetler arasında sıhhat bakımından eşitliğe, rivayetlerden herhangi
birini tercih etmemize bir sebep yoksa ve sebepler arasındaki zaman farkının
uzun veya kısa olduğuna bakılarak nüzul hakkında hüküm vermektir.
*Esbabı Nüzul rivayetleri
Kur’an-ı Kerimin anlaşılmasında araç
olarak kullanılmalıdır. Rivayetlerde asıl olan umumiliktir. Tahsise delalet
veya bir karine var ise o zaman has hükmüne varılır.
*Kur’an-ı Kerimin ana gayesi ve
hedefi beşeriyete genel bilgiler vermek, hükümler koymaktır. Burada zaman,
mekân ve tarih önemli değildir. Kur’anın nüzulünden kıyamete kadar baki olan
mesaj ve hükümlerini anlamak için Esbabı Nüzul ile ilgili disiplinler (ilimler)
olan Hikmeti Teşri ilmi, Mübhemetül Kur’an ilmi, Tenasüb ve insicam ilmi ve bu
disiplinler arasındaki bütünlüğe bakılarak müfessirlerin yazdıkları eserler ve
fikirler tetkik edilip üzerinde düşünülerek daha yeni orijinal asrın ve çağın
ihtiyaçlarına cevap verecek hükümlere ulaşılablir.
*Esbabı Nüzul rivayetleri
değerlendirilirken eleştirel yaklaşımla beraber
olumlu düşünülmelidir. Ku’anın daha iyi anlaşılması için müfessirler ve
İslam alimleri duydukları bütün rivayetleri sahih –zayıf, merfu- mevzu ayrımı
yapmaksızın senetleriyle veya senetsiz bizlere nakletmişler ulaştırmışlardır.
Yapılması gereken hadi usulünde olduğu gibi rivayetlerin sened ve metinleri
incelenerek sakim ve zayıflık emaresi bulunanlar ayıklanmalı sahih ve merfu
rivayetler belirlenmelidir.
*Mürsel, senedsiz ve
tasnifindeki hatalar Kur’an’ı doğru anlamaya engeldir.
*Esbab-ı nuzül rivayetlerinin
çokluğunun olumsuz sonuçları da bulunmaktadır. Bunlar, kıyamete kadar hükmü
baki olacağından yorum zenginliğini engellemesi, Kur’an’ın hedefi olan
beşeriyetle ve onun hayatıyla bütünleşememesi, rivayetlerin ve konuların
istismar edilmesi, nuzüle sebep olan şahısların ebedileştirilmesi, günümüzle
veya bulunulan çağ ile veya asır ile bağlantı kurulamaması ve mezhep
taassubiyeti sebebiyle önyargılı hükümler vererek Kur’an’ı doğru anlamaya engel
olmuşlardır.
*Esbab-ı nuzül rivayetlerini
değerlendirirken sosyal, fikri, iktisadi ve siyasi şartlarında göz önünde
bulundurulması gerekir.
*Esbab-ı nuzül rivayetlerinin
hepsinin zayıf veya sahihliğine ulaşmak mümkün değildir. Bu rivayetler olmadan
da Kur’an’ın ana hedefi olan manalara ulaşılabilir.
“KUR’AN ve BAĞLAM”
HAKKINDA
Sıddık BAYSAL
“Aynı dili konuştuğumuz halde anlaşamıyorsak, kavramların
yerli yerine oturmadığı bir ülkede yaşıyoruz demektir.”
Yukarıdaki
yargı, kendimizi ifade etmek için seçtiğimiz dilsel göstergelerin delaletleri
bakımından müphem ve muğlâk kalmaması, lafızlarımızın kararsızlığa duçar
olmaması, kavram düzeyinde bir bulanıklığın zihnimizi ve idrakimizi gölgelememesi
için muhataplar arasında ortak bir mantığı, ortak kavramlar grubunu, üzerinde
uzlaşılan müşterek bir dil felsefesini oluşturmamızın lüzumuna işaret
etmektedir. Ancak bu şekilde gerek söylem gerek yazın gerekse düşün düzeyindeki
ifade ve imgelerimizin birbirinden bağımsız anlam dalgaları arasında savrulmasını
engelleyebilir ve her düzeyde açık-seçiklik vasfına haiz bir iletişim tesis
edebiliriz. .
Bu husus
Kur’an ve Bağlam’ın en önemli meselelerinden biri olmalı ki daha kitabın başında
entelektüel hayatımızı çıkmaza uğratan terminolojik tutarsızlık[1]
çarpıcı bir dille işlenmiş; klasik terminolojiye ek olarak bilim ve düşün
dünyamıza sonradan giren, dolayısıyla modern addedebileceğimiz ıstılahlarda da aynı
stresin vaki olduğu belirtilmiştir. Bu meyanda bağlam mefhumunun anlam aralığı
içinde hususi bir yer işgal ettiğinden tarihsellik kavramının özellikle üzerinde
durulmuş, hem şekil hem esas itibarıyla işlenmiştir.
Tarihsellik
menfezinden girerek Kur’an’ın indiği zaman ve zeminle ilgisini tespit etmeye
yönelen, bu nedenle de çalışmanın ayaklarından birini tarihsellik prensibi
oturtan bir akademik çalışmanın “esbab-ı nüzul” olgusunu görmezden gelmesi
düşünülemez. Belirli tarihler arasında, muayyen bir kültürel ortama, üstelik kültürel
karakteristiği son derece baskın olan bir topluma hitaben inen bir metinle okur
arasında eşzamanlı anlamayı içeren bir ilişkinin bilgi, imkân, mahiyet ve
biçimini tespit etmek için hitabı yeryüzüne döndüren sebepleri bilmek basit
entelektüel gayretlerin ötesine geçen bir çabadır. Zira hayatın çok boyutlu
sorunlarına külli veya tikel cevaplar arayan bir entelektüel olarak ilahiyatçı akademisyenin
dilbilimsel formasyona ilaveten anlam(an)ın teşkil ve teşekkül safhalarına katılan
hangi araç ve aygıtların katıldığını bilmesi gerekir.
Yani, esbab-ı nüzul, Mekki-Medeni, nasih-mensuh,
kıraat, ahrufu seba, resmu’l-Kur’an, cem’u’l-Kur’an, tertibu’l-Kur’an gibi
tarih bilgisini zorunlu kılan ilimlerin ve doğrudan lafzın yapısına/iskeletine
dair uzmanlık gerektiren modern dilde filoloji, etimoloji, gramer, morfoloji gibi
terimlerle temsil edilen literatürde nahiv, iştikak, sarf, i’rab gibi isimler verilen
gramatikal bilgilerin, semantik, linguistik, semiyotik, retorik vb. isimlerle
tesmiye edilen belagat, beyan, meani, icaz, i’caz, vücuh, nezair, eddad, garib,
müphem, müşkil, mücmel, siyak-sibak/konteks, muhkem-müteşabih gibi anlam içeriğine
dair bilgilerin bilinmesi bilimsel bir zorunluluk olarak ortaya çıkar.
Şu halde, ayet lafzının muhtemel manalarını
yapı, içerik, biçim ve bağlam yönünden tahdid ve tespit etme görevini ifa eden dil
bilimleri ve metnin teşekkül ettiği nüzulle bağdaşık tarih (siyer) sahasında ve
ilk muhatapların anlama olgusunu bir model olacak şekilde uyguladıkları bağdaşık
tarihin ardılı olan tarih sahasında yetkinlik, bir bilim insanı olarak müfessir
için zorunludur.
“Kur’an
ve Bağlam” kitabı özelinde ise bu ilimler arasında nüzul tarihi bilgisinin ve
siyerin özel bir öneme haiz olduğu ortaya çıkıyor. Zira bu iki ilim doğrudan doğruya
bağlama işaret ediyor. Bağlamın bilgisi de müfessire, anlamanın öznesi ve
vahyin muhatabı olarak ilk neslin geçirdiği nüzul tecrübesini orijinal
metin-orijinal tarih diyalektiği çerçevesinde izleme imkânı sunuyor. Metnin ve
tarihin orijinalliği fikrinden bağlam içindeki metinle bağlamından soyut metnin
her ne kadar aralarındaki morfolojik benzerlik aynılarmış izlenimi verse de
aynı olmadıkları yargısı çıkıyor ki bu doğru bir yargıdır. Şu halde metni
tarihsel gerçekliği içinde okumak için belki de yapılması gereken ilk şey, metnin
bağlamsal sınırını çizmektir. Zira pasajları bağlamlarıyla okumak,
okuru/müfessiri orijinal tarihe, orijinal tarih de orijinal metne götürecek;
nihayetinde birden fazla maslahat temin edilecektir.
Esbab-ı nüzul,
tarihe belirli bir zamanda giren metnin tarihle ilgisini ve temasını ifade eden
bir kavramdır. Bu bakımdan metnin indiği tarihle sınırlıdır. Nüzul tarihinden
önceki ve sonraki vakalar ara sıra Kur’an ayetleri ile aralarında tarihsel sebeplilik
ilişkisi kurularak sebeb-i nüzul vakalarıymış gibi takdim edilebilmektedirler. Yani
tefsir kitaplarındaki sebeb-i nüzul başlıklı rivayetlerin hepsi sebeb-i nüzul
rivayeti değildir. Bunlardan bir kısmı tefsir için üretilmiş rivayetlerdir. Şu
halde, sebeb-i nüzul rivayetlerinin tenkitinde hadis ilminin rivayet formlarını
tenkitte kullandığı “cerh ve ta’dil” ilkelerine ek olarak eşzamanlılık şartını
da aramak bir zorunluluk olmaktadır. İkinci kitaptaki Sa’lebe Kıssası, tarihsel
uyuşmazlık ve senet tenkitinin uygulandığı örnek mesabesindedir. Bir ayetin
birçok olayla ilişkili olarak defalarca indiği tezi de tenkite tabi tutulmalı,
tarih ilminin verilerinden faydalanarak Hz. Peygamber’in bir tek olaya mebni
olarak bir defa inen bir ayeti analojik yaklaşımla benzer vakalar için okuyup
okumadığı ihmali akılda tutulmalıdır.
Sonuç itibarıyla esbâb-ı nüzul, ilgili
Kur’an pasajını tarihe tutturan nesnel ve insani bir boyutu temsil eder; ancak
metnin nihai hedefi, varlık koşulu değildir. Zihnimizde ayete ilişkin gerçek
zamanlı ve gerçek zeminli bir projeksiyonun oluşmasını sağlar; ayrıca, sayısız
anlam dalgaları arasında rastgele savrulmamızı engeller. Tarihsellik de “tarih
yapan bir varlık olarak insanın tarih hakkındaki tecrübelerden elde ettiği
bilginin bir boyutunu ifade eder.”
Sıddık BAYSAL
Temel İslam Bilimleri
Anabilim Dalı
Tefsir Bölümü Doktora
Öğrencisi
[1] Bu ifade, aynı terimlerin belirli kesimlerce ideolojik bağlamda çok farklı anlamlarda kullanılması yahut Temel İslam Bilmleri gibi muayyen bir sahada dahi çeşitli ihtisas alanlarında farklı manaları ihtiva edecek şekilde tanzimi ne ilişkin bir durum tespitinden ibarettir.
TEFSİR-HADİS-FIKIH USÜLLERİ ve USULU'D-DİN BAĞLAMINDA BİLGİNİN BÜTÜNLÜĞÜ SORUNUNA MUKAYESELİ BİR BAKIŞ
Sıddık BAYSAL
Bu terkiple anlatılmak
istenen bilgi evreninde üretilen klasik veya
çağdaş her bilginin köken itibarıyla bir, ihtisas alanları arasında sağlam
bağların ve sistemler arası bilgi akışını sağlayan düzenli aktların bulunduğu, geçirgen,
sistematik ve bütünlüklü bir yapının üyesi olduğudur. Şu halde bilgi olmaklık
hüviyetini haiz hiçbir veri, sahaya öylesine serpiştirilmiş, dağınık ve
benzerleri de dâhil olmak üzere diğer bilgi türlerinden tamamen kopuk,
entelektüel nüveler değildir. Zira terkipteki “bütünlük” öğesi, “tümün”
bütün yapısal ve işlevsel hususiyetlerini içine alan tekil bir yapıya
delalet eder. Bu durumda “bilginin bütünlüğü” terkibini, tüm bilgileri orijin
bakımından tek bir asla göndererek tanımlamaya ek olarak zaman içindeki tüm
görüngü ve vecihlerini de içine alan külli ve sistematik bir epistemoloji
şeklinde tanımlayabiliriz.
Orijinin tekliği meyanında yukarıdaki tanımı
tatbik edersek, Temel İslam Bilimlerinin temel metinlerin tespit ve yorum
biçimlerini temsil ettiklerini, dolayısıyla o metinlerden çıkıp sahaya yayılan
damarlar olduklarını söyleyebiliriz. Tarihsel öncelik sonralık, ardıllık gibi
kronolojiye ilişkin gerçeklikler de temel kaynakların ardından bu ilimlerin
birer disiplin olarak teşekkül ettiğini gösterir ki bu sözü edilen ilimleri
köken itibarıyla zaman bakımından daha önceki bir kaynağa göndermeyi mantıken
gerekli ve mümkün; kendilerinden sonraki vakalara nispet etmeyi ise muhal kılar.
Biraz daha nesnel ifadelerle, bu ilimler tedvin edildikleri devirlerde, kuramsal
bir bilgi sistemi halinde birden bire ve anlamsız bir şekilde ortaya çıkmamışlardır.
Muktezayı halin, yani bireysel ve toplumsal ihtiyaçların neticesinde, yine o
halin gerektirdiği evreler boyunca hayatın tedavülü ve tarihin devinimiyle
mütenasip bir seyir içinde gelişerek tedvin çağına gelmişlerdir. Bir ilim
olarak istiklale vakıf oldukları saatten geriye doğru gittiğimizde bu ilimlerin
aralarında köken birliğinin var olduğunu kolaylıkla tespit edebiliriz.
Nitekim nüzul döneminde, lügat anlamlarıyla
gündelik hayatta kullanılan fıkıh, hadis, tefsir vb. lafızların sistematik bilgilere
delalet eden terim anlamlarıyla kullanımlarının tedvin çağına tekabül ettiği
muhakkaktır. Örneğin ayetlerde kapalı kalan ifadelerin basit düzeyde izahına
yönelik girişimler manasında tefsir sözcüğünün ve gerekse Kur’an metninin
literal manasının yanı sıra hikmet ve esprisini de bilmeyi ifade edecek manada fıkıh
tabirinin erken dönemlerde kullanıldığını biliyoruz. Ancak bu yorumsama
çabalarına ilişkin bilgilerin konu ve metot bakımından henüz o dönemlerde
ayrışmadıkları, hatta birbirlerinin içine geçmiş vaziyette bulunduklarını
belirtmek gerekir. Örneğin tefsire veya fıkha müstenit ifadeler hala nakil
düzeyindeydiler ve hadis ilminin içinde telakki ediliyorlardı. Kelamdan söz
etmek içinse henüz çok erkendi. Yukarıda da değinildiği gibi bu ilimler tedvin
döneminde teşekkül etti ve kuşku yok ki bu ilimlere ilişkin usullerin teşekkülü
de eşzamanlı bir sürecin ürünüydü.
Yazıyla sabit bir metin olması hasebiyle
Kur’an’ın lâfzî, fizikî ve lügavî olarak gelecek nesillere nakledilmesi rivayet
kültürünü gerektirmeyebilirdi. Evet, hafızlar tarafından hıfzedilen ayetler,
indikleri anda yazıya geçiriliyordu. Hatta çoğunluğunu vahiy kâtiplerinin
oluşturduğu bir zümrenin özel Mushafları dahi vardı. Yine de tarih aksi yönde
tecelli etti. Yazılı nüshalara rağmen erken dönmede Kur’an, toplum
katmanlarında genellikle yazıyla değil de şifahi nakillerle yayıldı. Bu uygulama
basit bir prosedür değildi. Teknik açıdan Kur’an’ın tabi olduğu tevatür
formunda nakil, rivayet kültürünün varlık biçimlerinden sadece biriydi ve
daha sonraları bu yöntem ziyadesiyle hadiste istihdam edilecekti. Dahası hadis
ilmi rivayete ilişkin umdelerini temel metnin oluşumu esnasında O ümmi Nebi
(sav)’in talim ve terbiyesinde ilk nüvelerinin verildiği bu gibi tatbikat ve
talimatlarından alacaktı.[1]
Nihayetinde rivayetler geçmişin bilgisini
taşıyan bilgi öbekleri halinde düşünce evrenimizdeki hususi yerlerini aldılar.
Ancak bu yolla nakledilen bilgilerin hem şekil hem de esas itibarıyla, yine bu
yolun muktezasına cevap verebilecek yöntemlerle test edilmesi gerekiyordu. Bilginin
güvenilirliğini özneler düzeyinde temsil eden son derece sağlam ve titizlik
gerektiren bir tenkit ilkesi olarak “cerh ve ta’dil” gibi kavramlar entelektüel
hayatımıza ıstılah düzeyinde işte tam bu safhada girdi; ancak pratik olarak
zaten meri idiler. Örneğin erken dönemde, Kur’an’ın cem’i hadisesinde vahiy
metinlerinin yazılı halleri tek başına yeterli bulunmamış, o metni kimin
getirdiği, hangi kanallardan ve hangi süreçlerden geçerek aldığı, hatta dini ve
ahlaki, sosyal ve iktisadi muameleleri ne biçimde yürüttüğü gibi metinle
doğrudan alakası olmayan harici hallere dahi bakılmıştı.
Netice itibarıyla tarihte özgün vakası olan ve tarihsel gerçekliği ihmal etmesi mümkün olmayan bu
metin, nakil noktasında da gerçek zamanlı hikâyelerin sözel formlarına, yani
rivayetlere ve o formları taşıyacak gerçek öznelere, yani râvîlere ihtiyaç duymaktaydı.
Aksi halde sosyal mesnetten yoksun, boşlukta oluşmuş, bu yüzden de tecrübe
edilmemiş tarih dışı, hayalî bir metin olarak tarihin arşivinde kalırdı. Cerh
ve tadil ilkesi onun sağlam yöntemlerle ve güvenilir nakil araçları ile
çağlara intikalini temin ediyordu. Böylelikle İslami
bilginin nakline ve nesnelliğine ilişkin bir usül olarak aslında kendinin de
ait olduğu bilgi havzasının zemini sağlamlaştırıyordu.
Kur’an gerçek bir tarihin içinden geçerek gelmekteydi,
son derece hakikiydi ve vakıayla reel irtibatı vardı. Dolayısıyla, sırf
dilbilimsel yorum faaliyetleri ile maksatlarının tam olarak anlaşılması mümkün
değildi; teşekkül sürecine de vakıf olmak gerekiyordu. İşte tam da bu noktada
devreye kaynak metinlerin teşekkülü ile çağdaş başka özneler giriyordu ki sahabe
ismi ile anılan bu öznelerin içtihat ve yorumları gerek tefsir, gerek fıkıh,
gerekse kelam için ilk mesabesinde vahyin tatbikini tahkiye eden orijinal rivayetlerdi
ve bu rivayetlerden bir yorumsama tekniği/usül üretilebilirdi. Peki,
onların bilgisine güvenlikli bir şekilde nasıl ulaşılacaktı?
Buradaki boşluğu tarih/siyer ve hadis ilmi
doldurdu. Hadis mecmualarında ve bir kısım rivayet tefsirinde geçen pek çok rivayet,
temel metinlerin nüzul asrında Rasulullah tarafından, ardından Sahabe
tarafından nasıl işlendiğini göstermekteydi. Bu dönemde kaynak metinlerin ilk
yorumları oluştu. Kur’an ve Sünnete ek olarak sahabe rey ve içtihadı da
artık referans metin hüviyetini kazanıyordu. Takip eden nesillerce aynı şekilde
anlaşılmış olmalıdır ki ilk neslin rivayetleri bilhassa rivayet tefsirlerinde
hadislerle birlikte mütalaa edilmişti.
Tefsirin görevi ayetleri nüzulle eşzamanlı olarak ilk
muhatapların anladıkları gibi anlamaya çalışmaktı. Bunun için dilbilimin yanı sıra tarihin de bilgisine ihtiyaç vardı.
Söz konusu bilgi hadis külliyatında ve tarih kitaplarında mevcuttu. Üstelik
hadis ilgili malumatı ham halde bırakmamış, tenkite tabi tutarak
güvenilirliğini test etmişti. Hadis usûlü, rivayete dair umdeleriyle ve
tarihsel süreçlere tanıklığıyla nakle dayalı bilginin işlenme yöntem ve
kaidelerini belirliyor, Kur’an dâhil bütün kaynak metinleri tanımlıyordu. Fıkıh
ve Kelamsa “Sebebin hususiliğine rağmen, lafzın umumi olabileceği”[2]
prensibine dayanarak ilahi metni sebebinden bağımsız umumi bir metin olarak
telakki edebiliyordu. Bu bağlamda Kur’an’ı saf metin olarak, dil ve mantık
kurallarıyla, nass, zahir, mücmel, mübeyyen, âmm, hâss, mutlak,
mukayyet, hitabın mana ve konusu, lahne’l-hitab, hitabın delili, nesh ve
koşulları, çok anlamlılık, eş anlamlılık ve zıt anlamlılık gibi durumlar, Arap
dil enstrümanları (dilbilim, etimoloji, morfoloji, linguistik, semantik,
retorik ve semiyotik), kontekst/siyak-sibak, lafzın zihne mütebadiren doğan
anlamı; hakikatin mecaza, umumun hususa, mutlağın mukayyete, istiklalin idmara
takdimi, te’hire dair bir karine bulunmadıkça kelamın orijinal tertibini esas
almak gibi karinelere bağlı kalınarak okunuyordu. İşbu karineler her ne kadar
farklı ihtisas alanlarında farklı hiyerarşiyle takdim edilseler de genel espri
itibarıyla müşterek olarak istihdam ediliyordu.
Bundan ötürü farklı sahalarda kaleme alınmış usül kitaplarında farklılıklara rağmen ortak bir terminolojiye ve vücûh ve’n-nezâir, hakikat-mecaz, muhkem müteşâbih, kıraat, esbâb-ı nüzul, nasih-mensuh, kıssalar, siyer, rivayetler ve bunun gibi müşterek temalı konu başlıklarına rastlanır. Bu durum aynı temel kaynakların yorumsanmasına ilişkin usullerin konu bütünlüğü dolayısıyla pek çok noktada kesişmek durumunda olmasındandır. Sıddık BAYSAL, Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı, Tefsir Bölümü Doktora Öğrencisi
[1]
Basit bir örnekle hadislerin yazılmasının nüzul döneminde yasaklanması, “bana taammüden
yalan isnat eden cehennemdeki yerini hazırlasın.” şeklindeki ifade rivayet
kültürünün disiplinsiz hareket etmesine mani oluyordu.
[2] Hafız Celaluddin Abdurrahman es-SUYUTİ, el-İtkan fi
Ulumi’l-Kur’an, Daru ibn Kesir, Dımaşk 1996, c. II, s. 95-96
Peygambere
Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolu
Zeki
KILIÇ-12922716/DOKTORA
Kur’an ilimlerinin asıl kaynağı
yine Kur’andır.Bu ilimlerin tamamının amacı Kuran-ı Kerimin anlaşılması ve
dolayısiyla hayata anlam katmasıdır.İmam Zerkeşi(794/1391) ile bu günkü
araştırmalarda kullanıldığı şekliyle kavramlaşan Ulum’l-Kur’an içerisinde
önemli bir yere sahip olan Esbab-ı Nüzül ilmi; Kur’an-ı Kerimin nüzul ortamının
asli bir unsurudur. Bu vechesiyle Kur’anın mesajlarının ve muhtevasının
anlaşılmasında farklı bir konuma sahiptir.Zaten tefsir faaliyetlerinin
bidayette esbabı nüzulü araştımaktan
ibaret kabul edilmesi bu hakikati açıklamaktadır.Hatta tefsirde Mütebahhir
Sahabiler ‘Kur’andan inen her ayetin ne hakkında , kim hakkında, nerede, niçin
nazil olduğunu bildiklerini söylemişlerdir.Sahabe bu vukufiyeti sebebiyledir ki
Kur’an’ı öğrenirken O’nu hayata tatbik yötemlerini de öğrenmiş
olmaktadır.Bilhassa muallim olarak Medine dışına gönderilen sahabiler nüzul
ilmine vakıf kişilerden seçilmişlerdir.
Sebeb-i Nüzül ilmini; Nüzul ortamında meydana gelen bir
hadise veya Hz. Peygambere yöneltilmiş
bir soruya vukubulduğu günlerde bir veya daha fazla ayetin içermek, cevap
vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile olan ve vahyin nazil olduğu
ortamı resm eden hadiseye denir,şeklinde tarif etmek mümkündür. Kur’an
ayetlerinin nerede,ne zaman,hangi olay veya kimler hakkında nazil olduğunu
açıklayan rivayet şeklinde de tarif edilebilir.
Alimlerimiz bu konuyla ilgili pek çok eser kaleme
almışlardır.Bilinen ilk müstakil eser Buhari’nin hocası Ali b. El- Medini’ye
aittir. En çok şöhret yapmış olan eser ise Vahidi’nin “Esbabü’n-Nüzül” isimli
eseridir.
Esbab-ı Nüzul ancak nakille bilinebilir. İctihad ve rey söz konusu
değildir.Akılla idrak edilmesi mümkün olmayan ,sadece işitme veya görme
suretiyle bilinebilen ve sahabiden müsned olarak gelen rivayettir.
Tabiun uleması da bu ilmi sahabeden öğrenmiştir. Sahabe
neslinden gelen bu konuya dair rivayetler müsned haber olarak kabul
edilmektedir.Tabiun ulemasından gelen rivayetler ise kaynak kabul edilmekte
ancak mürsel hükmünde muamele görmektedir.Bütün bunların doğruluğunun
araştılıması,mesela hadis ilmi ve “usulü” krıterleri esas alınarak tenkide tabi
tutulması; insanlığın mutluluğunu
hedefleyen Kur’anın kendisini
gerçekleştirmesi bakımından çok büyük önem arzetmektedir. Sebeb-i Nüzul ilminin
kendine mahsus ifade kalıpları, rivayet formları ve ilmi disiplinleri söz konosudur.
Peki Esbab-ı Nüzül ilmi bilimmeden de Kur’an-ı
Kerimi tefsir etmek mümkünmü dür? Esbab-ı nüzule dair eserler, nüzul çağı ve nüzul ortamını sonraki nesillere anlatmak, nakletmek
amaciyla telif edilmişlerdir. Böylece o dönemin sosyal, iktisadi ve siyasi
yapısı, o dönem insanının zihniyeti ve zihnini oluşturan kavramları tesbit
edilmiş, olmaktadır.Nihayet bu insani yapıp-etmelerden yararlanacak olan
insan,varlık koşulları aşısından nüzul asrı insanı ile aynı koşullar içinde
yaşayan insandır.Esasen Esbab-ı nüzül
ile ilgili gelen rivayetlerin doğruluğu sorunsallığı ve alimlerimizin bu konulardaki metotlarının ilkeleriyle
ortaya konulmaması bir diğer sorunsal olarak göze çarpmaktadir. Mesale
kaynaklarımızda tefsir için üretilen bazı nüzul sebebi rivayetleri tartışma konusu olabilmektedir. Vallahu a’lem.
Kuran ve bağlam
Esbabı nüzul:
Hz. Peygamber’in vefatı ile beraber Kuran’ın inzali sona
ermiştir. Hafızalarda ve bir takım kitabelerde bir dönem muhafaza edildikten
sonra Hz. Ebu Bekir döneminde Mushaf halini almıştır. Mevcut veriler bu Mushaf’ın
tertibinin ilahi iradenin sonucu meydana geldiği kabul edilir. Dolayısıyla
elimizde bulunan Mushaf’ın tertibi ve tasnifinin bir hikmeti vardır. Görüldüğü
üzere bir zamanlar sözlü hitap olarak algılanan Kuran, daha sonra yazılı bir
metin olarak algılanmıştır. Şayet sözlü bir hitaptan bahsedecek olursak, bu
hitabın bir bağlamı olduğunu da kabul etmek durumundayız. Bu bağlam’a ilişkin birçok bilgi sonraki
nesillere ulaştırılmıştır. Hatta öyle bir külliyat oluşturulmuştur ki bizler
tarafından kullanılmaz bir hal almıştır. Bu sebeple bu rivayetleri tekrar
kullanılır ve işe yarar hale getirmek için yeni bir metot üretmek
gerekmektedir. Bir dönemler kuran
ilimler ve tefsir kavramları üzerinde ittifak sağlanamamış olsa bile, bu metodu
üretmek tefsir ilminin bir alt kolu olarak kabul edilmelidir. Gelelim bu
rivayetlerin hangi metot ile kullanılır hale getirilebileceğine. Öncelikle
rivayetleri bir küme halinde toplamak gerekmektedir. Malumumuz hadis ilmi
mevcut haberlerin senetlerinin sahih olup olmadığını tespit edebilmek için cerh
ve tadil usulünü üretmiştir. Bu usulde haberin ravilerinin sıkalığı tespit
edilir. Bunun yanı sıra senette ittisallik aranır. Şayet haberin isnadında
kopukluk yoksa ve peygambere kadar dayanıyorsa bu haber müsned-merfu kabul
edilir. Şayet sahabeye kadar dayanıyorsa
ve içtihat sonucu elde edemeyeceği bir
bilgi aktarıyorsa buda aynı kategoriye girer. Şayet sahabe yorum yaptıysa bu
haber mevkuftur. Bizler Kur’an’ın bağlamını tespit etmeye çalıştığımız için bu
bağlama tanıklık etmiş şahitlerin aktarımlarına ihtiyacımız vardır. Akıl
yürüterek veya yorum yaparak bilgileri elde edemeyiz. Dolayısıyla bağlam ile
ilgili haberlerin hepsi müsned-merfu olmak durumundadır. Bu usul ile bir hayli
Kur’an’ın nüzulüne sebep olmayan bir çok haberi hazf etmiş olduk. Peki sahabeden gelen her haber Kur’an’ın inzali
sebep ifade etmede nass kabul edilebilinirmi? Kesinlikle hayır, zira onların
naklettiği haberi tasnif etmezsek birçok çelişkili rivayetlerle karşılaşmaya
devam edeceğiz. Nakledilen rivayetlerin siygalarını inceleme tabi tutarsak,
bizlere bu problemin çözümü hususunda ipuçları verdiği ortaya çıkar. “enzele”
kalıbı ile gelen rivayetler, ayetin inzaline sebep bildirmede nass kabul
edilemez. Böyle bir rivayet sahabenin bir olayı ayet ile içtihada dayalı olarak
ilişkilendirmesinden ibarettir. Hatta böyle bir olay inzal döneminden çok daha
sonra vuku bulmuş olabilir. Halbuki “Fenzele” kalıbı sebep ifade etmede nass
hükmündedir. Yani olayın vuku bulmasıyla, ayetin inzaline sebep olmuştur. Netice itibariyle bir yığın rivayet içinden
büyük bir oranda derleme yapılmış olacaktır. Bu denli bir külliyatın bizlere
nasıl ulaştığını ele alacak olursak, bu müfessirlerin rivayetlerin zayi
olmasından korktuğundan kaynaklandığı ortaya çıkacaktır. Şayet müfessirler
kendi içtihadına dayalı olarak rivayetleri hazf etseydi, bizlerin bu haberleri
öğrenme gibi bir şansımız olmayacaktı. Yani rivayetlerin tasnifini,
değerlendirmesine ve elemesini zaten müfessirler sonraki nesillere bırakmıştır.
Şimdi sıra müsned-merfu haberlerin değerlendirilmesine gelmiştir. Unutulmaması
gereken bir nokta vardır ki oda her gözlem sonra kilelere aktarılırken bir
yoruma maruz kaldığı meselesidir. Bu
sebeple bütünlük ilkesiyle olaya yaklaşmak gerekmektedir. Yani ayet, ayetlerin insicamı, sure
bütünlüğü, Kuran bütünlüğü, tarih ile insicamı ve rivayetlerin bir biri ile
uyumlu olması gerekmektedir. Salebe
kıssasından hareketle meseleyi örneklendirmek yerinde olacaktır.
KUR'AN’IN
ANLAŞILMASINDA ESBAB- NÜZUL'ÜN ROLÜ
Kur’an-ı
Kerim’in anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’den istifade etmek gereklidir. Bunu
yaparken belli hususlara dikkat etmemek bazı problemlerin oluşmasına neden
olacaktır. Söz konusu yanlışları yapmamak için hangi usulü takip etmek
gerektiğini ortaya koymak için yazılan “Kur’an-ı Anlamada Esbab-ı Nüzul’ün Rolu”
adlı kitapta şu hususlara dikkat çekilmiştir.
Esbab-ı
nüzul ilmi alanında çalışanlar iki
olguyu karşılarında buldular:
1- Malumat
çokluğu,
2- Malumattaki
sistemsizlik.
Ortada fazla malumat varsa ve burada
sistemsizlik söz konusuysa bu husus ciddi bir eleştiriye tabi
tutulmalıydı. Çünkü eleştiri,
esbab-ı nüzulü iyi anlamayı, iyi
açıklamayı, iyi tahlil etmeyi ve hükme varmayı gerektirir.
Kur’an ilimlerinden bahsetmekle konuya
başlanan kitapta Kur’an’ın nüzul tarihinde durumdan bahsedilmiştir. Sahabe’nin
hepsinin aynı anlayış ve kavrayış içerisinde olmadığı belirtilmiştir. Bu dönemde Kur’an ilimlerinin
telifi söz konusu olmamıştır. Çünkü Allah Resulü’nin tedrisinden geçen herkes
hayattadır ve Kur’anı anlama noktasında bir durum söz konusu olduğunda direkt
hz. Peygamber’e ulaşma imkânları vardır. Daha sonra (h. 430/ m. 1038) de
teşekkül eden kur’an ilimleriyle Kur’an-ı anlama yolunda gayretler bu ilim sayesinde daha da belirginleşiyor.
Zerkani, bu bu bağlamda Ulum’ul Kur’an’ın
kapsamını “Kur’an olması, hidayet
rehberi oluşu veya, icazi açılardan Kur’an-ı
Kerimle alakalı olan bütün ilimler
Ulum’ul-Kurandandır şeklinde tarif eder. Şatibi ise ulumu’ul kuranın bir dalı olan esbab-ı nüzul ile ilgili
“Esbab-ı nüzul öyle bir ilimdir ki onu bilen kur’an-ı da bilmiş olur.” der.
Aslında esbab-ı nüzülun dini anlatanlar
tarafından ne kadar bilinmesi gerektiği konusunda önemli bi cümledir bu ifade.
Garaudy, diğer tanımlamaların çerçevesinde
esbab-ı nüzülü, “ Hz. Peygamber’in ümmeti için ortaya koyduğu bir soruya
Cenab-ı Hakkın somut bir cevabıdır.”
şeklinde tarif eder. Yine en kapsamlı haliyle esbab-ı nüzul şu şekilde tarif edilir:
Nüzul ortamında meydana gelen bir
hadiseye veya Hz. Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde bir
veya daha fazla ayetin tazannum etmek (hadiseyi, soruyu kapsayan nitelik ve
özellikleri içermek) cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile
teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye sebeb-i nüzul
denir. Bu nedenle ilk müfessirler ayetin
tefsirine sebeb-i nüzulünü zikrederek başlamayı adet edinmişlerdi.
Ayetlerin sebebi nüzulünü anlamak
gerektiğini bilmek gerekir bu noktada en önemli kaynak sahih nakillerdir.
Esbab-ı nüzul ancak sahih nakille bilinebilir. Dolaysıyla bu alanda ictihada veya
imal-i fikir etmeye mahal yoktur. Yani
nüzul sebebi akılla idrak edilmesi mümkün olmayan, sadece işitme veya görme
suretiyle bilinebilen ve sahabiden gelen rivayettir. Bu rivayet adeta Hz.
Peygamber’den bildirilmiş hükmünde kabul edilir. Bunun için de hadis usulünde
hükmen merfu sayılır.
Esbab-ı nüzul ile ilgili disiplinler
oluşmuştur.
1- Hikmet-i
Teşriye İlmi
2- Mübhematu’l
Kur’an ilmi
3- Tenasup
ve İnsicam İlmi
Yunus
ÖZDAMAR Doktora Özel Öğrenci
13ÖZL274
Esbabı nüzul:
Hz. Peygamber’in vefatı ile beraber Kuran’ın inzali sona ermiştir. Hafızalarda ve bir takım kitabelerde bir dönem muhafaza edildikten sonra Hz. Ebu Bekir döneminde Mushaf halini almıştır. Mevcut veriler bu Mushaf’ın tertibinin ilahi iradenin sonucu meydana geldiği kabul edilir. Dolayısıyla elimizde bulunan Mushaf’ın tertibi ve tasnifinin bir hikmeti vardır. Görüldüğü üzere bir zamanlar sözlü hitap olarak algılanan Kuran, daha sonra yazılı bir metin olarak algılanmıştır. Şayet sözlü bir hitaptan bahsedecek olursak, bu hitabın bir bağlamı olduğunu da kabul etmek durumundayız. Bu bağlam’a ilişkin birçok bilgi sonraki nesillere ulaştırılmıştır. Hatta öyle bir külliyat oluşturulmuştur ki bizler tarafından kullanılmaz bir hal almıştır. Bu sebeple bu rivayetleri tekrar kullanılır ve işe yarar hale getirmek için yeni bir metot üretmek gerekmektedir. Bir dönemler kuran ilimler ve tefsir kavramları üzerinde ittifak sağlanamamış olsa bile, bu metodu üretmek tefsir ilminin bir alt kolu olarak kabul edilmelidir. Gelelim bu rivayetlerin hangi metot ile kullanılır hale getirilebileceğine. Öncelikle rivayetleri bir küme halinde toplamak gerekmektedir. Malumumuz hadis ilmi mevcut haberlerin senetlerinin sahih olup olmadığını tespit edebilmek için cerh ve tadil usulünü üretmiştir. Bu usulde haberin ravilerinin sıkalığı tespit edilir. Bunun yanı sıra senette ittisallik aranır. Şayet haberin isnadında kopukluk yoksa ve peygambere kadar dayanıyorsa bu haber müsned-merfu kabul edilir. Şayet sahabeye kadar dayanıyorsa ve içtihat sonucu elde edemeyeceği bir bilgi aktarıyorsa buda aynı kategoriye girer. Şayet sahabe yorum yaptıysa bu haber mevkuftur. Bizler Kur’an’ın bağlamını tespit etmeye çalıştığımız için bu bağlama tanıklık etmiş şahitlerin aktarımlarına ihtiyacımız vardır. Akıl yürüterek veya yorum yaparak bilgileri elde edemeyiz. Dolayısıyla bağlam ile ilgili haberlerin hepsi müsned-merfu olmak durumundadır. Bu usul ile bir hayli Kur’an’ın nüzulüne sebep olmayan bir çok haberi hazf etmiş olduk. Peki sahabeden gelen her haber Kur’an’ın inzali sebep ifade etmede nass kabul edilebilinirmi? Kesinlikle hayır, zira onların naklettiği haberi tasnif etmezsek birçok çelişkili rivayetlerle karşılaşmaya devam edeceğiz. Nakledilen rivayetlerin siygalarını inceleme tabi tutarsak, bizlere bu problemin çözümü hususunda ipuçları verdiği ortaya çıkar. “enzele” kalıbı ile gelen rivayetler, ayetin inzaline sebep bildirmede nass kabul edilemez. Böyle bir rivayet sahabenin bir olayı ayet ile içtihada dayalı olarak ilişkilendirmesinden ibarettir. Hatta böyle bir olay inzal döneminden çok daha sonra vuku bulmuş olabilir. Halbuki “Fenzele” kalıbı sebep ifade etmede nass hükmündedir. Yani olayın vuku bulmasıyla, ayetin inzaline sebep olmuştur. Netice itibariyle bir yığın rivayet içinden büyük bir oranda derleme yapılmış olacaktır. Bu denli bir külliyatın bizlere nasıl ulaştığını ele alacak olursak, bu müfessirlerin rivayetlerin zayi olmasından korktuğundan kaynaklandığı ortaya çıkacaktır. Şayet müfessirler kendi içtihadına dayalı olarak rivayetleri hazf etseydi, bizlerin bu haberleri öğrenme gibi bir şansımız olmayacaktı. Yani rivayetlerin tasnifini, değerlendirmesine ve elemesini zaten müfessirler sonraki nesillere bırakmıştır. Şimdi sıra müsned-merfu haberlerin değerlendirilmesine gelmiştir. Unutulmaması gereken bir nokta vardır ki oda her gözlem sonra kilelere aktarılırken bir yoruma maruz kaldığı meselesidir. Bu sebeple bütünlük ilkesiyle olaya yaklaşmak gerekmektedir. Yani ayet, ayetlerin insicamı, sure bütünlüğü, Kuran bütünlüğü, tarih ile insicamı ve rivayetlerin bir biri ile uyumlu olması gerekmektedir. Salebe kıssasından hareketle meseleyi örneklendirmek yerinde olacaktır.
Birinci Kitap: Kur’ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul’ün Rolü.
Üç bölümden oluşan bu kısımda birinci bölüm, “Kur’ân ilimleri ve esbâb-ı nüzûl ilmi”dir. Bu bölümde yazar Kur’ân ilimlerini tanımlayarak bu ilimlerin tarihi seyrine yer vermiş; daha sonra Kur’ân ilimleri ile tefsir ilimleri arasındaki farkı ortaya koymuştur. Buna göre, tefsir ilimleri Kur’ân ilimlerinden bir cüzdür, dolayısıyla, Kur’ân ilimleri daha geniş bir alanı ifade eder. Esbâb-ı nüzûl ilmi ise Kur’ân ilimleri arasında önemli bir yere sahiptir ki bu öneme binaen Kur’ân ilimleri eserlerinin hemen başında ele alınmaktadır.
Yazar, esbâb-ı nüzûl ilminin yerini belirledikten sonra tanımını yapmış, doğuşu ve gelişimini ele alınmıştır. Bu ilme dair eserleri de sıralayarak okuyucunun istifadesine sunmuştur. Esbâb-ı nüzûl rivayetlerini hadis ilminin verileri doğrultusunda değerlendiren yazar, rivayet kalıplarının önemi üzerinde de durmuştur. Sebep ifade etmede nass olan ve olmayan rivayet kalıplarını örneklerle açıklamıştır. Esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin beş farklı tasnif şekline de yer vermiştir. Yazar, “esbâb-ı nüzûl rivayetlerinde ihtilaf edilmesi” başlığı altında, önce tefsirde iki türlü ihtilaf olduğunu belirtmiştir. Bunların da nakle dayanan ve istidlalden doğan ihtilaf olduğunu söyledikten sonra esbâb-ı nüzûl rivayetlerindeki ihtilafın sebebini de şu iki madde ile açıklamıştır:
1. Her ayete sebep arayanların tutumları
2. Rivayetlerin nüzûl ortamına ait olanlar ile tefsir için yapılan değerlendirmeler olarak tasnif edilmemesi.
Esbâb-ı nüzûle ait taaddüt, taahhür ve umum-husus meselelerini de inceleyen müellif, esbâb-ı nüzûlle ilgili disiplinleri de ele almıştır. İslâm kültür tarihinde, esbâb-ı nüzûl rivayetlerine ve genel olarak tefsir rivayetlerine, çok fazla zayıf ve mevzu rivayet bulunmasından dolayı, tereddütle bakıldığını anlattığı “İslâm kültür tarihinde esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin değerlendirmesi” ile birinci bölümü sonlandırmıştır.
İkinci bölüm: “Kur’ân-ı Kerim’in Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzûl Rivayetlerinin Değerlendirilmesinin Sonuçları”dır. Bu bölümde yazar, esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin yetersiz kalma sebeplerini ele almıştır. Rivayetlere eleştirel bir yaklaşımda bulunarak hadis usûlü verileri doğrultusunda merfû-müsned ve mürsel esbâb-ı nüzûl rivayetlerini değerlendirmiştir. Senedlerin hazfedilmesi, rivayetlerin tasnifine ve kalıplarına dikkat etmeme durumlarını esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin yetersiz kalmasının sebepleri arasında sıralamıştır. Birinci bölümde ortaya koyduğu taaddüt, taahhür, umum-husus meselelerini de bu bölümde, esbâb-ı nüzûlün yetersiz kalma sebepleri arasında değerlendirip örneklendirmiştir. Ayrıca esbâb-ı nüzûl rivayetlerinde tarih ilminden yararlanmamanın okuyucuyu yanıltabildiğini söylemiştir. Yine bu bölümde müellif, Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin doğurduğu olumsuz sonuçları şu şekilde sıralamıştır:
1. Yorum zenginliğine engel olması
2. Kur’ân-ı Kerim’in evrensel hedefi olan Kur’ân-insan-hayat bütünleşmesini engellemesi
3. Konunun istismar edilmesi.
“Esbâb-ı nüzûle yeni bir yaklaşım” başlığı altında oluşturduğu üçüncü bölümde yazar, esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesinin gerekli olduğunu dile getirmiştir. Bu doğrultuda esbâb-ı nüzûle olan ihtiyacın sınırlarını belirleyecek iki grup ilkeden söz etmiştir. Birinci grup genel ilkelerdir ki bunlar şu şekildedir:
1. Esbâb-ı nüzûl ilkelerinin tamamını ihata etmek mümkün değildir.
2. Esbâb-ı nüzûlü bilmeden de Kur’ân anlaşılabilir.
Özel ilkeler olan ikinci grup ilkeler ise yazarın tabiriyle “Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılmasında esbâb-ı nüzûle olan ihtiyacın sınırlarını esas belirleyecek olan ilkelerdir.” Bunları da şöyle sıralayabiliriz:
1. Sebeb-i nüzûlü bilmenin muktezây-ı hali bilmek gibi olduğu haller,
2. Sebeb-i nüzûlü bilmemenin Kur’ân’ın zâhir nasslarını mücmel nasslar konumuna getirme şüphesi ve güçlüğü bulunduğu haller esbâb-ı nüzûle olan ihtiyacın ortaya çıktığı hallerdir.
3. Kur’ân’ın anlaşılmasında esbâb-ı nüzûle olan ihtiyacı ilk planda Kur’ân belirlemelidir.
Esbâb-ı nüzûl rivayetlerinin yeniden değerlendirilmesi doğrultusunda hadis usûlü açısından rivayetlerin tenkidini önemseyen müellif, rivayetlerin de esbâb-ı nüzûl rivayetleri ve tefsir için olan esbâb-ı nüzûl rivayetleri şeklinde tasnif edilmesini doğru bulmuştur. Rivayetlerin yeniden değerlendirilmesi dışında, Kur’ân-ı Kerim bütünlüğünün dikkate alınmasının, siyak-sibakın göz önünde bulundurulmasının da esbâb-ı nüzûl için yeni bir bakış açısı sağlayacağını belirterek genişçe açıklamıştır. İnsanın tarihî bir varlık olması hasebiyle, esbâb-ı nüzûl-tarihîlik münasebetine de bu noktadan bakmanın gerekli olduğunu savunan müellif, nüzûl ortamındaki olaylar ile ayetler arasındaki bağlantıyı da bu çerçevede ele almanın uygun olacağını belirtmiştir. Ayrıca esbâb-ı nüzûlün tarihî bir gerçek olması ile onun tarihe bağlı olmasının farklı şeyler olduğunu ifade etmiş, esbâb-ı nüzûlü “orijinal yorum-orijinal tarih” olarak tanımlamıştır.
“Birinci Kitap” olarak yazdığı bu üç bölümde esbâb-ı nüzûle dair genişçe bilgi verip eksiklikleri ve yapılması gerekenleri açıklayan müellif, “İkinci Kitap”ta esbâb-ı nüzûle yeni bir yaklaşım ortaya koyarak Sa’lebe kıssasını ortaya koyduğu bu yeni bakış açısıyla değerlendirmiştir.
HATİCE AVCI
KUR'AN’IN
ANLAŞILMASINDA ESBAB- NÜZUL'ÜN ROLÜ
Esbab-ı
Nüzul ilmi Kur’an ilimleri içerisinde her zaman ayrıcalıklı bir konuma sahip
olmuştur. Hatta onu bilmek Kur’an’ı bilmekle eşdeğer tutulmuştur. Esbab-ı
nüzule dair olan eserler ve tefsir ve hadis kitaplarındaki esbabı nüzul rivayetleri
üzül çağı ve nüzul ortamını sonraki nesillere anlatmak için telif
edilmişlerdir.
Esbab-ı
nüzul ancak sahih nakille bilinebilir. Dolayısıyla bu alanda içtihada mahal
bulunmamaktadır.
Sahabe
bazen müsned merfu olmayan esbab-ı nüzul rivayetleri kullanmıştır. Bu rivayetler
sebeb-i nüzul bildirmeyip tefsir anlamına gelirler. Burada esbab-ı nüzul
sığalarını tefsir sığalarından ayırt etmek gerekir. Esbab-ı nüzul sığaları nass
teşkil ederler.
Ancak
bu rivayetlerin çokluğu ve sistemsizliği bu alanda çalışmak isteyen
araştırmacıları tasnif karmaşasına düşürmektedir. Dolayısıyla sebeb-i nüzul
rivayetleri arasında sistemli bir çalışma yapılması gerekmektedir. Bu ise
himmet gerektiren bir durumdur.
Esbab-ı
nüzul rivayetlerini pek çok açıdan tasnif etmek mümkündür. Mesela Tahir b. Aşur
ve Dihlevi’nin tasnifleri klasik tasniflerdir. Ancak yeni bir yaklaşımla tasnif
etmek daha sağlıklı olacaktır.
·
Nüzul ortamına ait, müsned merfu
rivayetler
·
Nüzul asrına ait veya daha sonra meydana
gelmiş olan, ictihad ve rey ile yapılan tefsir rivayetleri
Bu
tasnif bizi gerçekten vahiy anına taşımada değerlidir.
Her
ayete bir sebep arayanların tutumları sonucu ve mevcut esbab-ı nüzul
rivayetlerinin tasnif edilmemesi dolayısıyla taaddüt, taahhür ve nassın umum-husus
ifadesi sorunları ortaya çıkmıştır.
Tefsir
rivayetlerini eserlerinde zikreden müfessirlerin çoğu, ne kadar alim ve takva
ehli de olsalar yine de eserlerinde zayıf ve mevzu hadislere
rastlanabilmektedir. Onlar bunu, ellerine geçen her bilgiyi toplamayı
amaçladıklarından ve ayıklamayı sonraki nesle bıraktıklarından yapmışlardır. Bunu
da isnad ilmi tam olarak hayatlarına girmiş olmasından ötürü yapmışlardır. Bu durumda
tüm tefsir rivayetlerinin sened ve metin tenkidinden geçirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca
senedsiz zikredilen hadisler daha çok problemler oluşturmuş ve kussasın ve
istismarcıların yatağı olmuştur.
Bazı
sebeb-i nüzul rivayetleri tarihi gerçeklere aykırılık ve zaman bakımından
uyumsuzlardır. İşin burasında tarih ilmi devreye girmektedir.
Bir
bitki için su ne ise Kur’an-ı Kerim de insan için odur. Ancak Kur’an’ı sadece
esbab-ı nüzul çerçevesinde anlama çabası Kur’an – insan – hayat bütünleşmesini
engeller. Bu çaba bize çeşitli sorunlar çıkarır.
·
Her ayete nüzul aranmaya başlanır.
·
Ayetin mana zenginliğini engeller
·
Ayetlerin kişiye özel indiği varsayımı
oluşturur ve kimse mezkur ayetlerin/Kur’an’ın kendisine hitab ettiğini
düşünmez.
Bu
durumda kişi musluğu kapatıp ağzını musluğa dayamış gibidir; susuzdur, ama suyu
kendisi kapatmıştır. Burada yapılması gereken, ayetin inzal olduğu olayın,
gelecekte de benzerinin yaşanabileceğini bilmek, Kur’an’ın evrensel hedefini
yakalamaktır.
Esbab-ı nüzulü anlamada
genel ve özel ilkeler olmalıdır. Öncelikle bu rivayetlerin hepsini ihata
edemeyeceğimizi ve bu rivayetler olmadan da Kur’an’ı anlayabileceğimizi
bilmemiz gerekir.
Bununla birlikte ayette
üstü kapalı bir ifade görünüyorsa orada sebeb-i nüzul devreye girmeli ve bize
nüzul anını resmetmelidir. Ancak sebeb-i nüzul ihtiyacını Kur’an
belirlemelidir.
Bu rivayetlerin sened
ve metin tenkidine tabi tutulması aynı zamanda kendiliğinden bir tasnifin de
ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Mesela Hz. Peygamber’in tefsir
rivayetleri, sahabenin tefsir rivayetleri, tabiunun tefsir rivayetleri.
Esbab-ı nüzul Kur’an-ı
Kerim’in anlaşılmasında kullanılan bir ilim dalıdır. Ancak bununla birlikte
kullanılması gereken iki ilke daha vardır: rivayetleri ve ayetleri Kur’an’ın
bütünlüğü çerçevesinde değerlendirmek, ayeti siyak-sibakıyla birlikte ele
almak.
Bu ilkelerle esbab-ı
nüzul rivayetleri ele alındığı takdirde Kur’an okuyucusuna, araştırmacısına çok
faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Ancak bu çalışma
kişisel olarak değil, bilgisayar teknolojisi ile ve bir enstitü tarafından
yapılması gerekmektedir.
M. Hayri ŞAHİN
12922755